TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
E.D. BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2015/1668)
|
|
Karar Tarihi: 22/2/2018
|
R.G. Tarih ve Sayı: 28/3/2018 - 30374
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
GİZLİLİK TALEBİ KABUL
Başkan
|
:
|
Engin
YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Recep
KÖMÜRCÜ
|
|
|
Celal Mümtaz
AKINCI
|
|
|
Recai AKYEL
|
Raportör
|
:
|
Akif
YILDIRIM
|
Başvurucu
|
:
|
E.D.
|
Vekili
|
:
|
Av. Murat
Şeref BABA
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, ceza davasında savunma tanıklarının dinlenmemesi ve
mahkûmiyet kararının gerekçesiz olması nedenleriyle adil yargılanma hakkının
ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 26/1/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonunca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin
Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
5. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
6. 24/10/2006 tarihinde başvurucu ve başka iki şüpheli
tarafından bıçak ve sopa gösterilerek mağdur M.K.nın 30 TL parasının gasbedilmesi
ile ilgili şikâyet üzerine soruşturma başlatılmıştır.
7. Mağdur M.K.nın
vermiş olduğu ifadeler doğrultusunda 25/10/2006 tarihinde plakasız ve şüpheli
bir motosiklet durdurulmuş; başvurucu ve şüpheli D.O. yakalanmıştır. Yapılan
aramada başvurucunun üzerinde döner bıçağı ve çakı, şüpheli D.O.nun
üzerinde ise ağaç olan iki ucu zincirle bağlanmış bir alet ele geçirilmiştir.
Mağdur M.K. tarafından başvurucu ve diğer şüpheli D.O. teşhis edilmiştir.
8. Başvurucu hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının
23/5/2007 tarihli iddianamesiyle yağma suçundan kamu davası açılmıştır. Şüpheli
D.O. ile yakalanamayan üçüncü şüphelinin dosyası tefrik edilmiştir.
9. Mağdur M.K. yargılama sırasında verdiği beyanında, sanıklar
tarafından alındığını zannettiği parasının pantolonun yıkanması sırasında
cebinden çıktığını belirtmiştir.
10. Bakırköy Çocuk Ağır Ceza Mahkemesinin 16/7/2009 tarihli
kararıyla başvurucunun üzerine atılı suçtan mahkûmiyetine karar verilmiştir.
11. Mahkûmiyet hükmünün gerekçesinde; başvurucu, yaşının
büyüklüğü nedeniyle dosyası tefrik edilen sanık D.O. ve firari diğer sanığın üzerilerinde bulunan kesici ve yaralayıcı aletleri mağdura
göstererek cebinden 30 TL parasını aldıkları, bu eylemden kurtulmak isteyen
mağduru yaraladıkları, yapılan şikâyet ve soruşturma sonunda 25/10/2006
tarihinde yakalanan başvurucunun mağdur tarafından teşhis edildiği ifade
edilmiştir. Kararın gerekçesinde ayrıca
aşağıdaki açıklamalara da yer verilmiştir:
“Her ne kadarsanık müsbet suçu kabul etmemiş ise de; sanığın savunmalarında
anlattıklarının içeriği; yakalama ve teşhis tutanakları; mağdurun toplanan
delillere ve olayın akışına ve mantık kurallarına uygunve
samimi görülen anlatımları ile yargılama boyunca mahkememizde oluşan kanaate
göre; sanığın inkara yönelik beyanlarına itibar edilmediği için; sabit görülen
geceleyin bıçakla yağmalama eylemi nedeniyle, aşağıdahüküm
kısmında belirtilen 5237 sayılı TCK’nun 149/1-a-c-h,
31/3, ve 62/1. Maddeleri uyarınca ceazalandırılmasına
karar verilmesi gerektiği konusunda mahkememizde kanaat oluştuğu;
Soruşturma ve kovuşturma sırasında, sanığın,
mağdurun zararını tazmin etmediği anlaşıldığından dolayı, TCK’nın 168. Maddenin
şartları oluşmadığı içinsanığın cezasında indirim
yapılmadığı;
İddia, mağdur ve sanık beyanları, tutulan
ilgili tutanaklar, teşhis tutanağı, nüfus ve adli sicil kaydı, hayatın olağan
akışı ve mantık kuralları, doktor raporu, C.savcısının
esas hakkındaki mütaalası, sosyal inceleme raporu,
olayın oluş sebep ve biçimi, yargılama edinilen tam bir vicdani kanaat ile tüm
dosya kapsamından anlaşılmıştır.”
12. Başvurucunun temyizi üzerine anılan hüküm, Yargıtay 6. Ceza
Dairesinin 20/11/2014 tarihli kararıyla onanmıştır.
13. Nihai karar başvurucu tarafından 16/1/2015 tarihinde
öğrenilmiş, 26/1/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.
14. Bu arada dosyası tefrik edilen şüpheli D.O. hakkında da
Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığının 7/12/2006 tarihli iddianamesiyle Bakırköy
Ağır Ceza Mahkemesi nezdinde kamu davası açılmıştır. Mağdur M.K. yargılama
sırasında verdiği beyanında, cebinden 30 TL parasının alındığını sandığını
ancak daha sonra parasının hastanede cebinden çıktığını, sanık D.O.nun olay yerinde olmadığını belirtmiştir.
15. Anılan yargılama sonunda sanığın yağmaya teşebbüs suçundan
mahkûmiyetine karar verilmiştir. Anılan karar Yargıtay denetiminden geçerek
kesinleşmiştir.
IV. İLGİLİ HUKUK
16. 4/12/2014 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Sanığın savunma delillerinin toplanması istemi”
kenar başlıklı 177. Maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“(1) Sanık, tanık veya bilirkişinin davetini
veya savunma delillerinin toplanmasını istediğinde, bunların ilişkin olduğu
olayları göstermek suretiyle bu husustaki dilekçesini duruşma gününden en az
beş gün önce mahkeme başkanına veya hâkime verir.
(2) Bu dilekçe üzerine verilecek karar, kendisine
derhâl bildirilir.”
17. 5271 sayılı Kanun’un “Çağrılması reddedilen tanığın ve
uzman kişinin doğrudan mahkemeye getirilmesi” kenar başlıklı 178. Maddesinin (1)
numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
“(1) Mahkeme başkanı veya hâkim, sanığın veya katılanın
gösterdiği tanık veya uzman kişinin çağrılması hakkındaki dilekçeyi
reddettiğinde, sanık veya katılan o kişileri mahkemeye getirebilir. Bu kişiler
duruşmada dinlenir. …”
18. 5271 sayılı Kanun’un “Duruşmada okunmayacak belgeler”
kenar başlıklı 210. Maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Olayın delili, bir tanığın açıklamalarından
ibaret ise, bu tanık duruşmada mutlaka dinlenir. Daha önce yapılan dinleme
sırasında düzenlenmiş tutanağın veya yazılı bir açıklamanın okunması dinleme
yerine geçemez.”
V. İNCELEME VE GEREKÇE
19. Mahkemenin 22/2/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. TanıkDinletme
Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
20. Başvurucu, isimlerini bildirdikleri savunma tanıklarının ilk
derece mahkemesince dinlenmediğini belirterek tanık dinletme hakkının ihlal
edildiğini ileri sürmüştür.
21. Anayasa’nın 36. Maddesinin birinci fıkrasında herkesin “adil
yargılanma” hakkına sahip olduğu belirtilmiş ancak tanık dinletme hakkından
açıkça söz edilmemiştir. Bununla birlikte adil yargılanma hakkının somut
görünümlerinden biri olan tanık dinletme hakkı esasen Anayasa’nın 36. Maddesinde
yer verilen adil yargılanma hakkının da zımni bir unsurudur (Ali Fırtına, B. No: 2014/14575, 6/7/2017,
§ 24).
22. Diğer yandan Anayasa’nın 36. Maddesine “adil yargılanma”
ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası
sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılama hakkının madde metnine
dâhil edildiği vurgulanmıştır. Nitekim Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin
(Sözleşme) 6. Maddesinin (3) numaralı fıkrasının (d) bendinde; bir suç ile
itham edilen herkesin iddia tanıklarını sorguya çekmek veya çektirmek, savunma
tanıklarının da iddia tanıklarıyla aynı koşullar altında davet edilmelerinin ve
dinlenmelerinin sağlanmasını istemek hakkı düzenlenmiştir (Ali Fırtına, § 25).
23. Anayasa Mahkemesi de benzer iddiaların ileri sürüldüğü
başvurulara ilişkin olarak birçok kararında “tanık dinletme hakkı”yla
ilgili ilkeleri belirlemiştir.
24. Savunma tanıklarının da iddia tanıklarıyla “aynı koşullar
altında” davet edilmelerinin ve dinlenmelerinin sağlanmasını isteme hakkı,
silahların eşitliği ilkesinin bir gereğidir. Tanıkların dinlenmek üzere
çağrılmasının uygun olup olmadığının değerlendirmesi, kural olarak derece
mahkemelerinin takdir yetkisi dâhilindedir. Ancak bu hak, sanığın lehine olan
bütün tanıkların çağrılmasını ve dinlenmesini gerektirmez. Bu düzenlemenin esas
amacı, sanığın “aynı koşullar altında” ve “silahların eşitliği ilkesi”ne uygun olarak tanık dinletme talebinde
bulunabilmesinin sağlanmasıdır. Dolayısıyla bir sanığın bazı tanıkları
dinletemediğinden şikâyet etmesi yeterli olmayıp ayrıca bu tanıkların
dinlenmesinin hangi nedenlerle önemli olduğunu ve gerçeğin ortaya çıkması için
neden gerekli olduğunu açıklamak suretiyle tanık dinletme talebini desteklemesi
gerekmektedir (Atila Oğuz Boyalı,
B. No: 2013/99, 20/3/2014, § 47; Ahmet Zeki
Üçok, B. No: 2013/1966, 25/3/2015, § 70).
25. Somut olayda başvurucu, savunma tanıklarının
dinlenmemesinden şikâyet etmektedir. Ancak anılan tanıkların dinlenmesinin
hangi nedenlerle önemli olduğu ve gerçeğin ortaya çıkması için neden gerekli
olduğu başvurucu tarafından açıklanmamıştır. Kaldı ki başvurucu, hangi tarihli
celsede ya da hangi tarihli dilekçeyle tanık dinletme talebinde bulunduğuna ve
anılan talep ile ilgili ilk derece mahkemesinin ne şekilde karar verdiğine
ilişkin bir delil de sunmamıştır. Dolayısıyla başvurucunun tanık dinletme hakkına
yönelik ihlal iddialarıyla ilgili olarak bir temellendirme yapmadığı sonucuna
varılmıştır.
26. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
Osman Alifeyyaz PAKSÜT ve Celal Mümtaz
AKINCI bu görüşe katılmamışlardır.
B. Gerekçeli Karar Hakkının İhlal Edildiğine
İlişkin İddia
27. Başvurucu; ilk derece mahkemesinin kararının gerekçesiz olduğunu,
iddia ve savunmaların özetinin hükümde bulunmadığını, toplanan delillere de
gerekçede yer verilmediğini, bu sebeplerle gerekçeli karar hakkının ihlal
edildiğini ileri sürmüştür.
28. Anayasa’nın 36. Maddesinin birinci fıkrasında herkesin adil
yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiş ancak gerekçeli karar hakkından
açıkça söz edilmemiştir. Bununla birlikte Anayasa’nın 36. Maddesine “adil
yargılanma” ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye’nin taraf olduğu
uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılanma hakkının
madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Nitekim Sözleşme’nin 6. Maddesinin
(1) numaralı fıkrasındaki hakkaniyete uygun yargılanma hakkının kapsamına
gerekçeli karar hakkının da dâhil olduğu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin
birçok kararında vurgulanmıştır. Dolayısıyla Anayasa’nın 36. Maddesinde
düzenlenen adil yargılanma hakkının gerekçeli karar hakkı güvencesini de
kapsadığının kabul edilmesi gerekir (Abdullah
Topçu, B. No: 2014/8868, 19/4/2017, § 75).
29. Anayasa’nın 141. Maddesinin üçüncü fıkrasında da “Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli
olarak yazılır.” Denilerek mahkemelere kararlarını gerekçeli yazma
yükümlülüğü yüklenmiştir. Anayasa’nın bütünlüğü ilkesi gereği anılan Anayasa
kuralı da gerekçeli karar hakkının değerlendirilmesinde gözönünde
bulundurulmalıdır (Abdullah Topçu,
§ 76).
30. Gerekçeli karar hakkı, yargılamada ileri sürülen tüm
iddialara ayrıntılı şekilde yanıt verilmesi gerektiği şeklinde anlaşılamaz. Bu
nedenle gerekçe gösterme zorunluluğunun kapsamı, kararın niteliğine göre
değişebilir (Mehmet Yavuz, B. No:
2013/2995, 20/2/2014, § 51). Ancak ileri sürülen iddialardan biri kabul
edildiğinde davanın sonucuna etkili olması hâlinde mahkeme bu hususa belirli ve
açık bir yanıt vermek zorunda olabilir (Yasemin
Ekşi, B. No: 2013/5486, 4/12/2013, § 56).
31. Somut olayda, yapılan yargılama sonunda tarafların davanın
sonucuna etkili olabilecek tüm iddia ve savunmaları ile dosya kapsamı dikkate
alınarak verilen kararda hükme ulaşılması için yeterli gerekçe bulunduğu (bkz.
§ 11) görüldüğünden gerekçeli karar hakkına yönelik bir ihlal olmadığının açık
olduğu anlaşılmaktadır.
32. Açıklanan gerekçelerle başvurunun diğer kabul edilebilirlik
koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
Osman Alifeyyaz PAKSÜT ve Celal Mümtaz
AKINCI bu görüşe katılmamışlardır.
C. Diğer İhlal İddiaları
33. Başvurucu; mağdurun yargılama sırasında beyanını
değiştirmesine rağmen bu beyanlar esas alınarak hakkında teşebbüs hükümlerinin
uygulanmadığını, aynı olay nedeniyle başka mahkemede yargılanan diğer sanık
hakkında mağdurun sonraki beyanlarının dikkate alındığını ve delillerin
takdirinde yanılgıya düşülmesi suretiyle haksız olarak mahkûm edildiğini
belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
34. Anayasa’nın 148. Maddesinin dördüncü fıkrasında, kanun
yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda
incelenemeyeceği belirtilmiştir. Bu kapsamda ilke olarak mahkemeler önünde dava
konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin
değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile
uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun adil olup olmaması bireysel başvuru konusu
olamaz. Ancak bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlüklere müdahale teşkil
eden, bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik
içeren yorum, uygulama ve sonuçlar Anayasa Mahkemesinin denetim yetkisi
kapsamındadır (Ahmet Sağlam, B.
No: 2013/3351, 18/9/2013, § 42).
35. Somut olayda sanık savunmaları, mağdurun soruşturma
evresinde alınan beyanları, teşhis tutanağı, adli raporlar, sosyal inceleme
raporu ve tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirilmek suretiyle bir karar
verildiği ve mağdurun kovuşturma evresindeki beyanlarına itibar edilmediği
anlaşılmıştır. Başvurucunun diğer sanıklarla birlikte mağdurun parasını döner
bıçağı ve sopa göstererek aldığı, bu şekilde eylemin tamamlandığı ilk derece
mahkemesince kabul edilmiştir. Diğer taraftan mağdurun beyanlarının sübut
üzerinde nasıl bir etkisinin bulunduğunun takdirinin derece mahkemesine ait
olduğu, derece mahkemesinin somut olayda mağdurun önceki beyanlarına itibar
etmesinin keyfî ve temelsiz olmadığı görülmektedir.
36. Başvurucu tarafından ileri sürülen iddialar, mahkemelerce
delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının yorumlanmasına ilişkin olup
mahkeme kararlarında bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik
oluşturan bir hususun da bulunmadığı dikkate alındığında ihlal iddialarının
kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu anlaşılmaktadır.
37. Diğer taraftan derece mahkemelerinin uyuşmazlıklara ilişkin
yorum farklılıkları da tek başına adil yargılanma hakkının ihlali olarak
nitelendirilemez.
38. Başvurucu tarafından ileri sürülen ihlal iddialarının
yukarıda belirtilen içtihat kapsamında kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu
sonucuna varıldığından başvurunun bu kısmının
açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna
karar verilmesi gerekir.
Osman Alifeyyaz PAKSÜT ve Celal Mümtaz
AKINCI bu görüşe katılmamışlardır.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Kamuya açık belgelerde başvurucunun kimliğinin gizli
tutulması talebinin KABULÜNE,
B. 1. Tanık dinletme hakkının
ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA Osman Alifeyyaz PAKSÜT ve Celal Mümtaz AKINCI’nın
karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
2. Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın
açıkça dayanaktan yoksun olması
nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA Osman Alifeyyaz
PAKSÜT ve Celal Mümtaz AKINCI’nın karşıoyu
ve OYÇOKLUĞUYLA,
3. Diğer ihlal
iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olması
nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA Osman Alifeyyaz
PAKSÜT ve Celal Mümtaz AKINCI’nın karşıoyu
ve OYÇOKLUĞUYLA,
C. Yapılan yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde
BIRAKILMASINA 22/2/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
KARŞIOY YAZISI
Olay ve Olguların Özeti:
1. Başvurucu, bir yağma olayı ile ilgili olarak yargılandığı
davada tanık dinletme hakkının, gerekçeli karar hakkının ve delillerin
takdirinde hata yapılması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği
iddiasıyla bireysel başvuruda bulunmuştur.
2. Olay tarihinde çocuk olan Başvurucu E.D, M.K. adlı mağdura
karşı yağma suçundan Bakırköy Çocuk Ağır Ceza mahkemesinde yargılanmış ve suçu
sabit görülmüş; ancak bu suçu birlikte işlediği kabul edilen arkadaşı D.O. nun aynı gün yarım saat ara ile gerçekleştiği iddia olunan
iki yağma olayında hem mağdur M.K.’yı, hem de benzer
şekilde mağdur K.K.’yı yağmalama suçuna teşebbüs
ettiği yolunda yetişkin olarak yargılandığı Bakırköy 8. Ağır Ceza mahkemesince
aynı eylemin “yağmaya teşebbüs” olduğu kabul edilmiştir.
3. Bakırköy Çocuk Ağır Ceza mahkemesince verilen karara göre
mağdur M.K. ya karşı ika edilen aynı yağma suçu, başvurucu yönünden tamamlanmış
bir yağma eylemi, Bakırköy 8. Ağır CezaMahkemesinde
yargılanan sanık D.O. yönünden ise aynı eylem, teşebbüs aşamasında kalmış bir
yağma eylemidir.
4. Bu durum, ceza yargılamasının temel amacı olan “maddi
gerçeğin ortaya çıkarılması” ile bağdaşmadığı gibi, Çocuk Ağır Ceza
Mahkemesince dava dosyasına getirtilen ve incelenen Bakırköy 8. Ağır Ceza
mahkemesinin aynı olaya ve aynı delillere göre ulaştığı kabul ve sübut,
başvurucunun tamamlanmış yağma suçundan mahkumiyetine ilişkin gerekçeli kararda
hiçbir şekilde tartışılmamış ve savunma iddiaları karşılanmamıştır.
5. Başvurucunun tek sanık, M.K.’nın da
tek mağdur olduğu başvuru konusu Çocuk Ağır Ceza mahkemesindeki yargılamada
iddianame ile “… mağdurun teşhis ettiği
şüpheli E.D. (başvurucu) ile yaşı 18’den büyük olan D.O. ve firari arkadaşları
ile birlikte mağduru “sen bizim kız arkadaşımıza laf atıyormuşsun, gel seni
yüzleştireceğiz, gelmezsen seni vururuz” diye tehdit ederek … Tepe Parkına
götürdükleri, sanık E.nin önce telefonu istedikleri,
mağdurun telefonu olmadığını söylemesi üzerine sanıkların ellerinde döner
bıçağı, iki ucu tahta ortası zincir olan bir adet bıçak ve sopa göstererek D.O.nun mağdurun pantalonunun sağ
cebinden 30 TL para aldığı, mağdurun kurtulmaya çalıştığı sırada sanık E.D. ve
arkadaşları tarafından darp edildiği …” belirtilerek kamu davası
açılmıştır.
6. Mağdur M.K. duruşmada “… 3
kişi benim yanıma geldiler … bir tanesi bana bıçakla vurdu … benim üstümü aradı
… ben 30 TL paramın alındığını biliyordum Ancak daha
sonra annem pantolonumu yıkarken benim 30 TL pantolonun cebinden çıktı. Bıçak vuranın E. (başvurucu) olup olmadığını tam
bilemiyorum. … belirttiğim şekilde 30 TL param zorla alınmamıştı. Bu nedenle
bana olaydan sonra ve halen kimse iade ve tazmin yapmadı. Benim zararım yoktur.
Sanıktan şikayetçi değilim” şeklinde ifade vermiş;başvurucunun sanık olmadığı ve 18 yaşından
büyük diğer sanık D.O. nun yargılandığı Bakırköy 8.
Ağır Ceza mahkemesinde ise “E’nin
(başvurucu) döner bıçağı ile kafasına vurduğunu, E’nin elini cebine sokmaya
çalıştığını, cebinden 30TL parasını aldıklarını sandığını, kaçıp hastaneye
sığındığını, daha sonra parasının hastanede cebinden çıktığını, sanıktan (D.O.)
şikayetçi olmadığını, bir şeyinin
alınmadığını” söylemiştir. Mağdur M.K. nın babası H.K. da, oğlu M.’nin evde ceplerini kontrol ettiklerinde üzerinde parasının
çıktığını doğrulamıştır.
7. Başvurucu E.D. Bakırköy 8. Ağır Ceza mahkemesindeki
yargılamada tanık olarak dinlenmiştir. Başvurucu buradaki ifadelerinde de
mağdur M.K.’yı dövdüklerini, ancak parasını
yağmalamadıklarını belirterek, sanık olarak yargılandığı davadaki ifadeleri
paralelinde beyanda bulunmuştur.
8. Bakırköy Çocuk Ağır Ceza Mahkemesi, Bakırköy 8. Ağır Ceza
mahkemesinin dava dosyasını getirterek 5.11.2008 günlü duruşmada incelemiş vegetirtilen dosyadaki sanık D.O’nun mağdur M.K. ya yönelik yağma suçundan dolayı
teşebbüs hükümleri uygulanarak mahkumiyet kararı verildiğini görmüştür. Ayrıca “… M.K.nın
olayı anlattığı, 30 TL paramı aldıklarını
zannettim ben ellerinden kaçtım, hastaneye sığındım, daha sonra param cebimden
çıktı şeklinde beyanda bulunmuş olduğu görüldü”
şeklindeki tespiti zapta geçirmiştir.
9. Ancak Bakırköy Çocuk Ağır Ceza mahkemesi, 16.07.2009 günü
verdiği gerekçeli kararla, şu şekilde hüküm tesis etmiştir:
“Her ne kadar sanık müsnet
suçu kabul etmemiş ise de; sanığın savunmalarında
anlattıklarının içeriği, yakalama ve teşhis tutanakları, mağdurun toplanan delillere ve olayın akışına uygun ve
samimi görülen anlatımları ile yargılama boyunca mahkememizde oluşan
kanaate göre; sanığın inkara yönelik beyanlarına itibar edilmediği için; sabit
görülen geceleyin bıçakla yağmalama eylemi
nedeniyle … cezalandırılmasına karar verilmesi gerektiği konusunda
mahkememizde kanaat oluştuğu;
Soruşturma ve kovuşturma sırasında, sanığın, mağdurun zararını tazmin etmediği anlaşıldığından
dolayı, TCK’nın 168. maddesinin şartları oluşmadığı için sanığın cezasında
indirim yapılmadığı;
İddia, mağdur ve sanık beyanları, tutulan
ilgili tutanaklar, teşhis tutanağı, nüfus ve adli sicil kaydı, hayatın olağan
akışı ve mantık kuralları, doktor raporu, C. savcısının esas hakkındaki
mütalaası, sosyal inceleme raporu, olayın oluş sebep ve biçimi, yargılamada
edinilen tam bir vicdani kanaat ile tüm dosya kapsamından anlaşılmıştır”.
10. Bu hükümle, başvurucunun adil yargılanma hakkı aşağıda
açıklanacağı üzere çeşitli yönlerden ihlal edilmiştir
Başvuru Konusu Yargılamanın Adil Yargılanma
Hakkını İhlal Etmesinin Nedenleri:
Gerekçeli Karar Hakkı Yönünden:
11. Adil yargılamanın bir unsuru olan gerekçeli karar hakkı,
Anayasa'nın 141. maddesinin birinci fıkrası uyarınca, mahkemelerin uyması
gereken bir yükümlülük olarak düzenlenmiştir. Bir muhakemede usule ilişkin
koruma sağlayan adil yargılanma hakkının önemli unsurlarından biri olan
gerekçeli karar hakkı, kişilerin adil bir şekilde yargılanmalarını sağlamayı ve
denetlemeyi amaçlamaktadır (Sencer Başat ve
diğerleri [GK], B. No: 2013/7800, 18/6/2014, § 31).
12. AİHM içtihatlarına göre bir mahkemenin davaya yaklaşımının,
anılan mahkemenin başvurucuların iddialarına yanıt vermekten ve başvurucuların
temel şikâyetlerini incelemekten kaçınmasına neden olması hâlinde Sözleşme'nin
6. maddesi, davanın hakkaniyete uygun bir biçimde incelenmesi hakkı bakımından
ihlal edilmiş olur (Kuznetsov/Rusya, B. No: 184/02, 11/4/2007, §§
84-85).
13. Mahkemeler, “kararlarını
hangi temele dayandırdıklarını yeterince açık olarak belirtme”
yükümlülüğü altındadırlar. Bu yükümlülük, tarafların temyiz hakkını
kullanabilmeleri için gerekli olmasının yanı sıra (Aynı yöndeki AİHM kararı
için bkz. Hadjıanastassıou/Yunanistan, B. No: 12945/87, 16/12/1992,
§ 33) tarafların, muhakeme sırasında ileri sürdükleri iddialarının kurallara
uygun biçimde incelenip incelenmediğini bilmeleri ve ayrıca demokratik bir
toplumda, toplumun kendi adına verilen yargı kararlarının sebeplerini öğrenmelerinin
sağlanması için de gereklidir (Sencer Başat
ve diğerleri, § 34).
14. Bir kararda tam olarak hangi unsurların bulunması gerektiği,
davanın niteliğine ve koşullarına bağlıdır. Muhakeme sırasında açık ve somut
bir biçimde öne sürülen iddia ve savunmaların davanın sonucuna etkili olması,
başka bir deyişle davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte bulunması hâlinde
davayla doğrudan ilgili olan bu hususlara mahkemelerce makul bir gerekçe ile
yanıt verilmesi gerekir (Sencer Başat ve
diğerleri, § 35).
15. İnsan haklarına ilişkin güvenceler soyut ve teorik olarak
değil, uygulamada ve etkili bir şekilde sağlanmalıdır. Buna göre mahkemelerin,
ileri sürülen iddia ve savunmalara şeklen cevap vermiş olmaları yeterli olmayıp
iddia ve savunmalara verilen cevapların dayanaksız olmaması, mantıklı ve
tutarlı olması da gerekir. Diğer bir ifadeyle mahkemelerce belirtilen
gerekçeler, davanın şartları dikkate alındığında makul olmalıdır (Sencer Başat ve diğerleri, § 36).
16. Makul gerekçe, davaya konu olay ve olguların mahkemece nasıl
nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere
dayandırıldığını ortaya koyacak, olay ve olgular ile hüküm arasındaki
bağlantıyı gösterecek nitelikte olmalıdır (İbrahim
Ataş, B. No: 2013/1235, 13/6/2013, § 24). Gerekçelendirme, davanın
sonucuna etkili olay, olgu ve kanıtları açıklamak yükümlülüğü olmakla birlikte
bu şekildeki gerekçelendirmenin mutlaka detaylı olması gerekmez. Ancak gerekçelendirmenin, iddia ve savunmadan birinin diğerine
üstün tutulma sebebinin ve bu kapsamda davanın taraflarınca gösterilen
delillerden karara dayanak olarak alınanların mahkemelerce kabul edilme ve
diğerlerinin reddedilmesi hususunda, makul dayanakları olan bir bilgilendirmeyi
sağlayacak ölçü ve özene sahip olması beklenir (Sencer Başat ve diğerleri, § 37). Zira bir davada
tarafların, hukuk düzenince hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini
anlayıp değerlendirebilmeleri için usulüne uygun şekilde oluşturulmuş, hükmün
içerik ve kapsamı ile bu hükme varılırken mahkemenin neleri dikkate aldığı ya
da almadığını gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek
açıklıktaki bir gerekçe bölümünün ve buna uyumlu hüküm fıkralarının bulunması
"gerekçeli karar hakkı"
yönünden zorunludur (Sencer Başat ve
diğerleri, § 38).
Aksi bir tutumla mahkemenin, davanın sonucuna etkili olduğunu
kabul ettiği bir husus hakkında “ilgili ve
yeterli bir yanıt” vermemesi veya yanıt verilmesini gerektiren usul
veya esasa dair iddiaların cevapsız bırakılmış olması, hak ihlaline neden
olabilecektir (Sencer Başat ve diğerleri,
§ 39).
17. Kanun yolu mahkemelerince verilen karar gerekçelerinin
ayrıntılı olmaması, ilk derece mahkemesi kararlarında yer verilen gerekçelerin
onama kararlarında kabul edilmiş olduğu şeklinde yorumlanmalıdır (Aynı yöndeki
AİHM kararı için bkz. García Ruiz/İspanya,
B. No: 30544/96, 21/1/1999, § 26). Ancak başvurucuların dile getirmesine rağmen
ilk derece mahkemesinin de tartışmadığı esaslı hususlara ilişkin temyiz
başvuruları ile başvurucuların usule ilişkin haklarının ihlal edildiğine
yönelik somut şikâyetlerinin, temyiz incelemesinde tartışılmaması, gerekçeli
karar hakkının ihlali olarak görülebilir (Faik
Gümüş, B. No: 2012/603, 20/2/2014, § 49).
18. Başvuru konusu olayda mahkumiyet
gerekçesinde kullanılan ve her hangi bir mahkumiyet veya beraat kararında da
aynen sayılabilecek olması nedeniyle gerçek anlamda gerekçe niteliğinde olmayan
klişe ifadeler ile dosya evrakı bir yana bırakılacak olursa; yağma suçundan
mahkumiyete esas alınan mağdur beyanlarının “samimi görüldüğü” anlaşılmaktadır.
Mağdur her iki mahkemede istikrarlı biçimde parasının alınmadığını, ilk önce alındığını
zannettiğini, sonradan parayı bulması nedeniyle bir zararı olmadığını ısrarla belirtmiş olmasına ve beyanları “samimi” olduğu kabul edildiğine göre nasıl
olup da aynı kişiden 30 TL yağmalandığının sabit görüldüğü, tevil götürmeyecek
bir çelişkidir. Aynı şekilde mağdurun zararı olmadığına dair istikrarlı
beyanlarına rağmen suç konusu iddia edilen 30 TL’nin mağdura ödenmediği
gerekçesiyle ceza indirimi yapılmaması da açık bir çelişkidir.
Ya mağdurun beyanları samimidir ve parası
yağmalanmamıştır, ya da mağdur beyanlarında samimi değildir ve sanığı cezadan
kurtarmak için parasının alınmadığını söylemektedir. Bu çelişki giderilmeden
mantık kurallarına aykırı biçimde açık çelişki içeren gerekçenin, yukarıda
açıklanan AİHM ve AYM kararlarında nitelikleri belirtilen gerekçeli karar
hakkına uygun olduğu söylenemez.
Bu noktada şunu da belirtmek gerekir ki, şayet mahkemenin kabulü,
mağdurun saldırıya uğradığı ve yaralandığı şeklindeki ifadelerinin samimi
olduğu, ancak parasının alınmadığına dair ifadelerinin samimi olmadığı; yani mağdur ifadelerinin kısmen samimi kesmen de gayrı
samimi olduğu şeklinde ise, buna ilişkin gerekçelerin yani mağdurun
ifadelerinin, “parasının yağmalanmadığı” şeklindeki kısmına neden itibar
edilmediğinin, açık ve anlaşılabilir şekilde kararda belirtilmesi
zorunludur. Aksi halde adil yargılanma hakkı kapsamında “yeterli gerekçe” nin varlığından söz edilemez.
İlk derece mahkemesi kararı Yargıtay’ca da beş yıl
bekletildikten sonra tek cümlelik bir klişe ile onanmıştır.
Sonuç olarak, Çocuk Ağır Ceza Mahkemesinin gerekçeli kararı ve
temyiz merciinin onama kararı, AİHM ve AYM tarafından belirlenmiş standartları
karşılamaktan uzaktır. Bu nedenle başvurucunun, öncelikle, gerekçeli karar
hakkı İHLAL edilmiştir.
Tanık Dinletme Hakkı Yönünden:
19. Başvuru formunda, savunma tanıklarının dinlenmediği öne
sürülmüş ve biri kız olmak üzere dört tanığın adı bildirilmiştir. Mahkemece bu
tanıkların dinlenmesi taleplerinin gerekçesiz olarak reddedildiği iddia edilmiş
olmakla, bireysel başvurunun tanık dinletme hakkı yönünden de incelenmesi
gerekir.
20. AİHM ve AYM içtihatlarında, iddia ve savunmaya ilişkin
hususların doğrulanması için hükmün esasına etkisi olabilecek tanık
beyanlarının alınmaması sanığa ve tanıkların sorgulanması imkanının verilmemesi
adil yargılanma hakkının ihlali olarak kabul edilmiştir.
21. Başvuru konusu yargılamada başvurucu, mağdurun kendisini
teşhis etmesinin nedeninin, kız arkadaşlarına laf atma yüzünden çıkan bir kavga
olayı olduğu, yağma yapmadığı gibi mağduru yaralamasının yağma amacıyla
olmadığını ısrarlı ve istikrarlı biçimde savunmuş ve muhtemelen olayın bu
yönünün aydınlatılması amacıyla tanık göstermiştir.
Bu tanıkların dinlenmesi ve başvurucu sanığın ifadelerini teyit
etmesi, başvurucu sanığın ifadelerinin, yani mağdurun yanına yağma amacıyla
gitmediğinin kanıtını oluşturabilecektir. Ancak mahkemece, başvurucu sanığın
rastgele gözlerine kestirdikleri mağduru yağmalamak amacıyla hareket
ettiklerini kabul etmiş görünmektedir. Bu konuda gerekçeli kararda yeterli
açıklama bulunmamakla beraber, verilen cezada “suç
kastının yoğunluğu” ve “suçun
işleniş şekli” gibi nedenlerle temel cezadan uzaklaşılmış
olmasından, mahkemece, başvurucunun olayın bir kavga sırasında meydana geldiği,
mağdurun kendisini oradan hatırladığı ve teşhis ettiği, yağma eylemi
bulunmadığı şeklindeki, olayın aydınlatılması bakımından önem taşıyabilecek ve
savunmalarına haklılık kazandırabilecek, dolayısıyla netice cezayı
etkileyebilecek tanık anlatımlarına gerekçesiz olarak fırsat verilmediği
anlaşılmaktadır.
Bu nedenle olayın
aydınlatılmasına katkısı tartışılmaksızın, tanık dinletme istemlerinin
gerekçesiz olarak reddedilmesi sonucunda başvurucunun adil
yargılanma hakkı kapsamındaki tanık dinletme hakkının da İHLAL EDİLDİĞİNE karar
verilmesi gerekir.
Hakkaniyete Uygun Yargılanma Hakkı Yönünden:
22. Başvurucu, çocuk ağır ceza mahkemesinde yargılanmış ancak,
aynı eylemden dolayı yetişkin sıfatıyla aynı yer ağır ceza mahkemesinde
yargılanan diğer sanıktan çok daha ağır bir cezaya çarptırılmıştır. (Başvurucu,
çocuk mahkemesince sabit görülen gece vakti yağmadan neticeten 6 yıl 8 ay; diğer mahkemede yargılanan
arkadaşı teşebbüs halinde kalan aynı mağdura karşı yağmadan neticeten 2 yıl 6 ay).
23. Çocuk Mahkemeleri ve çocuk ağır ceza mahkemelerinin kuruluş
amaçları, çocukların yetişkinlerden daha farklı yargılanarak, topluma
kazandırılmasıdır. 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu’nun gerekçesinde kanununamacı “… toplumun
adalet ve güvenlik ihtiyacını karşılayan çocuk adalet sisteminin esas ve
usullerini belirlemek” olduğu ifade edilmiş; kanunda “… çocuğun
yararına öncelik vermek ilkesinin benimsendiği ...” belirtilmiş ve “… çocuk
hakkında karar veren mahkemenin, “çocuk
hakkında verilen kararları izleme ve gerektiğinde değiştirme veya sonlandırma
yetkisine sahip olması gerekir” denilmiştir.
Başvurucu hakkında verilen 6 yıl 8 aylık hapis cezası,
çocukların yargılanmasına ilişkin genel ilkelere de uymamaktadır.
Sonuç olarak, Başvurucu, sırf çocuk mahkemesinde yargılandığı
için, yetişkin sıfatıyla aynı yer ağır ceza mahkemesinde yargılansaydı alacağı
cezanın iki katından fazla ceza almıştır. Bu cezanın, çocuğun uzun süre
özgürlüğünden mahrum bırakılarak tam anlamıyla ıslah olmasını sağlamak, kısa
sürede serbest kalması halinde yeniden suça sürüklenmesini önlemek gibi birdüşünceden kaynaklanmış olabileceği iyimser bir yorumla
bir an için farz edilse dahi, böyle bir uygulama ceza yargılamasının temel
ilkeleri gözardı edilerek yapılamayacağı gibi,
yeterli deliller bulunması halinde de ancak sosyal uzman raporuna dayanılarak,
yeterli diğer tedbirler alınarak ve gerekçeleri açıkça belirtilerek
yapılabilir. Çocuk Ağır Ceza Mahkemesi kararında bu yönde her
hangi bir düşünce, değerlendirme hatta ima bulunmadığına göre
Mahkemenin, çocuğun yararlarını gözeterek
karar verdiğini kabule imkan bulunmamaktadır.
24. Başvurucunun yağma olayı konusunda farklı mahkemelerce
farklı sonuçlara varılması halinde maddi gerçeğe ilişkin kesinlik bulunmadığı,
ortada bir şüphe halinin varlığı açıktır.
Ceza hukukun evrensel ilkelerinden ve yüzyıllara dayalı
deneyimlerin sonucu olan “şüphe sanık lehine
yorumlanır” kuralına, mahkumiyetin ancak şüpheden uzak, kesin ve
inandırıcı delilleredayanması ilkesine ve 5271 sayılı
Ceza Muhakemesi Kanunu’nun kabul edilen ve edilmeyen delillerin gerekçeli
kararda tartışılarak belirtilmesi hakkındaki amir hükümlerine aykırı karar
verilmesi nedeniyle de başvurucunun temel haklarının ihlal edildiği sonucuna
varılmaktadır.
25. Yukarıda açıklanan nedenlerle başvurucunun adil yargılanma
hakkı kapsamında hakkaniyete uygun yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE karar
verilmesi gerekir.
Anayasa Mahkemesinin İhlal Kararının, Derece
Mahkemelerinin Takdirine Müdahale Teşkil Edip Etmeyeceği Konusunun
Tartışılması:
26. Anayasa mahkemesinin bireysel başvuru yetkisinin
tanınmasından önce başlayan ve beş buçuk yıla yaklaşan uygulamalara rağmen henüz
kamuoyunda tartışılması bitmeyen “süper
temyiz mahkemesi” eleştirilerine bu vesileyle değinmekte yarar
görülmüştür.
27. Aslında bu konudaki ilkeler açık ve nettir.Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) ve
Anayasa Mahkemesinin (AYM) yerleşik içtihatlarıuyarınca,
ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve
olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının
yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili
varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine
konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının
adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda açık bir keyfilik içermesi ve bu durumun
kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş
olmasıdır. Bu çerçevede, kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular açıkça
keyfilik bulunmadıkça Anayasa Mahkemesince incelenemez (B. No: 2012/1027, § 26,
12/2/2013).
Yine AYM kararlarında genel ilkenin istisnası, derece
mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının bariz takdir hatası veya açık keyfilik
içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve
özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede, kanun yolu şikâyeti
niteliğindeki başvurular, bariz takdir hatası
veya açık keyfilik bulunmadıkça Anayasa Mahkemesince esas yönünden
incelenemez (Onur Gür, B.No: 2012/828, 21/11/2013, § 21).
28. Kamuoyunda ve hatta bazı hukuk çevrelerinde yanlış olarak
bilinenin aksine, Anayasa Mahkemesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince de
yapıldığı gibi, bireysel başvurularda dosyanın içeriğini incelemektedir. Yani,
KABUL EDİLEMEZLİK veya bir hakkın İHLAL EDİLMEDİĞİNE karar verilen dosyalarda
esasa bakılmaksızın, “kanun yolu şikayeti” niteliğinde olduğu için ret kararı verilmemekte;
aksine, dosya içeriğine bakılmakta fakat yargılamada bariz bir takdir hatası
veya keyfilik yoksa bu tartışmaya hiç girilmeyerek, başvurunun “açıkça dayanaktan yoksun” olduğuna karar
verilmektedir. Nitekim temel hak ihlali olup olmadığını tespit etmenin, dosya
içeriğine bakmak dışında başka bir yolu bulunmamaktadır.
29. Anayasa Mahkemesi, bir yargılamada derece mahkemelerinin
kararları hakkında İHLAL kararı verilerek yeniden yargılama yoluna gidilmesini
gerektirecek ölçüde adil yargılanma hakkına aykırılık bulunduğunu takdir
yönünden tam yetkili olup, bu takdirini genellikle, derece mahkemelerine
müdahale etmemek yönünde kullanmıştır. Başvuru konusu olayda da bölüm
çoğunluğunca tespit edildiğine emin olduğumuz yukarıda açıklanan adil yargılamaya
aykırı noktalar, İHLAL kararı verilerek yeniden yargılama yolunu açacak
ağırlıkta değerlendirilmemiştir. Tarafımızdan ise aksi yönde vicdani kanaate
ulaşılmıştır.
30. Ancak, İHLAL kararı verilmesi gerektiği yönündeki
kanaatimizin bir diğer –ve en az başvurucunun mağduriyetinin giderilmesi kadar
önemli- nedeni de şudur:
Bireysel başvuru kurumunun Türk hukuk sistemine
kazandırılmasının en önemli nedenlerinden biri de,
verilecek İHLAL kararları yoluyla, emsal yaratmak ve Türk yargısında uygulamada sıkça rastlanan eksiklik ve yanlışlıkları,
aynı zamanda yapısal (sistemik) sorunları hukuk aleminin ve yasa koyucunun
dikkatine getirmek, bunlara çözüm bulunmasını sağlamaktır. Anayasa
değişikliğinin gerekçesinde bu husus şu şekilde ifade edilmiştir:
“Türkiye’de bireysel
başvuru yolunun kabul edilmesi, bir yandan bireylerin sahip
oldukları temel hak ve özgürlüklerin daha iyi korunmasını sağlayacak, öte
yandan da kamu organlarını, Anayasaya ve
kanunlara daha uygun davranma konusunda zorlayacaktır. Bu amaçla
yapılan değişiklikle, bireysel hak ve özgürlüklerin korunması ve teminat altına
alınması için, vatandaşlara bireysel başvuru hakkı tanınmakta ve Anayasa
Mahkemesine de bu başvuruları inceleme ve karara bağlama görevi verilmektedir.”
31. Başvuru konusu olayda mahkemelerimizin son zamanlarda artan
iş yükü veya her ne sebeple olursa olsun, gerekçesiz veya eksik gerekçelerle
hüküm verme eğilimi içine girmelerinden kaynaklanan durumun tipik bir örneği
olması dolayısıyla da İHLAL kararı verilmesi gerektiği kanaatindeyiz. Özellikle
ceza yargısında, cezanın sadece mahkeme heyetinin vicdanına, hatta kamuoyunun
bir kısmının vicdanına uyması yeterli değildir.Ceza
mahkumiyetinin, deliller açıkça tartışılarak, hangilerine itibar edilip
hangilerine itibar edilmediği gerekçeli kararda tartışılıp nedenleri
belirtilerek, dosyayı okuyan her hangi bir tarafsız kişiyi tatmin edecek
şekilde karara bağlanması zorunludur.
Ceza hukukunun yüzyıllara dayalı deneyimlerden süzülerek gelen
temel ilkelerinden saparak ve çağdaş insan hakları sisteminin, bunları
geliştirerek tesis ettiği içtihatları ve ilkeleri de göz ardı ederek, sırf
vicdani kanaatle mahkumiyet kararı verilmesi ve bu uygulamaların genellik
kazanması, belki bazı olaylarda “hak yerini buldu” gibi yorumları geçerli
kılabilecek; ancak uzun vadede mahkemelere ve kararlarına olan güveni daha da
azaltacak, cezaların ıslah edici özelliğini ortadan kaldıracak, toplumda ihkakı hak eğilimlerinin artmasına yol açabilecektir.
32. Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruları karara bağlarken karşılaştığı
ve düzeltilmesi gereken, uygulamaya ilişkin sorunlara da işaret etmesi görevi
icabıdır. Bu nedenle başvuru konusu dosyada başvurucunun kişisel mağduriyetine
yol açan durumun aynı zamanda ceza yargılamalarında karşılaşılan genel bir
sorun olması hasebiyle de İHLAL kararı verilmesi gerekir.
Yukarıda açıklanan tüm nedenlerle, Bölüm çoğunluğuna
katılmamaktayız.
Üye
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
Üye
Celal Mümtaz AKINCI
|