TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
GÜLTEKİN AVCI BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2015/17921)
|
|
Karar Tarihi: 10/1/2019
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar
ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Serruh KALELİ
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
Raportör
|
:
|
Fatih
HATİPOĞLU
|
Başvurucu
|
:
|
Gültekin AVCI
|
Vekili
|
:
|
Av. Muzaffer
UZLAŞ
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, tutuklama kararının doğal hâkim ilkesine aykırı
olarak kurulmuş bir mahkeme tarafından verilmesi, tutuklama kararını veren
mahkemenin bağımsız ve tarafsız olmaması, başvurucu hakkında uygulanan
tutuklama tedbirinin hukuki olmaması, tutukluğun makul süreyi aşması,
soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması ve uzun süre hâkim önüne çıkarılmama
nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; tutuklamaya konu
suçlamaların ifade özgürlüğü ve basın hürriyeti
kapsamındaki eylemlere ilişkin olması nedeniyle ifade ve basın özgürlüklerinin;
ceza infaz kurumunda avukatla olan görüşme süresinin kısaltılması, avukatla
yaptığı görüşme notlarının kaydedilmesi, müdafinin soruşturma dosyasına
erişiminin engellenmesi ve yargılamanın makul sürede bitirilememesi
nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvurular 20/11/2015, 8/1/2016 ve 20/4/2018 tarihlerinde
yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin
Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Yapılan incelemede 2016/875 ve 2018/12334 numaralı başvurular
ile 2015/17921 sayılı başvuru arasında konu ve kişi bakımında irtibat olması
nedeniyle 2015/17921 sayılı başvuru ile birleştirilmesine ve incelemenin bu
dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.
7. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını -2018/12334
sayılı başvuru yönünden- Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal
Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler
çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:
A. 20/9/2015 Tarihli
Tutuklama Kararı Yönünden
9. Savcılığın talebi üzerine İstanbul 3. Sulh Ceza Hâkimliği
4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 153. maddesinin (2)
numaralı fıkrası uyarınca 24/12/2014 tarihinde başvurucu müdafiinin
dosyaya erişiminin kısıtlanmasına karar vermiştir.
10. Başvurucunun 14/11/2015 tarihinde kısıtlılık kapsamında olmayan
belgelerin suretinin verilmesi talebi Savcılık tarafından reddedilmiştir.
Anılan karara başvurucu tarafından yapılan itirazı ise İstanbul 7. Sulh Ceza
Hâkimliği 3/12/2015 tarihinde reddetmiştir.
11. Başvurucu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık)
2014/41637sayılı dosyada başlatılan soruşturma kapsamında Başsavcılığın
talimatıyla 18/9/2015 tarihinde İzmir'de yakalanarak gözaltına alınmış ve
İstanbul'a getirilmiştir.
12. Başsavcılık tarafından düzenlenen 20/9/2015 tarihli
tutanakta, başvurucunun "davet
edilmesine rağmen ifade vermek istemediği ve avukatlarla görüşmeyi uzatmak suretiylegözaltı süresinin aşıldığı izlenimi vererek bu
durumu proveke etmeye çalışması nedeniyle ifadesi
alınmadan tutuklamaya sevkedildiği"
belirtilmiştir.
13. Savcılık, başvurucuyu 20/9/2015 tarihinde silahlı terör
örgütü kurma ve yönetme, Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya
görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme ve devletin gizli kalması gereken
bilgilerini siyasal veya askerî casusluk amacıyla temin etme suçlarından
tutuklanması talebiyle İstanbul 2. Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir.
Tutuklama talep yazısının ilgili kısmı şöyledir:
"...
17-25 Aralık girişimi olarak bilinen sürecin ardından, Şubat 2014 tarihinde
çeşitli basın yayın organlarında 2011/762 sayılı sözde Kudüs Ordusu Terör
Örgütü soruşturmasına ilişkin haberler yayımlanmış, bu haberler üzerine
25/2/2014 tarihinde [K.Y.] İstanbul
TEM Şube Müdürlüğü'ne gelerek, 24/2/2014 günü gerek gazetelerde gerekse görsel
medyada çıkan dinleme haberleri ile ilgili şüpheye kapıldığını ve bu
haberlerden tedirgin olduğu için kendi isteğiyle gelip konuyla ilgili bilgi
vermek istediğini belirtmiştir. 25/2/2014 ve 26/2/2014 tarihlerinde [K.Y.]
nin bilgi alması yapılmış ...
...
[K.Y.]nin
25/2/2014 ve 26/2/2014 tarihlerinde İstanbul TEM Şube Müdürlüğü'ne gelerek
4/3/2011, 6/4/2011, 25/4/2011 ve 23/1/2012 tarihli bilgi almasında vermiş
olduğu beyanları ile ilgili olarak kendisine daha önceki ifadelerle ilgili
sorulan sorularda 'ben kesinlikle böyle bir ifade vermedim, vermiş olsaydım
hatırlardım, bu ifade bana ait değildir, böyle bir konu geçmedi, böyle bir konu
geçseydi hatırlardım, bu ifadenin neden ve ne şekilde yazıldığını bilmiyorum,
bu ifade şahsıma ait değildir' şeklinde beyanlarda bulunduğu ve söz konusu
ifadelerini kabul etmediği tesbit edilmiştir .. .
...
... tutuklanması talebiyle mahkemeye sevk
edilen şüphelilerin FETÖ/PDY terör örgütü liderliği ve yöneticiliği, siyasi ve
askeri casusluk, Türkiye Cumhuriyeti Devleti Hükümetini ortadan kaldırmaya ve
görevini kısmen veya tamamen yapmasını engellemeye teşebbüs suçlarından
haklarında yakalama kararı bulunan şüpheliler Fetullah
Gülen ve [E.U.] ile birlikte
FETÖ/PDY terör örgütü yöneticiliği ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti Hükümetini
ortadan kaldırmaya ve görevini kısmen veya tamamen yapmasını engellemeye
teşebbüs suçlarından gözaltında bulunan şüpheli Gütekin
Avcı'nın talimatları doğrultusunda Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin en üst düzey
yetkililerinin telefonlarının dinlenmesi ve Milli İstihbarat Teşkilatı'na ait
yardım tırlarının durdurulması amacıyla sahte delillerle oluşturulan sözde
Kudüs Ordusu Terör Örgütü soruşturmasının başlangıç ve devamında örgütsel
faaliyet kapsamında görev aldıkları, Türkiye Cumhuriyeti Devleti Hükümeti'ni
ürettikleri sahte deliller doğrultusunda terörle ilişkilendirerek yıkmayı
hedefledikleri anlaşılmıştır. C.Başsavcılığımızm
2014/41637 soruşturma numaralı dosyası üzerinden FETÖ/PDY terör örgütü
yöneticisi ve üyesi konumundaki şüpheliler hakkında yürütülen soruşturma
kapsamında yapılan tespit, inceleme ve değerlendirmeler sonucu; Türkiye
Cumhuriyeti Devletinin 61. Hükümeti ile liderliğini şüpheli Fethullah
Gülen'in yaptığı FETÖ/PDY terör örgütü arasında yaşanan; medya, sosyal medya,
emniyet, yargı ve yasa değişiklikleri yoluyla genişleyen dershanelerin
kapatılması yönündeki girişimler ile açık çatışmaya dönüşen dershanelerin
kapatılması süreci, Türkiye Cumhuriyeti 61. Hükümeti'ne bağlı İçişleri
Bakanlığı tarafından çok sayıda polisin görevden alınması, sosyal medyaya düşen
kasetler, HSYK Kanunu'nun değiştirilmesi ile devam etmiştir.
Bu süreçte, liderliğini Fetullah
Gülen'in yaptığı FETÖ/PDY terör örgütü çizgisindeki 'Samanyolu TV' isimli
televizyon kanalı ve 'Bugün' isimli gazetede yazı yazan ve TV programları yapan
şüpheli Gültekin Avcı'nın, örgütün amaç ve hedefleri doğrultusunda hareket
ettiği, örgüt lideri Fetullah Gülen'in talimatıyla
yürütülen soruşturmalarla ilgili kamuoyunda algı çalışması yürüttüğü, örgüte
karşı yapılacak operasyonları haksız göstermek amacıyla sadece operasyon
biriminin elinde bulunan belge ve bilgileri çarpıtarak yayınladığı, mağduriyet
algısı oluşturduğu/oluşturmaya çalıştığı anlaşılmıştır.
Aynı şekilde;
17-25 Aralık ve sözde Kudüs Ordusu Terör
Örgütü soruşturmalarının, halk nezdinde kabul görülebilir kılınması için
yapılan propaganda çalışması kapsamında, C.Başsavcılığımız'ın
2014/133596 numaralı soruşturma dosyası üzerinden yürütülen soruşturmada, 2010
yılında yapılan 'Tahşiye' operasyonu talimatının 'herkul.org' adlı siteden
şüpheli Fetullah Gülen tarafından verildiği,
Samanyolu Televizyonu'nda yayımlanan 'Tek Türkiye' isimli dizi içerisinde
bulunan karanlık kurul yada karar kurulu olarak adlandırılan sahneler aracılığıyla
ilerde yapılması muhtemel soruşturmalar ve operasyonların ayrıntı ve
talimatının verildiği, talimat doğrultusunda bazı emniyet görevlileri
tarafından Fetullah Gülen'i eleştiren bir gruba sahte
delillerle tuzak kurulduğunun ortaya çıktığı, soruşturma kapsamında dizi
senaristi ve yönetmeninin şüpheli sıfatıyla alınan ifadelerinde, 'karanlık
kurul ya da karar kurulu olarak adlandırılan bu bölümde katkılarının
olmadığını' beyan ettikleri anlaşılmıştır.
Tahşiye (radikal M.D. grubu) soruşturması
olarak adlandırılan bu soruşturmayı yürüten şüphelilerin çoğunun sözde Kudüs
Ordusu Terör Örgütü soruşturmasını yürüten şüphelilerle aynı olduğu, sözde
Kudüs Ordusu Terör Örgütü soruşturmasında mağdurlara atfedilen suçlamalardan
'Mut'a' suçlamasının, sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü soruşturması ile ilgili
kamuoyunda hiç bir bilgi yokken Amerika'da yaşayan ve hiçbir resmi görevi
bulunmayan şüpheli Fetullah Gülen tarafından dile
getirildiği, Şüphelinin, 'www.herkul.org' herkul-nagme/217-nagme-takiyye-muta
tuzagi-ve-nifak-nezlesi isimli linkten ulaşılan; 2
Şubat 2013 tarihinde yayımlanan 217. Nağme: 'Takiyye,
Mut'a Tuzağı, Nifak Nezlesi' başlıklı konuşmasında;
'İki asır evvel Türk siyasetine de burnunu
sokan bu takiyye şebekesi mutayı mı kullandılar, neyi
kullandılar, kılcallara kadar nüfuz ettiler.' şeklinde beyanda bulunduğu, örgüt
lideri Fetullah Gülen'in bu konuşmasıyla,
yürütülmekte olan soruşturmanın seyri ile ilgili örgüt yönetici ve üyelerine
talimat verdiği tespit edilmiştir. Yine örgüt lideri Fetullah
Gülen'in 14 Ekim 2013 (17 Aralık girişiminden 2 ay önce) tarihinde yaptığı
konuşmada 'Selam Çakmak' (soruşturma şüpheliler tarafından Selam-Tevhid olarak adlandırılmaktadır) ifadesini kullanarak
soruşturmayı yürüten örgüt üyesi ve yöneticilerine operasyon talimatı verdiği
anlaşılmıştır.
STV isimli televizyon kanalında 23 Eylül 2013
ve 19 Nisan 2014 tarihleri arasında yayımlanan 'Şefkat Tepe' isimli diziye
sonradan eklenen 'Karanlık Kurul' ya da 'Karar Kurulu' olarak adlandırılan
sahnelerde, Fetullah Gülen'in yaptığı konuşmalarda
geçen 'Mut'a Nikahı' ibaresinin 16 defa 'Kılcal' kelimesinin 61 defa olmak
üzere sistematik olarak kullanıldığı, bahse konu dizinin 5 Ekim 2013 tarihinde
yayımlanan karar kurulu bölümünde İranlı bir karakteri canlandıran ve 'Tersli'
şeklinde hitap edilen şahıs tarafından 'muta' ibaresinin ilk defa kullanıldığı,
haftalık yayımlanan dizinin ilerleyen bölümlerinde sürekli olarak 'muta nikahı'
konusunun işlendiği, dizide işlenen bu konulara paralel olarak 'Bugün' isimli
gazetede köşe yazarlığı yapan şüpheli Gültekin Avcı'nın sözde Kudüs Ordusu
Terör Örgütü soruşturmasıyla ilgili herhangi bir resmi görevi olmamasına
rağmen, 26 Eylül 2013 tarihinde 'İstihbaratta Acem Hatunları' başlığıyla, 30
Eylül 2013 tarihinde 'Acem İstilası Karşısında İstihbarattan Beklenen'
başlığıyla, 1 Ekim 2013 tarihinde 'Savak'tan Vevak'a
İran İstihbaratı' başlığıyla, 7 Ekim 2013 tarihinde 'İstihbaratta Mut'a
Operasyonları' başlığıyla, 8 Ekim 2013 tarihinde 'İstihbaratta Mut'a
Operasyonları-2' başlığıyla, 10 Ekim 2013 tarihinde 'Mut'a Arşivlerinde Kimler
Var?' başlığı altında yayımlanan köşe yazılarında, 2011/762 soruşturma numaralı
sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü soruşturmasının kurgusunu oluşturan içerikle
ilgili 'İran (Acem) İstihbaratı - Muta - İran Ajanları' konuları üzerine
sistematik olarak köşe yazıları yazdığı, Selam-Tevhid
olarak bilinen soruşturma dosyasında şüphelilere atfedilen suçlamalarla ilgili
kamuoyunda algı çalışması yürüttüğü, örgütün amaçları doğrultusunda kamuoyunu
yönlendirdiği/yönlendirmeye çalıştığı, ilerleyen süreçte gerçekleştirilmesi
planlanan operasyonlarda gözaltına alınacak şüphelilere atfedilmesi düşünülen
'Muta Nikahı' ile ilgili kamuoyunun şekillendirilmesini, gerekçesiz olarak
soruşturmaya dahil edilen mağdurları itibarsızlaştırmayı hedeflediği tesbit edilmiştir.
Şüphelinin bu şekilde, yaptığı televizyon
programları ve yazdığı köşe yazıları üzerinden sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü
soruşturmasının hukukiliğinin ispatına çalışarak FETÖ/PDY örgüt liderinin ve
örgütün kendine verdiği, Acem/İran düşmanlığını örgüt tabanına aktarma görevini
görmekte, İran'dan gelecek bir tehlikeyi sürekli gündemde tutarak örgütün
gücünü aldığı devletlerin çıkarına uymayan devletleri kendisine düşman görme
düşüncesini örgüt tabanına empoze etme görevini ifa ettiği anlaşılmıştır ...
...
Yapılan tesbitlerden
de anlaşılacağı üzere; Şüpheli Gültekin Avcı'nın yazılarının; gazetecilik adı
altında FETÖ/PDY terör örgütü tarafından kurgulanan ve örgüt yöneticisi/üyesi
konumundaki şüpheliler tarafından uygulamaya sokulan, mağdur ve müştekiler
hakkında soruşturma bahanesiyle üretilen hukuka aykırı eylemleri delil olarak
sunma/gösterme, Türk Ceza Kanunu'nun konusunu oluşturmayan 'Muta Nikahı'
kavramını fuhuşla özdeşleştirmek suretiyle, örgütün amaç ve hedefleri
doğrultusunda keyfi biçimde soruşturma kapsamına alınan mağdur ve müştekileri,
toplum nezdinde ahlaken düşük göstermek, itibarsızlaştırmak ve bu şekilde
kendilerini savunamaz hale getirme amacına yönelik olduğu anlaşılmıştır.
Nitekim sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü
soruşturmasını yürüten şüpheliler tarafından, müşteki [V.Ç.] hakkında düzenlenen şahıs tespit ve takip tutanakları da, şüpheli Gültekin Avcı'nın yazıları doğrultusunda 'muta
nikahı, ramazanda fuhuş, dini söylemlerde bulunma ancak ahlaki ve dini anlamda
buna aykırı davranışlarda bulunma, eylem/söylem zıtlığı' ithamları üzerine bina
edilmiştir. muta nikahı, evlilik dışı ilişki ya da
ramazan ayında muta nikahı kıyma eylemlerinin Türk Ceza Kanunu'nun konusu
olmadığı açıktır.
Bununla birlikte; şüpheli Gültekin Avcı adına
kayıtlı cep telefonu hatlarının yapılan incelemesinde, 30/8/2004 tarihinden
itibaren ... numaralı hattı kullandığı ancak yapılan HTS incelemesinde
25/9/2013 tarihi itibarıyla bu hattı aktif olarak kullanmayı bıraktığı,
24/10/2013 tarihinde adına kayıtlı ... numaralı hattı alarak kullanmaya
başladığı anlaşılmıştır.
Yapılan açık kaynak çalışmalarında ise; 505'li
hattını kapattırdıktan hemen sonra 26 Eylül 2013 tarihinde 'İstihbaratta Acem
Hatunları' başlığıyla, 30 Eylül 2013 tarihinde 'Acem İstilası Karşısında
İstihbarattan Beklenen' başlığıyla, 1 Ekim 2013 tarihinde 'Savak'tan Vevak'a İran İstihbaratı' başlığıyla, 7 Ekim 2013 tarihinde
'İstihbaratta Mut'a Operasyonları' başlığıyla, 8 Ekim 2013 tarihinde
'İstihbaratta Mut'a Operasyonları-2' başlığıyla, 10 Ekim 2013 tarihinde 'Mut'a
Arşivlerinde Kimler Var?' başlığıyla, 2011/762 soruşturma numaralı dosya üzerinden
şüphelilerce uygulanan kurgu doğrultusunda köşe yazıları yazarak kamuoyu
oluşturmaya çalıştığı anlaşılmıştır. Köşe yazılarını yazmaya başlamadan 1 gün
önce yaklaşık 9 yıldır kullandığı telefon hattını kullanmayı bıraktığı ve
yazıları yazdığı süreçte adına kayıtlı bir cep telefonu hattı kullanmadığı
tespit edilmiştir.
İzah edilen örgütsel amaçlar doğrultusunda
şüpheli tarafından kaleme alınan köşe yazıları;[Bu kısımda
başvurucunun İstihbaratta Acem hatunları, Acem istilası karşısında istihbarattan
beklenen, SAVAK'tan VEVAK'a
İran istihbaratı, İstihbaratta mut'a operasyonları,
İstihbaratta mut'a operasyonları-2 ve Mut'a
arşivlerinde kimler var? başlıklı suçlamaya konu köşe yazılarına yer verilmiştir. Ayrıca
başvurucunun T.K. adına kayıtlı hat ile özellikle selam tevhid,
17-25 Aralıkve Milli
İstihbarat Teşkilatı (MİT) tırları soruşturmalarında aktif rol oynayan emniyet
görevlileri ve FETÖ/PDY terör örgütü ile bağlantılı suçlar nedeniyle haklarında
soruşturma bulunan ve kaçak sayılarak haklarında yakalama çıkarılan kişilerle
soruşturma süreçlerinde yaptığı görüşme kayıtlarına yer verilmiştir.]
Yapılan tüm tespitler birlikte
değerlendirildiğinde; Tutuklanmaları talebiyle sevk edilen şüphelilerin
eylemlerini, hakkında yakalama kararı bulunan FETÖ/PDY terör örgütü lideri
şüpheli Fetullah Gülen'in ve [E.U.]nun talimatlarını, resmi hiyerarşinin dışındaki ast-üst
ilişkisi içerisinde bilinçli, sistematik ve koordineli biçimde, eylem ve fikir
birliği içinde gerçekleştirdikleri, kamuoyunda 17-25 Aralık girişimleri ile eş
zamanlı olarak operasyon düzenlemek niyetiyle (dosya kapsamında hazırlanan
şahıs tespit tutanaklarının 10-15/12/2013 tarihleri arasında hazırlandığı ve
tüm teknik takiplerin 18/12/2013 tarihinde sonlandırıldığı tespit edilmiştir)
amaç birliği içerisinde hareket ettikleri, nihai hedef olarak başta Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti başbakan ve bakanları ile Milli İstihbarat Teşkilatı
müsteşarı olmak üzere çok sayıda devlet yetkilisini, gazeteci ve yazarları, iş
adamlarını, vakıf ve dernek yetkililerini 2011/762 sayılı sözde Kudüs Ordusu
Terör Örgütü soruşturması kapsamında terörle ilişkilendirerek gözaltına almayı
planladıkları, sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü soruşturması kapsamında 1/1/2014
tarihinde Hatay ili Kırıkhan ilçesi'nde, 19/1/2014
tarihinde Adana ili Ceyhan ilçesi'nde Milli
İstihbarat Teşkilatı'na ait yardım tırlarını MİT personeline darp, cebir ve
şiddet uygulamak ve silah doğrultmak suretiyle durdurulduğu, bu şekilde Türkiye
Cumhuriyeti Devleti ve 61. Hükümeti'nin sahte delil ve ihbarlarla terörle
ilişkilendirilmeye çalışıldığı, şüphelilerin kastının Türkiye Cumhuriyeti
Devleti Hükümeti'ni ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını engellemeye
teşebbüs mahiyetinde olduğu, şüphelilerin FETÖ/PDY terör örgütü liderliği ve
yöneticiliği, siyasi ve askeri casusluk, Türkiye Cumhuriyeti Devleti Hükümetini
ortadan kaldırmaya veya görevini kısmen veya tamamen yapmasını engellemeye
teşebbüs suçlarından haklarında yakalama kararı bulunan şüpheliler Fetullah Gülen ve [E.U.] ile birlikte FETÖ/PDY terör örgütü yöneticiliği veTürkiye Cumhuriyeti Devleti Hükümeti'ni ortadan
kaldırmaya veya görevini kısmen veya tamamen yapmasını engellemeye teşebbüs
suçlarından gözaltında bulunan şüpheli Gütekin
Avcı'nın talimatları doğrultusunda Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin en üst düzey
yetkililerinin telefonlarının dinlenmesi ve Milli İstihbarat Teşkilatı'na ait
yardım tırlarının durdurulması amacıyla sahte delillerle oluşturulan sözde
Kudüs Ordusu Terör Örgütü soruşturmasının başlangıç ve devamında örgütsel
faaliyet kapsamında görev aldıkları, Türkiye Cumhuriyeti Devleti Hükümeti'ni
ürettikleri sahte deliller doğrultusunda terörle ilişkilendirerek yıkmayı
hedefledikleri tespit edilmiştir.
Açıklanan bu sebeplerle şüphelilerin Türk Ceza
Kanunu'nun 37/1. maddesi delaletiyle eylem ve fikir birliği içerisinde TCK'nın
312/1. maddesini ihlal ettikleri, gerçekleştirdiği eylemler ve örgütsel konumu
itibarıyla şüphelilerden Gültekin Avcı'nın TCK'nın 314/1. maddesi uyarınca
örgüt yöneticisi, diğer şüphelilerin de TCK'nın 314/2. maddesi uyarınca örgüt
üyesi konumunda oldukları, örgüt yöneticisi konumundaki Gültekin Avcı'nın
TCK'nın 220/5. maddesi delaletiyle TCK'nın 328/1. maddesi uyarınca siyasi ve
askeri casusluk suçundan da sorumlu olduğu anlaşılmakla,
Şüphelilerin üzerine atılı suçun vasıf ve
mahiyeti, mevcut delil durumu, suça dair yasada yazılı cezanın üst haddi
dikkate alınarak 5271 sayılı CMK'nın 100. vd.
maddeleri uyarınca tutuklanmalarına [karar verilmesi
talep edilmiştir.] ..."
14. Başvurucu Hâkimlikteki savunmasında özetle;
i. Selam tevhid terör örgütü (bkz. Mehmet Kuru, B. No:2015/7559, 25/12/2018)
soruşturmasından 2013 yılı Eylül-Ekim aylarında basın aracılığıyla haberdar
olduğunu, özellikle Acemuşakları
isimli sosyal medya hesabında 2011-2012 yıllarından itibaren soruşturmaya dair
haberlerin yer almaya başladığını, daha sonra ise soruşturmanın ayrıntılarının
yayımlandığını, bu soruşturma kapsamında Cumhurbaşkanı, Başbakan ve diğer kamu
görevlilerinin dinlendiğine, onlarla ilgili fiziki ve teknik takip yapıldığına
dair bilgisinin bulunmadığını, örgütün adının "Tevhidi Selam Kudüs Ordusu" olduğunu Yargıtay 9. Ceza
Dairesinin bu örgüte ilişkin kararlarından öğrendiğini ifade etmiştir.
ii. Fetullah Gülen ve E.U.yu tanımadığını,
onlarla yüz yüze veya telefonla görüşmesinin olmadığını, E.U.nun
sadece bir kez -hakkında açılan soruşturmayla ilgili olarak- geçmiş olsun demek
için kendisini aradığını ifade etmiştir.
iii. Polis müdürleri olan G.A., M.A.O., M.Y.yi tanımadığını, sadece M.A.O. ile yaklaşık bir yıl
önce telefonla görüşmüş olabileceğini, anılan soruşturma ile ilgili olarak adı
geçen kamu görevlileri ya da başkaca herhangi bir kimseden bilgi veya belge
almasının söz konusu olmadığını savunmuştur.
iv. Suçlamaya konu köşe yazılarını istihbarata olan merakından,
eski Cumhuriyet savcısı olmasından, polis teşkilatı ile alakası ve istihbarat
hukukuyla ilgili çalışmaları bulunmasından dolayı yazdığını, aynı zamanda
DHKP-C ve irtibatlarıyla ilgili de dört yazı yazdığını belirtmiştir. Başvurucu
bu yazıları istihbarat hukukundaki çalışmalarının bir gereği olarak ülkesini
uyarmak için yazdığını savunmuştur. Başvurucu 2004 yılında "İstihbarat Teknikleri, Aktörleri, Örgütleri ve
Açmazları" isimli kitabı, 2005 yılında "İstihbarat Oyunları" ve "Karanlık İlişkiler", 2007
yılında da "Seçilmiş Terör"
isimli kitabı yazdığını ve ilk olarak bu kitapta "Selam Tevhid Kudüs Ordusu"
ismini kullandığını ifade etmiştir.
v. Suçlamaya konu yazılarında muta nikâhını istihbaratta kadın
tuzağının sık kullanılması nedeniyle uyarı amaçlı yazdığını, kesinlikle Selam Tevhid
soruşturması kapsamına alınan kişilere ilişkin olarak -özel bir amaçla-
yazmadığını savunmuştur. Başvurucu, yazılarındaki temel hedefin adli makamları
ve istihbarat mekanizmalarını harekete geçirmek olduğunu savunmuştur.
vi. 2013 yılında "PKK'da
İç Savaş Hazırlığı" isimli yazı dizisini yazdığını ve YDGH'nin kurulduğunu ilk kendisinin söylediğini, eski bir
savcı olması ve medyada yer alması nedeniyle bu hususlarda yazmasının doğal
olduğunu savunmuştur.
vii. 2012 yılında Iğdır'da bazı kadınların İran devleti adına
ajanlık yaptığına dair soruşturma başlatıldığını ve birkaç kadının ifadesinin
alındığına dair Hürriyet gazetesinde 2/9/2012 tarihinde haber yapıldığını, bu
haberler çoğalınca konunun ilgisini çektiğini ve bu konuda yoğunlaşarak
suçlamaya konu yazıları yazdığını savunmuştur.
viii. Y.A., Ö.K., O.Ö.A., K.D. ve E.Ü. isimli polis müdürleriyle
17-25 Aralık soruşturmasından önce yüz yüze ya da telefonla herhangi bir
görüşmesinin olmadığını, bu kişilerden 22 Temmuz'dan sonra haberdar olduğunu ve
bir kısmı ile sonradan gazeteci olarak irtibata geçtiğini, daha sonra da
birlikte televizyon programı yaptıklarını savunmuştur.
ix. "Şefkattepe"
isimli dizinin "Karanlık Kurul"
olarak bilinen bölümünde muta nikâhından sıkça bahsedilmesinden haberinin
olmadığını, diziyi izlemediğini, bu nedenle dizideki karakterlerle ilgili
bilgisinin bulunmadığını savunmuştur.
x.Fetullah Gülen grubu ile organik bir bağının
olmadığını, o gruba yakınlığı ile bilinen televizyon kanalında yorumculuk
yaptığını ve gazetede yazılar yazdığını ifade etmiştir.
xi. Polis Müdürü M.A.O. ile çok sık görüşmediğini, yüklenen
suçlara temel teşkil edecek bir telefon görüşmesi de yapmadığını ancak M.A.O.nun Ortadoğu uzmanı olması nedeniyle 24 Aralık'ta
görüşmüş olabileceğini, gazeteci olması nedeniyle bilgi almak için birçok
kişiyle görüşmesinin doğal olduğunu ancak görüştüğü kişilerin bağlantılarını ve
niyetlerini bilemediğini, bunun da doğal olduğunu, bu kişilerin bağlantılarını
araştırmak gibi bir yükümlülüğünün de olmadığını ileri sürmüştür.
xii. Başvurucu, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) Bluf
kararında basın mensuplarının kamuoyunu ilgilendiren istihbarat raporlarını
bile açıklayabileceğini karara bağladığını, ayrıca AİHM'in
Lingers
kararında bir bilginin bir kez kamuoyuna intikal ettikten sonra devlet sırrı
olmaktan çıkacağını ve gizliliğinin korunmasından bahsedilemeyeceğini de karara
bağladığını belirterek bu soruşturma kapsamında daha önceden ifade vermek
istediğini ancak Savcılığın ifade almak istememesi üzerine kendisinin de
ifadeye gitmediğini ileri sürmüştür.
15. Başvurucu müdafileri ise özetle başvurucunun İzmir Barosuna
kayıtlı avukat olduğunu, bu nedenle soruşturma için 19/3/1969 tarihli ve 1136
sayılı Avukatlık Kanunu'na göre Bakanlıktan izin alınması gerektiğini ileri
sürmüşlerdir. Başvurucu müdafileri; suçlamaya konu yazılarda bahsedilen muta
nikâhıyla ilgili olarak -başvurucunun yazılarından önceki tarihlerde-başlatılan
soruşturmalar ve açılan davalar bulunduğunu, birçok ulusal gazetede buna
ilişkin haberler yapıldığını ifade ederek atılı suçların yasal unsurlarının
oluşmadığını ve soruşturma makamlarınca başvurucuya yüklenen suçların
unsurlarının açıkça ortaya konulamadığını, suçlamanın soyut iddiadan ibaret kaldığını,
ayrıca suçlamaya konu eylemlerin köşe yazıları olması nedeniyle ifade ve basın
özgürlüklerinin ihlal edildiğini, AİHM'in benzer
konularda ifadeye çağrılmayı dahi ihlal sayan kararlarının bulunduğunu ifade
ederek somut olayda kuvvetli suç şüphesinin ve tutuklama nedenlerinin
bulunmadığını belirtmişler ve başvurucunun serbest bırakılmasını talep
etmişlerdir.
16. Hâkimlik 20/9/2015 tarihinde başvurucunun anılan suçlardan
tutuklanmasına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:
" ...
2-Şüpheli Gültekin Avcı'nın dosya arasında
bulunan bilgi ve belgeler, alınan HTS raporları, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini
ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme
suçlarından tutuklu bulunan polis müdürlerinden, hakkında yakalama ve tutuklama
kararı bulunan kişilerle yaptığı telefon görüşmeleri ve trafiklerive
zamanlamaları bu doğrultuda 'Selam Tevhid Terör
Örgütü dosyası' kapsamında algı çalışması yürüttüğü, bu doğrultuda yazılar
yazdığı, uzun süredir kullandığı telefonu kapatıp bu çalışmalar sırasında bir
ay telefon kullanmadığı, yazılarının Fetullah
Gülen'in 14 Ekim 2013 tarihinde yaptığı konuşmasında 'selam çakmak' ifadesini
kullanması, aynı süreçte Fetullah Gülen yanlısı STV
isimli televizyon kanalında şefkattepe isimli diziye
sonradan eklenen 'karanlık urul' olarak adlandırılan
sahnelerde 'muta nikahı' ibaresinin l6 defa 'kılcal' kelimesinin 61 defa
kullanılması buna paralel olarak ısrarlı bir şekilde sevk yazısında belirtilen
yedi adet 'muta nikahı, selam tevhid terör örgütü,
istihbarat' odaklı yazıları kamuoyunda algı oluşturmaya yönelik olarak yazması,
sorgu esnasında HTS raporları ile çelişecek şekilde çelişkili beyanlarda
bulunması, kaleme aldığı yazılardan soruşturma dosyasına ilişkin sadece
operasyon biriminin elinde bulunan belge ve bilgileri çarpıtarak yayınladığı,
hakkında yakalama kararı bulunan Fetullah Gülen ve [E.U.]'nun telkinleri
doğrultusunda fikir ve eylem birliği içerisinde hareket ettiği, 17-25 Aralık
girişimleri ile eş zamanlı olarak operasyon düzenlemek niyeti ile hareket
ettikleri, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanını, bakanlarını, MİT müsteşarını,
birçok vali, genel müdür, bürokrat, dernek ve vakıf yöneticisini terörle,
casuslukla ilişkilendirerek gözaltına almanın planlandığı, 'Selam Tevhid Terör Örgütü dosyasına' zemin oluşturmaya yönelik
faaliyetlerde bulunduğu, dosya kapsamından edindiği gizli bilgileri ifşa
ettiği, bu eylemlerin müsnet silahlı terör örgütü
kurma ve yönetme, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya
görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme ve devletin gizli kalması gereken
bilgilerini siyasal veya askeri casusluk amacıyla temin etme suçlarına ilişkin
kuvvetli suç şüphesini hakimliğimizde oluşturduğundan müsnet
suçların vasıf ve mahiyeti, kanunda öngörülen ceza miktarları, CMK'nın 100/3. maddesinde sayılan suçlardan olması nazara
alınarak şüphelinin; silahlı terör örgütü kurma ve yönetme, Türkiye Cumhuriyeti
Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme
ve devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askeri casusluk
amacıyla temin etme suçlarından CMK'nın 100. ve devamı maddeleri uyarınca ... [tutuklanmasına
karar vermiştir.]... "
17. Başvurucu 29/9/2015 tarihinde tutuklama kararına itiraz
etmiş, İstanbul 3. Sulh Ceza Hâkimliği 1/10/2015 tarihinde tutuklama kararının
usul ve yasaya uygun olduğunubelirterek itirazı
reddetmiştir.
18. Karar başvurucuya 22/10/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir.
19. Başvurucu 20/11/2015 ve 8/1/2016 tarihlerinde bireysel
başvuruda bulunmuştur.
20. Başsavcılığın 22/3/2016 tarihli iddianamesiyle başvurucu
hakkında devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askerî
casusluk amacıyla temin etme, Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya
veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, silahlı terör örgütü kurma
veya yönetme, özel hayatın gizliliğini ihlal etme, hukuka aykırı olarak kişisel
verileri kaydetme, resmî belgede sahtecilik, kamu görevlisinin resmî belgede
sahteciliği, suç uydurma, suç delillerini yok etme, gizleme veya değiştirme,
devletin güvenliğine ilişkin gizli kalması gereken bilgileri casusluk
maksadıyla açıklama suçlarından cezalandırılması istemiyle İstanbul 14. Ağır
Ceza Mahkemesinde dava açılmıştır.
21. İddianamede öncelikle Fetullahçı
Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasından (FETÖ/PDY) ve örgüt liderinin
talimatları doğrultusunda yürütülen Kudüs
Ordusu terör örgütü soruşturmasının başlatılması ve yürütülmesi
sürecinden bahsedilmiştir. Bu bağlamda FETÖ/PDY'nin
Kudüs Ordusu terör örgütü soruşturması kapsamında mağdur ve müştekilere yönelik
uydurma gerekçelerle iletişimin tespiti ve teknik araçlarla izleme tedbirleri
uygulayarak özel hayata ilişkin telefon görüşme sesleri ve fiziki takip
görüntüleri elde ettiği ve yapılacak operasyonlar öncesinde (17-25 Aralık ve
MİT tırları soruşturması) -örgüt lideri, yöneticileri ve üyeleri tarafından-
örgüt medyası aracılığıyla kamuoyu oluşturma çalışması yürüterek mağdur ve
müştekileri itibarsızlaştırıp kendilerini savunamaz hâle getirmeye çalıştığı
iddia edilmiştir.
22. İddianamede, FETÖ/PDY ve Selam
Tevhid terör örgütü soruşturmasından
bahsedildikten sonra başvurucunun 17-25 Aralık (anılan soruşturmalara ilişkin
bilgiler için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri [GK],
B. No: 2016/22169, 20/6/2017, § 30) ve MİT tırları soruşturmaları (Süleyman Bağrıyanık ve
diğerleri, B. No: 2015/9756, 16/11/2016) öncesinde veya eş zamanlı
olarak birtakım konuları çarpıtarak yazdığı- suçlamaya konu yazıları ve örgütle
irtibatından bahsedilmiştir. Bu bağlamda iddianamede;
i. Başvurucuya ait olan ve suçlama konusu yapılan 26/9/2013
tarihli "İstihbaratta Acem
Hatunları", 30/9/2013 tarihli "Acem
İstilası Karşısında İstihbarattan Beklenen", 1/10/2013 tarihli
"Savak’tan Vevak’a
İran İstihbaratı", 7/10/2013 tarihli "İstihbaratta Mut’a Operasyonları", 8/10/2013
tarihli "İstihbaratta Mut’a
Operasyonları-2" ve 10/10/2013 tarihli "Mut’a Arşivlerinde Kimler Var?" başlıklı
yazılara yer verilmiştir. Başvurucunun;
- 26/9/2013 tarihli "İstihbaratta
Acem Hatunları" başlıklı yazısının içeriği şöyledir:
"İstihbaratta
kadın cazibesine dayalı operasyonlar bal tuzağı (honey
trap) olarak bilinir. Bu işin şövalyesi MOSSAD İstihbarat Akademisi'dir. Onu
efsane Sovyet istihbarat servisi KGB takip eder. En meşhur operasyon, Vanunu olayıdır.
Mordechai Vanunu 1976-85 yılları arasında İsrail'in
Necef çölündeki Dimona Nükleer Araştırma Merkezi'nde
teknisyen olarak çalıştı. Dimona'daki nükleer
tesisleri, Sunday Times'a ifşa eden Vanunu Londra'da
güzel Cindy'le tanışır. İki sevgili hafta sonu tatili
için Roma'ya uçar. Vanunu, Roma'da MOSSAD Katsaları'nca paketlenip yargılanmak üzere İsrail'e intikal
ettirilir.
Cindy kod Cheryl Ben Tov,
MOSSAD Katsa subaylarından bir alt seviyede bulunan Bat-Leveyha
ajanıydı. MOSSAD Cheryl'ı operasyonda kullanmak üzere
Tel Aviv'de değişik güvenli evlerde haftalarca eğitip bir sürü testlerden
geçirmişti. Yaşadıklarını kocasına bile anlatmayacağı söylendi. Araba çalmayı,
sarhoş rolü yapmayı ve erkeklerle nasıl sohbet edeceğini öğrendi. MOSSAD
eğitmenleri Cheryl'a cinsel tecrübeleri ile ilgili
mahrem sorular sordular. Gerekirse bir yabancıyla yatar mıydı? Görev gereği
yatabilirim diye cevapladı Cheryl. Bu aşk değil
sadece seks olurdu ona göre. Bundan sonra kandırmak, baştan çıkarmak ve seksi
nasıl kullanacağını öğrettiler ona.
Paketlendi ve İsrail'e kaçırıldı,
Bütün mermilerin hedefin üzerine nasıl
boşaltılacağını öğrendi. Bunlardan sonra Cheryl'a
yapacağı görev tüm hatlarıyla anlatıldı. Bir maske hikâyesi hazırlandı. Görevi,
Vanunu'yu Roma'ya götürmekti. Maske hikâyesine göre Cheryl'ın Roma'da kız kardeşi vardı. Vanunu'yu
İngiltere'nin dışına çıkartmak, Cheryl'ın yeteneğine
kalıyordu. Ve Cheryl 23 Ekim 1986 günü daha önce
Londra'ya gitmiş olan MOSSAD ekibine katıldı.
Cindy Johnson adını kullanarak Londra'da Strand Palace'da bir odaya yerleşti. MOSSAD psikologları, Vanunu'nun küçücük Beersheba
kasabasında yalnızlığını ve bir kadınla birlikteliğe hasret olduğunu önceden
tahmin etmişlerdi. Cheryl, Vanunu
ile tanıştı ve bir müddet sonra onu Roma'ya gitmeye razı etti. Roma'ya
gittiklerinde evde onları 3 MOSSAD Katsası bekliyordu.
Operasyon başarı ile sonuçlandı.
Vanunu paketlendi ve uçakla İsrail'e kaçırıldı. (1986) İsrail'de gizlice
yargıladılar Vanunu'yu. Suç: Gizli devlet sırlarını
açıklamak ve casusluk... Cezası: 18 yıl... Elin oğlu ihaneti affetmedi ve 18
yılın hepsini çektirdiler Vanunu'ya.
Türkiye'de Olsa Herhalde 50 Kere Tahliye
Olmuştu.
Pek çok Hollywood yıldızı ve Amerikan Kongresi
üyesi de Vanunu'ya destek verdi. Serbest bırakılması
için kampanyalar düzenlendi, uluslararası barış hareketinin sembolü haline geldi,
defalarca Nobel Barış Ödülü adayına gösterildi.
İsrail'in bütün bunlara tepkisi 1997'de
dönemin Cumhurbaşkanı Ezer Weizman'ın sözlerindedir:
"O, sırları ifşa eden bir casus. Bunu para yerine ilkeler için yapması bir
fark yaratmaz. O vatanına ihanet etti." Hoşunuza gitmese de işte budur
gerçek. Türkiye'de olsa herhalde 50 kere tahliye olmuştu. Hatta bu uluslararası
destekle lehinde bir de kanun çıkarılırdı. İsrail kuşkusuz insanlık dışı
yöntemleriyle bilinen bir terör devletidir. İhaneti cezalandırmaktan tüm dünya
birleşse geri adım attıramamıştır gördüğünüz gibi. Bu bir devlet ciddiyeti ve
ibretamiz bir kararlılıktır.
Gelelim bize... Halen tespit edilemeyen
yüzlerce İran saha ajanı ve haber kaynağı saadetle görevlerini icra ediyorlar.
SAVAMA, Türkiye'de asrın istihbarat
fırsatlarını yakaladı. Ciddiyetle ve rasyonelce bunu azami derecede
değerlendiriyor. Geçerli İran pasaportu verilerek, ticaret veya turizm amaçlı
Türkiye'ye Acem hatunları sahada bal tuzağında.
Hatırlarsanız geçen sene Iğdır'da casusluk
yaptığı iddia edilen İranlı 10 kadın sınır dışı edilmişti. Mesele keşke sınır
illerimize sızılması kadar basit olsaydı, keşke tespit edilenlerin sınır dışı
edilmesiyle bitseydi ...
Ölümcül sorular var kafamda. Doktor, hemşire,
ebe, kuaför adı altında Türkiye'ye getirilen İranlı kız sayısı 5000 civarında
mı? Yabancı istihbarata karşı koyma hedeflerinde İran yok mu?
Bizim kritik noktadaki bürokratlarımız Acemler'in bal tuzağına karşı direnç gösterebiliyorlar
mı?"
-30/9/2013 tarihli "Acem
İstilası Karşısında İstihbarattan Beklenen" başlıklı yazısının
içeriği şöyledir:
"İstihbaratta
hezimetler birbirini takip ederse, dış politikadaki girişimleriniz ve parlak
askeri donanımınız fayda etmez. Henry Ford'un isabetle belirttiği gibi;
başarının bir sırrı varsa, karşınızdakinin bakış açısını kavramak, öğrenmek ve
onun gözüyle görebilmektir. Papa, Büyük Avrupa Hun İmparatoru Atilla'nın
büyüden korktuğunu casusları sayesinde öğrenmiştir. Sultan 2. Abdülhamid de
istihbaratın hayati önemini idrak eden yöneticilerden biri olarak Yıldız
İstihbarat Teşkilatı'nı kurmuş ve şöyle demişti:
'Yabancı devletler, kendi emellerine hizmet
edecek kimseleri vezir ve sadrazam mertebesine kadar çıkarabilmişlerse, devlet
güven içinde olamazdı ...'
Yabancı istihbarata karşı koyamıyorsanız,
ürettiğiniz politikalar muhteşem bile olsa, sizin proje ve planlamalarınızı
darmadağın eden daha muhteşem hamleleri düşmanlarınızda görerek sarsılırsınız.
İstihbarat, politikanın öncüsü ve keşif
koludur. İstihbaratta kör ve sağırsanız, politikalarınızı muhkem doneler
üzerine inşa edemez, karambol rüzgarlarına boyun eğersiniz. Pokerde çektiğin
kartı rakip oyuncu görüyorsa politik hamle planlamanız beyhudedir.
Türkiye'nin CIA, MOSSAD veya Rus SVR gibi
istihbaratta ekol teşkil eden servisler karşısında beklenen etkiyi ve
yırtıcılığı gösterememesi, zorumuza gitse de kaçınılmaz bir gerçeği gösterir.
Ama hiçbir zaman başarılı istihbarat operasyonlarıyla espiyonaj literatürüne
geçmeyen vasat İran istihbarat unsurlarının, bugünün Türkiye'sinde cirit
atması, buna rağmen merkezi istihbaratımızca tespit edilememesinin açıklaması
yoktur. Ülkedeki Acem entrikalarını deşifre etsin diye Kuşçubaşı Eşref'i
çağırma imkânımız yok.
Acemler'in ülkemize nüfuzu açısından bugünkü durumun Şah İsmail döneminin
Osmanlı'da gösterdiği espiyonaj faaliyetlerinden daha vahim olduğu söz
götürmez. Üstelik Devlet-i Aliyye Acem çaşıtlarına
karşı azami direnç gösterebilmiş, sertliğe varan sıkı tedbirler almıştır. Ama
bugün Türkiye'de cirit atan Acem çaşıtlarına karşı etkili bir İKK faaliyetinin
yürütül(e)mediği acı bir gerçektir.
Hele dış oparetif
hamleler konusunda Enver Paşa'nın kurduğu Teşkilat-ı Mahsusa bile bugünün
MİT'inden daha yırtıcı ve daha ileri bir konumdaydı. (İnsana dayalı klasik
istihbaratta-Human Intelligence) Bugün MİT, çözüm
sürecinin ayrılmaz bir parçası haline gelen Kuzey Suriye'nin kaderinde söz sahibi
bile olamazken... Süleyman Askeri Bey'in başında bulunduğu Teşkilat-ı Mahsusa,
özel bir timle, 1913 İstanbul Anlaşması sonucu Bulgarlar'a
terk edilen Batı Trakya'da, Osmanlı Devleti'nden ayrı bağımsız bir Batı Trakya
Türk Devleti bile kurmuştur. İttihatçılara övgüler düzdüğüm sanılmasın. Adamlar
ne büyük iş koymuşlar, istihbaratta pes doğrusu dedirtmişler ona bakın.
İnanabiliyor musunuz, bir istihbarat servisi Türkiye Cumhuriyeti'nden önce, ilk
Türk Cumhuriyeti'ni kuruyor. Temmuz 1913'te Edirne'nin geri alınmasından kısa
bir müddet sonra, Enver Paşa'nın emirleri üzerine bu bölgeyi Bulgarlar'dan kurtarmak ümidiyle kısa ömürlü bile olsa Batı
Trakya Muhtar Türk Cumhuriyeti'ni kurdu.
Bunu da geçelim.
Teşkilat-ı Mahsusa Batı Trakya Muhtar Türk
Cumhuriyeti'ni kurduğunu ilan edince Bulgar ve Yunan Krallığı bu cumhuriyeti ve
hükumetini tanımak zorunda kaldılar. Hükumet ise hemen para ve pul bastırır.
Kurulan hükumetin geçici başkanlığına teşkilatın güvendiği bir isim olan
Gümülcine belediye başkanı getirilir. Bölge ve yeni kurulan hükumet her yönden
ve şartlar neyi gösterirse göstersin bütünüyle Teşkilat-ı Mahsusa'nın
kontrolü altındadır. Ve kurulan bu cumhuriyetin asker sayısı 4 Ekim 1913 tarihi
itibariyle 29.000 olduğu zikredilmiştir. Bu devlet 25 Ekim 1913'e kadar yaşar.
Teşkilat-ı Mahsusa'yı
5 yıl sonra yine bir başka Türk Cumhuriyeti kurarken görmekteyiz. Hem de bu
defa Balkanlar'dan binlerce kilometre uzakta, Doğu Anadolu hududunda bir
devletin kuruluşuna öncülük ettiğini görüyoruz. Bu devlet ise, Kars ve
civarında 1918'de kurulan Azerbaycan Türk Cumhuriyeti'dir.
Biz istihbaratımızdan sağda solda devlet
kurmasını, gidip oraları fethetmesini de istemiyoruz. Kendi devletinizi 3
paralık Acem dilberlerine ve SAVAMA casuslarına karşı koruyabilin; ülkenizin kalbinden
Tahran'a canlı yayın yapmasınlar, istihbaratımızı bu kadar da ayağa düşmesin
diyorum. Devletin tepesinde konuşulanlar, sanki İran'ın VEVAK merkez ofisinde konuşulmuşcasına kolay sızmasın istiyorum. Karşınızdakiler
CIA, MOSSAD ve SVR gibi yüksek teknolojili efsane bir servis de değil. Çok şey
mi istiyorum?"
-1/10/2013
tarihli "Savak’tan Vevak’a
İran İstihbaratı" başlıklı yazısının içeriği şöyledir:
"Geçen
yıl aralıkta ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon) İran İstihbarat Teşkilatı'nı Ortadoğu'nun
en güçlü servisi olarak tanımladı. Pentagon, İran'ın aktif 30 bin istihbarat
personeline işaret ediyordu. Acem istihbaratının retrospektifi ve bugünü,
Pentagon'un haklı olduğunu gösteriyor.
1953'te Şehinşah
Muhammed Rıza, Batılı istihbarat örgütlerinin (CIA-MOSSAD) desteğiyle 1957'de
SAVAK adlı istihbarat servisini kurdu. Nüfuzunun zirvesindeyken SAVAK'ın kadrolu, ajan çalıştırma yetkisine sahip 13
Seksiyon Şefi vardı. Bu şekilde ABD'de eğitim gören 30 bin İranlı öğrenciyi
kontrol edebilen bir sistemi de hayata geçirmişlerdi. Bu sistem Humeyni ve
sonrasında da daha sofistike bir şekilde uygulamaya devam edildi. Halen de
böyledir.
Bugünkü SAVAMA'nın sofistike
espiyonaj ağından bizimkilerin ne kadar haberi var bilinmez. ABD'deki SAVAK
ajanlarının başı, İran Elçiliği'nde ataşe kisvesi altında çalışıyordu. Bu
faaliyetlerden FBI, CIA ve ABD Dışişleri Bakanlığı haberdardı. SAVAK'ı gördüler ve kontrol ettiler. Şah'tan sonra Humeyni,
ilk iş olarak SAVAK'ı lağvetti. Servisin ileri
gelenleri yargılanarak idam edildi. Yüksek rütbeli SAVAK ajanları 1979-81
yılları arasında yok edildi. Böylece şahlık döneminin meşhur SAVAK'ı yerini Molla rejiminin SAVAMA'sına
bıraktı. 1984'te Muhammed Reyşehri'nin başkanlığında
ülkedeki güvenlik ve istihbarat birimleri örgütlenerek Vezaret-i Ettela'at Ve Amniyet-i
Kisvar-VEVAK (İstihbarat ve Güvenlik Bakanlığı)
kuruldu. VEVAK, kuruluşundan itibaren SAVAMA'nın
rolünü üstlendi. Ülke içi muhalefeti ortadan kaldırmak için bazı eski
istihbarat subayları ile alt rütbedeki SAVAK ve eski ordu istihbaratçıları da VEVAK'ta görevlendirildiler. Geniş bütçesi ve devasa
örgütlenmesiyle VEVAK, İran yönetimindeki en güçlü bakanlıklardan birisidir. Bakanlık
geleneksel olarak Ali Hamaney'in Velayet-i Fakih
Örgütü'nün rehberliğinde faaliyet göstermektedir. Asli personeli ya İran
elçilik ve konsolosluklarında çalışan diplomatlar veya rehberlik ve propaganda
temsilcileridir. Gayri resmi personel arasında Iran Air,
İranlı öğrenciler, iş adamları ve bazı muhalefet mensupları da bulunmaktadır.
İran, 1979'dan bu yana "şiddet eylemlerini" dış politikanın güçlü bir
"enstrümanı" olarak kullanmaktadır. Hem de en üst düzeyde.
İran Cumhurbaşkanı ve dinî liderlik "onay"
makamı olarak bu konuda baş sorumluluğu yüklenmektedir.
VEVAK, bilgi toplamanın yanında radikal
gruplar ve İslâmi Hareket Örgütleri ile irtibat
sağlamaktan sorumludur. VEVAK güdümlü faaliyetler, iki hedef ekseninde
gerçekleşir: Rejim muhaliflerini cezalandırmak ve İslâm Devrimi'ni ihraç etmek.
Bugünün Türkiye'si de her iki hedefin namlusundadır. Zira Şii jeopolitiğine
engel teşkil ettiğiniz sürece rejim muhalifi gibi operasyon hedefisiniz.
Üst yapı olan VEVAK bünyesindeki istihbari eylem kurumları ise şunlar:
1- SAVAMA
Asli dış istihbarat servisidir. Batılı
ülkelere (Türkiye'ye) yönelik faaliyetler, Hizbullah ve diğer dini motifli
örgütlerin faaliyetlerini yönlendirir. 2000'lerin başında Lübnan, Sudan ve
Almanya'da ana faaliyet merkezleri vardı.
2- Devrim Muhafızları (PASDARAN)
120 binin üzerinde askeri personeli olan yapı,
rejim muhaliflerini takip etmekle görevli bir istihbarat ünitesine de sahiptir.
Ayrıca "Basij" adı verilen gönüllüler de PASDARAN'ın kontrolü altındadır. 1988'de 900 bin elemanı
olan yapı, Şii itikadına (jeopolitiğine) uymayan kişilerin tespiti ve
yakalanmasında yardımcı olmaktadırlar. Son dönemde İran'ın Türkiye'ye
sızmasında ve Türk bürokratlara yönelik bal tuzağı operasyonlarında PASDARAN'a bağlı Basijler'in
oldukça etkili oldukları gözlenmektedir. Dış operasyonlar her halükarda SAVAMA ile ortak yürütülmektedir. Yine başında bir
general bulunan PASDARAN'a bağlı "Kudüs
Kuvveti" ülke dışı harekâtlardan sorumludur.
3- Kurtuluş Hareketleri Dairesi
PASDARAN'ın Körfez Taburu olarak kuruldu. Nisan 1995'te PKK, ASALA, Japon Kızıl
Ordusu ve Hizbullah gibi uluslararası terör örgütleri ile bir toplantı
düzenledi. Daire, bu örgütlere askerî, malî ve lojistik destek vermeyi taahhüt
etmişti. Bu taahhüdünü hâlâ sürdürüyor.
4- Bidayette ABD sistemine göre dizayn edilen
İran Genelkurmay İstihbarat Başkanlığı (J-2)
Bugün İran'ın Türkiye operasyonları özellikle
PASDARAN ve SAVAMA tarafından yönlendirilmektedir.
ABD, Acem çaşıtlarını gördü ve durdurdu.
Konu teknolojik istihbarat değil insana dayalı
beşeri istihbarat olduğu halde Milli kurumlarımız,
Türkiye'yi ana faaliyet merkezi haline getiren Acem çaşıtlarını görüp de mi
durduramadı yoksa görmediği için mi durduramadı veya dost unsur deyip hiç mi
oralı olmadı bilinmez."
-7/10/2013 tarihli
"İstihbaratta Mut'a Operasyonları" başlıklı yazısının
içeriği şöyledir:
"Şeytanın
bir yüzü İsrail'se diğer yüzü İran'dır. Ne ilginç bir menfaat kesişmesidir ki,
Ortadoğu'da Şii-Sünni polarizasyonunun yükselmesi en çok ikisinin işine
yarıyor. İran, mezhepsel gerilimin tırmanmasıyla Şii jeopolitiğinde aktif
taşların ve dekorların kımıldatılamayacak şekilde yerine oturmasını sağlıyor.
İsrail ise, etrafındaki İslam ülkelerinin Şii-Sünni gerginliğiyle birbirini
operasyon hedefi haline getirdiğini görerek huzur duyuyor. Şii-Sünni gerilimi,
İsrail ve İran'a kazandırırken, Türkiye'ye kaybettiriyor.
Bu kaygan zeminde operasyonel
istihbarat, Türkiye'nin ve bölgenin kaderinde belirleyici parametrelerin
başında geliyor. Kadın cazibesine dayalı istihbari
operasyonların şövalyesi MOSSAD iken, bugünün VEVAK'ı
bal tuzakları konusunda MOSSAD'ı büyük ölçüde geride bıraktı. MOSSAD'ı bile
rahatsız edecek ölçüde... Pasdaran ve Savama
tarafından sevk ve idare edilen, özellikle Türkiye'de yoğun faaliyet gösteren Basij kadınları, bal tuzağında MOSSAD kadınlarını
unutturdu.
Şahide bile gerek yok
Bir 'İslam ülkesi' olan İran, istihbarat
namına İslam hukukunca zina kabul edilen bir eyleme nasıl göz yumabiliyor?
Mut'a nikâhıyla.
Bilineceği üzere mut'a
nikâhı, bir erkeğin, rızası olan bir kadınla, bir ücret karşılığında, belirli
bir süreliğine evlenmesidir. İran'da egemen Şia itikadında mut'a
nikâhının gerçekleşmesi için her iki tarafın rızası, ücret ve sürenin
belirlenmiş olması gerekli ve yeterlidir. Şahide bile gerek yoktur.
Şii jeopolitiğinin etkili kılınmasında en
önemli enstrümanlardan biri olan mut'a nikâhı, Wikileaks'e de konu oldu. Wikileaks
belgelerine göre de, İran mut'a
nikâhını diplomatik amaçlı kullanıyordu. Aralık 2010'da Wikileaks
tarafından ifşa edilen Bağdat ABD Büyükelçiliği'nin diplomatik belgelerinde,
'İran'ın mut'ayı yaygınlaştırmaya çalıştığı,
Irak'taki etkisini güçlendirme gayesiyle Arap aşiret şeyhlerine mut'ayla kadın temin ettiği' yönünde önemli bilgiler vardı.
Yine Wikileaks'ce
yayınlanan ABD Bağdat Büyükelçiliği'nin diplomatik belgelerinde İran'la ilgili
önemli bir detay daha vardı: İran'ı ziyaret eden Iraklı aşiret liderlerinden
biri şöyle diyor: 'İran'ı ilk ziyaretimizin ardından bu ülkeyi ziyaret eden tüm
aşiret önderlerinin mut'adan istifade ettiklerinin
farkına vardım!'
Wikileaks'e göre aşiret lideri şu çarpıcı ifadeleri de ekliyor: 'İran'a her
gittiğimde akrabalarımıza tedavi için oraya gittiğimizi söylüyorduk. İran'da
bizler İranlı yetkililerin sağladığı imkânları kullanıyor, mut'anın
keyfini çıkarıyorduk.' Nitekim Kuwait Times'a göre, Beşşar Esed'in danışmanı Buseyna Şaban, 23 Aralık 2011'de yaptığı basın
açıklamasında, ellerinde Körfez ülkeleri liderlerinin seks kasetlerinin
bulunduğunu belirterek, bunları internet sitelerinde yayınlayabileceklerini
söylemişti.
Pasdaran arşivlerinde yer alıyor.
Şaban, 'kasetleri internet sitelerinde
yayınladıktan sonra Arap yetkililer elimizdeki kozları görecek' demeyi de ihmal
etmedi. Bu açıklamadan sonra Körfez ülkelerinin Beşşar
Esed'e olan baskılarındaki azalma dikkate şayandır.
Acem yetkilileri misafirlerine mut'a namıyla kadın
ayarlarken bunları kuşkusuz misafire haz ikramkârlığıyla
yapmıyorlar. Acem istihbaratınca kayda alınan tüm mut'a
eylemleri, zamanı ve yeri geldiğinde kullanılmak üzere Pasdaran
arşivlerinde yerini alıyor. Nikâh anlayışı bu noktada olduktan sonra, Acemler'in espiyonajda kadın kullanması ve sonuç alması çok
daha kolay ve etkilidir."
-8/10/2013 tarihli "İstihbaratta
Mut'a Operasyonları-2" başlıklı yazısının içeriği şöyledir:
"2000'li yılların başlarında Lübnan,
Sudan ve Almanya VEVAK ana faaliyet merkezleri iken, bugün Türkiye de VEVAK'ın ana faaliyet merkezi konumuna yükselmiştir.
Yalan yok. İstihbarat ve terör sahasında kadın
sadece bir araçtır. Kadın hakları, kadına saygı, pozitif ayrımcılık gibi
kavramlar istihbaratta sadece komedi unsurudur. Kadın cinselliğine dayalı bal
tuzağı operasyonlarında efsane KGB ve MOSSAD'ın namı yaygındır demiştim. Lakin
bu işte kullanılacak kadını bulmak ve eğitmek kolay değildir. Mesela MOSSAD
operasyonu olan Vanunu olayında kadrolu bir Bat Leveyha ajanı olan Cheryl Ben Tov'un hedefle cinsel ilişkiye girmek dahil tüm görevi
kabul etmesi, servisçe aşılması gereken bir kademeydi. Cheryl
görev gereği yatabileceğini söyledi de ancak bundan sonra eğitim aşamasına
geçilebildi. MOSSAD bu kadın ajanı operasyonda kullanmak üzere Telaviv'de değişik güvenli evlerde haftalarca eğitip bir
sürü testlerden geçirmişti.
KGB'ye sattı
Bu eğitimlerde hızlı bir ekrandan nasıl
geçeceğini, çok sayıda isimleri nasıl ezberleyeceğini, otururken nasıl silah
çekeceğini, silahını kalça üstünde ve iç çamaşırının içinde nasıl saklayacağını
ve silahına kolayca ulaşabilmek için eteğine nasıl gizli bir yırtmaç
yapabileceğini öğrettiler. Bu zorlu ve zaman gerektiren bir eğitim demek.
1972'de KGB örgütünden ayrılan Hola kod adlı Melita Norwood, Londra'daki görevlerinde, vücudunu KGB misyonu
için erkeklere nasıl sattığını şöyle anlatıyor: 'Servislerin bir kuralı vardır.
Bir kadın ajan, bilgi alacağı erkeğe aşık olursa, onun
işi biter. Ama ben profesyoneldim.
'Hola bu sayede 1930
ve 1972 yılları arasındaki İngilizler'in tüm nükleer
sırlarını KGB'ye yollamıştı. Vera kod ismiyle yazılan
bir kitapta, KGB'nin, kadın ajanlara seksi nasıl kullanacağının öğretildiği
anlatılmaktadır. Bu anlatımlara göre servisin önde gelenleri, ilk olarak kadın
casuslara seks teknikleri öğretiyorlardı. Hatta utangaçlık ve çekingenliklerin
kaybolması için toplu seks yapıldığı da zikrediliyor. Vera
seks dersi aldığı günleri şöyle anlatıyor: 'Kendimizi asker, vücudumuzu da
silah gibi görmemiz öğretildi. Derslerin sonunda herhangi bir erkekle
yatabilecek ve ondan istediğimiz bilgileri alabilecek seviyeye gelmiştik'
Servislerin bal tuzağı operasyonlarındaki en
büyük kozu, sahaya süreceği kesinlikle güzel olması gereken kadını bulabilmek.
MOSSAD, CIA, Ruslar'ın eski KGB ve bugünün SVR'si asli servis elemanları olan güzel casusları bile bu
işlerde kullanmaktan asla geri kalmamışlardır. Lakin operasyonlara yeter sayıda
güzel kadın ajan çoğu zaman yoktur. Bu halde servislerin asli kaynakları,
fahişeler, masaj salonları ve manken ajanslarıdır. Özellikle Rus SVR, MOSSAD ve
CIA, manken ajanslarını servisin normal bir seksiyonu gibi fütursuzca
kullanırlar.
Kaynağı İran
İran ise anlattığım tüm bu zahmetlerin ve ajan
eğitim sıkıntılarının hiçbirine girmez. Buna gerek yoktur çünkü. Mut'a nikâhıyla
bu tür operatif istihbarat ustalıklarına,
eğitimlerine bile gerek kalmaz. İran Şia itikadına göre mut'a,
tarafları karı koca yapar çünkü. Ve Pasdaran'ın
yönlendirmesine hazır yüz binlerce (1988'de 900.000) gönüllü Basij kadını da mut'a nikâhı için
hazırdır. Mut'a operasyonunda kadın için hedef erkekle yakınlaşmak, bakışların
teması, cazibe yaymak, kuşku çekmemek, erkeği etkileyecek giyim tarzını
tutturmak gibi hassas rollere gerek kalmaz. Bir tek mut'a
nikâhı iki yabancının arasındaki mesafeleri kapatıverir. Mut'a kadını bilgiyi Pasdaran ve SAVAMA unsurlarına hangi periyotlarla ve
kanalla aktaracak, hedefle ne kadar birlikte yaşayacak bunu bilmesi yeterli.
Bugün Beşşar Esed'in muhaberatının elindeki mut'a
kaset arşivinin kaynağı da İran'dır. Suriye'de devlet sisteminin ve sosyal
hayatın seküler olması sebebiyle Suriye ziyaretindeki
pek çok Ortadoğulu devlet adamı, kendilerine tahsis edilen odalarda kapılarını
tıklayan güzel kızları devletin bir ikramı olarak kabul ederek arka arkaya
tezgâha düştüler. Türkiye'nin şah damarına çöken bu Acem oyununa devam
edeceğiz."
-FETÖ/PDY terör örgütü lideri Fetullah
Gülen'in 8/7/2013 tarihinde yayımlanan ve alüfte takibiyle ilgili yaptığı
belirtilen "İffet, Allah Aşkına
İffet!" başlıklı konuşmasıyla tamamen aynı içerikte olduğu ve
soruşturma kapsamındaki devlet yetkilisi, bürokrat, gazeteci/yazar, iş adamı
konumundaki çok sayıda mağdur ve müştekinin hedef alındığı ayrıca MİT'i hedef
alan ve MİT görevlilerini İran ajanlığıyla suçlayan ifadelerin bulunduğu
belirtilen 10/10/2013 tarihli "Mut'a
Arşivlerinde Kimler Var?" başlıklı yazısının içeriği şöyledir:
"İran
cumhurbaşkanlarından Rafsancani, 90'lı yıllarda gençleri mut'aya
teşvik eden hutbeler okumuştu. İran resmi makamlarının, mut'a
araştırmalarında, '10 milyon kişinin mut'a sebebiyle
evlilikten daima kaçındığı' sonucuna ulaşılmıştı. Bu da mut'anın
bazı Şiiler'in iddialarının aksine istisnai bir
uygulama olmadığının nişanesi.
10
dakika ile 99 yıl arasında süren mut'alar
Bugün İran'da 10 milyon civarında insan mut'ayla cinsel birliktelik yaşıyor. Hal böyle olunca
sorumlulukları olan evlilik kurumuna herkes uzak duruyor. 4-5 saatlik mut'ayla dünyaya gelen ve kimsenin sahip çıkmadığı çocuklar
ortada kalıyor. Çoğu mut'a süresi bittikten sonra
doğan bu zavallı bebekler, cinsel heveslerini tatmin edip terk eden babalarınca
reddediliyor; bakımları üstlenilmiyor. Karnındaki bebekleriyle terk edilen
binlerce annenin göz yaşartıcı akıbetleri içler acısı. Talihsiz mut'a kadınları, sokaklarda ve izbe evlerde sefalet içinde
yaşamaya mahkûm ediliyor. Küçük çocuklarının ellerinden tutup caddelerde
erkekleri durdurarak kendilerine mut'a yapması için
yalvaran kadınların görüntüleri, yazık ki İran ve İranlılar için alışılmış
enstantaneler.
Hatta Meşhed şehrinde
El-Rızavi Örgütü tarafından açılan genelevin kuruluş
gayesi ilanda şöyle anlatılmaktadır: 'Örgütümüzce açılan genelev, İmam Rıza'nın
türbesini karılarından uzakta kalarak ziyaret eden kardeşlerimizin ruhaniyet
ortamlarını ve kalp rahatlığını temin etmek içindir.' Üstelik 'Besmele' ile
başlayan bu ahlaksız ilanda mut'a sürelerine göre
fiyatlar belirtilmekte, '12-35 yaş arası bacılarımız' denilerek çalışmaya
(fuhşa) davet edilmektedir. Ve mut'a, İran'ca en
etkili istihbarat araçlarından biri olarak başarılı bir şekilde kullanılıyor.
Iğdır'da yakalanan İranlı Z.Y. adli
soruşturmada, Pasdaran'ca yönlendirildiğini,
kendisine 'Ne sorarlarsa ne görev verirlerse yap. Açık ol. Seni Türkiye'ye
yasal yollardan sokacaklar' dediklerini ifade etmişti.
Peki, VEVAK/Pasdaran
mut'a arşivlerinde saklanan görüntülerde kimler var?
Kendi ülkesinde Acem oltasına takılan ve kayıtları Pasdaran'a
intikal eden, angaje olan bürokrat ve siyasiler dışında ... İran ve Suriye
gezilerinde mut'a macerasına girenlere bakalım:
-Mut'adan istifade
eden bazı devlet adamları
-Siyasiler ve kritik nokta bürokratları
-İş dünyasının önemli simaları
Zaman ve zemine göre azami istifadeyle
kullanılacağı an geldiğinde arşivden çıkar ve misyonunu ifa eder. Mevcut
arşivler Şii jeopolitiğinde yer alan tüm aktörler lehine ve karşıtlar aleyhine
kullanılmaktadır. Suriye Muhaberatı da İran tarafından eğitiliyor. Mut'a
operasyonlarıyla İran'ı ve Suriye'yi ziyaret eden Ortadoğulu devlet adamları,
siyasiler, istihbaratçılar ve bürokratlar tuzağa düştüyse önlerinde iki yol
kalır. Ya Şii jeopolitiğine ve talimatlarına ram olmak veya görüntülerin
servisiyle prestijinin/istikbalinin yerle bir olmasını kabul etmek.
Mut'a eksenli bal tuzağı, en vurucu ve yıkıcı
etkisini İslam ülkelerinde doğurur. Zira bir İslam toplumunun önde gelenlerinin
mut'a maceralarının servis edilmesi, zina açısından o
kişinin manen idamıdır. Türkiye'de mut'a entrikasının
azami sonuç doğurduğu bir toplum yapısına sahiptir.
Adam gibi kontrespiyonaj yapmazsanız ...
Başka istihbarat hamlelerine gerek bile
kalmadan sadece Acem bal tuzağıyla, merkezi istihbaratınızdan devlet
kademelerine kadar yüzlerce stratejik noktada, Acemler'e
prangalı köstebekler peyda olur. Ve ne olur biliyor musunuz? Darbecilerden daha
da vahşi bir şekilde bu ülkenin gövdesini kemirirler ve ülkenizi Acem
şeytanlarına teslim ederler. İsrail askeri istihbaratı SHABACK, Hamas ve El Fetih yöneticilerinin seks kasetlerini bile
servis etmişti. Dil öğrenmek ve eğitim gibi mazeretlerle İran ziyaretinde
bulunan ve istikbal vadeden kişiler tespit edilip mut'a
tezgâhına alınır. Ve arşive kaldırılmak üzere kayda geçilir. İş adamları ve
varlıklı kişilerin mut'a turları da kayıttadır.
Bugün İran'ın hararetle müdafiliğini
yapanların geçmişlerine bakıldığında belirli sürelerle İran'da bulunmuş olması
dikkat çekicidir. HABER KAYNAĞIMA GÖRE mut'ayla Acem
tarafına çekilen Türk kamu görevlileri olduğu gibi, en kritik noktalara sızan
ve sonradan angaje edilen VEVAK unsurları da var. Türkiye'deki İran yanlısı
STK, yayın, yazar, siyasi, dernek ve vakıfların çokluğu İran istihbaratına
etkili manevra sahaları açıyor.
Merkezi istihbaratımıza ve bürokrasiye
sızan/angaje edilen/uyandırılan Acem köstebekleri var ki o konuya henüz hiç
temas etmedik."
ii. İddianamede, bu temel suçlamaya bağlı olarak başvurucunun
özellikle anılan yazıları yazdığı dönemde kendi adına kayıtlı telefon
numarasından görüşme yapmayı kestiği ve başkası adına kayıtlı olan telefonlarla
FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlar nedeniyle haklarında soruşturma başlatılan
-17-25 Aralık ve MİT tırları soruşturmasında görev alan- emniyet mensupları ve
firari gazeteciler ile görüşerek FETÖ/PDY liderinden alınan talimatları gereçekleştirmeye çalıştığı ileri sürülmüştür. Bu bağlamda
başvurucunun kullandığı tespit edilen T.K. isimli kişi adına kayıtlı telefon
numarasının Hızlı Veri Toplama Sistemi (HTS) kayıtlarınınincelenmesi
sonucunda şu tespitlere yer verilmiştir:
-Başvurucu, FETÖ/PDY terör örgütü ile bağlantılı suçlar
nedeniyle hakkında yakalama kararı çıkarılan ve hâlen kaçak olan E.U. ile
2/12/2013 tarihinde saat 08.36'da 203 saniye (17 Aralık girişiminden 15 gün
önce), 3/12/2013 tarihinde saat 10.45'te 397 saniye (17 Aralık girişiminden 14
gün önce) görüşme yapmıştır.
-Başvurucu, FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlar nedeniyle açılan ve
İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesince yargılaması yapılan davanın tutuklu sanığı
G.A. ile 27/8/2014 tarihinde -22 Temmuz 2014 tarihli operasyondan hemen sonra-
saat 13.40'ta 169 saniyegörüşme yapmıştır.
-Başvurucu, FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlar nedeniyle tutuklu
bulunan N.A.dan 28/7/2014 tarihinde saat 07.36'da
mesaj almıştır.
-Kamu görevlisine hakaret suçundan hakkında yakalama kararı
çıkarılan ve hâlen kaçak olduğu belirtilen Ö.A. ile 2/12/2013 tarihinde saat
08.27'de 312 saniye, 21/12/2013 tarihinde saat 13.22'de 52 saniye, 27/12/2013
tarihinde saat 00.14'te(mesaj aldığı), 27/12/2013 tarihinde saat 00.18'de 44
saniye,15/3/2014 tarihinde saat 20.08'de 368 saniye, 18/3/2014 tarihinde saat
20.11'de 60 saniye, 19/3/2014 tarihinde saat 17.42'de 346 saniye,19/3/2014
tarihinde saat 17.51'de 100 saniye, 29/3/2014 tarihinde saat 12.18'de 316
saniye, 1/4/2014 tarihinde saat 15.41'de (mesaj aldığı), 1/4/2014 tarihinde
saat 15.42'de (mesaj aldığı), 11/4/2014 tarihinde saat 17.22'de (4 mesaj
aldığı), 11/4/2014 tarihinde saat 17.25'te (mesaj aldığı), 11/4/2014 tarihinde
saat 18.56'da 332 saniye, 28/4/2014 tarihinde saat 19.08'de 98 saniye ve
23/5/2014 tarihinde saat 18.46'da 248 saniye görüşme yaptığı tespitlerine yer
verilmiştir.
iii. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığınca 5/1/2016 tarihli yazı
ekinde gönderildiği ve FETÖ/PDY'nin Ege Bölgesi'ndeki
üst düzey imamlarından olduğu belirtilen N.İ. isimli kişinin, adı bilinmeyen
bir kişiyle yaptığı görüşmenin ses kaydı çözümüne yer verilmiştir. Konuşma
içeriği şöyledir:
"N.İ.:
Tabi. En tutarlı yazı yazan Gültekin Avcı'dır televizyonda.
X Şahıs: Dehşet bir adam.
N.İ.: Gazetede yazı yazan, hoca efendiye ben
götürdüm onu, kendisini götürmedim de kitaplarını götürdüm, hocam böyle biri
var böyle bir yerde yazı yazdırsak, televizyonda program yaptırsak diye hoca
efendiye. Hoca efendi olur dedi. Siz tezkiye ediyorsanız olur dedi. Dedi Bugün
Gazetesi'nde yazdırsınlar dedi.
X Şahıs: Çok cesur ya.
N.İ: Ve şu anda hoca efendinin en tutarlı
konuşması olarak beğendiği o. Yani benim bir hediyemdir o Samanyolu'na.
Gültekin çok kitap okur hala her gece taa sabah
namazına kadar kitap okur, sabah namazını kılar, ona kadar yatar, kalkar abdest
alır iş yerine gider. İş yeri de formalite gereği bu iş yeri yani."
-Sonuç olarak başvurucunun FETÖ/PDY lideri Fetullah
Gülen'in konuşmalarıyla eş zamanlı olarak muta nikâhı ve sözde Selam Tevhid terör örgütü
soruşturmasıyla ilgili yazılar yazarak kişileri itibarsızlaştırmak, Türkiye
Cumhuriyeti Hükûmetini ve bir kısım kamu görevlilerini terör örgütleriyle
irtibatlı göstermek amacıyla kamuoyu oluşturmaya çalıştığı ve bu yönde algı
oluşturmak için etki ajanlığı/nüfuz casusluğu yaptığı ileri sürülmüştür.
İddianamede ayrıca başvurucunun sözde Selam Tevhid terör örgütü soruşturması kapsamında
gerçekleştirilen 17-25 Aralık ve MİT tırları soruşturmalarına zemin hazırlamak
için diğer şüphelilerle işbirliği içinde algı
oluşturmaya çalıştığı iddia edilmiştir. Başvurucunun FETÖ/PDY lideri Fetullah Gülen'in ve E.U.nun
talimatlarını -anılan soruşturmaları gereçekleştiren
kişilerle ilgili yapılan soruşturma sonunda açılan kamu davası uyarınca
yargılamaları devam eden diğer sanıklarla birlikte- resmî hiyerarşinin
dışındaki ast üst ilişkisi içinde bilinçli, sistematik ve koordineli biçimde,
eylem ve fikir birliği içinde gerçekleştirdiği iddia olunmuştur.
23. İddianame İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesince 7/4/2016
tarihinde kabul edilmiş ve diğer sanıklarla ilgili yargılaması devam eden
E.2015/297 sayılı dosya ile birleştirilerek bu dosya üzerinden başvurucu
hakkında kovuşturma aşaması başlamıştır.
24. Mahkemece 7/6/2016 tarihinde yapılan duruşmada başvurucunun
savunması alınmıştır. Başvurucu; savunmasında özetle altı tane köşe yazısının
suçlama konusu yapıldığını, öncelikle iddianamede suç ile deliller arasındaki
nedensellik bağının ortaya konulmadığını belirterek kendi dosyasının Selam Tevhid örgütü
soruşturmasını yapan ve daha sonra haklarında soruşturma yürütülerek kamu
davası açılan sanıkların dosyası ile birleştirilmesinin doğru olmadığını,
yazdığı yazıların bu soruşturma dosyası ile herhangi bir bağlantısının
bulunmadığını ileri sürmüştür. Başvurucu; yazılarının içeriğinde suç unsuru
bulunmadığını, kesinlikle algı oluşturma ya da kişileri itibarsızlaştırma gibi
bir gayesinin olmadığını, kaldı ki yasal mevzuatta böyle bir suç tanımlamasının
bulunmadığını savunmuştur. Başvurucu, eski savcı olması, istihbarat konusunda
çalışmalarının bulunması ve bu konularda kitaplar yazması nedeniyle o tarihte
güncel olan muta nikâhı ve istihbarat servisleriyle ilgili yazılar yazmasının
doğal olduğunu; yazıların uyarı amaçlı olduğunu, bunun dışında başka bir amaçla
yazılmadığını ifade etmiştir. Başvurucu; hiçbir gruba mensubiyetinin
bulunmadığını, dolayısıyla Fetullah Gülen veya E.U.dan talimat aldığı iddialarını kabul etmediğini, örgüt
suçlamasının soyut iddiadan ibaret kaldığını, şöyle ki iddianamede örgüt şeması
ve kendisinin bu örgütün hangi kademesinde yer aldığının gösterilmediğini,
ayrıca gizli bilgileri açıkladığı yönündeki iddianın da doğru olmadığını, yazı
içeriklerinde ilk defa ortaya konulan bir bilginin bulunmadığını, kendisinden
önce aynı konuda ulusal gazetelerde birçok yazı ve haber yayımlandığını, ayrıca
yazılarında doğrudan Türkiye ile ilgili bir şey olmadığını savunmuştur.
Başvurucu; iddianamede delil olarak gösterilen iki kişi arasındaki konuşmanın
kendisi dışında gelişen bir görüşme olduğunu, içeriğini kabul etmediğini, kaldı
ki bu görüşmenin tespiti için gerekli iletişimin dinlenmesi kararının
bulunmadığını, dolayısıyla hukuka aykırı olarak elde edilen delilin aleyhine
kullanılamayacağını, yine iddianamede yer verilen HTS kayıtlarında görüşme
içeriklerinin tespit edilmediğini, sadece bu görüşmelerde talimat aldığı
varsayımına dayanıldığını ve HTS kayıtlarının tek başına delil değerinin
bulunmadığını, ayrıca yazıların 2013 Ekim ayında yazıldığını -hatırladığı
kadarıyla bir tazminat davasına ilişkin olan- E.U. ile olan görüşmesinin ise
2013 Aralık ayında gerçekleştiğini, dolayısyla
yazılarının talimatla yazıldığı iddiasının doğru olmadığını savunarak
suçlamaları kabul etmemiştir.
25. Mahkeme Heyeti, katılan ve müşteki avukatlarınca sorulan
sorulara başvurucu özetle;
-25/9/2013 ve 24/10/2013 tarihleri arasında telefon görüşmesi
yapmadığı iddiasının doğru olmadığını, bu bağlamda yazıların yazıldığı
tarihlerde iletişim kaydı vermemek için telefon kullanmadığı ya da başkası
adına kayıtlı telefonu kullandığı iddialarını da kesinlikle kabul etmediğini
ifade etmiştir.
-Yazılarının haber kaynağının daha çok kendisine gelen
elektronik postalar olduğunu -ancak sayılarının çok olması nedeniyle bunların
tespitinin mümkün olmadığını- kendisinin de bu mailleri kaynak gösterdiğini
savunmuştur.
-İlk kez deşifre olup soruşturmanın basına yansıdığı tarihte
-yani 24/2/2014 tarihinde- Selam Tevhid
soruşturmasından haberdar olduğunu, bu soruşturmayı yapan polis müdürlerini ise
kendilerine yönelik olarak 24/7/2014 tarihinde yapılan operasyonla tanıdığını,
öncesinde kesinlikle onlarla bir görüşmesinin olmadığını savunmuştur.
-İddianameye konu yazıları yazarken kesinlikle içeriden ya da dışarıdan
kimseden talimat almadığını, algı oluşturmak gibi bir amacının olmadığını, adı
geçen dizileri takip etmediğini, dolayısıyla Fetullah
Gülen'in konuşmaları veya anılan dizilerde işlenen konularla kendi yazılarının
aynı döneme denk gelmesinin (Başvurucu bunu kabul etmiyor.) tesadüf olduğunu,
yazdığı konuların güncel konular olduğunu belirterek suçlamaları kabul
etmemiştir.
-Yazılarında bahsettiği bir kısım bilgileri Selam Tevhid soruşturmasında verilen kovuşturmaya yer olmadığına
dair karara itiraz eden polislerin itiraz dilekçelerinden öğrendiğini yani
polislerden aldığını, muta nikâhıyla ilgili bir kısım bilgileri ise mutacı bir arkadaşından yani onun anlattıklarından
edindiğini ileri sürmüştür.
26. Mahkemece 9/6/2016 tarihinde yapılan celsede, tutuklu
kaldığı süre ve suç vasfının değişmesi ihtimali nazara alınarak başvurucunun
tahliyesine ve yurt dışına çıkış yasağı konularak başvurucuya adli kontrol
tedbiri uygulanmasına karar verilmiştir.
27. Mahkemece 2/9/2016 tarihinde yapılan celsede, dosyanın
Yargıtay 16. Ceza Dairesince ilk derece mahkemesi sıfatıyla yargılaması yapılan
E.2016/2 sayılı dosya ile birleştirilmesine karar verilmiş; Yargıtay 16. Ceza
Dairesinin birleştirmeye muvafakat etmemesi üzerine dosya birleştirme uyuşmazlığının
çözülmesi için Yargıtay Ceza Genel Kuruluna gönderilmiştir. Yargıtay Ceza Genel
Kurulu ise 22/11/2016 tarihli kararıyla İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin
birleştirme kararının kaldırılarak yargılamanın İstanbul 14. Ağır Ceza
Mahkemesince yapılmasına karar vermiştir.
28. Karar üzerine yargılamaya İstanbul 14. Ağır Ceza
Mahkemesinin E.2017/2 sayılı dosyası üzerinden devam olunmuştur.
B. 26/8/2016 Tarihli
Tutuklama Kararı Yönünden
29. İstanbul 8. Sulh Ceza Hâkimliği 31/8/2015 tarihinde 5271
sayılı Kanun'un 153. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurucu müdafiinin dosyaya erişiminin kısıtlanmasına karar
vermiştir.
30. Başvurucu, İzmir Cumhuriyet Başsavcılığınca başlatılan
2014/34430 sayılı soruşturma kapsamında Başsavcılığın talimatıyla 23/8/2016
tarihinde İzmir'de yakalanarak gözaltına alınmıştır.
31. Başvurucunun ilk ifadesi 25/8/2016 tarihinde İzmir Terörle
Mücadele Şube Müdürlüğünde kolluk tarafından alınmıştır. İfade alma esnasında
başvurucu müdafii de hazır bulunmuş, sorulan
sorularla başvurucuya hakkındaki suçlamalar anlatılmıştır.
32. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı, başvurucuyu silahlı terör
örgütüne üye olma ve terör örgütü propagandası yapma suçlarından tutuklanması
talebiyle 26/8/2016 tarihindeİzmir 4. Sulh Ceza
Hâkimliğine sevk etmiştir.
33. Başvurucunun Hâkimlikteki savunması şöyledir:
"... ben 9 ay[boyunca] tutukluydum, Haziran ayında tahliye oldum,
yargılamam İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinde devam etmektedir, ben kendim
eski savcı ve hakimim, daha sonrasında avukatlık yaptım, bir süredir de
gazeteciyim, bir çok kitabım vardır, yazılarım vardır, ben İstanbul'da hakkımda
görülen davaya ilişkin iddianameyi hakimliğinize sunuyorum, belirttiğim gibi
eski C. Savcısıyım, şu anda gazeteciyim, S.G. ile beraber program yapardık,
bilindiği gibi operasyonlarla sıradan insanlar ünlü olurlar, 22 Temmuz operosyonu sonrası medyatik olan kişilerden biri olan N.A. [ile] röportaj yaptım, bu kişiyi programa çağırdım ve
kendisiyle dediğim gibi röportaj yaptım, bu benim işim gereğidir, işim gereği
olarak röportaj yaptığım bu gibi kişilerle ilişkim olduğu sonucuna varılamaz,
ben H.U.S. isimlikişinin tanık beyanları ile şu an
buradayım, bahsi geçen kişi çocuk tacizinden pek çok başka suça kadar
mahkumiyetleri olan beyanları itibar görmeyecek bir kimsedir, kendisi aleyhinde
yazım vardır, bu kişinin aleyhime tanıklığı ile yeniden gözaltına alınmış isem
de; itibar edilebilir bir kişi olmamasının dışında beyanlarında zaten benimle
ilgili iddiaları N. hocadan duyduğunu söylemekte, bir duyumdan bahsetmektedir,
ben demokratik sol görüşlü bir insanım bu güne kadar sosyalist, ülkücü, FETÖ'cü oluduğuma dair türlü
türlü iddialar ortaya konuldu, cezaevindeyken CHP milletvekillerinden
ziyaretime gelenler oldu, hakimliğinize sunmuş olduğum iddianame ve ekindeki
duruşma tutanağından görüleceği üzere İzmir C. Başsavcılığının hakimliğinize
hakkımdaki sevk maddesi TCK'nın 314/2. maddesi iken, ben ağır cezada 314/1. ve
devamında bahsi geçen iddianamede belirtilen pek çok suçtan yargılanmaktayım,
dava halen devam etmektedir, iddianame ve dosya incelendiğinde hakimliğinize
sevk maddesini hayli hayli kapsayan suçlardan yargılandığım açıkca
görülmektedir, bu yargılama sırasında 9,5 ay tutuklu kaldım, neticede oy
birliği ile tahliye oldum, bu duruşmada müdahil olarak bulunan Cumhurbaşkanı
vekilinden H.F.nin vekillerine kadar ilgili pek çok
kişi tahliyemden ötürü memnuniyet duyduklarını bana açıkça ifade ettiler, hatta
beraat edeceğimi umut ettiklerini söylediler, hem müdahil vekilleri hem
yargılamayı yapan mahkeme heyeti FETÖ çetesi ile ilişkim olmadığını kanaati
olmuştur, hatta şu an yapılan hakimliğinize sevk rutin sevktir, soruşturma
savcısı da bu mahkeme dosyası nedeniyle zaten adli kontrolde oluşumu da gözönüne alarak şaşkınlık duyduğunu belirtmiştir, bahsi
geçen dosyadaki tahliyem oy birliği ile olduğu gibi tahliye sebebi de suç
vasfının değişme ihtimali ve tutuklu kaldığım süre dikkate alınmıştır, benim
belirttiğim gibi FETÖ ile hiç bir ilgim olamaz, laik, demokratik bir C. Savcısı
olarak görev yaptım, görev ilkelerinden hiç ayrılmadım, C. Savcısı olarak görev
yaparken de bu birinci ilkem olarak yer aldı, örnek vermek gerekirse kamuoyunda
mercedes davası diye bilinen soruşturmayı ben yaptım,
hatta bu soruşturmada mercedesin yabancı yetkilileri
hakkında gıyabi tutuklama çıkardım, yaptığım bu soruşturma nedeniyle görev
yerim değişti, bu şekilde laik demokratik görev ilkelerinden ayrılmayan bir
kişi olarak çalışmış idim, yine bahsi geçen soruşturma dosyasında HTS
kayıtları, televizyon programları ve yazılarım ile tutuldum, ancak HTS
kayıtları ile bu şekilde tutulmam hukuka aykırıdır, nitekim kayıt içerikleri
belirli değildir, ben gazeteciyim , bilgi almak benim en önemli görevimdir,
aynı zamanda askeri vesayete baş kaldıran bir savcı oldum, bunu görevdeyken
yaptım bu konuda kitaplar yazdım, burada hakkımdaki suçlama dikkate alınarak
örgüt kavramının da açıklanması gerekiyor, hem doktrin hem de Yargıtay
içtihatlarına göre örgütten söz edebilmek için eylem çeşitliliğinin bulunması,
süreklilik arz etmesi, öz geçmiş ve kod adının bulunması gereklidir, sevk
maddesinde belirtilen suçu da kapsayan ve halen derdest olan yargılamayı yapan
mahkemeye kod adımın örgüt içinde ne olduğunu sordum, bunun cevaplanması
halinde her türlü cezaya razı olduğumu söyledim, benim kod adım yoktur, örgüt
ile hiçbir ilişkim yoktur, OHAL CMK'yı ortadan
kaldırmadığı gibi suç tammlarını da ortadan
kaldırmamaktadır, dolayısıyla örgüte ait suçlamada örgütün unsurları halen aynı
şekilde değerlendirilmesi zorunlu unsurlardır, yine gizli tanık ifadesinde
ilimize sık sık gelip gidiyor ibaresinden tüm yakın çevremde İzmir'de
yaşadığımı çok iyi bilinmesini işim gereği İstanbul'a gidip gelmem karşısında
tanığın beni hiç tanımadığı açıkça anlaşılmaktadır, yine bahsettiğim dosyadan
tutuklu kaldığım süre içerisinde cezaevinde pek çok rahatsızlık geçirdim,
akciğer rahatsızlığım vardır, anksiyete rahatsızlığı
nedeniyle sık sık bayılıyorum, hastalığım ağır durumdadır, 2004 yılında kapalı
alanda kalamayacağıma dair raporum bulunmaktadır, hakkımdaki delilleri sunduğum
yargılama, atılı suçun bu yargılama içeriğinde zaten yer alıyor olması, sağlık
nedenlerim şuan işsiz olmam nedeniyle hakkımdaki adli kontrol de dikkate
alınarak kaçma şüphemin bulunmadığı gözetilerek serbest bırakılmayı talep
ediyorum
..."
34. Hâkimlik26/8/2016 tarihinde başvurucunun anılan suçlardan
tutuklanmasına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:
"Silahlı terör örgütüne üye olma suçundan
şüpheliler Gültekin Avcı ve T.A. haklarındaki İzmir C. Başsavcılığının
2014/34430 CBS soruşturma dosyası ile CMK'nın 100. ve
devamı maddeleri uyarınca tutuklama talebinin değerlendirilmesinde; atılı suçun
vasıf ve mahiyeti, delillerin toplanma aşamasında oluşu, arama ve el koyma kayıtları,
tanık beyanları, ve tüm dosya kapsamına göre kuvvetli suç şüphelerinin
varlığını gösteren olgular, atılı suçun katalog suçlardan olması, kaçma
şüphelerinin varlığı dikkate alınarak CMK 100. ve müteakip maddeleri uyarınca
tutuklanmalarına ..[karar verildi]"
35. Başvurucunun tutuklama kararına 1/9/2016 tarihinde yaptığı
itiraz İzmir 5. Sulh Ceza Hâkimliği tarafından "...
tutuklama kararında usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmadığı gibi şüpheliye
isnat edilen suçun vasıf ve mahiyeti, soruşturma evraklarındaki mevcut delil
durumu ve tutuklama kararından bu yana şüpheli lehine bir değişme ve gelişme
olmadığı ..." şeklindeki gerekçeyle
28/9/2016 tarihinde kesin olarak reddedilmiştir.
36. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı, bağlantı nedeniyle
birleştirilmek üzere soruşturma dosyasını 28/9/2016 tarihli yetkisizlik
kararıyla Başsavcılığa göndermiş; bundan sonra soruşturmaya Başsavcılığın
2015/61304 sayılı soruşturma dosyası üzerinden devam olunmuştur.
37. İstanbul 5. Sulh Ceza Hâkimliği 24/10/2016 tarihinde resen
yaptığı tutukluluk incelemesi sonunda
"... atılı suçun CMK.nın 100/3-a madde ve fıkrasında sayılantutuklama
nedeni varsayılabilir suçlardan olduğu,soruşturma
dosyası kapsamında toplanan deliller, şüphelinin ifade ve savunmaları, olaya ve
şüphelinin yakalanmasına ilişkin kolluk görevlilerince düzenlenmiş olan tutanak
içerikleri ile tüm soruşturma dosyası kapsamının hep birlikte değerlendirilmesi
neticesinde;şüphelinin üzerine atılı FETÖ/PDY isimli
silahlı terör örgütünün mensupları olarak devletin çeşitli kamu kurum ve
kuruluşlarına sızarak kamu hukukundan kaynaklanan gücü kendi amaç ve
doğrultularında kullanarak faaliyette bulunduğu kamuoyuna yansıyan bir çok
hazırlık soruşturması ve kamu davalarından anlaşıldığı, FETÖ/PDY isimli silahlı
terör örgütünün bilindiği üzere 15 Temmuz 2016 tarihinde kanlı bir darbe
teşebbüsünde bulunduğu, bu örgütün devletin her kademedeki birimlerine
militanlarını yerleştirdiği, birçok soruşturmanın devam ettiği, bu örgütün
bütün faaliyet alanlarının ve mensuplarının henüz ortaya çıkarılamadığı,
örgütün Türkiye Cumhuriyeti Devletine ve Hükümetine yönelik tehdit ve
tehlikesinin devam ettiği, buna göre şüphelinin eylemleri ve bağlantıları
dikkate alındığında FETÖ/PDY örgütü üyesi olduğuhususunda
kuvvetli suç şüphesi ve delillerin bulunduğu, CMK.nın
109. maddesinde yazılı adli kontrol tedbirlerinin uygulanmasının ve bu suretle
şüphelinin serbest kalmalarının, suçun hiçbir karanlık nokta kalmadan tüm
unsurlarıyla ortaya konulması suretiyle aydınlatılması, böylece soruşturmanın
ve şüpheli hakkında atılı suçtan açılması muhtemel kamu davasının
kovuşturmasının selametle sonuçlandırılması bakımından sakıncalı olacağı,
maddede sayılan adli kontrol tedbirlerinin hiçbirinin bu sakıncaları giderme ve
ortaya çıkabilecek olumsuz sonuçları bertaraf edebilme niteliğine haiz olmadığı
kanaatine varıldığı, yukarıda açıklanan nedenler de dikkate alındığında şüpheli
hakkında uygulanacak tutuklama tedbirinin, soruşturma konusu suçun ağırlığı ve
önemi, şüphelinin suçunun sabit görülmesi halinde verilmesi muhtemel ceza veya
güvenlik tedbirleri ile ölçülü olduğu ..." şeklindeki gerekçeyle başvurucunun tutukluluk hâlinin
devamına karar vermiştir.
38. İstanbul 4. Sulh Ceza Hâkimliği 18/11/2016 tarihinde resen
yaptığı tutukluluk incelemesi sonunda
"... tutuklama kararındaki tutuklama
gerekçelerinin değişmediği, şüphelilerin üzerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti,
mevcut delil durumu ve delillerin henüz toplanmamış olması, atılı suçun yasada
ön görülen cezasının üst sınırı, şüphelilerin üzerine atılı suçu işlediğine
ilişkin kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin oluşu,
soruşturma konusu suçun ağırlığı ve önemi dikkate alındığında adli kontrol
hükümlerinin uygulanmasının yetersiz kalacağı, suçun sabit görülmesi halinde
verilmesi muhtemel ceza veya güvenlik tedbirleriyle tutuklama tedbirinin ölçülü
olduğu, ayrıca şüphelilerein tutukluluk halinin
sonlandırılmasını gerektirecek nitelikte yeni bir delilin bulunmadığı ve
tutuklama nedenlerinin ortadan kalkmadığı ..." şeklindeki gerekçeyle başvurucunun
tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir.
39. İstanbul 9. Sulh Ceza Hâkimliği 15/12/2016 tarihinde resen
yaptığı tutukluluk incelemesi sonunda
"... Şüphelilerin ifade ve savunmaları, soruşturma dosyası içindeki bilgi
ve belgeler, şüphelilerin soruşturma tutanaklarına yansıyan savunmaları, bir
kısım şüphelilerin yakalanmamak üzere kaçtıkları ve yakalama emirleri ile
yakalandıkları ve şüphelilerin üzerlerine atılı suçların kanun maddesinde
belirtilen hürriyeti bağlayıcı cezanın alt ve üst hadlerine göre ileride
yapılacak yargılama sonucunda verilebilecek muhtemel ceza miktarı, tutuklama
kararlarındaki belirtilen gerekçeler ve nedenlere göre şüphelilerin üzerine
atılı suçları işlediklerine dair kuvvetli suç şüphelerini gösteren somut
delillerin varlığı, üzerlerine atılı suçların CMK'nun
100/3.maddesinde belirtilen tutuklama nedeni varsayılan suçlar arasında yer
alması, atılı suçların kanun maddesinde belirtilen hürriyeti bağlayıcı
cezaların alt ve üst hadleri ile ileride suçun sabit görülmesi halinde
verilmesi muhtemel ceza miktarları dikkate alındığında şüphelilerin kaçma
şüphesinin bulunduğu ve bu aşamada adli kontrol tedbirlerinin yetersiz kalacağı
..." şeklindeki gerekçeyle başvurucunun tutukluluk hâlinin
devamına karar vermiştir.
40. İstanbul 12. Sulh Ceza Hâkimliği 13/1/2017 tarihinde resen
yaptığı tutukluluk incelemesi sonunda
"... atılı suçların vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu ve delillerin
henüz toplanmamış olması, atılı suçun yasada ön görülen cezasının üst sınırı,
şüphelilerin üzerlerine atılı suçu işlediklerine ilişkin kuvvetli suç
şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin oluşu, atılı suçların CMK'nın 100. maddesinde sayılan katalog suçlardan oluşu
nedeniyle tutuklama sebeplerinin var sayıldığı, soruşturma konusu suçların
ağırlığı ve önemi dikkate alındığında; adli kontrol hükümlerinin uygulanmasının
yetersiz kalacağı, suçların sabit görülmesi halinde verilmesi muhtemel ceza
veya güvenlik tedbirleriyle tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu ..." şeklindeki
gerekçeyle başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir.
41. İstanbul 2. Sulh Ceza Hâkimliği 13/2/2017 tarihinde resen
yaptığı tutukluluk incelemesi sonunda
"... [atılı] suçların vasıf
ve mahiyeti, mevcut delil durumu ve delillerin henüz tamamının toplanmamış
olması, atılı suçların yasada öngörülen cezasının üst sınırı, şüphelilerin
üzerlerine atılı suçları işlediklerine ilişkin kuvvetli suç şüphesinin
varlığını gösteren somut delillerin oluşu, atılı suçların CMK'nın
100. maddesinde sayılan katalog suçlardan oluşu nedeniyle tutuklama
sebeplerinin var sayıldığı, soruşturma konusu suçların ağırlığı ve önemi
dikkate alındığında; adli kontrol hükümlerinin uygulanmasının bu aşamada
yetersiz kalacağı, suçların sabit görülmesi halinde verilmesi muhtemel ceza
veya güvenlik tedbirleriyle tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu, bu suretle
şüphelilerin tutukluluk hallerinin sonlandırılmasını gerektirecek nitelikte
yeni bir delilin bulunmadığı, tutuklama nedenlerinin ortadan kalkmadığı
..." şeklindeki gerekçeyle
başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir.
42. İstanbul 3. Sulh Ceza Hâkimliği 13/3/2017 tarihinde resen
yaptığı tutukluluk incelemesi sonunda
"... [atılı] suçlarının
vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu ve delillerin henüz toplanmamış olması,
kolluk tarafından düzenlenen tutanaklar, iletişimin tespiti kayıtları, tanık
beyanları, atılı suçun yasada ön görülen cezasının üst sınırı, şüphelilerin
üzerlerine atılı suçu işlediklerine ilişkin kuvvetli suç şüphesinin varlığını
gösteren somut delillerin oluşu, şüphelilere ait cep telefonları, bilgisayarlar
vb. materyallerdeki incelemelerin sürdüğü, hesap hareketlerinin araştırıldığı, yazılan
müzekkere cevaplarının beklenildiği, atılı suçun CMK 100/3-a-11 maddesinde
sayılan katalog suçlardan oluşu nedeniyle tutuklama sebeplerinin var sayıldığı,
soruşturma konusu suçun ağırlığı ve önemi dikkate alındığında; adli kontrol
hükümlerinin uygulanmasının yetersiz kalacağı, suçun sabit görülmesi halinde
verilmesi muhtemel ceza veya güvenlik tedbirleriyle tutuklama tedbirinin ölçülü
olduğu, bu suretle şüphelilerin tutukluluk hallerinin sonlandırılmasını
gerektirecek nitelikte yeni bir delilin bulunmadığı, tutuklama nedenlerinin
ortadan kalkmadığı ..." şeklindeki
gerekçeyle başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir.
43. İstanbul 7. Sulh Ceza Hâkimliği 13/4/2017 tarihinde resen
yaptığı tutukluluk incelemesi sonunda
"... [atılı] suçların vasıf
ve mahiyeti, mevcut delil durumu ve delillerin henüz toplanmamış olması, atılı
suçların yasada ön görülen cezalarının miktarı, şüphelilerin üzerine atılı
suçları işlediklerine ilişkin suç şüphesinin varlığını gösteren somut
delillerin varlığı, şüphelilerin kaçması, saklanması, veya kaçacağı şüphesini
uyandıran somut delillerin bulunması, soruşturma konusu suçun ağırlığı ve önemi
dikkate alındığında, adli kontrol hükümlerinin uygulanmasının yetersiz
kalacağı, suçun sabit görülmesi halinde verilmesi muhtemel ceza veya güvenlik
tedbirleriyle tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu, bu suretle şüphelilerin
tutukluluk halinin sonlandırılmasını gerektirecek nitelikte yeni bir delilin
bulunmadığı, tutuklama nedenlerinin ortadan kalkmadığı ..." şeklindeki gerekçeyle
başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir.
44. İstanbul 3. Sulh Ceza Hâkimliği 6/6/2017 tarihinde resen
yaptığı tutukluluk incelemesi sonunda
"... [atılı] suçların vasıf
ve mahiyeti, mevcut delil durumu ve delillerin henüz toplanmamış olması, kolluk
görevlileri tarafından düzenlenen tutanaklar, iletişimin tespiti kayıtları,
tanık beyanları, atılı suçların yasada ön görülen cezasının üst sınırı,
şüphelilerin üzerlerine atılı suçları işlediklerine ilişkin kuvvetli suç
şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin oluşu, atılı silahlı terör
örgütüne üye olma ve Anayasal Düzeni Ortadan Kaldırmaya Teşebbüs Etme
suçlarının CMK 100/3-a-11 maddesinde sayılan katalog suçlardan oluşu nedeniyle
tutuklama sebeplerinin var sayıldığı, soruşturma konusu suçun ağırlığı ve önemi
dikkate alındığında adli kontrol hükümlerinin uygulanmasının yetersiz kalacağı,
suçun sabit görülmesi halinde verilmesi muhtemel ceza veya güvenlik
tedbirleriyle tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu, bu suretle şüphelilerin tutukluluk
hallerinin sonlandırılmasını gerektirecek nitelikte yeni bir delilin
bulunmadığı, tutuklama nedenlerinin ortadan kalkmadığı ..."
şeklindeki gerekçeyle başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir.
45. İstanbul 9. Sulh Ceza Hâkimliği 28/6/2017 tarihinde resen
yaptığı tutukluluk incelemesi sonunda
"... Şüphelilerin ifade ve savunması, soruşturma dosyası içindeki bilgi ve
belgeler, tutuklama kararlarındaki belirtilen gerekçeler ve nedenlere göre
şüphelilerin üzerine atılı suçu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesini gösteren
somut delillerin varlığı, üzerine atılı suçun CMK'nın
100/3. maddesinde belirtilen tutuklama nedeni varsayılan suçlar arasında yer
alması, atılı suçların kanun maddesinde belirtilen hürriyeti bağlayıcı
cezaların alt ve üst hadleri ile ileride suçun sabit görülmesi halinde
verilmesi muhtemel ceza miktarı dikkate alındığında şüphelilerin kaçma
şüphelerinin bulunduğu ve bu aşamada adli kontrol tedbirlerinin yetersiz
kalacağı ..." şeklindeki gerekçeyle başvurucunun tutukluluk
hâlinin devamına karar vermiştir.
46. İstanbul 6. Sulh Ceza Hâkimliği 21/7/2017 tarihinde resen
yaptığı tutukluluk incelemesi sonunda
"... [Şüphelinin] üzerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti,
mevcut delil durumu ve delillerin henüz toplanmamış olması, atılı suçun yasada
ön görülen cezasının üst sınırı, şüphelinin üzerine atılı suçu işlediğine
ilişkin suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin bulunduğu
(şüphelinin örgütün gizli haberleşme programı bylock
kullandığına dair tespit, bir kısım şüphelilerin örgüt elebaşının talimatı ile
Bank Asya'ya para yatırdığı, etkin pişmanlıktan faydalanan bir kısım şüpheli
beyanları) atılı suçun CMK 100/3. Maddesinde sayılan katalog suçlardan olması,
şüphelinin kaçması, saklanması, veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut
delillerin bulunması, soruşturma konusu suçun ağırlığı ve önemi dikkate
alındığında, adli kontrol hükümlerinin uygulanmasının yetersiz kalacağı, suçun
sabit görülmesi halinde verilmesi muhtemel ceza veya güvenlik tedbirleriyle
tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu, bu suretle şüphelilerin tutukluluk halinin
sonlandırılmasını gerektirecek nitelikte yeni bir delilin bulunmadığı,
tutuklama nedenlerinin ortadan kalkmadığı ..." şeklindeki gerekçeyle başvurucunun
tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir.
47. İstanbul 7. Sulh Ceza Hâkimliği 21/8/2017 tarihinde resen
yaptığı tutukluluk incelemesi sonunda
"... şüpheli Gültekin Avcı'nın üzerine atılı
suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu ve delillerin henüz toplanmamış
olması, atılı suçun yasada ön görülen cezasının miktarı, şüphelinin üzerine
atılı suçu işlediğine ilişkin suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin
varlığı, şüphelinin kaçması, saklanması, veya kaçacağı şüphesini uyandıran
somut delillerin bulunması, soruşturma konusu suçun ağırlığı ve önemi dikkate
alındığında, adli kontrol hükümlerinin uygulanmasının yetersiz kalacağı, suçun
sabit görülmesi halinde verilmesi muhtemel ceza veya güvenlik tedbirleriyle
tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu, bu suretle şüphelinin tutukluluk halinin
sonlandırılmasını gerektirecek nitelikte yeni bir delilin bulunmadığı ..." şeklindeki gerekçeyle başvurucunun
tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir.
48. İstanbul 3. Sulh Ceza Hâkimliği 12/9/2017 tarihinde resen
yaptığı tutukluluk incelemesi sonunda
"...şüpheli hakkında silahlı terör örgütü üyesi olduğuna yönelik kuvvetli
suç şüphesinin varlığını gösteren somut olguların bulunduğu, şüphelide ele
geçen cep telefonu, bilgisayar ve vb. elektronik cihazların incelemelerinin
sürdüğü, şüpheli ile ilgili kamu kuruşlarına yazılan müzekkere cevaplarının
beklendiği, böylece delillerin toplanmakta olduğu, mevut soruşturmalarda çok
sayıda kaçak şüphelilerin olduğu, şüphelinin de kaçma şüphesi altında olduğunu
gösteren somut olguların bulunduğu, atılı suçun CMK 100/3-a-11'de sayılan katolog suçlardan olması nedeni ile tutuklama sebeplerinin
var sayıldığı, atılı suçun alt ve üst sınırının yüksek oluşu, bu aşamada adli
kontrol tedbirlerinin uygulanmasının yetersiz kalacağı, suçun sabit görülmesi
halinde verilmesi muhtemel ceza veya güvenlik tedbirleri ile tutuklama
tedbirinin ölçülü olduğu, başlangıçtaki tutuklama nedenlerinin ortadan
kalkmadığı ..." şeklindeki gerekçeyle başvurucunun tutukluluk
hâlinin devamına karar vermiştir.
49. İstanbul 2. Sulh Ceza Hâkimliği 16/10/2017 tarihinde resen
yaptığı tutukluluk incelemesi sonunda
"Şüpheli Gültekin Avcı hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçu ile ilgili olarak; atılı suçun vasıf
ve mahiyeti, mevcut delil durumu ve delillerin henüz tamamının toplanmamış
olması, atılı suçun yasada öngörülen cezasının üst sınırı, şüphelinin üzerine
atılı suçu işlediğine ilişkin kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut
delillerin oluşu, atılı suçun CMK'nın 100. maddesinde
sayılan katalog suçlardan oluşu nedeniyle tutuklama sebeplerinin var sayıldığı,
soruşturma konusu suçun ağırlığı ve önemi dikkate alındığında; adli kontrol
hükümlerinin uygulanmasının bu aşamada yetersiz kalacağı, suçun sabit görülmesi
halinde verilmesi muhtemel ceza veya güvenlik tedbirleriyle tutuklama tedbirinin
ölçülü olduğu, bu suretle şüphelinin tutukluluk hallinin sonlandırılmasını
gerektirecek nitelikte yeni bir delilin bulunmadığı, tutuklama nedenlerinin
ortadan kalkmadığı ..." şeklindeki gerekçeyle başvurucunun
tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir.
50. Başsavcılık 10/11/2017 tarihli iddianame ile başvurucu
hakkında silahlı terör örgütüne üye olma ve terör örgütü propagandası yapma
suçlarından cezalandırılması istemiyle aynı yer Ağır Ceza Mahkemesinde kamu
davası açmıştır.
51. İddianamede ilk olarak FETÖ/PDY hakkındaki genel bilgilere,
daha sonra ise başvurucuya yönelik suçlamalara yer verilmiştir. Başvurucuya
yöneltilen suçlamalar özetle şöyledir:
i. Başsavcılığın yaptığı soruşturmalar kapsamında FETÖ/PDY ile
bağlantılı suçlar nedeniyle tutuklu bulunan ve FETÖ/PDY üyesi olduğu belirtilen
altmış üçkişinin örgüt lideri Fetullah
Gülen'in talimatıyla yetkisiz mahkemece 25/4/2015 tarihinde hukuka aykırı
olarak tahliyelerine karar verilmesi olayında (Mustafa
Başer ve Metin Özçelik Başvurusu, B. No: 2015/7908, 20/1/2016) aktif
rol aldığı iddia edilen -ve bir kısım şüphelilerin avukatı da olan-
başvurucunun anılan olayla ilgili olarak FETÖ/PDY ile bağlantılı olması
nedeniyle 15 Temmuz darbe teşebbüsünden sonra kapatılan örgütle bağlantılı
televizyonlara ve gazetelere yaptığı açıklamalara yer verilmiştir. Bu bağlamda;
-Başvurucunun 25/4/2015 tarihinde İstanbul Adliyesi önünde
Samanyolu televizyonuna verdiği röportaj içeriği şöyledir:
"... Türk polisi bu değil, Türk hukuku bu
değil, demokratik devlet bu değil, despotizm bu, faşizm bu işte. Evet faşist
uygulamalar bunlar tabi ki. Bunların hesabını verecekler, muhakkak mahkemede
hepsi yargılanacak ..."
"... Sulh Ceza Hâkimi kendince karar yazıyo yani. Savcıya bir türlü anlatamadık. Diyo ki; ben işte bu konuda, yani fevkalade adeta kekeme
olmuş bir şekilde konuşarak büyük bir kaygı içersinde,
korku içersinde ben böyle bir görevi icra edemem
..."
"... Savcı, söylediklerine bakılırsa evet
olablir
.Asliye Ceza Mahkemesi beraat kararı vermiş, ama tüm hal ve tavrından
anlaşılan şudur; Ben görevimi yaparsam, hukuk ve kanunlara uygun bir şekilde
yaparsam benim canıma okurlar. Başsavcı tepemizde, Adalet Bakanı tepemizde,
Saray tepemizde yani dediği budur açık bir şekilde. Onun için hukuk ve kanunun
gereğini yapamıyorum. Adeta kusura bakmayın dercesine nolur
uzatmayın diyor, nolur"
"... Şimdi bir mahkeme kararının
uygulanmamasına şahit oluyoruz. Bi haydutluğa şahit
oluyoruz yani, bu eşkıyalık demektir bu ..."
"... Artık zulüm ve despotizm hukuk oldu,
hırsızlık ahlak oldu, namussuzluk din oldu, tamamen bu şekilde değerleri altüst
ettiler ..."
- Başvurucunun İstanbul Adliyesinde yaptığı ve26/4/2015
tarihli Bugün gazetesinde "Gültekin Avcı'dan
Tahliyelerle İlgili Çok Sert Sözler" başlığıyla yayımlanan
açıklaması şöyledir:
"Savcı belgeyi kabul edip teslim almadı.
Savcı 'ne olur uzatmayın' diye
bize yalvardı. 'Konuşmak istemiyorum' diyor. Hayattan hiçbir beklentisi
kalmamış, depresyona girmiş bir savcı gibi. Yarın öbür gün adliye
koridorlarında arkadaşlarının yüzüne nasıl bakacaksın. Türkiye Cumhuriyeti diye
bir devlet kalmamıştır. Saray var. Saray'ın emirleri var. Saray'a iman edenler
var. Saray'a secde edenler var. O kadar başka bir şey yok"
- Başvurucunun 27/4/2015 tarihli Zaman gazetesinde "Kararı İmzalayan Savcı Ağladı"
başlığıyla yayımlanan açıklamaları şöyledir (İddianamede, açıklamalarda adı
geçen İstanbul Cumhuriyet savcısının başvurucunun açıklamalarını yalanlayan ve
tutanak oluşturularak soruşturma dosyasına da konulan basın açıklamasına da yer
verilmiştir.):
"Kararı imzalayan savcı ağladı. 'Başıma
gelecekleri biliyorum ama imzalayamam, ne yapabilirim, keşke bu durumda
kalmasaydım, imzalarsam beni kesin meslekten atarlar' diyor"
"... [Cumhuriyet
savcısı] büyük tehditle karşı karşıya, eğer
Saray'ın hoşuna giderse kararlar uygulanıyor, gitmezse uygulanmıyor. Polisler
hakkında beraat kararı verilse bunu da uygulamayacaklar. Hangi karar
uygulanacak hangi karar uygulanmayacak? Askeri darbe döneminde çalışan
mahkemeler en azından kanun çiğnemiyordu"
"Savcı bütün bunları kabul etmesine hatta
bu kadar zorunda kaldığından dolayı gözyaşı dökmesine rağmen 'keşke bu durumda
kalmasaydım' diyor. Burada her halükarda uygulanması
gereken bir mahkeme kararı var. Bu mahkeme kararını uygulatmak için savcılığın
muhtelif birimlerine başvurmaya devam edeceğiz. Hem tazminat davaları açacağız,
hem [de] suç duyurularında
bulunacağız"
ii. Hukuka aykırı tahliye kararıyla ilgili olarak algı
oluşturmak amacıyla FETÖ/PDY ile bağlantılı olması nedeniyle 15 Temmuz darbe
teşebbüsünden sonra kapatılan basın ve yayın organlarında yayımlanan haber,
görüntü ve yazılara yer verilmiştir.
iii. Mali Suçları Araştırma Kurulu Başkanlığınca (MASAK)
düzenlenen rapora dayanılarak başvurucunun hesabına 15 Temmuz darbe
teşebbüsünden sonra kayyum atanan şirketlerden olan Bugün Televizyon ve Radyo
Prodüksiyon Anonim Şirketi tarafından 2014 yılında altı işlemde toplamda 22.000
TL, Samanyolu Haber Yayıncılık Hizmetleri Anonim Şirketi tarafından 2015
yılında sekiz işlemde 19.850 TL, Koza Altın İşletmeleri Anonim Şirketi
tarafından 2011 yılında beş işlemde 17.500 TL, Koza İpek Basın veBasım Sanayi Ticaret Anonim Şirketi tarafından 2011-2015
yılları arasında kırk bir işlemde 214.250 TL (Söz konusu tarihlerde anılan
Şirkette başvurucunun sosyal güvenlik kaydının bulunmadığı belirtilmiştir.),
Ser Film Yapım Pazarlama Dağıtım ve Anonim Şirketi tarafından 2014-2015 yılları
arasında dokuz işlemde 20.900 TL yatırıldığı belirtilmiştir.
iv. Örgüt lideri Fetullah Gülen'in Bank Asyaya para yatırma
talimatından sonra başvurucunun Bank Asyada
mevcut hesabında 2014 yılı Aralık ayında 10-12 bin
lira arasında artış gerçekleştiği belirtilmiştir.
v. Başvurucunun kullandığı iki ayrı hat üzerinden Bylock
kullanıcısı kişilerle altmış dört görüşme yaptığı belirtilmiştir.
vi. Başvurucunun Çağın Mağdurları isimli derneğe (15 Temmuz
darbe teşebbüsünden sonra FETÖ/PDY ile bağlantılı olması nedeniyle
kapatılmıştır.) üye olduğu belirtilmiştir.
-Sonuç olarak başvurucunun FETÖ/PDY üyesi oldukları gerekçesiyle
gözaltına alınan ve tutuklanan kişilerle ve Bylock kullanıcısı kişilerle
irtibatlı olması, örgütle bağlantılı olduklarından bahisle haklarında işlem
yapılan kişi veya kurumlarla parasal ilişkilerinin bulunması, örgüt liderinin tutukluların salıverilmesi talimatı
ardından hukuka aykırı tahliyelerin gerçekleştirilmesi amacıyla aktif olarak
çalışarak bu amaçla örgüt yanlısı beyanlarda bulunması hususları gözönüne alınarak terör örgütü üyesi olma ve terör örgütü
propagandası yapma suçlarını işlediği iddia olunmuştur.
52. İstanbul 33. Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 22/11/2017
tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiştir. Mahkeme "... Sanık Gültekin Avcı'nın üzerine yüklenen
'silahlı terör örgütüne üye olma' suçunun vasıf ve mahiyeti, arama-elkoyma tutanakları, araştırma tutanakları ile sanık
savunmaları göz önüne alındığında sanık Gültekin Avcı'nın üzerine yüklenen suçu
işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut olgu ve delillerin
bulunması, delillerin henüz tam olarak toplanmamış olması, tutuklu kalınan
süre, öngörülen cezanın alt ve üst sınırı, sanığın üzerine yüklenen suçun CMK'nın 100/3-a. maddesinde sayılan suçlardan olması ve
ölçülülük ilkesi dikkate alındığında sanık hakkında adli kontrol uygulamasının
yetersiz kalacağı ..." şeklindeki gerekçeyle tensiben başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına da karar
vermiştir.
53. Mahkeme 19/12/2017 ve 17/1/2018 tarihlerinde resen yaptığı
tutukluluk incelemeleri sonunda "...
Sanık Gültekin Avcı'nın üzerine yüklenen 'silahlı terör örgütüne üye olma ye
terör örgütü propagandası yapmak' suçlarının vasıf ve mahiyeti, arama-ellayma tutanakları, araŞtırma
tutanakları ile sanık savunmaları göz önüne alındığında sanık Gültekin Avcı'nın
üzerine yüklenen suçu işlediğine dair kuwetli suç
şüphesinin varlığını gösteren somut olgu ve delillerin bulunması, delillerin
henüz tam olarak toplanmamış olması, tutuklu kalınan süre, öngörülen cezanın
alt ve üst sınırı, sanığın üzerine yüklenen suçun CMK'nın
100/3-a. maddesinde sayılan suçlardan olması ve ölçülülük ilkesi dikkate
alındığında sanık hakkında adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağı
..." şeklindeki gerekçeyle başvurucunun tutukluluk hâlinin
devamına karar vermiştir.
54. Mahkeme 14/2/20l8 tarihinde yaptığı ilk duruşmada
başvurucunun savunmasını almıştır. Başvurucu savunmasında özetle;
i. Başsavcılıkça yürütülen bir kısım soruşturmalar kapsamında
tutuklu bulunan şüphelilerin hukuka aykırı olarak tahliye edilmesiyle ilgili
açıklamaları o tarihte H.K.nın
vekili olması nedeniyle şüpheli müdafi sıfatıyla yaptığını, bu şekilde
davranmasının avukatlık görevinin gereği olduğunu, savunma dokunulmazlığının
olduğunu, dolayısıyla bu kapsamda yaptığı açıklamaları terör örgütü
propagandası amacıyla yapmadığını savunmuştur.
ii. İddianamede hesabına yatırıldığı belirtilen paraların adı
geçen basın ve yayın organlarında yayımlanan yazı veya televizyon programları
karşılığında ödenen telif ücreti olduğunu, iddianamede adı geçen hiçbir yerde
sigortalı olarak çalışmadığını, bu nedenle Sosyal Güvenlik Kurumu kaydının
bulunmadığını belirtmiştir. Başvurucu Samanyolu grubundan aldığı ücretlerin
kendisi için açılan Bank Asyadaki hesaba
yatırıldığını, ücretlerin grubun bünyesindeki farklı şirketler adına yatırıldığını,
dolayısıyla kendisi tarafından açılan bir hesap ve bu hesaba kendisi tarafından
yatırılan bir paranın söz konusu olmadığını, 2014 yılı Aralık ayında olduğu
belirtilen artışın telif ücretlerinin aylık maaş olarak yatırılmasından ibaret
olduğunu, bu artışın 2014 yılı Aralık ayına mahsus bir artış olmadığını, yine
Koza İpek grubu bünyesinde olan Kanaltürk
televizyonu, Bugün TV ve Bugün gazetesinde yaptığı programlar ve yazdığı
yazılar karşılığında aldığı telif ücretlerinin de Akbanktaki
hesabına yatırıldığını, grubun bünyesinde birçok şirket bulunduğunu, maaşının
hangi şirket üzerinden yapıldığına dikkat etmediğini, grubun avukatlığını
yapmadığını ancak zaman zaman hukuki mütalaalar verdiğini, Koza Altın
tarafından yatırılan paraların bunun karşılığında da yatırılmış olabileceğini
savunmuştur.
iii.18/9/2015 tarihinde köşe yazıları nedeniyle tutuklanmasından
sonra yayın politikaları nedeniyle yıprandığı ve risk gördüğü için -henüz
şirketlere kayyum atanmadan- kendi isteğiyle Zaman gazetesinde yazmayı ve
Samanyolu televizyonunda program yapmayı bıraktığını, aynı şekilde Bugün
gazetesi ve Bugün TV'de de çalışmayı bıraktığını, ayrıca tahliye olduktan sonra
kayyuma devredilen bu gazete ve televizyonların yerine kurulan Özgür Düşünce,
Yeni Hayat ve Yarına Bakış isimli gazetelerden ve Can Erzincan TV'den gelen tüm
teklifleri reddettiğini hatta buralara röportaj bile vermediğini, bunlarla
irtibatını kestiğini ileri sürmüştür.
iv. İddianamede belirtilen adına kayıtlı telefonlardan bir
tanesini kendisinin kullandığını, Bylock kullandığı ve kendisiyle görüştüğü belirtilen
kişilerin avukat olduğunu, F.Ü. ile bayram nedeniyle mesajlaştığını, M.K.nın ise kendisini konferansa davet ettiğini, bu
kişilerle bunun dışında görüşmelerinin olmadığını, ayrıca görüşmelerin yapıldığı
2010 ve 2012 yıllarında bu kişilerin Bylock programı kullandığını
bilmesinin mümkün olmadığını, tanınan biri olması nedeniyle birçok kişi
tarafından telefonla arandığını, kendisinin de bunlara cevap vermeye
çalıştığını, adına kayıtlı diğer numarayı ise eşinin kullandığını, iddianamede
bu hat ile görüşme yapıldığı ve Bylock kullandığı belirtilen kişilerin tamamının
tutuklu olduğu dönemde kendisinin avukatlığını yapan kişiler olduğunu, görüşme
tarihlerinin de kendisinin gözaltı ve tutukluluk dönemlerine denk geldiğini,
muhtemelen bu görüşmelerin ekseriyetle ceza infaz kurumundaki ihtiyaçlarının
giderilmesi amacıyla eşinin avukatlarıyla yaptığı görüşmeler olduğunu
belirtmiştir.
v. Çağın Mağdurları (Günün
Mağdurları) isimli derneğe tanınmış bir kişi olması nedeniyle yoğun
ısrar üzerine dernek tüzüğünü inceledikten -ve derneğin E. , A.İ.K. gibi
kişilerin ve tutuklu emniyet mensuplarının haklarını savunmak gayeli bir dernek
olduğunu yani hukuk ve insan hakları temalı olduğunu gördükten- sonra üye
olduğunu ancak derneğin herhangi bir faaliyetine katılmadığını, derneğin
başkanı olan N.A. isimli polis ile (İstanbul Emniyet Müdürlüğü Organize
Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğünde eski müdürdür ve FETÖ/PDY ile bağlantılı
suçlar nedeniyle yargılaması devam etmektedir.) 2015 yılında emniyet
mensuplarına yönelik yapılan operasyonlar sonrasında tanıştığını, bu kişinin
birkaç programa katılarak açıklama yaptığını, bunun dışında onunla
tanışıklığının olmadığını ileri sürmüştür. Tahliye olduktan sonra istifa
dilekçesini derneğe gönderdiğini, dilekçenin akıbetini bilmediğini, 15 Temmuz
darbe teşebbüsünden sonra derneğin olağanüstü KHK ile kapatıldığını, olanları
öngörmesinin mümkün olmadığını belirtmiştir.
vi. 15 Temmuz darbe teşebbüsünden sonra FETÖ/PDY ile bağlantılı
olduğu gerekçesiyle kayyuma devredilen basın ve yayın kuruluşlarında FETÖ'cü olmayan her görüşten birçok kişinin ücret
karşılığında yazı yazdığını ve program yaptığını,kendisinin
durumunun bu kişilerden farklı olmadığını, ayrıca Yargıtayın
güncel içtihatlarında iltisakın örgüt üyeliği için
yeterli olmadığının ortaya konulduğunu, üzerine atılı örgüt üyeliği suçunun
unsurlarının oluşmadığını, basın açıklamalarının ise avukatlık görevinin gereği
olduğunu ve propaganda amacı taşımadığını belirterek suçlamaları kabul
etmemiştir.
55. Mahkeme duruşma sonunda
"Sanık Gültekin Avcı'nın üzerine yüklenen 'silahlı terör örgütüne üye
olma' suçunun vasıf ve mahiyeti, arama-elkoyma
tutanakları, araştırma tutanakları ile sanık savunmaları göz önüne alındığında
sanık Gültekin Avcı'nın üzerine yüklenen suçu işlediğine dair kuvvetli suç
şüphesinin varlığını gösteren somut olgu ve delillerin bulunması, delillerin
henüz tam olarak toplanmamış olması, tuluklu kalınan
süre, [sanığa yüklenen suçlar için Kanun'da] öngörülen cezanın alt ve üst sınırı, sanığın üzerine
yüklenen suçun CMK'nın 100/3-a. maddesinde sayılan
suçlardan olması ve ölçülülük ilkesi dikkate alındığında sanık hakkında adli
kontrol uygulamasının yetersiz kalacağı ..." şeklindeki
gerekçeyle başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına da karar vermiştir.
56. Mahkeme 14/3/2018 tarihinde resen yaptığı tutukluluk
incelemesi sonunda "Sanık Gültekin
Avcı'nın üzerine yüklenen 'silahlı terör örgütüne üye olma ve terör örgütü
propagandası yapma' suçlarının vasıf ve mahiyeti, arama-elkoyma
tutanakları, araştırma tutanakları ile sanık savunmaları göz önüne alındığında
sanık Gültekin AVCI'nın üzerine yüklenen suçu
işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut olgu ve
delillerin bulunması, delillerin henüz tam olarak toplanmamış olması, tutuklu
kalınan süre, öngörülen cezanın alt ve üst sınırı, sanığın üzerine yüklenen
suçun CMK'nın 100/3-a maddesinde sayılan suçlardan
olması ve ölçülülük ilkesi dikkate alındığında sanık hakkında adli kontrol
uygulamasının yetersiz kalacağı ..." şeklindeki gerekçeyle
başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir.
57. Mahkeme 30/3/2018 tarihinde yaptığı ikinci duruşmada
başvurucu hakkındaki yargılama dosyasını İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin
E.2017/2 sayılı yargılama dosyası ile birleştirmiş, bundan sonra sanık
hakkındaki yargılamaya İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2017/2 sayılı
dosyası üzerinden devam edilmiştir.
58. İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin ikinci duruşma sonunda
birleştirme kararıyla birlikte "Sanığın
üzerine yüklenen 'silahlı terör örgütüne üye olma' suçunun vasıf ve mahiyeti,
dosya içerisindeki arama, el koyma tutanakları, tanık beyanları, araştırma
tutanakları ile sanık savunmaları göz önüne alındığında sanığın üzerine
yüklenen suçu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut
olgu ve delillerin bulunması, delillerin henüz tam olarak toplanmamış olması,
tutuklu kalınan süre, öngörülen cezanın alt ve üst sınırı, sanığın üzerine
yüklenen suçun CMK'nın 100/3-a. maddesininde
sayılan suçlardan olması ve ölçülülük ilkesi dikkate alındığında sanık hakkında
adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağı ..." şeklindeki
gerekçeyle sanığın tutukluluk hâlinin devamına da karar vermiştir.
59. Başvurucu 20/4/2018 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
60. İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin 18/5/2018 tarihinde
yaptığı tutukluluk incelemesi sonunda
"Sanık Gültekin Avcı'nın üzerine atılı silahlı terör örgütüne üye olma
suçunun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, araştırma tutanakları sanığın
üzerine yüklenen suçu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını
gösteren olguların bulunması, öngörülen cezanın alt ve üst sınırı, sanığın
üzerine yüklenen suçun CMK'nın 100/3-a. maddesinde
sayılan suçlardan olması ve sanık hakkında adli kontrol uygulamasının yetersiz
kalacağı ..." şeklindeki gerekçeyle başvurucunun tutukluluk
hâlinin devamına karar vermiştir.
61. İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin 5/6/2018 tarihinde
yaptığı duruşmada "Tutuklu sanıklar ...
Gültekin Avcı ... Yönünden üzerlerine atılı suçların vasıf ve mahiyeti, mevcut
delil durumu, buna göre tutuklu sanıklar yönünden 'iletişim tespit tutanakları,
araştırma raporları, müşteki beyanları, fiziki takip tutanakları, şahıs tespit
tutanakları, tanık ve gizli tanık anlatımları, görev belgeleri, tanık [K.Y.]'nin ifade ve teşhisleri ile bu tanık tarafından dosyaya
sunulan materyaller, MİT, Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlıktan gelen yazı
cevapları, teftiş raporları, dinlemeye ilişkin ses çözüm tutanakları,
diplomatik dokunulmazlığı olan kişilerle ilgili dinleme yapılmış ve mail
adreslerinin takip edilmiş olması, 2011/762 ... sayılı soruşturmada görev yapan
ve sanıkların eylem ve işlemleri ile irtibatlı oldukları iddia edilen hakim ve
savcılarla ilgili iddianame tanzim edilmiş olması, sanık Gültekin Avcı'nın
firari sanıklardan [E.U.] ile
soruşturmanın operasyonel sürecinin planlandığı iddia
edilen tarihten kısa süre önceki telefon görüşmeleri ve irtibatının varlığı,
aynı süreçte yazmış olduğu ve soruşıurma konusu ile
paralel biçimde kamuoyunda algı oluşturmaya ve soruşturma dosyasına zemin
hazırlamaya yönelik olduğu iddia edilen köşe yazılarının varlığ,
söz konusu köşe yazılarının Türkiye Cumhuriyeti Başbakanını, Bakanlarını, MİT
Müsteşarı gibi üst düzey kamu görevlilerini, bazı STK yöneticilerini terörle ve
İran ajanlığı ile ilişkilendirerek ve muta nikahı yapmakla suçlayarak gözaltına
almanın planlandığı iddia edilen soruşturma dosyası ile benzer mahiyet ve
içerik taşıması, HTS kayıtları, müşteki [V.Ç.] ile ilgili
düzenlenen 14/12/2013 tarihli şahıs tespit tutanağı kapsamında kuvvetli suç
şüphesinin varlığını gösteren somut kanıtlar bulunması, sanıklara atılı bir
kısım suçların tutuklama nedenlerinin yasal karine olarak var sayıldığı 527l
sayılı CMK'nın 100/3-a.11 alt bendinde sayılan
katalog suçlardan oluşu, sanıklara atılı suçların kanunda öngörülen cezalarının
alt ye üst sınırlarının kaçma kuşkusunu somutlaştırması, sanıkların savunmalarının
henüz alınmamış oluşu,tutuklama sebep ve şartlarında
sanıklar lehine bu aşamada değişiklik meydana gelmemiş oluşu, müştekilerin ve
sanıklara atılı eylemlerin sayısal çoğunluğu da dikkate alındığında sanıkların
suçunun sübutu halinde yargılama sonucunda verilmesi muhtemel ceza veya
güvenlik tedbiri ile tutuklama tedbirinin ölçülü oluşu, tüm bu nedenlerle
sanıklar üzerinde adli kontrol hükümleri ile yeterli ve etkili hukuksal denetim
sağlanamayacak oluşu ..." şeklindeki gerekçeyle başvurucunun tutukluluk
hâlinin devamına karar vermiştir.
62. İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin 26/6/2018 ve 10/9/2018
tarihli duruşmalarda da benzer gerekçelerle başvurucunun tutukluluk hâlinin
devamına karar vermiştir. Başvurucu anılan dosya kapsamında hâlen tutukludur.
63. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla ilk
derece mahkemesinde derdesttir .
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
64.5271 sayılı Kanun'un "Tutuklama
nedenleri" kenar başlıklı 100. maddesinin ilgili bölümü
şöyledir:
"(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını
gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli
veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi
beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama
kararı verilemez.
(2)
Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması
veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.
b) Şüpheli veya sanığın davranışları;
1. Delilleri yok etme, gizleme veya
değiştirme,
2. Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı
yapılması girişiminde bulunma,
Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.
(3)
Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı
halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) 26.9.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;
...
11. Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine
Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),
..."
65. 5271 sayılı Kanun'un "Tutuklama
kararı" kenar başlıklı 101. maddesinin (1) ve (2) numaralı
fıkraları şöyledir:
"(1) Soruşturma evresinde şüphelinin
tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi
tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının
istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir.
Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz
kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir.
(2)
Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin
reddine ilişkin kararlarda;
a) Kuvvetli suç şüphesini,
b) Tutuklama nedenlerinin varlığını,
c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu,
gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir.
Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği
yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir."
66. 5271 sayılı Kanun'un "Adlî
kontrol" kenar başlıklı 109. maddesinin (1) ve (3) numaralı
fıkraları şöyledir:
"(1) Bir suç sebebiyle yürütülen
soruşturmada, 100 üncü maddede belirtilen tutuklama
sebeplerinin varlığı halinde, şüphelinin tutuklanması yerine adlî kontrol
altına alınmasına karar verilebilir.
…
(3)
Adlî kontrol, şüphelinin aşağıda gösterilen bir veya birden fazla yükümlülüğe
tabi tutulmasını içerir:
a) Yurt dışına çıkamamak.
b) Hâkim tarafından belirlenen yerlere,
belirtilen süreler içinde düzenli olarak başvurmak.
c) Hâkimin belirttiği merci veya kişilerin
çağrılarına ve gerektiğinde meslekî uğraşlarına ilişkin veya eğitime devam
konularındaki kontrol tedbirlerine uymak.
...
f) Şüphelinin parasal durumu göz önünde
bulundurularak, miktarı ve bir defada veya birden çok taksitlerle ödeme
süreleri, Cumhuriyet savcısının isteği üzerine hâkimce belirlenecek bir güvence
miktarını yatırmak.
g) Silâh bulunduramamak veya taşıyamamak,
gerektiğinde sahip olunan silâhları makbuz karşılığında adlî emanete teslim
etmek.
...
j) Konutunu terk etmemek.
k) Belirli bir yerleşim bölgesini terk
etmemek.
l) Belirlenen yer veya bölgelere
gitmemek."
67. 6/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Suç işlemek amacıyla örgüt kurma" kenar
başlıklı 220. maddesinin (6) ve (7) numaralı fıkraları şöyledir:
"(6) Örgüte üye olmamakla birlikte örgüt
adına suç işleyen kişi, ayrıca örgüte üye olmak suçundan da cezalandırılır. Örgüte
üye olmak suçundan dolayı verilecek ceza yarısına kadar indirilebilir."
(7)
Örgüt içindeki hiyerarşik yapıya dahil olmamakla birlikte, örgüte bilerek ve isteyerek
yardım eden kişi, örgüt üyesi olarak cezalandırılır. Örgüt üyeliğinden dolayı
verilecek ceza, yapılan yardımın niteliğine göre üçte birine kadar
indirilebilir."
68. 5237 sayılı Kanun'un "Silâhlı örgüt" kenar başlıklı 314.
maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
"(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci
bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya
yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası
ile cezalandırılır.
(2)
Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis
cezası verilir."
69. 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun
"Cezaların artırılması"
kenar başlıklı 7. maddesinin ikinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"Terör örgütünün; cebir, şiddet veya
tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere
başvurmayı teşvik edecek şekilde propagandasını yapan kişi, bir yıldan beş yıla
kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Bu suçun basın ve yayın yolu ile
işlenmesi hâlinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır ..."
B. Uluslararası Hukuk
1. Sözleşme Metinleri
70. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özgürlük ve güvenlik hakkı"
kenar başlıklı 5. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü ve (4) numaralı
fıkrası şöyledir:
"1. Herkes özgürlük ve güvenlik hakkına
sahiptir. Aşağıda belirtilen haller dışında ve yasanın öngördüğü usule uygun
olmadan hiç kimse özgürlüğünden yoksun bırakılamaz:
...
c) Kişinin bir suç işlediğinden şüphelenmek
için inandırıcı sebeplerin bulunduğu veya suç işlemesine ya da suçu işledikten
sonra kaçmasına engel olma zorunluluğu kanaatini doğuran makul gerekçelerin
varlığı halinde, yetkili adli merci önüne çıkarılmak üzere yakalanması ve
tutulması;
...
(4)
Yakalama veya tutulma yoluyla özgürlüğünden yoksun kılınan herkes, tutulma
işleminin yasaya uygunluğu hakkında kısa bir süre içinde karar verilmesi ve
eğer tutulma yasaya aykırı ise, serbest bırakılması için bir mahkemeye başvurma
hakkına sahiptir.
..."
71.Sözleşme'nin "İfade
özgürlüğü" kenar başlıklı
10. maddesi şöyledir:
"1. Herkes ifade özgürlüğü hakkına
sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları
gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme
özgürlüğünü de kapsar. Bu madde, Devletlerin radyo, televizyon ve sinema
işletmelerini bir izin rejimine tabi tutmalarına engel değildir.
2. Görev ve sorumluluklar da yükleyen bu
özgürlüklerin kullanılması, yasayla öngörülen ve demokratik bir toplumda ulusal
güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, kamu
düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın,
başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin yayılmasının
önlenmesi veya yargı erkinin yetki ve tarafsızlığının güvence altına alınması
için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara
tabi tutulabilir."
2. Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi İçtihadı
72. AİHM, Sözleşme'nin 5. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (c)
bendi uyarınca, yalnızca bir ceza soruşturması veya kovuşturması çerçevesinde
kişinin suç işlediğine dair şüphenin bulunması hâlinde yetkili adli makamın
huzuruna çıkarılması amacıyla tutuklanabileceği yönündeki içtihadını (Jecius/Litvanya,
B. No: 34578/97, 31/7/2000, § 50; Wloch/Polonya, B.
No: 27785/95,19/10/2000, § 108) yakın dönemde verdiği Buzadji/Moldova ([BD], B. No: 23755/07, 5/7/2016 §§ 92-102)
kararında geliştirmiştir. Buna göre ilk tutuklama kararından itibaren suçun
işlendiğine ilişkin makul şüphenin varlığı yanında tutuklamaya ilişkin
nedenlerin bulunduğunun ilgili ve yeterli gerekçelerle ortaya konması gerekir.
73. AİHM'e göre ilk tutuklama için
yeterli görülen makul şüphenin varlığı, elde edilen deliller ve somut olayın
kendine özgü koşulları da dikkate alındığında olaylara dışarıdan bakan tamamen
objektif bir gözlemciyi ikna edecek yeterlilikte olmalıdır. Toplanan deliller
objektif bir gözlemciye sunulduğunda şüpheli ya da sanığın atılı suçu işlemiş
olabileceği yönünde bir kanaat oluşturmaya yeterli ise somut olayda makul şüphe
vardır. Diğer bir ifade ile inandırıcı neden ya da makul şüphe, suçlanan
kişinin üzerine atılı suçu işlemiş olabileceğine dair objektif bir gözlemciyi
ikna etmeye yeterli olay, olgu veya bilginin varlığını gerektirmektedir (Fox, Campbell ve Hartley/Birleşik Krallık, B. No: 12244/86
...,30/8/1990, O'Hara/Birleşik Krallık, B. No: 37555/97,
16/10/2001, § 34).
74. AİHM, tutukluluğu meşru kılan makul dört temel neden
belirlemiştir. Bunlar sanığın duruşmaya çıkmama (kaçma) tehlikesi (Stögmüller/Avusturya, B. No: 1602/62, 10/11/1969, hukuki gerekçe bölümü, § 15),
sanığın serbest bırakıldıktan sonra adaletin iyi idaresine zarar verecek tarzda
önlemler alabilecek olma tehlikesi (Wemhoff/Almanya, B.
No: 2122/64, 27/6/1968, hukuki gerekçe bölümü, § 14), tekrar suç işleme
tehlikesi (Matznetter/Avusturya, B. No: 2178/64, 10/11/1969, hukuki gerekçe bölümü, § 7) ve
kamu düzenini bozma tehlikesidir (Letellier/Fransa,
B. No: 12369/86, 26/6/1991, § 51).
75. AİHM'e göre ifade özgürlüğü, demokratik
toplumun temelini oluşturan ana unsurlardandır. İfade özgürlüğü toplumun
ilerlemesi ve bireyin gelişmesi için gerekli temel şartlardan birini teşkil
etmektedir. Sözleşme'nin 10. maddesinin (2) numaralı fıkrası saklı tutulmak
üzere ifade özgürlüğü, sadece toplum tarafından kabul gören, zararsız veya
ilgisiz kabul edilen bilgi ve fikirler için değil incitici, şoke edici
ya da endişelendirici bilgi ve düşünceler için de geçerlidir; yokluğu hâlinde demokratik bir toplumdan söz
edemeyeceğimiz çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin bir gereğidir.
AİHM, 10. maddede güvence altına alınan bu özgürlüğün bazı istisnalara tabi
olduğunu ancak bu istisnaların dar yorumlanması ve bunun sınırlandırılmasının
ikna edici olması gerektiğini vurgulamıştır (Handyside/Birleşik Krallık [GK], B. No: 5493/72, 7/12/1976, § 49; Von Hannover/Almanya (No. 2) [BD], B. No:
40660/08 ve 60641/08, 7/2/2012, § 101).
76. AİHM, Stojanović/Hırvatistan
(B. No: 23160/09, 19/9/2013, §§ 39, 62) kararında ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin
demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığını incelerken başvurucunun
sorumluluğunun kapsamının kendi sözlerinin ötesine taşıp taşmadığının
belirlenmesi gerektiğini ifade etmiştir. AİHM, derece mahkemelerince
başvurucunun sorumluluğunun -bunu haklı gösterecek ilgili ve yeterli gerekçeler gösterilmeksizin- onun
sözlerinin ötesinde genişletilmesi suretiyle ifade özgürlüğünün ihlal
edildiğine karar vermiştir.
77. AİHM'in Sürek/Türkiye (No. 1) ([BD], B. No: 26682/95, 8/7/1999) kararında "Haberde Yorumda Gerçek" isimli
haftalık bir dergide "Silahlar
Özgürlüğü Engelleyemez" ve "Suç Bizim" başlıklı iki okuyucu makalesinin
yayımlanması üzerine dergi sahibi ile editörünün cezalandırılmasının ifade
özgürlüğünü ihlal edip etmediği meselesi gündeme gelmiş ve AİHM Sözleşme'nin
10. maddesinin ihlal edilmediği sonucuna varmıştır. Bu kararda AİHM, basının
şiddet tehdidi karşısında milli güvenlik veya ülke bütünlüğünün korunması veya
asayişsizlik veya suçun engellenmesi amacıyla konmuş olan sınırlamaları aşmaması
kaydıyla, bölücü olanlar da dahil olmak üzere, görüş ve siyasi hususlarda bilgi
vermesinin demokratik toplumlar açısından bir zorunluluk olduğunu belirtmiştir (Sürek/Türkiye (No. 1), § 59). Ayrıca AİHM'e göre ifade edilen sözlerin bireylere, kamu görevlilerine
veya toplumun belli bir kesimine karşı şiddeti teşvik ettiği durumlarda devlet
otoriteleri, ifade özgürlüğüne ilişkin müdahale gereğinin incelenmesinde daha
geniş bir marja (takdir yetkisine) sahiptir (Sürek/Türkiye
(No. 1), § 61). AİHM, dergide yayımlanan mektuplarda kullanılan
kelimeler ve bu kelimelerin yayımlandığı bağlam üzerinde özellikle durmuştur.
AİHM söz konusu kelimelerin açıkça şiddeti teşvik niteliğinde olduğunu
belirterek şunları söylemiştir: "Mahkeme
ilk olarak, "katliam", "zulüm" ve "cinayet" gibi
göndermelerin yanı sıra, "Faşist Türk ordusu", "TC cinayet çetesi" ve "emperyalizmin kiralık
katilleri" gibi etiketlerin kullanılması ile diğer tarafa kara bir leke
vurulmasına ilişkin açık bir kasıt olduğunu kabul etmektedir. Mahkeme kanaatine
göre söz konusu mektuplar, temel duyguların çalkalandırılması ve halen ölümcül
şiddet şeklinde kendini göstermiş olan bileşik önyargıların katılaştırılması
ile kanlı bir intikama çağrı şeklinde değerlendirilebilecektir. Ayrıca,
mektupların 1985’ten buyana çok ciddi can kayıpları ve bölgenin büyük bir
kısmında olağanüstü hal ilan edilmesine sebebiyet
verecek şekilde güvenlik kuvvetleri ile PKK kuvvetleri arasında ciddi
çatışmaların devam etmekte olduğu Türkiye'nin güneydoğusundaki güvenlik durumu
bağlamında yayımlanmış olması da dikkate alınmalıdır. Bu bağlamda, mektupların
içeriğinin iddia edilen zulümlerin sorumlusu olarak gösterilenlere karşı köklü
ve mantık dışı bir nefret uyandırarak bölgede daha fazla şiddete sebebiyet
verebilecek şekilde değerlendirilmelidir. Gerçekten de,
okuyucuya iletilen mesaj, saldırgan ülke karşısında şiddete başvurmanın gerekli
ve haklı bir önlem olduğudur. Ayrıca "Suç Bizim" başlıklı mektubun
kişileri isimleri ile tanımlayarak, bunlara karşı olan nefretin
alevlendirildiği ve bu şahısların fiziksel şiddet tehlikesine maruz bırakıldığı
da dikkate alınmalıdır. Mahkeme bu açıdan, yetkililer tarafından Devletin
toprak bütünlüğüne zarar verilmesi ile ilgili gerekçelerin vurgulandığı
başvuranın mahkûmiyetine ilişkin nedenleri, başvuranın ifade özgürlüğü
aleyhinde bir müdahale için ilgili ve yeterli bir dayanak olarak kabul
etmektedir. Mahkeme, "bilgi" ve "görüşlerin" sadece kırıcı,
şaşırtıcı veya rahatsız edici olmasının müdahalenin haklı gösterilmesi için yeterli
olmayacağını yinelemektedir. Mevcut davada söz konusu olan nefret konuşmaları
ve şiddetin yüceltilmesidir."
78. Hocaoğulları/Türkiye
(B. No: 77109/01,7/3/2006) kararında
AİHM, bir dergide yayımlanan "Hangi
Barış?" ve "Gençlik
İsyan Demektir" başlıklı iki makale nedeniyle başvurucunun
terör örgütü lehine propaganda suçundan mahkûmiyetini incelemiştir. AİHM,
başvuruyu makalelerdeki ibareleri, yayımlandıkları bağlamı (yazının
bütünlüğünü), özellikle terörle mücadeleye bağlı güçlükleri de dikkate alarak
değerlendirmiştir. AİHM "Gençlik İsyan
Demektir" başlıklı makale ile alakalı şu değerlendirmeleri
yapmıştır: "Gençlere seslenen ve hiçbir
devrimin insan zayiatı olmadan gerçekleşemeyeceği görüşünü savunan yazarın dili
barışa ve siyasi sorunların çözümüne çağrı olarak kabul edilemez … Diyarbakır
zindanlarında işkenceci faşistlere sır verip ser vermeyerek ve Kızıldere'de
düşmanları, biz buraya dönmeye değil ölmeye geldik, diye selamlayarak dönenlere
kavgalarının gelip geçici olmadığını bildirirler. Hem de canları pahasına.
Evet, belki yenildiler. Ama direndiler. Çünkü gerçek zaferin böyle küçük ama
kararlı direnişlerle kazanılacağını biliyorlardı" gibi ifadelerinin
kullanımıyla net bir biçimde mücadelenin geçici olmadığı düşüncesinin
vurgulandığını hatırlatmaktadır. Bunun yanı sıra, bütünü itibarıyla şiddet
kullanımını, silahlı direnişi veya başkaldırıyı tahrik eder bir makale olarak
değerlendirilebilir; AİHM nezdinde göz önünde bulundurulması gereken temel
unsur budur." AİHM’e göre şiddeti
kışkırtan ve yücelten bu ibareler, Sözleşme’nin giriş kısmında açıklanan barış
ve adalet gibi temel değerler ile bağdaşmaz.
79. Sürek ve Özdemir/Türkiye
([BD] B. No: 23927/94 ve
24277/94, 8/7/1999) kararında başvurucuların sahibi ve yazı işleri müdürü
oldukları dergi vasıtasıyla terörist örgütlerin bildirilerini yayımlamak ve
bölücü propaganda yapmak suçlarından ulusal hukukta mahkûm edilmeleri söz
konusudur. AİHM, özellikle kin ve düşmanlığa tahrik bağlamında söylemleri
değerlendirmiş ancak metinleri bir bütün olarak ele aldığında kin ve düşmanlığa
tahrik ettiğinin söylenemeyeceğini belirtmiştir. AİHM, bu kararda bilhassa
medya açısından ifade hürriyetinin kullanılmasındaki görev ve sorumlulukların çatışma ve gerginlik zamanlarında
özel önem taşıdığını vurgular. AİHM'e göre "Bu yüzden de devlete karşı şiddet kullanma yoluna
giden örgüt temsilcilerinin görüşleri yayımlanırken medya şiddeti tahrik eden
ve kin güden konuşmaların yapıldığı bir araç olarak görülmesin diye, daha fazla
özen gösterilmelidir." Çünkü
kin ve nefret söylemi ile şiddete teşvik arasında ince bir çizgi olduğu ya da
anılan söylemin şiddete dönüşmesi riskinin kuvvetle muhtemel olduğu dikkate
alınmalıdır.
80. Halis Doğan/Türkiye (No.
3) (B. No: 4119/02, 10/10/2006) kararına
konu olayda başvurucu Halis Doğan, Özgür Bakış gazetesinin sahibidir. Gazetenin
"Analiz" başlıklı
sütundaki "Komplo’nun
Yeni Aşaması" ve "Doğum"
başlıklı iki makalenin yayımlanmasından dolayı başvurucu hakkında bölücülük
propagandası yapma suçundan bir miktar para cezasına hükmolunmuş ve ayrıca
gazetenin yayını altı gün süreyle durdurulmuştur. Başvuruyu inceleyen AİHM
Sözleşme'nin 10. maddesinin ihlal edilmediği sonucuna varmıştır. AİHM’e göre her iki makalede de PKK terör örgütünün
mücadele yöntemlerine yer verilmektedir. Makalelerde kullanılan kimi sözler, ne
Kürt probleminin barış yoluyla çözümüne çağrı konuşması ne de sosyal, kültürel
ve tarihi olaylar hakkındaki saptamalar olarak görülebilir. AİHM "Aksine (şimdi) ulusal seferberlik zamanıdır.
Eğer bütün güçler, yetenekler ve olanaklar faaliyete geçmezse, ne zaman
faaliyete geçecekler? Kürtlerin hatıralarında ve kültürlerinde 'onur günü'
kavramı vardır. İşte bugün onur gününden daha farklı bir gün söz konusudur. Ve
hatta durum böyle iken, bizim tek garantimiz, tam bir özgürlük kazanmak için
her türlü fedakârlığı yapmaya ve 21. yüzyılın esaret zincirlerini kırmaya hazır
olan halkımızın isteğidir. Bu bizim özgürlük mücadelemizi parlayan bir aşamaya
taşıyacak öncü politikamızdır. Gerçek fedakârlığı gösteren şahinlerimiz."
şeklindeki ifadelerin şiddeti tahrike elverişli ifadeler olduğunu not etmiştir.
AİHM’e göre makalelerin genel içeriği şiddete,
silahlı mücadeleye ya da ayaklanmaya teşvik edici mahiyettedir ve bu ifadeler,
Abdullah Öcalan’ın yakalanmasından sonra bir gazetede yayımlanan iki makaleden
alınmıştır, içerik olarak Kürtlerin davasını savunanları şiddete teşvik
etmektedir. Böyle bir bağlamda makalelerin Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde zaten
mevcut olan şiddet eylemlerine katalizör etkisi yapabilecek nitelikte olduğunu
tespit etmek yanlış olmaz. Bu bakımdan AİHM, başvuranın mahkûm edilme
gerekçelerinin başvuranın ifade özgürlüğüne müdahaleyi haklı göstermek için
yeterli ve yerinde olduğuna hükmetmektedir. AİHM, sadece bilgi ya da fikirlerin çatışmasının, şaşırtmasının ya da endişeye yol
açmasının benzeri bir müdahaleyi haklı göstermeye yetmeyeceğini
hatırlatmaktadır. Ancak bu vakada açıkça şiddet yanlısı bir kışkırtma söz
konusudur. Makalelerde ifade edilen bu görüşler açık biçimde muhatabını eyleme
yönlendirmektedir. Burada, özgürlük mücadelesinin tek yolunun PKK terör
örgütünün uyguladığı şiddet yöntemleri olduğu savunulmakta ve muhataplarının bu yüce davaya bir seferberlik duygu ve
düşüncesi içinde katkıda bulunmaları istenmektedir.
81. Sürek/Türkiye (No. 3) ([BD],
B. No: 24735/94, 8/7/1999) kararına konu olan olayda başvurucu "Haberde Yorumda Gerçek" isimli
derginin sahibidir. Bu dergide 9/1/1993 tarihli 42. sayıda "Botan'da Fakir Köylüler Toprak Ağalarını
İstimlak Ediyor" başlıklı bir makale yayımlanmıştır. Bu
makalede devletin bölünmez bütünlüğü aleyhine propaganda yapıldığı gerekçesi
ile dergi toplatılmış ve başvurucu adli para cezasına mahkûm edilmiştir.
Başvurucu, ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasıyla AİHM’e
başvurmuştur. Konuyu inceleyen AİHM, makalelerde kullanılan kelimeler ve bu
kelimelerin yayımlanmış olduğu bağlam üzerinde özellikle duracağını
belirtmiştir. Dava konusu makalede ülkenin bir bölgesindeki mücadelenin "güvenlik kuvvetlerine karşı yürütülen bir savaş"
olarak nitelendirilmesinin ve "Özgürlük
mücadelesini sonuna kadar sürdüreceğiz." ifadesinin
kullanılmasının makalenin yazarının kendisini terör yoluyla mücadeleyi sürdüren
örgütle özdeşleştirmiş olduğu ve silah kullanılması için çağrıda bulunduğu
anlamına geleceğini vurgulamıştır. AİHM ayrıca makalelerin 1985’ten bu yana çok
ciddi can kayıpları yaşanan ve bölgenin büyük bir kısmında olağanüstü hâl ilan
edilmesine sebebiyet verecek şekilde güvenlik kuvvetleri ile PKK arasında ciddi
çatışmaların devam etmekte olduğu Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ndeki güvenlik
durumu bağlamında yayımlanmış olmasının da dikkate alınması gerektiğini
belirtmiştir. Bu bağlamda makalenin içeriği bölgede daha fazla şiddeti teşvik
edebilecek niteliktedir ve bu makaleyle okuyucuya iletilen mesaj, saldırgan
ülke karşısında şiddete başvurmanın gerekli ve haklı bir önlem olduğudur. Bu
açıdan AİHM, muhatap devlet tarafından başvuranın mahkûmiyetine ilişkin olarak
öne sürülen nedenlerin başvuranın ifade özgürlüğü hakkına bir müdahale için
ilgili ve yeterli dayanak teşkil ettiği sonucuna varmıştır. AİHM'e
göre başvurucu, bu makalelerde yer alan görüşler ile şahsen bağlantılı
olmamasına rağmen makalelerin yazarlarına şiddet ve nefretin körüklenmesi için
bir araç temin etmiştir. Dergi ile sadece ticari açıdan bağlı olduğu ve yazı
işleri müdürlüğü sorumluluğu taşımadığı gerekçesi ile makalelerin içeriğine
ilişkin her türlü cezai sorumluluktan muaf tutulması gerektiği yönündeki
başvurucu tarafından ileri sürülen iddiamahkemece
reddedilmiştir. Başvurucu derginin sahibidir. Bu konumu itibarıyla derginin
yazı işleri yönetimini şekillendirme hakkına sahiptir. Bu nedenle başvurucu
halk için bilgi toplanması ve dağıtılması konusunda derginin yazı işleri ve
muhabir personelinin görev ve sorumlulukları
açısından vekâleten sorumlu olup bu da çatışma ve gerginlik durumlarında daha
büyük önem taşımaktadır. AİHM açıklanan gerekçelerle başvurucuya verilen
cezanın zorunlu bir sosyal ihtiyaca karşılık geldiğini ve verilen ceza ile elde
edilmek istenen amaç arasında orantısızlık olmadığını belirterek ifade özgürlüğünün
ihlalinin söz konusu olmadığı sonucuna varmıştır.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
82. Mahkemenin 10/1/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. 20/9/2015 Tarihli
Tutuklama Kararı Yönünden
1. Kişi Hürriyeti ve
Güvenliği Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddialar
a. Sulh Ceza
Hâkimliklerinin Doğal Hâkim, Bağımsız ve Tarafsız Hâkim İlkelerine Aykırı
Olduğuna İlişkin İddia
i. Başvurucunun İddiaları
ve Bakanlık Görüşü
83. Başvurucu; tutuklama kararını veren sulh ceza
hâkimliklerinin doğal hâkim ilkesine aykırı olarak kurulduğunu, tutuklama
kararını veren hâkimin bağımsız ve tarafsız olmadığını, dolayısıyla tutuklama
kararının yok hükmünde olduğunu ileri sürmüştür.
84. Bakanlık görüşünde; başvurucunun tutuklama kararının doğal
hâkim ilkesine aykırı olarak kurulmuş bir mahkeme tarafından verildiğine ve
tutuklama kararını veren hâkimlerin bağımsız ve tarafsız olmadığına yönelik
şikâyetlerinin açıkça dayanaktan yoksun olduğu kanaati bildirilmiştir.
85. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.
ii. Değerlendirme
86. Bir kuralın belirli bir suçun işlenmesinden sonra bu suça
ilişkin davayı görecek yargı yerini belirlemeyi amaçlamaması, yürürlüğü
müteakip kapsamına giren tüm davalara uygulanması hâlinde doğal hâkim ilkesine
aykırılık söz konusu olamaz (AYM, E.2009/52, K.2010/16, 21/1/2010).
87. Anayasa'nın 9. maddesinde, yargı yetkisinin bağımsız ve
tarafsız mahkemelerce kullanılacağı açıkça hükme bağlanmış, 138. maddesinde ise
mahkemelerin bağımsızlığından ne anlaşılması gerektiği açıklanmıştır. Buna göre "Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı
yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez;
genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde
bulunamaz." Bağımsızlık; mahkemenin bir uyuşmazlığı çözümlerken
yasamaya, yürütmeye, davanın tarafları ile çevreye ve diğer yargı organlarına
karşı bağımsız olmasını, onların etkisi altında olmamasını ifade etmektedir
(AYM, E.2014/164, K.2015/12, 14/1/2015).
88. Bir mahkemenin idareye ve davanın taraflarına karşı bağımsız
olup olmadığının belirlenmesinde üyelerinin atanma şekli ve onların görev
süreleri, dış baskılara karşı teminatların varlığı ve mahkemenin bağımsız
olduğu yönünde bir görüntü sergileyip sergilemediği önem arz etmektedir (Yaşasın Aslan, B. No: 2013/1134,
16/5/2013, § 28).
89. Anayasa'nın 36. maddesinde mahkemelerin tarafsızlığından
açıkça bahsedilmemekle birlikte Anayasa Mahkemesi içtihadı uyarınca davanın
tarafsız bir mahkemede görülmesini isteme hakkı, adil yargılanma hakkının zımni
bir unsurudur. Nitekim 21/1/2017 tarihli ve 6771 sayılı Kanun'un 1. maddesiyle
Anayasa'nın 9. maddesine "bağımsız"
ibaresinden sonra gelmek üzere "ve
tarafsız" ibaresi eklenmiş, böylelikle madde metni "Yargı yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız ve
tarafsız mahkemelerce kullanılır." hâlini almıştır. Ayrıca
mahkemelerin tarafsızlığı ve bağımsızlığının birbirini tamamlayan iki unsur
olduğu dikkate alındığında -Anayasa'nın bütünlüğü ilkesi gereği- Anayasa'nın
138., 139. ve 140. maddelerinin de tarafsız bir mahkemede yargılanma hakkının
değerlendirilmesinde gözönünde bulundurulması
gerektiği açıktır (Tahir Gökatalay,
B. No: 2013/1780, 20/3/2014, § 60).
90. Mahkemelerin tarafsızlığı kavramı, görülecek davalar
karşısında bizzat mahkemenin kurumsal yapısı ile davaya bakmakla görevli
hâkimin tutumu üzerinden açıklanmaktadır. Öncelikle mahkemelerin kuruluşu ve
yapılanmasıyla ilgili yasal ve idari düzenlemelerin tarafsız olmadığı
izlenimini vermemesi gerekir. Esasında kurumsal tarafsızlık, mahkemelerin
bağımsızlığı ile bağlantılı bir konudur. Tarafsızlık için öncelikle bağımsızlık
ön koşulu gerçekleşmeli ve ek olarak kurumsal yönden de taraf görüntüsü verecek
bir yapılanma oluşmamalıdır (AYM, E.2014/164, K.2015/12, 14/1/2015).
91. Mahkemelerin tarafsızlığını ifade eden ikinci unsur,
hâkimlerin görülecek davaya ilişkin öznel tutumlarıyla ilgilidir. Davaya
bakacak olan hâkimin davanın taraflarına karşı eşit, yansız ve ön yargısız
olması, hiçbir telkin ve baskı altında kalmadan hukuk kuralları çerçevesinde
vicdani kanaatine göre karar vermesi gerekir. Aksi yöndeki davranışlar ise
hukuk düzenince disiplin ve ceza hukuku alanındaki yaptırımlara tabi
kılınmıştır (AYM, E.2014/164, K.2015/12, 14/1/2015).
92. Genel bir kanuni düzenlemeye dayanılarak Hâkimler ve
Savcılar Kurulu (HSK) tarafından yapılan atama sonucunda sulh ceza hâkimlerinin
-soruşturma aşamasında tutuklama tedbirine ilişkin karar vermek de dâhil olmak
üzere- kanun ile verilen görevleri yaptıkları anlaşılmaktadır. Bağımsız ve
tarafsız olmadıkları iddia edilen sulh ceza hâkimliklerinin Cumhuriyet
savcısının taleplerini reddederek şüpheliler lehine de kararlar verdikleri
bilinmektedir. Bu itibarla bazı soyut varsayımlardan hareket edilerek ilgili
hâkimlerin bağımsız ve tarafsız davranmadıklarını kabul etmek mümkün değildir
(benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Hikmet
Kopar ve diğerleri [GK], B. No: 2014/14061, 8/4/2015, § 114; Hidayet Karaca, B. No: 2015/144,
14/7/2015, § 78, Mehmet Baransu
(2), B. No: 2015/7231, 17/5/2016, §§ 64-78).
93. Nitekim Anayasa Mahkemesi; sulh ceza hâkimlerinin de diğer
tüm hâkimler gibi HSK tarafından atandıkları ve Anayasa'nın 139. maddesinde
öngörülen hâkimlik teminatına sahip oldukları, diğer tüm mahkemelerde olduğu
gibi Anayasa'nın öngördüğü biçimde mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik
teminatı esaslarına uygun olarak teşkilatlandırıldıkları, bunların yapılanması
ve işleyişinde tarafsız davranamayacakları sonucuna ulaşılmasını gerektiren
herhangi bir unsur bulunmadığı, ayrıca somut, nesnel ve inandırıcı delillerle
tarafsızlığını yitirdiğinin ortaya konması durumunda hâkimin davaya bakmasını
engelleyen usul hükümlerinin de bulunduğu gerekçesiyle sulh ceza hâkimliklerini
ihdas eden kanun hükmünün iptali istemini reddetmiştir (AYM, E.2014/164,
K.2015/12, 14/1/2015).
94. Somut olayda başvurucu hakkında tutuklama kararı veren
İstanbul 2. Sulh Ceza Hâkimliğinin genel hükümlere göre kurulduğu ve görev
yapan hâkimin de yine genel hükümlere göre HSK tarafından atandığı konusunda
tereddüt bulunmamaktadır. Başvurucu, tutuklamayı yapan hâkim ile kendisinin
arasında İstanbul 2. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2015/175 sayılı dosyasında sanık
mağdur ilişkisi bulunması nedeniyle 5271 sayılı Kanun'un 24. maddesi uyarınca
hâkimin tarafsızlığına gölge düşüren bir durumun bulunduğunu ileri sürmüş ise
de tüm dosya kapsamı nazara alındığında tutuklama kararını veren hâkimin anılan
dosya nedeniyle subjektif değerlendirme yaptığı ve
tarafsız davranmadığı sonucuna varılamamaktadır.
95. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun doğal hâkim ilkesine
aykırı bulunan, bağımsız ve tarafsız olmayan hâkimlik tarafından tutuklandığı
iddiasına ilişkin olarak bir ihlalin bulunmadığı açık olduğundan başvurunun bu
kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Soruşturma Dosyasına
Erişimin Kısıtlandığına İlişkin İddia
i. Başvurucunun İddiası
ve Bakanlık Görüşü
96. Başvurucu; gerekçesiz bir şekilde verilen soruşturma
dosyasına erişimin kısıtlanması kararı nedeniyle soruşturma evrakında bulunan
belge ve delillere ulaşamadığını, bu şekilde erişimi engellenen ve lehine
değerlendirilmesi açıkça mümkün olan belge ve deliller çerçevesinde
tutukluluğuna ilişkin olarak itirazda bulunmasının önüne geçildiğini ileri
sürmüştür.
97. Başvurucu ayrıca soruşturma mercileri tarafından kısıtlama kararının kanunda öngörülen
kapsamı aşılarak yorumlandığını, bu bağlamda incelemeye ve/veya örnek almaya
yetkili olduğu -gizlilik kapsamında olmayan- belgelerin suretinin verilmesi
yönündeki talebi reddedilerek bu belgelere erişiminin engellendiğini iddia etmiştir.
Başvurucuya göre soruşturma mercilerinin bu tutumu silahların eşitliği ilkesiyle bağdaşmamaktadır.
98. Başvurucu sonuç olarak tutuklamaya karşı etkili bir şekilde
itirazda bulunma imkânından yoksun bırakıldığını belirterek kişi hürriyeti ve
güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
99. Bakanlık görüşünde; hakkındaki suçlamalar ayrıntılı bir
şekilde anlatılarak başvurucuya savunma yapma imkânı verildiği, başvurucunun
tutuklanmasına temel teşkil eden iddiaların somutlaştırılarak sorulduğu,
başvurucunun bu iddialarla ilgili savunmasını yaptığı ileri sürülmüştür.
Bakanlığa göre başvurucu, bu delilleri yeterince değerlendirerek bunlara karşı
etkili bir şekilde itirazda bulunma imkânını kullanmıştır. Bakanlık bu
nedenlerle şikâyetin açıkça dayanaktan yoksun olduğuna karar verilmesi
gerektiğini ifade etmiştir.
100. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.
ii. Değerlendirme
101. Anayasa'nın 19. maddesinin sekizinci fıkrası şöyledir:
"Her ne sebeple olursa olsun, hürriyeti
kısıtlanan kişi, kısa sürede durumu hakkında karar verilmesini ve bu
kısıtlamanın kanuna aykırılığı halinde hemen serbest bırakılmasını sağlamak
amacıyla yetkili bir yargı merciine başvurma hakkına sahiptir."
102. Başvurucunun bu bölümdeki iddialarının Anayasa'nın 19.
maddesinin sekizinci fıkrası bağlamında kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı
kapsamında incelenmesi gerekir.
(1) Genel
İlkeler
103. Anayasa'nın 19. maddesinin dördüncü fıkrası, yakalanan veya
tutuklanan kişiye yakalama veya tutuklama sebeplerinin ve haklarındaki
iddiaların hemen yazılı olarak bildirilmesini, yazılı bildirimin mümkün
olmaması hâlinde sözlü olarak derhâl; toplu suçlarda ise en geç hâkim huzuruna
çıkarılıncaya kadar bildirilmesini öngörmektedir (Günay Dağ ve diğerleri [GK], B. No: 2013/1631, 17/12/2015, § 168).
104. Diğer taraftan Anayasa'nın 19. maddesinin sekizinci fıkrası
uyarınca, hürriyeti kısıtlanan kişi kısa sürede durumu hakkında karar
verilmesini ve bu kısıtlamanın kanuna aykırılığı hâlinde hemen serbest
bırakılmasını sağlamak amacıyla yetkili bir yargı merciine başvurma hakkına
sahiptir. Fıkrada öngörülen bu usulde adil yargılanma hakkının bütün
güvencelerini sağlamak mümkün değilse de iddia edilen tutmanın koşullarına
uygun somut güvencelerin yargısal nitelikli bir kararla sağlanması gerekir (Mehmet Haberal, B. No: 2012/849,
4/12/2013, §§ 122, 123).
105. Bu bağlamda tutukluluk hâlinin devamının veya serbest
bırakılma taleplerinin incelenmesinde silahların
eşitliği ve çelişmeli yargılama
ilkelerine riayet edilmelidir (Hikmet Yayğın, B.
No: 2013/1279, 30/12/2014, § 30). Silahların eşitliği ilkesi, davanın
taraflarının usul hakları bakımından aynı koşullara tabi tutulması ve
taraflardan birinin diğerine göre daha zayıf bir duruma düşürülmeksizin iddia
ve savunmalarını makul bir şekilde mahkeme önünde dile getirme fırsatına sahip
olması anlamına gelmektedir. Çelişmeli yargılama ilkesi ise taraflara dava
dosyası hakkında bilgi sahibi olma ve yorum yapma hakkının tanınmasını, bu nedenle
tarafların yargılamanın bütününe aktif olarak katılmasını gerektirmektedir (Bülent Karataş, B. No: 2013/6428, 26/6/2014, §§ 70, 71).
106. Yakalanan bir kişiye, yakalanmasının temel maddi ve hukuki
sebepleri teknik olmayan ve anlayabileceği basit bir dilde açıklanmalı; böylece
kişi, uygun görürse hürriyetinden yoksun bırakılmasının Anayasa'nın 19.
maddesinin sekizinci fıkrası kapsamında kanuna uygunluğuna itiraz etmek üzere
mahkemeye başvurma imkânına sahip olabilmelidir. Bununla birlikte Anayasa'nın
19. maddesinin dördüncü fıkrası, yakalama veya tutuklama sırasında verilen
bilgilerin yakalanan veya tutuklanan kişiye isnat edilen suçların tam bir
listesini içermesini, bir başka deyişle hakkındaki suçlamalara esas tüm
delillerin bildirilmesini ya da açıklanmasını gerektirmemektedir (Günay Dağ ve diğerleri, § 175).
107. İfadesi ya da savunması alınırken başvurucuya erişimi
kısıtlanan belgelerin içeriğine ilişkin sorular sorulmuş veya başvurucunun
tutukluluk kararına yönelik itirazında bu belgelerin içeriğine atıfta bulunmuş
olması durumunda başvurucunun tutukluluğa temel teşkil eden belgelere
erişiminin olduğunun, bunların içerikleri hakkında yeterli bilgiye sahip
bulunduğunun ve bu nedenle de tutukluluk hâlinin gerekçelerine yeterli biçimde
itiraz etme imkânını elde ettiğinin kabulü gerekmektedir. Böyle bir durumda
kişi, tutukluluğa temel teşkil eden belgelerin içeriği hakkında yeterli bilgiye
sahiptir (Hidayet Karaca, § 107).
(2)
İlkelerin Olaya Uygulanması
108. Savcılığın talebi üzerine İstanbul 3. Sulh Ceza Hâkimliği
24/12/2014 tarihinde 5271 sayılı Kanun'un 153. maddesinin (2) numaralı fıkrası
uyarınca dosyaya erişimin kısıtlanmasına karar vermiştir.
109. Başvuru formu ve eklerinde, kısıtlama kararının daha sonra
kaldırılıp kaldırılmadığı hususunda herhangi bir bilgi veya belge bulunmamakla
birlikte İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesince iddianamenin kabul edildiği
7/4/2016 tarihi itibarıyla kısıtlılık, 5271 sayılı Kanun'un 153. maddesinin (4)
numaralı fıkrası uyarınca kendiliğinden sona ermiş bulunmaktadır (bkz. § 23).
110. Başvurucuya yöneltilen ve tutuklamaya konu olan
suçlamaların ve buna ilişkin olguların tutuklama talep yazısında ve sorgu
esnasında başvurucuya sorulan sorularda açıklandığı, başvurucunun da ifadesinde
anılan suçlamalarla ilgili ayrıntılı bir şekilde beyanda bulunduğu
görülmektedir (bkz. §§ 14, 15).
111. Öte yandan başvurucu, Hâkimliğin tutuklama kararında da tutuklamaya
konu edilen suçlamalarla (eylemlerle) ilgili değerlendirmelerde bulunmuştur
(bkz. § 16). Ayrıca tutukluluğa itiraz dilekçesinde başvurucu müdafileri
tarafından usul ve esasa ilişkin ayrıntılı bir şekilde savunma yapılmıştır. Dolayısıyla başvurucunun ve müdafilerinin
isnat edilen suçlamalara ve tutukluluğa temel teşkil eden bilgilere gerek sorgu
öncesinde gerekse sorgu sonrasında erişimlerinin olduğu anlaşılmaktadır.
112. Bu itibarla suçlamalara dayanak olan temel unsurların ve
tutmanın hukukiliğinin değerlendirilmesi için esas olan bilgilerin başvurucuya
veya müdafilerine bildirilmiş, başvurucuya bunlara karşı savunma ve
itirazlarını ileri sürme imkânı verilmiş olması dikkate alındığında yaklaşık
birkaç ay devam eden soruşturma aşamasında uygulanmış olan kısıtlama nedeniyle
başvurucunun tutukluluğa karşı etkili bir şekilde itirazda bulunamadığının
kabulü mümkün görülmemiştir.
113. Diğer taraftan başvurucu kısıtlama kararının kapsamında
bulunmayan belgelere erişiminin kısıtlanması nedeniyle tutukluluğa etkili bir
şekilde itirazda bulunamadığını ileri sürmüşse de başvurucu açıkça hangi
belgelere erişemediğini belirtmemiştir. Soruşturma makamlarınca suçlama
konusunun başvurucuya bildirildiği, tutuklama kararında da bu olgulara yer
verildiği görülmektedir. Dolayısıyla bir kısım belgelerin başvurucunun
erişimine açılmamasının tutukluluğa etkili bir şekilde itirazda bulunmayı
güçleştirdiği söylenemez.
114. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun kısıtlama kararı
nedeniyle tutukluluğa etkili bir şekilde itirazda bulunamadığı iddiasına
ilişkin olarak bir ihlalin bulunmadığı açık olduğundan başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
c. Tutuklamanın Hukuki
Olmadığına İlişkin İddia
i. Başvurucunun İddiaları
ve Bakanlık Görüşü
115. Başvurucu; kuvvetli suç şüphesi ve bir tutuklama nedeni
bulunmadığı hâlde tutuklandığını, tutuklama ve tutuklamaya itirazın reddi
kararlarının tutuklamayı haklı kılacak somut deliller ortaya konulmadan
gerekçesiz olarak verildiğini belirterek kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının
ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
116. Bakanlık görüşünde; başvurucu hakkındaki suçlamaların somut
delillere dayandığı ve tutuklamanın orantılı olduğu belirtilmiştir. Bakanlık,
başvurucunun kuvvetli suç şüphesi ve bir tutuklama nedeni bulunmaksızın
özgürlüğünden yoksun bırakıldığı şeklindeki şikâyetlerinin açıkça dayanaktan
yoksun olduğu kanaatindedir.
117. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.
ii. Değerlendirme
118. Anayasa'nın "Temel
hak ve hürriyetlerin sınırlanması" kenar başlıklı 13. maddesi
şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."
119. Anayasa'nın "Kişi
hürriyeti ve güvenliği" kenar başlıklı 19. maddesinin birinci
fıkrası ile üçüncü fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:
"Herkes, kişi hürriyeti ve güvenliğine
sahiptir.
...
Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan
kişiler, ancak kaçmalarını, delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini
önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda
gösterilen diğer hallerde hâkim kararıyla tutuklanabilir."
120. Başvurucunun bu bölümdeki iddialarının Anayasa'nın 19.
maddesinin üçüncü fıkrası bağlamında kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı
kapsamında incelenmesi gerekir.
(1) Genel
İlkeler
121. Anayasa'nın 19. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin
kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına sahip olduğu ilke olarak ortaya konduktan
sonra ikinci ve üçüncü fıkralarında, şekil ve şartları kanunda gösterilmek
şartıyla kişilerin özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği durumlar sınırlı
olarak sayılmıştır. Dolayısıyla kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının
kısıtlanması ancak Anayasa'nın anılan maddesi kapsamında belirlenen durumlardan
herhangi birinin varlığı hâlinde söz konusu olabilir (Murat Narman, B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 42).
122. Ayrıca kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına yönelik bir
müdahale, temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin ölçütlerin
belirlendiği Anayasa'nın 13. maddesinde belirtilen koşullara uygun olmadığı
müddetçe Anayasa'nın 19. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Bu sebeple
sınırlamanın Anayasa'nın 13. maddesinde öngörülen ve tutuklama tedbirinin
niteliğine uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, Anayasa'nın ilgili
maddelerinde belirtilen haklı sebeplerden bir veya daha fazlasına dayanma ve
ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının
belirlenmesi gerekir (Halas Aslan, B. No: 2014/4994, 16/2/2017, §§ 53, 54).
123 Anayasa'nın 13. maddesinde temel hak ve özgürlüklerin ancak
kanunla sınırlanabileceği hükme bağlanmıştır. Öte yandan Anayasa'nın 19.
maddesinde, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının sınırlanabileceği durumların
şekil ve şartlarının kanunda gösterilmesi gerektiği belirtilmiştir. Dolayısıyla
Anayasa'nın 13. ve 19. maddeleri uyarınca kişi hürriyetine ilişkin müdahale
olarak tutuklamanın kanuni bir dayanağının bulunması zorunludur (Murat Narman, § 43; Halas Aslan, § 55).
124 Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında; suçluluğu
hakkında kuvvetli belirti bulunan kişilerin ancak kaçmalarını, delilleri yok
etmelerini veya değiştirmelerini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi
tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hâllerde hâkim kararıyla
tutuklanabilecekleri belirtilmiştir (Halas
Aslan, § 57).
125. Buna göre tutuklama ancak
suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler bakımından
mümkündür. Bir başka anlatımla tutuklamanın ön koşulu, kişinin suçluluğu
hakkında kuvvetli belirtinin bulunmasıdır. Bunun için suçlamanın kuvvetli
sayılabilecek inandırıcı delillerle desteklenmesi gerekir. İnandırıcı delil
sayılabilecek olguların niteliği büyük ölçüde somut olayın kendine özgü
şartlarına bağlıdır (Mustafa Ali Balbay,
B. No: 2012/1272, 4/12/2013, § 72).
126. Başlangıçtaki bir tutuklama için kuvvetli suç şüphesinin
bulunduğunun tüm delilleriyle birlikte ortaya konması her zaman mümkün
olmayabilir. Zira tutmanın bir amacı da kişi hakkındaki şüpheleri teyit etmek
veya çürütmek suretiyle ceza soruşturmasını ve/veya kovuşturmasını
ilerletmektir (Dursun Çiçek, B. No: 2012/1108, 16/7/2014, § 87; Halas Aslan, § 76). Bu nedenle yakalama
veya tutuklama anında delillerin yeterli düzeyde toplanmış olması mutlaka
gerekli değildir. Bu bakımdan suç isnadına ve dolayısıyla tutuklamaya esas
teşkil edecek şüphelere dayanak oluşturan olgular ile ceza yargılamasının
sonraki aşamalarında tartışılacak olan ve mahkûmiyete gerekçe oluşturacak olguların
aynı düzeyde değerlendirilmemesi gerekir (Mustafa
Ali Balbay, § 73).
127. Bununla birlikte şüpheli veya sanığa isnat edilen
eylemlerin ifade, basın ve sendika özgürlükleri ile siyasi faaliyette bulunma
hakkı gibi demokratik toplum düzeni bakımından vazgeçilmez temel hak ve
özgürlükler kapsamında olduğu hususunda ciddi iddiaların bulunduğu ya da bu
durumun somut olayın koşullarından anlaşılabildiği hâllerde tutuklamaya karar
veren yargı mercilerinin kuvvetli suç şüphesini belirlerken daha özenli
davranmaları gerekir. Buradaki özen yükümlülüğüne riayet edilip edilmediği
Anayasa Mahkemesinin denetimine tabidir (bu yöndeki denetim sonucunda verilen
ihlal kararı için bkz. Erdem Gül ve Can
Dündar [GK], B. No: 2015/18567, 25/2/2016, §§ 72-78; kabul
edilemezlik kararları için bkz. Mustafa Ali
Balbay, § 73; Hidayet Karaca,
§ 93; İzzettin Alpergin [GK], B.
No: 2013/385, 14/7/2015, § 46; Mehmet Baransu (2),
§§ 124, 133, 142; Gülser Yıldırım (2) [GK], B. No: 2016/40170,
16/11/2017, § 116).
128. Öte yandan Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında,
tutuklama kararının kaçma ya da delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini
önlemek amacıyla verilebileceği belirtilmiştir. Bununla birlikte anayasa
koyucu, tutuklama nedenlerine ilişkin olarak
"bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer
hâllerde" ibaresine yer vermek suretiyle hem tutuklama
nedenlerinin Anayasa'da ifade edilenlerle sınırlı olmadığını belirtmiş hem de
bunların dışında bir tutuklama nedeninin ancak kanunla düzenlenmesini mümkün
kılmıştır (Halas Aslan, § 58).
129. Tutuklama nedenlerinin düzenlendiği 5271 sayılı Kanun'un
100. maddesinde tutuklama nedenleri sayılmıştır. Buna göre şüpheli veya sanığın
kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olguların
bulunması, şüpheli veya sanığın davranışlarının delilleri yok etme, gizleme
veya değiştirme, tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde
bulunma hususlarında kuvvetli şüphe oluşturması hâllerinde tutuklama kararı
verilebilecektir. Maddede ayrıca işlendiği konusunda kuvvetli şüphe bulunması
şartıyla tutuklama nedeninin varsayılabileceği suçlara ilişkin bir listeye yer
verilmiştir (Ramazan Aras, B. No:
2012/239, 2/7/2013, § 46; Halas Aslan, § 59). Bununla birlikte başlangıçtaki bir tutuklama için
Anayasa ve kanunda öngörülen tutuklama nedenlerinin dayandığı tüm olguların
somut olarak belirtilmesi -işin doğası gereği- her zaman mümkün olmayabilir (Selçuk Özdemir [GK], B. No: 2016/49158,
26/7/2017, § 68).
130. Diğer taraftan Anayasa'nın 13. maddesinde temel hak ve
özgürlüklere yönelik sınırlamaların ölçülülük
ilkesine aykırı olamayacağı belirtilmiştir. Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü
fıkrasında yer alan "tutuklamayı
zorunlu kılan" ibaresiyle de tutuklamanın ölçülü olması
gerektiğine işaret edilmektedir (Halas Aslan, § 72).
131. Ölçülülük ilkesi elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik,
öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli
olmasını; gereklilik, ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu
olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün
olmamasını; orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak
istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade
etmektedir (AYM, E.2016/13, K.2016/127, 22/6/2016, § 18; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No:
2013/817, 19/12/2013, § 38).
132. Bu bağlamda dikkate alınacak hususlardan biri tutuklama
tedbirinin isnat edilen suçun önemi ve uygulanacak olan yaptırımın ağırlığı
karşısında ölçülü olmasıdır. Nitekim 5271 sayılı Kanun'un 100. maddesinde işin
öneminin verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması
hâlinde tutuklama kararı verilemeyeceği ifade edilmiştir (Halas Aslan, § 72).
133. Ayrıca tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunun söylenebilmesi
için tutuklamaya alternatif diğer koruma tedbirlerinin yeterli olmaması gerekir.
Bu çerçevede -tutuklamaya göre temel hak ve özgürlüklere daha hafif etkide
bulunan- adli kontrol yükümlülüklerinin ulaşılmak istenen meşru amaç bakımından
yeterli olması hâlinde tutuklama tedbirine başvurulmamalıdır. Nitekim bu hususa
5271 sayılı Kanun'un 101. maddesinin (1) numaralı fıkrasında işaret edilmiştir
(Halas Aslan, § 79).
134. Her somut olayda tutuklamanın ön koşulu olan suçun
işlendiğine dair kuvvetli belirtinin olup olmadığının, tutuklama nedenlerinin
bulunup bulunmadığının ve tutuklama tedbirinin ölçülülüğünün takdiri öncelikle
anılan tedbiri uygulayan yargı mercilerine aittir. Zira bu konuda taraflarla ve
delillerle doğrudan temas hâlinde olan yargı mercileri Anayasa Mahkemesine
kıyasla daha iyi konumdadır.
135. Bununla birlikte yargı mercilerinin belirtilen hususlardaki
takdir aralığını aşıp aşmadığı Anayasa Mahkemesinin denetimine tabidir. Anayasa
Mahkemesinin bu husustaki denetimi, somut olayın koşulları dikkate alınarak
özellikle tutuklamaya ilişkin süreç ve tutuklama kararının gerekçeleri
üzerinden yapılmalıdır (Selçuk Özdemir,
§ 76). Nitekim 5271 sayılı Kanun'un 101. maddesinin (2) numaralı fıkrasında;
tutuklamaya ilişkin kararlarda kuvvetli suç şüphesini, tutuklama nedenlerinin
varlığını ve tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu gösteren delillerin somut
olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterileceği belirtilmiştir (Halas Aslan, § 75; Selçuk Özdemir, § 67).
(2) İlkelerin
Olaya Uygulanması
136. Başvurucu 20/9/2015 tarihinde İstanbul 2. Sulh Ceza
Hâkimliğince silahlı terör örgütü kurma ve yönetme, Türkiye Cumhuriyeti
Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme
ve devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askerî casusluk
amacıyla temin etme suçlarından 5271 sayılı Kanun'un 100. maddesi uyarınca
tutuklanmıştır. Dolayısıyla başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin
kanuni dayanağı bulunmaktadır.
137. Kanuni dayanağı bulunduğu anlaşılan tutuklama tedbirinin
meşru bir amacının olup olmadığı ve ölçülülüğü incelenmeden önce tutuklamanın
ön koşulu olan suçun işlendiğine dair kuvvetli belirtinin bulunup
bulunmadığının değerlendirilmesi gerekir.
138. Tutuklama kararında, başvurucunun FETÖ/PDY liderinin
konuşmalarıyla ve örgüte ait televizyonda yayımlanan dizilerde geçen
diyaloglarla eş zamanlı olarak muta nikâhı ve istihbarat örgütleriyle ilgili
gerçeği çarpıtarak yazılar yazmak suretiyle diğer şüphelilerle işbirliği içinde
17-25 Aralık ve MİT tırları soruşturmaları öncesinde maniplasyon
yapıp kamuoyu oluşturmaya çalıştığından ve örgütle irtibatından bahsedilerek
kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösterir delillerin bulunduğu kanaatine
varılmıştır (bkz. §16)
139. İddianamede ise başvurucunun suçlamaya konu yazılarına ve
örgütle bağlantılı olduğu belirtilen kişilerle olan telefon görüşme kayıtlarına
yer verilerek başvurucunun Selam Tevhid örgütü soruşturması kapsamında yapılan
17-25 Aralık ve MİT tırları soruşturmalarından önce kamuoyu oluşturmak amacıyla
muta nikâhı ve istihbarat örgütleriyle ilgili olarak gerçeği çarpıtan yazılar
yazmak ve bir kısım gizli bilgileri açıklamak suretiyle diğer şüphelilerle
birlikte atılı suçları işlediği iddia edilmiştir (bkz. §§ 20-22).
140. Soruşturma makamlarınca suçlamaya konu yazıların anılan bir
kısım soruşturmalarla eş zamanlılığı, örgüt liderinin anılan konuşma
içerikleri, iddianamede bahsedilen dizilerde geçen diyaloglar, yazıların toplum
üzerindeki etkisi ve başvurucunun telefon görüşme kayıtları birlikte
değerlendirilerek başvurucunun suç işlediğine dair kuvvetli belirti bulunduğu
sonucuna varılmasının keyfî ve temelsiz olduğu söylenemez.
141. Başvurucu hakkında uygulanan ve kuvvetli suç şüphesinin bulunması
şeklindeki ön koşulu yerine gelmiş olan tutuklama tedbirinin meşru bir amacının
olup olmadığının değerlendirilmesi gerekir. Bu değerlendirmede tutuklama
kararının verildiği andaki genel koşullar da dâhil olmak üzere somut olayın tüm
özelliklerinin dikkate alınması gerekir.
142. Başvurucunun tutuklanmasına karar verilirken işlendiği
iddia olunan suçlara ilişkin kanunda öngörülen cezanın ağırlığına ve mevcut
delil durumuna dayanıldığı görülmektedir.
143. Başvurucunun tutuklanmasına karar verilen silahlı terör
örgütü kurma ve yönetme, Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya
görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme ve devletin gizli kalması gereken
bilgilerini siyasal veya askerî casusluk amacıyla temin etme suçları
ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası da dâhil uzun süreli hapis cezasını
gerektiren ağır suçlardır. İsnat edilen suça ilişkin kanunda öngörülen cezanın
ağırlığı kaçma şüphesine işaret eden durumlardan biridir (Hüseyin Burçak, B. No: 2014/474, 3/2/2016,
§ 61; Aydın Yavuz ve diğerleri, §
275).
144. Dolayısıyla tutuklama kararının verildiği andaki genel
koşullar ve somut olayın yukarıda belirtilen özel koşulları ile İstanbul 2.
Sulh Ceza Hâkimliği tarafından verilen kararın içeriği birlikte değerlendirildiğinde
başvurucu yönünden özellikle kaçma ve delilleri etkileme şüphesine yönelen
tutuklama nedenlerinin olgusal temellerden yoksun olduğu söylenemez.
145. Son olarak başvurucu hakkındaki tutuklama tedbirinin ölçülü
olup olmadığının da belirlenmesi gerekir. Bir tutuklama tedbirinin Anayasa'nın
13. ve 19. maddeleri kapsamında ölçülülüğünün belirlenmesinde somut olayın tüm
özellikleri dikkate alınmalıdır (Gülser Yıldırım
(2), § 151).
146. Öncelikle terör suçlarının soruşturulması kamu makamlarını
ciddi zorluklarla karşı karşıya bırakmaktadır. Bu nedenle kişi hürriyeti ve
güvenliği hakkı, adli makamlar ve güvenlik görevlilerinin -özellikle organize
olanlar olmak üzere- suçlarla ve suçlulukla etkili bir şekilde mücadelesini
aşırı derecede güçleştirmeye neden olabilecek şekilde yorumlanmamalıdır (aynı
yöndeki değerlendirmeler için bkz. Süleyman Bağrıyanık ve diğerleri, B. No: 2015/9756,
16/11/2016, § 214; Devran Duran [GK],
B. No: 2014/10405, 25/5/2017, § 64).
147. Somut olayın yukarıda belirtilen özellikleri dikkate
alındığında İstanbul 2. Sulh Ceza Hâkimliğince isnat edilen suç için öngörülen
cezanın miktarı, işin niteliği ve önemi de nazara alınarak başvurucu hakkında
tutuklama tedbirine karar verilmesinin ölçülü olmadığı söylenemez.
148. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun tutuklamanın hukuki
olmadığı iddiasına ilişkin olarak bir ihlalin bulunmadığı açık olduğundan
başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan
yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
d. İfade ve Basın
Özgürlüklerinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia
i. Başvurucunun İddiaları
ve Bakanlık Görüşü
149. Başvurucu, gazetecilik faaliyeti olan köşe yazılarının
soruşturmaya konu edilmesi ve bunlar nedeniyle tutuklanmasının ifade ve basın
özgürlüklerini ihlal ettiğini ileri sürmüştür.
150. Bakanlık, başvurucunun ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal
edildiği iddiasının açıkça dayanaktan yoksun olduğu kanaatindedir.
151.Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.
ii. Değerlendirme
152. Anayasa Mahkemesi, tutuklama tedbirinin ifade ve basın
özgürlükleri, dernek kurma hürriyeti, seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakları
gibi diğer temel hak ve özgürlükler üzerindeki etkisini incelerken öncelikle
tutuklamanın hukuki olup olmadığını ve/veya tutukluluğun makul süreyi aşıp
aşmadığını değerlendirmekte; sonrasında tutuklamanın hukukiliğine ya da
tutukluluğun süresinin makullüğüne ilişkin vardığı sonucu da dikkate alarak
diğer temel hak ve özgürlüklerin ihlal edilip edilmediğini belirlemektedir (Hidayet Karaca, §§ 111-117; Günay Dağ ve
diğerleri, 17/12/2015, §§
191-203; Mehmet Haberal, §§
105-116; Mustafa Ali Balbay, §§ 120-134;Kemal Aktaş ve Selma Irmak, B. No: 2014/85, 3/1/2014 §§
61-75; Faysal Sarıyıldız, B. No: 2014/9, 3/1/2014, §§ 61-75;İbrahim Ayhan, B. No: 2013/9895, 2/1/2014,
§§ 60-74;Gülser Yıldırım, B. No:
2013/9894, 2/1/2014, §§ 60-74).
153. Somut olayda başvurucunun tutuklanmasının hukuki olmadığı
iddiası incelendiğinde başvurucunun suç işlemiş olabileceğinden şüphelenilmesi
için inandırıcı delillerin bulunduğu, ayrıca olayda tutuklama nedenlerinin
mevcut olduğu ve tutuklamanın ölçülü olduğunun söylenebileceği sonucuna
varılmıştır (bkz. §§ 136-148). Bu
kapsamda yapılan değerlendirmeler dikkate alındığında başvurucunun yalnızca
ifade ve basın özgürlükleri kapsamında kalan eylemleri nedeniyle soruşturmaya
maruz kaldığı ve tutuklandığı iddiası yönünden farklı bir sonuca varılmasını
gerekli kılan bir durum bulunmamaktadır.
154. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 26. ve 28. maddeleri
bağlamında ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiği iddialarına ilişkin
olarak bir ihlalin bulunmadığı açık olduğundan başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. 26/8/2016 Tarihli
Tutuklama Kararı Yönünden
1. Kişi Hürriyeti ve
Güvenliği Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddialar
a. Tutukluluğun Makul
Süreyi Aştığına İlişkin İddia
i. Başvurucunun İddiaları
ve Bakanlık Görüşü
155. Başvurucu; mahkemelerce somut olgular ortaya konulmadan
matbu gerekçelerle tutukluluğun devamına karar verildiğini, ayrıca kararlarda
adli kontrolün yetersiz kalma nedenlerinin de gösterilmediğini, dolayısıyla
yetersiz gerekçelerle sürdürülen tutukluluğun makul süreyi aştığını belirterek
kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
156. Bakanlık görüşünde, AİHM kararlarına atıfla darbe teşebbüsü
sonrasında soruşturma mercilerinin karşılaştıkları iş yükünün ağırlığına ve
isnat konusu suçun niteliğine dikkat çekilerek başvurucunun tutukluluk
süresinin makul olduğu belirtilmiştir. Bakanlık, başvurucunun bu bölümdeki
iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olduğu görüşündedir.
157. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı başvuru formundakine
benzer iddialar ileri sürmüştür.
ii. Değerlendirme
158. Anayasa'nın 19. maddesinin yedinci fıkrası şöyledir:
"Tutuklanan kişilerin, makul süre içinde
yargılanmayı ve soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı isteme
hakları vardır. Serbest bırakılma ilgilinin yargılama süresince duruşmada hazır
bulunmasını veya hükmün yerine getirilmesini sağlamak için bir güvenceye
bağlanabilir."
159. Başvurucunun bu bölümdeki iddialarının Anayasa'nın 19.
maddesinin yedinci fıkrası bağlamında, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı
kapsamında incelenmesi gerekir.
(1) Uygulanabilirlik
Yönünden
160. Anayasa'nın "Temel
hak ve hürriyetlerin kullanılmasının durdurulması" kenar
başlıklı 15. maddesi şöyledir:
"Savaş, seferberlik, sıkıyönetim veya
olağanüstü hallerde, milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükler ihlâl
edilmemek kaydıyla, durumun gerektirdiği ölçüde temel hak ve hürriyetlerin
kullanılması kısmen veya tamamen durdurulabilir veya bunlar için Anayasada
öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabilir.
Birinci fıkrada belirlenen durumlarda da, savaş hukukuna uygun fiiller sonucu meydana gelen
ölümler dışında, kişinin yaşama hakkına, maddî ve manevî varlığının bütünlüğüne
dokunulamaz; kimse din, vicdan, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz
ve bunlardan dolayı suçlanamaz; suç ve cezalar geçmişe yürütülemez; suçluluğu
mahkeme kararı ile saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamaz."
161. Anayasa Mahkemesi, olağanüstü yönetim usullerinin
uygulandığı dönemlerde alınan tedbirlere ilişkin bireysel başvuruları
incelerken Anayasa'nın 15. maddesinde ortaya konulan temel hak ve özgürlüklere
ilişkin güvence rejimini dikkate alacağını belirtmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 187-191).
Soruşturma mercilerince başvurucuya yöneltilen ve tutuklama tedbirine konu olan
suçlama, başvurucunun darbe teşebbüsünün arkasındaki yapılanma olduğu
belirtilen FETÖ/PDY üyesi olduğu iddiasıdır. Anayasa Mahkemesi anılan
suçlamanın olağanüstü hâl ilanını gerekli kılan olaylarla ilgili olduğunu
değerlendirmiştir (Selçuk Özdemir,
§ 57).
162. Bu itibarla başvurucu hakkında uygulanan tutuklama
tedbirinin hukuki olup olmadığının incelenmesi Anayasa'nın 15. maddesi
kapsamında yapılacaktır. Bu inceleme sırasında öncelikle başvurucunun
tutuklanmasının başta Anayasa'nın 13. ve 19. maddeleri olmak üzere diğer
maddelerinde yer alan güvencelere aykırı olup olmadığı tespit edilecek, aykırılık
saptanması hâlinde ise Anayasa'nın 15. maddesindeki ölçütlerin bu aykırılığı
meşru kılıp kılmadığı değerlendirilecektir (Aydın
Yavuz ve diğerleri, §§ 193-195, 242; Selçuk Özdemir, § 58).
(2) Kabul
Edilebilirlik Yönünden
163. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan
başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
(3) Esas
Yönünden
(a) Genel
İlkeler
164. Anayasa'nın 19. maddesinin yedinci fıkrasında, bir ceza
soruşturması kapsamında tutuklanan kişilerin makul sürede yargılanmayı ve
soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı isteme haklarına sahip
olduğu belirtilmiştir. Anılan fıkrada güvence altına alınan makul sürede yargılanmayı ve serbest bırakılmayı isteme haklarının
birbirinin alternatifi değil tamamlayıcısı olarak değerlendirilmesi gerekir (Murat Narman, § 60; Halas Aslan, § 66).
165. Anayasa'nın 19. maddesinde güvence altına alınan serbest bırakılmayı isteme hakkı uyarınca,
bir ceza soruşturması veya kovuşturması kapsamında tutuklu olan kişiler ilgili
yargı mercilerinden serbest bırakılmalarına karar verilmesini talep
edebilirler. Bu hakkın bir yansıması olarak 5271 sayılı Kanun'un 104.
maddesinin (1) numaralı fıkrasında, şüpheli veya sanığın soruşturma ve
kovuşturma evrelerinin her aşamasında salıverilmesini isteyebileceği belirtilmiş;
aynı Kanun'un 108. maddesinde de tutukluluğun soruşturma ve kovuşturma
evrelerinde belirli süreleri aşmayacak şekilde resen incelenmesi gerektiği
ifade edilmiştir. Yargı organlarınca tutukluluğun her aşamasında gerek kişinin
serbest bırakılma talebi üzerine gerekse resen yapılan incelemelerde tutulmanın
meşru nedenlerinin açıklanması Anayasa'nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının
bir gereğidir (Halas Aslan, §
67).
166. Anılan maddede ayrıca tutuklanan kişilerin makul sürede yargılanmayı isteme hakkına
sahip olduğu ifade edilmiştir. Genel olarak yargılamanın makul sürede
sonuçlandırılmaması, Anayasa'nın 36. maddesi ile güvence altına alınan adil
yargılanma hakkının konusudur. Kişilerin fiziksel hürriyetlerinin
kısıtlanmasına ilişkin güvencelerin belirtildiği Anayasa'nın 19. maddesine göre
öncelikle tutukluluğun makul süreyi aşmaması gerekir. Bununla birlikte maddenin
tutuklu olarak sürdürülen yargılamanın makul sürede sonuçlandırılması
gerektiğine de işaret ettiği görülmektedir. Hürriyeti kısıtlanarak yargılanan
kişinin yargılamanın makul sürede bitirilmesindeki menfaati, işin doğası gereği
diğerlerine göre daha fazladır. Bu bağlamda Anayasa'nın 19. maddesinin yedinci
fıkrasında belirtilen tutuklu kişinin makul
sürede yargılanma hakkı, Anayasa'nın 36. maddesi ile güvence altına
alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki makul sürede yargılanma hakkına göre
daha yüksek bir koruma sağlamaktadır (Halas
Aslan, §§ 68, 69).
167. Buna göre tutuklu olarak sürdürülen soruşturma ve
kovuşturma süreçlerinin süratle sonuçlandırılması gerekir. Bunun için başta
savcılıklar ve mahkemeler olmak üzere tüm kamu organları, tutuklu olarak
sürdürülen soruşturma/kovuşturma süreçlerinin -adil yargılanma hakkının
sağladığı güvencelere riayet edilmek koşuluyla- süratli bir şekilde
sonuçlandırılması için özenli davranmalıdırlar. Anılan özen yükümlülüğü,
kişinin hürriyetinden yoksun bırakılmaya devam edilmesinin keyfî olmadığının,
dolayısıyla kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına yönelik müdahalenin meşru
amacının devam ettiğinin söylenebilmesi için de zorunludur. Bu itibarla tutuklu
kişiler hakkındaki soruşturma/kovuşturma süreçlerinin özenli olarak yürütülmesi
Anayasa'nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının bir gereğidir (Halas Aslan, §§ 70, 71).
168. Öte yandan tutukluluk süresinin makul olup olmadığı
konusunun genel bir ilke çerçevesinde değerlendirilmesi mümkün değildir. Bir
kişinin tutuklu kaldığı sürenin makul olup olmadığı her davanın kendi
özelliklerine göre değerlendirilmelidir (Murat
Narman, § 61).
169. Makul sürenin hesaplanmasında sürenin başlangıcı,
başvurucunun ilk kez yakalanıp gözaltına alındığı durumlarda bu tarih; doğrudan
tutuklandığı durumlarda ise tutuklanma tarihidir. Sürenin sonu ise kural olarak
kişinin serbest bırakıldığı ya da ilk derece mahkemesince hüküm verildiği
tarihtir (Murat Narman, § 66).
170. Bir ceza soruşturması veya kovuşturması kapsamında
sürdürülen tutukluluğun makul süreyi aşıp aşmadığı öncelikle tutukluluğa
ilişkin kararların gerekçeleri üzerinden tespit edilebilir. Tutukluluğa ilişkin
kararların gerekçelerinde tutuklamanın ön şartı olan kişinin suçluluğu hakkında
kuvvetli belirti bulunduğunun, tutuklama nedenlerinin ve tutuklamanın neden
ölçülü olduğunun ortaya konulması gerekmektedir (Halas Aslan, §§
74, 75).
171. Suç işlendiğine dair kuvvetli bir belirtinin bulunması,
tutuklama için bir ön şart olup varlığını tutukluluğun her aşamasında
korumalıdır. Başlangıçtaki bir tutuklama için kuvvetli belirtinin bulunduğunun
tüm delilleriyle birlikte ortaya konulması her zaman mümkün olmasa da (Mustafa Ali Balbay, § 73)
soruşturma/kovuşturma süreci ilerledikçe kişi hakkındaki suç şüphesini
doğrulayacak ya da ortadan kaldıracak delillere erişilecektir. Bu nedenle
belirli bir süre geçtikten sonraki tutukluluğun devamına ilişkin kararlarda, suç
işlendiğine dair kuvvetli belirtinin bulunduğunun somut olgularla birlikte
açıklanması gerekir. Tutukluluğun herhangi bir aşamasında kişinin tutuklu
olduğu suç yönünden kuvvetli belirtiyi gösteren olgular ortadan kalkmışsa artık
tutmanın meşru bir amacının bulunduğu söylenemez (Halas Aslan, §
76).
172. Başlangıçtaki bir tutuklama için Anayasa ve kanunda
öngörülen tutuklama nedenlerinin dayandığı tüm olguların somut olarak
belirtilmesi -işin doğası gereği- her zaman mümkün olamasa da (Selçuk Özdemir, § 68)
soruşturma/kovuşturma sürecinde deliller toplandıkça artık delillere etki
edilebilmesi imkânı ortadan kalkmakta ya da zorlaşmaktadır. Ayrıca isnat edilen
suç dolayısıyla belirli bir süre hürriyetinden yoksun kalan ve bu itibarla
yargılama sonunda alınması muhtemel cezanın en azından bir bölümünü
karşılayacak kadar tutulan kimsenin kaçma ihtimalinin başlangıçtakine göre
azaldığı da söylenebilir. Bu nedenlerle belirli bir süreyi aşan tutukluluğa
ilişkin devam kararlarında tutuklama nedenlerinin soyut olarak belirtilmesi
yeterli değildir (Hanefi Avcı, B. No: 2013/2814, 18/6/2014, § 70).
173. Son olarak tutukluluğun devamına ilişkin kararlarda
tutuklamanın ölçülü olduğuna ilişkin olguların, özellikle tutuklamaya göre
temel hak ve özgürlüklere daha hafif etkide bulunan adli kontrol tedbirlerinin
neden yetersiz kaldığının ortaya konulması gerekir(Halas Aslan, § 79). Ayrıca tutukluluk
devam ettikçe bir taraftan bireye düşen yükümlülük artarken diğer taraftan
tutulmanın dayandığı meşru amaç zayıfladığından tutukluluğun devamı
kararlarında davanın genel durumunun yanında tutuklu kişinin özel durumu da
dikkate alınmalı, bu anlamda tutuklama nedenleri kişiselleştirilmelidir (Hanefi Avcı, § 84).
174. Tutukluluğun uzun sürdüğü veya makul süreyi aştığı şikâyetiyle
yapılan bireysel başvurularda, derece mahkemelerince verilen tutuklama ve
tutukluluğun devamına ilişkin kararlarda açıklanan gerekçeleri inceleyerek bu
gerekçelerin somut olayın özelliklerine göre suçun işlendiğine dair kuvvetli
belirtinin ve tutuklama nedenlerinin varlığı ve tutuklamanın ölçülülüğü
bağlamında ilgili ve yeterli olup olmadığını, ayrıca soruşturma/kovuşturma
süreçlerinde yukarıda belirtilen özen yükümlülüğüne uyulup uyulmadığını
incelemek Anayasa Mahkemesinin görevidir. Bu denetim sonunda tutukluluğa
ilişkin gerekçelerin ilgili ve yeterli olmadığı veya tutuklu olarak sürdürülen
soruşturma/kovuşturma süreçlerinin kamu organlarının özen yükümlülüğü ile
bağdaşmayan tutumları nedeniyle tamamlanmadığı kanaatine varılırsa tutukluğun
makul süreyi aştığı sonucuna ulaşılacaktır (Halas
Aslan, §§ 82, 83).
(b) İlkelerin
Olaya Uygulanması
175. Başvurucu, 15 Temmuz darbe teşebbüsünden sonra 23/8/2016
tarihinde gözaltına alınmış ve İzmir 4. Sulh Ceza Hâkimliğinin 26/8/2016
tarihli kararıyla silahlı terör örgütü üyesi olma ve terör örgütü propagandası
yapma suçlarından tutuklanmıştır. Bireysel başvurunun incelendiği tarih
itibarıyla başvurucunun tutukluluk hâli devam etmektedir. Buna göre
başvurucunun tutukluluk süresi 2 yıl 4 ay 19 gündür.
176. Başvurucu, kamu makamlarınca ve yargı organlarınca darbe
teşebbüsünün arkasındaki yapılanma olduğu değerlendirilen FETÖ/PDY ile
bağlantılı olduğu belirtilen avukatlarla ilgili olarakBaşsavcılıkça
yürütülen bir soruşturma kapsamında tutuklanmıştır. Başvurucunun isnat edilen
suç yönünden kuvvetli suç şüphesi altında olduğu sulh ceza hâkimlikleri ve
yargılamayı yapan ağır ceza mahkemeleri tarafından verilen tutukluluğa ilişkin
kararlarda açıkça belirtilmiştir. Başvurucu hakkındaki tutuklama ve tutukluluğun
devamı kararlarında atıf yapılan ve/veya soruşturma dosyasında bulunduğu ifade
edilen delillerin içeriği dikkate alındığında -tutukluluğun ön şartı olan- suç
işlendiğine dair kuvvetli belirtinin bulunduğuna ilişkin olarak anılan
kararların ilgili ve yeterli olduğu değerlendirilmiştir.
177. Öte yandan sulh ceza hâkimliklerinin ve ağır ceza
mahkemelerinin tutukluluğun devamı kararlarının gerekçelerinde yer alan
tutuklama nedenlerine ve ölçülülüğe ilişkin açıklamalar incelendiğinde kaçma
şüphesine, delillerin karartılması ihtimalinin bulunmasına, isnat edilen suçun
5271 sayılı Kanun'un 100. maddesinin (3) numaralı fıkrasında yer alan ve kanun
gereği tutuklama nedeni varsayılabilen
suçlar arasında olmasına, suça göre tutuklama tedbirinin ölçülü/orantılı
olmasına, adli kontrol tedbirlerinin yetersiz kalacağına dayanıldığı
görülmektedir (bkz. §§ 34-49, 52,
53, 55-61).
178. Türk yargı organlarınca FETÖ/PDY'nin
devletin anayasal kurumlarını ele geçirmeyi, sonrasında devleti, toplumu ve
fertleri kendi ideolojisi doğrultusunda yeniden şekillendirmeyi ve oligarşik özellikler taşıyan bir zümre eliyle ekonomiyi,
toplumsal ve siyasal gücü yönetmeyi amaçlayan, bu doğrultuda mevcut idari
sisteme paralel şekilde örgütlenen bir terör örgütü olduğu kabul edilmektedir
(ilgili kararların bir kısmı için bkz. § 31;
Selçuk Özdemir, §§ 20, 21; Alparslan
Altan [GK], B. No: 2016/15586, 11/1/2018 § 10).
179. FETÖ/PDY, bir taraftan başta eğitim ve din olmak üzere
farklı sosyal, kültürel ve ekonomik alanlarda yasal faaliyetlerde bulunurken
diğer taraftan bazen bu yasal kuruluşların içinde gizlenmiş olan bazen de yasal
yapıdan tamamen farklı şekilde konumlanan ve hareket eden, özellikle de kamusal
alana yönelik faaliyetlerde bulunan illegal bir yapılanma niteliğindedir (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 26).
180. Başvurucuya isnat edilen suçlamanın niteliği, başvurucunun
üyesi olduğu iddia edilen terör örgütünün (FETÖ/PDY'nin)
yukarıda ifade edilen örgütlenme biçimi ve işleyişi, soruşturma/kovuşturma
konusu edilen olayların özellikleri birlikte dikkate alındığında tutukluluğun
devamı kararlarındaki gerekçelerin tutukluluğun devamının hukuka uygunluğunu ve
tutulmanın meşruluğunu haklı gösterecek özen ve içerikte olduğu, dolayısıyla
tutukluluk hâlinin devamına ilişkin bu gerekçelerin tutukluluk süresi
itibarıyla ilgili ve yeterli olduğu sonucuna varılmıştır.
181. Diğer taraftan soruşturma mercilerince darbe teşebbüsünün
başlamasıyla birlikte doğrudan darbe teşebbüsüyle bağlantılı eylemlere veya
FETÖ/PDY'nin -yargı organları da dâhil olmak üzere-
kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil
toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına ve faaliyetlerine yönelik
olarak da soruşturmalar yapılmış ve bu soruşturmalar çerçevesinde çok sayıda
kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır. Anılan türdeki
soruşturmaların diğer ceza soruşturmalarına göre daha zor ve karmaşık olduğu
konusunda herhangi bir tereddüt bulunmamaktadır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 52).
182. Başvurucunun üyesi olduğu iddia edilen örgütün özellikleri,
bu örgütün yapılanmasının boyutu ve faaliyetlerinin niteliği, bu türdeki
soruşturmaların yürütülmesinin -diğer soruşturmalara göre- zorluğu ve
başvurucunun yargılandığı davada, Mahkemece genellikle iki ayda toplam iki,
İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesince yürütülen yargılamada genellikle birer ay
arayla ve en geç iki buçuk ayda bir duruşma yapıldığı, bu duruşmalarda
sanıkların ve tanıkların dinlendiği, delillerin toplandığı görülmektedir. Bu
itibarla genel olarak davanın yürütülmesinde derece mahkemelerince hareketsiz
kalınan bir dönem olmadığı gibi yargılamada özensizlik gösterildiği de tespit
edilmemiştir.
183. Başvurucu hakkındaki tutukluluğun devamına ilişkin
kararların gerekçelerinin hürriyetten yoksun bırakılmanın meşru nedenlerinin
belirtilmesi bakımından ilgili ve yeterli olması ve soruşturma/kovuşturma
sürecinin yürütülmesinde bir özensizliğin tespit edilmemiş olması dikkate
alındığında 2 yıl 4 ay 14 günlük tutukluluk süresinin makul olduğu sonucuna
varılmıştır.
184. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 19. maddesinin yedinci
fıkrası bağlamında kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edilmediğine
karar verilmesi gerekir.
185. Buna göre başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına
tutukluluğun devam ettirilmesi suretiyle yapılan müdahalenin bu hakka dair
Anayasa'da (13. ve 19. maddelerde) yer alan güvencelere aykırılık oluşturmadığı
görüldüğünden Anayasa'nın 15. maddesinde yer alan ölçütler yönünden ayrıca bir
inceleme yapılmasına gerek bulunmamaktadır.
b. Soruşturma Dosyasına
Erişimin Kısıtlandığına İlişkin İddia
i. Başvurucunun İddiası ve
Bakanlık Görüşü
186. Başvurucu, gerekçesiz bir şekilde verilen soruşturma
dosyasına erişimin kısıtlanması nedeniyle tutuklamaya karşı etkili bir şekilde
itirazda bulunma imkânından yoksun bırakıldığını belirterek kişi hürriyeti ve
güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
187. Bakanlık görüşünde;başvurucu
hakkındaki suçlamanın başvurucuya ayrıntılı bir şekilde anlatılarak savunma
yapma imkânı verildiği ve başvurucunun savunmasını yaptığı ileri sürülmüştür.
Bakanlık, bu nedenlerle şikâyetin açıkça dayanaktan yoksun olduğuna karar
verilmesi gerektiğini ifade etmiştir.
188. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı başvuru formundakine
benzer beyanlarda bulunmuştur.
ii. Değerlendirme
189. Bireysel başvuruların 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı
Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 47.
maddesinin (5) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün
(İçtüzük) 64. maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca başvuru yollarının
tüketildiği tarihten, başvuru yolu öngörülmemiş ise ihlalin öğrenildiği
tarihten itibaren otuz gün içinde yapılması gerekmektedir.
190. Somut olayda 5271 sayılı Kanun'un 153. maddesinin (4)
numaralı fıkrası uyarınca Mahkemece iddianamenin kabul edildiği 13/12/2016
tarihi itibarıyla kısıtlılık kanun gereği kendiliğinden sona ermiş ve dosyaya
erişim imkânı sağlanmıştır. İddianame ve tensip zaptının başvurucuya tebliğ
edildiği tarih dosya kapsamından tespit edilememekle birlikte başvurucunun en
geç ilk duruşmanın yapıldığı 14/2/2018 tarihinde iddianame ve tensip zaptından
haberdar olduğunun kabulü gerekecektir. Dolayısıyla başvurucunun dosyaya
erişimin kısıtlanmasına yönelik başvurusunu 14/2/2018 tarihinden itibaren otuz
gün içinde yapması gerekmektedir. Otuz günlük başvuru süresi geçtikten sonra
20/4/2018 tarihinde yapılan bireysel başvuruda süre aşımı bulunduğu
anlaşılmıştır.
191. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının süre aşımı nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
c. Tutukluluk
İncelemelerinin Hâkim/Mahkeme Önüne Çıkarılmaksızın
Yapıldığına İlişkin İddia
i. Başvurucunun İddiaları
ve Bakanlık Görüşü
192. Başvurucu; tutuklanmasına karar verildiği tarihten itibaren
tutukluluk incelemelerinin duruşmasız olarak yapıldığını, tahliye taleplerinin
ve tutukluluğa yönelik itirazlarının da dosya üzerinden yapılan incelemeler
sonucunda değerlendirildiğini belirterek kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının
ihlal edildiğini iddia etmiştir.
193. Bakanlık, şikâyetin açıkça dayanaktan yoksun olduğuna karar
verilmesi gerektiğini ifade etmiştir.
194. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı başvuru formundakine
benzer beyanlarda bulunmuştur.
ii. Değerlendirme
195. Anayasa'nın 19. maddesinin sekizinci fıkrası şöyledir:
"Her ne sebeple olursa olsun, hürriyeti
kısıtlanan kişi, kısa sürede durumu hakkında karar verilmesini ve bu
kısıtlamanın kanuna aykırılığı halinde hemen serbest bırakılmasını sağlamak
amacıyla yetkili bir yargı merciine başvurma hakkına sahiptir."
196. Başvurucunun bu bölümdeki iddialarının Anayasa'nın 19.
maddesinin sekizinci fıkrası kapsamında incelenmesi gerekir.
(1)Uygulanabilirlik
Yönünden
197. Başvurucunun tutuklanmasına neden olan suçlama, Türkiye'de
olağanüstü hâl ilanına sebebiyet veren temel olay olan 15 Temmuz darbe
teşebbüsünün arkasındakiyapılanma olduğu belirtilen
ve silahlı bir terör örgütü olduğu kabul edilen FETÖ/PDY üyesi olduğuna
ilişkindir. Başvurucunun tutukluluk sürecinde olağanüstü hâl devam etmiştir. Bu
itibarla başvurucunun tutukluluk incelemelerinin hâkim/mahkeme önüne
çıkarılmaksızın yapılmasının kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı üzerindeki
etkisinin incelenmesi, Anayasa'nın 15. maddesi kapsamında yapılacaktır. Bu
inceleme sırasında öncelikle tutukluluk incelemelerinin yapılış şeklinin
Anayasa'nın 19. maddesinde yer alan güvencelere aykırı olup olmadığı tespit
edilecektir (bkz. §§ 160-162).
(2) Kabul
Edilebilirlik Yönünden
(a) Genel
İlkeler
198. Anayasa'nın 19. maddesinin sekizinci fıkrası uyarınca,
hürriyeti kısıtlanan kişi kısa sürede durumu hakkında karar verilmesini ve bu
kısıtlamanın kanuna aykırılığı hâlinde hemen serbest bırakılmasını sağlamak
amacıyla yetkili bir yargı merciine başvurma hakkına sahiptir (Mehmet Haberal, § 122).
199. Serbest bırakılmak amacıyla yetkili yargı merciine
yapılması gereken başvurudan söz edildiğinden anılan hakkın uygulanması ancak
talep hâlinde söz konusu olabilecektir. Dolayısıyla burada belirtilen bir yargı
merciine başvurma hakkı, suç isnadıyla hürriyetinden yoksun bırakılan kimseler
bakımından tahliye talebinin yanı sıra tutuklama, tutukluluğun devamı ve
tahliye talebinin reddi kararlarına karşı yapılan itirazların incelenmesi sırasında
da uygulanması gereken bir güvencedir (Aydın
Yavuz ve diğerleri, §
328).
200. Bununla birlikte 5271 sayılı Kanun'un 108. maddesine göre
şüpheli veya sanığın istemi olmaksızın tutukluluğun resen incelenmesi durumunda
hürriyeti kısıtlanan kişiye tanınan yargı merciine başvurma hakkı kapsamında
bir değerlendirme yapılmadığından bu incelemeler Anayasa'nın 19. maddesinin
sekizinci fıkrası kapsamına dâhil değildir (Firas Aslan ve Hebat Aslan, B. No:
2012/1158, 21/11/2013, § 32; Faik Özgür Erol ve diğerleri, B. No: 2013/6160, 2/12/2015 § 24).
201. Anayasa'nın 19. maddesinin sekizinci fıkrasında, serbest
bırakılmayı sağlamak amacıyla başvurulacak yerin bir yargı mercii olması
öngörülmüş olduğundan işin doğası gereği burada yapılacak incelemenin yargısal
bir niteliği bulunmaktadır. Yargısal nitelikteki bu inceleme sırasında adil
yargılanma hakkının tutmanın niteliğine ve koşullarına uygun güvencelerinin
sağlanması gerekir. Bu bağlamda tutukluluk hâlinin devamının veya serbest
bırakılma taleplerinin incelenmesinde silahların
eşitliği ve çelişmeli yargılama
ilkelerine riayet edilmelidir (Hikmet Yayğın, §§ 29, 30).
202. Silahların eşitliği ilkesi, davanın taraflarının usul
hakları bakımından aynı koşullara tabi tutulması ve taraflardan birinin diğerine
göre daha zayıf bir duruma düşürülmeksizin iddia ve savunmalarını makul bir
şekilde mahkeme önünde dile getirme fırsatına sahip olması anlamına
gelmektedir. Çelişmeli yargılama ilkesi ise taraflara dava dosyası hakkında
bilgi sahibi olma ve yorum yapma hakkının tanınmasını, bu nedenle tarafların
yargılamanın bütününe aktif olarak katılmasını gerektirmektedir (Bülent Karataş, B. No: 2013/6428, 26/6/2014, §§ 70, 71).
203. Anayasa'nın 19. maddesinin sekizinci fıkrasından
kaynaklanan temel güvencelerden biri de tutukluluğa karşı itirazın hâkim önünde
yapılan duruşmalarda etkin olarak incelenmesi hakkıdır. Zira hürriyetinden
yoksun bırakılan kimsenin bu duruma ilişkin şikâyetlerini, tutuklanmasına
dayanak olan delillerin içeriğine veya nitelendirilmesine yönelik iddialarını,
lehine ve aleyhine olan görüş ve değerlendirmelere karşı beyanlarını
hâkim/mahkeme önünde sözlü olarak dile getirebilme imkânına sahip olması, tutukluluğa
itirazını çok daha etkili bir şekilde yapmasını sağlayacaktır. Bu nedenle kişi,
bu haktan düzenli bir şekilde yararlanarak makul aralıklarla dinlenilmeyi talep
edebilmelidir (Firas Aslan ve Hebat Aslan, § 66; Süleyman
Bağrıyanık ve diğerleri, § 267; Aydın Yavuz ve diğerleri, § 333).
204. Anılan güvencenin bir yansıması olarak 5271 sayılı Kanun'un
105. maddesinde, şüpheli veya sanığın soruşturma ve kovuşturma evrelerinde
salıverilme istemleri karara bağlanırken duruşmada karar verilecek ise Cumhuriyet
savcısının yanı sıra şüpheli, sanık veya müdafinin görüşünün alınacağı
belirtilmiş; aynı Kanun'un 108. maddesinde ise soruşturma evresinde şüphelinin
tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceği hususunda karar verilirken
şüpheli veya müdafiinin dinlenilmesi gerektiği
düzenlenmiştir. Öte yandan Kanun'un 101. maddesinin (5) numaralı fıkrası ile
267. maddesine göre resen ya da talep üzerine tutukluluk hakkında verilmiş tüm
kararlar, mahkeme önünde itiraza konu olabilmektedir (Süleyman Bağrıyanık ve
diğerleri, § 269). Tutukluluğa ilişkin kararların itiraz incelemesi
bakımından aynı Kanun'un 271. maddesinde itirazın kural olarak duruşma
yapılmaksızın karara bağlanacağı, ancak gerekli görüldüğünde Cumhuriyet savcısı
ve sonra müdafi veya vekilin dinlenebileceği düzenlemesine yer verilmiştir.
Buna göre tutukluluk incelemelerinin ya da tutukluluğa ilişkin itiraz
incelemelerinin duruşma açılarak yapılması hâlinde şüpheli, sanık veya müdafiinin dinlenilmesi gerekmektedir (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 334).
205. Ancak tutukluluğa ilişkin verilen her kararın itirazının
incelenmesinde veya her tahliye talebinin değerlendirilmesinde duruşma
yapılması ceza yargılaması sistemini işlemez hâle getirebilecektir. Bu nedenle
Anayasa'da öngörülen inceleme usulüne ilişkin güvenceler, duruşma yapmayı
gerektirecek özel bir durum olmadığı sürece tutukluluğa karşı yapılacak
itirazlar için her durumda duruşma yapılmasını gerektirmez (Firas Aslan ve Hebat Aslan, § 73).
(b)
İlkelerin Olaya Uygulanması
206. İzmir 4. Sulh Ceza Hâkimliği tarafından 26/8/2016 tarihinde
başvurucunun sorgusu yapılmış, başvurucu -müdafiiyle
birlikte- sorgu sırasında hem kendisine isnat edilen suçlamalara karşı hem de
Savcılık tarafından yapılan tutuklama talebine karşı savunmalarını sözlü olarak
ifade etmiştir.
207. Başvurucunun tutuklanmasından sonra gerek tahliye talebinde
bulunması üzerine gerekse resen yapılan tutukluluk incelemelerinin duruşmasız
olarak gerçekleştirildiği, başvurucunun bu süreç içinde hâkim/mahkeme önüne
çıkarılmadığı görülmektedir. Başvurucunun tutuklama ve tutukluluğun devamı
kararlarına yönelik itirazları da itiraz mercilerince dosya üzerinden yapılan
incelemeler sonucunda karara bağlanmıştır. Başvurucu tutuklandıktan sonra ilk
kez 14/2/2018 tarihinde hâkim önüne çıkmıştır. Buna göre başvurucu 1 yıl 5 ay
18 gün hâkim önüne çıkmamıştır.
208. Anayasa Mahkemesi; daha önce verdiği kararlarda,
tutukluluğa itiraz incelemesinin başvurucunun dinlenmesinden 1 ay 28 gün sonra
duruşmasız olarak yapılmasının Anayasa'nın 19. maddesinin sekizinci fıkrasını
ihlal etmediğini belirtmiştir (Mehmet
Haberal, § 128).
209. Ayrıca Anayasa Mahkemesi
Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 326-359) kararında; 15 Temmuz 2016
tarihinde yaşanan darbe teşebbüsü ve sonrasında ilan edilen olağanüstü hâl
döneminde ortaya çıkan koşulları dikkate alarak darbe teşebbüsü ile FETÖ/PDY ve
terörle ilgili suçlardan dolayı tutuklanan kişilerin tutukluluk incelemelerinin
belirli bir süre duruşmasız olarak yapılmasının Anayasa'nın 19. maddesinin
sekizinci fıkrasıyla bağdaşmasa da olağanüstü yönetim usullerinin benimsendiği
dönemde temel hak ve özgürlüklerin güvence rejimini düzenleyen Anayasa'nın 15.
maddesi kapsamında meşru görülebileceğini belirtmiştir.
210. Anayasa Mahkemesi yakın zamanda verdiği Erdal Tercan ([GK], B. No: 2016/15637, 12/4/2018) kararında
da bu kapsamda yaptığı incelemede, darbe teşebbüsünden sonraki süreçte darbe
teşebbüsünün arkasındaki yapılanma olan, FETÖ/PDY veyaterörle
bağlantılı suçlardan tutuklanan kişilerin tutukluluk incelemelerinin 18 aya
kadar hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapılmasının olağanüstü hâl döneminde
kişi hürriyeti ve güvenliği hakkını ihlal etmediği sonucuna varmıştır (Erdal Tercan, § 246).
211. Somut olayda başvurucu darbe teşebbüsünü gerçekleştiren
FETÖ/PDY terör örgütüne üye olma suçlamasıyla tutuklanmıştır. Bu bağlamda
tutuklama konusu suçun niteliği ve koşulları ile tutukluluğun hâkim önüne
çıkarılmaksızın devam ettirildiği 1
yıl 5 ay 18 günlük süre dikkate alındığında anılan kararlardaki sonuçtan
ayrılmayı ve farklı bir değerlendirme yapmayı gerektiren bir durum
bulunmamaktadır.
212. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun tutukluluğa itiraz
incelemesinin duruşmasız olarak yapıldığı iddiasına ilişkin olarak bir ihlalin
olmadığı açık olduğundan başvurunun bu kısmının
açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna
karar verilmesi gerekir.
2. Adil Yargılanma
Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddialar
a. Savunma Hakkının İhlal
Edildiğine İlişkin İddia
i. Başvurucunun İddiaları
ve Bakanlık Görüşü
213. Başvurucu; ceza infaz kurumunda avukatlarıyla olan görüşme
süresinin kısaltılması, avukatlarıyla yaptığı görüşme notlarının kaydedilmesi ve
soruşturma dosyasına müdafiinin erişiminin
engellenmesi nedenleriyle savunma hakkının kısıtlandığını ileri sürerek adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
214. Bakanlık, başvurucunun bu bölümdeki iddialarının açıkça
dayanaktan yoksun olduğu kanaatindedir.
215. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı başvuru formundakine
benzer beyanlarda bulunmuştur.
ii. Değerlendirme
216. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrasının son cümlesi
şöyledir:
"Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun
yollarının tüketilmiş olması şarttır."
217. 6216 sayılı Kanun'un "Bireysel
başvuru hakkı" kenar başlıklı 45. maddesinin (2) numaralı
fıkrası şöyledir:
"İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem,
eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının
tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir."
218. Yukarıda belirtilen Anayasa ve Kanun hükümleri gereğince
Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, iddia edilen hak ihlallerinin derece
mahkemelerince düzeltilmemesi hâlinde başvurulabilecek ikincil nitelikte bir
kanun yoludur. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği Anayasa
Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için öncelikle olağan kanun
yollarının tüketilmesi zorunludur (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No: 2012/403,
26/3/2013, §§ 16, 17).
219. Somut olayda başvurucu, soruşturma süreci devam ederken
bireysel başvuruda bulunmuş; sonrasında hakkında kamu davası açılmıştır.
Anayasa Mahkemesince bireysel başvurunun karara bağlandığı tarih itibarıyla
başvurucu hakkındaki kovuşturmanın devam ettiği görülmektedir. Başvurucunun
başvuru formunda dile getirdiği suçlamaya esas olguların kendisine
bildirilmediği, böylelikle isnadı (suçu) öğrenme hakkının ihlal edildiğine
ilişkin şikâyetlerini yargılamada ve sonrasında temyiz aşamalarında ileri
sürebilme ve bu aşamalarda inceletme imkânı bulunmaktadır. Bu çerçevede derece
mahkemelerinin yargılama ve temyiz süreçleri beklenmeden soruşturma sürecindeki
adil yargılanma hakkı ihlali şikâyetlerinin başvurucu tarafından bireysel
başvuruya konu edildiği görülmüştür.
220. Açıklanan gerekçelerle ilk derece mahkemeleri ve temyiz
mercileri önünde devam eden başvuru yolları tüketilmeden temel hak ve
özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasının bireysel başvuru konusu yapıldığı
anlaşıldığından başvurunun bu kısmının
başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Makul Sürede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
i. Başvurucunun İddiaları
221. Başvurucu, yargılamanın uzun sürdüğünü belirterek adil yargılanma
hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talep etmiştir.
222. Bakanlık bu konuda görüş bildirmemiştir.
ii. Değerlendirme
223. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrasının son cümlesi
şöyledir:
"Başvuruda bulunabilmek
için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır."
224. 6216 sayılı Kanun'un "Bireysel
başvuru hakkı" kenar
başlıklı 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
"İhlale neden olduğu
ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve
yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce
tüketilmiş olması gerekir."
225. Anılan Anayasa ve Kanun hükümlerine göre bireysel başvuru
yoluyla Anayasa Mahkemesine başvurabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş
olması gerekir. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının
anayasal ödevi olup bu ödevin ihmal edilmesi nedeniyle ortaya çıkan hak
ihlallerinin düzeltilmesi idari ve yargısal makamların görevidir. Bu nedenle
temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiğine ilişkin iddiaların öncelikle hukuk
sisteminde mevcut idari merciler ve/veya derece mahkemeleri önünde ileri
sürülmesi, bu makamlar tarafından değerlendirilmesi ve bir çözüme
kavuşturulması esastır (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, § 16).
226. 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Kanun'un 20. maddesiyle
9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı
Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'a eklenen geçici 2.
maddeye göre Anayasa Mahkemesine yapılan ve münhasıran bu maddenin yürürlüğe
girdiği 31/7/2018 tarihi itibarıyla Anayasa Mahkemesinde derdest olan yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı
iddiasıyla ilgili bireysel başvuruların Komisyon
tarafından incelenerek karara bağlanması öngörülmüştür.
227. Anayasa Mahkemesi Ferat Yüksel (B. No: 2014/13828, 12/9/2018) kararında;
yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı ya da yargı kararlarının geç
veya eksik icra edildiği ya da hiç icra edilmediği iddiasıyla 31/7/2018
tarihinden önce gerçekleştirilen bireysel başvurulara ilişkin olarak Adalet
Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığına (Tazminat Komisyonu)
başvuru imkânının getirilmesine ilişkin yolu ulaşılabilir olma, başarı şansı
sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesinin bulunup bulunmadığı yönlerinden
inceleyerek bu yolun etkililiğini tartışmıştır (Ferat Yüksel, § 26).
228. Ferat Yüksel kararında özetle anılan başvuru
yolunun kişileri mali külfet altına sokmaması ve başvuruda kolaylık sağlaması
nedenleriyle ulaşılabilir olduğu, düzenleniş şekli itibarıyla ihlal iddialarına
makul bir başarı şansı sunma kapasitesinden mahrum olmadığı vetazminat
ödenmesine imkân tanıması ve/veya bu mümkün olmadığında başka türlü telafi
olanakları sunması nedenleriyle potansiyel olarak yeterli giderim sağlama
imkânına sahip olduğu hususunda değerlendirmelerde bulunulmuştur (Ferat Yüksel, §§ 27-34). Bu gerekçeler
doğrultusunda Anayasa Mahkemesi ilk bakışta ulaşılabilir olan ve ihlal
iddialarıyla ilgilibaşarı şansı sunma ve yeterli
giderim sağlama kapasitesi olduğu görülen Tazminat Komisyonuna başvuru yolu
tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil niteliği ile bağdaşmayacağı
sonucuna vararak başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul
edilemezlik kararı vermiştir (Ferat Yüksel,
§§ 35, 36).
229. Mevcut başvuruda, söz konusu karardan ayrılmayı gerektiren
bir durum bulunmamaktadır.
230. Açıklanan gerekçelerle başvurunun diğer kabul edilebilirlik
koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının
tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. 20/9/2015 tarihli tutuklama kararı yönünden sulh ceza hâkimliklerinin
doğal hâkim, bağımsız ve tarafsız hâkim ilkelerine aykırı olduğuna ilişkin
iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. 20/9/2015 tarihli tutuklama kararı yönünden soruşturma
dosyasına erişimin kısıtlanması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının
ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. 20/9/2015 tarihli tutuklama kararı yönünden Tutuklamanın
hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA ,
4. 20/9/2015 tarihli tutuklama kararı yönünden tutuklanma
dolayısıyla ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
5. 26/8/2016 tarihli tutuklama kararı yönünden tutukluluk incelemelerinin
hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapılması nedeniyle kişi hürriyeti ve
güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
6. 26/8/2016 tarihli tutuklama kararı yönünden tutukluluğun
makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal
edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
7. 26/8/2016 tarihli tutuklama kararı yönünden soruşturma
dosyasına erişimin kısıtlanması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının
ihlal edildiğine ilişkin iddianın süre aşımı
nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
8. 26/8/2016 tarihli tutuklama kararı yönünden makul sürede
yargılanma hakkının (adil yargılanma hakkı) ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
9. 26/8/2016 tarihli tutuklama kararı yönünden savunma hakkının
kısıtlanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın başvuru yollarının tüketilmemiş
olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Tutukluluğun makul süreyi aştığı iddiasına ilişkin olarak
Anayasa'nın 19. maddesinin yedinci fıkrası bağlamında kişi hürriyeti ve
güvenliği hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
C. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA,
10/1/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.