Bireysel Başvuru Kararları Kullanıcı Kılavuzu English

(Gültekin Avcı [1.B.], B. No: 2015/17921, 10/1/2019, § …)
Kararlar Bilgi Bankasında yayınlanan karar metni
editöryal düzeltmelere tabi tutulmuş olabilir.
   


 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

GÜLTEKİN AVCI BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2015/17921)

 

Karar Tarihi: 10/1/2019

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Burhan ÜSTÜN

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Serruh KALELİ

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Kadir ÖZKAYA

Raportör

:

Fatih HATİPOĞLU

Başvurucu

:

Gültekin AVCI

Vekili

:

Av. Muzaffer UZLAŞ

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, tutuklama kararının doğal hâkim ilkesine aykırı olarak kurulmuş bir mahkeme tarafından verilmesi, tutuklama kararını veren mahkemenin bağımsız ve tarafsız olmaması, başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin hukuki olmaması, tutukluğun makul süreyi aşması, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması ve uzun süre hâkim önüne çıkarılmama nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; tutuklamaya konu suçlamaların ifade özgürlüğü ve basın hürriyeti kapsamındaki eylemlere ilişkin olması nedeniyle ifade ve basın özgürlüklerinin; ceza infaz kurumunda avukatla olan görüşme süresinin kısaltılması, avukatla yaptığı görüşme notlarının kaydedilmesi, müdafinin soruşturma dosyasına erişiminin engellenmesi ve yargılamanın makul sürede bitirilememesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvurular 20/11/2015, 8/1/2016 ve 20/4/2018 tarihlerinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Yapılan incelemede 2016/875 ve 2018/12334 numaralı başvurular ile 2015/17921 sayılı başvuru arasında konu ve kişi bakımında irtibat olması nedeniyle 2015/17921 sayılı başvuru ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.

7. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını -2018/12334 sayılı başvuru yönünden- Anayasa Mahkemesine sunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:

A. 20/9/2015 Tarihli Tutuklama Kararı Yönünden

9. Savcılığın talebi üzerine İstanbul 3. Sulh Ceza Hâkimliği 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 153. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca 24/12/2014 tarihinde başvurucu müdafiinin dosyaya erişiminin kısıtlanmasına karar vermiştir.

10. Başvurucunun 14/11/2015 tarihinde kısıtlılık kapsamında olmayan belgelerin suretinin verilmesi talebi Savcılık tarafından reddedilmiştir. Anılan karara başvurucu tarafından yapılan itirazı ise İstanbul 7. Sulh Ceza Hâkimliği 3/12/2015 tarihinde reddetmiştir.

11. Başvurucu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) 2014/41637sayılı dosyada başlatılan soruşturma kapsamında Başsavcılığın talimatıyla 18/9/2015 tarihinde İzmir'de yakalanarak gözaltına alınmış ve İstanbul'a getirilmiştir.

12. Başsavcılık tarafından düzenlenen 20/9/2015 tarihli tutanakta, başvurucunun "davet edilmesine rağmen ifade vermek istemediği ve avukatlarla görüşmeyi uzatmak suretiylegözaltı süresinin aşıldığı izlenimi vererek bu durumu proveke etmeye çalışması nedeniyle ifadesi alınmadan tutuklamaya sevkedildiği" belirtilmiştir.

13. Savcılık, başvurucuyu 20/9/2015 tarihinde silahlı terör örgütü kurma ve yönetme, Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme ve devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askerî casusluk amacıyla temin etme suçlarından tutuklanması talebiyle İstanbul 2. Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Tutuklama talep yazısının ilgili kısmı şöyledir:

"... 17-25 Aralık girişimi olarak bilinen sürecin ardından, Şubat 2014 tarihinde çeşitli basın yayın organlarında 2011/762 sayılı sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü soruşturmasına ilişkin haberler yayımlanmış, bu haberler üzerine 25/2/2014 tarihinde [K.Y.] İstanbul TEM Şube Müdürlüğü'ne gelerek, 24/2/2014 günü gerek gazetelerde gerekse görsel medyada çıkan dinleme haberleri ile ilgili şüpheye kapıldığını ve bu haberlerden tedirgin olduğu için kendi isteğiyle gelip konuyla ilgili bilgi vermek istediğini belirtmiştir. 25/2/2014 ve 26/2/2014 tarihlerinde [K.Y.] nin bilgi alması yapılmış ...

...

 [K.Y.]nin 25/2/2014 ve 26/2/2014 tarihlerinde İstanbul TEM Şube Müdürlüğü'ne gelerek 4/3/2011, 6/4/2011, 25/4/2011 ve 23/1/2012 tarihli bilgi almasında vermiş olduğu beyanları ile ilgili olarak kendisine daha önceki ifadelerle ilgili sorulan sorularda 'ben kesinlikle böyle bir ifade vermedim, vermiş olsaydım hatırlardım, bu ifade bana ait değildir, böyle bir konu geçmedi, böyle bir konu geçseydi hatırlardım, bu ifadenin neden ve ne şekilde yazıldığını bilmiyorum, bu ifade şahsıma ait değildir' şeklinde beyanlarda bulunduğu ve söz konusu ifadelerini kabul etmediği tesbit edilmiştir .. .

...

... tutuklanması talebiyle mahkemeye sevk edilen şüphelilerin FETÖ/PDY terör örgütü liderliği ve yöneticiliği, siyasi ve askeri casusluk, Türkiye Cumhuriyeti Devleti Hükümetini ortadan kaldırmaya ve görevini kısmen veya tamamen yapmasını engellemeye teşebbüs suçlarından haklarında yakalama kararı bulunan şüpheliler Fetullah Gülen ve [E.U.] ile birlikte FETÖ/PDY terör örgütü yöneticiliği ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti Hükümetini ortadan kaldırmaya ve görevini kısmen veya tamamen yapmasını engellemeye teşebbüs suçlarından gözaltında bulunan şüpheli Gütekin Avcı'nın talimatları doğrultusunda Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin en üst düzey yetkililerinin telefonlarının dinlenmesi ve Milli İstihbarat Teşkilatı'na ait yardım tırlarının durdurulması amacıyla sahte delillerle oluşturulan sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü soruşturmasının başlangıç ve devamında örgütsel faaliyet kapsamında görev aldıkları, Türkiye Cumhuriyeti Devleti Hükümeti'ni ürettikleri sahte deliller doğrultusunda terörle ilişkilendirerek yıkmayı hedefledikleri anlaşılmıştır. C.Başsavcılığımızm 2014/41637 soruşturma numaralı dosyası üzerinden FETÖ/PDY terör örgütü yöneticisi ve üyesi konumundaki şüpheliler hakkında yürütülen soruşturma kapsamında yapılan tespit, inceleme ve değerlendirmeler sonucu; Türkiye Cumhuriyeti Devletinin 61. Hükümeti ile liderliğini şüpheli Fethullah Gülen'in yaptığı FETÖ/PDY terör örgütü arasında yaşanan; medya, sosyal medya, emniyet, yargı ve yasa değişiklikleri yoluyla genişleyen dershanelerin kapatılması yönündeki girişimler ile açık çatışmaya dönüşen dershanelerin kapatılması süreci, Türkiye Cumhuriyeti 61. Hükümeti'ne bağlı İçişleri Bakanlığı tarafından çok sayıda polisin görevden alınması, sosyal medyaya düşen kasetler, HSYK Kanunu'nun değiştirilmesi ile devam etmiştir.

Bu süreçte, liderliğini Fetullah Gülen'in yaptığı FETÖ/PDY terör örgütü çizgisindeki 'Samanyolu TV' isimli televizyon kanalı ve 'Bugün' isimli gazetede yazı yazan ve TV programları yapan şüpheli Gültekin Avcı'nın, örgütün amaç ve hedefleri doğrultusunda hareket ettiği, örgüt lideri Fetullah Gülen'in talimatıyla yürütülen soruşturmalarla ilgili kamuoyunda algı çalışması yürüttüğü, örgüte karşı yapılacak operasyonları haksız göstermek amacıyla sadece operasyon biriminin elinde bulunan belge ve bilgileri çarpıtarak yayınladığı, mağduriyet algısı oluşturduğu/oluşturmaya çalıştığı anlaşılmıştır.

Aynı şekilde;

17-25 Aralık ve sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü soruşturmalarının, halk nezdinde kabul görülebilir kılınması için yapılan propaganda çalışması kapsamında, C.Başsavcılığımız'ın 2014/133596 numaralı soruşturma dosyası üzerinden yürütülen soruşturmada, 2010 yılında yapılan 'Tahşiye' operasyonu talimatının 'herkul.org' adlı siteden şüpheli Fetullah Gülen tarafından verildiği, Samanyolu Televizyonu'nda yayımlanan 'Tek Türkiye' isimli dizi içerisinde bulunan karanlık kurul yada karar kurulu olarak adlandırılan sahneler aracılığıyla ilerde yapılması muhtemel soruşturmalar ve operasyonların ayrıntı ve talimatının verildiği, talimat doğrultusunda bazı emniyet görevlileri tarafından Fetullah Gülen'i eleştiren bir gruba sahte delillerle tuzak kurulduğunun ortaya çıktığı, soruşturma kapsamında dizi senaristi ve yönetmeninin şüpheli sıfatıyla alınan ifadelerinde, 'karanlık kurul ya da karar kurulu olarak adlandırılan bu bölümde katkılarının olmadığını' beyan ettikleri anlaşılmıştır.

Tahşiye (radikal M.D. grubu) soruşturması olarak adlandırılan bu soruşturmayı yürüten şüphelilerin çoğunun sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü soruşturmasını yürüten şüphelilerle aynı olduğu, sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü soruşturmasında mağdurlara atfedilen suçlamalardan 'Mut'a' suçlamasının, sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü soruşturması ile ilgili kamuoyunda hiç bir bilgi yokken Amerika'da yaşayan ve hiçbir resmi görevi bulunmayan şüpheli Fetullah Gülen tarafından dile getirildiği, Şüphelinin, 'www.herkul.org' herkul-nagme/217-nagme-takiyye-muta tuzagi-ve-nifak-nezlesi isimli linkten ulaşılan; 2 Şubat 2013 tarihinde yayımlanan 217. Nağme: 'Takiyye, Mut'a Tuzağı, Nifak Nezlesi' başlıklı konuşmasında;

'İki asır evvel Türk siyasetine de burnunu sokan bu takiyye şebekesi mutayı mı kullandılar, neyi kullandılar, kılcallara kadar nüfuz ettiler.' şeklinde beyanda bulunduğu, örgüt lideri Fetullah Gülen'in bu konuşmasıyla, yürütülmekte olan soruşturmanın seyri ile ilgili örgüt yönetici ve üyelerine talimat verdiği tespit edilmiştir. Yine örgüt lideri Fetullah Gülen'in 14 Ekim 2013 (17 Aralık girişiminden 2 ay önce) tarihinde yaptığı konuşmada 'Selam Çakmak' (soruşturma şüpheliler tarafından Selam-Tevhid olarak adlandırılmaktadır) ifadesini kullanarak soruşturmayı yürüten örgüt üyesi ve yöneticilerine operasyon talimatı verdiği anlaşılmıştır.

STV isimli televizyon kanalında 23 Eylül 2013 ve 19 Nisan 2014 tarihleri arasında yayımlanan 'Şefkat Tepe' isimli diziye sonradan eklenen 'Karanlık Kurul' ya da 'Karar Kurulu' olarak adlandırılan sahnelerde, Fetullah Gülen'in yaptığı konuşmalarda geçen 'Mut'a Nikahı' ibaresinin 16 defa 'Kılcal' kelimesinin 61 defa olmak üzere sistematik olarak kullanıldığı, bahse konu dizinin 5 Ekim 2013 tarihinde yayımlanan karar kurulu bölümünde İranlı bir karakteri canlandıran ve 'Tersli' şeklinde hitap edilen şahıs tarafından 'muta' ibaresinin ilk defa kullanıldığı, haftalık yayımlanan dizinin ilerleyen bölümlerinde sürekli olarak 'muta nikahı' konusunun işlendiği, dizide işlenen bu konulara paralel olarak 'Bugün' isimli gazetede köşe yazarlığı yapan şüpheli Gültekin Avcı'nın sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü soruşturmasıyla ilgili herhangi bir resmi görevi olmamasına rağmen, 26 Eylül 2013 tarihinde 'İstihbaratta Acem Hatunları' başlığıyla, 30 Eylül 2013 tarihinde 'Acem İstilası Karşısında İstihbarattan Beklenen' başlığıyla, 1 Ekim 2013 tarihinde 'Savak'tan Vevak'a İran İstihbaratı' başlığıyla, 7 Ekim 2013 tarihinde 'İstihbaratta Mut'a Operasyonları' başlığıyla, 8 Ekim 2013 tarihinde 'İstihbaratta Mut'a Operasyonları-2' başlığıyla, 10 Ekim 2013 tarihinde 'Mut'a Arşivlerinde Kimler Var?' başlığı altında yayımlanan köşe yazılarında, 2011/762 soruşturma numaralı sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü soruşturmasının kurgusunu oluşturan içerikle ilgili 'İran (Acem) İstihbaratı - Muta - İran Ajanları' konuları üzerine sistematik olarak köşe yazıları yazdığı, Selam-Tevhid olarak bilinen soruşturma dosyasında şüphelilere atfedilen suçlamalarla ilgili kamuoyunda algı çalışması yürüttüğü, örgütün amaçları doğrultusunda kamuoyunu yönlendirdiği/yönlendirmeye çalıştığı, ilerleyen süreçte gerçekleştirilmesi planlanan operasyonlarda gözaltına alınacak şüphelilere atfedilmesi düşünülen 'Muta Nikahı' ile ilgili kamuoyunun şekillendirilmesini, gerekçesiz olarak soruşturmaya dahil edilen mağdurları itibarsızlaştırmayı hedeflediği tesbit edilmiştir.

Şüphelinin bu şekilde, yaptığı televizyon programları ve yazdığı köşe yazıları üzerinden sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü soruşturmasının hukukiliğinin ispatına çalışarak FETÖ/PDY örgüt liderinin ve örgütün kendine verdiği, Acem/İran düşmanlığını örgüt tabanına aktarma görevini görmekte, İran'dan gelecek bir tehlikeyi sürekli gündemde tutarak örgütün gücünü aldığı devletlerin çıkarına uymayan devletleri kendisine düşman görme düşüncesini örgüt tabanına empoze etme görevini ifa ettiği anlaşılmıştır ...

...

Yapılan tesbitlerden de anlaşılacağı üzere; Şüpheli Gültekin Avcı'nın yazılarının; gazetecilik adı altında FETÖ/PDY terör örgütü tarafından kurgulanan ve örgüt yöneticisi/üyesi konumundaki şüpheliler tarafından uygulamaya sokulan, mağdur ve müştekiler hakkında soruşturma bahanesiyle üretilen hukuka aykırı eylemleri delil olarak sunma/gösterme, Türk Ceza Kanunu'nun konusunu oluşturmayan 'Muta Nikahı' kavramını fuhuşla özdeşleştirmek suretiyle, örgütün amaç ve hedefleri doğrultusunda keyfi biçimde soruşturma kapsamına alınan mağdur ve müştekileri, toplum nezdinde ahlaken düşük göstermek, itibarsızlaştırmak ve bu şekilde kendilerini savunamaz hale getirme amacına yönelik olduğu anlaşılmıştır.

Nitekim sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü soruşturmasını yürüten şüpheliler tarafından, müşteki [V.Ç.] hakkında düzenlenen şahıs tespit ve takip tutanakları da, şüpheli Gültekin Avcı'nın yazıları doğrultusunda 'muta nikahı, ramazanda fuhuş, dini söylemlerde bulunma ancak ahlaki ve dini anlamda buna aykırı davranışlarda bulunma, eylem/söylem zıtlığı' ithamları üzerine bina edilmiştir. muta nikahı, evlilik dışı ilişki ya da ramazan ayında muta nikahı kıyma eylemlerinin Türk Ceza Kanunu'nun konusu olmadığı açıktır.

Bununla birlikte; şüpheli Gültekin Avcı adına kayıtlı cep telefonu hatlarının yapılan incelemesinde, 30/8/2004 tarihinden itibaren ... numaralı hattı kullandığı ancak yapılan HTS incelemesinde 25/9/2013 tarihi itibarıyla bu hattı aktif olarak kullanmayı bıraktığı, 24/10/2013 tarihinde adına kayıtlı ... numaralı hattı alarak kullanmaya başladığı anlaşılmıştır.

Yapılan açık kaynak çalışmalarında ise; 505'li hattını kapattırdıktan hemen sonra 26 Eylül 2013 tarihinde 'İstihbaratta Acem Hatunları' başlığıyla, 30 Eylül 2013 tarihinde 'Acem İstilası Karşısında İstihbarattan Beklenen' başlığıyla, 1 Ekim 2013 tarihinde 'Savak'tan Vevak'a İran İstihbaratı' başlığıyla, 7 Ekim 2013 tarihinde 'İstihbaratta Mut'a Operasyonları' başlığıyla, 8 Ekim 2013 tarihinde 'İstihbaratta Mut'a Operasyonları-2' başlığıyla, 10 Ekim 2013 tarihinde 'Mut'a Arşivlerinde Kimler Var?' başlığıyla, 2011/762 soruşturma numaralı dosya üzerinden şüphelilerce uygulanan kurgu doğrultusunda köşe yazıları yazarak kamuoyu oluşturmaya çalıştığı anlaşılmıştır. Köşe yazılarını yazmaya başlamadan 1 gün önce yaklaşık 9 yıldır kullandığı telefon hattını kullanmayı bıraktığı ve yazıları yazdığı süreçte adına kayıtlı bir cep telefonu hattı kullanmadığı tespit edilmiştir.

İzah edilen örgütsel amaçlar doğrultusunda şüpheli tarafından kaleme alınan köşe yazıları;[Bu kısımda başvurucunun İstihbaratta Acem hatunları, Acem istilası karşısında istihbarattan beklenen, SAVAK'tan VEVAK'a İran istihbaratı, İstihbaratta mut'a operasyonları, İstihbaratta mut'a operasyonları-2 ve Mut'a arşivlerinde kimler var? başlıklı suçlamaya konu köşe yazılarına yer verilmiştir. Ayrıca başvurucunun T.K. adına kayıtlı hat ile özellikle selam tevhid, 17-25 Aralıkve Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) tırları soruşturmalarında aktif rol oynayan emniyet görevlileri ve FETÖ/PDY terör örgütü ile bağlantılı suçlar nedeniyle haklarında soruşturma bulunan ve kaçak sayılarak haklarında yakalama çıkarılan kişilerle soruşturma süreçlerinde yaptığı görüşme kayıtlarına yer verilmiştir.]

Yapılan tüm tespitler birlikte değerlendirildiğinde; Tutuklanmaları talebiyle sevk edilen şüphelilerin eylemlerini, hakkında yakalama kararı bulunan FETÖ/PDY terör örgütü lideri şüpheli Fetullah Gülen'in ve [E.U.]nun talimatlarını, resmi hiyerarşinin dışındaki ast-üst ilişkisi içerisinde bilinçli, sistematik ve koordineli biçimde, eylem ve fikir birliği içinde gerçekleştirdikleri, kamuoyunda 17-25 Aralık girişimleri ile eş zamanlı olarak operasyon düzenlemek niyetiyle (dosya kapsamında hazırlanan şahıs tespit tutanaklarının 10-15/12/2013 tarihleri arasında hazırlandığı ve tüm teknik takiplerin 18/12/2013 tarihinde sonlandırıldığı tespit edilmiştir) amaç birliği içerisinde hareket ettikleri, nihai hedef olarak başta Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti başbakan ve bakanları ile Milli İstihbarat Teşkilatı müsteşarı olmak üzere çok sayıda devlet yetkilisini, gazeteci ve yazarları, iş adamlarını, vakıf ve dernek yetkililerini 2011/762 sayılı sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü soruşturması kapsamında terörle ilişkilendirerek gözaltına almayı planladıkları, sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü soruşturması kapsamında 1/1/2014 tarihinde Hatay ili Kırıkhan ilçesi'nde, 19/1/2014 tarihinde Adana ili Ceyhan ilçesi'nde Milli İstihbarat Teşkilatı'na ait yardım tırlarını MİT personeline darp, cebir ve şiddet uygulamak ve silah doğrultmak suretiyle durdurulduğu, bu şekilde Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve 61. Hükümeti'nin sahte delil ve ihbarlarla terörle ilişkilendirilmeye çalışıldığı, şüphelilerin kastının Türkiye Cumhuriyeti Devleti Hükümeti'ni ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını engellemeye teşebbüs mahiyetinde olduğu, şüphelilerin FETÖ/PDY terör örgütü liderliği ve yöneticiliği, siyasi ve askeri casusluk, Türkiye Cumhuriyeti Devleti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini kısmen veya tamamen yapmasını engellemeye teşebbüs suçlarından haklarında yakalama kararı bulunan şüpheliler Fetullah Gülen ve [E.U.] ile birlikte FETÖ/PDY terör örgütü yöneticiliği veTürkiye Cumhuriyeti Devleti Hükümeti'ni ortadan kaldırmaya veya görevini kısmen veya tamamen yapmasını engellemeye teşebbüs suçlarından gözaltında bulunan şüpheli Gütekin Avcı'nın talimatları doğrultusunda Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin en üst düzey yetkililerinin telefonlarının dinlenmesi ve Milli İstihbarat Teşkilatı'na ait yardım tırlarının durdurulması amacıyla sahte delillerle oluşturulan sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü soruşturmasının başlangıç ve devamında örgütsel faaliyet kapsamında görev aldıkları, Türkiye Cumhuriyeti Devleti Hükümeti'ni ürettikleri sahte deliller doğrultusunda terörle ilişkilendirerek yıkmayı hedefledikleri tespit edilmiştir.

Açıklanan bu sebeplerle şüphelilerin Türk Ceza Kanunu'nun 37/1. maddesi delaletiyle eylem ve fikir birliği içerisinde TCK'nın 312/1. maddesini ihlal ettikleri, gerçekleştirdiği eylemler ve örgütsel konumu itibarıyla şüphelilerden Gültekin Avcı'nın TCK'nın 314/1. maddesi uyarınca örgüt yöneticisi, diğer şüphelilerin de TCK'nın 314/2. maddesi uyarınca örgüt üyesi konumunda oldukları, örgüt yöneticisi konumundaki Gültekin Avcı'nın TCK'nın 220/5. maddesi delaletiyle TCK'nın 328/1. maddesi uyarınca siyasi ve askeri casusluk suçundan da sorumlu olduğu anlaşılmakla,

Şüphelilerin üzerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, suça dair yasada yazılı cezanın üst haddi dikkate alınarak 5271 sayılı CMK'nın 100. vd. maddeleri uyarınca tutuklanmalarına [karar verilmesi talep edilmiştir.] ..."

14. Başvurucu Hâkimlikteki savunmasında özetle;

i. Selam tevhid terör örgütü (bkz. Mehmet Kuru, B. No:2015/7559, 25/12/2018) soruşturmasından 2013 yılı Eylül-Ekim aylarında basın aracılığıyla haberdar olduğunu, özellikle Acemuşakları isimli sosyal medya hesabında 2011-2012 yıllarından itibaren soruşturmaya dair haberlerin yer almaya başladığını, daha sonra ise soruşturmanın ayrıntılarının yayımlandığını, bu soruşturma kapsamında Cumhurbaşkanı, Başbakan ve diğer kamu görevlilerinin dinlendiğine, onlarla ilgili fiziki ve teknik takip yapıldığına dair bilgisinin bulunmadığını, örgütün adının "Tevhidi Selam Kudüs Ordusu" olduğunu Yargıtay 9. Ceza Dairesinin bu örgüte ilişkin kararlarından öğrendiğini ifade etmiştir.

ii. Fetullah Gülen ve E.U.yu tanımadığını, onlarla yüz yüze veya telefonla görüşmesinin olmadığını, E.U.nun sadece bir kez -hakkında açılan soruşturmayla ilgili olarak- geçmiş olsun demek için kendisini aradığını ifade etmiştir.

iii. Polis müdürleri olan G.A., M.A.O., M.Y.yi tanımadığını, sadece M.A.O. ile yaklaşık bir yıl önce telefonla görüşmüş olabileceğini, anılan soruşturma ile ilgili olarak adı geçen kamu görevlileri ya da başkaca herhangi bir kimseden bilgi veya belge almasının söz konusu olmadığını savunmuştur.

iv. Suçlamaya konu köşe yazılarını istihbarata olan merakından, eski Cumhuriyet savcısı olmasından, polis teşkilatı ile alakası ve istihbarat hukukuyla ilgili çalışmaları bulunmasından dolayı yazdığını, aynı zamanda DHKP-C ve irtibatlarıyla ilgili de dört yazı yazdığını belirtmiştir. Başvurucu bu yazıları istihbarat hukukundaki çalışmalarının bir gereği olarak ülkesini uyarmak için yazdığını savunmuştur. Başvurucu 2004 yılında "İstihbarat Teknikleri, Aktörleri, Örgütleri ve Açmazları" isimli kitabı, 2005 yılında "İstihbarat Oyunları" ve "Karanlık İlişkiler", 2007 yılında da "Seçilmiş Terör" isimli kitabı yazdığını ve ilk olarak bu kitapta "Selam Tevhid Kudüs Ordusu" ismini kullandığını ifade etmiştir.

v. Suçlamaya konu yazılarında muta nikâhını istihbaratta kadın tuzağının sık kullanılması nedeniyle uyarı amaçlı yazdığını, kesinlikle Selam Tevhid soruşturması kapsamına alınan kişilere ilişkin olarak -özel bir amaçla- yazmadığını savunmuştur. Başvurucu, yazılarındaki temel hedefin adli makamları ve istihbarat mekanizmalarını harekete geçirmek olduğunu savunmuştur.

vi. 2013 yılında "PKK'da İç Savaş Hazırlığı" isimli yazı dizisini yazdığını ve YDGH'nin kurulduğunu ilk kendisinin söylediğini, eski bir savcı olması ve medyada yer alması nedeniyle bu hususlarda yazmasının doğal olduğunu savunmuştur.

vii. 2012 yılında Iğdır'da bazı kadınların İran devleti adına ajanlık yaptığına dair soruşturma başlatıldığını ve birkaç kadının ifadesinin alındığına dair Hürriyet gazetesinde 2/9/2012 tarihinde haber yapıldığını, bu haberler çoğalınca konunun ilgisini çektiğini ve bu konuda yoğunlaşarak suçlamaya konu yazıları yazdığını savunmuştur.

viii. Y.A., Ö.K., O.Ö.A., K.D. ve E.Ü. isimli polis müdürleriyle 17-25 Aralık soruşturmasından önce yüz yüze ya da telefonla herhangi bir görüşmesinin olmadığını, bu kişilerden 22 Temmuz'dan sonra haberdar olduğunu ve bir kısmı ile sonradan gazeteci olarak irtibata geçtiğini, daha sonra da birlikte televizyon programı yaptıklarını savunmuştur.

ix. "Şefkattepe" isimli dizinin "Karanlık Kurul" olarak bilinen bölümünde muta nikâhından sıkça bahsedilmesinden haberinin olmadığını, diziyi izlemediğini, bu nedenle dizideki karakterlerle ilgili bilgisinin bulunmadığını savunmuştur.

x.Fetullah Gülen grubu ile organik bir bağının olmadığını, o gruba yakınlığı ile bilinen televizyon kanalında yorumculuk yaptığını ve gazetede yazılar yazdığını ifade etmiştir.

xi. Polis Müdürü M.A.O. ile çok sık görüşmediğini, yüklenen suçlara temel teşkil edecek bir telefon görüşmesi de yapmadığını ancak M.A.O.nun Ortadoğu uzmanı olması nedeniyle 24 Aralık'ta görüşmüş olabileceğini, gazeteci olması nedeniyle bilgi almak için birçok kişiyle görüşmesinin doğal olduğunu ancak görüştüğü kişilerin bağlantılarını ve niyetlerini bilemediğini, bunun da doğal olduğunu, bu kişilerin bağlantılarını araştırmak gibi bir yükümlülüğünün de olmadığını ileri sürmüştür.

xii. Başvurucu, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) Bluf kararında basın mensuplarının kamuoyunu ilgilendiren istihbarat raporlarını bile açıklayabileceğini karara bağladığını, ayrıca AİHM'in Lingers kararında bir bilginin bir kez kamuoyuna intikal ettikten sonra devlet sırrı olmaktan çıkacağını ve gizliliğinin korunmasından bahsedilemeyeceğini de karara bağladığını belirterek bu soruşturma kapsamında daha önceden ifade vermek istediğini ancak Savcılığın ifade almak istememesi üzerine kendisinin de ifadeye gitmediğini ileri sürmüştür.

15. Başvurucu müdafileri ise özetle başvurucunun İzmir Barosuna kayıtlı avukat olduğunu, bu nedenle soruşturma için 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'na göre Bakanlıktan izin alınması gerektiğini ileri sürmüşlerdir. Başvurucu müdafileri; suçlamaya konu yazılarda bahsedilen muta nikâhıyla ilgili olarak -başvurucunun yazılarından önceki tarihlerde-başlatılan soruşturmalar ve açılan davalar bulunduğunu, birçok ulusal gazetede buna ilişkin haberler yapıldığını ifade ederek atılı suçların yasal unsurlarının oluşmadığını ve soruşturma makamlarınca başvurucuya yüklenen suçların unsurlarının açıkça ortaya konulamadığını, suçlamanın soyut iddiadan ibaret kaldığını, ayrıca suçlamaya konu eylemlerin köşe yazıları olması nedeniyle ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiğini, AİHM'in benzer konularda ifadeye çağrılmayı dahi ihlal sayan kararlarının bulunduğunu ifade ederek somut olayda kuvvetli suç şüphesinin ve tutuklama nedenlerinin bulunmadığını belirtmişler ve başvurucunun serbest bırakılmasını talep etmişlerdir.

16. Hâkimlik 20/9/2015 tarihinde başvurucunun anılan suçlardan tutuklanmasına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:

" ...

2-Şüpheli Gültekin Avcı'nın dosya arasında bulunan bilgi ve belgeler, alınan HTS raporları, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme suçlarından tutuklu bulunan polis müdürlerinden, hakkında yakalama ve tutuklama kararı bulunan kişilerle yaptığı telefon görüşmeleri ve trafiklerive zamanlamaları bu doğrultuda 'Selam Tevhid Terör Örgütü dosyası' kapsamında algı çalışması yürüttüğü, bu doğrultuda yazılar yazdığı, uzun süredir kullandığı telefonu kapatıp bu çalışmalar sırasında bir ay telefon kullanmadığı, yazılarının Fetullah Gülen'in 14 Ekim 2013 tarihinde yaptığı konuşmasında 'selam çakmak' ifadesini kullanması, aynı süreçte Fetullah Gülen yanlısı STV isimli televizyon kanalında şefkattepe isimli diziye sonradan eklenen 'karanlık urul' olarak adlandırılan sahnelerde 'muta nikahı' ibaresinin l6 defa 'kılcal' kelimesinin 61 defa kullanılması buna paralel olarak ısrarlı bir şekilde sevk yazısında belirtilen yedi adet 'muta nikahı, selam tevhid terör örgütü, istihbarat' odaklı yazıları kamuoyunda algı oluşturmaya yönelik olarak yazması, sorgu esnasında HTS raporları ile çelişecek şekilde çelişkili beyanlarda bulunması, kaleme aldığı yazılardan soruşturma dosyasına ilişkin sadece operasyon biriminin elinde bulunan belge ve bilgileri çarpıtarak yayınladığı, hakkında yakalama kararı bulunan Fetullah Gülen ve [E.U.]'nun telkinleri doğrultusunda fikir ve eylem birliği içerisinde hareket ettiği, 17-25 Aralık girişimleri ile eş zamanlı olarak operasyon düzenlemek niyeti ile hareket ettikleri, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanını, bakanlarını, MİT müsteşarını, birçok vali, genel müdür, bürokrat, dernek ve vakıf yöneticisini terörle, casuslukla ilişkilendirerek gözaltına almanın planlandığı, 'Selam Tevhid Terör Örgütü dosyasına' zemin oluşturmaya yönelik faaliyetlerde bulunduğu, dosya kapsamından edindiği gizli bilgileri ifşa ettiği, bu eylemlerin müsnet silahlı terör örgütü kurma ve yönetme, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme ve devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askeri casusluk amacıyla temin etme suçlarına ilişkin kuvvetli suç şüphesini hakimliğimizde oluşturduğundan müsnet suçların vasıf ve mahiyeti, kanunda öngörülen ceza miktarları, CMK'nın 100/3. maddesinde sayılan suçlardan olması nazara alınarak şüphelinin; silahlı terör örgütü kurma ve yönetme, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme ve devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askeri casusluk amacıyla temin etme suçlarından CMK'nın 100. ve devamı maddeleri uyarınca ... [tutuklanmasına karar vermiştir.]... "

17. Başvurucu 29/9/2015 tarihinde tutuklama kararına itiraz etmiş, İstanbul 3. Sulh Ceza Hâkimliği 1/10/2015 tarihinde tutuklama kararının usul ve yasaya uygun olduğunubelirterek itirazı reddetmiştir.

18. Karar başvurucuya 22/10/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir.

19. Başvurucu 20/11/2015 ve 8/1/2016 tarihlerinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

20. Başsavcılığın 22/3/2016 tarihli iddianamesiyle başvurucu hakkında devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askerî casusluk amacıyla temin etme, Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, silahlı terör örgütü kurma veya yönetme, özel hayatın gizliliğini ihlal etme, hukuka aykırı olarak kişisel verileri kaydetme, resmî belgede sahtecilik, kamu görevlisinin resmî belgede sahteciliği, suç uydurma, suç delillerini yok etme, gizleme veya değiştirme, devletin güvenliğine ilişkin gizli kalması gereken bilgileri casusluk maksadıyla açıklama suçlarından cezalandırılması istemiyle İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinde dava açılmıştır.

21. İddianamede öncelikle Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasından (FETÖ/PDY) ve örgüt liderinin talimatları doğrultusunda yürütülen Kudüs Ordusu terör örgütü soruşturmasının başlatılması ve yürütülmesi sürecinden bahsedilmiştir. Bu bağlamda FETÖ/PDY'nin Kudüs Ordusu terör örgütü soruşturması kapsamında mağdur ve müştekilere yönelik uydurma gerekçelerle iletişimin tespiti ve teknik araçlarla izleme tedbirleri uygulayarak özel hayata ilişkin telefon görüşme sesleri ve fiziki takip görüntüleri elde ettiği ve yapılacak operasyonlar öncesinde (17-25 Aralık ve MİT tırları soruşturması) -örgüt lideri, yöneticileri ve üyeleri tarafından- örgüt medyası aracılığıyla kamuoyu oluşturma çalışması yürüterek mağdur ve müştekileri itibarsızlaştırıp kendilerini savunamaz hâle getirmeye çalıştığı iddia edilmiştir.

22. İddianamede, FETÖ/PDY ve Selam Tevhid terör örgütü soruşturmasından bahsedildikten sonra başvurucunun 17-25 Aralık (anılan soruşturmalara ilişkin bilgiler için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, § 30) ve MİT tırları soruşturmaları (Süleyman Bağrıyanık ve diğerleri, B. No: 2015/9756, 16/11/2016) öncesinde veya eş zamanlı olarak birtakım konuları çarpıtarak yazdığı- suçlamaya konu yazıları ve örgütle irtibatından bahsedilmiştir. Bu bağlamda iddianamede;

i. Başvurucuya ait olan ve suçlama konusu yapılan 26/9/2013 tarihli "İstihbaratta Acem Hatunları", 30/9/2013 tarihli "Acem İstilası Karşısında İstihbarattan Beklenen", 1/10/2013 tarihli "Savak’tan Vevak’a İran İstihbaratı", 7/10/2013 tarihli "İstihbaratta Mut’a Operasyonları", 8/10/2013 tarihli "İstihbaratta Mut’a Operasyonları-2" ve 10/10/2013 tarihli "Mut’a Arşivlerinde Kimler Var?" başlıklı yazılara yer verilmiştir. Başvurucunun;

- 26/9/2013 tarihli "İstihbaratta Acem Hatunları" başlıklı yazısının içeriği şöyledir:

"İstihbaratta kadın cazibesine dayalı operasyonlar bal tuzağı (honey trap) olarak bilinir. Bu işin şövalyesi MOSSAD İstihbarat Akademisi'dir. Onu efsane Sovyet istihbarat servisi KGB takip eder. En meşhur operasyon, Vanunu olayıdır.

Mordechai Vanunu 1976-85 yılları arasında İsrail'in Necef çölündeki Dimona Nükleer Araştırma Merkezi'nde teknisyen olarak çalıştı. Dimona'daki nükleer tesisleri, Sunday Times'a ifşa eden Vanunu Londra'da güzel Cindy'le tanışır. İki sevgili hafta sonu tatili için Roma'ya uçar. Vanunu, Roma'da MOSSAD Katsaları'nca paketlenip yargılanmak üzere İsrail'e intikal ettirilir.

Cindy kod Cheryl Ben Tov, MOSSAD Katsa subaylarından bir alt seviyede bulunan Bat-Leveyha ajanıydı. MOSSAD Cheryl'ı operasyonda kullanmak üzere Tel Aviv'de değişik güvenli evlerde haftalarca eğitip bir sürü testlerden geçirmişti. Yaşadıklarını kocasına bile anlatmayacağı söylendi. Araba çalmayı, sarhoş rolü yapmayı ve erkeklerle nasıl sohbet edeceğini öğrendi. MOSSAD eğitmenleri Cheryl'a cinsel tecrübeleri ile ilgili mahrem sorular sordular. Gerekirse bir yabancıyla yatar mıydı? Görev gereği yatabilirim diye cevapladı Cheryl. Bu aşk değil sadece seks olurdu ona göre. Bundan sonra kandırmak, baştan çıkarmak ve seksi nasıl kullanacağını öğrettiler ona.

Paketlendi ve İsrail'e kaçırıldı,

Bütün mermilerin hedefin üzerine nasıl boşaltılacağını öğrendi. Bunlardan sonra Cheryl'a yapacağı görev tüm hatlarıyla anlatıldı. Bir maske hikâyesi hazırlandı. Görevi, Vanunu'yu Roma'ya götürmekti. Maske hikâyesine göre Cheryl'ın Roma'da kız kardeşi vardı. Vanunu'yu İngiltere'nin dışına çıkartmak, Cheryl'ın yeteneğine kalıyordu. Ve Cheryl 23 Ekim 1986 günü daha önce Londra'ya gitmiş olan MOSSAD ekibine katıldı.

Cindy Johnson adını kullanarak Londra'da Strand Palace'da bir odaya yerleşti. MOSSAD psikologları, Vanunu'nun küçücük Beersheba kasabasında yalnızlığını ve bir kadınla birlikteliğe hasret olduğunu önceden tahmin etmişlerdi. Cheryl, Vanunu ile tanıştı ve bir müddet sonra onu Roma'ya gitmeye razı etti. Roma'ya gittiklerinde evde onları 3 MOSSAD Katsası bekliyordu. Operasyon başarı ile sonuçlandı.

Vanunu paketlendi ve uçakla İsrail'e kaçırıldı. (1986) İsrail'de gizlice yargıladılar Vanunu'yu. Suç: Gizli devlet sırlarını açıklamak ve casusluk... Cezası: 18 yıl... Elin oğlu ihaneti affetmedi ve 18 yılın hepsini çektirdiler Vanunu'ya.

Türkiye'de Olsa Herhalde 50 Kere Tahliye Olmuştu.

Pek çok Hollywood yıldızı ve Amerikan Kongresi üyesi de Vanunu'ya destek verdi. Serbest bırakılması için kampanyalar düzenlendi, uluslararası barış hareketinin sembolü haline geldi, defalarca Nobel Barış Ödülü adayına gösterildi.

İsrail'in bütün bunlara tepkisi 1997'de dönemin Cumhurbaşkanı Ezer Weizman'ın sözlerindedir: "O, sırları ifşa eden bir casus. Bunu para yerine ilkeler için yapması bir fark yaratmaz. O vatanına ihanet etti." Hoşunuza gitmese de işte budur gerçek. Türkiye'de olsa herhalde 50 kere tahliye olmuştu. Hatta bu uluslararası destekle lehinde bir de kanun çıkarılırdı. İsrail kuşkusuz insanlık dışı yöntemleriyle bilinen bir terör devletidir. İhaneti cezalandırmaktan tüm dünya birleşse geri adım attıramamıştır gördüğünüz gibi. Bu bir devlet ciddiyeti ve ibretamiz bir kararlılıktır.

Gelelim bize... Halen tespit edilemeyen yüzlerce İran saha ajanı ve haber kaynağı saadetle görevlerini icra ediyorlar.

SAVAMA, Türkiye'de asrın istihbarat fırsatlarını yakaladı. Ciddiyetle ve rasyonelce bunu azami derecede değerlendiriyor. Geçerli İran pasaportu verilerek, ticaret veya turizm amaçlı Türkiye'ye Acem hatunları sahada bal tuzağında.

Hatırlarsanız geçen sene Iğdır'da casusluk yaptığı iddia edilen İranlı 10 kadın sınır dışı edilmişti. Mesele keşke sınır illerimize sızılması kadar basit olsaydı, keşke tespit edilenlerin sınır dışı edilmesiyle bitseydi ...

Ölümcül sorular var kafamda. Doktor, hemşire, ebe, kuaför adı altında Türkiye'ye getirilen İranlı kız sayısı 5000 civarında mı? Yabancı istihbarata karşı koyma hedeflerinde İran yok mu?

Bizim kritik noktadaki bürokratlarımız Acemler'in bal tuzağına karşı direnç gösterebiliyorlar mı?"

-30/9/2013 tarihli "Acem İstilası Karşısında İstihbarattan Beklenen" başlıklı yazısının içeriği şöyledir:

stihbaratta hezimetler birbirini takip ederse, dış politikadaki girişimleriniz ve parlak askeri donanımınız fayda etmez. Henry Ford'un isabetle belirttiği gibi; başarının bir sırrı varsa, karşınızdakinin bakış açısını kavramak, öğrenmek ve onun gözüyle görebilmektir. Papa, Büyük Avrupa Hun İmparatoru Atilla'nın büyüden korktuğunu casusları sayesinde öğrenmiştir. Sultan 2. Abdülhamid de istihbaratın hayati önemini idrak eden yöneticilerden biri olarak Yıldız İstihbarat Teşkilatı'nı kurmuş ve şöyle demişti:

'Yabancı devletler, kendi emellerine hizmet edecek kimseleri vezir ve sadrazam mertebesine kadar çıkarabilmişlerse, devlet güven içinde olamazdı ...'

Yabancı istihbarata karşı koyamıyorsanız, ürettiğiniz politikalar muhteşem bile olsa, sizin proje ve planlamalarınızı darmadağın eden daha muhteşem hamleleri düşmanlarınızda görerek sarsılırsınız.

İstihbarat, politikanın öncüsü ve keşif koludur. İstihbaratta kör ve sağırsanız, politikalarınızı muhkem doneler üzerine inşa edemez, karambol rüzgarlarına boyun eğersiniz. Pokerde çektiğin kartı rakip oyuncu görüyorsa politik hamle planlamanız beyhudedir.

Türkiye'nin CIA, MOSSAD veya Rus SVR gibi istihbaratta ekol teşkil eden servisler karşısında beklenen etkiyi ve yırtıcılığı gösterememesi, zorumuza gitse de kaçınılmaz bir gerçeği gösterir. Ama hiçbir zaman başarılı istihbarat operasyonlarıyla espiyonaj literatürüne geçmeyen vasat İran istihbarat unsurlarının, bugünün Türkiye'sinde cirit atması, buna rağmen merkezi istihbaratımızca tespit edilememesinin açıklaması yoktur. Ülkedeki Acem entrikalarını deşifre etsin diye Kuşçubaşı Eşref'i çağırma imkânımız yok.

Acemler'in ülkemize nüfuzu açısından bugünkü durumun Şah İsmail döneminin Osmanlı'da gösterdiği espiyonaj faaliyetlerinden daha vahim olduğu söz götürmez. Üstelik Devlet-i Aliyye Acem çaşıtlarına karşı azami direnç gösterebilmiş, sertliğe varan sıkı tedbirler almıştır. Ama bugün Türkiye'de cirit atan Acem çaşıtlarına karşı etkili bir İKK faaliyetinin yürütül(e)mediği acı bir gerçektir.

Hele dış oparetif hamleler konusunda Enver Paşa'nın kurduğu Teşkilat-ı Mahsusa bile bugünün MİT'inden daha yırtıcı ve daha ileri bir konumdaydı. (İnsana dayalı klasik istihbaratta-Human Intelligence) Bugün MİT, çözüm sürecinin ayrılmaz bir parçası haline gelen Kuzey Suriye'nin kaderinde söz sahibi bile olamazken... Süleyman Askeri Bey'in başında bulunduğu Teşkilat-ı Mahsusa, özel bir timle, 1913 İstanbul Anlaşması sonucu Bulgarlar'a terk edilen Batı Trakya'da, Osmanlı Devleti'nden ayrı bağımsız bir Batı Trakya Türk Devleti bile kurmuştur. İttihatçılara övgüler düzdüğüm sanılmasın. Adamlar ne büyük iş koymuşlar, istihbaratta pes doğrusu dedirtmişler ona bakın. İnanabiliyor musunuz, bir istihbarat servisi Türkiye Cumhuriyeti'nden önce, ilk Türk Cumhuriyeti'ni kuruyor. Temmuz 1913'te Edirne'nin geri alınmasından kısa bir müddet sonra, Enver Paşa'nın emirleri üzerine bu bölgeyi Bulgarlar'dan kurtarmak ümidiyle kısa ömürlü bile olsa Batı Trakya Muhtar Türk Cumhuriyeti'ni kurdu.

Bunu da geçelim.

Teşkilat-ı Mahsusa Batı Trakya Muhtar Türk Cumhuriyeti'ni kurduğunu ilan edince Bulgar ve Yunan Krallığı bu cumhuriyeti ve hükumetini tanımak zorunda kaldılar. Hükumet ise hemen para ve pul bastırır. Kurulan hükumetin geçici başkanlığına teşkilatın güvendiği bir isim olan Gümülcine belediye başkanı getirilir. Bölge ve yeni kurulan hükumet her yönden ve şartlar neyi gösterirse göstersin bütünüyle Teşkilat-ı Mahsusa'nın kontrolü altındadır. Ve kurulan bu cumhuriyetin asker sayısı 4 Ekim 1913 tarihi itibariyle 29.000 olduğu zikredilmiştir. Bu devlet 25 Ekim 1913'e kadar yaşar.

Teşkilat-ı Mahsusa'yı 5 yıl sonra yine bir başka Türk Cumhuriyeti kurarken görmekteyiz. Hem de bu defa Balkanlar'dan binlerce kilometre uzakta, Doğu Anadolu hududunda bir devletin kuruluşuna öncülük ettiğini görüyoruz. Bu devlet ise, Kars ve civarında 1918'de kurulan Azerbaycan Türk Cumhuriyeti'dir.

Biz istihbaratımızdan sağda solda devlet kurmasını, gidip oraları fethetmesini de istemiyoruz. Kendi devletinizi 3 paralık Acem dilberlerine ve SAVAMA casuslarına karşı koruyabilin; ülkenizin kalbinden Tahran'a canlı yayın yapmasınlar, istihbaratımızı bu kadar da ayağa düşmesin diyorum. Devletin tepesinde konuşulanlar, sanki İran'ın VEVAK merkez ofisinde konuşulmuşcasına kolay sızmasın istiyorum. Karşınızdakiler CIA, MOSSAD ve SVR gibi yüksek teknolojili efsane bir servis de değil. Çok şey mi istiyorum?"

-1/10/2013 tarihli "Savak’tan Vevak’a İran İstihbaratı" başlıklı yazısının içeriği şöyledir:

"Geçen yıl aralıkta ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon) İran İstihbarat Teşkilatı'nı Ortadoğu'nun en güçlü servisi olarak tanımladı. Pentagon, İran'ın aktif 30 bin istihbarat personeline işaret ediyordu. Acem istihbaratının retrospektifi ve bugünü, Pentagon'un haklı olduğunu gösteriyor.

1953'te Şehinşah Muhammed Rıza, Batılı istihbarat örgütlerinin (CIA-MOSSAD) desteğiyle 1957'de SAVAK adlı istihbarat servisini kurdu. Nüfuzunun zirvesindeyken SAVAK'ın kadrolu, ajan çalıştırma yetkisine sahip 13 Seksiyon Şefi vardı. Bu şekilde ABD'de eğitim gören 30 bin İranlı öğrenciyi kontrol edebilen bir sistemi de hayata geçirmişlerdi. Bu sistem Humeyni ve sonrasında da daha sofistike bir şekilde uygulamaya devam edildi. Halen de böyledir.

Bugünkü SAVAMA'nın sofistike espiyonaj ağından bizimkilerin ne kadar haberi var bilinmez. ABD'deki SAVAK ajanlarının başı, İran Elçiliği'nde ataşe kisvesi altında çalışıyordu. Bu faaliyetlerden FBI, CIA ve ABD Dışişleri Bakanlığı haberdardı. SAVAK'ı gördüler ve kontrol ettiler. Şah'tan sonra Humeyni, ilk iş olarak SAVAK'ı lağvetti. Servisin ileri gelenleri yargılanarak idam edildi. Yüksek rütbeli SAVAK ajanları 1979-81 yılları arasında yok edildi. Böylece şahlık döneminin meşhur SAVAK'ı yerini Molla rejiminin SAVAMA'sına bıraktı. 1984'te Muhammed Reyşehri'nin başkanlığında ülkedeki güvenlik ve istihbarat birimleri örgütlenerek Vezaret-i Ettela'at Ve Amniyet-i Kisvar-VEVAK (İstihbarat ve Güvenlik Bakanlığı) kuruldu. VEVAK, kuruluşundan itibaren SAVAMA'nın rolünü üstlendi. Ülke içi muhalefeti ortadan kaldırmak için bazı eski istihbarat subayları ile alt rütbedeki SAVAK ve eski ordu istihbaratçıları da VEVAK'ta görevlendirildiler. Geniş bütçesi ve devasa örgütlenmesiyle VEVAK, İran yönetimindeki en güçlü bakanlıklardan birisidir. Bakanlık geleneksel olarak Ali Hamaney'in Velayet-i Fakih Örgütü'nün rehberliğinde faaliyet göstermektedir. Asli personeli ya İran elçilik ve konsolosluklarında çalışan diplomatlar veya rehberlik ve propaganda temsilcileridir. Gayri resmi personel arasında Iran Air, İranlı öğrenciler, iş adamları ve bazı muhalefet mensupları da bulunmaktadır. İran, 1979'dan bu yana "şiddet eylemlerini" dış politikanın güçlü bir "enstrümanı" olarak kullanmaktadır. Hem de en üst düzeyde.

İran Cumhurbaşkanı ve dinî liderlik "onay" makamı olarak bu konuda baş sorumluluğu yüklenmektedir.

VEVAK, bilgi toplamanın yanında radikal gruplar ve İslâmi Hareket Örgütleri ile irtibat sağlamaktan sorumludur. VEVAK güdümlü faaliyetler, iki hedef ekseninde gerçekleşir: Rejim muhaliflerini cezalandırmak ve İslâm Devrimi'ni ihraç etmek. Bugünün Türkiye'si de her iki hedefin namlusundadır. Zira Şii jeopolitiğine engel teşkil ettiğiniz sürece rejim muhalifi gibi operasyon hedefisiniz.

Üst yapı olan VEVAK bünyesindeki istihbari eylem kurumları ise şunlar:

1- SAVAMA

Asli dış istihbarat servisidir. Batılı ülkelere (Türkiye'ye) yönelik faaliyetler, Hizbullah ve diğer dini motifli örgütlerin faaliyetlerini yönlendirir. 2000'lerin başında Lübnan, Sudan ve Almanya'da ana faaliyet merkezleri vardı.

2- Devrim Muhafızları (PASDARAN)

120 binin üzerinde askeri personeli olan yapı, rejim muhaliflerini takip etmekle görevli bir istihbarat ünitesine de sahiptir. Ayrıca "Basij" adı verilen gönüllüler de PASDARAN'ın kontrolü altındadır. 1988'de 900 bin elemanı olan yapı, Şii itikadına (jeopolitiğine) uymayan kişilerin tespiti ve yakalanmasında yardımcı olmaktadırlar. Son dönemde İran'ın Türkiye'ye sızmasında ve Türk bürokratlara yönelik bal tuzağı operasyonlarında PASDARAN'a bağlı Basijler'in oldukça etkili oldukları gözlenmektedir. Dış operasyonlar her halükarda SAVAMA ile ortak yürütülmektedir. Yine başında bir general bulunan PASDARAN'a bağlı "Kudüs Kuvveti" ülke dışı harekâtlardan sorumludur.

3- Kurtuluş Hareketleri Dairesi

PASDARAN'ın Körfez Taburu olarak kuruldu. Nisan 1995'te PKK, ASALA, Japon Kızıl Ordusu ve Hizbullah gibi uluslararası terör örgütleri ile bir toplantı düzenledi. Daire, bu örgütlere askerî, malî ve lojistik destek vermeyi taahhüt etmişti. Bu taahhüdünü hâlâ sürdürüyor.

4- Bidayette ABD sistemine göre dizayn edilen İran Genelkurmay İstihbarat Başkanlığı (J-2)

Bugün İran'ın Türkiye operasyonları özellikle PASDARAN ve SAVAMA tarafından yönlendirilmektedir.

ABD, Acem çaşıtlarını gördü ve durdurdu.

Konu teknolojik istihbarat değil insana dayalı beşeri istihbarat olduğu halde Milli kurumlarımız, Türkiye'yi ana faaliyet merkezi haline getiren Acem çaşıtlarını görüp de mi durduramadı yoksa görmediği için mi durduramadı veya dost unsur deyip hiç mi oralı olmadı bilinmez."

-7/10/2013 tarihli "İstihbaratta Mut'a Operasyonları" başlıklı yazısının içeriği şöyledir:

"Şeytanın bir yüzü İsrail'se diğer yüzü İran'dır. Ne ilginç bir menfaat kesişmesidir ki, Ortadoğu'da Şii-Sünni polarizasyonunun yükselmesi en çok ikisinin işine yarıyor. İran, mezhepsel gerilimin tırmanmasıyla Şii jeopolitiğinde aktif taşların ve dekorların kımıldatılamayacak şekilde yerine oturmasını sağlıyor. İsrail ise, etrafındaki İslam ülkelerinin Şii-Sünni gerginliğiyle birbirini operasyon hedefi haline getirdiğini görerek huzur duyuyor. Şii-Sünni gerilimi, İsrail ve İran'a kazandırırken, Türkiye'ye kaybettiriyor.

Bu kaygan zeminde operasyonel istihbarat, Türkiye'nin ve bölgenin kaderinde belirleyici parametrelerin başında geliyor. Kadın cazibesine dayalı istihbari operasyonların şövalyesi MOSSAD iken, bugünün VEVAK'ı bal tuzakları konusunda MOSSAD'ı büyük ölçüde geride bıraktı. MOSSAD'ı bile rahatsız edecek ölçüde... Pasdaran ve Savama tarafından sevk ve idare edilen, özellikle Türkiye'de yoğun faaliyet gösteren Basij kadınları, bal tuzağında MOSSAD kadınlarını unutturdu.

Şahide bile gerek yok

Bir 'İslam ülkesi' olan İran, istihbarat namına İslam hukukunca zina kabul edilen bir eyleme nasıl göz yumabiliyor?

Mut'a nikâhıyla.

Bilineceği üzere mut'a nikâhı, bir erkeğin, rızası olan bir kadınla, bir ücret karşılığında, belirli bir süreliğine evlenmesidir. İran'da egemen Şia itikadında mut'a nikâhının gerçekleşmesi için her iki tarafın rızası, ücret ve sürenin belirlenmiş olması gerekli ve yeterlidir. Şahide bile gerek yoktur.

Şii jeopolitiğinin etkili kılınmasında en önemli enstrümanlardan biri olan mut'a nikâhı, Wikileaks'e de konu oldu. Wikileaks belgelerine göre de, İran mut'a nikâhını diplomatik amaçlı kullanıyordu. Aralık 2010'da Wikileaks tarafından ifşa edilen Bağdat ABD Büyükelçiliği'nin diplomatik belgelerinde, 'İran'ın mut'ayı yaygınlaştırmaya çalıştığı, Irak'taki etkisini güçlendirme gayesiyle Arap aşiret şeyhlerine mut'ayla kadın temin ettiği' yönünde önemli bilgiler vardı.

Yine Wikileaks'ce yayınlanan ABD Bağdat Büyükelçiliği'nin diplomatik belgelerinde İran'la ilgili önemli bir detay daha vardı: İran'ı ziyaret eden Iraklı aşiret liderlerinden biri şöyle diyor: 'İran'ı ilk ziyaretimizin ardından bu ülkeyi ziyaret eden tüm aşiret önderlerinin mut'adan istifade ettiklerinin farkına vardım!'

Wikileaks'e göre aşiret lideri şu çarpıcı ifadeleri de ekliyor: 'İran'a her gittiğimde akrabalarımıza tedavi için oraya gittiğimizi söylüyorduk. İran'da bizler İranlı yetkililerin sağladığı imkânları kullanıyor, mut'anın keyfini çıkarıyorduk.' Nitekim Kuwait Times'a göre, Beşşar Esed'in danışmanı Buseyna Şaban, 23 Aralık 2011'de yaptığı basın açıklamasında, ellerinde Körfez ülkeleri liderlerinin seks kasetlerinin bulunduğunu belirterek, bunları internet sitelerinde yayınlayabileceklerini söylemişti.

Pasdaran arşivlerinde yer alıyor.

Şaban, 'kasetleri internet sitelerinde yayınladıktan sonra Arap yetkililer elimizdeki kozları görecek' demeyi de ihmal etmedi. Bu açıklamadan sonra Körfez ülkelerinin Beşşar Esed'e olan baskılarındaki azalma dikkate şayandır. Acem yetkilileri misafirlerine mut'a namıyla kadın ayarlarken bunları kuşkusuz misafire haz ikramkârlığıyla yapmıyorlar. Acem istihbaratınca kayda alınan tüm mut'a eylemleri, zamanı ve yeri geldiğinde kullanılmak üzere Pasdaran arşivlerinde yerini alıyor. Nikâh anlayışı bu noktada olduktan sonra, Acemler'in espiyonajda kadın kullanması ve sonuç alması çok daha kolay ve etkilidir."

-8/10/2013 tarihli "İstihbaratta Mut'a Operasyonları-2" başlıklı yazısının içeriği şöyledir:

"2000'li yılların başlarında Lübnan, Sudan ve Almanya VEVAK ana faaliyet merkezleri iken, bugün Türkiye de VEVAK'ın ana faaliyet merkezi konumuna yükselmiştir.

Yalan yok. İstihbarat ve terör sahasında kadın sadece bir araçtır. Kadın hakları, kadına saygı, pozitif ayrımcılık gibi kavramlar istihbaratta sadece komedi unsurudur. Kadın cinselliğine dayalı bal tuzağı operasyonlarında efsane KGB ve MOSSAD'ın namı yaygındır demiştim. Lakin bu işte kullanılacak kadını bulmak ve eğitmek kolay değildir. Mesela MOSSAD operasyonu olan Vanunu olayında kadrolu bir Bat Leveyha ajanı olan Cheryl Ben Tov'un hedefle cinsel ilişkiye girmek dahil tüm görevi kabul etmesi, servisçe aşılması gereken bir kademeydi. Cheryl görev gereği yatabileceğini söyledi de ancak bundan sonra eğitim aşamasına geçilebildi. MOSSAD bu kadın ajanı operasyonda kullanmak üzere Telaviv'de değişik güvenli evlerde haftalarca eğitip bir sürü testlerden geçirmişti.

KGB'ye sattı

Bu eğitimlerde hızlı bir ekrandan nasıl geçeceğini, çok sayıda isimleri nasıl ezberleyeceğini, otururken nasıl silah çekeceğini, silahını kalça üstünde ve iç çamaşırının içinde nasıl saklayacağını ve silahına kolayca ulaşabilmek için eteğine nasıl gizli bir yırtmaç yapabileceğini öğrettiler. Bu zorlu ve zaman gerektiren bir eğitim demek.

1972'de KGB örgütünden ayrılan Hola kod adlı Melita Norwood, Londra'daki görevlerinde, vücudunu KGB misyonu için erkeklere nasıl sattığını şöyle anlatıyor: 'Servislerin bir kuralı vardır. Bir kadın ajan, bilgi alacağı erkeğe aşık olursa, onun işi biter. Ama ben profesyoneldim.

'Hola bu sayede 1930 ve 1972 yılları arasındaki İngilizler'in tüm nükleer sırlarını KGB'ye yollamıştı. Vera kod ismiyle yazılan bir kitapta, KGB'nin, kadın ajanlara seksi nasıl kullanacağının öğretildiği anlatılmaktadır. Bu anlatımlara göre servisin önde gelenleri, ilk olarak kadın casuslara seks teknikleri öğretiyorlardı. Hatta utangaçlık ve çekingenliklerin kaybolması için toplu seks yapıldığı da zikrediliyor. Vera seks dersi aldığı günleri şöyle anlatıyor: 'Kendimizi asker, vücudumuzu da silah gibi görmemiz öğretildi. Derslerin sonunda herhangi bir erkekle yatabilecek ve ondan istediğimiz bilgileri alabilecek seviyeye gelmiştik'

Servislerin bal tuzağı operasyonlarındaki en büyük kozu, sahaya süreceği kesinlikle güzel olması gereken kadını bulabilmek. MOSSAD, CIA, Ruslar'ın eski KGB ve bugünün SVR'si asli servis elemanları olan güzel casusları bile bu işlerde kullanmaktan asla geri kalmamışlardır. Lakin operasyonlara yeter sayıda güzel kadın ajan çoğu zaman yoktur. Bu halde servislerin asli kaynakları, fahişeler, masaj salonları ve manken ajanslarıdır. Özellikle Rus SVR, MOSSAD ve CIA, manken ajanslarını servisin normal bir seksiyonu gibi fütursuzca kullanırlar.

Kaynağı İran

İran ise anlattığım tüm bu zahmetlerin ve ajan eğitim sıkıntılarının hiçbirine girmez. Buna gerek yoktur çünkü. Mut'a nikâhıyla bu tür operatif istihbarat ustalıklarına, eğitimlerine bile gerek kalmaz. İran Şia itikadına göre mut'a, tarafları karı koca yapar çünkü. Ve Pasdaran'ın yönlendirmesine hazır yüz binlerce (1988'de 900.000) gönüllü Basij kadını da mut'a nikâhı için hazırdır. Mut'a operasyonunda kadın için hedef erkekle yakınlaşmak, bakışların teması, cazibe yaymak, kuşku çekmemek, erkeği etkileyecek giyim tarzını tutturmak gibi hassas rollere gerek kalmaz. Bir tek mut'a nikâhı iki yabancının arasındaki mesafeleri kapatıverir. Mut'a kadını bilgiyi Pasdaran ve SAVAMA unsurlarına hangi periyotlarla ve kanalla aktaracak, hedefle ne kadar birlikte yaşayacak bunu bilmesi yeterli.

Bugün Beşşar Esed'in muhaberatının elindeki mut'a kaset arşivinin kaynağı da İran'dır. Suriye'de devlet sisteminin ve sosyal hayatın seküler olması sebebiyle Suriye ziyaretindeki pek çok Ortadoğulu devlet adamı, kendilerine tahsis edilen odalarda kapılarını tıklayan güzel kızları devletin bir ikramı olarak kabul ederek arka arkaya tezgâha düştüler. Türkiye'nin şah damarına çöken bu Acem oyununa devam edeceğiz."

-FETÖ/PDY terör örgütü lideri Fetullah Gülen'in 8/7/2013 tarihinde yayımlanan ve alüfte takibiyle ilgili yaptığı belirtilen "İffet, Allah Aşkına İffet!" başlıklı konuşmasıyla tamamen aynı içerikte olduğu ve soruşturma kapsamındaki devlet yetkilisi, bürokrat, gazeteci/yazar, iş adamı konumundaki çok sayıda mağdur ve müştekinin hedef alındığı ayrıca MİT'i hedef alan ve MİT görevlilerini İran ajanlığıyla suçlayan ifadelerin bulunduğu belirtilen 10/10/2013 tarihli "Mut'a Arşivlerinde Kimler Var?" başlıklı yazısının içeriği şöyledir:

"İran cumhurbaşkanlarından Rafsancani, 90'lı yıllarda gençleri mut'aya teşvik eden hutbeler okumuştu. İran resmi makamlarının, mut'a araştırmalarında, '10 milyon kişinin mut'a sebebiyle evlilikten daima kaçındığı' sonucuna ulaşılmıştı. Bu da mut'anın bazı Şiiler'in iddialarının aksine istisnai bir uygulama olmadığının nişanesi.

 10 dakika ile 99 yıl arasında süren mut'alar

Bugün İran'da 10 milyon civarında insan mut'ayla cinsel birliktelik yaşıyor. Hal böyle olunca sorumlulukları olan evlilik kurumuna herkes uzak duruyor. 4-5 saatlik mut'ayla dünyaya gelen ve kimsenin sahip çıkmadığı çocuklar ortada kalıyor. Çoğu mut'a süresi bittikten sonra doğan bu zavallı bebekler, cinsel heveslerini tatmin edip terk eden babalarınca reddediliyor; bakımları üstlenilmiyor. Karnındaki bebekleriyle terk edilen binlerce annenin göz yaşartıcı akıbetleri içler acısı. Talihsiz mut'a kadınları, sokaklarda ve izbe evlerde sefalet içinde yaşamaya mahkûm ediliyor. Küçük çocuklarının ellerinden tutup caddelerde erkekleri durdurarak kendilerine mut'a yapması için yalvaran kadınların görüntüleri, yazık ki İran ve İranlılar için alışılmış enstantaneler.

Hatta Meşhed şehrinde El-Rızavi Örgütü tarafından açılan genelevin kuruluş gayesi ilanda şöyle anlatılmaktadır: 'Örgütümüzce açılan genelev, İmam Rıza'nın türbesini karılarından uzakta kalarak ziyaret eden kardeşlerimizin ruhaniyet ortamlarını ve kalp rahatlığını temin etmek içindir.' Üstelik 'Besmele' ile başlayan bu ahlaksız ilanda mut'a sürelerine göre fiyatlar belirtilmekte, '12-35 yaş arası bacılarımız' denilerek çalışmaya (fuhşa) davet edilmektedir. Ve mut'a, İran'ca en etkili istihbarat araçlarından biri olarak başarılı bir şekilde kullanılıyor.

Iğdır'da yakalanan İranlı Z.Y. adli soruşturmada, Pasdaran'ca yönlendirildiğini, kendisine 'Ne sorarlarsa ne görev verirlerse yap. Açık ol. Seni Türkiye'ye yasal yollardan sokacaklar' dediklerini ifade etmişti.

Peki, VEVAK/Pasdaran mut'a arşivlerinde saklanan görüntülerde kimler var? Kendi ülkesinde Acem oltasına takılan ve kayıtları Pasdaran'a intikal eden, angaje olan bürokrat ve siyasiler dışında ... İran ve Suriye gezilerinde mut'a macerasına girenlere bakalım:

-Mut'adan istifade eden bazı devlet adamları

-Siyasiler ve kritik nokta bürokratları

-İş dünyasının önemli simaları

Zaman ve zemine göre azami istifadeyle kullanılacağı an geldiğinde arşivden çıkar ve misyonunu ifa eder. Mevcut arşivler Şii jeopolitiğinde yer alan tüm aktörler lehine ve karşıtlar aleyhine kullanılmaktadır. Suriye Muhaberatı da İran tarafından eğitiliyor. Mut'a operasyonlarıyla İran'ı ve Suriye'yi ziyaret eden Ortadoğulu devlet adamları, siyasiler, istihbaratçılar ve bürokratlar tuzağa düştüyse önlerinde iki yol kalır. Ya Şii jeopolitiğine ve talimatlarına ram olmak veya görüntülerin servisiyle prestijinin/istikbalinin yerle bir olmasını kabul etmek.

Mut'a eksenli bal tuzağı, en vurucu ve yıkıcı etkisini İslam ülkelerinde doğurur. Zira bir İslam toplumunun önde gelenlerinin mut'a maceralarının servis edilmesi, zina açısından o kişinin manen idamıdır. Türkiye'de mut'a entrikasının azami sonuç doğurduğu bir toplum yapısına sahiptir.

Adam gibi kontrespiyonaj yapmazsanız ...

Başka istihbarat hamlelerine gerek bile kalmadan sadece Acem bal tuzağıyla, merkezi istihbaratınızdan devlet kademelerine kadar yüzlerce stratejik noktada, Acemler'e prangalı köstebekler peyda olur. Ve ne olur biliyor musunuz? Darbecilerden daha da vahşi bir şekilde bu ülkenin gövdesini kemirirler ve ülkenizi Acem şeytanlarına teslim ederler. İsrail askeri istihbaratı SHABACK, Hamas ve El Fetih yöneticilerinin seks kasetlerini bile servis etmişti. Dil öğrenmek ve eğitim gibi mazeretlerle İran ziyaretinde bulunan ve istikbal vadeden kişiler tespit edilip mut'a tezgâhına alınır. Ve arşive kaldırılmak üzere kayda geçilir. İş adamları ve varlıklı kişilerin mut'a turları da kayıttadır.

Bugün İran'ın hararetle müdafiliğini yapanların geçmişlerine bakıldığında belirli sürelerle İran'da bulunmuş olması dikkat çekicidir. HABER KAYNAĞIMA GÖRE mut'ayla Acem tarafına çekilen Türk kamu görevlileri olduğu gibi, en kritik noktalara sızan ve sonradan angaje edilen VEVAK unsurları da var. Türkiye'deki İran yanlısı STK, yayın, yazar, siyasi, dernek ve vakıfların çokluğu İran istihbaratına etkili manevra sahaları açıyor.

Merkezi istihbaratımıza ve bürokrasiye sızan/angaje edilen/uyandırılan Acem köstebekleri var ki o konuya henüz hiç temas etmedik."

ii. İddianamede, bu temel suçlamaya bağlı olarak başvurucunun özellikle anılan yazıları yazdığı dönemde kendi adına kayıtlı telefon numarasından görüşme yapmayı kestiği ve başkası adına kayıtlı olan telefonlarla FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlar nedeniyle haklarında soruşturma başlatılan -17-25 Aralık ve MİT tırları soruşturmasında görev alan- emniyet mensupları ve firari gazeteciler ile görüşerek FETÖ/PDY liderinden alınan talimatları gereçekleştirmeye çalıştığı ileri sürülmüştür. Bu bağlamda başvurucunun kullandığı tespit edilen T.K. isimli kişi adına kayıtlı telefon numarasının Hızlı Veri Toplama Sistemi (HTS) kayıtlarınınincelenmesi sonucunda şu tespitlere yer verilmiştir:

-Başvurucu, FETÖ/PDY terör örgütü ile bağlantılı suçlar nedeniyle hakkında yakalama kararı çıkarılan ve hâlen kaçak olan E.U. ile 2/12/2013 tarihinde saat 08.36'da 203 saniye (17 Aralık girişiminden 15 gün önce), 3/12/2013 tarihinde saat 10.45'te 397 saniye (17 Aralık girişiminden 14 gün önce) görüşme yapmıştır.

-Başvurucu, FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlar nedeniyle açılan ve İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesince yargılaması yapılan davanın tutuklu sanığı G.A. ile 27/8/2014 tarihinde -22 Temmuz 2014 tarihli operasyondan hemen sonra- saat 13.40'ta 169 saniyegörüşme yapmıştır.

-Başvurucu, FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlar nedeniyle tutuklu bulunan N.A.dan 28/7/2014 tarihinde saat 07.36'da mesaj almıştır.

-Kamu görevlisine hakaret suçundan hakkında yakalama kararı çıkarılan ve hâlen kaçak olduğu belirtilen Ö.A. ile 2/12/2013 tarihinde saat 08.27'de 312 saniye, 21/12/2013 tarihinde saat 13.22'de 52 saniye, 27/12/2013 tarihinde saat 00.14'te(mesaj aldığı), 27/12/2013 tarihinde saat 00.18'de 44 saniye,15/3/2014 tarihinde saat 20.08'de 368 saniye, 18/3/2014 tarihinde saat 20.11'de 60 saniye, 19/3/2014 tarihinde saat 17.42'de 346 saniye,19/3/2014 tarihinde saat 17.51'de 100 saniye, 29/3/2014 tarihinde saat 12.18'de 316 saniye, 1/4/2014 tarihinde saat 15.41'de (mesaj aldığı), 1/4/2014 tarihinde saat 15.42'de (mesaj aldığı), 11/4/2014 tarihinde saat 17.22'de (4 mesaj aldığı), 11/4/2014 tarihinde saat 17.25'te (mesaj aldığı), 11/4/2014 tarihinde saat 18.56'da 332 saniye, 28/4/2014 tarihinde saat 19.08'de 98 saniye ve 23/5/2014 tarihinde saat 18.46'da 248 saniye görüşme yaptığı tespitlerine yer verilmiştir.

iii. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığınca 5/1/2016 tarihli yazı ekinde gönderildiği ve FETÖ/PDY'nin Ege Bölgesi'ndeki üst düzey imamlarından olduğu belirtilen N.İ. isimli kişinin, adı bilinmeyen bir kişiyle yaptığı görüşmenin ses kaydı çözümüne yer verilmiştir. Konuşma içeriği şöyledir:

"N.İ.: Tabi. En tutarlı yazı yazan Gültekin Avcı'dır televizyonda.

X Şahıs: Dehşet bir adam.

N.İ.: Gazetede yazı yazan, hoca efendiye ben götürdüm onu, kendisini götürmedim de kitaplarını götürdüm, hocam böyle biri var böyle bir yerde yazı yazdırsak, televizyonda program yaptırsak diye hoca efendiye. Hoca efendi olur dedi. Siz tezkiye ediyorsanız olur dedi. Dedi Bugün Gazetesi'nde yazdırsınlar dedi.

X Şahıs: Çok cesur ya.

N.İ: Ve şu anda hoca efendinin en tutarlı konuşması olarak beğendiği o. Yani benim bir hediyemdir o Samanyolu'na. Gültekin çok kitap okur hala her gece taa sabah namazına kadar kitap okur, sabah namazını kılar, ona kadar yatar, kalkar abdest alır iş yerine gider. İş yeri de formalite gereği bu iş yeri yani."

-Sonuç olarak başvurucunun FETÖ/PDY lideri Fetullah Gülen'in konuşmalarıyla eş zamanlı olarak muta nikâhı ve sözde Selam Tevhid terör örgütü soruşturmasıyla ilgili yazılar yazarak kişileri itibarsızlaştırmak, Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ve bir kısım kamu görevlilerini terör örgütleriyle irtibatlı göstermek amacıyla kamuoyu oluşturmaya çalıştığı ve bu yönde algı oluşturmak için etki ajanlığı/nüfuz casusluğu yaptığı ileri sürülmüştür. İddianamede ayrıca başvurucunun sözde Selam Tevhid terör örgütü soruşturması kapsamında gerçekleştirilen 17-25 Aralık ve MİT tırları soruşturmalarına zemin hazırlamak için diğer şüphelilerle işbirliği içinde algı oluşturmaya çalıştığı iddia edilmiştir. Başvurucunun FETÖ/PDY lideri Fetullah Gülen'in ve E.U.nun talimatlarını -anılan soruşturmaları gereçekleştiren kişilerle ilgili yapılan soruşturma sonunda açılan kamu davası uyarınca yargılamaları devam eden diğer sanıklarla birlikte- resmî hiyerarşinin dışındaki ast üst ilişkisi içinde bilinçli, sistematik ve koordineli biçimde, eylem ve fikir birliği içinde gerçekleştirdiği iddia olunmuştur.

23. İddianame İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesince 7/4/2016 tarihinde kabul edilmiş ve diğer sanıklarla ilgili yargılaması devam eden E.2015/297 sayılı dosya ile birleştirilerek bu dosya üzerinden başvurucu hakkında kovuşturma aşaması başlamıştır.

24. Mahkemece 7/6/2016 tarihinde yapılan duruşmada başvurucunun savunması alınmıştır. Başvurucu; savunmasında özetle altı tane köşe yazısının suçlama konusu yapıldığını, öncelikle iddianamede suç ile deliller arasındaki nedensellik bağının ortaya konulmadığını belirterek kendi dosyasının Selam Tevhid örgütü soruşturmasını yapan ve daha sonra haklarında soruşturma yürütülerek kamu davası açılan sanıkların dosyası ile birleştirilmesinin doğru olmadığını, yazdığı yazıların bu soruşturma dosyası ile herhangi bir bağlantısının bulunmadığını ileri sürmüştür. Başvurucu; yazılarının içeriğinde suç unsuru bulunmadığını, kesinlikle algı oluşturma ya da kişileri itibarsızlaştırma gibi bir gayesinin olmadığını, kaldı ki yasal mevzuatta böyle bir suç tanımlamasının bulunmadığını savunmuştur. Başvurucu, eski savcı olması, istihbarat konusunda çalışmalarının bulunması ve bu konularda kitaplar yazması nedeniyle o tarihte güncel olan muta nikâhı ve istihbarat servisleriyle ilgili yazılar yazmasının doğal olduğunu; yazıların uyarı amaçlı olduğunu, bunun dışında başka bir amaçla yazılmadığını ifade etmiştir. Başvurucu; hiçbir gruba mensubiyetinin bulunmadığını, dolayısıyla Fetullah Gülen veya E.U.dan talimat aldığı iddialarını kabul etmediğini, örgüt suçlamasının soyut iddiadan ibaret kaldığını, şöyle ki iddianamede örgüt şeması ve kendisinin bu örgütün hangi kademesinde yer aldığının gösterilmediğini, ayrıca gizli bilgileri açıkladığı yönündeki iddianın da doğru olmadığını, yazı içeriklerinde ilk defa ortaya konulan bir bilginin bulunmadığını, kendisinden önce aynı konuda ulusal gazetelerde birçok yazı ve haber yayımlandığını, ayrıca yazılarında doğrudan Türkiye ile ilgili bir şey olmadığını savunmuştur. Başvurucu; iddianamede delil olarak gösterilen iki kişi arasındaki konuşmanın kendisi dışında gelişen bir görüşme olduğunu, içeriğini kabul etmediğini, kaldı ki bu görüşmenin tespiti için gerekli iletişimin dinlenmesi kararının bulunmadığını, dolayısıyla hukuka aykırı olarak elde edilen delilin aleyhine kullanılamayacağını, yine iddianamede yer verilen HTS kayıtlarında görüşme içeriklerinin tespit edilmediğini, sadece bu görüşmelerde talimat aldığı varsayımına dayanıldığını ve HTS kayıtlarının tek başına delil değerinin bulunmadığını, ayrıca yazıların 2013 Ekim ayında yazıldığını -hatırladığı kadarıyla bir tazminat davasına ilişkin olan- E.U. ile olan görüşmesinin ise 2013 Aralık ayında gerçekleştiğini, dolayısyla yazılarının talimatla yazıldığı iddiasının doğru olmadığını savunarak suçlamaları kabul etmemiştir.

25. Mahkeme Heyeti, katılan ve müşteki avukatlarınca sorulan sorulara başvurucu özetle;

-25/9/2013 ve 24/10/2013 tarihleri arasında telefon görüşmesi yapmadığı iddiasının doğru olmadığını, bu bağlamda yazıların yazıldığı tarihlerde iletişim kaydı vermemek için telefon kullanmadığı ya da başkası adına kayıtlı telefonu kullandığı iddialarını da kesinlikle kabul etmediğini ifade etmiştir.

-Yazılarının haber kaynağının daha çok kendisine gelen elektronik postalar olduğunu -ancak sayılarının çok olması nedeniyle bunların tespitinin mümkün olmadığını- kendisinin de bu mailleri kaynak gösterdiğini savunmuştur.

-İlk kez deşifre olup soruşturmanın basına yansıdığı tarihte -yani 24/2/2014 tarihinde- Selam Tevhid soruşturmasından haberdar olduğunu, bu soruşturmayı yapan polis müdürlerini ise kendilerine yönelik olarak 24/7/2014 tarihinde yapılan operasyonla tanıdığını, öncesinde kesinlikle onlarla bir görüşmesinin olmadığını savunmuştur.

-İddianameye konu yazıları yazarken kesinlikle içeriden ya da dışarıdan kimseden talimat almadığını, algı oluşturmak gibi bir amacının olmadığını, adı geçen dizileri takip etmediğini, dolayısıyla Fetullah Gülen'in konuşmaları veya anılan dizilerde işlenen konularla kendi yazılarının aynı döneme denk gelmesinin (Başvurucu bunu kabul etmiyor.) tesadüf olduğunu, yazdığı konuların güncel konular olduğunu belirterek suçlamaları kabul etmemiştir.

-Yazılarında bahsettiği bir kısım bilgileri Selam Tevhid soruşturmasında verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair karara itiraz eden polislerin itiraz dilekçelerinden öğrendiğini yani polislerden aldığını, muta nikâhıyla ilgili bir kısım bilgileri ise mutacı bir arkadaşından yani onun anlattıklarından edindiğini ileri sürmüştür.

26. Mahkemece 9/6/2016 tarihinde yapılan celsede, tutuklu kaldığı süre ve suç vasfının değişmesi ihtimali nazara alınarak başvurucunun tahliyesine ve yurt dışına çıkış yasağı konularak başvurucuya adli kontrol tedbiri uygulanmasına karar verilmiştir.

27. Mahkemece 2/9/2016 tarihinde yapılan celsede, dosyanın Yargıtay 16. Ceza Dairesince ilk derece mahkemesi sıfatıyla yargılaması yapılan E.2016/2 sayılı dosya ile birleştirilmesine karar verilmiş; Yargıtay 16. Ceza Dairesinin birleştirmeye muvafakat etmemesi üzerine dosya birleştirme uyuşmazlığının çözülmesi için Yargıtay Ceza Genel Kuruluna gönderilmiştir. Yargıtay Ceza Genel Kurulu ise 22/11/2016 tarihli kararıyla İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin birleştirme kararının kaldırılarak yargılamanın İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesince yapılmasına karar vermiştir.

28. Karar üzerine yargılamaya İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2017/2 sayılı dosyası üzerinden devam olunmuştur.

B. 26/8/2016 Tarihli Tutuklama Kararı Yönünden

29. İstanbul 8. Sulh Ceza Hâkimliği 31/8/2015 tarihinde 5271 sayılı Kanun'un 153. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurucu müdafiinin dosyaya erişiminin kısıtlanmasına karar vermiştir.

30. Başvurucu, İzmir Cumhuriyet Başsavcılığınca başlatılan 2014/34430 sayılı soruşturma kapsamında Başsavcılığın talimatıyla 23/8/2016 tarihinde İzmir'de yakalanarak gözaltına alınmıştır.

31. Başvurucunun ilk ifadesi 25/8/2016 tarihinde İzmir Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünde kolluk tarafından alınmıştır. İfade alma esnasında başvurucu müdafii de hazır bulunmuş, sorulan sorularla başvurucuya hakkındaki suçlamalar anlatılmıştır.

32. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı, başvurucuyu silahlı terör örgütüne üye olma ve terör örgütü propagandası yapma suçlarından tutuklanması talebiyle 26/8/2016 tarihindeİzmir 4. Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir.

33. Başvurucunun Hâkimlikteki savunması şöyledir:

"... ben 9 ay[boyunca] tutukluydum, Haziran ayında tahliye oldum, yargılamam İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinde devam etmektedir, ben kendim eski savcı ve hakimim, daha sonrasında avukatlık yaptım, bir süredir de gazeteciyim, bir çok kitabım vardır, yazılarım vardır, ben İstanbul'da hakkımda görülen davaya ilişkin iddianameyi hakimliğinize sunuyorum, belirttiğim gibi eski C. Savcısıyım, şu anda gazeteciyim, S.G. ile beraber program yapardık, bilindiği gibi operasyonlarla sıradan insanlar ünlü olurlar, 22 Temmuz operosyonu sonrası medyatik olan kişilerden biri olan N.A. [ile] röportaj yaptım, bu kişiyi programa çağırdım ve kendisiyle dediğim gibi röportaj yaptım, bu benim işim gereğidir, işim gereği olarak röportaj yaptığım bu gibi kişilerle ilişkim olduğu sonucuna varılamaz, ben H.U.S. isimlikişinin tanık beyanları ile şu an buradayım, bahsi geçen kişi çocuk tacizinden pek çok başka suça kadar mahkumiyetleri olan beyanları itibar görmeyecek bir kimsedir, kendisi aleyhinde yazım vardır, bu kişinin aleyhime tanıklığı ile yeniden gözaltına alınmış isem de; itibar edilebilir bir kişi olmamasının dışında beyanlarında zaten benimle ilgili iddiaları N. hocadan duyduğunu söylemekte, bir duyumdan bahsetmektedir, ben demokratik sol görüşlü bir insanım bu güne kadar sosyalist, ülkücü, FETÖ'cü oluduğuma dair türlü türlü iddialar ortaya konuldu, cezaevindeyken CHP milletvekillerinden ziyaretime gelenler oldu, hakimliğinize sunmuş olduğum iddianame ve ekindeki duruşma tutanağından görüleceği üzere İzmir C. Başsavcılığının hakimliğinize hakkımdaki sevk maddesi TCK'nın 314/2. maddesi iken, ben ağır cezada 314/1. ve devamında bahsi geçen iddianamede belirtilen pek çok suçtan yargılanmaktayım, dava halen devam etmektedir, iddianame ve dosya incelendiğinde hakimliğinize sevk maddesini hayli hayli kapsayan suçlardan yargılandığım açıkca görülmektedir, bu yargılama sırasında 9,5 ay tutuklu kaldım, neticede oy birliği ile tahliye oldum, bu duruşmada müdahil olarak bulunan Cumhurbaşkanı vekilinden H.F.nin vekillerine kadar ilgili pek çok kişi tahliyemden ötürü memnuniyet duyduklarını bana açıkça ifade ettiler, hatta beraat edeceğimi umut ettiklerini söylediler, hem müdahil vekilleri hem yargılamayı yapan mahkeme heyeti FETÖ çetesi ile ilişkim olmadığını kanaati olmuştur, hatta şu an yapılan hakimliğinize sevk rutin sevktir, soruşturma savcısı da bu mahkeme dosyası nedeniyle zaten adli kontrolde oluşumu da gözönüne alarak şaşkınlık duyduğunu belirtmiştir, bahsi geçen dosyadaki tahliyem oy birliği ile olduğu gibi tahliye sebebi de suç vasfının değişme ihtimali ve tutuklu kaldığım süre dikkate alınmıştır, benim belirttiğim gibi FETÖ ile hiç bir ilgim olamaz, laik, demokratik bir C. Savcısı olarak görev yaptım, görev ilkelerinden hiç ayrılmadım, C. Savcısı olarak görev yaparken de bu birinci ilkem olarak yer aldı, örnek vermek gerekirse kamuoyunda mercedes davası diye bilinen soruşturmayı ben yaptım, hatta bu soruşturmada mercedesin yabancı yetkilileri hakkında gıyabi tutuklama çıkardım, yaptığım bu soruşturma nedeniyle görev yerim değişti, bu şekilde laik demokratik görev ilkelerinden ayrılmayan bir kişi olarak çalışmış idim, yine bahsi geçen soruşturma dosyasında HTS kayıtları, televizyon programları ve yazılarım ile tutuldum, ancak HTS kayıtları ile bu şekilde tutulmam hukuka aykırıdır, nitekim kayıt içerikleri belirli değildir, ben gazeteciyim , bilgi almak benim en önemli görevimdir, aynı zamanda askeri vesayete baş kaldıran bir savcı oldum, bunu görevdeyken yaptım bu konuda kitaplar yazdım, burada hakkımdaki suçlama dikkate alınarak örgüt kavramının da açıklanması gerekiyor, hem doktrin hem de Yargıtay içtihatlarına göre örgütten söz edebilmek için eylem çeşitliliğinin bulunması, süreklilik arz etmesi, öz geçmiş ve kod adının bulunması gereklidir, sevk maddesinde belirtilen suçu da kapsayan ve halen derdest olan yargılamayı yapan mahkemeye kod adımın örgüt içinde ne olduğunu sordum, bunun cevaplanması halinde her türlü cezaya razı olduğumu söyledim, benim kod adım yoktur, örgüt ile hiçbir ilişkim yoktur, OHAL CMK'yı ortadan kaldırmadığı gibi suç tammlarını da ortadan kaldırmamaktadır, dolayısıyla örgüte ait suçlamada örgütün unsurları halen aynı şekilde değerlendirilmesi zorunlu unsurlardır, yine gizli tanık ifadesinde ilimize sık sık gelip gidiyor ibaresinden tüm yakın çevremde İzmir'de yaşadığımı çok iyi bilinmesini işim gereği İstanbul'a gidip gelmem karşısında tanığın beni hiç tanımadığı açıkça anlaşılmaktadır, yine bahsettiğim dosyadan tutuklu kaldığım süre içerisinde cezaevinde pek çok rahatsızlık geçirdim, akciğer rahatsızlığım vardır, anksiyete rahatsızlığı nedeniyle sık sık bayılıyorum, hastalığım ağır durumdadır, 2004 yılında kapalı alanda kalamayacağıma dair raporum bulunmaktadır, hakkımdaki delilleri sunduğum yargılama, atılı suçun bu yargılama içeriğinde zaten yer alıyor olması, sağlık nedenlerim şuan işsiz olmam nedeniyle hakkımdaki adli kontrol de dikkate alınarak kaçma şüphemin bulunmadığı gözetilerek serbest bırakılmayı talep ediyorum

..."

34. Hâkimlik26/8/2016 tarihinde başvurucunun anılan suçlardan tutuklanmasına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:

"Silahlı terör örgütüne üye olma suçundan şüpheliler Gültekin Avcı ve T.A. haklarındaki İzmir C. Başsavcılığının 2014/34430 CBS soruşturma dosyası ile CMK'nın 100. ve devamı maddeleri uyarınca tutuklama talebinin değerlendirilmesinde; atılı suçun vasıf ve mahiyeti, delillerin toplanma aşamasında oluşu, arama ve el koyma kayıtları, tanık beyanları, ve tüm dosya kapsamına göre kuvvetli suç şüphelerinin varlığını gösteren olgular, atılı suçun katalog suçlardan olması, kaçma şüphelerinin varlığı dikkate alınarak CMK 100. ve müteakip maddeleri uyarınca tutuklanmalarına ..[karar verildi]"

35. Başvurucunun tutuklama kararına 1/9/2016 tarihinde yaptığı itiraz İzmir 5. Sulh Ceza Hâkimliği tarafından "... tutuklama kararında usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmadığı gibi şüpheliye isnat edilen suçun vasıf ve mahiyeti, soruşturma evraklarındaki mevcut delil durumu ve tutuklama kararından bu yana şüpheli lehine bir değişme ve gelişme olmadığı ..." şeklindeki gerekçeyle 28/9/2016 tarihinde kesin olarak reddedilmiştir.

36. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı, bağlantı nedeniyle birleştirilmek üzere soruşturma dosyasını 28/9/2016 tarihli yetkisizlik kararıyla Başsavcılığa göndermiş; bundan sonra soruşturmaya Başsavcılığın 2015/61304 sayılı soruşturma dosyası üzerinden devam olunmuştur.

37. İstanbul 5. Sulh Ceza Hâkimliği 24/10/2016 tarihinde resen yaptığı tutukluluk incelemesi sonunda "... atılı suçun CMK.nın 100/3-a madde ve fıkrasında sayılantutuklama nedeni varsayılabilir suçlardan olduğu,soruşturma dosyası kapsamında toplanan deliller, şüphelinin ifade ve savunmaları, olaya ve şüphelinin yakalanmasına ilişkin kolluk görevlilerince düzenlenmiş olan tutanak içerikleri ile tüm soruşturma dosyası kapsamının hep birlikte değerlendirilmesi neticesinde;şüphelinin üzerine atılı FETÖ/PDY isimli silahlı terör örgütünün mensupları olarak devletin çeşitli kamu kurum ve kuruluşlarına sızarak kamu hukukundan kaynaklanan gücü kendi amaç ve doğrultularında kullanarak faaliyette bulunduğu kamuoyuna yansıyan bir çok hazırlık soruşturması ve kamu davalarından anlaşıldığı, FETÖ/PDY isimli silahlı terör örgütünün bilindiği üzere 15 Temmuz 2016 tarihinde kanlı bir darbe teşebbüsünde bulunduğu, bu örgütün devletin her kademedeki birimlerine militanlarını yerleştirdiği, birçok soruşturmanın devam ettiği, bu örgütün bütün faaliyet alanlarının ve mensuplarının henüz ortaya çıkarılamadığı, örgütün Türkiye Cumhuriyeti Devletine ve Hükümetine yönelik tehdit ve tehlikesinin devam ettiği, buna göre şüphelinin eylemleri ve bağlantıları dikkate alındığında FETÖ/PDY örgütü üyesi olduğuhususunda kuvvetli suç şüphesi ve delillerin bulunduğu, CMK.nın 109. maddesinde yazılı adli kontrol tedbirlerinin uygulanmasının ve bu suretle şüphelinin serbest kalmalarının, suçun hiçbir karanlık nokta kalmadan tüm unsurlarıyla ortaya konulması suretiyle aydınlatılması, böylece soruşturmanın ve şüpheli hakkında atılı suçtan açılması muhtemel kamu davasının kovuşturmasının selametle sonuçlandırılması bakımından sakıncalı olacağı, maddede sayılan adli kontrol tedbirlerinin hiçbirinin bu sakıncaları giderme ve ortaya çıkabilecek olumsuz sonuçları bertaraf edebilme niteliğine haiz olmadığı kanaatine varıldığı, yukarıda açıklanan nedenler de dikkate alındığında şüpheli hakkında uygulanacak tutuklama tedbirinin, soruşturma konusu suçun ağırlığı ve önemi, şüphelinin suçunun sabit görülmesi halinde verilmesi muhtemel ceza veya güvenlik tedbirleri ile ölçülü olduğu ..." şeklindeki gerekçeyle başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir.

38. İstanbul 4. Sulh Ceza Hâkimliği 18/11/2016 tarihinde resen yaptığı tutukluluk incelemesi sonunda "... tutuklama kararındaki tutuklama gerekçelerinin değişmediği, şüphelilerin üzerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu ve delillerin henüz toplanmamış olması, atılı suçun yasada ön görülen cezasının üst sınırı, şüphelilerin üzerine atılı suçu işlediğine ilişkin kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin oluşu, soruşturma konusu suçun ağırlığı ve önemi dikkate alındığında adli kontrol hükümlerinin uygulanmasının yetersiz kalacağı, suçun sabit görülmesi halinde verilmesi muhtemel ceza veya güvenlik tedbirleriyle tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu, ayrıca şüphelilerein tutukluluk halinin sonlandırılmasını gerektirecek nitelikte yeni bir delilin bulunmadığı ve tutuklama nedenlerinin ortadan kalkmadığı ..." şeklindeki gerekçeyle başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir.

39. İstanbul 9. Sulh Ceza Hâkimliği 15/12/2016 tarihinde resen yaptığı tutukluluk incelemesi sonunda "... Şüphelilerin ifade ve savunmaları, soruşturma dosyası içindeki bilgi ve belgeler, şüphelilerin soruşturma tutanaklarına yansıyan savunmaları, bir kısım şüphelilerin yakalanmamak üzere kaçtıkları ve yakalama emirleri ile yakalandıkları ve şüphelilerin üzerlerine atılı suçların kanun maddesinde belirtilen hürriyeti bağlayıcı cezanın alt ve üst hadlerine göre ileride yapılacak yargılama sonucunda verilebilecek muhtemel ceza miktarı, tutuklama kararlarındaki belirtilen gerekçeler ve nedenlere göre şüphelilerin üzerine atılı suçları işlediklerine dair kuvvetli suç şüphelerini gösteren somut delillerin varlığı, üzerlerine atılı suçların CMK'nun 100/3.maddesinde belirtilen tutuklama nedeni varsayılan suçlar arasında yer alması, atılı suçların kanun maddesinde belirtilen hürriyeti bağlayıcı cezaların alt ve üst hadleri ile ileride suçun sabit görülmesi halinde verilmesi muhtemel ceza miktarları dikkate alındığında şüphelilerin kaçma şüphesinin bulunduğu ve bu aşamada adli kontrol tedbirlerinin yetersiz kalacağı ..." şeklindeki gerekçeyle başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir.

40. İstanbul 12. Sulh Ceza Hâkimliği 13/1/2017 tarihinde resen yaptığı tutukluluk incelemesi sonunda "... atılı suçların vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu ve delillerin henüz toplanmamış olması, atılı suçun yasada ön görülen cezasının üst sınırı, şüphelilerin üzerlerine atılı suçu işlediklerine ilişkin kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin oluşu, atılı suçların CMK'nın 100. maddesinde sayılan katalog suçlardan oluşu nedeniyle tutuklama sebeplerinin var sayıldığı, soruşturma konusu suçların ağırlığı ve önemi dikkate alındığında; adli kontrol hükümlerinin uygulanmasının yetersiz kalacağı, suçların sabit görülmesi halinde verilmesi muhtemel ceza veya güvenlik tedbirleriyle tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu ..." şeklindeki gerekçeyle başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir.

41. İstanbul 2. Sulh Ceza Hâkimliği 13/2/2017 tarihinde resen yaptığı tutukluluk incelemesi sonunda "... [atılı] suçların vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu ve delillerin henüz tamamının toplanmamış olması, atılı suçların yasada öngörülen cezasının üst sınırı, şüphelilerin üzerlerine atılı suçları işlediklerine ilişkin kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin oluşu, atılı suçların CMK'nın 100. maddesinde sayılan katalog suçlardan oluşu nedeniyle tutuklama sebeplerinin var sayıldığı, soruşturma konusu suçların ağırlığı ve önemi dikkate alındığında; adli kontrol hükümlerinin uygulanmasının bu aşamada yetersiz kalacağı, suçların sabit görülmesi halinde verilmesi muhtemel ceza veya güvenlik tedbirleriyle tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu, bu suretle şüphelilerin tutukluluk hallerinin sonlandırılmasını gerektirecek nitelikte yeni bir delilin bulunmadığı, tutuklama nedenlerinin ortadan kalkmadığı ..." şeklindeki gerekçeyle başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir.

42. İstanbul 3. Sulh Ceza Hâkimliği 13/3/2017 tarihinde resen yaptığı tutukluluk incelemesi sonunda "... [atılı] suçlarının vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu ve delillerin henüz toplanmamış olması, kolluk tarafından düzenlenen tutanaklar, iletişimin tespiti kayıtları, tanık beyanları, atılı suçun yasada ön görülen cezasının üst sınırı, şüphelilerin üzerlerine atılı suçu işlediklerine ilişkin kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin oluşu, şüphelilere ait cep telefonları, bilgisayarlar vb. materyallerdeki incelemelerin sürdüğü, hesap hareketlerinin araştırıldığı, yazılan müzekkere cevaplarının beklenildiği, atılı suçun CMK 100/3-a-11 maddesinde sayılan katalog suçlardan oluşu nedeniyle tutuklama sebeplerinin var sayıldığı, soruşturma konusu suçun ağırlığı ve önemi dikkate alındığında; adli kontrol hükümlerinin uygulanmasının yetersiz kalacağı, suçun sabit görülmesi halinde verilmesi muhtemel ceza veya güvenlik tedbirleriyle tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu, bu suretle şüphelilerin tutukluluk hallerinin sonlandırılmasını gerektirecek nitelikte yeni bir delilin bulunmadığı, tutuklama nedenlerinin ortadan kalkmadığı ..." şeklindeki gerekçeyle başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir.

43. İstanbul 7. Sulh Ceza Hâkimliği 13/4/2017 tarihinde resen yaptığı tutukluluk incelemesi sonunda "... [atılı] suçların vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu ve delillerin henüz toplanmamış olması, atılı suçların yasada ön görülen cezalarının miktarı, şüphelilerin üzerine atılı suçları işlediklerine ilişkin suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin varlığı, şüphelilerin kaçması, saklanması, veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut delillerin bulunması, soruşturma konusu suçun ağırlığı ve önemi dikkate alındığında, adli kontrol hükümlerinin uygulanmasının yetersiz kalacağı, suçun sabit görülmesi halinde verilmesi muhtemel ceza veya güvenlik tedbirleriyle tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu, bu suretle şüphelilerin tutukluluk halinin sonlandırılmasını gerektirecek nitelikte yeni bir delilin bulunmadığı, tutuklama nedenlerinin ortadan kalkmadığı ..." şeklindeki gerekçeyle başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir.

44. İstanbul 3. Sulh Ceza Hâkimliği 6/6/2017 tarihinde resen yaptığı tutukluluk incelemesi sonunda "... [atılı] suçların vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu ve delillerin henüz toplanmamış olması, kolluk görevlileri tarafından düzenlenen tutanaklar, iletişimin tespiti kayıtları, tanık beyanları, atılı suçların yasada ön görülen cezasının üst sınırı, şüphelilerin üzerlerine atılı suçları işlediklerine ilişkin kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin oluşu, atılı silahlı terör örgütüne üye olma ve Anayasal Düzeni Ortadan Kaldırmaya Teşebbüs Etme suçlarının CMK 100/3-a-11 maddesinde sayılan katalog suçlardan oluşu nedeniyle tutuklama sebeplerinin var sayıldığı, soruşturma konusu suçun ağırlığı ve önemi dikkate alındığında adli kontrol hükümlerinin uygulanmasının yetersiz kalacağı, suçun sabit görülmesi halinde verilmesi muhtemel ceza veya güvenlik tedbirleriyle tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu, bu suretle şüphelilerin tutukluluk hallerinin sonlandırılmasını gerektirecek nitelikte yeni bir delilin bulunmadığı, tutuklama nedenlerinin ortadan kalkmadığı ..." şeklindeki gerekçeyle başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir.

45. İstanbul 9. Sulh Ceza Hâkimliği 28/6/2017 tarihinde resen yaptığı tutukluluk incelemesi sonunda "... Şüphelilerin ifade ve savunması, soruşturma dosyası içindeki bilgi ve belgeler, tutuklama kararlarındaki belirtilen gerekçeler ve nedenlere göre şüphelilerin üzerine atılı suçu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesini gösteren somut delillerin varlığı, üzerine atılı suçun CMK'nın 100/3. maddesinde belirtilen tutuklama nedeni varsayılan suçlar arasında yer alması, atılı suçların kanun maddesinde belirtilen hürriyeti bağlayıcı cezaların alt ve üst hadleri ile ileride suçun sabit görülmesi halinde verilmesi muhtemel ceza miktarı dikkate alındığında şüphelilerin kaçma şüphelerinin bulunduğu ve bu aşamada adli kontrol tedbirlerinin yetersiz kalacağı ..." şeklindeki gerekçeyle başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir.

46. İstanbul 6. Sulh Ceza Hâkimliği 21/7/2017 tarihinde resen yaptığı tutukluluk incelemesi sonunda "... [Şüphelinin] üzerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu ve delillerin henüz toplanmamış olması, atılı suçun yasada ön görülen cezasının üst sınırı, şüphelinin üzerine atılı suçu işlediğine ilişkin suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin bulunduğu (şüphelinin örgütün gizli haberleşme programı bylock kullandığına dair tespit, bir kısım şüphelilerin örgüt elebaşının talimatı ile Bank Asya'ya para yatırdığı, etkin pişmanlıktan faydalanan bir kısım şüpheli beyanları) atılı suçun CMK 100/3. Maddesinde sayılan katalog suçlardan olması, şüphelinin kaçması, saklanması, veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut delillerin bulunması, soruşturma konusu suçun ağırlığı ve önemi dikkate alındığında, adli kontrol hükümlerinin uygulanmasının yetersiz kalacağı, suçun sabit görülmesi halinde verilmesi muhtemel ceza veya güvenlik tedbirleriyle tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu, bu suretle şüphelilerin tutukluluk halinin sonlandırılmasını gerektirecek nitelikte yeni bir delilin bulunmadığı, tutuklama nedenlerinin ortadan kalkmadığı ..." şeklindeki gerekçeyle başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir.

47. İstanbul 7. Sulh Ceza Hâkimliği 21/8/2017 tarihinde resen yaptığı tutukluluk incelemesi sonunda "... şüpheli Gültekin Avcı'nın üzerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu ve delillerin henüz toplanmamış olması, atılı suçun yasada ön görülen cezasının miktarı, şüphelinin üzerine atılı suçu işlediğine ilişkin suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin varlığı, şüphelinin kaçması, saklanması, veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut delillerin bulunması, soruşturma konusu suçun ağırlığı ve önemi dikkate alındığında, adli kontrol hükümlerinin uygulanmasının yetersiz kalacağı, suçun sabit görülmesi halinde verilmesi muhtemel ceza veya güvenlik tedbirleriyle tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu, bu suretle şüphelinin tutukluluk halinin sonlandırılmasını gerektirecek nitelikte yeni bir delilin bulunmadığı ..." şeklindeki gerekçeyle başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir.

48. İstanbul 3. Sulh Ceza Hâkimliği 12/9/2017 tarihinde resen yaptığı tutukluluk incelemesi sonunda "...şüpheli hakkında silahlı terör örgütü üyesi olduğuna yönelik kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut olguların bulunduğu, şüphelide ele geçen cep telefonu, bilgisayar ve vb. elektronik cihazların incelemelerinin sürdüğü, şüpheli ile ilgili kamu kuruşlarına yazılan müzekkere cevaplarının beklendiği, böylece delillerin toplanmakta olduğu, mevut soruşturmalarda çok sayıda kaçak şüphelilerin olduğu, şüphelinin de kaçma şüphesi altında olduğunu gösteren somut olguların bulunduğu, atılı suçun CMK 100/3-a-11'de sayılan katolog suçlardan olması nedeni ile tutuklama sebeplerinin var sayıldığı, atılı suçun alt ve üst sınırının yüksek oluşu, bu aşamada adli kontrol tedbirlerinin uygulanmasının yetersiz kalacağı, suçun sabit görülmesi halinde verilmesi muhtemel ceza veya güvenlik tedbirleri ile tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu, başlangıçtaki tutuklama nedenlerinin ortadan kalkmadığı ..." şeklindeki gerekçeyle başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir.

49. İstanbul 2. Sulh Ceza Hâkimliği 16/10/2017 tarihinde resen yaptığı tutukluluk incelemesi sonunda "Şüpheli Gültekin Avcı hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçu ile ilgili olarak; atılı suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu ve delillerin henüz tamamının toplanmamış olması, atılı suçun yasada öngörülen cezasının üst sınırı, şüphelinin üzerine atılı suçu işlediğine ilişkin kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin oluşu, atılı suçun CMK'nın 100. maddesinde sayılan katalog suçlardan oluşu nedeniyle tutuklama sebeplerinin var sayıldığı, soruşturma konusu suçun ağırlığı ve önemi dikkate alındığında; adli kontrol hükümlerinin uygulanmasının bu aşamada yetersiz kalacağı, suçun sabit görülmesi halinde verilmesi muhtemel ceza veya güvenlik tedbirleriyle tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu, bu suretle şüphelinin tutukluluk hallinin sonlandırılmasını gerektirecek nitelikte yeni bir delilin bulunmadığı, tutuklama nedenlerinin ortadan kalkmadığı ..." şeklindeki gerekçeyle başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir.

50. Başsavcılık 10/11/2017 tarihli iddianame ile başvurucu hakkında silahlı terör örgütüne üye olma ve terör örgütü propagandası yapma suçlarından cezalandırılması istemiyle aynı yer Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açmıştır.

51. İddianamede ilk olarak FETÖ/PDY hakkındaki genel bilgilere, daha sonra ise başvurucuya yönelik suçlamalara yer verilmiştir. Başvurucuya yöneltilen suçlamalar özetle şöyledir:

i. Başsavcılığın yaptığı soruşturmalar kapsamında FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlar nedeniyle tutuklu bulunan ve FETÖ/PDY üyesi olduğu belirtilen altmış üçkişinin örgüt lideri Fetullah Gülen'in talimatıyla yetkisiz mahkemece 25/4/2015 tarihinde hukuka aykırı olarak tahliyelerine karar verilmesi olayında (Mustafa Başer ve Metin Özçelik Başvurusu, B. No: 2015/7908, 20/1/2016) aktif rol aldığı iddia edilen -ve bir kısım şüphelilerin avukatı da olan- başvurucunun anılan olayla ilgili olarak FETÖ/PDY ile bağlantılı olması nedeniyle 15 Temmuz darbe teşebbüsünden sonra kapatılan örgütle bağlantılı televizyonlara ve gazetelere yaptığı açıklamalara yer verilmiştir. Bu bağlamda;

-Başvurucunun 25/4/2015 tarihinde İstanbul Adliyesi önünde Samanyolu televizyonuna verdiği röportaj içeriği şöyledir:

"... Türk polisi bu değil, Türk hukuku bu değil, demokratik devlet bu değil, despotizm bu, faşizm bu işte. Evet faşist uygulamalar bunlar tabi ki. Bunların hesabını verecekler, muhakkak mahkemede hepsi yargılanacak ..."

"... Sulh Ceza Hâkimi kendince karar yazıyo yani. Savcıya bir türlü anlatamadık. Diyo ki; ben işte bu konuda, yani fevkalade adeta kekeme olmuş bir şekilde konuşarak büyük bir kaygı içersinde, korku içersinde ben böyle bir görevi icra edemem ..."

"... Savcı, söylediklerine bakılırsa evet olablir .Asliye Ceza Mahkemesi beraat kararı vermiş, ama tüm hal ve tavrından anlaşılan şudur; Ben görevimi yaparsam, hukuk ve kanunlara uygun bir şekilde yaparsam benim canıma okurlar. Başsavcı tepemizde, Adalet Bakanı tepemizde, Saray tepemizde yani dediği budur açık bir şekilde. Onun için hukuk ve kanunun gereğini yapamıyorum. Adeta kusura bakmayın dercesine nolur uzatmayın diyor, nolur"

"... Şimdi bir mahkeme kararının uygulanmamasına şahit oluyoruz. Bi haydutluğa şahit oluyoruz yani, bu eşkıyalık demektir bu ..."

"... Artık zulüm ve despotizm hukuk oldu, hırsızlık ahlak oldu, namussuzluk din oldu, tamamen bu şekilde değerleri altüst ettiler ..."

- Başvurucunun İstanbul Adliyesinde yaptığı ve26/4/2015 tarihli Bugün gazetesinde "Gültekin Avcı'dan Tahliyelerle İlgili Çok Sert Sözler" başlığıyla yayımlanan açıklaması şöyledir:

"Savcı belgeyi kabul edip teslim almadı. Savcı 'ne olur uzatmayın' diye bize yalvardı. 'Konuşmak istemiyorum' diyor. Hayattan hiçbir beklentisi kalmamış, depresyona girmiş bir savcı gibi. Yarın öbür gün adliye koridorlarında arkadaşlarının yüzüne nasıl bakacaksın. Türkiye Cumhuriyeti diye bir devlet kalmamıştır. Saray var. Saray'ın emirleri var. Saray'a iman edenler var. Saray'a secde edenler var. O kadar başka bir şey yok"

- Başvurucunun 27/4/2015 tarihli Zaman gazetesinde "Kararı İmzalayan Savcı Ağladı" başlığıyla yayımlanan açıklamaları şöyledir (İddianamede, açıklamalarda adı geçen İstanbul Cumhuriyet savcısının başvurucunun açıklamalarını yalanlayan ve tutanak oluşturularak soruşturma dosyasına da konulan basın açıklamasına da yer verilmiştir.):

"Kararı imzalayan savcı ağladı. 'Başıma gelecekleri biliyorum ama imzalayamam, ne yapabilirim, keşke bu durumda kalmasaydım, imzalarsam beni kesin meslekten atarlar' diyor"

"... [Cumhuriyet savcısı] büyük tehditle karşı karşıya, eğer Saray'ın hoşuna giderse kararlar uygulanıyor, gitmezse uygulanmıyor. Polisler hakkında beraat kararı verilse bunu da uygulamayacaklar. Hangi karar uygulanacak hangi karar uygulanmayacak? Askeri darbe döneminde çalışan mahkemeler en azından kanun çiğnemiyordu"

"Savcı bütün bunları kabul etmesine hatta bu kadar zorunda kaldığından dolayı gözyaşı dökmesine rağmen 'keşke bu durumda kalmasaydım' diyor. Burada her halükarda uygulanması gereken bir mahkeme kararı var. Bu mahkeme kararını uygulatmak için savcılığın muhtelif birimlerine başvurmaya devam edeceğiz. Hem tazminat davaları açacağız, hem [de] suç duyurularında bulunacağız"

ii. Hukuka aykırı tahliye kararıyla ilgili olarak algı oluşturmak amacıyla FETÖ/PDY ile bağlantılı olması nedeniyle 15 Temmuz darbe teşebbüsünden sonra kapatılan basın ve yayın organlarında yayımlanan haber, görüntü ve yazılara yer verilmiştir.

iii. Mali Suçları Araştırma Kurulu Başkanlığınca (MASAK) düzenlenen rapora dayanılarak başvurucunun hesabına 15 Temmuz darbe teşebbüsünden sonra kayyum atanan şirketlerden olan Bugün Televizyon ve Radyo Prodüksiyon Anonim Şirketi tarafından 2014 yılında altı işlemde toplamda 22.000 TL, Samanyolu Haber Yayıncılık Hizmetleri Anonim Şirketi tarafından 2015 yılında sekiz işlemde 19.850 TL, Koza Altın İşletmeleri Anonim Şirketi tarafından 2011 yılında beş işlemde 17.500 TL, Koza İpek Basın veBasım Sanayi Ticaret Anonim Şirketi tarafından 2011-2015 yılları arasında kırk bir işlemde 214.250 TL (Söz konusu tarihlerde anılan Şirkette başvurucunun sosyal güvenlik kaydının bulunmadığı belirtilmiştir.), Ser Film Yapım Pazarlama Dağıtım ve Anonim Şirketi tarafından 2014-2015 yılları arasında dokuz işlemde 20.900 TL yatırıldığı belirtilmiştir.

iv. Örgüt lideri Fetullah Gülen'in Bank Asyaya para yatırma talimatından sonra başvurucunun Bank Asyada mevcut hesabında 2014 yılı Aralık ayında 10-12 bin lira arasında artış gerçekleştiği belirtilmiştir.

v. Başvurucunun kullandığı iki ayrı hat üzerinden Bylock kullanıcısı kişilerle altmış dört görüşme yaptığı belirtilmiştir.

vi. Başvurucunun Çağın Mağdurları isimli derneğe (15 Temmuz darbe teşebbüsünden sonra FETÖ/PDY ile bağlantılı olması nedeniyle kapatılmıştır.) üye olduğu belirtilmiştir.

-Sonuç olarak başvurucunun FETÖ/PDY üyesi oldukları gerekçesiyle gözaltına alınan ve tutuklanan kişilerle ve Bylock kullanıcısı kişilerle irtibatlı olması, örgütle bağlantılı olduklarından bahisle haklarında işlem yapılan kişi veya kurumlarla parasal ilişkilerinin bulunması, örgüt liderinin tutukluların salıverilmesi talimatı ardından hukuka aykırı tahliyelerin gerçekleştirilmesi amacıyla aktif olarak çalışarak bu amaçla örgüt yanlısı beyanlarda bulunması hususları gözönüne alınarak terör örgütü üyesi olma ve terör örgütü propagandası yapma suçlarını işlediği iddia olunmuştur.

52. İstanbul 33. Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 22/11/2017 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiştir. Mahkeme "... Sanık Gültekin Avcı'nın üzerine yüklenen 'silahlı terör örgütüne üye olma' suçunun vasıf ve mahiyeti, arama-elkoyma tutanakları, araştırma tutanakları ile sanık savunmaları göz önüne alındığında sanık Gültekin Avcı'nın üzerine yüklenen suçu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut olgu ve delillerin bulunması, delillerin henüz tam olarak toplanmamış olması, tutuklu kalınan süre, öngörülen cezanın alt ve üst sınırı, sanığın üzerine yüklenen suçun CMK'nın 100/3-a. maddesinde sayılan suçlardan olması ve ölçülülük ilkesi dikkate alındığında sanık hakkında adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağı ..." şeklindeki gerekçeyle tensiben başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına da karar vermiştir.

53. Mahkeme 19/12/2017 ve 17/1/2018 tarihlerinde resen yaptığı tutukluluk incelemeleri sonunda "... Sanık Gültekin Avcı'nın üzerine yüklenen 'silahlı terör örgütüne üye olma ye terör örgütü propagandası yapmak' suçlarının vasıf ve mahiyeti, arama-ellayma tutanakları, araŞtırma tutanakları ile sanık savunmaları göz önüne alındığında sanık Gültekin Avcı'nın üzerine yüklenen suçu işlediğine dair kuwetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut olgu ve delillerin bulunması, delillerin henüz tam olarak toplanmamış olması, tutuklu kalınan süre, öngörülen cezanın alt ve üst sınırı, sanığın üzerine yüklenen suçun CMK'nın 100/3-a. maddesinde sayılan suçlardan olması ve ölçülülük ilkesi dikkate alındığında sanık hakkında adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağı ..." şeklindeki gerekçeyle başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir.

54. Mahkeme 14/2/20l8 tarihinde yaptığı ilk duruşmada başvurucunun savunmasını almıştır. Başvurucu savunmasında özetle;

i. Başsavcılıkça yürütülen bir kısım soruşturmalar kapsamında tutuklu bulunan şüphelilerin hukuka aykırı olarak tahliye edilmesiyle ilgili açıklamaları o tarihte H.K.nın vekili olması nedeniyle şüpheli müdafi sıfatıyla yaptığını, bu şekilde davranmasının avukatlık görevinin gereği olduğunu, savunma dokunulmazlığının olduğunu, dolayısıyla bu kapsamda yaptığı açıklamaları terör örgütü propagandası amacıyla yapmadığını savunmuştur.

ii. İddianamede hesabına yatırıldığı belirtilen paraların adı geçen basın ve yayın organlarında yayımlanan yazı veya televizyon programları karşılığında ödenen telif ücreti olduğunu, iddianamede adı geçen hiçbir yerde sigortalı olarak çalışmadığını, bu nedenle Sosyal Güvenlik Kurumu kaydının bulunmadığını belirtmiştir. Başvurucu Samanyolu grubundan aldığı ücretlerin kendisi için açılan Bank Asyadaki hesaba yatırıldığını, ücretlerin grubun bünyesindeki farklı şirketler adına yatırıldığını, dolayısıyla kendisi tarafından açılan bir hesap ve bu hesaba kendisi tarafından yatırılan bir paranın söz konusu olmadığını, 2014 yılı Aralık ayında olduğu belirtilen artışın telif ücretlerinin aylık maaş olarak yatırılmasından ibaret olduğunu, bu artışın 2014 yılı Aralık ayına mahsus bir artış olmadığını, yine Koza İpek grubu bünyesinde olan Kanaltürk televizyonu, Bugün TV ve Bugün gazetesinde yaptığı programlar ve yazdığı yazılar karşılığında aldığı telif ücretlerinin de Akbanktaki hesabına yatırıldığını, grubun bünyesinde birçok şirket bulunduğunu, maaşının hangi şirket üzerinden yapıldığına dikkat etmediğini, grubun avukatlığını yapmadığını ancak zaman zaman hukuki mütalaalar verdiğini, Koza Altın tarafından yatırılan paraların bunun karşılığında da yatırılmış olabileceğini savunmuştur.

iii.18/9/2015 tarihinde köşe yazıları nedeniyle tutuklanmasından sonra yayın politikaları nedeniyle yıprandığı ve risk gördüğü için -henüz şirketlere kayyum atanmadan- kendi isteğiyle Zaman gazetesinde yazmayı ve Samanyolu televizyonunda program yapmayı bıraktığını, aynı şekilde Bugün gazetesi ve Bugün TV'de de çalışmayı bıraktığını, ayrıca tahliye olduktan sonra kayyuma devredilen bu gazete ve televizyonların yerine kurulan Özgür Düşünce, Yeni Hayat ve Yarına Bakış isimli gazetelerden ve Can Erzincan TV'den gelen tüm teklifleri reddettiğini hatta buralara röportaj bile vermediğini, bunlarla irtibatını kestiğini ileri sürmüştür.

iv. İddianamede belirtilen adına kayıtlı telefonlardan bir tanesini kendisinin kullandığını, Bylock kullandığı ve kendisiyle görüştüğü belirtilen kişilerin avukat olduğunu, F.Ü. ile bayram nedeniyle mesajlaştığını, M.K.nın ise kendisini konferansa davet ettiğini, bu kişilerle bunun dışında görüşmelerinin olmadığını, ayrıca görüşmelerin yapıldığı 2010 ve 2012 yıllarında bu kişilerin Bylock programı kullandığını bilmesinin mümkün olmadığını, tanınan biri olması nedeniyle birçok kişi tarafından telefonla arandığını, kendisinin de bunlara cevap vermeye çalıştığını, adına kayıtlı diğer numarayı ise eşinin kullandığını, iddianamede bu hat ile görüşme yapıldığı ve Bylock kullandığı belirtilen kişilerin tamamının tutuklu olduğu dönemde kendisinin avukatlığını yapan kişiler olduğunu, görüşme tarihlerinin de kendisinin gözaltı ve tutukluluk dönemlerine denk geldiğini, muhtemelen bu görüşmelerin ekseriyetle ceza infaz kurumundaki ihtiyaçlarının giderilmesi amacıyla eşinin avukatlarıyla yaptığı görüşmeler olduğunu belirtmiştir.

v. Çağın Mağdurları (Günün Mağdurları) isimli derneğe tanınmış bir kişi olması nedeniyle yoğun ısrar üzerine dernek tüzüğünü inceledikten -ve derneğin E. , A.İ.K. gibi kişilerin ve tutuklu emniyet mensuplarının haklarını savunmak gayeli bir dernek olduğunu yani hukuk ve insan hakları temalı olduğunu gördükten- sonra üye olduğunu ancak derneğin herhangi bir faaliyetine katılmadığını, derneğin başkanı olan N.A. isimli polis ile (İstanbul Emniyet Müdürlüğü Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğünde eski müdürdür ve FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlar nedeniyle yargılaması devam etmektedir.) 2015 yılında emniyet mensuplarına yönelik yapılan operasyonlar sonrasında tanıştığını, bu kişinin birkaç programa katılarak açıklama yaptığını, bunun dışında onunla tanışıklığının olmadığını ileri sürmüştür. Tahliye olduktan sonra istifa dilekçesini derneğe gönderdiğini, dilekçenin akıbetini bilmediğini, 15 Temmuz darbe teşebbüsünden sonra derneğin olağanüstü KHK ile kapatıldığını, olanları öngörmesinin mümkün olmadığını belirtmiştir.

vi. 15 Temmuz darbe teşebbüsünden sonra FETÖ/PDY ile bağlantılı olduğu gerekçesiyle kayyuma devredilen basın ve yayın kuruluşlarında FETÖ'cü olmayan her görüşten birçok kişinin ücret karşılığında yazı yazdığını ve program yaptığını,kendisinin durumunun bu kişilerden farklı olmadığını, ayrıca Yargıtayın güncel içtihatlarında iltisakın örgüt üyeliği için yeterli olmadığının ortaya konulduğunu, üzerine atılı örgüt üyeliği suçunun unsurlarının oluşmadığını, basın açıklamalarının ise avukatlık görevinin gereği olduğunu ve propaganda amacı taşımadığını belirterek suçlamaları kabul etmemiştir.

55. Mahkeme duruşma sonunda "Sanık Gültekin Avcı'nın üzerine yüklenen 'silahlı terör örgütüne üye olma' suçunun vasıf ve mahiyeti, arama-elkoyma tutanakları, araştırma tutanakları ile sanık savunmaları göz önüne alındığında sanık Gültekin Avcı'nın üzerine yüklenen suçu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut olgu ve delillerin bulunması, delillerin henüz tam olarak toplanmamış olması, tuluklu kalınan süre, [sanığa yüklenen suçlar için Kanun'da] öngörülen cezanın alt ve üst sınırı, sanığın üzerine yüklenen suçun CMK'nın 100/3-a. maddesinde sayılan suçlardan olması ve ölçülülük ilkesi dikkate alındığında sanık hakkında adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağı ..." şeklindeki gerekçeyle başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına da karar vermiştir.

56. Mahkeme 14/3/2018 tarihinde resen yaptığı tutukluluk incelemesi sonunda "Sanık Gültekin Avcı'nın üzerine yüklenen 'silahlı terör örgütüne üye olma ve terör örgütü propagandası yapma' suçlarının vasıf ve mahiyeti, arama-elkoyma tutanakları, araştırma tutanakları ile sanık savunmaları göz önüne alındığında sanık Gültekin AVCI'nın üzerine yüklenen suçu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut olgu ve delillerin bulunması, delillerin henüz tam olarak toplanmamış olması, tutuklu kalınan süre, öngörülen cezanın alt ve üst sınırı, sanığın üzerine yüklenen suçun CMK'nın 100/3-a maddesinde sayılan suçlardan olması ve ölçülülük ilkesi dikkate alındığında sanık hakkında adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağı ..." şeklindeki gerekçeyle başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir.

57. Mahkeme 30/3/2018 tarihinde yaptığı ikinci duruşmada başvurucu hakkındaki yargılama dosyasını İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2017/2 sayılı yargılama dosyası ile birleştirmiş, bundan sonra sanık hakkındaki yargılamaya İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2017/2 sayılı dosyası üzerinden devam edilmiştir.

58. İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin ikinci duruşma sonunda birleştirme kararıyla birlikte "Sanığın üzerine yüklenen 'silahlı terör örgütüne üye olma' suçunun vasıf ve mahiyeti, dosya içerisindeki arama, el koyma tutanakları, tanık beyanları, araştırma tutanakları ile sanık savunmaları göz önüne alındığında sanığın üzerine yüklenen suçu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut olgu ve delillerin bulunması, delillerin henüz tam olarak toplanmamış olması, tutuklu kalınan süre, öngörülen cezanın alt ve üst sınırı, sanığın üzerine yüklenen suçun CMK'nın 100/3-a. maddesininde sayılan suçlardan olması ve ölçülülük ilkesi dikkate alındığında sanık hakkında adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağı ..." şeklindeki gerekçeyle sanığın tutukluluk hâlinin devamına da karar vermiştir.

59. Başvurucu 20/4/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

60. İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin 18/5/2018 tarihinde yaptığı tutukluluk incelemesi sonunda "Sanık Gültekin Avcı'nın üzerine atılı silahlı terör örgütüne üye olma suçunun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, araştırma tutanakları sanığın üzerine yüklenen suçu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların bulunması, öngörülen cezanın alt ve üst sınırı, sanığın üzerine yüklenen suçun CMK'nın 100/3-a. maddesinde sayılan suçlardan olması ve sanık hakkında adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağı ..." şeklindeki gerekçeyle başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir.

61. İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin 5/6/2018 tarihinde yaptığı duruşmada "Tutuklu sanıklar ... Gültekin Avcı ... Yönünden üzerlerine atılı suçların vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, buna göre tutuklu sanıklar yönünden 'iletişim tespit tutanakları, araştırma raporları, müşteki beyanları, fiziki takip tutanakları, şahıs tespit tutanakları, tanık ve gizli tanık anlatımları, görev belgeleri, tanık [K.Y.]'nin ifade ve teşhisleri ile bu tanık tarafından dosyaya sunulan materyaller, MİT, Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlıktan gelen yazı cevapları, teftiş raporları, dinlemeye ilişkin ses çözüm tutanakları, diplomatik dokunulmazlığı olan kişilerle ilgili dinleme yapılmış ve mail adreslerinin takip edilmiş olması, 2011/762 ... sayılı soruşturmada görev yapan ve sanıkların eylem ve işlemleri ile irtibatlı oldukları iddia edilen hakim ve savcılarla ilgili iddianame tanzim edilmiş olması, sanık Gültekin Avcı'nın firari sanıklardan [E.U.] ile soruşturmanın operasyonel sürecinin planlandığı iddia edilen tarihten kısa süre önceki telefon görüşmeleri ve irtibatının varlığı, aynı süreçte yazmış olduğu ve soruşıurma konusu ile paralel biçimde kamuoyunda algı oluşturmaya ve soruşturma dosyasına zemin hazırlamaya yönelik olduğu iddia edilen köşe yazılarının varlığ, söz konusu köşe yazılarının Türkiye Cumhuriyeti Başbakanını, Bakanlarını, MİT Müsteşarı gibi üst düzey kamu görevlilerini, bazı STK yöneticilerini terörle ve İran ajanlığı ile ilişkilendirerek ve muta nikahı yapmakla suçlayarak gözaltına almanın planlandığı iddia edilen soruşturma dosyası ile benzer mahiyet ve içerik taşıması, HTS kayıtları, müşteki [V.Ç.] ile ilgili düzenlenen 14/12/2013 tarihli şahıs tespit tutanağı kapsamında kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut kanıtlar bulunması, sanıklara atılı bir kısım suçların tutuklama nedenlerinin yasal karine olarak var sayıldığı 527l sayılı CMK'nın 100/3-a.11 alt bendinde sayılan katalog suçlardan oluşu, sanıklara atılı suçların kanunda öngörülen cezalarının alt ye üst sınırlarının kaçma kuşkusunu somutlaştırması, sanıkların savunmalarının henüz alınmamış oluşu,tutuklama sebep ve şartlarında sanıklar lehine bu aşamada değişiklik meydana gelmemiş oluşu, müştekilerin ve sanıklara atılı eylemlerin sayısal çoğunluğu da dikkate alındığında sanıkların suçunun sübutu halinde yargılama sonucunda verilmesi muhtemel ceza veya güvenlik tedbiri ile tutuklama tedbirinin ölçülü oluşu, tüm bu nedenlerle sanıklar üzerinde adli kontrol hükümleri ile yeterli ve etkili hukuksal denetim sağlanamayacak oluşu ..." şeklindeki gerekçeyle başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir.

62. İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin 26/6/2018 ve 10/9/2018 tarihli duruşmalarda da benzer gerekçelerle başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Başvurucu anılan dosya kapsamında hâlen tutukludur.

63. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla ilk derece mahkemesinde derdesttir .

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

64.5271 sayılı Kanun'un "Tutuklama nedenleri" kenar başlıklı 100. maddesinin ilgili bölümü şöyledir:

"(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.

 (2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:

a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.

b) Şüpheli veya sanığın davranışları;

1. Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme,

2. Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,

Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.

 (3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:

a) 26.9.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;

...

11. Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),

..."

65. 5271 sayılı Kanun'un "Tutuklama kararı" kenar başlıklı 101. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

"(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir.

 (2) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda;

a) Kuvvetli suç şüphesini,

b) Tutuklama nedenlerinin varlığını,

c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu,

gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir."

66. 5271 sayılı Kanun'un "Adlî kontrol" kenar başlıklı 109. maddesinin (1) ve (3) numaralı fıkraları şöyledir:

"(1) Bir suç sebebiyle yürütülen soruşturmada, 100 üncü maddede belirtilen tutuklama sebeplerinin varlığı halinde, şüphelinin tutuklanması yerine adlî kontrol altına alınmasına karar verilebilir.

 (3) Adlî kontrol, şüphelinin aşağıda gösterilen bir veya birden fazla yükümlülüğe tabi tutulmasını içerir:

a) Yurt dışına çıkamamak.

b) Hâkim tarafından belirlenen yerlere, belirtilen süreler içinde düzenli olarak başvurmak.

c) Hâkimin belirttiği merci veya kişilerin çağrılarına ve gerektiğinde meslekî uğraşlarına ilişkin veya eğitime devam konularındaki kontrol tedbirlerine uymak.

...

f) Şüphelinin parasal durumu göz önünde bulundurularak, miktarı ve bir defada veya birden çok taksitlerle ödeme süreleri, Cumhuriyet savcısının isteği üzerine hâkimce belirlenecek bir güvence miktarını yatırmak.

g) Silâh bulunduramamak veya taşıyamamak, gerektiğinde sahip olunan silâhları makbuz karşılığında adlî emanete teslim etmek.

...

j) Konutunu terk etmemek.

k) Belirli bir yerleşim bölgesini terk etmemek.

l) Belirlenen yer veya bölgelere gitmemek."

67. 6/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Suç işlemek amacıyla örgüt kurma" kenar başlıklı 220. maddesinin (6) ve (7) numaralı fıkraları şöyledir:

"(6) Örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleyen kişi, ayrıca örgüte üye olmak suçundan da cezalandırılır. Örgüte üye olmak suçundan dolayı verilecek ceza yarısına kadar indirilebilir."

 (7) Örgüt içindeki hiyerarşik yapıya dahil olmamakla birlikte, örgüte bilerek ve isteyerek yardım eden kişi, örgüt üyesi olarak cezalandırılır. Örgüt üyeliğinden dolayı verilecek ceza, yapılan yardımın niteliğine göre üçte birine kadar indirilebilir."

68. 5237 sayılı Kanun'un "Silâhlı örgüt" kenar başlıklı 314. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

"(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

 (2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir."

69. 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun "Cezaların artırılması" kenar başlıklı 7. maddesinin ikinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

"Terör örgütünün; cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde propagandasını yapan kişi, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Bu suçun basın ve yayın yolu ile işlenmesi hâlinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır ..."

B. Uluslararası Hukuk

1. Sözleşme Metinleri

70. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özgürlük ve güvenlik hakkı" kenar başlıklı 5. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü ve (4) numaralı fıkrası şöyledir:

"1. Herkes özgürlük ve güvenlik hakkına sahiptir. Aşağıda belirtilen haller dışında ve yasanın öngördüğü usule uygun olmadan hiç kimse özgürlüğünden yoksun bırakılamaz:

...

c) Kişinin bir suç işlediğinden şüphelenmek için inandırıcı sebeplerin bulunduğu veya suç işlemesine ya da suçu işledikten sonra kaçmasına engel olma zorunluluğu kanaatini doğuran makul gerekçelerin varlığı halinde, yetkili adli merci önüne çıkarılmak üzere yakalanması ve tutulması;

...

 (4) Yakalama veya tutulma yoluyla özgürlüğünden yoksun kılınan herkes, tutulma işleminin yasaya uygunluğu hakkında kısa bir süre içinde karar verilmesi ve eğer tutulma yasaya aykırı ise, serbest bırakılması için bir mahkemeye başvurma hakkına sahiptir.

..."

71.Sözleşme'nin "İfade özgürlüğü" kenar başlıklı 10. maddesi şöyledir:

"1. Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar. Bu madde, Devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine tabi tutmalarına engel değildir.

2. Görev ve sorumluluklar da yükleyen bu özgürlüklerin kullanılması, yasayla öngörülen ve demokratik bir toplumda ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin yayılmasının önlenmesi veya yargı erkinin yetki ve tarafsızlığının güvence altına alınması için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir."

2. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı

72. AİHM, Sözleşme'nin 5. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (c) bendi uyarınca, yalnızca bir ceza soruşturması veya kovuşturması çerçevesinde kişinin suç işlediğine dair şüphenin bulunması hâlinde yetkili adli makamın huzuruna çıkarılması amacıyla tutuklanabileceği yönündeki içtihadını (Jecius/Litvanya, B. No: 34578/97, 31/7/2000, § 50; Wloch/Polonya, B. No: 27785/95,19/10/2000, § 108) yakın dönemde verdiği Buzadji/Moldova ([BD], B. No: 23755/07, 5/7/2016 §§ 92-102) kararında geliştirmiştir. Buna göre ilk tutuklama kararından itibaren suçun işlendiğine ilişkin makul şüphenin varlığı yanında tutuklamaya ilişkin nedenlerin bulunduğunun ilgili ve yeterli gerekçelerle ortaya konması gerekir.

73. AİHM'e göre ilk tutuklama için yeterli görülen makul şüphenin varlığı, elde edilen deliller ve somut olayın kendine özgü koşulları da dikkate alındığında olaylara dışarıdan bakan tamamen objektif bir gözlemciyi ikna edecek yeterlilikte olmalıdır. Toplanan deliller objektif bir gözlemciye sunulduğunda şüpheli ya da sanığın atılı suçu işlemiş olabileceği yönünde bir kanaat oluşturmaya yeterli ise somut olayda makul şüphe vardır. Diğer bir ifade ile inandırıcı neden ya da makul şüphe, suçlanan kişinin üzerine atılı suçu işlemiş olabileceğine dair objektif bir gözlemciyi ikna etmeye yeterli olay, olgu veya bilginin varlığını gerektirmektedir (Fox, Campbell ve Hartley/Birleşik Krallık, B. No: 12244/86 ...,30/8/1990, O'Hara/Birleşik Krallık, B. No: 37555/97, 16/10/2001, § 34).

74. AİHM, tutukluluğu meşru kılan makul dört temel neden belirlemiştir. Bunlar sanığın duruşmaya çıkmama (kaçma) tehlikesi (Stögmüller/Avusturya, B. No: 1602/62, 10/11/1969, hukuki gerekçe bölümü, § 15), sanığın serbest bırakıldıktan sonra adaletin iyi idaresine zarar verecek tarzda önlemler alabilecek olma tehlikesi (Wemhoff/Almanya, B. No: 2122/64, 27/6/1968, hukuki gerekçe bölümü, § 14), tekrar suç işleme tehlikesi (Matznetter/Avusturya, B. No: 2178/64, 10/11/1969, hukuki gerekçe bölümü, § 7) ve kamu düzenini bozma tehlikesidir (Letellier/Fransa, B. No: 12369/86, 26/6/1991, § 51).

75. AİHM'e göre ifade özgürlüğü, demokratik toplumun temelini oluşturan ana unsurlardandır. İfade özgürlüğü toplumun ilerlemesi ve bireyin gelişmesi için gerekli temel şartlardan birini teşkil etmektedir. Sözleşme'nin 10. maddesinin (2) numaralı fıkrası saklı tutulmak üzere ifade özgürlüğü, sadece toplum tarafından kabul gören, zararsız veya ilgisiz kabul edilen bilgi ve fikirler için değil incitici, şoke edici ya da endişelendirici bilgi ve düşünceler için de geçerlidir; yokluğu hâlinde demokratik bir toplumdan söz edemeyeceğimiz çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin bir gereğidir. AİHM, 10. maddede güvence altına alınan bu özgürlüğün bazı istisnalara tabi olduğunu ancak bu istisnaların dar yorumlanması ve bunun sınırlandırılmasının ikna edici olması gerektiğini vurgulamıştır (Handyside/Birleşik Krallık [GK], B. No: 5493/72, 7/12/1976, § 49; Von Hannover/Almanya (No. 2) [BD], B. No: 40660/08 ve 60641/08, 7/2/2012, § 101).

76. AİHM, Stojanović/Hırvatistan (B. No: 23160/09, 19/9/2013, §§ 39, 62) kararında ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığını incelerken başvurucunun sorumluluğunun kapsamının kendi sözlerinin ötesine taşıp taşmadığının belirlenmesi gerektiğini ifade etmiştir. AİHM, derece mahkemelerince başvurucunun sorumluluğunun -bunu haklı gösterecek ilgili ve yeterli gerekçeler gösterilmeksizin- onun sözlerinin ötesinde genişletilmesi suretiyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermiştir.

77. AİHM'in Sürek/Türkiye (No. 1) ([BD], B. No: 26682/95, 8/7/1999) kararında "Haberde Yorumda Gerçek" isimli haftalık bir dergide "Silahlar Özgürlüğü Engelleyemez" ve "Suç Bizim" başlıklı iki okuyucu makalesinin yayımlanması üzerine dergi sahibi ile editörünün cezalandırılmasının ifade özgürlüğünü ihlal edip etmediği meselesi gündeme gelmiş ve AİHM Sözleşme'nin 10. maddesinin ihlal edilmediği sonucuna varmıştır. Bu kararda AİHM, basının şiddet tehdidi karşısında milli güvenlik veya ülke bütünlüğünün korunması veya asayişsizlik veya suçun engellenmesi amacıyla konmuş olan sınırlamaları aşmaması kaydıyla, bölücü olanlar da dahil olmak üzere, görüş ve siyasi hususlarda bilgi vermesinin demokratik toplumlar açısından bir zorunluluk olduğunu belirtmiştir (Sürek/Türkiye (No. 1), § 59). Ayrıca AİHM'e göre ifade edilen sözlerin bireylere, kamu görevlilerine veya toplumun belli bir kesimine karşı şiddeti teşvik ettiği durumlarda devlet otoriteleri, ifade özgürlüğüne ilişkin müdahale gereğinin incelenmesinde daha geniş bir marja (takdir yetkisine) sahiptir (Sürek/Türkiye (No. 1), § 61). AİHM, dergide yayımlanan mektuplarda kullanılan kelimeler ve bu kelimelerin yayımlandığı bağlam üzerinde özellikle durmuştur. AİHM söz konusu kelimelerin açıkça şiddeti teşvik niteliğinde olduğunu belirterek şunları söylemiştir: "Mahkeme ilk olarak, "katliam", "zulüm" ve "cinayet" gibi göndermelerin yanı sıra, "Faşist Türk ordusu", "TC cinayet çetesi" ve "emperyalizmin kiralık katilleri" gibi etiketlerin kullanılması ile diğer tarafa kara bir leke vurulmasına ilişkin açık bir kasıt olduğunu kabul etmektedir. Mahkeme kanaatine göre söz konusu mektuplar, temel duyguların çalkalandırılması ve halen ölümcül şiddet şeklinde kendini göstermiş olan bileşik önyargıların katılaştırılması ile kanlı bir intikama çağrı şeklinde değerlendirilebilecektir. Ayrıca, mektupların 1985’ten buyana çok ciddi can kayıpları ve bölgenin büyük bir kısmında olağanüstü hal ilan edilmesine sebebiyet verecek şekilde güvenlik kuvvetleri ile PKK kuvvetleri arasında ciddi çatışmaların devam etmekte olduğu Türkiye'nin güneydoğusundaki güvenlik durumu bağlamında yayımlanmış olması da dikkate alınmalıdır. Bu bağlamda, mektupların içeriğinin iddia edilen zulümlerin sorumlusu olarak gösterilenlere karşı köklü ve mantık dışı bir nefret uyandırarak bölgede daha fazla şiddete sebebiyet verebilecek şekilde değerlendirilmelidir. Gerçekten de, okuyucuya iletilen mesaj, saldırgan ülke karşısında şiddete başvurmanın gerekli ve haklı bir önlem olduğudur. Ayrıca "Suç Bizim" başlıklı mektubun kişileri isimleri ile tanımlayarak, bunlara karşı olan nefretin alevlendirildiği ve bu şahısların fiziksel şiddet tehlikesine maruz bırakıldığı da dikkate alınmalıdır. Mahkeme bu açıdan, yetkililer tarafından Devletin toprak bütünlüğüne zarar verilmesi ile ilgili gerekçelerin vurgulandığı başvuranın mahkûmiyetine ilişkin nedenleri, başvuranın ifade özgürlüğü aleyhinde bir müdahale için ilgili ve yeterli bir dayanak olarak kabul etmektedir. Mahkeme, "bilgi" ve "görüşlerin" sadece kırıcı, şaşırtıcı veya rahatsız edici olmasının müdahalenin haklı gösterilmesi için yeterli olmayacağını yinelemektedir. Mevcut davada söz konusu olan nefret konuşmaları ve şiddetin yüceltilmesidir."

78. Hocaoğulları/Türkiye (B. No: 77109/01,7/3/2006) kararında AİHM, bir dergide yayımlanan "Hangi Barış?" ve "Gençlik İsyan Demektir" başlıklı iki makale nedeniyle başvurucunun terör örgütü lehine propaganda suçundan mahkûmiyetini incelemiştir. AİHM, başvuruyu makalelerdeki ibareleri, yayımlandıkları bağlamı (yazının bütünlüğünü), özellikle terörle mücadeleye bağlı güçlükleri de dikkate alarak değerlendirmiştir. AİHM "Gençlik İsyan Demektir" başlıklı makale ile alakalı şu değerlendirmeleri yapmıştır: "Gençlere seslenen ve hiçbir devrimin insan zayiatı olmadan gerçekleşemeyeceği görüşünü savunan yazarın dili barışa ve siyasi sorunların çözümüne çağrı olarak kabul edilemez … Diyarbakır zindanlarında işkenceci faşistlere sır verip ser vermeyerek ve Kızıldere'de düşmanları, biz buraya dönmeye değil ölmeye geldik, diye selamlayarak dönenlere kavgalarının gelip geçici olmadığını bildirirler. Hem de canları pahasına. Evet, belki yenildiler. Ama direndiler. Çünkü gerçek zaferin böyle küçük ama kararlı direnişlerle kazanılacağını biliyorlardı" gibi ifadelerinin kullanımıyla net bir biçimde mücadelenin geçici olmadığı düşüncesinin vurgulandığını hatırlatmaktadır. Bunun yanı sıra, bütünü itibarıyla şiddet kullanımını, silahlı direnişi veya başkaldırıyı tahrik eder bir makale olarak değerlendirilebilir; AİHM nezdinde göz önünde bulundurulması gereken temel unsur budur." AİHM’e göre şiddeti kışkırtan ve yücelten bu ibareler, Sözleşme’nin giriş kısmında açıklanan barış ve adalet gibi temel değerler ile bağdaşmaz.

79. Sürek ve Özdemir/Türkiye ([BD] B. No: 23927/94 ve 24277/94, 8/7/1999) kararında başvurucuların sahibi ve yazı işleri müdürü oldukları dergi vasıtasıyla terörist örgütlerin bildirilerini yayımlamak ve bölücü propaganda yapmak suçlarından ulusal hukukta mahkûm edilmeleri söz konusudur. AİHM, özellikle kin ve düşmanlığa tahrik bağlamında söylemleri değerlendirmiş ancak metinleri bir bütün olarak ele aldığında kin ve düşmanlığa tahrik ettiğinin söylenemeyeceğini belirtmiştir. AİHM, bu kararda bilhassa medya açısından ifade hürriyetinin kullanılmasındaki görev ve sorumlulukların çatışma ve gerginlik zamanlarında özel önem taşıdığını vurgular. AİHM'e göre "Bu yüzden de devlete karşı şiddet kullanma yoluna giden örgüt temsilcilerinin görüşleri yayımlanırken medya şiddeti tahrik eden ve kin güden konuşmaların yapıldığı bir araç olarak görülmesin diye, daha fazla özen gösterilmelidir." Çünkü kin ve nefret söylemi ile şiddete teşvik arasında ince bir çizgi olduğu ya da anılan söylemin şiddete dönüşmesi riskinin kuvvetle muhtemel olduğu dikkate alınmalıdır.

80. Halis Doğan/Türkiye (No. 3) (B. No: 4119/02, 10/10/2006) kararına konu olayda başvurucu Halis Doğan, Özgür Bakış gazetesinin sahibidir. Gazetenin "Analiz" başlıklı sütundaki "Komplo’nun Yeni Aşaması" ve "Doğum" başlıklı iki makalenin yayımlanmasından dolayı başvurucu hakkında bölücülük propagandası yapma suçundan bir miktar para cezasına hükmolunmuş ve ayrıca gazetenin yayını altı gün süreyle durdurulmuştur. Başvuruyu inceleyen AİHM Sözleşme'nin 10. maddesinin ihlal edilmediği sonucuna varmıştır. AİHM’e göre her iki makalede de PKK terör örgütünün mücadele yöntemlerine yer verilmektedir. Makalelerde kullanılan kimi sözler, ne Kürt probleminin barış yoluyla çözümüne çağrı konuşması ne de sosyal, kültürel ve tarihi olaylar hakkındaki saptamalar olarak görülebilir. AİHM "Aksine (şimdi) ulusal seferberlik zamanıdır. Eğer bütün güçler, yetenekler ve olanaklar faaliyete geçmezse, ne zaman faaliyete geçecekler? Kürtlerin hatıralarında ve kültürlerinde 'onur günü' kavramı vardır. İşte bugün onur gününden daha farklı bir gün söz konusudur. Ve hatta durum böyle iken, bizim tek garantimiz, tam bir özgürlük kazanmak için her türlü fedakârlığı yapmaya ve 21. yüzyılın esaret zincirlerini kırmaya hazır olan halkımızın isteğidir. Bu bizim özgürlük mücadelemizi parlayan bir aşamaya taşıyacak öncü politikamızdır. Gerçek fedakârlığı gösteren şahinlerimiz." şeklindeki ifadelerin şiddeti tahrike elverişli ifadeler olduğunu not etmiştir. AİHM’e göre makalelerin genel içeriği şiddete, silahlı mücadeleye ya da ayaklanmaya teşvik edici mahiyettedir ve bu ifadeler, Abdullah Öcalan’ın yakalanmasından sonra bir gazetede yayımlanan iki makaleden alınmıştır, içerik olarak Kürtlerin davasını savunanları şiddete teşvik etmektedir. Böyle bir bağlamda makalelerin Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde zaten mevcut olan şiddet eylemlerine katalizör etkisi yapabilecek nitelikte olduğunu tespit etmek yanlış olmaz. Bu bakımdan AİHM, başvuranın mahkûm edilme gerekçelerinin başvuranın ifade özgürlüğüne müdahaleyi haklı göstermek için yeterli ve yerinde olduğuna hükmetmektedir. AİHM, sadece bilgi ya da fikirlerin çatışmasının, şaşırtmasının ya da endişeye yol açmasının benzeri bir müdahaleyi haklı göstermeye yetmeyeceğini hatırlatmaktadır. Ancak bu vakada açıkça şiddet yanlısı bir kışkırtma söz konusudur. Makalelerde ifade edilen bu görüşler açık biçimde muhatabını eyleme yönlendirmektedir. Burada, özgürlük mücadelesinin tek yolunun PKK terör örgütünün uyguladığı şiddet yöntemleri olduğu savunulmakta ve muhataplarının bu yüce davaya bir seferberlik duygu ve düşüncesi içinde katkıda bulunmaları istenmektedir.

81. Sürek/Türkiye (No. 3) ([BD], B. No: 24735/94, 8/7/1999) kararına konu olan olayda başvurucu "Haberde Yorumda Gerçek" isimli derginin sahibidir. Bu dergide 9/1/1993 tarihli 42. sayıda "Botan'da Fakir Köylüler Toprak Ağalarını İstimlak Ediyor" başlıklı bir makale yayımlanmıştır. Bu makalede devletin bölünmez bütünlüğü aleyhine propaganda yapıldığı gerekçesi ile dergi toplatılmış ve başvurucu adli para cezasına mahkûm edilmiştir. Başvurucu, ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasıyla AİHM’e başvurmuştur. Konuyu inceleyen AİHM, makalelerde kullanılan kelimeler ve bu kelimelerin yayımlanmış olduğu bağlam üzerinde özellikle duracağını belirtmiştir. Dava konusu makalede ülkenin bir bölgesindeki mücadelenin "güvenlik kuvvetlerine karşı yürütülen bir savaş" olarak nitelendirilmesinin ve "Özgürlük mücadelesini sonuna kadar sürdüreceğiz." ifadesinin kullanılmasının makalenin yazarının kendisini terör yoluyla mücadeleyi sürdüren örgütle özdeşleştirmiş olduğu ve silah kullanılması için çağrıda bulunduğu anlamına geleceğini vurgulamıştır. AİHM ayrıca makalelerin 1985’ten bu yana çok ciddi can kayıpları yaşanan ve bölgenin büyük bir kısmında olağanüstü hâl ilan edilmesine sebebiyet verecek şekilde güvenlik kuvvetleri ile PKK arasında ciddi çatışmaların devam etmekte olduğu Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ndeki güvenlik durumu bağlamında yayımlanmış olmasının da dikkate alınması gerektiğini belirtmiştir. Bu bağlamda makalenin içeriği bölgede daha fazla şiddeti teşvik edebilecek niteliktedir ve bu makaleyle okuyucuya iletilen mesaj, saldırgan ülke karşısında şiddete başvurmanın gerekli ve haklı bir önlem olduğudur. Bu açıdan AİHM, muhatap devlet tarafından başvuranın mahkûmiyetine ilişkin olarak öne sürülen nedenlerin başvuranın ifade özgürlüğü hakkına bir müdahale için ilgili ve yeterli dayanak teşkil ettiği sonucuna varmıştır. AİHM'e göre başvurucu, bu makalelerde yer alan görüşler ile şahsen bağlantılı olmamasına rağmen makalelerin yazarlarına şiddet ve nefretin körüklenmesi için bir araç temin etmiştir. Dergi ile sadece ticari açıdan bağlı olduğu ve yazı işleri müdürlüğü sorumluluğu taşımadığı gerekçesi ile makalelerin içeriğine ilişkin her türlü cezai sorumluluktan muaf tutulması gerektiği yönündeki başvurucu tarafından ileri sürülen iddiamahkemece reddedilmiştir. Başvurucu derginin sahibidir. Bu konumu itibarıyla derginin yazı işleri yönetimini şekillendirme hakkına sahiptir. Bu nedenle başvurucu halk için bilgi toplanması ve dağıtılması konusunda derginin yazı işleri ve muhabir personelinin görev ve sorumlulukları açısından vekâleten sorumlu olup bu da çatışma ve gerginlik durumlarında daha büyük önem taşımaktadır. AİHM açıklanan gerekçelerle başvurucuya verilen cezanın zorunlu bir sosyal ihtiyaca karşılık geldiğini ve verilen ceza ile elde edilmek istenen amaç arasında orantısızlık olmadığını belirterek ifade özgürlüğünün ihlalinin söz konusu olmadığı sonucuna varmıştır.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

82. Mahkemenin 10/1/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. 20/9/2015 Tarihli Tutuklama Kararı Yönünden

1. Kişi Hürriyeti ve Güvenliği Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddialar

a. Sulh Ceza Hâkimliklerinin Doğal Hâkim, Bağımsız ve Tarafsız Hâkim İlkelerine Aykırı Olduğuna İlişkin İddia

i. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

83. Başvurucu; tutuklama kararını veren sulh ceza hâkimliklerinin doğal hâkim ilkesine aykırı olarak kurulduğunu, tutuklama kararını veren hâkimin bağımsız ve tarafsız olmadığını, dolayısıyla tutuklama kararının yok hükmünde olduğunu ileri sürmüştür.

84. Bakanlık görüşünde; başvurucunun tutuklama kararının doğal hâkim ilkesine aykırı olarak kurulmuş bir mahkeme tarafından verildiğine ve tutuklama kararını veren hâkimlerin bağımsız ve tarafsız olmadığına yönelik şikâyetlerinin açıkça dayanaktan yoksun olduğu kanaati bildirilmiştir.

85. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.

ii. Değerlendirme

86. Bir kuralın belirli bir suçun işlenmesinden sonra bu suça ilişkin davayı görecek yargı yerini belirlemeyi amaçlamaması, yürürlüğü müteakip kapsamına giren tüm davalara uygulanması hâlinde doğal hâkim ilkesine aykırılık söz konusu olamaz (AYM, E.2009/52, K.2010/16, 21/1/2010).

87. Anayasa'nın 9. maddesinde, yargı yetkisinin bağımsız ve tarafsız mahkemelerce kullanılacağı açıkça hükme bağlanmış, 138. maddesinde ise mahkemelerin bağımsızlığından ne anlaşılması gerektiği açıklanmıştır. Buna göre "Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz." Bağımsızlık; mahkemenin bir uyuşmazlığı çözümlerken yasamaya, yürütmeye, davanın tarafları ile çevreye ve diğer yargı organlarına karşı bağımsız olmasını, onların etkisi altında olmamasını ifade etmektedir (AYM, E.2014/164, K.2015/12, 14/1/2015).

88. Bir mahkemenin idareye ve davanın taraflarına karşı bağımsız olup olmadığının belirlenmesinde üyelerinin atanma şekli ve onların görev süreleri, dış baskılara karşı teminatların varlığı ve mahkemenin bağımsız olduğu yönünde bir görüntü sergileyip sergilemediği önem arz etmektedir (Yaşasın Aslan, B. No: 2013/1134, 16/5/2013, § 28).

89. Anayasa'nın 36. maddesinde mahkemelerin tarafsızlığından açıkça bahsedilmemekle birlikte Anayasa Mahkemesi içtihadı uyarınca davanın tarafsız bir mahkemede görülmesini isteme hakkı, adil yargılanma hakkının zımni bir unsurudur. Nitekim 21/1/2017 tarihli ve 6771 sayılı Kanun'un 1. maddesiyle Anayasa'nın 9. maddesine "bağımsız" ibaresinden sonra gelmek üzere "ve tarafsız" ibaresi eklenmiş, böylelikle madde metni "Yargı yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız ve tarafsız mahkemelerce kullanılır." hâlini almıştır. Ayrıca mahkemelerin tarafsızlığı ve bağımsızlığının birbirini tamamlayan iki unsur olduğu dikkate alındığında -Anayasa'nın bütünlüğü ilkesi gereği- Anayasa'nın 138., 139. ve 140. maddelerinin de tarafsız bir mahkemede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde gözönünde bulundurulması gerektiği açıktır (Tahir Gökatalay, B. No: 2013/1780, 20/3/2014, § 60).

90. Mahkemelerin tarafsızlığı kavramı, görülecek davalar karşısında bizzat mahkemenin kurumsal yapısı ile davaya bakmakla görevli hâkimin tutumu üzerinden açıklanmaktadır. Öncelikle mahkemelerin kuruluşu ve yapılanmasıyla ilgili yasal ve idari düzenlemelerin tarafsız olmadığı izlenimini vermemesi gerekir. Esasında kurumsal tarafsızlık, mahkemelerin bağımsızlığı ile bağlantılı bir konudur. Tarafsızlık için öncelikle bağımsızlık ön koşulu gerçekleşmeli ve ek olarak kurumsal yönden de taraf görüntüsü verecek bir yapılanma oluşmamalıdır (AYM, E.2014/164, K.2015/12, 14/1/2015).

91. Mahkemelerin tarafsızlığını ifade eden ikinci unsur, hâkimlerin görülecek davaya ilişkin öznel tutumlarıyla ilgilidir. Davaya bakacak olan hâkimin davanın taraflarına karşı eşit, yansız ve ön yargısız olması, hiçbir telkin ve baskı altında kalmadan hukuk kuralları çerçevesinde vicdani kanaatine göre karar vermesi gerekir. Aksi yöndeki davranışlar ise hukuk düzenince disiplin ve ceza hukuku alanındaki yaptırımlara tabi kılınmıştır (AYM, E.2014/164, K.2015/12, 14/1/2015).

92. Genel bir kanuni düzenlemeye dayanılarak Hâkimler ve Savcılar Kurulu (HSK) tarafından yapılan atama sonucunda sulh ceza hâkimlerinin -soruşturma aşamasında tutuklama tedbirine ilişkin karar vermek de dâhil olmak üzere- kanun ile verilen görevleri yaptıkları anlaşılmaktadır. Bağımsız ve tarafsız olmadıkları iddia edilen sulh ceza hâkimliklerinin Cumhuriyet savcısının taleplerini reddederek şüpheliler lehine de kararlar verdikleri bilinmektedir. Bu itibarla bazı soyut varsayımlardan hareket edilerek ilgili hâkimlerin bağımsız ve tarafsız davranmadıklarını kabul etmek mümkün değildir (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Hikmet Kopar ve diğerleri [GK], B. No: 2014/14061, 8/4/2015, § 114; Hidayet Karaca, B. No: 2015/144, 14/7/2015, § 78, Mehmet Baransu (2), B. No: 2015/7231, 17/5/2016, §§ 64-78).

93. Nitekim Anayasa Mahkemesi; sulh ceza hâkimlerinin de diğer tüm hâkimler gibi HSK tarafından atandıkları ve Anayasa'nın 139. maddesinde öngörülen hâkimlik teminatına sahip oldukları, diğer tüm mahkemelerde olduğu gibi Anayasa'nın öngördüğü biçimde mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına uygun olarak teşkilatlandırıldıkları, bunların yapılanması ve işleyişinde tarafsız davranamayacakları sonucuna ulaşılmasını gerektiren herhangi bir unsur bulunmadığı, ayrıca somut, nesnel ve inandırıcı delillerle tarafsızlığını yitirdiğinin ortaya konması durumunda hâkimin davaya bakmasını engelleyen usul hükümlerinin de bulunduğu gerekçesiyle sulh ceza hâkimliklerini ihdas eden kanun hükmünün iptali istemini reddetmiştir (AYM, E.2014/164, K.2015/12, 14/1/2015).

94. Somut olayda başvurucu hakkında tutuklama kararı veren İstanbul 2. Sulh Ceza Hâkimliğinin genel hükümlere göre kurulduğu ve görev yapan hâkimin de yine genel hükümlere göre HSK tarafından atandığı konusunda tereddüt bulunmamaktadır. Başvurucu, tutuklamayı yapan hâkim ile kendisinin arasında İstanbul 2. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2015/175 sayılı dosyasında sanık mağdur ilişkisi bulunması nedeniyle 5271 sayılı Kanun'un 24. maddesi uyarınca hâkimin tarafsızlığına gölge düşüren bir durumun bulunduğunu ileri sürmüş ise de tüm dosya kapsamı nazara alındığında tutuklama kararını veren hâkimin anılan dosya nedeniyle subjektif değerlendirme yaptığı ve tarafsız davranmadığı sonucuna varılamamaktadır.

95. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun doğal hâkim ilkesine aykırı bulunan, bağımsız ve tarafsız olmayan hâkimlik tarafından tutuklandığı iddiasına ilişkin olarak bir ihlalin bulunmadığı açık olduğundan başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Soruşturma Dosyasına Erişimin Kısıtlandığına İlişkin İddia

i. Başvurucunun İddiası ve Bakanlık Görüşü

96. Başvurucu; gerekçesiz bir şekilde verilen soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması kararı nedeniyle soruşturma evrakında bulunan belge ve delillere ulaşamadığını, bu şekilde erişimi engellenen ve lehine değerlendirilmesi açıkça mümkün olan belge ve deliller çerçevesinde tutukluluğuna ilişkin olarak itirazda bulunmasının önüne geçildiğini ileri sürmüştür.

97. Başvurucu ayrıca soruşturma mercileri tarafından kısıtlama kararının kanunda öngörülen kapsamı aşılarak yorumlandığını, bu bağlamda incelemeye ve/veya örnek almaya yetkili olduğu -gizlilik kapsamında olmayan- belgelerin suretinin verilmesi yönündeki talebi reddedilerek bu belgelere erişiminin engellendiğini iddia etmiştir. Başvurucuya göre soruşturma mercilerinin bu tutumu silahların eşitliği ilkesiyle bağdaşmamaktadır.

98. Başvurucu sonuç olarak tutuklamaya karşı etkili bir şekilde itirazda bulunma imkânından yoksun bırakıldığını belirterek kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

99. Bakanlık görüşünde; hakkındaki suçlamalar ayrıntılı bir şekilde anlatılarak başvurucuya savunma yapma imkânı verildiği, başvurucunun tutuklanmasına temel teşkil eden iddiaların somutlaştırılarak sorulduğu, başvurucunun bu iddialarla ilgili savunmasını yaptığı ileri sürülmüştür. Bakanlığa göre başvurucu, bu delilleri yeterince değerlendirerek bunlara karşı etkili bir şekilde itirazda bulunma imkânını kullanmıştır. Bakanlık bu nedenlerle şikâyetin açıkça dayanaktan yoksun olduğuna karar verilmesi gerektiğini ifade etmiştir.

100. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.

ii. Değerlendirme

101. Anayasa'nın 19. maddesinin sekizinci fıkrası şöyledir:

"Her ne sebeple olursa olsun, hürriyeti kısıtlanan kişi, kısa sürede durumu hakkında karar verilmesini ve bu kısıtlamanın kanuna aykırılığı halinde hemen serbest bırakılmasını sağlamak amacıyla yetkili bir yargı merciine başvurma hakkına sahiptir."

102. Başvurucunun bu bölümdeki iddialarının Anayasa'nın 19. maddesinin sekizinci fıkrası bağlamında kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı kapsamında incelenmesi gerekir.

 (1) Genel İlkeler

103. Anayasa'nın 19. maddesinin dördüncü fıkrası, yakalanan veya tutuklanan kişiye yakalama veya tutuklama sebeplerinin ve haklarındaki iddiaların hemen yazılı olarak bildirilmesini, yazılı bildirimin mümkün olmaması hâlinde sözlü olarak derhâl; toplu suçlarda ise en geç hâkim huzuruna çıkarılıncaya kadar bildirilmesini öngörmektedir (Günay Dağ ve diğerleri [GK], B. No: 2013/1631, 17/12/2015, § 168).

104. Diğer taraftan Anayasa'nın 19. maddesinin sekizinci fıkrası uyarınca, hürriyeti kısıtlanan kişi kısa sürede durumu hakkında karar verilmesini ve bu kısıtlamanın kanuna aykırılığı hâlinde hemen serbest bırakılmasını sağlamak amacıyla yetkili bir yargı merciine başvurma hakkına sahiptir. Fıkrada öngörülen bu usulde adil yargılanma hakkının bütün güvencelerini sağlamak mümkün değilse de iddia edilen tutmanın koşullarına uygun somut güvencelerin yargısal nitelikli bir kararla sağlanması gerekir (Mehmet Haberal, B. No: 2012/849, 4/12/2013, §§ 122, 123).

105. Bu bağlamda tutukluluk hâlinin devamının veya serbest bırakılma taleplerinin incelenmesinde silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerine riayet edilmelidir (Hikmet Yayğın, B. No: 2013/1279, 30/12/2014, § 30). Silahların eşitliği ilkesi, davanın taraflarının usul hakları bakımından aynı koşullara tabi tutulması ve taraflardan birinin diğerine göre daha zayıf bir duruma düşürülmeksizin iddia ve savunmalarını makul bir şekilde mahkeme önünde dile getirme fırsatına sahip olması anlamına gelmektedir. Çelişmeli yargılama ilkesi ise taraflara dava dosyası hakkında bilgi sahibi olma ve yorum yapma hakkının tanınmasını, bu nedenle tarafların yargılamanın bütününe aktif olarak katılmasını gerektirmektedir (Bülent Karataş, B. No: 2013/6428, 26/6/2014, §§ 70, 71).

106. Yakalanan bir kişiye, yakalanmasının temel maddi ve hukuki sebepleri teknik olmayan ve anlayabileceği basit bir dilde açıklanmalı; böylece kişi, uygun görürse hürriyetinden yoksun bırakılmasının Anayasa'nın 19. maddesinin sekizinci fıkrası kapsamında kanuna uygunluğuna itiraz etmek üzere mahkemeye başvurma imkânına sahip olabilmelidir. Bununla birlikte Anayasa'nın 19. maddesinin dördüncü fıkrası, yakalama veya tutuklama sırasında verilen bilgilerin yakalanan veya tutuklanan kişiye isnat edilen suçların tam bir listesini içermesini, bir başka deyişle hakkındaki suçlamalara esas tüm delillerin bildirilmesini ya da açıklanmasını gerektirmemektedir (Günay Dağ ve diğerleri, § 175).

107. İfadesi ya da savunması alınırken başvurucuya erişimi kısıtlanan belgelerin içeriğine ilişkin sorular sorulmuş veya başvurucunun tutukluluk kararına yönelik itirazında bu belgelerin içeriğine atıfta bulunmuş olması durumunda başvurucunun tutukluluğa temel teşkil eden belgelere erişiminin olduğunun, bunların içerikleri hakkında yeterli bilgiye sahip bulunduğunun ve bu nedenle de tutukluluk hâlinin gerekçelerine yeterli biçimde itiraz etme imkânını elde ettiğinin kabulü gerekmektedir. Böyle bir durumda kişi, tutukluluğa temel teşkil eden belgelerin içeriği hakkında yeterli bilgiye sahiptir (Hidayet Karaca, § 107).

 (2) İlkelerin Olaya Uygulanması

108. Savcılığın talebi üzerine İstanbul 3. Sulh Ceza Hâkimliği 24/12/2014 tarihinde 5271 sayılı Kanun'un 153. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca dosyaya erişimin kısıtlanmasına karar vermiştir.

109. Başvuru formu ve eklerinde, kısıtlama kararının daha sonra kaldırılıp kaldırılmadığı hususunda herhangi bir bilgi veya belge bulunmamakla birlikte İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesince iddianamenin kabul edildiği 7/4/2016 tarihi itibarıyla kısıtlılık, 5271 sayılı Kanun'un 153. maddesinin (4) numaralı fıkrası uyarınca kendiliğinden sona ermiş bulunmaktadır (bkz. § 23).

110. Başvurucuya yöneltilen ve tutuklamaya konu olan suçlamaların ve buna ilişkin olguların tutuklama talep yazısında ve sorgu esnasında başvurucuya sorulan sorularda açıklandığı, başvurucunun da ifadesinde anılan suçlamalarla ilgili ayrıntılı bir şekilde beyanda bulunduğu görülmektedir (bkz. §§ 14, 15).

111. Öte yandan başvurucu, Hâkimliğin tutuklama kararında da tutuklamaya konu edilen suçlamalarla (eylemlerle) ilgili değerlendirmelerde bulunmuştur (bkz. § 16). Ayrıca tutukluluğa itiraz dilekçesinde başvurucu müdafileri tarafından usul ve esasa ilişkin ayrıntılı bir şekilde savunma yapılmıştır. Dolayısıyla başvurucunun ve müdafilerinin isnat edilen suçlamalara ve tutukluluğa temel teşkil eden bilgilere gerek sorgu öncesinde gerekse sorgu sonrasında erişimlerinin olduğu anlaşılmaktadır.

112. Bu itibarla suçlamalara dayanak olan temel unsurların ve tutmanın hukukiliğinin değerlendirilmesi için esas olan bilgilerin başvurucuya veya müdafilerine bildirilmiş, başvurucuya bunlara karşı savunma ve itirazlarını ileri sürme imkânı verilmiş olması dikkate alındığında yaklaşık birkaç ay devam eden soruşturma aşamasında uygulanmış olan kısıtlama nedeniyle başvurucunun tutukluluğa karşı etkili bir şekilde itirazda bulunamadığının kabulü mümkün görülmemiştir.

113. Diğer taraftan başvurucu kısıtlama kararının kapsamında bulunmayan belgelere erişiminin kısıtlanması nedeniyle tutukluluğa etkili bir şekilde itirazda bulunamadığını ileri sürmüşse de başvurucu açıkça hangi belgelere erişemediğini belirtmemiştir. Soruşturma makamlarınca suçlama konusunun başvurucuya bildirildiği, tutuklama kararında da bu olgulara yer verildiği görülmektedir. Dolayısıyla bir kısım belgelerin başvurucunun erişimine açılmamasının tutukluluğa etkili bir şekilde itirazda bulunmayı güçleştirdiği söylenemez.

114. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun kısıtlama kararı nedeniyle tutukluluğa etkili bir şekilde itirazda bulunamadığı iddiasına ilişkin olarak bir ihlalin bulunmadığı açık olduğundan başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

c. Tutuklamanın Hukuki Olmadığına İlişkin İddia

i. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

115. Başvurucu; kuvvetli suç şüphesi ve bir tutuklama nedeni bulunmadığı hâlde tutuklandığını, tutuklama ve tutuklamaya itirazın reddi kararlarının tutuklamayı haklı kılacak somut deliller ortaya konulmadan gerekçesiz olarak verildiğini belirterek kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

116. Bakanlık görüşünde; başvurucu hakkındaki suçlamaların somut delillere dayandığı ve tutuklamanın orantılı olduğu belirtilmiştir. Bakanlık, başvurucunun kuvvetli suç şüphesi ve bir tutuklama nedeni bulunmaksızın özgürlüğünden yoksun bırakıldığı şeklindeki şikâyetlerinin açıkça dayanaktan yoksun olduğu kanaatindedir.

117. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.

ii. Değerlendirme

118. Anayasa'nın "Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması" kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

119. Anayasa'nın "Kişi hürriyeti ve güvenliği" kenar başlıklı 19. maddesinin birinci fıkrası ile üçüncü fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:

"Herkes, kişi hürriyeti ve güvenliğine sahiptir.

...

Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler, ancak kaçmalarını, delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hallerde hâkim kararıyla tutuklanabilir."

120. Başvurucunun bu bölümdeki iddialarının Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamında kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı kapsamında incelenmesi gerekir.

 (1) Genel İlkeler

121. Anayasa'nın 19. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına sahip olduğu ilke olarak ortaya konduktan sonra ikinci ve üçüncü fıkralarında, şekil ve şartları kanunda gösterilmek şartıyla kişilerin özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği durumlar sınırlı olarak sayılmıştır. Dolayısıyla kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının kısıtlanması ancak Anayasa'nın anılan maddesi kapsamında belirlenen durumlardan herhangi birinin varlığı hâlinde söz konusu olabilir (Murat Narman, B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 42).

122. Ayrıca kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına yönelik bir müdahale, temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin ölçütlerin belirlendiği Anayasa'nın 13. maddesinde belirtilen koşullara uygun olmadığı müddetçe Anayasa'nın 19. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Bu sebeple sınırlamanın Anayasa'nın 13. maddesinde öngörülen ve tutuklama tedbirinin niteliğine uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, Anayasa'nın ilgili maddelerinde belirtilen haklı sebeplerden bir veya daha fazlasına dayanma ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir (Halas Aslan, B. No: 2014/4994, 16/2/2017, §§ 53, 54).

123 Anayasa'nın 13. maddesinde temel hak ve özgürlüklerin ancak kanunla sınırlanabileceği hükme bağlanmıştır. Öte yandan Anayasa'nın 19. maddesinde, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının sınırlanabileceği durumların şekil ve şartlarının kanunda gösterilmesi gerektiği belirtilmiştir. Dolayısıyla Anayasa'nın 13. ve 19. maddeleri uyarınca kişi hürriyetine ilişkin müdahale olarak tutuklamanın kanuni bir dayanağının bulunması zorunludur (Murat Narman, § 43; Halas Aslan, § 55).

124 Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında; suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişilerin ancak kaçmalarını, delilleri yok etmelerini veya değiştirmelerini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hâllerde hâkim kararıyla tutuklanabilecekleri belirtilmiştir (Halas Aslan, § 57).

125. Buna göre tutuklama ancak suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler bakımından mümkündür. Bir başka anlatımla tutuklamanın ön koşulu, kişinin suçluluğu hakkında kuvvetli belirtinin bulunmasıdır. Bunun için suçlamanın kuvvetli sayılabilecek inandırıcı delillerle desteklenmesi gerekir. İnandırıcı delil sayılabilecek olguların niteliği büyük ölçüde somut olayın kendine özgü şartlarına bağlıdır (Mustafa Ali Balbay, B. No: 2012/1272, 4/12/2013, § 72).

126. Başlangıçtaki bir tutuklama için kuvvetli suç şüphesinin bulunduğunun tüm delilleriyle birlikte ortaya konması her zaman mümkün olmayabilir. Zira tutmanın bir amacı da kişi hakkındaki şüpheleri teyit etmek veya çürütmek suretiyle ceza soruşturmasını ve/veya kovuşturmasını ilerletmektir (Dursun Çiçek, B. No: 2012/1108, 16/7/2014, § 87; Halas Aslan, § 76). Bu nedenle yakalama veya tutuklama anında delillerin yeterli düzeyde toplanmış olması mutlaka gerekli değildir. Bu bakımdan suç isnadına ve dolayısıyla tutuklamaya esas teşkil edecek şüphelere dayanak oluşturan olgular ile ceza yargılamasının sonraki aşamalarında tartışılacak olan ve mahkûmiyete gerekçe oluşturacak olguların aynı düzeyde değerlendirilmemesi gerekir (Mustafa Ali Balbay, § 73).

127. Bununla birlikte şüpheli veya sanığa isnat edilen eylemlerin ifade, basın ve sendika özgürlükleri ile siyasi faaliyette bulunma hakkı gibi demokratik toplum düzeni bakımından vazgeçilmez temel hak ve özgürlükler kapsamında olduğu hususunda ciddi iddiaların bulunduğu ya da bu durumun somut olayın koşullarından anlaşılabildiği hâllerde tutuklamaya karar veren yargı mercilerinin kuvvetli suç şüphesini belirlerken daha özenli davranmaları gerekir. Buradaki özen yükümlülüğüne riayet edilip edilmediği Anayasa Mahkemesinin denetimine tabidir (bu yöndeki denetim sonucunda verilen ihlal kararı için bkz. Erdem Gül ve Can Dündar [GK], B. No: 2015/18567, 25/2/2016, §§ 72-78; kabul edilemezlik kararları için bkz. Mustafa Ali Balbay, § 73; Hidayet Karaca, § 93; İzzettin Alpergin [GK], B. No: 2013/385, 14/7/2015, § 46; Mehmet Baransu (2), §§ 124, 133, 142; Gülser Yıldırım (2) [GK], B. No: 2016/40170, 16/11/2017, § 116).

128. Öte yandan Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında, tutuklama kararının kaçma ya da delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini önlemek amacıyla verilebileceği belirtilmiştir. Bununla birlikte anayasa koyucu, tutuklama nedenlerine ilişkin olarak "bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hâllerde" ibaresine yer vermek suretiyle hem tutuklama nedenlerinin Anayasa'da ifade edilenlerle sınırlı olmadığını belirtmiş hem de bunların dışında bir tutuklama nedeninin ancak kanunla düzenlenmesini mümkün kılmıştır (Halas Aslan, § 58).

129. Tutuklama nedenlerinin düzenlendiği 5271 sayılı Kanun'un 100. maddesinde tutuklama nedenleri sayılmıştır. Buna göre şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olguların bulunması, şüpheli veya sanığın davranışlarının delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma hususlarında kuvvetli şüphe oluşturması hâllerinde tutuklama kararı verilebilecektir. Maddede ayrıca işlendiği konusunda kuvvetli şüphe bulunması şartıyla tutuklama nedeninin varsayılabileceği suçlara ilişkin bir listeye yer verilmiştir (Ramazan Aras, B. No: 2012/239, 2/7/2013, § 46; Halas Aslan, § 59). Bununla birlikte başlangıçtaki bir tutuklama için Anayasa ve kanunda öngörülen tutuklama nedenlerinin dayandığı tüm olguların somut olarak belirtilmesi -işin doğası gereği- her zaman mümkün olmayabilir (Selçuk Özdemir [GK], B. No: 2016/49158, 26/7/2017, § 68).

130. Diğer taraftan Anayasa'nın 13. maddesinde temel hak ve özgürlüklere yönelik sınırlamaların ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı belirtilmiştir. Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan "tutuklamayı zorunlu kılan" ibaresiyle de tutuklamanın ölçülü olması gerektiğine işaret edilmektedir (Halas Aslan, § 72).

131. Ölçülülük ilkesi elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik, öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını; gereklilik, ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını; orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2016/13, K.2016/127, 22/6/2016, § 18; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 38).

132. Bu bağlamda dikkate alınacak hususlardan biri tutuklama tedbirinin isnat edilen suçun önemi ve uygulanacak olan yaptırımın ağırlığı karşısında ölçülü olmasıdır. Nitekim 5271 sayılı Kanun'un 100. maddesinde işin öneminin verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması hâlinde tutuklama kararı verilemeyeceği ifade edilmiştir (Halas Aslan, § 72).

133. Ayrıca tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunun söylenebilmesi için tutuklamaya alternatif diğer koruma tedbirlerinin yeterli olmaması gerekir. Bu çerçevede -tutuklamaya göre temel hak ve özgürlüklere daha hafif etkide bulunan- adli kontrol yükümlülüklerinin ulaşılmak istenen meşru amaç bakımından yeterli olması hâlinde tutuklama tedbirine başvurulmamalıdır. Nitekim bu hususa 5271 sayılı Kanun'un 101. maddesinin (1) numaralı fıkrasında işaret edilmiştir (Halas Aslan, § 79).

134. Her somut olayda tutuklamanın ön koşulu olan suçun işlendiğine dair kuvvetli belirtinin olup olmadığının, tutuklama nedenlerinin bulunup bulunmadığının ve tutuklama tedbirinin ölçülülüğünün takdiri öncelikle anılan tedbiri uygulayan yargı mercilerine aittir. Zira bu konuda taraflarla ve delillerle doğrudan temas hâlinde olan yargı mercileri Anayasa Mahkemesine kıyasla daha iyi konumdadır.

135. Bununla birlikte yargı mercilerinin belirtilen hususlardaki takdir aralığını aşıp aşmadığı Anayasa Mahkemesinin denetimine tabidir. Anayasa Mahkemesinin bu husustaki denetimi, somut olayın koşulları dikkate alınarak özellikle tutuklamaya ilişkin süreç ve tutuklama kararının gerekçeleri üzerinden yapılmalıdır (Selçuk Özdemir, § 76). Nitekim 5271 sayılı Kanun'un 101. maddesinin (2) numaralı fıkrasında; tutuklamaya ilişkin kararlarda kuvvetli suç şüphesini, tutuklama nedenlerinin varlığını ve tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu gösteren delillerin somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterileceği belirtilmiştir (Halas Aslan, § 75; Selçuk Özdemir, § 67).

 (2) İlkelerin Olaya Uygulanması

136. Başvurucu 20/9/2015 tarihinde İstanbul 2. Sulh Ceza Hâkimliğince silahlı terör örgütü kurma ve yönetme, Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme ve devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askerî casusluk amacıyla temin etme suçlarından 5271 sayılı Kanun'un 100. maddesi uyarınca tutuklanmıştır. Dolayısıyla başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin kanuni dayanağı bulunmaktadır.

137. Kanuni dayanağı bulunduğu anlaşılan tutuklama tedbirinin meşru bir amacının olup olmadığı ve ölçülülüğü incelenmeden önce tutuklamanın ön koşulu olan suçun işlendiğine dair kuvvetli belirtinin bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi gerekir.

138. Tutuklama kararında, başvurucunun FETÖ/PDY liderinin konuşmalarıyla ve örgüte ait televizyonda yayımlanan dizilerde geçen diyaloglarla eş zamanlı olarak muta nikâhı ve istihbarat örgütleriyle ilgili gerçeği çarpıtarak yazılar yazmak suretiyle diğer şüphelilerle işbirliği içinde 17-25 Aralık ve MİT tırları soruşturmaları öncesinde maniplasyon yapıp kamuoyu oluşturmaya çalıştığından ve örgütle irtibatından bahsedilerek kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösterir delillerin bulunduğu kanaatine varılmıştır (bkz. §16)

139. İddianamede ise başvurucunun suçlamaya konu yazılarına ve örgütle bağlantılı olduğu belirtilen kişilerle olan telefon görüşme kayıtlarına yer verilerek başvurucunun Selam Tevhid örgütü soruşturması kapsamında yapılan 17-25 Aralık ve MİT tırları soruşturmalarından önce kamuoyu oluşturmak amacıyla muta nikâhı ve istihbarat örgütleriyle ilgili olarak gerçeği çarpıtan yazılar yazmak ve bir kısım gizli bilgileri açıklamak suretiyle diğer şüphelilerle birlikte atılı suçları işlediği iddia edilmiştir (bkz. §§ 20-22).

140. Soruşturma makamlarınca suçlamaya konu yazıların anılan bir kısım soruşturmalarla eş zamanlılığı, örgüt liderinin anılan konuşma içerikleri, iddianamede bahsedilen dizilerde geçen diyaloglar, yazıların toplum üzerindeki etkisi ve başvurucunun telefon görüşme kayıtları birlikte değerlendirilerek başvurucunun suç işlediğine dair kuvvetli belirti bulunduğu sonucuna varılmasının keyfî ve temelsiz olduğu söylenemez.

141. Başvurucu hakkında uygulanan ve kuvvetli suç şüphesinin bulunması şeklindeki ön koşulu yerine gelmiş olan tutuklama tedbirinin meşru bir amacının olup olmadığının değerlendirilmesi gerekir. Bu değerlendirmede tutuklama kararının verildiği andaki genel koşullar da dâhil olmak üzere somut olayın tüm özelliklerinin dikkate alınması gerekir.

142. Başvurucunun tutuklanmasına karar verilirken işlendiği iddia olunan suçlara ilişkin kanunda öngörülen cezanın ağırlığına ve mevcut delil durumuna dayanıldığı görülmektedir.

143. Başvurucunun tutuklanmasına karar verilen silahlı terör örgütü kurma ve yönetme, Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme ve devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askerî casusluk amacıyla temin etme suçları ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası da dâhil uzun süreli hapis cezasını gerektiren ağır suçlardır. İsnat edilen suça ilişkin kanunda öngörülen cezanın ağırlığı kaçma şüphesine işaret eden durumlardan biridir (Hüseyin Burçak, B. No: 2014/474, 3/2/2016, § 61; Aydın Yavuz ve diğerleri, § 275).

144. Dolayısıyla tutuklama kararının verildiği andaki genel koşullar ve somut olayın yukarıda belirtilen özel koşulları ile İstanbul 2. Sulh Ceza Hâkimliği tarafından verilen kararın içeriği birlikte değerlendirildiğinde başvurucu yönünden özellikle kaçma ve delilleri etkileme şüphesine yönelen tutuklama nedenlerinin olgusal temellerden yoksun olduğu söylenemez.

145. Son olarak başvurucu hakkındaki tutuklama tedbirinin ölçülü olup olmadığının da belirlenmesi gerekir. Bir tutuklama tedbirinin Anayasa'nın 13. ve 19. maddeleri kapsamında ölçülülüğünün belirlenmesinde somut olayın tüm özellikleri dikkate alınmalıdır (Gülser Yıldırım (2), § 151).

146. Öncelikle terör suçlarının soruşturulması kamu makamlarını ciddi zorluklarla karşı karşıya bırakmaktadır. Bu nedenle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı, adli makamlar ve güvenlik görevlilerinin -özellikle organize olanlar olmak üzere- suçlarla ve suçlulukla etkili bir şekilde mücadelesini aşırı derecede güçleştirmeye neden olabilecek şekilde yorumlanmamalıdır (aynı yöndeki değerlendirmeler için bkz. Süleyman Bağrıyanık ve diğerleri, B. No: 2015/9756, 16/11/2016, § 214; Devran Duran [GK], B. No: 2014/10405, 25/5/2017, § 64).

147. Somut olayın yukarıda belirtilen özellikleri dikkate alındığında İstanbul 2. Sulh Ceza Hâkimliğince isnat edilen suç için öngörülen cezanın miktarı, işin niteliği ve önemi de nazara alınarak başvurucu hakkında tutuklama tedbirine karar verilmesinin ölçülü olmadığı söylenemez.

148. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına ilişkin olarak bir ihlalin bulunmadığı açık olduğundan başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

d. İfade ve Basın Özgürlüklerinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia

i. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

149. Başvurucu, gazetecilik faaliyeti olan köşe yazılarının soruşturmaya konu edilmesi ve bunlar nedeniyle tutuklanmasının ifade ve basın özgürlüklerini ihlal ettiğini ileri sürmüştür.

150. Bakanlık, başvurucunun ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiği iddiasının açıkça dayanaktan yoksun olduğu kanaatindedir.

151.Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.

ii. Değerlendirme

152. Anayasa Mahkemesi, tutuklama tedbirinin ifade ve basın özgürlükleri, dernek kurma hürriyeti, seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakları gibi diğer temel hak ve özgürlükler üzerindeki etkisini incelerken öncelikle tutuklamanın hukuki olup olmadığını ve/veya tutukluluğun makul süreyi aşıp aşmadığını değerlendirmekte; sonrasında tutuklamanın hukukiliğine ya da tutukluluğun süresinin makullüğüne ilişkin vardığı sonucu da dikkate alarak diğer temel hak ve özgürlüklerin ihlal edilip edilmediğini belirlemektedir (Hidayet Karaca, §§ 111-117; Günay Dağ ve diğerleri, 17/12/2015, §§ 191-203; Mehmet Haberal, §§ 105-116; Mustafa Ali Balbay, §§ 120-134;Kemal Aktaş ve Selma Irmak, B. No: 2014/85, 3/1/2014 §§ 61-75; Faysal Sarıyıldız, B. No: 2014/9, 3/1/2014, §§ 61-75;İbrahim Ayhan, B. No: 2013/9895, 2/1/2014, §§ 60-74;Gülser Yıldırım, B. No: 2013/9894, 2/1/2014, §§ 60-74).

153. Somut olayda başvurucunun tutuklanmasının hukuki olmadığı iddiası incelendiğinde başvurucunun suç işlemiş olabileceğinden şüphelenilmesi için inandırıcı delillerin bulunduğu, ayrıca olayda tutuklama nedenlerinin mevcut olduğu ve tutuklamanın ölçülü olduğunun söylenebileceği sonucuna varılmıştır (bkz. §§ 136-148). Bu kapsamda yapılan değerlendirmeler dikkate alındığında başvurucunun yalnızca ifade ve basın özgürlükleri kapsamında kalan eylemleri nedeniyle soruşturmaya maruz kaldığı ve tutuklandığı iddiası yönünden farklı bir sonuca varılmasını gerekli kılan bir durum bulunmamaktadır.

154. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 26. ve 28. maddeleri bağlamında ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiği iddialarına ilişkin olarak bir ihlalin bulunmadığı açık olduğundan başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

B. 26/8/2016 Tarihli Tutuklama Kararı Yönünden

1. Kişi Hürriyeti ve Güvenliği Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddialar

a. Tutukluluğun Makul Süreyi Aştığına İlişkin İddia

i. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

155. Başvurucu; mahkemelerce somut olgular ortaya konulmadan matbu gerekçelerle tutukluluğun devamına karar verildiğini, ayrıca kararlarda adli kontrolün yetersiz kalma nedenlerinin de gösterilmediğini, dolayısıyla yetersiz gerekçelerle sürdürülen tutukluluğun makul süreyi aştığını belirterek kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

156. Bakanlık görüşünde, AİHM kararlarına atıfla darbe teşebbüsü sonrasında soruşturma mercilerinin karşılaştıkları iş yükünün ağırlığına ve isnat konusu suçun niteliğine dikkat çekilerek başvurucunun tutukluluk süresinin makul olduğu belirtilmiştir. Bakanlık, başvurucunun bu bölümdeki iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olduğu görüşündedir.

157. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı başvuru formundakine benzer iddialar ileri sürmüştür.

ii. Değerlendirme

158. Anayasa'nın 19. maddesinin yedinci fıkrası şöyledir:

"Tutuklanan kişilerin, makul süre içinde yargılanmayı ve soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı isteme hakları vardır. Serbest bırakılma ilgilinin yargılama süresince duruşmada hazır bulunmasını veya hükmün yerine getirilmesini sağlamak için bir güvenceye bağlanabilir."

159. Başvurucunun bu bölümdeki iddialarının Anayasa'nın 19. maddesinin yedinci fıkrası bağlamında, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı kapsamında incelenmesi gerekir.

 (1) Uygulanabilirlik Yönünden

160. Anayasa'nın "Temel hak ve hürriyetlerin kullanılmasının durdurulması" kenar başlıklı 15. maddesi şöyledir:

"Savaş, seferberlik, sıkıyönetim veya olağanüstü hallerde, milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükler ihlâl edilmemek kaydıyla, durumun gerektirdiği ölçüde temel hak ve hürriyetlerin kullanılması kısmen veya tamamen durdurulabilir veya bunlar için Anayasada öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabilir.

Birinci fıkrada belirlenen durumlarda da, savaş hukukuna uygun fiiller sonucu meydana gelen ölümler dışında, kişinin yaşama hakkına, maddî ve manevî varlığının bütünlüğüne dokunulamaz; kimse din, vicdan, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz ve bunlardan dolayı suçlanamaz; suç ve cezalar geçmişe yürütülemez; suçluluğu mahkeme kararı ile saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamaz."

161. Anayasa Mahkemesi, olağanüstü yönetim usullerinin uygulandığı dönemlerde alınan tedbirlere ilişkin bireysel başvuruları incelerken Anayasa'nın 15. maddesinde ortaya konulan temel hak ve özgürlüklere ilişkin güvence rejimini dikkate alacağını belirtmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 187-191). Soruşturma mercilerince başvurucuya yöneltilen ve tutuklama tedbirine konu olan suçlama, başvurucunun darbe teşebbüsünün arkasındaki yapılanma olduğu belirtilen FETÖ/PDY üyesi olduğu iddiasıdır. Anayasa Mahkemesi anılan suçlamanın olağanüstü hâl ilanını gerekli kılan olaylarla ilgili olduğunu değerlendirmiştir (Selçuk Özdemir, § 57).

162. Bu itibarla başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin hukuki olup olmadığının incelenmesi Anayasa'nın 15. maddesi kapsamında yapılacaktır. Bu inceleme sırasında öncelikle başvurucunun tutuklanmasının başta Anayasa'nın 13. ve 19. maddeleri olmak üzere diğer maddelerinde yer alan güvencelere aykırı olup olmadığı tespit edilecek, aykırılık saptanması hâlinde ise Anayasa'nın 15. maddesindeki ölçütlerin bu aykırılığı meşru kılıp kılmadığı değerlendirilecektir (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 193-195, 242; Selçuk Özdemir, § 58).

 (2) Kabul Edilebilirlik Yönünden

163. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

 (3) Esas Yönünden

 (a) Genel İlkeler

164. Anayasa'nın 19. maddesinin yedinci fıkrasında, bir ceza soruşturması kapsamında tutuklanan kişilerin makul sürede yargılanmayı ve soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı isteme haklarına sahip olduğu belirtilmiştir. Anılan fıkrada güvence altına alınan makul sürede yargılanmayı ve serbest bırakılmayı isteme haklarının birbirinin alternatifi değil tamamlayıcısı olarak değerlendirilmesi gerekir (Murat Narman, § 60; Halas Aslan, § 66).

165. Anayasa'nın 19. maddesinde güvence altına alınan serbest bırakılmayı isteme hakkı uyarınca, bir ceza soruşturması veya kovuşturması kapsamında tutuklu olan kişiler ilgili yargı mercilerinden serbest bırakılmalarına karar verilmesini talep edebilirler. Bu hakkın bir yansıması olarak 5271 sayılı Kanun'un 104. maddesinin (1) numaralı fıkrasında, şüpheli veya sanığın soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında salıverilmesini isteyebileceği belirtilmiş; aynı Kanun'un 108. maddesinde de tutukluluğun soruşturma ve kovuşturma evrelerinde belirli süreleri aşmayacak şekilde resen incelenmesi gerektiği ifade edilmiştir. Yargı organlarınca tutukluluğun her aşamasında gerek kişinin serbest bırakılma talebi üzerine gerekse resen yapılan incelemelerde tutulmanın meşru nedenlerinin açıklanması Anayasa'nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının bir gereğidir (Halas Aslan, § 67).

166. Anılan maddede ayrıca tutuklanan kişilerin makul sürede yargılanmayı isteme hakkına sahip olduğu ifade edilmiştir. Genel olarak yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması, Anayasa'nın 36. maddesi ile güvence altına alınan adil yargılanma hakkının konusudur. Kişilerin fiziksel hürriyetlerinin kısıtlanmasına ilişkin güvencelerin belirtildiği Anayasa'nın 19. maddesine göre öncelikle tutukluluğun makul süreyi aşmaması gerekir. Bununla birlikte maddenin tutuklu olarak sürdürülen yargılamanın makul sürede sonuçlandırılması gerektiğine de işaret ettiği görülmektedir. Hürriyeti kısıtlanarak yargılanan kişinin yargılamanın makul sürede bitirilmesindeki menfaati, işin doğası gereği diğerlerine göre daha fazladır. Bu bağlamda Anayasa'nın 19. maddesinin yedinci fıkrasında belirtilen tutuklu kişinin makul sürede yargılanma hakkı, Anayasa'nın 36. maddesi ile güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki makul sürede yargılanma hakkına göre daha yüksek bir koruma sağlamaktadır (Halas Aslan, §§ 68, 69).

167. Buna göre tutuklu olarak sürdürülen soruşturma ve kovuşturma süreçlerinin süratle sonuçlandırılması gerekir. Bunun için başta savcılıklar ve mahkemeler olmak üzere tüm kamu organları, tutuklu olarak sürdürülen soruşturma/kovuşturma süreçlerinin -adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelere riayet edilmek koşuluyla- süratli bir şekilde sonuçlandırılması için özenli davranmalıdırlar. Anılan özen yükümlülüğü, kişinin hürriyetinden yoksun bırakılmaya devam edilmesinin keyfî olmadığının, dolayısıyla kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına yönelik müdahalenin meşru amacının devam ettiğinin söylenebilmesi için de zorunludur. Bu itibarla tutuklu kişiler hakkındaki soruşturma/kovuşturma süreçlerinin özenli olarak yürütülmesi Anayasa'nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının bir gereğidir (Halas Aslan, §§ 70, 71).

168. Öte yandan tutukluluk süresinin makul olup olmadığı konusunun genel bir ilke çerçevesinde değerlendirilmesi mümkün değildir. Bir kişinin tutuklu kaldığı sürenin makul olup olmadığı her davanın kendi özelliklerine göre değerlendirilmelidir (Murat Narman, § 61).

169. Makul sürenin hesaplanmasında sürenin başlangıcı, başvurucunun ilk kez yakalanıp gözaltına alındığı durumlarda bu tarih; doğrudan tutuklandığı durumlarda ise tutuklanma tarihidir. Sürenin sonu ise kural olarak kişinin serbest bırakıldığı ya da ilk derece mahkemesince hüküm verildiği tarihtir (Murat Narman, § 66).

170. Bir ceza soruşturması veya kovuşturması kapsamında sürdürülen tutukluluğun makul süreyi aşıp aşmadığı öncelikle tutukluluğa ilişkin kararların gerekçeleri üzerinden tespit edilebilir. Tutukluluğa ilişkin kararların gerekçelerinde tutuklamanın ön şartı olan kişinin suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunduğunun, tutuklama nedenlerinin ve tutuklamanın neden ölçülü olduğunun ortaya konulması gerekmektedir (Halas Aslan, §§ 74, 75).

171. Suç işlendiğine dair kuvvetli bir belirtinin bulunması, tutuklama için bir ön şart olup varlığını tutukluluğun her aşamasında korumalıdır. Başlangıçtaki bir tutuklama için kuvvetli belirtinin bulunduğunun tüm delilleriyle birlikte ortaya konulması her zaman mümkün olmasa da (Mustafa Ali Balbay, § 73) soruşturma/kovuşturma süreci ilerledikçe kişi hakkındaki suç şüphesini doğrulayacak ya da ortadan kaldıracak delillere erişilecektir. Bu nedenle belirli bir süre geçtikten sonraki tutukluluğun devamına ilişkin kararlarda, suç işlendiğine dair kuvvetli belirtinin bulunduğunun somut olgularla birlikte açıklanması gerekir. Tutukluluğun herhangi bir aşamasında kişinin tutuklu olduğu suç yönünden kuvvetli belirtiyi gösteren olgular ortadan kalkmışsa artık tutmanın meşru bir amacının bulunduğu söylenemez (Halas Aslan, § 76).

172. Başlangıçtaki bir tutuklama için Anayasa ve kanunda öngörülen tutuklama nedenlerinin dayandığı tüm olguların somut olarak belirtilmesi -işin doğası gereği- her zaman mümkün olamasa da (Selçuk Özdemir, § 68) soruşturma/kovuşturma sürecinde deliller toplandıkça artık delillere etki edilebilmesi imkânı ortadan kalkmakta ya da zorlaşmaktadır. Ayrıca isnat edilen suç dolayısıyla belirli bir süre hürriyetinden yoksun kalan ve bu itibarla yargılama sonunda alınması muhtemel cezanın en azından bir bölümünü karşılayacak kadar tutulan kimsenin kaçma ihtimalinin başlangıçtakine göre azaldığı da söylenebilir. Bu nedenlerle belirli bir süreyi aşan tutukluluğa ilişkin devam kararlarında tutuklama nedenlerinin soyut olarak belirtilmesi yeterli değildir (Hanefi Avcı, B. No: 2013/2814, 18/6/2014, § 70).

173. Son olarak tutukluluğun devamına ilişkin kararlarda tutuklamanın ölçülü olduğuna ilişkin olguların, özellikle tutuklamaya göre temel hak ve özgürlüklere daha hafif etkide bulunan adli kontrol tedbirlerinin neden yetersiz kaldığının ortaya konulması gerekir(Halas Aslan, § 79). Ayrıca tutukluluk devam ettikçe bir taraftan bireye düşen yükümlülük artarken diğer taraftan tutulmanın dayandığı meşru amaç zayıfladığından tutukluluğun devamı kararlarında davanın genel durumunun yanında tutuklu kişinin özel durumu da dikkate alınmalı, bu anlamda tutuklama nedenleri kişiselleştirilmelidir (Hanefi Avcı, § 84).

174. Tutukluluğun uzun sürdüğü veya makul süreyi aştığı şikâyetiyle yapılan bireysel başvurularda, derece mahkemelerince verilen tutuklama ve tutukluluğun devamına ilişkin kararlarda açıklanan gerekçeleri inceleyerek bu gerekçelerin somut olayın özelliklerine göre suçun işlendiğine dair kuvvetli belirtinin ve tutuklama nedenlerinin varlığı ve tutuklamanın ölçülülüğü bağlamında ilgili ve yeterli olup olmadığını, ayrıca soruşturma/kovuşturma süreçlerinde yukarıda belirtilen özen yükümlülüğüne uyulup uyulmadığını incelemek Anayasa Mahkemesinin görevidir. Bu denetim sonunda tutukluluğa ilişkin gerekçelerin ilgili ve yeterli olmadığı veya tutuklu olarak sürdürülen soruşturma/kovuşturma süreçlerinin kamu organlarının özen yükümlülüğü ile bağdaşmayan tutumları nedeniyle tamamlanmadığı kanaatine varılırsa tutukluğun makul süreyi aştığı sonucuna ulaşılacaktır (Halas Aslan, §§ 82, 83).

 (b) İlkelerin Olaya Uygulanması

175. Başvurucu, 15 Temmuz darbe teşebbüsünden sonra 23/8/2016 tarihinde gözaltına alınmış ve İzmir 4. Sulh Ceza Hâkimliğinin 26/8/2016 tarihli kararıyla silahlı terör örgütü üyesi olma ve terör örgütü propagandası yapma suçlarından tutuklanmıştır. Bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla başvurucunun tutukluluk hâli devam etmektedir. Buna göre başvurucunun tutukluluk süresi 2 yıl 4 ay 19 gündür.

176. Başvurucu, kamu makamlarınca ve yargı organlarınca darbe teşebbüsünün arkasındaki yapılanma olduğu değerlendirilen FETÖ/PDY ile bağlantılı olduğu belirtilen avukatlarla ilgili olarakBaşsavcılıkça yürütülen bir soruşturma kapsamında tutuklanmıştır. Başvurucunun isnat edilen suç yönünden kuvvetli suç şüphesi altında olduğu sulh ceza hâkimlikleri ve yargılamayı yapan ağır ceza mahkemeleri tarafından verilen tutukluluğa ilişkin kararlarda açıkça belirtilmiştir. Başvurucu hakkındaki tutuklama ve tutukluluğun devamı kararlarında atıf yapılan ve/veya soruşturma dosyasında bulunduğu ifade edilen delillerin içeriği dikkate alındığında -tutukluluğun ön şartı olan- suç işlendiğine dair kuvvetli belirtinin bulunduğuna ilişkin olarak anılan kararların ilgili ve yeterli olduğu değerlendirilmiştir.

177. Öte yandan sulh ceza hâkimliklerinin ve ağır ceza mahkemelerinin tutukluluğun devamı kararlarının gerekçelerinde yer alan tutuklama nedenlerine ve ölçülülüğe ilişkin açıklamalar incelendiğinde kaçma şüphesine, delillerin karartılması ihtimalinin bulunmasına, isnat edilen suçun 5271 sayılı Kanun'un 100. maddesinin (3) numaralı fıkrasında yer alan ve kanun gereği tutuklama nedeni varsayılabilen suçlar arasında olmasına, suça göre tutuklama tedbirinin ölçülü/orantılı olmasına, adli kontrol tedbirlerinin yetersiz kalacağına dayanıldığı görülmektedir (bkz. §§ 34-49, 52, 53, 55-61).

178. Türk yargı organlarınca FETÖ/PDY'nin devletin anayasal kurumlarını ele geçirmeyi, sonrasında devleti, toplumu ve fertleri kendi ideolojisi doğrultusunda yeniden şekillendirmeyi ve oligarşik özellikler taşıyan bir zümre eliyle ekonomiyi, toplumsal ve siyasal gücü yönetmeyi amaçlayan, bu doğrultuda mevcut idari sisteme paralel şekilde örgütlenen bir terör örgütü olduğu kabul edilmektedir (ilgili kararların bir kısmı için bkz. § 31; Selçuk Özdemir, §§ 20, 21; Alparslan Altan [GK], B. No: 2016/15586, 11/1/2018 § 10).

179. FETÖ/PDY, bir taraftan başta eğitim ve din olmak üzere farklı sosyal, kültürel ve ekonomik alanlarda yasal faaliyetlerde bulunurken diğer taraftan bazen bu yasal kuruluşların içinde gizlenmiş olan bazen de yasal yapıdan tamamen farklı şekilde konumlanan ve hareket eden, özellikle de kamusal alana yönelik faaliyetlerde bulunan illegal bir yapılanma niteliğindedir (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 26).

180. Başvurucuya isnat edilen suçlamanın niteliği, başvurucunun üyesi olduğu iddia edilen terör örgütünün (FETÖ/PDY'nin) yukarıda ifade edilen örgütlenme biçimi ve işleyişi, soruşturma/kovuşturma konusu edilen olayların özellikleri birlikte dikkate alındığında tutukluluğun devamı kararlarındaki gerekçelerin tutukluluğun devamının hukuka uygunluğunu ve tutulmanın meşruluğunu haklı gösterecek özen ve içerikte olduğu, dolayısıyla tutukluluk hâlinin devamına ilişkin bu gerekçelerin tutukluluk süresi itibarıyla ilgili ve yeterli olduğu sonucuna varılmıştır.

181. Diğer taraftan soruşturma mercilerince darbe teşebbüsünün başlamasıyla birlikte doğrudan darbe teşebbüsüyle bağlantılı eylemlere veya FETÖ/PDY'nin -yargı organları da dâhil olmak üzere- kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına ve faaliyetlerine yönelik olarak da soruşturmalar yapılmış ve bu soruşturmalar çerçevesinde çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır. Anılan türdeki soruşturmaların diğer ceza soruşturmalarına göre daha zor ve karmaşık olduğu konusunda herhangi bir tereddüt bulunmamaktadır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 52).

182. Başvurucunun üyesi olduğu iddia edilen örgütün özellikleri, bu örgütün yapılanmasının boyutu ve faaliyetlerinin niteliği, bu türdeki soruşturmaların yürütülmesinin -diğer soruşturmalara göre- zorluğu ve başvurucunun yargılandığı davada, Mahkemece genellikle iki ayda toplam iki, İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesince yürütülen yargılamada genellikle birer ay arayla ve en geç iki buçuk ayda bir duruşma yapıldığı, bu duruşmalarda sanıkların ve tanıkların dinlendiği, delillerin toplandığı görülmektedir. Bu itibarla genel olarak davanın yürütülmesinde derece mahkemelerince hareketsiz kalınan bir dönem olmadığı gibi yargılamada özensizlik gösterildiği de tespit edilmemiştir.

183. Başvurucu hakkındaki tutukluluğun devamına ilişkin kararların gerekçelerinin hürriyetten yoksun bırakılmanın meşru nedenlerinin belirtilmesi bakımından ilgili ve yeterli olması ve soruşturma/kovuşturma sürecinin yürütülmesinde bir özensizliğin tespit edilmemiş olması dikkate alındığında 2 yıl 4 ay 14 günlük tutukluluk süresinin makul olduğu sonucuna varılmıştır.

184. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 19. maddesinin yedinci fıkrası bağlamında kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.

185. Buna göre başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına tutukluluğun devam ettirilmesi suretiyle yapılan müdahalenin bu hakka dair Anayasa'da (13. ve 19. maddelerde) yer alan güvencelere aykırılık oluşturmadığı görüldüğünden Anayasa'nın 15. maddesinde yer alan ölçütler yönünden ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek bulunmamaktadır.

b. Soruşturma Dosyasına Erişimin Kısıtlandığına İlişkin İddia

i. Başvurucunun İddiası ve Bakanlık Görüşü

186. Başvurucu, gerekçesiz bir şekilde verilen soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması nedeniyle tutuklamaya karşı etkili bir şekilde itirazda bulunma imkânından yoksun bırakıldığını belirterek kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

187. Bakanlık görüşünde;başvurucu hakkındaki suçlamanın başvurucuya ayrıntılı bir şekilde anlatılarak savunma yapma imkânı verildiği ve başvurucunun savunmasını yaptığı ileri sürülmüştür. Bakanlık, bu nedenlerle şikâyetin açıkça dayanaktan yoksun olduğuna karar verilmesi gerektiğini ifade etmiştir.

188. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı başvuru formundakine benzer beyanlarda bulunmuştur.

ii. Değerlendirme

189. Bireysel başvuruların 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 47. maddesinin (5) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) 64. maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca başvuru yollarının tüketildiği tarihten, başvuru yolu öngörülmemiş ise ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılması gerekmektedir.

190. Somut olayda 5271 sayılı Kanun'un 153. maddesinin (4) numaralı fıkrası uyarınca Mahkemece iddianamenin kabul edildiği 13/12/2016 tarihi itibarıyla kısıtlılık kanun gereği kendiliğinden sona ermiş ve dosyaya erişim imkânı sağlanmıştır. İddianame ve tensip zaptının başvurucuya tebliğ edildiği tarih dosya kapsamından tespit edilememekle birlikte başvurucunun en geç ilk duruşmanın yapıldığı 14/2/2018 tarihinde iddianame ve tensip zaptından haberdar olduğunun kabulü gerekecektir. Dolayısıyla başvurucunun dosyaya erişimin kısıtlanmasına yönelik başvurusunu 14/2/2018 tarihinden itibaren otuz gün içinde yapması gerekmektedir. Otuz günlük başvuru süresi geçtikten sonra 20/4/2018 tarihinde yapılan bireysel başvuruda süre aşımı bulunduğu anlaşılmıştır.

191. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının süre aşımı nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

c. Tutukluluk İncelemelerinin Hâkim/Mahkeme Önüne Çıkarılmaksızın

Yapıldığına İlişkin İddia

i. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

192. Başvurucu; tutuklanmasına karar verildiği tarihten itibaren tutukluluk incelemelerinin duruşmasız olarak yapıldığını, tahliye taleplerinin ve tutukluluğa yönelik itirazlarının da dosya üzerinden yapılan incelemeler sonucunda değerlendirildiğini belirterek kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

193. Bakanlık, şikâyetin açıkça dayanaktan yoksun olduğuna karar verilmesi gerektiğini ifade etmiştir.

194. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı başvuru formundakine benzer beyanlarda bulunmuştur.

ii. Değerlendirme

195. Anayasa'nın 19. maddesinin sekizinci fıkrası şöyledir:

"Her ne sebeple olursa olsun, hürriyeti kısıtlanan kişi, kısa sürede durumu hakkında karar verilmesini ve bu kısıtlamanın kanuna aykırılığı halinde hemen serbest bırakılmasını sağlamak amacıyla yetkili bir yargı merciine başvurma hakkına sahiptir."

196. Başvurucunun bu bölümdeki iddialarının Anayasa'nın 19. maddesinin sekizinci fıkrası kapsamında incelenmesi gerekir.

(1)Uygulanabilirlik Yönünden

197. Başvurucunun tutuklanmasına neden olan suçlama, Türkiye'de olağanüstü hâl ilanına sebebiyet veren temel olay olan 15 Temmuz darbe teşebbüsünün arkasındakiyapılanma olduğu belirtilen ve silahlı bir terör örgütü olduğu kabul edilen FETÖ/PDY üyesi olduğuna ilişkindir. Başvurucunun tutukluluk sürecinde olağanüstü hâl devam etmiştir. Bu itibarla başvurucunun tutukluluk incelemelerinin hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapılmasının kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı üzerindeki etkisinin incelenmesi, Anayasa'nın 15. maddesi kapsamında yapılacaktır. Bu inceleme sırasında öncelikle tutukluluk incelemelerinin yapılış şeklinin Anayasa'nın 19. maddesinde yer alan güvencelere aykırı olup olmadığı tespit edilecektir (bkz. §§ 160-162).

 (2) Kabul Edilebilirlik Yönünden

 (a) Genel İlkeler

198. Anayasa'nın 19. maddesinin sekizinci fıkrası uyarınca, hürriyeti kısıtlanan kişi kısa sürede durumu hakkında karar verilmesini ve bu kısıtlamanın kanuna aykırılığı hâlinde hemen serbest bırakılmasını sağlamak amacıyla yetkili bir yargı merciine başvurma hakkına sahiptir (Mehmet Haberal, § 122).

199. Serbest bırakılmak amacıyla yetkili yargı merciine yapılması gereken başvurudan söz edildiğinden anılan hakkın uygulanması ancak talep hâlinde söz konusu olabilecektir. Dolayısıyla burada belirtilen bir yargı merciine başvurma hakkı, suç isnadıyla hürriyetinden yoksun bırakılan kimseler bakımından tahliye talebinin yanı sıra tutuklama, tutukluluğun devamı ve tahliye talebinin reddi kararlarına karşı yapılan itirazların incelenmesi sırasında da uygulanması gereken bir güvencedir (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 328).

200. Bununla birlikte 5271 sayılı Kanun'un 108. maddesine göre şüpheli veya sanığın istemi olmaksızın tutukluluğun resen incelenmesi durumunda hürriyeti kısıtlanan kişiye tanınan yargı merciine başvurma hakkı kapsamında bir değerlendirme yapılmadığından bu incelemeler Anayasa'nın 19. maddesinin sekizinci fıkrası kapsamına dâhil değildir (Firas Aslan ve Hebat Aslan, B. No: 2012/1158, 21/11/2013, § 32; Faik Özgür Erol ve diğerleri, B. No: 2013/6160, 2/12/2015 § 24).

201. Anayasa'nın 19. maddesinin sekizinci fıkrasında, serbest bırakılmayı sağlamak amacıyla başvurulacak yerin bir yargı mercii olması öngörülmüş olduğundan işin doğası gereği burada yapılacak incelemenin yargısal bir niteliği bulunmaktadır. Yargısal nitelikteki bu inceleme sırasında adil yargılanma hakkının tutmanın niteliğine ve koşullarına uygun güvencelerinin sağlanması gerekir. Bu bağlamda tutukluluk hâlinin devamının veya serbest bırakılma taleplerinin incelenmesinde silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerine riayet edilmelidir (Hikmet Yayğın, §§ 29, 30).

202. Silahların eşitliği ilkesi, davanın taraflarının usul hakları bakımından aynı koşullara tabi tutulması ve taraflardan birinin diğerine göre daha zayıf bir duruma düşürülmeksizin iddia ve savunmalarını makul bir şekilde mahkeme önünde dile getirme fırsatına sahip olması anlamına gelmektedir. Çelişmeli yargılama ilkesi ise taraflara dava dosyası hakkında bilgi sahibi olma ve yorum yapma hakkının tanınmasını, bu nedenle tarafların yargılamanın bütününe aktif olarak katılmasını gerektirmektedir (Bülent Karataş, B. No: 2013/6428, 26/6/2014, §§ 70, 71).

203. Anayasa'nın 19. maddesinin sekizinci fıkrasından kaynaklanan temel güvencelerden biri de tutukluluğa karşı itirazın hâkim önünde yapılan duruşmalarda etkin olarak incelenmesi hakkıdır. Zira hürriyetinden yoksun bırakılan kimsenin bu duruma ilişkin şikâyetlerini, tutuklanmasına dayanak olan delillerin içeriğine veya nitelendirilmesine yönelik iddialarını, lehine ve aleyhine olan görüş ve değerlendirmelere karşı beyanlarını hâkim/mahkeme önünde sözlü olarak dile getirebilme imkânına sahip olması, tutukluluğa itirazını çok daha etkili bir şekilde yapmasını sağlayacaktır. Bu nedenle kişi, bu haktan düzenli bir şekilde yararlanarak makul aralıklarla dinlenilmeyi talep edebilmelidir (Firas Aslan ve Hebat Aslan, § 66; Süleyman Bağrıyanık ve diğerleri, § 267; Aydın Yavuz ve diğerleri, § 333).

204. Anılan güvencenin bir yansıması olarak 5271 sayılı Kanun'un 105. maddesinde, şüpheli veya sanığın soruşturma ve kovuşturma evrelerinde salıverilme istemleri karara bağlanırken duruşmada karar verilecek ise Cumhuriyet savcısının yanı sıra şüpheli, sanık veya müdafinin görüşünün alınacağı belirtilmiş; aynı Kanun'un 108. maddesinde ise soruşturma evresinde şüphelinin tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceği hususunda karar verilirken şüpheli veya müdafiinin dinlenilmesi gerektiği düzenlenmiştir. Öte yandan Kanun'un 101. maddesinin (5) numaralı fıkrası ile 267. maddesine göre resen ya da talep üzerine tutukluluk hakkında verilmiş tüm kararlar, mahkeme önünde itiraza konu olabilmektedir (Süleyman Bağrıyanık ve diğerleri, § 269). Tutukluluğa ilişkin kararların itiraz incelemesi bakımından aynı Kanun'un 271. maddesinde itirazın kural olarak duruşma yapılmaksızın karara bağlanacağı, ancak gerekli görüldüğünde Cumhuriyet savcısı ve sonra müdafi veya vekilin dinlenebileceği düzenlemesine yer verilmiştir. Buna göre tutukluluk incelemelerinin ya da tutukluluğa ilişkin itiraz incelemelerinin duruşma açılarak yapılması hâlinde şüpheli, sanık veya müdafiinin dinlenilmesi gerekmektedir (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 334).

205. Ancak tutukluluğa ilişkin verilen her kararın itirazının incelenmesinde veya her tahliye talebinin değerlendirilmesinde duruşma yapılması ceza yargılaması sistemini işlemez hâle getirebilecektir. Bu nedenle Anayasa'da öngörülen inceleme usulüne ilişkin güvenceler, duruşma yapmayı gerektirecek özel bir durum olmadığı sürece tutukluluğa karşı yapılacak itirazlar için her durumda duruşma yapılmasını gerektirmez (Firas Aslan ve Hebat Aslan, § 73).

 (b) İlkelerin Olaya Uygulanması

206. İzmir 4. Sulh Ceza Hâkimliği tarafından 26/8/2016 tarihinde başvurucunun sorgusu yapılmış, başvurucu -müdafiiyle birlikte- sorgu sırasında hem kendisine isnat edilen suçlamalara karşı hem de Savcılık tarafından yapılan tutuklama talebine karşı savunmalarını sözlü olarak ifade etmiştir.

207. Başvurucunun tutuklanmasından sonra gerek tahliye talebinde bulunması üzerine gerekse resen yapılan tutukluluk incelemelerinin duruşmasız olarak gerçekleştirildiği, başvurucunun bu süreç içinde hâkim/mahkeme önüne çıkarılmadığı görülmektedir. Başvurucunun tutuklama ve tutukluluğun devamı kararlarına yönelik itirazları da itiraz mercilerince dosya üzerinden yapılan incelemeler sonucunda karara bağlanmıştır. Başvurucu tutuklandıktan sonra ilk kez 14/2/2018 tarihinde hâkim önüne çıkmıştır. Buna göre başvurucu 1 yıl 5 ay 18 gün hâkim önüne çıkmamıştır.

208. Anayasa Mahkemesi; daha önce verdiği kararlarda, tutukluluğa itiraz incelemesinin başvurucunun dinlenmesinden 1 ay 28 gün sonra duruşmasız olarak yapılmasının Anayasa'nın 19. maddesinin sekizinci fıkrasını ihlal etmediğini belirtmiştir (Mehmet Haberal, § 128).

209. Ayrıca Anayasa Mahkemesi Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 326-359) kararında; 15 Temmuz 2016 tarihinde yaşanan darbe teşebbüsü ve sonrasında ilan edilen olağanüstü hâl döneminde ortaya çıkan koşulları dikkate alarak darbe teşebbüsü ile FETÖ/PDY ve terörle ilgili suçlardan dolayı tutuklanan kişilerin tutukluluk incelemelerinin belirli bir süre duruşmasız olarak yapılmasının Anayasa'nın 19. maddesinin sekizinci fıkrasıyla bağdaşmasa da olağanüstü yönetim usullerinin benimsendiği dönemde temel hak ve özgürlüklerin güvence rejimini düzenleyen Anayasa'nın 15. maddesi kapsamında meşru görülebileceğini belirtmiştir.

210. Anayasa Mahkemesi yakın zamanda verdiği Erdal Tercan ([GK], B. No: 2016/15637, 12/4/2018) kararında da bu kapsamda yaptığı incelemede, darbe teşebbüsünden sonraki süreçte darbe teşebbüsünün arkasındaki yapılanma olan, FETÖ/PDY veyaterörle bağlantılı suçlardan tutuklanan kişilerin tutukluluk incelemelerinin 18 aya kadar hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapılmasının olağanüstü hâl döneminde kişi hürriyeti ve güvenliği hakkını ihlal etmediği sonucuna varmıştır (Erdal Tercan, § 246).

211. Somut olayda başvurucu darbe teşebbüsünü gerçekleştiren FETÖ/PDY terör örgütüne üye olma suçlamasıyla tutuklanmıştır. Bu bağlamda tutuklama konusu suçun niteliği ve koşulları ile tutukluluğun hâkim önüne çıkarılmaksızın devam ettirildiği 1 yıl 5 ay 18 günlük süre dikkate alındığında anılan kararlardaki sonuçtan ayrılmayı ve farklı bir değerlendirme yapmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.

212. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun tutukluluğa itiraz incelemesinin duruşmasız olarak yapıldığı iddiasına ilişkin olarak bir ihlalin olmadığı açık olduğundan başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddialar

a. Savunma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

i. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

213. Başvurucu; ceza infaz kurumunda avukatlarıyla olan görüşme süresinin kısaltılması, avukatlarıyla yaptığı görüşme notlarının kaydedilmesi ve soruşturma dosyasına müdafiinin erişiminin engellenmesi nedenleriyle savunma hakkının kısıtlandığını ileri sürerek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

214. Bakanlık, başvurucunun bu bölümdeki iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olduğu kanaatindedir.

215. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı başvuru formundakine benzer beyanlarda bulunmuştur.

ii. Değerlendirme

216. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrasının son cümlesi şöyledir:

"Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır."

217. 6216 sayılı Kanun'un "Bireysel başvuru hakkı" kenar başlıklı 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

"İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir."

218. Yukarıda belirtilen Anayasa ve Kanun hükümleri gereğince Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, iddia edilen hak ihlallerinin derece mahkemelerince düzeltilmemesi hâlinde başvurulabilecek ikincil nitelikte bir kanun yoludur. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için öncelikle olağan kanun yollarının tüketilmesi zorunludur (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No: 2012/403, 26/3/2013, §§ 16, 17).

219. Somut olayda başvurucu, soruşturma süreci devam ederken bireysel başvuruda bulunmuş; sonrasında hakkında kamu davası açılmıştır. Anayasa Mahkemesince bireysel başvurunun karara bağlandığı tarih itibarıyla başvurucu hakkındaki kovuşturmanın devam ettiği görülmektedir. Başvurucunun başvuru formunda dile getirdiği suçlamaya esas olguların kendisine bildirilmediği, böylelikle isnadı (suçu) öğrenme hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetlerini yargılamada ve sonrasında temyiz aşamalarında ileri sürebilme ve bu aşamalarda inceletme imkânı bulunmaktadır. Bu çerçevede derece mahkemelerinin yargılama ve temyiz süreçleri beklenmeden soruşturma sürecindeki adil yargılanma hakkı ihlali şikâyetlerinin başvurucu tarafından bireysel başvuruya konu edildiği görülmüştür.

220. Açıklanan gerekçelerle ilk derece mahkemeleri ve temyiz mercileri önünde devam eden başvuru yolları tüketilmeden temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasının bireysel başvuru konusu yapıldığı anlaşıldığından başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

i. Başvurucunun İddiaları

221. Başvurucu, yargılamanın uzun sürdüğünü belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talep etmiştir.

222. Bakanlık bu konuda görüş bildirmemiştir.

ii. Değerlendirme

223. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrasının son cümlesi şöyledir:

"Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır."

224. 6216 sayılı Kanun'un "Bireysel başvuru hakkı" kenar başlıklı 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

"İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir."

225. Anılan Anayasa ve Kanun hükümlerine göre bireysel başvuru yoluyla Anayasa Mahkemesine başvurabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması gerekir. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının anayasal ödevi olup bu ödevin ihmal edilmesi nedeniyle ortaya çıkan hak ihlallerinin düzeltilmesi idari ve yargısal makamların görevidir. Bu nedenle temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiğine ilişkin iddiaların öncelikle hukuk sisteminde mevcut idari merciler ve/veya derece mahkemeleri önünde ileri sürülmesi, bu makamlar tarafından değerlendirilmesi ve bir çözüme kavuşturulması esastır (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, § 16).

226. 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Kanun'un 20. maddesiyle 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'a eklenen geçici 2. maddeye göre Anayasa Mahkemesine yapılan ve münhasıran bu maddenin yürürlüğe girdiği 31/7/2018 tarihi itibarıyla Anayasa Mahkemesinde derdest olan yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı iddiasıyla ilgili bireysel başvuruların Komisyon tarafından incelenerek karara bağlanması öngörülmüştür.

227. Anayasa Mahkemesi Ferat Yüksel (B. No: 2014/13828, 12/9/2018) kararında; yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı ya da yargı kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da hiç icra edilmediği iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce gerçekleştirilen bireysel başvurulara ilişkin olarak Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığına (Tazminat Komisyonu) başvuru imkânının getirilmesine ilişkin yolu ulaşılabilir olma, başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesinin bulunup bulunmadığı yönlerinden inceleyerek bu yolun etkililiğini tartışmıştır (Ferat Yüksel, § 26).

228. Ferat Yüksel kararında özetle anılan başvuru yolunun kişileri mali külfet altına sokmaması ve başvuruda kolaylık sağlaması nedenleriyle ulaşılabilir olduğu, düzenleniş şekli itibarıyla ihlal iddialarına makul bir başarı şansı sunma kapasitesinden mahrum olmadığı vetazminat ödenmesine imkân tanıması ve/veya bu mümkün olmadığında başka türlü telafi olanakları sunması nedenleriyle potansiyel olarak yeterli giderim sağlama imkânına sahip olduğu hususunda değerlendirmelerde bulunulmuştur (Ferat Yüksel, §§ 27-34). Bu gerekçeler doğrultusunda Anayasa Mahkemesi ilk bakışta ulaşılabilir olan ve ihlal iddialarıyla ilgilibaşarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesi olduğu görülen Tazminat Komisyonuna başvuru yolu tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil niteliği ile bağdaşmayacağı sonucuna vararak başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermiştir (Ferat Yüksel, §§ 35, 36).

229. Mevcut başvuruda, söz konusu karardan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.

230. Açıklanan gerekçelerle başvurunun diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. 20/9/2015 tarihli tutuklama kararı yönünden sulh ceza hâkimliklerinin doğal hâkim, bağımsız ve tarafsız hâkim ilkelerine aykırı olduğuna ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. 20/9/2015 tarihli tutuklama kararı yönünden soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

3. 20/9/2015 tarihli tutuklama kararı yönünden Tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA ,

4. 20/9/2015 tarihli tutuklama kararı yönünden tutuklanma dolayısıyla ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

5. 26/8/2016 tarihli tutuklama kararı yönünden tutukluluk incelemelerinin hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapılması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

6. 26/8/2016 tarihli tutuklama kararı yönünden tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

7. 26/8/2016 tarihli tutuklama kararı yönünden soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın süre aşımı nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

8. 26/8/2016 tarihli tutuklama kararı yönünden makul sürede yargılanma hakkının (adil yargılanma hakkı) ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

9. 26/8/2016 tarihli tutuklama kararı yönünden savunma hakkının kısıtlanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

B. Tutukluluğun makul süreyi aştığı iddiasına ilişkin olarak Anayasa'nın 19. maddesinin yedinci fıkrası bağlamında kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,

C. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA, 10/1/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

I. KARAR KİMLİK BİLGİLERİ

Kararı Veren Birim Birinci Bölüm
Karar Türü (Başvuru Sonucu) Esas (İhlal Olmadığı)
Künye
(Gültekin Avcı [1.B.], B. No: 2015/17921, 10/1/2019, § …)
   
Başvuru Adı GÜLTEKİN AVCI
Başvuru No 2015/17921
Başvuru Tarihi 20/11/2015
Karar Tarihi 10/1/2019
Birleşen Başvurular 2016/875, 2018/12334

II. BAŞVURU KONUSU


Başvuru, tutuklama kararının doğal hâkim ilkesine aykırı olarak kurulmuş bir mahkeme tarafından verilmesi, tutuklama kararını veren mahkemenin bağımsız ve tarafsız olmaması, başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin hukuki olmaması, tutukluğun makul süreyi aşması, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması ve uzun süre hâkim önüne çıkarılmama nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; tutuklamaya konu suçlamaların ifade özgürlüğü ve basın hürriyeti kapsamındaki eylemlere ilişkin olması nedeniyle ifade ve basın özgürlüklerinin; ceza infaz kurumunda avukatla olan görüşme süresinin kısaltılması, avukatla yaptığı görüşme notlarının kaydedilmesi, müdafinin soruşturma dosyasına erişiminin engellenmesi ve yargılamanın makul sürede bitirilememesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

III. İNCELEME SONUÇLARI


Hak Müdahale İddiası Sonuç Giderim
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı Tutukluluk (suç süphesi ve tutuklama nedeni) Açıkça Dayanaktan Yoksunluk
Tutulan kişinin yargı merciine başvuru hakkı (hakim önüne çıkarılma) Süre Aşımı
Tutukluluk (süre) Açıkça Dayanaktan Yoksunluk
İhlal Olmadığı
Tutukluluk (suç süphesi ve tutuklama nedeni) İhlal Olmadığı
İncelenmesine Yer Olmadığı
Tutulan kişinin yargı merciine başvuru hakkı (hakim önüne çıkarılma) Açıkça Dayanaktan Yoksunluk
İfade özgürlüğü Terör örgütü adına suç işleme (TCK.220/6) Açıkça Dayanaktan Yoksunluk
Diğer Açıkça Dayanaktan Yoksunluk
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) Sözlü yargılanma hakkı (aleni yargılanma, duruşmada hazır bulunma vs.) Başvuru Yollarının Tüketilmemesi
Savunma için gerekli zaman ve kolaylıklara sahip olma hakkı (tebligat, mehil verme vs.) (ceza) Başvuru Yollarının Tüketilmemesi
Makul sürede yargılanma hakkı (ceza) Başvuru Yollarının Tüketilmemesi

IV. İLGİLİ HUKUK



Mevzuat Türü Mevzuat Tarihi/Numarası - İsmi Madde Numarası
Kanun 5271 Ceza Muhakemesi Kanunu 100
101
109
5237 Türk Ceza Kanunu 220
314
3713 Terörle Mücadele Kanunu 7
  • pdf
  • udf
  • word
  • whatsapp
  • yazdir
T.C. Anayasa Mahkemesi