TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
BOYACIKÖY PANAYİA EVANGELİSTRA KİLİSESİ VE
MEKTEBİ VAKFI BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2015/17576)
|
|
Karar Tarihi: 1/2/2017
|
R.G. Tarih ve Sayı: 8/3/2017 - 30001
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Engin
YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Celal Mümtaz
AKINCI
|
|
|
Muammer
TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
|
|
Recai AKYEL
|
Raportör
|
:
|
Özgür DUMAN
|
Başvurucu
|
:
|
Boyacıköy Panayia
Evangelistra Kilisesi ve Mektebi Vakfı
|
Vekili
|
:
|
Av. Hülya
BENLİSOY
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, gayrimüslim cemaat vakıflarının taşınmaz mal
edinmelerine ilişkin olarak vakıflar mevzuatında yapılan yasal değişiklikler
çerçevesinde bir taşınmazın başvurucu Vakıf adına tescil edilmesi talebinin
Vakıflar Genel Müdürlüğü Vakıflar Meclisi tarafından reddedilmesi ve bu idari
işlemin iptali istemiyle idari yargıda açılan davadan bir sonuç alınamaması
nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 11/11/2015 tarihinde İstanbul Bölge İdare Mahkemesi
vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir
eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 22/7/2016 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
4. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
5. Başvurucu 5/6/1935 tarihli ve 2762 sayılı mülga Vakıflar
Kanunu’nun 44. Maddesi ile geçici 1. Maddesi uyarınca sahip oldukları malları,
gelirleri, giderleri ve vakıfları ile ilgili diğer hususları bildirme
yükümlülüğü çerçevesinde beyanname vermiş bulunan (1936 Beyannamesi)
gayrimüslim cemaat vakıflarındandır.
6. Başvurucu 20/2/2008 tarihli ve 5737 sayılı Vakıflar Kanunu’nun
geçici 7. Maddesi doğrultusunda İstanbul ili Sarıyer ilçesi Mirgün
Mahallesi’nde bulunan 110 ada 7 parsel sayılı taşınmazın adına tescil edilmesi
istemiyle 20/8/2009 tarihinde Vakıflar Genel Müdürlüğüne başvuruda bulunmuştur.
7. Vakıflar Genel Müdürlüğü Vakıflar Meclisi (Vakıflar Meclisi)
başvurucunun talebini 5737 sayılı Kanun’un geçici 7. Maddesi kapsamında
olmadığı gerekçesiyle 28/12/2009 tarihinde reddetmiştir.
8. Başvurucu, talebinin reddi üzerine 24/5/2010 tarihinde
Vakıflar Genel Müdürlüğü aleyhine İstanbul 1. İdare Mahkemesinde (İdare
Mahkemesi) iptal davası açmıştır. Yapılan yargılama neticesinde İdare Mahkemesi
25/2/2011 tarihli ve E.2010/1000, K.2011/191 sayılı kararı ile davanın reddine
karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:
“Cemaat vakıflarının dini, hayri,
sosyal, kültürel, eğitim ve sıhhi gibi amaçlarını gerçekleştirebilmeleri
amacıyla taşınmaz mal edinmelerine izin verilmiştir. Cemaat vakfı adına tescil
edilebilmesi için taşınmazın,1936 tarihli beyannamelerinde kayıtlı olup, kendi
hak ve tasarruflarında bulunması veya 1936 beyannamesinde yer almakla birlikte
vakıf tarafından daha sonradan satın alma veya bağışla iktisap edilip mal
edinememe gerekçesiyle adlarını tescilli olmaması gereklidir. Dolayısıyla,
başka bir özel veya tüzel kişi adına kayıtlı olan, vakfın hak ve tasarrufunda
olmayan taşınmazlar vakıf adına tescil edilemeyecektir.
Cemaat vakıfları adına taşınmazın tescilinin
yapılabilmesi için 5737 sayılı Kanun uyarınca tescile dayanak teşkil eden her
türlü bilgi ve belgenin idareye verilmesi gereklidir. İdareler de taşınmazın
mülkiyet ve tasarruf gibi hukuki durum ve statüsünü gösteren bilgi ve belgeleri
ilgisinde isteme hak ve yetkilisine sahiptir. Taşınmaz tescilinde ilgililerin
ibraz ettikleri bilgi ve belgeler de göz önüne alınarak değerlendirme
yapılacaktır. Zira, kanunda cemaat vakıflarına belli şartlar altında idari
işlem yoluyla taşınmazın mülkiyetini kazanma ve tapuya tescil ettirme yetkisi
tanınmıştır. Dolayısıyla, idari karar ile tapuda değişiklik yapılacağından,
taşınmazın mülkiyet ve tasarruf durumuna ilişkin bilgi ve belgelerin
ilgililerden (cemaat vakıfları) talep edilmesi ve ilgililerindetalep
doğrultusunda gerekli bilgi ve belgeleri sunmak ya da bilgi ve belge
bulunmadığı hususunu bildirme sorumluluğu bulunmaktadır.
Olayda, vakıf adına tescili talep edilen
taşınmazlara ilişkin olarak 5737 sayılı Kanunda öngörülen şartların gerçekleşip
gerçekleşmediğinin tespiti için davacıdan tescile dayanak teşkil edecek bilgi
ve belgelerin ibrazının istenilebileceği, tescili talep edilen taşınmazın
tapuda başka kişi adına kayıtlı olması,mülkiyet
hanesinin boş gözükmesi veya kamu – özel hukuk tüzel kişileri ile gerçek
kişiler adına kayıtlı olması halinde taşınmazların davacı vakıf adına tescil
edilmesi talebinin ancak adli yargıda açılacak tapu iptali ve tescil davasında
irdelenebileceği, davalı idarece, tapuda mazbut Abdülhamit Han Vakfı adına
kayıtlı olduğu anlaşılan taşınmaza ait tescil talebi hakkında karar verilmesine
olanak bulunmadığısonucuna varılmaktadır.
Bu
durumda davacının, Vakıflar Kanunu’nun geçici 7.maddesinde öngörülen koşulları
taşımadığı anlaşıldığından taşınmazların tescili talebiyle yapılan başvurunun
reddine yönelik işlemin hukuka uygun olduğu sonucuna varılmaktadır.”
9. Başvurucunun temyiz ettiği karar, Danıştay Onuncu Dairesinin
25/6/2015 tarihli ve E.2011/9211, K.2015/3346 sayılı ilamıyla onanmıştır.
10. Nihai karar başvurucu vekiline 12/10/2015 tarihinde tebliğ
edilmiştir.
11. Başvurucu 11/11/2015 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
1. Kanunlar
12. 29/5/1926 tarihli ve 864 sayılı mülga Kanunu Medeninin
Sureti Mer’iyet ve Şekli Tatbiki Hakkında Kanun’un 8.
Maddesi şöyledir:
“Kanunu Medeninin
meriyete vaz`ından mukaddem vücude
getirilen evkaf hakkında ayrıca bir tatbikat kanunu neşrolunur.
Kanunu Medeninin meriyete vaz`ından
sonra vücude getirilecek tesisler, Kanunu Medeni
ahkamına tabidir.”
13. 2762 sayılı mülga Kanun’un 1. Maddesi kabul edildiği
şekliyle şöyledir:
“4 birinci teşrin 1926 tarihinden önce vücud bulmuş vakıflardan
A – Bu kanundan önce zaptedilmiş
bulunan vakıflar,
B – Bu kanundan önce idaresi zaptedilmiş olan vakıflar,
C – Mütevelliliği
bir makama şartedilmiş olan vakıflar,
Ç – Kanunen veya filen hayrî
bir hizmeti kalmamış olan vakıflar,
D – Mütevelliliği
vakfedenlerin ferilerinden başkalarına şartedilmiş
vakıflar,
Vakıflar umum müdürlüğünce idare olunur.
Bunların hepsine birden (Mazbut
vakıflar) denir.
A – Mütevelliliği
vakfedenlerin ferilerine şartedilmiş vakıflar,
B – Cemaatlarca
idare olunan vakıflar,
C – Bazı sanat sahihlerine mahsus vakıflar,
Mütevellileri veya seçilmiş heyetleri
tarafından idare olunur. Bunların atlup birden
(Mülhak vakıflar) denir.
Mütevelliler ve seçilmiş heyetler, vakıflar
umum müdürlüğünün ve umum müdürlük de, idare
meclisinin kontrolü altındadır.”
14. 2762 sayılı mülga Kanun’un yürürlükten kaldırıldığı
tarihteki 1. Maddesi şöyledir:
“(Değişik: 28/6/1938-3513/1 md.) 4 birinci teşrin 1926 tarihinden önce vücud bulmuş
vakıflardan
A – Bu kanundan önce zabtedilmiş
bulunan vakıflar,
B – Bu kanundan önce idaresi zabtedilmiş olan vakıflar,
C – Mütevelliği bir
makama şartedilmiş olan vakıflar,
D – Kanunen veya fiilen hayri
bir hizmeti kalmamış olan vakıflar,
E – Mütevelliliği
vakfedenlerin ferilerinden başkalarına şart edilmiş vakıflar,
Vakıflar Umum Müdürlüğünce idare olunur. Bunların
hepsine birden (Mazbut vakıflar) denir.
(Değişik: 31/5/1949-5404/1 md.)
Mütevelliliği vakfedenlerin fer`ilerine
şart edilmiş vakıflara (Mülhak Vakıflar) denir. Bunlar mütevellileri tarafından
idare olunur.
Mütevelliler Vakıflar Genel Müdürlüğünün ve
Genel Müdürlük de İdare Meclisinin kontrolü altındadır.
(Değişik: 24/3/1981-2437/1 md.)
Cemaatlere ve esnafa mahsus vakıflar, bunlar tarafından seçilen kişi veya
kurullarca yönetilir. İlgili makamlarla Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından
teftiş edilir ve denetlenirler. Teftiş ve denetlemenin usulleri ve nasıl
yapılacağı ile sonuçları çıkarılacak yönetmelikle belirlenir.
(Ek: 24/3/1981-2437/2 md.)
Cemaat vakıflarının Türk Kanunu Medenisinin 78 nci maddesi gereğince Vakıflar Genel Müdürlüğüne
ödeyecekleri teftiş ve denetleme masraflarına katılma payının, genel bütçeden
karşılanmasına Bakanlar Kurulunca karar verilebilir. Bu karar anılan vakıfların
teftiş ve denetimini etkilemez.
(Ek Fıkra 2.1.2003-4778 s. Kanun.) Cemaat
vakıfları, vakfiyeleri olup olmadığına bakılmaksızın, Vakıflar Genel
Müdürlüğünün izniyle dinî, hayrî, sosyal, eğitsel,
sıhhî ve kültürel alanlardaki ihtiyaçlarını karşılamak üzere taşınmaz mal
edinebilirler ve taşınmaz malları üzerinde tasarrufta bulunabilirler.
Bu maddenin uygulanmasına ilişkin usul ve
esaslar Vakıflar Genel Müdürlüğünün bağlı bulunduğu Bakanlıkça çıkarılacak
yönetmelikle düzenlenir.”
15. 2762 sayılı mülga Kanun’un 44. Maddesi şöyledir:
“Bu kanunun neşri tarihinden en az on beş yıl evvelinden beri vakıf
olarak tasarruf edildikleri vergi kayıtları icar kontratları ve eşhası hükmiyenin gayri menkule tasarruflarına dair olan 16 Şubat
1328 tarihli kanunun neşrinden sonra tapuya verilmiş defterler ve müesseselerin
hesap defterleri ve buna benzer vesikalarla anlaşılacak olan yerler o suretle
vakıf kütüğüne kaydolunurlar. Bu kayıt vakıflar
idaresinin istemesi üzerine tapuca o gayri menkullerin kayıtlarına işaret ve
keyfiyet münasip vasıtalarla ilan olunur. İlan tarihinden itibaren iki yıl
içinde dava yolu ile bir güna itiraz olunmadığı
takdirde o malların vakıf olarak kati tescilleri yapılır,ve tapuları verilir. Tapu kayıtlarına işaret
edilecek gayri menkullere ait davalarda vakıflar idaresi ve varsa mütevelli de
birlikte hasım olur. Bundan başka,vakıflar
idaresinin 1515 sayılı kanun hükümlerinden istifade hakkı mahfuzdur.”
16. 2762 sayılı mülga Kanun’un geçici 1. Maddesi şöyledir:
“A – Şimdiye kadar vakıflar idaresine hesap
vermemiş olan bütün mütevelliler veya mütevelli heyetleri bu kanunun hükümleri
yürümeğe başladığı günden itibaren üç ay içinde idare ettikleri vakıfların mahiyetlerini,varidat membalarını ve bunların sarf ve
tahsis mahallerini,geçmiş son senenin varidat ve
masraflarının miktar ve nevilerinin ve mütevelliliği
hangi selahiyetli merciin intihap veya kararına
müsteniden ve hangi tarihten beri yaptıklarını gösterir bir beyanname tanzimine
ve mensup oldukları vakıflar dairesine vermeğe mecburdurlar.
B – Yukarki fıkra
mucibince beyanname vermiş olan mütevellilere bir makbuz ilmühaberi verilir. Bu
ilmühaberi hamil olan kimseler bu kanun dairesinde vakıflarının idaresine devam
ederler.
C – Birinci fıkrada yazılı müddet içinde
beyanname vermemiş olanlar vakıflarında tasarruf edemezler. Gecikme haklı bir
sebebe müstenit değilse veya verdikleri beyanname hakikate uygun bulunmazsa mütevellilikten derhal azlolunurlar.
Ç – Vakıflar idaresine verilecek
beyannamelerin verildikleri tarihten itibaren, altı ay içinde tetkik ve tasdiki
mecburidir. Bu müddet içinde tasdik edilmediği takdirde yalnız mukannen
masraflar tasdik edilmiş sayılır.
D – Beyannameler muhteviyatının vesika ve
teamüllere müstenit olması ve bu vesika veya teamüllerin bu kanunun neşrinden
evvel mevcut ve merî`i bulunması şarttır.
E – Bu kanun hükümleri yürümeğe başladığı
zaman mevcut olan ferilerden gayri mütevellilerle Vakıflar Umum Müdürlüğünce
mütevellisi olmadığından veya mütevellisi mevcut olduğu halde vakfı bizzat
idare edemediklerinden dolayı idare kendilerine tevdi edilmiş olan kaymakamlar
şimdiye kadar olduğu gibi vakıfları idareye devam ederler. Azil veya her hangi bir suretle inhilal vukuunda bu kanun hükümleri
tatbik olunur.”
17. 2762 sayılı mülga Kanun’a 19/7/2003 tarihli ve 4928 sayılı
Kanun’un 2. Maddesi ile eklenen geçici 2. Madde şöyledir:
“Cemaat vakıfları, bu Kanunun yürürlüğe
girdiği tarihten itibaren onsekiz ay içinde 1 inci
maddenin yedinci fıkrası uyarınca tescil başvurusunda bulunabilirler.”
18. 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun
101. Maddesi şöyledir:
“Vakıflar, gerçek veya tüzel kişilerin yeterli
mal ve hakları belirli ve sürekli bir amaca özgülemeleriyle oluşan tüzel
kişiliğe sahip mal topluluklarıdır.
Bir malvarlığının bütünü veya gerçekleşmiş ya
da gerçekleşeceği anlaşılan her türlü geliri veya ekonomik değeri olan haklar
vakfedilebilir.
(İptal üçüncü fıkra: Anayasa Mahkemesi’nin
17/4/2008 tarihli ve E.2005/14, K.2008/92 sayılı kararı ile)
Cumhuriyetin Anayasa ile belirlenen
niteliklerine ve Anayasanın temel ilkelerine, hukuka, ahlâka, millî birliğe ve
millî menfaatlere aykırı veya belli bir ırk ya da cemaat mensuplarını
desteklemek amacıyla vakıf kurulamaz.”
19. 5737 sayılı Kanun’un 3. Maddesi şöyledir:
“Bu Kanunun uygulanmasında;
…
Vakıflar: Mazbut, mülhak, cemaat ve esnaf
vakıfları ile yeni vakıfları,
Vakfiye: Mazbut, mülhak ve cemaat vakıflarının
malvarlığını, vakıf şartlarını ve vakfedenin isteklerini içeren belgeleri,
1936 Beyannamesi: Cemaat vakıflarının 2762
sayılı Vakıflar Kanunu gereğince verdikleri beyannameyi,
Vakıf senedi: Mülga 743 sayılı Türk Kanunu
Medenisi ile 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medenî Kanunu hükümlerine
göre kurulan vakıfların, malvarlığını ve vakıf şartlarını içeren belgeyi,
Mazbut vakıf: Bu Kanun uyarınca Genel
Müdürlükçe yönetilecek ve temsil edilecek vakıflar ile mülga 743 sayılı Türk
Kanunu Medenisinin yürürlük tarihinden önce kurulmuş ve 2762 sayılı Vakıflar
Kanunu gereğince Vakıflar Genel Müdürlüğünce yönetilen vakıfları,
Mülhak vakıf: Mülga 743 sayılı Türk Kanunu
Medenisinin yürürlük tarihinden önce kurulmuş ve yönetimi vakfedenlerin
soyundan gelenlere şart edilmiş vakıfları,
Cemaat vakfı: Vakfiyeleri olup olmadığına
bakılmaksızın 2762 sayılı Vakıflar Kanunu gereğince tüzel kişilik kazanmış,
mensupları Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan Türkiye’deki gayrimüslim
cemaatlere ait vakıfları,
…
ifade eder.”
20. 5737 sayılı Kanun’un 12. Maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
“Vakıflar; mal edinebilirler, malları üzerinde
her türlü tasarrufta bulunabilirler.”
21. 5737 sayılı Kanun’un geçici 7. Maddesi şöyledir:
“Cemaat vakıflarının;
a) 1936 Beyannamelerinde kayıtlı olup, halen
tasarruflarında bulunan nam-ı müstear veya nam-ı mevhumlar adına tapuda kayıtlı
olan taşınmazlar,
b) 1936 Beyannamesinden sonra cemaat vakıfları
tarafından satın alınmış veya cemaat vakıflarına vasiyet edildiği veya
bağışlandığı halde, mal edinememe gerekçesiyle halen; Hazine veya Genel
Müdürlük ya da vasiyet edenler veya bağışlayanlar adına tapuda kayıtlı olan
taşınmazlar,
tapu kayıtlarındaki hak ve mükellefiyetleri ile birlikte bu Kanunun
yürürlüğe girdiği tarihten itibaren onsekiz ay içinde
müracaat edilmesi halinde, Meclisin olumlu kararından sonra, ilgili tapu sicil
müdürlüklerince cemaat vakıfları adına tescilleri yapılır.”
22. 5737 sayılı Kanun’a 22/8/2011 tarihli ve 651 sayılı Kanun
Hükmünde Kararname’nin 17. Maddesi ile eklenen geçici 11. Madde şöyledir:
“Cemaat vakıflarının;
a) 1936 Beyannamesinde kayıtlı olup malik
hanesi açık olan taşınmazları,
b) 1936 Beyannamesinde kayıtlı olup kamulaştırma,
satış ve trampa dışındaki nedenlerle Hazine, Vakıflar Genel Müdürlüğü, belediye
ve il özel idaresi adına kayıtlı taşınmazları,
c) 1936 Beyannamesinde kayıtlı olup kamu
kurumları adına tescilli olan mezarlıkları ve çeşmeleri,
tapu kayıtlarındaki hak ve mükellefiyetleri ile birlikte bu maddenin
yürürlüğe girdiği tarihten itibaren oniki ay içinde
müracaat edilmesi halinde, Meclisin olumlu kararından sonra, ilgili tapu sicil
müdürlüklerince cemaat vakıfları adına tescil edilir.
Cemaat vakıfları tarafından satın alınmış veya
cemaat vakıflarına vasiyet edildiği veya bağışlandığı halde, mal edinememe
gerekçesiyle Hazine veya Genel Müdürlük adına tapuda kayıt edilen
taşınmazlardan üçüncü şahıslar adına kayıtlı olanların Maliye Bakanlığınca
tespit edilen rayiç değeri Hazine veya Genel Müdürlük tarafından ödenir.
Bu maddenin uygulanmasına ilişkin usul ve
esaslar yönetmelikle düzenlenir.”
2. Anayasa Mahkemesi
Kararları
23. Anayasa Mahkemesinin 27/12/2002 tarihli ve E.2002/146,
K.2002/201 sayılı kararı şöyledir:
“…
2762 sayılı Vakıflar Kanunu’nda cemaat
vakıfları ile aynı nitelikteki mülhak vakıflar arasında temel olarak bir ayrım
gözetilmemekle birlikte, cemaat vakıfları, kurucularının farklılığı nedeniyle
kendileri tarafından seçilen kişi ve kurullarca yönetilmişlerdir.
Kuruluşlarındaki farklılık ve vakfiyelerinin bulunmaması gibi nedenlerle,
cemaat vakıflarının taşınmaz mal edinmeleri ve bunlar üzerinde tasarrufta
bulunabilmeleri konusundaki yargı kararları farklı hukuki durumlar ortaya
çıkarmış, 2762 sayılı Yasa kapsamındaki diğer vakıflar, Yasa’nın öngördüğü
şekilde taşınmaz mal edinme hakkına sahip olurken cemaat vakıfları bu haktan
yoksun bırakılmışlardır. Dava konusu düzenleme ile bu gelişmelerden olumsuz
yönde etkilenen cemaat vakıflarının, kuruluş amaçlarına uygun olarak ve dinî, hayrî, sosyal, eğitsel, sıhhî ve kültürel alanlardaki
ihtiyaçlarını karşılamak üzere taşınmaz mal edinme ve taşınmaz mallar üzerinde
tasarrufta bulunabilmeleri olanağı getirilerek mülkiyet haklarının korunması
sağlanmıştır.
2762 sayılı Yasa kapsamındaki cemaat vakıfları
ile diğerleri ve Türk Medeni Kanunu’na göre kurulan vakıflar aynı hukuksal
durumda bulunmadıklarından bunların farklı kurallara bağlı tutulmalarında
eşitlik ilkesine aykırılık yoktur.
Anayasa’nın 35. Maddesinde, herkesin mülkiyet
ve miras haklarına sahip olduğu, bu hakların ancak kamu yararı amacıyla,
kanunla sınırlanabileceği ve mülkiyet hakkının kullanılmasının toplum yararına
aykırı olamayacağı belirtilmiştir.
Dava konusu düzenleme ile, cemaat
vakıflarının, yasalar ve yargı kararlarıyla oluşan hukuki durumları nedeniyle
adlarına tapuya tescil edilemeyen ve dinî, hayrî,
sosyal, eğitsel, sıhhî ve kültürel alanlardaki ihtiyaçlarını karşılamak üzere,
her ne suretle olursa olsun, tasarrufları altında bulunduğu belgelerle
belirlenen taşınmaz mallarının, maddede belirtilen süre içinde başvurulması
halinde, tescili öngörülmektedir. Bu işlem yapılırken genel hükümlere göre
taşınmaz üzerinde başka bir mülkiyet iddiası veya ayni hak olup olmadığı araştırılarak
buna göre bir sonuca varılacağında duraksanamaz. Bu
nedenle mülkiyet hakkına aykırılık bulunmamaktadır.
2762 sayılı Vakıflar Kanunu’nun 1. Maddesine
4771 sayılı Yasa’nın 4. Maddesinin (A) fıkrasıyla eklenen kurallarla mülkiyet
hakkı konusunda kesinleşmiş yargı kararlarıyla oluşmuş hukuksal durumlara
dokunulmamakta, kimi taşınmazları elinde bulundurup da çeşitli nedenlerle
bunları üzerlerine tescil ettiremeyen cemaat vakıflarına yeni bir olanak
getirilmektedir. Yasalardaki değişikliklere bağlı olarak mahkeme içtihatlarının
da değişmesi doğal bir süreç olup bu durumun yargı bağımsızlığını zedeleyen
veya kuvvetler ayrılığı ilkesine aykırı düşen bir yanı bulunmamaktadır.
…”
24. Anayasa Mahkemesinin 17/6/2010 tarihli ve E.2008/22,
K.2010/82 sayılı kararı şöyledir:
“…
Ülkemizde yaşayan ve Lozan Andlaşması’na
göre, din bağı gözetilerek gayrimüslim olmalarından dolayı azınlık kabul edilen
kişiler Türk vatandaşıdırlar. Bu durumda, Anayasa’ya göre Türk vatandaşı olarak
kabul edilen gayrimüslim azınlıklara verilen hakları, Anayasa’nın Başlangıç’ı
ile 3. Ve 5. Maddelerine dayanarak engellenmeye çalışılmasının anayasal bir
dayanağı yoktur.
Anayasa’nın 35. Maddesinde herkesin, mülkiyet
ve miras haklarına sahip olduğu, bu hakların ancak kamu yararı amacıyla,
kanunla sınırlanabileceği, mülkiyet hakkının kullanılmasının toplum yararına
aykırı olamayacağı hükme bağlanmıştır. Mülkiyet hakkı, kişiye başkasının
hakkına zarar vermemek ve yasaların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla,
sahibi olduğu şeyi dilediği gibi kullanma, ürünlerinden yararlanma ve tasarruf
olanağı veren bir haktır. Maddede geçen ‘herkes’ tabirinin gerçek ve tüzel
kişileri kapsadığı konusunda bir tereddüt bulunmamaktadır.
…
… Vakıfların biri başlangıçta özgülenen diğeri
ise sonradan elde edilen iki tür mal varlığı vardır. Vakfa özgülenen mal
varlığının vakfın amacını gerçekleştirmeye yeterli düzeyde olmaması durumunda,
4721 sayılı Kanun’un 102. Maddesi uyarınca tesciline olanak yoktur. Dava
dilekçesinde ileri sürülen husus, bu mal varlığı yönünden doğrudur. Ancak,
iptali istenen kural, vakıfların başlangıçtaki mal varlığını değil, sonradan
edineceği mal varlıklarını düzenlemektedir. 4721 sayılı Kanun’da bu hükmün
dışında, vakıfların sonradan mal varlığı edinemeyeceklerine ilişkin her hangi bir hüküm yoktur. Esasen, tüzel kişiliğe sahip
vakıflar için sonradan mal varlığı edinebilecekleri yönünde ayrıca bir hüküm
vazedilmesine gerek de bulunmamaktadır.
Öte yandan, yargı kararlarında benimsenen ve
doktrinde bir kısım yazarlarca da desteklenen 1936 tarihli beyannamenin
vakıfname olarak kabul edilmesi gerektiği, vakıfnamede açık hüküm bulunmaması
durumunda vakıfların taşınmaz mal edinemeyecekleri, cemaat vakıflarının da
gerçek anlamda vakıfnamelerinin bulunmaması nedeniyle taşınmaz mal edinemeyecekleri
yönündeki görüşün, 2762 sayılı Kanun’un 44. Maddesi ile Geçici 1. Maddesinin
gerekçeleri ve yasalaşma süreçleri incelendiğinde, geçerliliğinin bulunmadığı
görülmektedir.
Gerçekten de söz konusu maddelerin gerekçeleri
ve yasalaşma süreçleri incelendiğinde, cemaat vakıflarından beyanname
istenmesinin temel gerekçesinin bu vakıfların Devlet tarafından denetlenmesini
sağlamak ve denetlemenin yapılabilmesi için de söz konusu vakıfların o ana
kadar fiilen tasarrufu altında tuttukları ancak muvazaa ya da gizli bir takım işlemlerle kayıt altında bulunmayan tüm mal
varlıklarının bir envanterinin ortaya çıkarılması amacına yönelik olduğu
anlaşılmaktadır. Bir başka ifadeyle, 1936 tarihli beyannamenin vakfiye olarak
kabul edilmesine olanak bulunmadığı gibi, bu beyannamenin cemaat vakıflarının
taşınmaz mal edinmesinin önüne geçilmesi amacıyla istendiği görüşü de yerinde
değildir. Esasen yasakoyucu cemaat vakıflarının
sonradan taşınmaz mal edinemeyecekleri yönünde bir iradeye sahip olsa idi, bu
konuda 2762 sayılı Kanun’a açık bir hüküm koyma yönüne gidebilirdi.
Bir özel hukuk tüzel kişisi olan vakıfların
mal edinmeleri sınırsız bir hak olmayıp, ancak bünyelerine ve amaçlarına uygun
olmaları koşuluyla mümkündür. Bir başka ifadeyle, vakıfların mal edinebilmeleri
konusunda vakfın kendi bünyesi ve amacından kaynaklanan doğal ve zorunlu
sınırlar söz konusudur. Bu hususta, yasada bir kurala yer verilmemiş olması ona
sınırsız bir mal edinme hakkı tanımaz. Bu noktada 4721 sayılı Kanun’un vakfa
ilişkin genel kuralları ile 5737 sayılı Kanun’da öngörülen ve Vakıflar Genel
Müdürlüğünce yapılan amaca uygunluk denetimleri de bulunmaktadır.
Nitekim, 5737 sayılı Kanun’da cemaat
vakıflarının taşınmaz mal edinimi ile ilgili izin müessesesi kaldırılırken,
Vakıflar Meclisince alım sırasında bir defa yapılan denetim yerine bildirim,
beyanname verme ve iç denetim müessesesi getirilmiş; ayrıca Vakıflar Genel
Müdürlüğünün amaca uygunluk denetimi yani malın hangi amaçla ve vakfın hangi
kaynağıyla, hangi yolla edinildiği, amaca uygun kullanılıp kullanılmadığı,
gelir getiriyorsa ekonomik değerlendirilip değerlendirilmediği, gelirin
nerelere harcandığı hususlarının Vakıflar Genel Müdürlüğü müfettişlerince
denetleneceği öngörülmüştür (Vakıflar Kanunu, m. 33, 36, 60 ile Türk Medeni
Kanunu, m. 111).
Bu durumda, cemaat vakıflarının mal
edinmelerinde Lozan Andlaşması’nın 40. Maddesinde
öngörülen hususlar ile bu vakıfların 1936 tarihinde verdikleri beyannameler
birlikte değerlendirilerek, söz konusu vakıfların edindikleri malların
amaçlarıyla uyumlu olup olmadığı denetlenebilecektir.
Vakıflar Genel Müdürlüğünce yapılan amaca
uygunluk denetimi sonucunda, edinilen malın vakfın amacına uygun olmadığının
saptanması durumunda ne gibi bir işlem yapılacağı 5737 sayılı Yasa’nın 10. Maddesinde
gösterilmektedir. Buna göre, vakfın amacı doğrultusunda faaliyette bulunmayan,
vakfın mallarını ve gelirlerini amaçlarına uygun olarak kullanmayan vakıf
yöneticileri asliye hukuk mahkemesince görevden alınabileceklerdir.
Diğer taraftan, yasalaşma sürecindeki bilgi ve
belgelerden yapılan düzenlemenin amacının diğer vakıflardan farklı olarak
azınlık vakıflarına tanınmayan bazı hak ve yetkilerin onlara da tanınmak
suretiyle mağduriyetlerinin giderilmeye çalışılması ve özellikle söz konusu
vakıfların taşınmaz mal edinmelerinin yargı kararlarıyla engellenmesi sonucunda
karşılaşılan sıkıntıların bertaraf edilmesine yönelik olduğu dikkate
alındığında, dava dilekçesinde ileri sürülenin aksine, söz konusu düzenlemenin
kamu yararı ilkesi gözetilerek yapıldığı anlaşılmaktadır.
Anayasa’nın 10. Maddesinde, herkesin dil, ırk,
renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri
sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşit olduğu; hiçbir kişiye,
aileye veya sınıfa imtiyaz tanınamayacağı; Devlet organlarının ve idare makamlarının
bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek
zorunda olduğu belirtilmektedir.
İptali istenen kural, yalnızca cemaat vakıflarının
mal edinebilmelerine olanak tanıyan bir düzenleme niteliğinde değildir. Kural,
5737 sayılı Kanun’un 3. Maddesi uyarınca, mazbut, mülhak, cemaat ve esnaf
vakıfları ile yeni vakıfların tamamını kapsamaktadır. Bu bağlamda, yapılan
düzenlemenin cemaat vakıfları için ayrıcalık getirdiğini söylemek olası
görülmemektedir. Bir başka ifadeyle yapılan düzenleme, cemaat vakıflarına diğer
vakıflardan farklı ve ayrıcalıklı bir takım haklar
getirmemekte, bilakis söz konusu vakıfların diğer vakıflar gibi aynı hak ve
yetkilere sahip olacağını hükme bağlamaktadır.
Dava dilekçesinde Anayasa Mahkemesinin
27.12.2002 günlü, E. 2002/146, K. 2002/201 sayılı kararı gerekçe gösterilerek,
iptali istenen kuralın Anayasa’nın 153. Maddesine de aykırı olduğu ileri
sürülmektedir.
Söz konusu karar, yürürlükten kaldırılan 2762
sayılı Vakıflar Kanunu’nun 1. Maddesine 3.8.2002 günlü, 4771 sayılı Kanun’un 4.
Maddesiyle eklenen ‘Cemaat vakıfları, vakfiyeleri olup olmadığına
bakılmaksızın, Bakanlar Kurulunun izniyle dini, hayrî,
sosyal, eğitsel, sıhhî ve kültürel alanlardaki ihtiyaçlarını karşılamak üzere
taşınmaz mal edinebilirler ve taşınmaz malları üzerinde tasarrufta
bulunabilirler.’ Şeklindeki altıncı fıkranın iptali istemiyle açılan davanın
reddine ilişkindir.
Anayasa Mahkemesinin söz konusu kararında,
cemaat vakıflarının taşınmaz mal edinebilmeleri Anayasa’ya aykırı
bulunmamıştır. İptali istenen kuralla ise cemaat vakıfları da dahil olmak üzere
tüm vakıflara taşınmaz mal edinebilme hakkı tanınmıştır. Önceki Anayasa
Mahkemesi kararına konu olan yasal düzenlemeyle, iptali istenen kural arasında
bir paralelliğin bulunduğu açıktır.
Açıklanan nedenlerle, iptali istenen kural,
Anayasa’nın 2., 10., 35. Ve 153. Maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin
reddi gerekir.
…”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
25. Mahkemenin ½/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru
incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
26. Başvurucu, taşınmazın mülkiyetinin Vakfa ait olduğunun 1936
Beyannamesi ile yetkili mercilere bildirilmesine rağmen bu taşınmazın tamamının
5737 sayılı Kanun’un geçici 7. Maddesi kapsamında Vakıf adına tescil edilmesine
yönelik talebinin Vakıflar Genel Müdürlüğünce yeterli araştırma yapılmadan ve
kanuna aykırı olarak reddedildiğini, söz konusu idari işleme karşı açılan
davadan da bir sonuç alamadığını belirterek Anayasa’nın 35. Maddesinde güvence
altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş; ihlalin tespiti
talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
27. Başvurucu, mülkiyetinin kendisine ait olduğunu belirttiği
taşınmazın 1936 Beyannamesi ile yetkili mercilere bildirilmesine ve 5737 sayılı
Kanun’un geçici 7. Maddesi kapsamında olmasına rağmen tapuda adına tescil
edilmemesinden yakınmaktadır.
28. Anayasa’nın 148. Maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“… Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun
yollarının tüketilmiş olması şarttır.”
29. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Bireysel başvuru hakkı” kenar başlıklı 45. Maddesinin (2)
numaralı fıkrası şöyledir:
“İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem,
eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının
tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.”
30. Anayasa’nın 148. Maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı
Kanun’un 45. Maddesinin (2) numaralı fıkrasında bireysel başvuruda bulunulmadan
önce ihlal iddiasının dayanağı olan işlem, eylem ya da ihmal için kanunda
öngörülmüş olan idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının tüketilmiş
olması gerektiği belirtilmiştir. Temel hak ihlallerini öncelikle derece
mahkemelerinin gidermekle yükümlü olması, kanun yollarının tüketilmesi koşulunu
zorunlu kılar (Necati Gündüz ve Recep
Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, §§ 19, 20).
31. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, ikincil nitelikte bir
hukuk yoludur. Bu nedenle kanunlarda yer alan idari ve yargısal başvuru
yollarının bireysel başvurudan önce tüketilmiş olması gerekir. Temel hak ve
özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle derece mahkemelerinde
olağan kanun yolları ile çözüme kavuşturulması esastır. Bireysel başvuru
yoluna, iddia edilen hak ihlallerinin bu olağan denetim mekanizması
çerçevesinde giderilememesi durumunda başvurulabilir. Bireysel başvurunun
ikincillik niteliğinin bir sonucu olarak olağan kanun yollarında ve genel
mahkemeler önünde dile getirilmeyen iddialar Anayasa Mahkemesi önünde şikâyet
konusu edilemeyeceği gibi genel mahkemelere sunulmayan yeni bilgi ve belgeler
de Anayasa Mahkemesine sunulamaz (Bayram Gök,
26/3/2013, B. No: 2012/946, §§ 16-20).
32. Ancak belirtilen hükümlerde yer verilen olağan başvuru
yolları ibaresinin başvurucunun şikâyetleri açısından makul bir başarı şansı
sunabilecek ve bir çözüm sağlayabilecek nitelikte, kullanılabilir ve etkili
başvuru yolları olarak anlaşılması gerekmektedir. Ayrıca başvuru yollarını
tüketme kuralı ne kesin ne şeklî olarak uygulanabilir bir kural olup bu kurala
uyulmasının denetlenmesinde münferit başvurunun koşullarının dikkate alınması
esastır. Bu anlamda yalnızca hukuk sisteminde birtakım başvuru yollarının
varlığının değil aynı zamanda bunların uygulama şartları ile başvurucunun
kişisel koşullarının gerçekçi bir biçimde ele alınması gerekmektedir. Bu
nedenle başvurucunun, kendisinden başvuru yollarının tüketilmesi noktasında
beklenebilecek her şeyi yerine getirip getirmediğinin başvurunun özellikleri
dikkate alınarak incelenmesi gerekir (S.S.A.,
B. No: 2013/2355, 7/11/2013, § 28).
33. Başvuru yollarının etkisiz olduğunun saptanması durumunda
söz konusu edilen başvuru yolunun etkili ve erişilebilir olma koşullarını
karşılamadığı gerekçesiyle tüketilme zorunluluğu aranmamaktadır. Ancak başvuru
yollarının tüketilmesi koşuluna yönelik istisnaların her başvurunun somut
özellikleri dikkate alınarak değerlendirileceği de açıktır (Sedat Vural, B. No: 2014/5559, 25/4/2014,
§ 22).
34. Osmanlı Dönemi’nde ilk defa 16 Şubat 1328 (1912) tarihli
“Eşhası Hükmiyenin Emvali Gayrimenkuleye
Tasarruflarına Mahsus Kanun-u Muvakkat” ile tüzel kişilere taşınmaz mal
edinebilme olanağı tanınmıştır. Bu nedenle gayrimüslim cemaat vakıflarının
tasarruflarında bulunan taşınmazlar söz konusu düzenlemenin yürürlüğe girdiği
1912 yılına kadar üçüncü kişiler adına tescil edilmiş olup bu işleme de nam-ı
müstear veya nam-ı mevhum denilmiştir. Anılan Kanun’la tüzel kişilere bu
tarihten sonra taşınmazlarda temellük ve tasarruf imkânı sağlanmış, ayrıca
tüzel kişilerin bu tarihte fiilen tasarrufları altında olup başkaları adlarına
tapuya tescil ettirdikleri mallarının da yasada öngörülen koşullar dâhilinde
kendi adlarına tescil edilmelerine olanak sağlanmıştır.
35. Cumhuriyet Dönemi öncesinde geniş bir uygulamaya sahip olan
vakıf müessesesi, 17/2/1926 tarihli ve 743 sayılı mülga Türk Kanunu Medenisi’nin kabulünden sonra da varlığını sürdürmüştür.
864 sayılı Kanun’un 8. Maddesinde Medeni Kanun’un yürürlüğe girmesinden önce
kurulan vakıflar için ayrı bir tatbikat kanunu çıkarılması gerektiği, yeni
kurulan vakıfların ise Medeni Kanun’a tabi olacağı belirtilmiştir (Agavni Mari Hazaryan
ve diğerleri, B. No: 2014/4715, 15/6/2016, § 80).
36. Bu doğrultuda 5/6/1935 tarihinde kabul edilen 2762 sayılı
mülga Kanun’un 1. Maddesinde gayrimüslim cemaatlerce idare edilen vakıflar,
mütevellileri veya seçilmiş heyetleri tarafından idare olunmak üzere mülhak
vakıflar arasında sayılmış; bu Kanun’un 44. Maddesinde de vakıfların
tasarruflarında bulunan taşınmazların vakıf kütüğüne ve tapu siciline tescil
edilmeleri öngörülmüştür. Ayrıca aynı Kanun’un geçici 1. Maddesinde de
gayrimüslim cemaat vakıflarını idare eden kişilerce bu vakıflara ait bütün
malların, gelirlerin ve bunları sarf ettikleri yerlerin birer beyanname ile
Vakıflar İdaresine bildirilmesi düzenlenmiştir. Uygulamada “1936 Beyannamesi”
olarak adlandırılan bu bildirimler, Yargıtay tarafından vakıf senedi olarak
kabul edilmiştir.
37. Osmanlı Dönemi’nde 1912 yılına kadar tüzel kişilerin
taşınmazlarını kendi adlarına tapuya tescil ettirememeleri sebebiyle çoğunlukla
bir nam-ı müstear ya da nam-ı mevhum adına kaydedilen taşınmazlar bakımından
Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 2/12/1942 tarihli ve
3/25 sayılı içtihadı birleştirme kararı ile 2762 sayılı Kanun’un 44. Maddesine
göre bu tür taşınmazların vakıf adına idari yoldan tapuya tescil edilebilmesi
için kayıt sahibinin muvafakatına ihtiyaç olduğu
belirtilmiştir.
38. Buna karşılık 2762 sayılı Kanun’un 44. Maddesine ilişkin
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 2/7/1956 tarihli ve 1972 sayılı tefsir
kararında nam-ı müstear veya nam-ı mevhum adına kaydedilen taşınmazların kayıt
malikinin rızası aranmaksızın cemaat vakıfları adına tapuya tescil
edilebilecekleri belirtilmiştir. Bu kararın ilgili kısımları şöyledir:
“… Şu halde yukarda izah edildiği veçhile
kanun vazu gerek 16 Şubat 1328 tarihli kanun ve
gerekse 2762 sayılı kanunun 44 üncü maddesinde koyduğu hükümlerle ondan evvel
hükmi şahısların gayrimenkule tasarruf hakkının memnu olmasından doğan ıztırar
ile tapuda cemaatlerle münasebeti olan mevcut veya mevhun
hakikî şahıslar üzerinde kaydedilmiş ve fakat fiilî tasarruf ve intifaı cemaat vakıflarına ait olduğu 44 üncü maddede
yazılı karinelerle bir hakikat olarak kabul edilmiş bulunan gayrimenkullerin
cemaat hükmi şahısları namına kayıtlarının tashihi için tapuca bu mallar kendi
uhdelerinde mukayyet görünen şahısların rıza ve muvafakatlerine ihtiyaç olmadan
tescili kanun vazıının atlup
ve maksudu olduğuna şüphe edilemez…”
39. Ancak Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 8/5/1974 tarihli ve
E.1971/2-820, K.1974/505 sayılı kararıyla cemaat vakıflarının 1936 yılında
verdikleri beyannamelerin vakıfname olarak kabulünün zorunlu olduğu,
vakıfnamelerinde mal ya da bağış kabul edebilecekleri yönünde açıklık
bulunmayan vakıfların ise gerek doğrudan gerekse vasiyet yoluyla taşınmaz mal
iktisap edemeyecekleri belirtilmiştir. Benzer yaklaşım, Danıştay tarafından da
benimsenmiştir (Danıştay Onuncu Dairesinin 26/5/1982 tarihli ve E.1982/3285,
K.1982/1413 sayılı; 26/3/1992 tarihli ve E.1991/1596, K.1992/1144 sayılı kararları).
40. 3/8/2002 tarihli ve 4771 sayılı Kanun’un 4. Maddesiyle 2762
sayılı Kanun’un 1. Maddesine eklenen fıkralarla yapılan değişiklikle,
vakfiyeleri olup olmadığına bakılmaksızın cemaat vakıflarının, Bakanlar
Kurulunun izniyle dinî, hayri, sosyal, eğitsel, sıhhi
ve kültürel alanlardaki ihtiyaçlarını karşılamak üzere taşınmaz mal
edinebilmelerine ve taşınmaz malları üzerinde tasarrufta bulunabilmelerine
olanak sağlanmıştır. Bu kanun değişikliğinin iptali için Anayasa Mahkemesine
yapılan başvuru da Mahkemenin 27/12/2002 tarihli ve E.2002/146, K.2002/201
sayılı kararıyla reddedilmiştir (bkz. § 23). Anılan karardan sonra da 2/1/2003
tarihli ve 4778 sayılı Kanun’la yapılan düzenleme ile Bakanlar Kurulu yerine
Vakıflar Genel Müdürlüğünün izninin yeterli olacağı hükmü getirilmiştir.
41. 27/2/2008 tarihinde yürürlüğe giren 5737 sayılı Kanun’un 80.
Maddesi ile 2762 sayılı Kanun yürürlükten kaldırılmıştır. 5737 sayılı Kanun’un
3. Maddesinde cemaat vakıfları, vakfiyeleri olup olmadığına bakılmaksızın 2762
sayılı Vakıflar Kanunu gereğince tüzel kişilik kazanmış; mensupları Türkiye
Cumhuriyeti vatandaşı olan Türkiye’deki gayrimüslim cemaatlere ait vakıflar
olarak tanımlanmıştır. Bu Kanun’un 12. Maddesiyle de önceki yasal
düzenlemelerden farklı olarak cemaat vakıflarına herhangi bir makamdan izin
almaksızın ve vakıf amacıyla öngörülen hizmetleri gerçekleştirme koşulu
aranmaksızın mal edinebilme olanağı tanınmıştır. Anılan maddenin iptali için
yapılan başvuru ise Anayasa Mahkemesinin 17/6/2010 tarihli ve E.2008/22,
K.2010/82 sayılı kararıyla reddedilmiştir (bkz. § 24).
42. Bunun yanı sıra 5737 sayılı Kanun’un geçici 7. Maddesi ile
1936 Beyannamelerinde kayıtlı olup hâlen bu vakıfların tasarruflarında bulunan
nam-ı müstear veya nam-ı mevhumlar adına tapuda kayıtlı olan taşınmazlar ile
1936 Beyannamesi’nden sonra cemaat vakıfları tarafından satın alınmış veya
cemaat vakıflarına vasiyet edildiği veya bağışlandığı hâlde mal edinememe
gerekçesiyle Hazine veya Vakıflar Genel Müdürlüğü ya da vasiyet edenler veya bağışlayanlar
adına tapuda kayıtlı olan taşınmazların, tapu kayıtlarındaki hak ve
mükellefiyetleri ile birlikte bu Kanun’un yürürlüğe girdiği tarihten itibaren
on sekiz ay içinde müracaat edilmesi hâlinde Vakıflar Meclisinin olumlu
kararından sonra ilgili tapu sicil müdürlüklerince cemaat vakıfları adına
tescil edilmeleri hükme bağlanmıştır.
43. 5737 sayılı Kanun’a 22/8/2011 tarihli ve 651 sayılı Kanun
Hükmünde Kararname’nin 17. Maddesiyle eklenen geçici 11. Maddesinin birinci
fıkrası ile cemaat vakıflarının 1936 Beyannamesi’nde kayıtlı olup malik hanesi
açık olan taşınmazları, 1936 Beyannamesi’nde kayıtlı olup kamulaştırma, satış
ve trampa dışındaki nedenlerle Hazine, Vakıflar Genel Müdürlüğü, belediye ve il
özel idaresi adına kayıtlı taşınmazları ve 1936 Beyannamesi’nde kayıtlı olup
kamu kurumları adına tescilli olan mezarlıkları ve çeşmelerinin tapu
kayıtlarındaki hak ve mükellefiyetleri ile birlikte bu maddenin yürürlüğe
girdiği tarihten itibaren on iki ay içinde müracaat edilmesi hâlinde Vakıflar
Meclisinin olumlu kararından sonra ilgili tapu sicil müdürlüklerince cemaat
vakıfları adına tescil edilmesine olanak tanınmıştır. Ayrıca maddenin ikinci
fıkrasında da cemaat vakıfları tarafından satın alınmış veya cemaat vakıflarına
vasiyet edildiği veya bağışlandığı hâlde mal edinememe gerekçesiyle Hazine veya
Vakıflar Genel Müdürlüğü adına tapuda kayıt edilen taşınmazlardan üçüncü
şahıslar adına kayıtlı olanların Maliye Bakanlığınca tespit edilen rayiç
değerinin Hazine veya Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından ödeneceği
düzenlenmiştir.
44. Başvurucu 5737 sayılı Kanun’un 3. Maddesinde tanımı
yapıldığı üzere, mensupları Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan gayrimüslim
cemaat vakıflarındandır. Başvurucu, 2762 sayılı mülga Kanun’un 44. Ve geçici 1.
Maddeleri doğrultusunda verdiği 1936 Beyannamesi ile uyuşmazlığa konu
taşınmazın mülkiyetinin kendisine ait olduğunu bildirdiğini, ancak bu
taşınmazın tamamının kendisi adına tapuya tescil edilmediğini ifade etmektedir.
45. Başvuru konusu olayda, 20/2/2008 tarihli ve 5737 sayılı
Kanun’un kabul edilmesinden sonra başvurucu 20/8/2009 tarihinde bu Kanun’un
geçici 7. Maddesi uyarınca taşınmazın tamamının kendisi adına tescil edilmesi
istemiyle Vakıflar Genel Müdürlüğüne başvuruda bulunmuş; ancak Vakıflar Meclisi
başvurucunun talebini, 5737 sayılı Kanun’un geçici 7. Maddesi kapsamında
olmadığı gerekçesiyle 28/12/2009 tarihinde reddetmiştir. Başvurucunun bu idari
işleme karşı 24/5/2010 tarihinde açtığı iptal davası ise İstanbul 1. İdare
Mahkemesinin 25/2/2011 tarihli kararı ile, kamu veya özel hukuk tüzel kişileri
ile gerçek kişiler adına kayıtlı olması hâlinde taşınmazların davacı Vakıf
adına tescil edilmesi talebinin ancak adli yargıda açılacak tapu iptali ve
tescil davasında irdelenebileceği, tescili talep edilen taşınmazın da tapuda
mazbut Abdülhamit Han Vakfı adına kayıtlı olduğundan tescil talebi hakkında
karar verilmesine olanak bulunmadığı gerekçesiyle
reddedilmiş
ve temyiz edilen karar Danıştay Onuncu Dairesinin 25/6/2015 tarihli ilamıyla
onanmıştır.
46. Buna göre başvurucunun taşınmazın tamamının adına tescil
edilmesi yönündeki talebinin reddine ilişkin Vakıflar Meclisi kararı ile bu
idari işlemin iptali istemiyle açtığı davanın reddine dair İdare Mahkemesi
kararı, bir başka özel hukuk kişisi adına kayıtlı olan taşınmazın 5737 sayılı
Kanun’un geçici 7. Maddesine göre idari yoldan başvurucu Vakıf adına tesciline
olanak bulunmadığı ancak söz konusu tescil talebinin kayıt maliki aleyhine adli
yargı yerinde açılabilecek bir davada irdelenebileceği temel gerekçesine
dayanmaktadır.
47. Nitekim Eşhas-ı HükmiyeCetvellerinde
ve1936yılı Beyannamesindedavacı gayrimüslim cemaat
vakfına ait olmasına karşın taşınmazın davalı Harameyn
Ayasofyayı Kebir Vakfı adına tescil edildiği iddiasıyla
açılan bir davada Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 6/2/2012 tarihli ve E.2011/12924,
K.2012/818 sayılı ilamıyla davakonusutaşınmazın gedik
ve mülkünün davacı vakfa ait olduğu gerekçesiyle davanınkabulüne,
tapukaydının iptaliyle taşınmazın davacı Vakıf adına tapuya
tesciline ilişkin İlk Derece Mahkemesi hükmünü onamıştır.
48. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 13/6/2012 tarihli ve
E.2011/20-889, K.2012/378 sayılı ilamı da şöyledir:
“…
Yargısal uygulamada da uzun süresöz konusu beyannamelerin bulunup bulunmadığı ve varsa
içeriği gözetilmek suretiyle cemaat vakfının mal edinip edinemeyeceği geçici 1.
Madde hükmü gözetilerek sonuca bağlanmakta iken, Avrupa Birliğine uyum süreci
içerisinde yapılan çalışmalarla4771, 4778 ve 4928 sayılı Yasalarla bir takım düzenlemeler getirilerek anılan beyannamelerde yer
almayan malların da edinilebilmesi yolu açılarak, bu olanak bazı kurallara ve
koşullara bağlanmıştır.
…
5737 sayılı Vakıflar Kanunu’nun 3. Maddesinde
ayrı ayrı tanımlar yapılarak, cemaat vakıflarını mülhak vakıf statüsünden
çıkartarak müstakil vakıf olarak değerlendirmiştir. Buna göre; cemaat vakfı,
Vakfiyeleri olup olmadığına bakılmaksızın 2762 sayılı Vakıflar Kanunu gereğince
tüzel kişilik kazanmış, mensupları Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan Türkiye’deki
gayrimüslim cemaatlere ait vakıfları ifade ettiği; Vakfiye tanımının da,
mazbut, mülhak ve cemaat vakıflarının malvarlığını, vakıf şartlarını ve
vakfedenin isteklerini içeren belgeleri belirttiği; 1936 beyannamesinin
tanımının ise cemaat vakıflarının 2762 sayılı Vakıflar Kanunu gereğince
verdikleri beyannameyi ifade ettiği açıkça düzenlenmiştir. 5737 sayılı Yasa’nın
12. Maddesinde vakıfların mal edinebilecekleri, malları üzerinde her türlü
tasarrufta bulunabilecekleri belirtilmiştir. 12. Maddenin gerekçesinde de
vakfın devamlılığının sağlanması açısından mülhak, cemaat ve yeni vakıflara
başlangıçta özgülenen mal ve hakların değiştirilebilmesi imkanı
sağlandığı, vakıfların sonradan edindikleri malları izin almaksızın yönetim organlarınınkararıyla değiştirebileceklerine ilişkin hüküm
getirildiği belirtilmiştir.
…
Bu durumda, dava konusu edilen 12 parça
taşınmazın davalı Vakıf tarafından verilen beyannamede yazılı olan
taşınmazlardan olduğu duraksamaya yer bırakmayacak şekilde kanıtlanmalıdır.
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 6. Maddesi uyarınca kanunda aksine bir hüküm
bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını
ispatla yükümlüdür. Öyle ise davalı Vakıf tarafından çekişmeli taşınmazların
beyannamede bildirilen taşınmazlardan olduğunun kanıtlanması gerekir.”
49. Görüldüğü üzere adli yargı yerinde açılan tapu iptali ve
tescil davalarında taşınmazın cemaat vakfı tarafından 1936 Beyannamesi ile
bildirilen taşınmazlardan olduğunun kanıtlanması koşuluna bağlı olarak 5737
sayılı Kanun’un 12., geçici 7. Ve 11. Maddeleri uyarınca dava konusu taşınmazın
cemaat vakfı adına tapuya tescili mümkün olabilmektedir. Bu nedenle belirtilen
hukuk yolu; başvurucunun şikâyetleri açısından erişilebilir, elverişli bir
çözüm olanağı ve makul ölçüde bir başarı imkânı sunmaktadır.
50. Somut olayda ise başvurucunun uyuşmazlık konusu taşınmazın
5737 sayılı Kanun’un geçici 7. Maddesine göre idari yoldan adına tescil
edilmesi istemiyle Vakıflar Genel Müdürlüğüne yapılan başvurusunun Vakıflar
Meclisi tarafından reddedilmesi üzerine idari yargıda açtığı iptal davası
reddedilmiş ve bu karar temyiz incelemesi sonucunda onanmıştır.
51. Bir ihlal iddiasına ilişkin olarak başvurulabilecek birden
fazla başvuru yolunun bulunması durumunda kural olarak başvurucunun aynı amacı
taşıyan başvuru yollarının tamamını tüketmesi beklenemez. Bununla birlikte
makul bir başarı şansı sunabilecek ve bir çözüm sağlayabilecek nitelikte,
kullanılabilir ve etkili başvuru yolunun tüketilmesi gerekmektedir (Mehmet Ali Aslan, B. No: 2013/2429,
30/3/2016, §§ 24, 25).
52. Başvurucu her ne kadar taşınmazın tamamının 5737 sayılı
Kanun’un geçici 7. Maddesi kapsamında idari yoldan adına tapuya tescil edilmesi
istemiyle Vakıflar Genel Müdürlüğüne başvuruda bulunmuş ve talebinin
reddedilmesi üzerine İdare Mahkemesinde iptal davası açmış ise de başvurucunun
bu talebinin taşınmazın tapuda “Abdülhamit Han Vakfı” adına kayıtlı olması
nedeniyle reddedildiği anlaşılmaktadır. Gerçekten de 5737 sayılı Kanun’un
geçici 7. Maddesinde;
i. 1936 Beyannamelerinde kayıtlı olup halen tasarruflarında
bulunan nam-ı müstear veya nam-ı mevhumlar adına tapuda kayıtlı olan,
ii. 1936
Beyannamesi’nden sonra cemaat vakıfları tarafından satın alınmış veya cemaat
vakıflarına vasiyet edildiği veya bağışlandığı hâlde, mal edinememe
gerekçesiyle halen; Hazine veya Genel Müdürlük ya da vasiyet edenler veya
bağışlayanlar adına tapuda kayıtlı olan taşınmazların talepte bulunan cemaat
vakıfları adlarına idari yoldan tesciline imkân tanınmıştır. Vakıflar
Meclisinin ve İdare Mahkemesinin tespitine göre uyuşmazlık konusu taşınmaz
nam-ı müstear veya nam-ı mevhumlar adına tapuda kayıtlı olmadığı gibi Hazine,
Vakıflar Genel Müdürlüğü ya da cemaat vakfına vasiyet edenler veya
bağışlayanlar adına da kayıtlı değildir. Nitekim başvuru formunda da taşınmazın
kısmen üçüncü bir kişi adına tapuda kayıtlı olduğu ifade edilmektedir. Bu
durumda kısmen tapuda üçüncü kişi adına kayıtlı olan anılan taşınmazın bu kişi
adına olan tapu kaydının 5737 sayılı Kanun’un geçici 7. Maddesi kapsamında
idari yoldan iptal edilerek başvurucu adına tapuya tescil edilebilmesi mümkün
bulunmamaktadır. Ancak taşınmazın 1936 Beyannamesi’yle bildirilen
taşınmazlardan olduğunun kanıtlanması koşuluna bağlı olarak genel hükümler
çerçevesinde adli yargı yerinde kayıt maliki üçüncü kişi aleyhine tapu iptali
ve tescil davası açılabileceği gibi 5737 sayılı Kanun’un geçici 11. Maddesinin
ikinci fıkrasına göre taşınmazın rayiç bedeli üzerinden zararın tazmini olanağı
da bulunmaktadır.
53. Dolayısıyla üçüncü kişi adına tapuda kayıtlı taşınmaz
bölümünün 5737 sayılı Kanun’un geçici 7. Maddesine göre idari yoldan başvurucu
adına tescili mümkün olmadığından somut olay bakımından başvurucu tarafından
tercih edilen bu yolun etkin bir giderim sağlamaya elverişli olmadığı açıktır.
Etkin ve erişilebilir bir çözüm imkânı sunan hukuk yoluna başvurulmaksızın
yapılan bireysel başvuruların incelenmesi, bireysel başvuru yolunun ikincilliği
ilkesi gereği mümkün değildir (Mehmet Ali
Aslan, § 31).
54. Bu durumda başvurucunun 1936 Beyannamesi ile bildirdiğini
ileri sürdüğü taşınmazın tamamının adına tapuya tescil edilmediği şikâyetine
ilişkin olarak daha etkin bir yol olan kayıt maliki üçüncü kişi aleyhine tapu
iptali ve tescil davası açma imkânı olmasına rağmen bu yola başvurmadığı, bu
taşınmazın tamamının idari yoldan adına tapuya tescili istemiyle Vakıflar Genel
Müdürlüğünden talepte bulunduğu ve talebinin Vakıflar Meclisi tarafından
reddedilmesi üzerine Vakıflar Genel Müdürlüğü aleyhine İdare Mahkemesinde dava
açma yolunu tercih ettiği görülmektedir. Buna göre başvurucu tarafından
mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiası ile ilgili olarak idari yargı yerinde
iptal davası açma yoluna gidilmekle birlikte somut başvuru açısından daha
etkili giderim yolu olan kayıt maliki aleyhine genel hükümler çerçevesinde adli
yargı yerinde tapu iptali ve tescil davası açma imkânı kullanılmaksızın
bireysel başvuruda bulunulduğu anlaşılmaktadır. Öte yandan 5737 sayılı Kanun’un
geçici 11. Maddesiyle taşınmazın rayiç bedeli üzerinden tazminat ödenebilmesi
olanağının getirildiği de görülmektedir. Sonuç olarak ihlale neden olduğu ileri
sürülen söz konusu iddiaya ilişkin olarak başvuru yolları usulünce
tüketilmemiştir.
55. Açıklanan nedenlerle başvurunun diğer kabul edilebilirlik
koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru
yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
Engin YILDIRIM bu görüşe katılmamıştır.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurunun başvuru
yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA ½/2017
tarihinde Engin YILDIRIM’ın karşıoyu
ve OYÇOKLUĞUYLA karar verildi.
.
KARŞIOY GEREKÇESİ
Gayrimüslim cemaat vakıflarından olan başvurucu, dava konusu
taşınmazın mülkiyetinin Vakfa ait olduğunun 1936 Beyannamesi ile ilgili
mercilere bildirmesine rağmen bu taşınmazın tamamının 5737 sayılı Kanun’un
geçici 7.maddesi kapsamında Vakıf adına tescil edilmesine dönük talebinin
Vakıflar Genel Müdürlüğünce reddedildiğini ve bu idari işleme karşı açılan
davanın da aleyhine sonuçlandığını belirterek Anayasa’nın 35. maddesinde
güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasında bulunmuştur.
Bir kısmı başka özel hukuk tüzel kişisi adına kayıtlı olan söz konusu
taşınmazın 5737 sayılı Kanun’un geçici 7.maddesine göre idari yoldan başvurucu
Vakıf adına tescilinin mümkün olmadığına hükmeden İstanbul 1. İdare Mahkemesi
tescil talebinin kayıt maliki aleyhine adli yargıda açılacak bir davada incelenmesi
gerektiğini kararında belirtmiştir. Mahkememiz de başvurucunun, “daha etkili
giderim yolu olan” kayıt maliki aleyhine adli yargıda tapu iptali ve tescil
davası açma yolunu kullanmadan bireysel başvuru yaptığından hareketle başvuru
yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermiştir.
Kural olarak, bir ihlal iddiası karşısında birden fazla etkili
başvuru yolunun bulunması halinde bu yolların tamamının tüketilmesi
gerekmemektedir. Bununla birlikte, Anayasa Mahkemesi, daha etkili bir yolun var
olmasına rağmen bunun başvurucular tarafından kullanılmadığı durumlarda başvuru
yollarının tüketilmediği gerekçesiyle kabul edilemezlik kararları da
vermektedir.
Somut olayda, başvurucunun muhatabı şikâyet konusu ettiği
taşınmazın şu anki maliki değil, Vakıflar Meclisidir. Başvurucudan, taşınmaz
maliki aleyhine genel hükümler çerçevesinde tapu iptali ve tescil davası açma
yoluna gitmesinin beklenmesi usul ekonomisine aykırı düşen, başvurucunun
adalete erişimini uzatan bir sonuç doğuracaktır. Başvurucu, idari bir işlem
aleyhine yetkili mahkeme önünde dava açmış ve mahkeme kararına karşıda
Danıştay’a başvurarak idari dava anlamında tüketmesi gereken tüm yolları
tüketmiştir.
Sonuç olarak, başvurunun kabul edilebilir olduğu ve Anayasanın
35. maddesinde korunan mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin ölçülü olmadığı ve
demokratik toplum gerekleriyle bağdaşmadığı düşüncesiyle çoğunluk kararına
katılmak mümkün olmamıştır.