TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ABDULLAH EROL VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2015/18647)
|
|
Karar Tarihi: 23/10/2019
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Recep KÖMÜRCÜ
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
|
|
Yıldız SEFERİNOĞLU
|
Raportör
|
:
|
Mustafa ARI
|
Başvurucular
|
:
|
1. Abdullah EROL
|
|
|
2. Ali EROL
|
|
|
3. Ayşe ACAR
|
|
|
4. Gülsüm AKBULUT
|
|
|
5. Halime DEMİR
|
|
|
6. Hayat EROL
|
|
|
7. Mustafa EROL
|
|
|
8. Rabia KARTAL
|
|
|
9. Zekiye EROL
|
Vekili
|
:
|
Av. Erdal ELDEMİR
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; yakınlarının güvenlik güçleri tarafından öldürülmesi
nedeniyle yaşam hakkının, oluşan zararların tazmini amacıyla 7/7/2004 tarihli
ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması
Hakkında Kanun'a istinaden yapılan başvurunun ve anılan başvuruda verilen karar
aleyhine açılan davanın makul süreyi aşacak şekilde uzun süre sonunda
reddedilmesi nedenleriyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği
iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 2/12/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal
Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla temin edilen belgelere göre
ilgili olaylar özetle şöyledir:
7. 2/7/1993 tarihinde Mardin'in Dargeçit ilçesi Çelik Köyü
Jandarma Karakol Komutanlığına PKK terör örgütü mensuplarınca düzenlenen
silahlı saldırıda on altı askerin şehit edilmesi üzerine güvenlik güçleri
tarafından gerçekleştirilen operasyon sırasında başvurucuların yakınları olan
S.E. ve M.E. hayatlarını kaybetmiştir.
8. Olay tarihinde S.E. 56, M.E. ise 13 yaşındadır.
9. Başvurucuların olayla ilgili olarak Dargeçit Cumhuriyet
Başsavcılığı tarafından başlatılan soruşturma hakkında herhangi bir açıklamada bulunmadıkları,
herhangi bir belgeyi bireysel başvuru formu ile eklerine eklemedikleri
anlaşılmıştır.
10. Başvurucular, yakınlarının terör örgütü mensupları ile
güvenlik güçleri arasında çıkan çatışma arasında kalarak hayatlarını
kaybettikleri gerekçesiyle 30/6/2005 tarihinde 5233 sayılı Kanun uyarınca
Mardin Valiliği bünyesinde oluşturulan 3 No.lu Tazminat Komisyonuna (Komisyon)
başvuru yapmışlardır.
11. Komisyon 21/1/2009 tarihli kararıyla "[S.E.] ve [M.E.]nin ölümü ile
ilgili olarak Dargeçit Cumhuriyet Başsavcılığının 1993/30 hazırlık, 1993/37
karar sayılı görevsizlik kararında ölenlerin PKK terör örgütü üyesi oldukları
ve Güvenlik güçleri ile girdikleri silahlı çatışmada öldürüldüğü
belirtildiğinden..." şeklinde gerekçeyle tazminat taleplerinin
reddine karar vermiştir.
12. Başvurucular anılan kararın iptali istemiyle Mardin İdare
Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Mahkeme, S.E. ve M.E.nin
yasa dışı terör örgütü içinde yer aldığı ve bu nedenle davaya konu ölümlerin
5233 sayılı Kanun'un 2. maddesi kapsamında değerlendirilemeyeceği gerekçesiyle
davanın reddine karar vermiştir.
13. Anılan kararın temyiz edilmesi üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesinin 17/9/2015 tarihli ilamı ile hükmün
onanmasına karar verilmiştir.
14. Onama kararı başvurucular vekiline 9/11/2015 tarihinde
tebliğ edilmiş ve karar düzeltme yoluna başvurmayan başvurucular 2/12/2015
tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.
IV. İLGİLİ HUKUK
15. 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu’nun
450., 102. ve 104. maddelerinin ilgili kısımları şöyledir:
“ Madde
450 - (Değişik madde: 09/07/1953 - 6123/1 md.)
Öldürmek fiili:
...
4. Taammüden icra olunursa;
...
... fail, ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis
cezasına mahkum edilir.
Madde 102 - Kanunda başka türlü yazılmış olan
ahvalin maadasında hukuku amme davası:
1 - Ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis ve müebbed ağır hapis cezalarını müstelzim cürümlerde yirmi
sene,
...
... geçmesiyle ortadan kalkar.
Madde 104 - Hukuku amme davasının müruru
zamanı, mahkumiyet hükmü, yakalama, tevkif, celb veya
ihzar müzekkereleri, adli makamlar huzurunda maznunun sorguya çekilmesi, maznun
hakkında son tahkikatın açılmasına dair olan karar veya C. müddeiumumisi
tarafından mahkemeye yazılan iddianame ile kesilir.
Bu halde müruru zaman, kesilme gününden
itibaren yeniden işlemeğe başlar. Eğer müruru zamanı kesen muameleler müteaddid ise müruru zaman bunların en sonuncusundan
itibaren tekrar işlemeğe başlar. Ancak bu sebepler müruru zaman müdetini 102 nci maddede ayrı
ayrı muayyen olan müddetlerin yarısının ilavesi ile baliğ olacağı müddetten
fazla uzatamaz.”
16. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 7.
maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Suçun
işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanun ile sonradan yürürlüğe giren
kanunların hükümleri farklı ise, failin lehine olan kanun uygulanır ve infaz
olunur.”
17. 5233 sayılı Kanun’un "Amaç"
kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:
“Bu
Kanunun amacı, terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen
faaliyetler nedeniyle maddî zarara uğrayan kişilerin, bu zararlarının
karşılanmasına ilişkin esas ve usulleri belirlemektir.”
18. 5233 sayılı Kanun’un "Kapsam"
kenar başlıklı 2. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Bu
Kanun, 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 1 inci, 3 üncü ve 4 üncü
maddeleri kapsamına giren eylemler veya terörle mücadele kapsamında yürütülen
faaliyetler nedeniyle zarar gören gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel
kişilerinin maddî zararlarının sulhen karşılanması
hakkındaki esas ve usullere ilişkin hükümleri kapsar ...”
19. 3713 sayılı Kanun’un "Terörün
tanımı" kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:
"Terör; cebir ve şiddet kullanarak;
baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle,
Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasî, hukukî, sosyal, laik,
ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü
bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet
otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve
hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya
genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından
girişilecek her türlü suç teşkil eden eylemlerdir."
20. 3713 sayılı Kanun'un "Terör
suçları" kenar başlıklı 3. maddesi şöyledir:
"26/9/2004 tarihli ve
5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 302, 307, 309, 311, 312, 313, 314, 315 ve 320 nci maddeleri ile 310 uncu maddesinin birinci fıkrasında
yazılı suçlar, terör suçlarıdır."
21. 3713 sayılı
Kanun'un "Terör amacı ile işlenen
suçlar" kenar başlıklı 4. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Aşağıdaki suçlar 1 inci maddede
belirtilen amaçlar doğrultusunda suç işlemek üzere kurulmuş bir terör örgütünün
faaliyeti çerçevesinde işlendiği takdirde, terör suçu sayılır:
a) Türk Ceza Kanununun 79, 80, 81, 82, 84, 86,
87, 96, 106, 107, 108, 109, 112, 113, 114, 115, 116, 117, 118, 142, 148, 149,
151, 152, 170, 172, 173, 174, 185, 188, 199, 200, 202, 204, 210, 213, 214, 215,
223, 224, 243, 244, 265, 294, 300, 316, 317, 318 ve 319 uncu maddeleri ile 310
uncu maddesinin ikinci fıkrasında yer alan suçlar.
b) 10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli
Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanunda tanımlanan
suçlar..."
22. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu’nun 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısımları şöyledir:
“1.
İdari dava türleri şunlardır:
...
b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel
hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam
yargı davaları,
...”
23. 2577 sayılı Kanunu’nun "Doğrudan doğruya tam yargı davası açılması" kenar
başlıklı 13. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“İdari
eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu
eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka süretle
öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren
beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini
istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu
konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış
gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren,
dava süresi içinde dava açılabilir.”
24. Anayasa Mahkemesinin 25/6/2009 tarihli ve E.2006/79,
K.2009/97 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:
"5233 sayılı Yasa,
terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler
nedeniyle zarar gören kişilerin maddi zararlarının özellikle yargı yoluna
gitmelerine gerek kalmadan, idarece en kısa süre içinde ve sulh yoluyla
karşılanması amacıyla hazırlanmış bir yasadır. Yasa bu yönüyle zarara uğrayan
vatandaş ile devlet arasındaki uyuşmazlıkta yargı yoluna gidilmeden alternatif
bir çözüm yöntemi getirmiştir. Yasakoyucu bu amaca
uygun olarak yargılama hukuku kurallarından farklı hükümler öngörerek buna
ilişkin esasları Yasa'da ayrıntılı olarak kurala bağlamıştır.
...
Terör ve terörle mücadeleden doğan ancak idari
bir eylem veya işlemle nedensellik bağı bulunmayan maddi zararların
karşılanmasına ilişkin 5233 sayılı Yasa'daki düzenlemeler, yasakoyucunun
sosyal hukuk devletinin gereği olarak sorumluluk hukukunun genel ilkelerine yasayla
getirdiği bir istisnadır. İdarenin kusurunun bulunmadığı ancak 'sosyal risk
ilkesi' gereği sulh yoluyla karşılanması gereken zararların nelerden ibaret
olduğunun tespiti, yasakoyucunun takdir yetkisi
içindedir. İtiraz konusu kurallarda yer alan maddi zararların öncelikle sulh
yoluyla karşılanmasına ilişkin hükümlerin bulunmasını bu kapsamda
değerlendirmek gerekir.
5233 sayılı Yasa, idarenin eylem ve işleminin
sonucu olmayan ve herhangi bir idari işlem veya eylemle doğrudan nedensellik
bağı da bulunmayan, ancak terör ve terörle mücadele sırasında meydana gelen
zararların da tazmini yolunu açan, bu anlamda idarenin kusursuz sorumluluk
alanını genişleten bir yasadır. Bu
Yasa idarenin kusursuz sorumluluk alanını genişletmekle birlikte, aynı zamanda
terör ve terörle mücadele sırasında meydana gelen zararlardan sadece 'maddi'
olan kısmının sulh yoluyla tazminine ilişkin esas ve usulleri belirlemektedir.
Yasa'da bu zararlardan 'manevi' olan kısmın idareden talep edilemeyeceğine
ilişkin bir hükme yer verilmediği gibi, 12. maddede 'sulh yoluyla çözülemeyen
uyuşmazlıklarda ilgililerin yargı yoluna başvurma hakları saklıdır' denilerek
Anayasa'nın 125. maddesinin birinci fıkrasına paralel bir düzenlemeye yer
verilmiştir. Bu nedenle itiraz konusu ibare, idarenin sorumluluk alanını
daraltan veya idari işlem veya eylemlere karşı yargı yolunu kapatan bir hüküm
içermemektedir."
25. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 18/2/2016 tarihli ve
E.2015/2933, K.2016/326 sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir:
" ...
İdarenin hukuki sorumluluğu, kamusal
faaliyetler sonucunda, idare ile bireyler arasında bireyler zararına bozulan
ekonomik dengenin yeniden kurulmasını, idari etkinliklerden dolayı bireylerin
uğradığı maddi zararlar yanında manevi zararların da idarece tazmin edilmesini
sağlayan bir hukuksal kurumdur. Bu kurum, kamusal faaliyetler nedeniyle
bireylerin malvarlığında ortaya çıkan eksilmelerin ya da çoğalma olanağından
yoksunluğun giderilebilmesini, yine bu surette oluşan manevi zararların
karşılanabilmesi için aranılan koşulları, uygulanması gereken kural ve ilkeleri
içine almaktadır.
İdare, Anayasamızın 125. maddesinde de
belirtildiği üzere, kural olarak yürüttüğü kamu hizmetiyle nedensellik bağı
kurulabilen zararları tazminle yükümlü olup; idari eylem ve/veya işlemlerden
doğan zararlar idare hukuku kuralları çerçevesinde, hizmet kusuru veya kusursuz
sorumluluk ilkeleri gereği tazmin edilmektedir. Bunun yanında, idarenin
faaliyet alanıyla ilgili, önlemekle yükümlü olduğu halde önleyemediği bir takım
zararları da nedensellik bağı aramadan tazmin etmesi gerekmektedir.
İdarenin kusura dayalı ya da kusursuz
sorumluluğu yanında, Anayasanın öngördüğü sosyal hukuk devleti anlayışına uygun
olarak ve bu temel üzerinden, kollektif sorumluluk
anlayışı çerçevesinde bilimsel ve yargısal içtihatlar ile geliştirilen sosyal
risk ilkesi, Anayasanın yukarıda öngördüğü amaçların gerçekleştirilmesine
yöneliktir.
Esasen bilimsel ve yargısal içtihatlara dayalı
olarak geliştirilmiş olsa da, Anayasanın 6. maddesinde öngörüldüğü üzere, hiç
bir organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisini kullanamayacağına
göre, sosyal risk ilkesi de tazminat hukukunun temel prensiplerine kaynak
oluşturan Anayasa hükümlerine dayanılarak kabul edilmiştir. Daha açık bir
şekilde vurgulamak gerekirse, terör olaylarından zarar gören bireylerin maddi
ve manevi zararlarının idari yargı mercilerinin toplumsal risk ilkesi uyarınca
tazminine ilişkin kararları, konuyu düzenleyen genel bir yasa olmadığından,
doğrudan Anayasanın öngördüğü ilkelere dayanmış; bu ilkeler Danıştay tarafından
yorumlanarak ilkeye uygulanabilirlik kazandırılmıştır.
Sosyal risk ilkesi ile toplumun içinde
bulunduğu koşullardan kaynaklanan, idarenin faaliyet alanında meydana gelmekle
birlikte, yürütülen kamu hizmetinin doğrudan sonucu olmayan, toplumsal
nitelikli riskin gerçekleşmesi sonucu oluşan, salt toplumun bireyi olunması
nedeniyle uğranılan özel ve olağandışı zararların da topluma pay edilerek
giderilmesi amaçlanmıştır. Genel bir ifade ile 'terör olayları' olarak
nitelenen eylemlerin, Devlete yönelik olduğu, Anayasal düzeni yıkmayı
amaçladığı, bu tür olaylarda zarar gören kişi ve kuruluşlara karşı kişisel
husumetten kaynaklanmadığı bilinmekte ve gözlenmektedir. Sözü edilen olaylar
nedeniyle zarara uğrayan kişiler, kendi kusur ve eylemleri sonucu değil,
toplumun bir bireyi olmaları nedeniyle zarar görmektedirler. Belirtilen şekilde
ortaya çıkan zararların ise, özel ve olağandışı nitelikleri dikkate alınıp,
terör olaylarını önlemekle yükümlü olduğu halde önleyemeyen idarece, yukarıda
açıklanan sosyal risk ilkesine göre, topluma pay edilmesi suretiyle tazmini
hakkaniyet gereği olup, sosyal devlet ilkesine de uygun düşecektir.
...
Anılan Kanunun gerekçesinde, 'Devletin
anayasal düzenini yıkmayı amaçlayan terör eylemlerine hedef olan kişiler kendi
kusur ve fiilleri sonucu değil, toplumun bir bireyi olarak zarar
görmektedirler. ... Ortaya çıkan bu zararın paylaştırılması, toplumun diğer
kesimleri ile zarara uğramış kişiler arasında fedakârlığın denkleştirilmesi,
hakkaniyet ve sosyal hukuk devleti ilkelerinin bir gereğidir. ... İdarenin
önlemekle yükümlü olduğu halde önleyemediği bu zararların, nedensellik bağı ve
kusur koşulu aranmadan karşılanmasını kabul eden objektif sorumluluk anlayışına
dayalı sosyal risk adı verilen bu ilke, bilimsel ve yargısal içtihatlarla da
kabul edilmiştir. ... Bu çerçevede.... terör eylemleri
veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören
kişilerin maddi zararlarının, idarece en kısa süre içinde ve sulh yoluyla
karşılanması .... amacıyla bu Tasarı hazırlanmıştır.' denilmektedir.
..."
26. Danıştay Onbeşinci Dairesinin
18/12/2018 tarihli ve E.2016/5245, K.2018/8344 sayılı ilamının ilgili kısmı
şöyledir:
"...
Terör eylemleri veya terörle mücadele
kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle maddi zarara uğrayan kişilerin, bu
zararlarının karşılanmasına ilişkin esas ve usulleri belirlemek amacıyla
çıkarılan ve 27.07.2004 gün ve 25535 sayılı Resmi Gazete'de
yayımlanarak yürürlüğe giren 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan
Zararların Karşılanması Hakkında Kanun’un 'Amaç' başlıklı 1. maddesinde, bu
Kanunun amacının, terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen
faaliyetler nedeniyle maddî zarara uğrayan kişilerin, bu zararlarının
karşılanmasına ilişkin esas ve usulleri belirlemek olduğu, 'Kapsam' başlıklı 2.
maddesinde, bu Kanunun, 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun 1'inci, 3'üncü
ve 4'üncü maddeleri kapsamına giren eylemler veya terörle mücadele kapsamında
yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel
kişilerinin maddî zararlarının sulhen karşılanması
hakkındaki esas ve usullere ilişkin hükümleri kapsadığı, terör dışındaki
ekonomik ve sosyal sebeplerle uğranılan zararlar ile güvenlik kaygıları dışında
kendi istekleriyle bulundukları yerleri terk edenlerin bu sebeple uğradıkları
zararlar ve kişilerin kendi kasıtları sonucunda oluşan zararların bu Kanunun
kapsamı dışında sayılan durumlardan olduğu, 'Karşılanacak Zararlar' başlıklı 7.
maddesinde ise, bu Kanun hükümlerine göre sulh yoluyla karşılanabilecek
zararların, hayvanlara, ağaçlara, ürünlere ve diğer taşınır ve taşınmazlara
verilen her türlü zararlar, yaralanma, sakatlanma ve ölüm hâllerinde uğranılan
zararlar ile tedavi ve cenaze giderleri, terörle mücadele kapsamında yürütülen
faaliyetler nedeniyle kişilerin mal varlıklarına ulaşamamalarından kaynaklanan
maddî zararlar olduğu hükümlerine yer verilmiştir.
Öte yandan, anılan Kanunun gerekçesinde,
'Kural olarak idarenin hukukî sorumluluğu kusur esasına dayanmaktadır. Sözü
edilen kuralın istisnası olarak, idarenin önlemekle yükümlü olduğu halde
önleyemediği birtakım zararların, nedensellik
bağı ve kusur koşulu aranmadan karşılanması gerekmektedir. ....Ortaya çıkan
zararın paylaştırılması, toplumun diğer kesimleri ile zarara uğramış kişiler
arasında fedakarlığın denkleştirilmesi, hakkaniyet ve sosyal hukuk devleti
ilkelerinin bir gereğidir. Kişilere verilen zararlar, ister terör örgütlerinin
eylemlerinden, ister terörle mücadele sırasında Devletçe alınan tedbirlerden
kaynaklanmış olsun; bu zararların belirtilen ilkeler uyarınca karşılanması,
Devlete olan güveni pekiştirecek; vatandaş-Devlet kaynaşmasını artıracak,
terörle mücadeleye ve toplumsal barışa önemli katkıda bulunacaktır. Terörle
mücadelede Türk Silâhlı Kuvvetlerinin ve güvenlik
güçlerinin kazandığı olağanüstü başarının sosyal ve ekonomik tedbirlerle
desteklenmesi zorunluluğu toplumumuzun bütün kesimlerince kabul edilmektedir.'
denilerek Kanunun getiriliş amacı açıklanmıştır.
3713 sayılı Terörle Mücadele Kanun’un 'Terörün
Tanımı' başlıklı 1. maddesinde; 'Terör; cebir ve şiddet kullanarak; baskı,
korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, Anayasa'da
belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasi, hukuki, sosyal, laik, ekonomik
düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak,
Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini
zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok
etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak
amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü
suç teşkil eden eylemlerdir.' şeklinde tanımlanmış, Kanunun 3. maddesinde, Türk
Ceza Kanun’unda yer alan terör suçları sayılmış, 4. maddesinde ise terör amacı
ile işlenen suçlar belirtilmiştir.
Terör eylemlerinin devlete yönelik olduğu,
devletin anayasal düzenini yıkmayı amaçladığı yukarıda anılan 3713 sayılı
Kanunda belirtilmiş olup bu tür olayların zarar gören kişi ve kurumlara karşı
kişisel husumetten ileri gelmediğinin dikkate alınması gerekmektedir. Terör
eylemleri nedeniyle zarara uğrayan, bu eylemlere herhangi bir şekilde
katılmamış olan kişiler kendi kusur ve eylemleri sonucu değil, toplum içinde
ortaya çıkan bu olaylardan toplumun bir parçası olması sıfatıyla zarar
görmektedir. 5233 sayılı Kanunun terör eylemleri sonucu zarar görenlerin
zararların karşılanmasına yönelik olduğu, nakdi tazminat ödenmesi için bir
maddi zararın oluşması, zararın 3713 sayılı Kanunun 1. 3. ve 4. maddeleri
kapsamında yer alan eylemlerden veya terörle mücadele kapsamında yürütülen
faaliyetler nedeniyle uğranılması gerektiği belirtilmiştir.
Yukarıda yer verilen Kanun hükümlerine göre,
terör veya terörle mücadelede kapsamında yürütülen faaliyetlerden
kaynaklanmayan zararların 5233 sayılı Kanun uyarınca karşılanması hukuken
olanaklı değildir.
..."
27. Danıştay Onbeşinci Dairesinin 18/10/2012
tarihli ve E.2012/189, K.2012/7048 sayılı ilamının ilgili kısımları şöyledir:
"...
İdare, kural olarak yürüttüğü kamu hizmetiyle
nedensellik bağı kurulabilen zararları tazminle yükümlü olup; idari eylem
ve/veya işlemlerden doğan zararlar idare hukuku kuralları çerçevesinde, hizmet
kusuru veya kusursuz sorumluluk ilkeleri gereği tazmin edilmektedir.
Bununla birlikte; bilimsel ve yargısal
içtihatlarla geliştirilen sosyal risk ilkesi ile toplumun içinde bulunduğu
koşullardan kaynaklanan, idarenin faaliyet alanında meydana gelmekle birlikte,
yürütülen kamu hizmetinin doğrudan sonucu olmayan, toplumsal nitelikli riskin
gerçekleşmesi sonucu oluşan, salt toplumun bireyi olunması nedeniyle uğranılan
özel ve olağan dışı zararların da topluma pay edilerek giderilmesi
amaçlanmıştır.
Belirtilen niteliğine göre, sosyal risk
ilkesinin uygulanabilmesi için olayın tüm toplumla ilgilendirilmesi ve zararın
toplumsal nitelikli bir riskin gerçekleşmesi sonucu meydana gelmesi yanında,
olay ve zararın yürütülen kamu hizmetinin doğrudan sonucu olmaması, başka bir
deyişle zarar ile idari eylem arasında bir nedensellik bağının da kurulamaması
gerekmektedir.
27.07.2004 tarih ve 25535 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 5233 sayılı Terör ve
Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun, terör
eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle
maddî zarara uğrayan kişilerin, bu zararlarının karşılanmasına ilişkin esas ve
usulleri belirlemek amacıyla kabul edilmiş olup; bu amaç, anılan Kanunun genel
gerekçesinde 'Devletin anayasal düzenini yıkmayı amaçlayan terör eylemlerine
hedef olan kişiler kendi kusur ve fiilleri sonucu değil, toplumun bir bireyi
olarak zarar görmektedirler. ... Ortaya çıkan bu zararın paylaştırılması,
toplumun diğer kesimleri ile zarara uğramış kişiler arasında fedakârlığın
denkleştirilmesi, hakkaniyet ve sosyal hukuk devleti ilkelerinin bir gereğidir.
... İdarenin önlemekle yükümlü olduğu halde önleyemediği bu zararların,
nedensellik bağı ve kusur koşulu aranmadan karşılanmasını kabul eden objektif
sorumluluk anlayışına dayalı sosyal risk adı verilen bu ilke, bilimsel ve
yargısal içtihatlarla da kabul edilmiştir. ...
...
Görüldüğü üzere; 5233 sayılı Kanun, yargısal
ve bilimsel içtihatlarla kabul edilen 'sosyal risk' ilkesinin yasalaşmış
halidir. Bu nedenle, adı geçen Kanunun uygulama alanı yalnızca 'sosyal risk
ilkesi' uyarınca tazmini mümkün olan uyuşmazlıklarla sınırlı bulunmaktadır. Başka
bir ifadeyle; zarar ile idari eylem arasında nedensellik bağının kurulabildiği
hallerde sosyal risk ilkesinin uygulanmasına olanak bulunmadığından; idare
hukuku kuralları çerçevesinde öncelikle hizmet kusurunun bulunup bulunmadığının
araştırılması, hizmet kusuru yoksa kusursuz sorumluluk ilkesine göre zararın
tazmin edilip edilemeyeceğinin belirlenmesi; dolayısıyla idari eylemlerden
doğan zararın, hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk ilkeleri uyarınca tazmini
gereken davalarda, 2577 sayılı Kanunun 13. maddesinin uygulanması
gerekmektedir.
..."
V. İNCELEME VE GEREKÇE
28. Mahkemenin 23/10/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Yaşam Hakkının İhlal
Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucuların İddiaları
29. Başvurucular, yakınlarının güvenlik güçleri tarafından
öldürüldüğünü belirterek yaşam hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve
ihlalin tespit edilerek iki muris için 60.000 TL ödeme yapılmasına karar
verilmesini talep etmişlerdir.
2. Değerlendirme
30. Başvuru formu ve eklerinin incelenmesi neticesinde
başvurucuların 1993 yılında gerçekleştiği belirtilen olayla ilgili ceza
soruşturması sürecine dair herhangi bir bilgiye yer vermedikleri, salt
yakınlarının hayatlarını kaybetmeleri nedeniyle yaşam haklarının ihlal
edildiğinin tespitine karar verilmesini istedikleri görülmektedir.
31. Anayasa Mahkemesi içtihadına göre ne 5233 sayılı Kanun'da
öngörülen Komisyon ne de bu Komisyonun kararını inceleyecek olan idari yargı
yeri şikâyete konu ihlali tespit etme ve uygun giderim sağlama yetkisine
sahiptir. Bir başka ifadeyle ileri sürülen söz konusu iddialar dikkate
alındığında başvurucuların yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetleri,
5233 sayılı Kanun kapsamında tazminat ödenmesi istemiyle yürütülen sürecin
olayın gerçekleşme koşullarını aydınlatıp bu şekilde maddi gerçeği ortaya
çıkarabilecek ve gerektiğinde varsa olayın sorumlularının cezai yaptırımlar ile
hesap vermesini sağlayabilecek nitelikte değildir. Bu açıdan 5233 sayılı Kanun'da
öngörülen tazminat yolunun somut olaydaki şikâyet bakımından etkili bir yol
olmadığı kanaatine ulaşılmıştır (Özeyir Kocakaya, B. No: 2014/1457, 14/11/2018, §§
57-59).
32. Bu itibarla olayın niteliği ile başvurucuların iddiaları
birlikte dikkate alındığında başvuruda yaşam hakkı kapsamında başvuru
yollarının tüketilmesi kuralı bakımından bir değerlendirme yapılırken idari
yargı merciinde görülen tazminat davasının değil olaya ilişkin ceza
soruşturmasının nazara alınması gerektiği sonucuna varılmıştır (Özeyir Kocakaya, §
60). Başvurucular ceza soruşturmasına ilişkin herhangi bir bilgi ve belge
sunmamıştır.
33. Bu itibarla somut olayın niteliği ile başvurucuların
iddiaları birlikte değerlendirildiğinde başvuruda yaşam hakkı kapsamında
başvuru yollarının tüketilmediği sonucuna varılmıştır.
34. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Makul Sürede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin Şikâyet Yönünden
1. Başvurucuların
İddiaları
35. Başvurucular, 5233 sayılı Kanun kapsamında başvurulan idari
sürecin ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle Anayasa’nın
36. maddesinde tanımlanan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini
iddia etmiştir.
2. Değerlendirme
36. Bireysel başvuru yapıldıktan sonra 31/7/2018 tarihli ve
30495 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe
giren 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Kanun'un 20. maddesiyle 9/1/2013 tarihli
ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların
Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'a geçici madde eklenmiştir.
37. 6384 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddeye göre
yargılamaların uzun sürmesi, yargı kararlarının geç veya eksik icra edilmesi ya
da icra edilmemesi şikâyetiyle Anayasa Mahkemesine yapılan ve bu maddenin
yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesi önünde derdest olan
bireysel başvuruların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul
edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat
üzerine Bakanlık İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığı tarafından
incelenmesi öngörülmüştür.
38. Ferat Yüksel (B. No: 2014/13828, 12/9/2018)
kararında Anayasa Mahkemesi yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı ya
da yargı kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da hiç icra edilmediği
iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce gerçekleştirilen bireysel başvurulara
ilişkin olarak Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonuna başvuru
imkânının getirilmesine ilişkin yolu ulaşılabilir olma, başarı şansı sunma ve
yeterli giderim sağlama kapasitesinin bulunup bulunmadığı yönlerinden
inceleyerek bu yolun etkililiğini tartışmıştır (Ferat Yüksel, §§ 27-36).
39. Ferat Yüksel kararında özetle anılan başvuru
yolunun kişileri mali külfet altına sokmaması ve başvuruda kolaylık sağlaması
nedenleriyle ulaşılabilir olduğu, düzenleniş şekli itibarıyla ihlal iddialarına
makul bir başarı şansı sunma kapasitesinden mahrum olmadığı ve tazminat
ödenmesine imkân tanıması ve/veya bu mümkün olmadığında başka türlü telafi
olanakları sunması nedenleriyle potansiyel olarak yeterli giderim sağlama
imkânına sahip olduğu hususunda değerlendirmelerde bulunulmuştur (Ferat Yüksel, §§ 27-34). Bu gerekçeler
doğrultusunda Anayasa Mahkemesi, ilk bakışta ulaşılabilir olan ve ihlal
iddialarıyla ilgili başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesi
olduğu görülen Bakanlık İnsan Hakları Tazminat Komisyonuna başvuru yolu
tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil
niteliği ile bağdaşmayacağı sonucuna vararak başvuru yollarının tüketilmemiş
olması nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermiştir (Ferat Yüksel, §§ 35, 36)
40. Mevcut başvuruda söz konusu karardan ayrılmayı gerektiren
bir durum bulunmamaktadır.
41. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez
olduklarına karar verilmesi gerekir.
C. Diğer Hak İhlal
İddiaları Yönünden
1. Başvurucuların
İddiaları
42. Başvurucular; tazminat taleplerinin Komisyon tarafından reddedilmesi
üzerine Mahkemede açtıkları iptal davasında Mahkemenin yakınlarının terör
örgütü üyesi olduğu yönündeki gerçeğe aykırı şekilde üretilmiş belgelere itibar
ederek davanın reddine karar verdiğini, bu suretle de anayasal haklarının ihlal
edildiğini ileri sürmüşlerdir.
2. Değerlendirme
43. Anayasa'nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası ile 30/3/2011
tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri
Hakkında Kanun'un 49. maddesinin (6) numaralı fıkrasında, bireysel başvurulara
ilişkin incelemelerde kanun yolunda gözetilmesi gereken hususların incelemeye
tabi tutulamayacağı; 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında ise açıkça
dayanaktan yoksun başvuruların Anayasa Mahkemesince kabul edilemezliğine karar
verilebileceği belirtilmiştir (Necati Gündüz
ve Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 24).
44. Bu kapsamda ilke olarak mahkemeler önünde dava konusu
yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi,
hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile uyuşmazlıkla ilgili varılan
sonucun adil olup olmaması bireysel başvurukonusu
olamaz. Ancak bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlüklere müdahale teşkil
eden, bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik
içeren yorum, uygulama ve sonuçlar Anayasa Mahkemesinin denetim yetkisi
kapsamındadır (Ahmet Sağlam, B.
No: 2013/3351, 18/9/2013, § 42).
45. Başvurucular, maddi vakıa ve delillerin hatalı takdiri
neticesinde verilen hükmün sonuç itibarıyla hukuka aykırı olduğunu ileri
sürmüşlerdir. Dolayısıyla başvurucuların iddialarının özü derece mahkemesince
delillerin değerlendirilmesinde, hukuk kurallarının yorumlanmasında isabet
olmadığına, esas itibarıyla yargılamanın sonucunun adil olmadığına
dayanmaktadır.
46. Başvuru konu mahkeme kararında; S.E. ve M.E.nin
yasa dışı terör örgütü içinde yer aldığı kanaatine varıldığı, bu nedenle davaya
konu ölümlerin 5233 sayılı Kanun'un 2. maddesi kapsamında
değerlendirilemeyeceği belirtilerek davanın reddine hükmedilmiştir. 5233 sayılı
Kanun hükümlerinden yararlandırılmama nedeniyle açılan bu davada öncelikle
ilgililerin zarara uğramasına sebebiyet veren olayın kanun kapsamında olup
olmadığı hususunun incelendiği anlaşılmış ve olayın bu kanun kapsamında
olmadığı gerekçesiyle davanın reddedildiği anlaşılmaktadır. Başvurucuların
iddiaları temyiz merciince de incelenip reddedilmek suretiyle mahkeme kararı
onanmıştır. Bu çerçevede derece mahkemesinin kararında bir keyfîlik
bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
47. Açıklanan gerekçelerle başvurucular tarafından ileri sürülen
iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu anlaşıldığından
başvurucuların diğer hakların ihlal edildiğine ilişkin iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru
yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Diğer hakların ihlal edildiğine ilişkin iddiaların açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderinin başvurucular üzerinde BIRAKILMASINA
23/10/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.