TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
FATMA CANDAŞ VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2015/18251)
Karar Tarihi: 7/2/2019
Başkan
:
Burhan ÜSTÜN
Üyeler
Serdar ÖZGÜLDÜR
Serruh KALELİ
Kadir ÖZKAYA
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
Raportör
Hasan SARAÇ
Başvurucular
1. Fatma CANDAŞ
2. Selin CANDAŞ
3. Serdal CANDAŞ
Vekilleri
Av. Ali AKDAYI
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, zorunlu askerlik hizmeti sırasında meydana gelen ölüm olayına ilişkin zararların karşılanmaması nedeniyle yaşam hakkının; buna dair açılan tam yargı davasının süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle de mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 19/11/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucular Serdal ile Fatma Candaş'ın oğlu, diğer başvurucu Selin Candaş'ın ise kardeşi olan S.C., Genelkurmay Özel Kuvvetler Komutanlığında er olarak askerlik görevini ifa ederken 15/5/2008 tarihinde diğer bir erin kullanmış olduğu askerî araçla askerî alanda meydana gelen kazada vefat etmiştir.
8. Genelkurmay Askerî Savcılığı tarafından araç şoförü H.D. hakkında taksirle öldürme suçundan açılan kamu davasında 26/9/2008 tarihinde mahkûmiyet kararı verilmiştir. Anılan kararın temyiz edilmesi üzerine Askerî Yargıtay 30/12/2008 tarihli kararı ile hükmü onamıştır.
9. Başvurucular, yakınlarının ölümü nedeniyle uğradıkları zarar için maddi ve manevi tazminat taleplerini içeren dilekçe ile 13/10/2008 tarihinde Millî Savunma Bakanlığına müracaat etmişlerdir. İdare, bu talebe olumlu veya olumsuz cevap vermemiştir.
10. İdarenin yapılan talebe cevap vermemesi üzerine başvurucular, sigorta şirketi tarafından başvuruculardan Serdal ve Fatma Candaş'a ayrı ayrı ödenen 15.849,83 TL'yi aştığını iddia ettikleri maddi ve manevi zararların giderilmesi istemiyle 9/4/2009 tarihinde Ankara Asliye Hukuk Mahkemesine tazminat davası açmışlardır.
11. Ankara 6. Asliye Hukuk Mahkemesi 28/7/2010 tarihinde davayı kısmen kabul etmiştir. Anılan kararın temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 6. Hukuk Dairesi 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu'nun 20. maddesine göre asker kişileri ilgilendiren askerî hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların ilk ve son derece mahkemesine ait olması gerekçesiyle görevsizlik kararı verilmesi gerektiğinden bahisle kararın bozulmasına 5/3/2012 tarihinde karar vermiştir.
12. Ankara 6. Asliye Hukuk Mahkemesi 7/5/2013 tarihinde bozma kararına uyarak yargı yolu şartı gerçekleşmediğinden davanın reddine karar vermiştir. Kararın temyiz edilmeyip kesinleşmesi üzerine başvurucular 5/5/2014 tarihinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesine (AYİM) dava açmışlardır.
13. AYİM 21/5/2014 tarihinde dava dilekçesine eklenmesi gereken bazı belgelerin eklenmediği gerekçesiyle dilekçenin reddine karar vermiştir. Dilekçenin reddedilmesi üzerine başvurucular 7/7/2014 tarihinde yenileme dilekçesi ile talep ve davalarını yenilemişlerdir.
14. AYİM 11/3/2015 tarihli kararıyla, açılan davanın süre aşımı nedeniyle reddine karar vermiştir. AYİM kararının ilgili kısmı şöyledir:
''...Dava konusu olayda davacıların yakını olan Ulş. Er. [S.C]ın yukarıda açıklandığı şekilde 15/5/2008 tarihinde vefat ettiği, bu şekilde ölenin desteğinden yoksun kalan davacıların zarar doğuran eylemi öğrendikleri, bu tarihten itibaren bir yıllık süre içerisinde davalı idareye başvurmaları gerektiği, davacıların da vekilleri [A.A] aracılığı ile 13/10/2008 tarihinde kayda giren dilekçeyle davalı idareye zorunlu idari müracaatta bulunarak maddi ve manevi zararlarının karşılanmasını talep ettikleri, bu müracaata 60 gün içinde cevap verilmeyerek idare tarafından zımnen reddedildiği, bu ret kararı üzerine 60 gün içinde (10/2/2009) tarihinde mesai bitimine kadar dava açılması gerekirken, ilk olarak 9/4/2009tarihinde Ankara 6'ıncı Asliye Hukuk Mahkemesi'nde açılan işbu davada süre aşımı bulunduğu...''
15. Anılan karara karşı karar düzeltme yoluna başvurulmuş ise de AYİM İkinci Daire Başkanlığı 30/9/2015 tarihli kararı ile istemin reddine karar vermiştir.
16. Kesinleşen AYİM kararının başvuruculara 20/10/2015 tarihinde tebliğ edilmesi üzerine başvurucular 19/11/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.
IV. İLGİLİ HUKUK
17. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 9. maddesinin "Görevli olmayan yerlere başvurma" kenar başlıklı 9. maddesi şöyledir:
"1. Çözümlenmesi Danıştayın, idare ve vergi mahkemelerinin görevlerine girdiği halde, adli ve askeri yargı yerlerine açılmış bulunan davaların görev noktasından reddi halinde, bu husustaki kararların kesinleşmesini izleyen günden itibaren otuz gün içinde görevli mahkemede dava açılabilir. Görevsiz yargı merciine başvurma tarihi, Danıştaya, idare ve vergi mahkemelerine başvurma tarihi olarak kabul edilir.
2. Adli veya askeri yargı yerlerine açılan ve görevsizlik sebebiyle reddedilen davalarda, görevsizlik kararının kesinleşmesinden sonra birinci fıkrada yazılı otuz günlük süre geçirilmiş olsa dahi, idari dava açılması için öngörülen süre henüz dolmamış ise bu süre içinde idari dava açılabilir.
18. 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu'nun 41. maddesi şöyledir:
"Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin görevine giren uyuşmazlıklarda, askeri, idari ve adli yargı mercilerine açılan davaların görev noktasından reddi halinde, bu husustaki kararların ve bunlara karşı kanun yolları varsa süresi içinde olmak şartıyla bu yollara başvurulması üzerine, verilen kararların tebliği tarihinden itibaren otuz gün içinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesine dava açılabilir. Bu mercilere başvurma tarihi, Askeri Yüksek İdare Mahkemesine müracaat tarihi olarak kabul edilir. Adli, idari veya askeri yargı yerlerine dava açılmış olması ve bu yargı yerlerinin görevsizlik kararının kesinleşmesinden sonra birinci fıkrada yazılı otuz günlük sürenin geçirilmiş bulunması, bu kanunda öngörülen süreler içinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde açılmış olan davanın süreden reddine neden olmaz."
19. 1602 sayılı Kanun'un 42. maddesi şöyledir:
''İlgililer, haklarını ihlal eden bir idari işlem dolayısıyla Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde doğrudan doğruya tam yargı davası veya iptal ve tam yargı davaları ile birlikte açabilecekleri gibi ilk önce iptal davası açarak bu davanın karara bağlanması üzerine bu husustaki kararın veya kanun yollarına başvurulması halinde verilecek kararın tebliği veya bir işlemin icrası sebebiyle doğan zararlardan dolayı, icra tarihinden itibaren altmış gün içinde tam yargı davası açabilirler.(1) Bu halde de ilgililerin 35 inci madde uyarınca idareye başvurma hakları saklıdır.''
20. 1602 sayılı Kanun'un 43. maddesi şöyledir:
''İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde dava açmadan önce, bu eylemlerin yazılı bildirimi üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde yetkili makama başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri lazımdır. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde bu konudaki işlemin tebliği tarihinden ve altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren altmış gün içinde tam yargı davası açabilirler.
Görevli olmayan adli yargı mercilerine açılan tam yargı davasının görevden reddi halinde sonradan Askeri Yüksek İdare Mahkemesine açılan davalarda, birinci fıkrada öngörülen idareye başvurma şartı aranmaz.''
21. İddialar ve aşağıda incelenecek hususlara dair diğer ilgili mevzuat ve hukuksal ilkeler için ayrıca bkz. Mehmet Menendiz ve diğerleri, B. No: 2014/5235, 6/7/2017; Hülya Karadeniz, B. No: 2015/19340, 27/6/2018; Nafia Sevin Ergün Sefada ve diğerleri [GK], B. No: 2014/14844, 1/12/2016.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
22. Mahkemenin 7/2/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
23. Başvurucular süre kurallarının katı yorumlanması nedeniyle davalarının süre aşımı kararıyla reddedildiğini belirterek Anayasa'nın 2., 5., 11., 12., 13., 14., 17., 36. ve 40. maddelerinde düzenlenen haklarının ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.
24. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucuların iddialarının adil yargılanma ve yaşam haklarına ilişkin olması nedeniyle ileri sürülen diğer hususlar da bu haklar kapsamında değerlendirilmiştir.
A. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucuların İddiaları
25. Başvurucular; herkesin kişisel hakkının karara bağlanması için bir mahkemeye erişme ya da dava açma hakkına sahip olduğunu, uygulanacak sınırlamaların hakkın özünü zedeleyecek şekilde ve ölçüde hakkı kısıtlamaması gerektiğini, meşru amaç için orantılı şekilde bu hakkın kısıtlanabileceğini, süre kurallarının katı yorumlanması sonucunda davalarının reddedilmesi ile adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
2. Değerlendirme
26. Anayasa’nın "Hak arama hürriyeti" kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."
27. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında, açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Anayasa Mahkemesince kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Bu bağlamda başvurucuların ihlal iddialarını kanıtlayamadığı, temel haklara yönelik bir müdahalenin olmadığı veya müdahalenin meşru olduğu açık olan başvurular ile karmaşık veya zorlama şikâyetlerden ibaret başvurular açıkça dayanaktan yoksun kabul edilebilir (Hikmet Balabanoğlu, B. No: 2012/1334, 17/9/2013, § 24).
28.Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir unsurudur. Diğer yandan Anayasa'nın 36. maddesine "adil yargılanma" ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılanma hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ni (Sözleşme) yorumlayan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının mahkemeye erişim hakkını içerdiğini belirtmektedir (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur. San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2014/13156, 20/4/2017,§ 34).
29. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, bir temel hak olmanın yanında diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanmayı ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir. Bu bakımdan davanın bir mahkeme tarafından görülebilmesi ve kişinin adil yargılanma hakkı kapsamına giren güvencelerden faydalanabilmesi için ilk olarak kişiye iddialarını ortaya koyma imkânının tanınması gerekir. Diğer bir ifadeyle dava yoksa adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelerden yararlanmak mümkün olmaz (Mohammed Aynosah, B. No: 2013/8896, 23/2/2016, § 33).
30. Somut olayda, açılan tazminat davasının süre aşımından reddedilerek uyuşmazlığın esasının incelenmemesi nedeniyle başvurucuların mahkemeye erişim haklarına yönelik bir müdahalenin bulunduğu görülmektedir.
31. Mahkemeye erişim hakkına yapılan bu müdahalenin Anayasa'ya uygunluğundan söz edilebilmesi için Anayasa'nın 13. maddesinde belirtilen, kanuna dayanma, meşru bir amaç taşıma ve ölçülü olma koşullarını sağlaması gerekmektedir.
32. Başvurucuların açtığı davanın süre aşımından reddedilmesine ilişkin mahkeme kararının 1602 sayılı Kanun'un 41., 42. ve 43. maddelerine dayandığı dikkate alındığında müdahalenin kanuni dayanağının bulunduğu açıktır.
33. İdari işlemlere karşı dava açmanın belli bir süreyle sınırlanması, idari istikrar gerekçesine dayandırılmaktadır. İdari istikrarın sağlanması Anayasa'nın 2. maddesinde düzenlenen hukuk devleti ilkesinin bir gereğidir. Dolayısıyla kanun koyucunun idari istikrarın sağlanması gayesiyle idari işlemlere karşı dava açılmasını belli bir süreyle sınırlamasının anayasal açıdan meşru bir amaca dayandığı anlaşılmaktadır (Çölbeyi Lojistik Nakliyat Gümrükleme Denizcilik İnşaat Turizm Sanayii ve Ticaret Limitet Şirketi, B. No: 2014/12354, 9/11/2017, § 52).
34. Son olarak başvurucuların mahkemeye erişim hakkına yönelik müdahalenin ölçülü olup olmadığının irdelenmesi gerekmektedir. Ölçülülük ilkesi elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2012/102, K.2012/207, E.2014/176, K.2015/53, 27/5/2015; E.2016/16, K.2016/37, 5/5/2016; E.2016/13, K.2016/127, 22/6/2016; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 38).
35. Hukuki güvenlik ve istikrarın sağlanması bakımından dava açma hakkının belli bir süreyle sınırlandırılması tek başına mahkemeye erişim hakkını ihlal etmemekte ise de öngörülen sürenin makul olması, diğer bir ifadeyle haktan yararlanılmayı imkânsız kılacak veya aşırı derecede zorlaştıracak derecede kısa olmaması gerekir. Dava açma süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken dava ile elde edilecek hakkın niteliği, davanın konusu ve kişinin dava hakkının doğduğunu öğrenme imkânına sahip olup olmadığı gibi hususlar gözönünde bulundurulmalıdır. Öngörülen sürenin dava açmak için gerekli araştırma ve hazırlıkların yapılmasına, gerekiyorsa hukuki ve teknik yardım alınmasına yetecek ve hakkın önemiyle orantılı bir uzunlukta olmaması durumunda ölçüsüz olduğu söylenebilir (Yaşar Çoban [GK], B. No: 2014/6673, 25/7/2017, § 65).
36. Dava açma süresinin işlemeye başladığı an da mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalenin ölçülülüğü bağlamında büyük önem taşımaktadır. Bu kapsamda dava açma süresini, hak sahibinin henüz dava hakkının doğduğundan haberdar olmadığı ve somut koşullar çerçevesinde haberdar olduğunun kabulünü haklı kılan nedenlerin bulunmadığı bir dönemde işlemeye başlaması dava hakkının varlığını anlamsız kılabileceğinden ölçülülük ilkesini zedeleyebilir (Yaşar Çoban, § 66).
37. Öte yandan mahkemeler, dava açma süresi öngören kanun hükümlerini yorumlarken sınırlamanın istisna olduğu ilkesini gözeterek aşırı şekilcilikten kaçınmalı ve yorum kurallarının imkân verdiği ölçüde davayı ayakta tutma yolunda bir yaklaşım benimsemelidir. Bununla birlikte mahkemelerin sürenin varlık sebebini anlamsız kılma pahasına yorum kurallarının sınırlarını zorlayarak kanunda öngörülen dava açma süresini bertaraf etmesi hukuki güvenlik ve istikrar ilkesinin zedelenmesine neden olabilir. Bu nedenle süreye ilişkin kanun hükümlerinin yorumunda hukuki güvenlik ve istikrar ilkesi ile mahkemeye erişim hakkı arasındaki hassas denge gözetilmelidir (Yaşar Çoban, § 67).
38. Somut olayda derece mahkemesi 2577 sayılı Kanun'un 13. maddesinde düzenlenen ve idareye başvuru için öngörülen, öğrenme tarihinden itibaren bir yıllık ve her hâlükârda olay tarihinden itibaren beş yıllık sürelerin aşıldığı gerekçesiyle davayı reddetmemiştir. Esasen başvurucunun anılan maddede öngörülen süre içinde idari başvuru yaptığına ilişkin bir ihtilaf da bulunmamaktadır. Derece mahkemesinin davayı reddetmesinin hukuki sebebi 2577 sayılı Kanun'un 13. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ikinci cümlesidir. Anılan hüküm uyarınca başvurucu tarafından tazminat ödenmesi istemiyle idareye yapılan başvurunun altmış gün içinde cevap verilmeyerek zımnen reddedilmesi hâlinde altmış günlük zımni ret süresinin bittiği tarihten itibaren altmış gün içinde dava açılması gerekmektedir. Derece mahkemesi başvurucuların 13/10/2008 tarihinde idareye başvurduğunu gözetmiş ve buna göre altmış günlük zımni ret süresinin dolduğu günü izleyen günden itibaren almış gün içinde ve en geç 10/2/2009 tarihinde açılması gerekirken 9/4/2009 tarihinde açılan davanın süresinde olmadığını değerlendirmiştir.
39. Buna göre başvurucuların mahkemeye erişim hakkına yönelik müdahalenin ölçülü olduğu, dolayısıyla belirtilen şikâyet bağlamında mahkemeye erişim hakkına yönelik bir ihlalin olmadığının açık olduğu anlaşılmıştır.
40. Açıklanan gerekçelerle başvurunun diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir..
B. Yaşam Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
41. Başvurucular, yakınlarının zorunlu askerlik hizmeti sırasında ölmesi ve buna ilişkin davalarının da reddedilmesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiğini de ileri sürmüşlerdir.
42. 6216 sayılı Kanun’un 46. maddesinin (1) numaralı fıkrasında; ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenlerin bireysel başvuru hakkına sahip oldukları kurala bağlanmıştır. Yaşam hakkının doğal niteliği gereği, yaşamını kaybeden kişi açısından bu hakka yönelik bir başvuru ancak yaşanan ölüm olayı nedeniyle ölen kişinin mağdur olan yakınları tarafından yapılabilecektir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 41). Başvuru konusu olayda başvurucular, ölenin annesi, babası ve kardeşidir. Bu nedenle başvuru ehliyeti açısından bir eksiklik bulunmamaktadır.
43. Başvurucular; müteveffanın kamusal bir görev yerine getirirken vefat etmesi nedeniyle idarenin sorumlu olduğunu, yazılı müracaatlarına rağmen idare tarafından tazminat taleplerinin ve açılan davanın reddedildiğini belirterek Anayasa'nın 17. maddesinde yer alan maddi ve manevi varlığının korunması ve geliştirmesi haklarının da ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.
44. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, yaşama......hakkına sahiptir.”
45. Anayasa’nın 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Devletin temel amaç ve görevleri, (...) kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır."
46. Kişinin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlığını koruma hakkı, birbiriyle sıkı bağlantıları olan devredilmez ve vazgeçilmez haklardan olup devletin bu konuda pozitif ve negatif yükümlülükleri bulunmaktadır. Devletin negatif bir yükümlülük olarak yetki alanında bulunan hiçbir bireyin yaşamına kasıtlı ve hukuka aykırı olarak son vermeme, bunun yanı sıra pozitif bir yükümlülük olarak yine yetki alanında bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını gerek kamusal makamların gerek diğer bireylerin gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri,§§ 50, 51).
47. Kasten ya da saldırı veya kötü muameleler sonucu meydana gelen ölüm olaylarına ilişkin davalarda Anayasa'nın 17. maddesi gereğince devletin ölümcül saldırı durumunda sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verebilecek nitelikte cezai soruşturmalar yürütme yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu tür olaylarda yürütülen idari ve hukuki soruşturmalar ve davalar sonucunda sadece tazminat ödenmesi, yaşam hakkı ihlalini gidermek ve mağdur sıfatını ortadan kaldırmak için yeterli değildir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 55).
48.Ancak ihmal nedeniyle meydana gelen ölüm olaylarına ilişkin davalar açısından farklı bir yaklaşımın benimsenmesi gerekir. Buna göre yaşam hakkının veya fiziksel bütünlüğün ihlaline kasten sebebiyet verilmemiş ise etkili bir yargısal sistem kurma yönündeki pozitif yükümlülük her olayda mutlaka ceza davası açılmasını gerektirmez. Mağdurlara hukuki, idari ve hatta disiplinle ilgili hukuk yollarının açık olması yeterli olabilir(Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 59).
49. Ayrıca bazı özel koşullarda devletin kişinin kendi eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı yaşamı korumak amacıyla gerekli tedbirleri alma yükümlülüğü bulunmaktadır. Zorunlu askerlik hizmeti için de geçerli olan bu yükümlülüğün ortaya çıkması için askerî mercilerin kendi kontrolleri altındaki bir kişinin kendini öldürmesi konusunda gerçek bir risk olduğunu bilip bilmediklerini ya da bilmelerinin gerekip gerekmediğini tespit etmek, böyle bir durum söz konusu ise bu riski ortadan kaldırmak için makul ölçüler çerçevesinde ve sahip oldukları yetkiler kapsamında kendilerinden beklenen her şeyi yapıp yapmadıklarını incelemek gerekmektedir. Ancak özellikle insan davranışının öngörülemezliği, öncelikler ve kaynaklar değerlendirilerek yapılacak işlemin veya yürütülecek faaliyetin tercihi gözönüne alınarak pozitif yükümlülük, yetkililer üzerine aşırı yük oluşturacak şekilde yorumlanmamalıdır. Bu çerçevede Anayasa Mahkemesince yapılacak incelemede basit bir ihmali veya değerlendirme hatasını aşan bir kusurun askerî yetkililere atfedilip atfedilemeyeceğinin ortaya konması gerekmektedir (Sadık Koçak ve diğerleri, B. No: 2013/841, 23/1/2014, § 74).
50. Kasten ya da saldırı veya kötü muameleler sonucu meydana gelen ölüm olaylarına ilişkin davalarda Anayasa’nın 17. maddesi gereğince devletin ölümcül saldırı durumunda sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verebilecek nitelikte cezai soruşturmalar yürütme yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu tür olaylarda yürütülen idari ve hukuki soruşturmalar ve davalar sonucunda sadece tazminat ödenmesi, yaşam hakkı ihlalini gidermek ve mağdur sıfatını ortadan kaldırmak için yeterli değildir. Ancak bu yükümlülük her olayda mutlaka ceza soruşturması yürütülmesini gerektirmemektedir. İhmal nedeniyle meydana gelen ölüm olaylarında mağdurlara hukuki, idari ve hatta disiplinle ilgili hukuk yollarının açık olması yeterli olabilir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, §§ 55, 59).
51. Öte yandan ihmal suretiyle meydana gelen ölüm olaylarında devlet görevlilerinin ya da kurumlarının bu konuda muhakeme hatasını veya dikkatsizliği aşan bir ihmali olduğu yani olası sonuçların farkında olmalarına rağmen söz konusu makamların kendilerine verilen yetkileri göz ardı ederek tehlikeli bir faaliyet nedeniyle oluşan riskleri bertaraf etmek için gerekli ve yeterli önlemleri almadığı durumlarda bireyler kendi inisiyatifleriyle hangi hukuk yollarına başvurmuş olursa olsunlar insanların hayatının tehlikeye girmesine neden olan kişiler aleyhine hiçbir suçlamada bulunulmaması ya da bu kişilerin yargılanmaması 17. maddenin ihlaline neden olabilir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 60).
52. Somut olayda başvurucular devlete veya kamu görevlilerine yönelik olarak kasten ya da saldırı veya kötü muamele sonucunda yakınlarının öldüğüne yönelik iddiaları bulunmamaktadır. Başvurucular, yakınlarının ölümü nedeniyle tazminat istemlerinin reddedilmesine yönelik iddialarda bulunmuşlardır. Başvurucuların açmış olduğu davanın süresinde açılmaması nedeniyle ihlale sebebiyet verdiklerini iddia ettikleri işlemleri kendilerinden beklenen özen çerçevesinde usulüne uygun olarak yetkili ve görevli yargısal makamlar önünde hukuksal olarak tartışma konusu yapmaksızın bireysel başvuruya konu ettikleri, bu kapsamda başvuru yollarını tüketmedikleri anlaşılmıştır.
53. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkinin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucular üzerinde BIRAKILMASINA 7/2/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.