TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
MEHMET YALÇIN AKDENİZ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2015/19154)
|
|
Karar Tarihi: 31/10/2018
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar
ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Serruh KALELİ
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Hasan Tahsin
GÖKCAN
|
Raportör
|
:
|
Özgür DUMAN
|
Başvurucu
|
:
|
Mehmet
Yalçın AKDENİZ
|
Vekili
|
:
|
Av. Uluğ İlve YÜCESOY
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, otuz yılı aşan hizmet süresi için hizmet
tazminatının ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına
ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 9/12/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.
7. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar
özetle şöyledir:
9. Başvurucu Türk Standartları Enstitüsünde (TSE veya Enstitü)
27/11/1969 tarihinden itibaren otuz yıldan uzun bir süre boyunca uzman olarak
görev yapmakta iken Yönetim Kurulunun 11/5/2009 tarihli kararı ile yaş haddi
nedeniyle resen emekliye sevk edilmiştir. Başvurucuya Enstitüde geçen
hizmetlerine karşılık otuz yıl üzerinden hesaplanan hizmet tazminatı
ödenmiştir.
10. Başvurucu otuz yılı aşan hizmetleri için de tazminat
ödenmesi talebiyle 10/7/2009 tarihinde TSE'den talepte bulunmuştur. TSE
8/9/2009 tarihinde başvurucuya gönderdiği bir yazı ile bu talebi reddetmiştir.
Yazıda, TSE Personel Yönetmeliği'nin 86. maddesine göre ödenecek tazminat tutarının
otuz yılı geçemeyeceği yönündeki düzenlemeye işaret edilmiştir. Ayrıca bu yönde
bir uygulamanın emekli ikramiyesi yönünden 8/6/1949 tarihli ve 5434 sayılı
Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu'nun 89. maddesinde de mevcut olduğu
belirtilmiştir. Sonuç olarak talebe konu otuz yıl üstü hizmet tazminatının
genel hükümlere ve anılan Yönetmelik maddesine göre ödenmesinin mümkün olmadığı
bildirilmiştir.
11. Başvurucu söz konusu idari işleme karşı TSE aleyhine
26/4/2010 tarihinde Ankara 16. İdare Mahkemesinde (Mahkeme) iptal davası
açmıştır. Dava dilekçesinde, başvurucunun özlük hakları bakımından 17/7/1964
tarihli ve 506 sayılı mülga Sosyal Sigortalar Kanunu hükümlerine tabi olduğu ve
bu mevzuatta ise emeklilik ikramiyesinin otuz yıl üzerinden verilmesi
gerektiğine ilişkin bir hüküm bulunmadığı belirtilerek dava konusu işlemin
iptal edilmesi gerektiği ileri sürülmüştür.
12. Mahkeme 23/11/2010 tarihinde davanın reddine karar
vermiştir. Kararın gerekçesinde, başvurucunun kamu görevlisi olup işçi
statüsünde bulunmadığından 506 sayılı mülga Kanun hükümlerinin uygulanamayacağı
belirtilmiştir. Mahkemeye göre olayda kamu görevlilerinin emekliliği ile ilgili
genel mevzuat olan 5434 sayılı Kanun'un 89. maddesi dikkate alınmalıdır. Bu
maddeye göre ise emekli ikramiyesinin hesaplanmasında, otuz fiilî hizmet
yılından fazla süre nazara alınmaz. Mahkeme ayrıca TSE Personel Yönetmeliği'nin
ödenecek hizmet tazminatı tutarının otuz yılı aşamayacağı yönündeki 86.
maddesine de dikkat çekmiştir. Mahkeme bu gerekçelerle başvurucuya otuz yılı
aşan hizmet süresi için hizmet tazminatı ödenmemesine yönelik dava konusu
işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna varmıştır.
13. Temyiz edilen karar Danıştay Onbirinci
Dairesince 28/11/2011 tarihinde onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme talebi
aynı Dairenin 16/10/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir.
14. Nihai karar başvurucu vekiline 11/11/2015 tarihinde tebliğ
edilmiştir.
15. Başvurucu 9/12/2015 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
16. 5434 sayılı Kanun’un 89. maddesinin kısmen iptal edilmeden
önceki hâliyle ilgili kısmı şöyledir:
"Hizmet sürelerinin tamamı bu Kanun ve/veya
31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası
Kanununun geçici 4 üncü maddesi kapsamında geçenlerden
emekli, adi malullük veya vazife malullüğü aylığı bağlanan veyahut toptan ödeme
yapılan asker ve sivil tüm iştirakçilere, her tam fiili hizmet yılı için aylık
bağlamaya esas tutarın bir aylığı emekli ikramiyesi olarak verilir.
Birinci fıkra kapsamına girmemekle birlikte,
bu Kanun ve/veya 5510 sayılı Kanunun geçici 4 üncü maddesi kapsamında hizmeti
bulunanlardan mülga 2829 sayılı Sosyal Güvenlik Kurumlarına Tabi Olarak Geçen
Hizmetlerin Birleştirilmesi Hakkında Kanunun 8 inci maddesi uyarınca
birleştirilen hizmet süreleri üzerinden emeklilik, yaşlılık ya da malullük
aylığı bağlananlara ise; bu Kanun veya 5510 sayılı Kanunun geçici 4 üncü
maddesi hükümlerine tabi olarak bu Kanuna tabi daire, kuruluş ve ortaklıklarda
geçen çalışmalarının, 25/8/1971 tarihli ve 1475 sayılı İş Kanununun 14 üncü
maddesinde belirtilen kıdem tazminatına hak kazanma şartlarına uygun olarak
sona ermiş olması şartıyla emekli ikramiyesi ödenir.
İkinci fıkra uyarınca ödenecek emekli
ikramiyesi, bu Kanun veya 5510 sayılı Kanunun geçici 4 üncü
maddesi kapsamına giren görevlerde geçen her tam fiili hizmet yılı ile sınırlı
olarak bu görevlerden ayrıldıkları tarihteki emeklilik keseneğine esas aylık
tutarı üzerinden ve aylığın başlangıç tarihindeki katsayılar dikkate alınarak
ödenir. Mülga 2829 sayılı Kanunun 12 nci
maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesi ile üçüncü fıkrasının son
cümlesinin bu maddeye aykırı hükümleri uygulanmaz.
Yukarıdaki fıkralara göre verilecek emekli
ikramiyesinin hesabında 30 fiili hizmet yılından fazla süreler ile mülga 2829
sayılı Kanunun 8 inci maddesi uyarınca birleştirilen hizmet süreleri üzerinden
aylık bağlananlara ödenecek emeklilik ikramiyesinin hesabında bu Kanun veya
5510 sayılı Kanunun geçici 4 üncü maddesi hükümlerine tabi olarak bu Kanuna
tabi daire, kuruluş ve ortaklıklarda geçen ve 1475 sayılı Kanunun 14 üncü
maddesine göre kıdem tazminatı ödenmesini gerektirmeyecek şekilde sona eren
geçmiş hizmet süreleri ve her ne suretle olursa olsun evvelce iş sonu tazminatı
veya bu mahiyette olmakla birlikte başka bir adla tazminat ödenen süreleri ile
kıdem tazminatı ya da emekli ikramiyesi ödenmiş olan süreleri dikkate alınmaz.
Ancak, mülga 2829 sayılı Kanun hükümleri uygulanmış olmakla birlikte, bu Kanun
veya 5510 sayılı Kanunun geçici 4 üncü maddesi
kapsamında hizmetleri arasında başka bir sigortalılık hali kapsamında çalışması
bulunmayanların emekli ikramiyesine esas fiili hizmet sürelerinin hesabında,
1475 sayılı Kanunun 14 üncü maddesindeki şartlar aranmaz.
..."
17. Anayasa Mahkemesinin 7/1/2015 tarihli ve 29229 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 25/12/2014 tarihli ve E.2013/111,
K.2014/195 sayılı kararıyla anılan maddenin dördüncü fıkrasında yer alan “verilecek emekli ikramiyesinin hesabında 30 fiili
hizmet yılından fazla süreler ile” ibaresi iptal edilmiştir. Kararın
gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Devletin desteğine bağlı olan sosyal
hakların en önemlisi sosyal güvenlik hakkıdır. Emekli ikramiyesi, emeklilik,
yaşlılık ya da malullük aylığı almaya hak kazanan kamu çalışanlarına çalışma
hayatında istikrar ve devamlılığı sağlamak amacıyla ve sosyal devlet ilkesi
gereğince yapılan bir ödeme türü olup Anayasa'nın 60. maddesinde öngörülen
sosyal güvenlik hakkının kapsamı içerisindedir. Kanun koyucunun, emekli
ikramiyesinin miktarını ve ödenme koşullarını belirleme konusunda, anayasal
ilkelere aykırı olmamak, hakkaniyet ve kamu yararı ölçütlerini gözetmek
koşuluyla düzenleme yapma yetkisi bulunmaktadır. Ancak kanun koyucu,
Anayasa'nın 60. maddesi uyarınca sosyal güvenliği sağlama görevini yerine
getirirken, anılan yetkiye dayanarak emekli ikramiyesi ile ilgili keyfi ya da
bu haktan yararlananlar arasında eşitsizliğe neden olacak düzenlemeler yapamaz.
İtiraz konusu ibare ile 5434 sayılı Kanun'un
89. maddesinin birinci, ikinci ve üçüncü fıkralarına göre verilecek emekli
ikramiyesinin hesaplanmasında 30 fiili hizmet yılından fazla sürelerin dikkate
alınmayacağı öngörülmüştür. İtiraz konusu ibareye tabi olan iştirakçilerin
hukuki durum ve statüleri aynıdır. Aralarındaki yegane
fark 30 yıldan fazla çalışıp çalışmama bakımındandır. Durumlarındaki özdeşlik
nedeniyle her iki grubun kanunun öngördüğü haklardan aynı esaslara göre
yararlanmaları gerekmektedir. Buna rağmen, 30 yıl ve daha az çalışanların
emekli ikramiyesinin hesabında çalıştıkları süre kadar yararlanmalarına olanak
tanındığı hâlde 30 yıldan fazla çalışan iştirakçilerin belirtilen süreden fazla
olan fiili hizmet süreleri için emekli ikramiyesinden yararlandırılmadığı,
ikramiye hesabının 30 yıl ile sınırlandırıldığı görülmektedir. Oysa nitelikleri
ve durumları özdeş olan iştirakçiler aynı konumdadırlar. Ancak itiraz konusu
ibareyle, 30 yıl ve daha az çalışanlar ile fazla çalışanlar arasında
anlaşılabilir, amaçla ilgili ya da makul, adil ve haklı bir nedene dayanmayan
bir ayrım öngörülmüştür. Bu durum Anayasa'nın 10. maddesinde öngörülen kanun
önünde eşitlik ilkesini ihlal etmektedir.
Öte yandan, emeklilik için gerekli yaş sınırı
yükseltilmesi nedeniyle iştirakçiler emekli olabilmek için daha fazla çalışmak
zorunda kalmaktadırlar. 30 yıldan fazla çalışmalarına rağmen bu süreler için
emekli ikramiyesi ödenmemesi belirtilen iştirakçiler yönünden hak kaybına neden
olmaktadır. Dolayısıyla iştirakçilerin çalıştığı hâlde bu sürelere ilişkin
emekli ikramiyesi ödenmemesi adalet ve hakkaniyete uygun olmadığından itiraz
konusu ibare, sosyal güvenlik hakkına ve hukuk devleti ilkesine de aykırılık
oluşturmaktadır.
Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu ibare
Anayasa'nın 2., 10. ve 60. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir."
18. 18/11/1960 tarihli ve 132 sayılı Türk Standartları Enstitüsü
Kuruluş Kanunu'na 11/10/2011 tarihli ve 662 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'nin
41. maddesi ile eklenen 10/A maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Enstitünün hizmetlerinin gerektirdiği
görevler için istihdam edilen personel, 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel
Sağlık Sigortası Kanununun 4 üncü maddesinin birinci
fıkrasının (a) bendi kapsamında sigortalı sayılır.
...
Enstitü personelinin izin, disiplin, intibak
işleri ile diğer hususlar yönetmelikle belirlenir.
Enstitü personelinin ücretleri ile diğer malî
hakları, 631 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 14 üncü
maddesi ve anılan madde uyarınca yürürlüğe konulan mevzuat hükümleri
çerçevesinde, kurum içi hiyerarşi gözetilerek Yönetim Kurulunca tespit
edilir."
19. 14/7/2002 tarihli ve 24815 sayılı Resmî Gazete’de
yayımlanan Türk Standartları Enstitüsü Personel Yönetmeliği'nin 86. maddesinin
ilk hâli şöyledir:
"Aşağıdaki hallerde,
a) Sosyal Güvenlik Kurumu mevzuatına göre
emeklilik hakkını kazanan ve bunu SGK’dan aldıkları
belge ile doğrulayan personele,
b) İsteği halinde, muvazzaf askerlik sebebiyle
görevden ayrılanlara,
c) En az 15 yıl hizmeti bulunmak şartıyla
kendi isteği ile TSE’den ayrılanlara,
d) Ölüm halinde veya sağlık kurulu raporu ile
belgelenen sakatlık, malûllük ve hastalık sebebi ile
görevden ayrılan personele,
e) İstekleri halinde, milletvekili veya
mahalli idareler seçimlerine katılmak maksadı ile ayrılanlara,
f) Herhangi bir sosyal güvenlik kurumundan
(T.C. Emekli Sandığı, Bağ-Kur, Sosyal Sigortalar
Kurumu ve benzeri) emekli olarak ikramiyesini alıp Enstitüde çalışırken
ayrılanlara (Çalıştığı süre ile
sınırlı olmak ve toplamda sosyal güvenlik kurumlarında 30 yılı geçmemek üzere),
g) Yeniden seçilemeyen veya ayrılan TSE
Başkanlarına, (TSE’de geçmiş her tam hizmet yılı için Yönetim Kurulu kararına
gerek kalmaksızın),
h) Disiplin cezası haricinde bir nedenle
Yönetim Kurulunca işten çıkarılanlara,
ı) T.C. Emekli Sandığı Kanunu ve Sosyal
Sigortalar Kanununa veya yalnız Sosyal Sigortalar Kanununa tabi olarak aynı ya
da değişik kamu kurum ve kuruluşlarında geçen en az toplam 15 yıl hizmeti
bulunan TSE personeline, önceki çalıştığı kurumlardan ayrılırken hangi ad
altında olursa olsun aldığı tazminatın dönemi hariç olmak üzere ve TSE’de en az
dört yıl hizmeti bulunmak şartıyla kamu kurum ve kuruluşlarında geçirdiği
hizmet sürelerinin toplamı da dikkate alınarak,
hizmet tazminatı ödenir.
Aynı kıdem süresi için bir defadan fazla
hizmet tazminatı veya ikramiye ödenmez.
Birinci fıkranın (ı) bendi gereğince hizmet
tazminatı ödenen personelin bilgileri mükerrer ödemeleri engellemek için hizmet
tazminatı dönemi belirtilmek suretiyle Sosyal Güvenlik Kurumuna bildirilir.
Yukarıda belirtilenlerin dışında TSE’den
ayrılanlara hizmet tazminatı ödenmez. Ödenecek tazminat tutarı 30 yılı geçemez.
Bir yıldan az süreler için ödenecek tazminat orantılanmak suretiyle hesaplanır.
Bu tazminat genel hükümlere göre belirlenen tazminat tavanını geçemez."
20. 3/5/2015 tarihli ve 29344 sayılı Resmî Gazete'de
yayımlanarak yürürlüğe giren Türk Standartları Enstitüsü Personel
Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Yönetmelik'in 1. maddesi ile
anılan Yönetmelik'in 86. maddesinin birinci fıkrasının (f) bendinde yer alan “(Çalıştığı süre ile sınırlı olmak ve toplamda
sosyal güvenlik kurumlarında 30 yılı geçmemek üzere)” ibaresi ile
dördüncü fıkrasının ikinci cümlesi yürürlükten kaldırılmıştır.
21. Türk Standartları Enstitüsü Personel Yönetmeliğinde
Değişiklik Yapılmasına İlişkin Yönetmelik'in 2. maddesi ile anılan Yönetmelik'e
eklenen geçici 7. maddenin birinci fıkrası şöyledir:
"7/1/2015 tarihinden bu maddenin
yürürlüğe girdiği tarihe kadar emekli olmuş ve hizmet süresi 30 yıldan fazla
olan personele de bu sınırı aşan süre esas alınarak ayrıca hizmet tazminatı
ödemesi yapılır."
B. Uluslararası Hukuk
22. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar
başlıklı birinci maddesi şöyledir:
"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk
dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak
kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun
genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.
Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin
kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da
başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli
gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel
getirmez."
23. Sözleşme'nin 14. maddesi ise şöyledir:
"Bu Sözleşme’de
tanınan hak ve özgürlüklerden yararlanma, cinsiyet, ırk, renk, dil, din,
siyasal veya diğer kanaatler, ulusal veya toplumsal köken, ulusal bir azınlığa
aidiyet, mülkiyet, doğum başta olmak üzere herhangi başka bir duruma dayalı
hiçbir ayrımcılık gözetilmeksizin sağlanmalıdır."
24. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) yerleşik içtihadına
göre Sözleşme'nin 14. maddesi, Sözleşme ve eki protokollerde yer alan diğer hak
ve özgürlükleri tamamlayıcı bir nitelik taşımaktadır. Dolayısıyla sadece
güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerden yararlanılması bağlamında
uygulanan bu hakkın bağımsız bir şekilde uygulanabilmesi ise söz konusu
değildir (Fâbian/Macaristan [BD], B. No: 78117/13, 15/12/2015, § 112; Rasmussen/Danimarka, B. No: 8777/79, 28/11/1984, § 29). Zira 14.
madde yalnızca Sözleşme’de bulunan hak ve
özgürlüklerin kullanılması bakımından yapılan ayrımcılığı yasaklamaktadır (Gaygusuz/Avustralya, B. No: 17371/90, 16/9/1996, §
36). Bu sebeple bu hakkın ihlal edildiğine ilişkin şikâyet, Sözleşme’deki
hangi hak veya özgürlük bakımından ayrımcılık yapıldığı iddiasını da içermelidir.
Ancak başka bir Sözleşme maddesinin ihlal edildiğini iddia ve ispat etmek şart
olmayıp başvurudaki uyuşmazlık konusunun Sözleşme'deki
diğer maddelerin kapsamında olması gerekli ve yeterlidir (Rasmunssen/Danimarka, § 29).
25. AİHM'e göre farklı muamele nesnel
ve makul bir gerekçeye sahip olmaması hâlinde ayrımcı olarak nitelendirilir.
Diğer bir deyişle meşru bir amaç taşımadığı veya kullanılan araçlarla
gerçekleştirilmek istenen amaç arasında makul bir orantılılık ilişkisi
bulunmadığı tespit edilen farklı muamele, ayrımcılık oluşturur (Fabris/Fransa [BD], B. No: 16574/10, 7/2/2013, §
56).
26. AİHM, taraf devletlerin başka koşullarda benzer durumlar
teşkil eden farklılıkların farklı bir muameleyi gerektirip gerektirmediğinin ve
ne ölçüde gerektirdiğinin değerlendirmesinde takdir yetkileri bulunduğunu kabul
etmektedir. Bu takdir alanının kapsamı koşullara, olayın konusuna ve arka
planına göre değişiklik gösterir (Stummer/Avusturya [BD],
B. No: 37452/02, 7/7/2011, § 88). Özellikle ekonomik ve toplumsal stratejiye
ilişkin genel tedbirlerin uygulanması söz konusu olduğunda devletin geniş bir
takdir yetkisinin olduğu kabul edilmektedir (Hämäläinen/Finlandiya, B. No: 37359/09, 16/7/2014, §
109).
27. AİHM; Sözleşme'nin 14. maddesine ilişkin başvurularda,
ölçülülük kriteri çerçevesinde izlendiği iddia edilen amacın önemi, bu amaca
özgülenen ayrımcı müdahalenin başvurucunun mülkiyet hakkına müdahalesinin
ağırlığı, ayrımcı müdahalenin amacın gerçekleştirilebilmesi için uygun ve
elverişli olup olmadığı, söz konusu amacın izlenebilmesi için ayrımcı
müdahalenin yapılmasının zorunlu olup olmadığı, başvurucunun ayrımcı
müdahaleden mağduriyetinin giderilmesi için devlet tarafından önlem alınıp
alınmadığı gibi unsurları denetlemektedir. Ayrıca AİHM, meşru bir kamu
politikasını destekleyen bir müdahalenin uygulamada kabul edilemez derecede
geniş olup olmadığını veya bazı kişilere makul olanın ötesinde veya aşırı bir
yük yükleyip yüklemediğini saptamaya çalışmaktadır (Inze/Avusturya, B. No: 8695/79, 28/10/1987, §§ 44, 45; Thlimmenos/Yunanistan, B. No: 34369/97, 6/4/2000, §
47; Guberina/Hırvatistan, B. No: 23682/13, 22/3/2016,
§§ 66-74; Fâbian/Macaristan, §§ 112-117).
28. Maggio ve diğerleri/İtalya (B. No: 46286/09,
31/5/2011) kararına konu olayda başvurucuların, emekli aylıklarının İsviçre'de
çalıştıkları dönemde ödedikleri primlere göre daha fazla hesaplanması
gerektiğini belirterek yaptıkları talepler ulusal makamlarca reddedilmiştir.
Buna göre başvuruculardan ilki emekli aylığı almaya başladığı 1996 yılından
2009 yılına kadar 1.372 Avro yerine 873 Avro almış, 2010 yılından sonra da
kendisine 1.900 Avro yerine 1.178 Avro ödenmiştir. Bununla birlikte AİHM;
başvurucuların bütünüyle sosyal güvenlik aylığından yoksun bırakılmadığını,
yurt dışında çalıştıkları dönemde ödedikleri primlerin daha az olduğunu ve bu
azaltmanın genel bir eşitliği sağlamaya yönelik olduğunu vurgulamıştır. AİHM
sonuç olarak devletin sosyal güvenlik alanındaki geniş takdir yetkisine de
işaret ederek müdahalenin başvuruculara aşırı bir külfet yüklemediği sonucuna
varmıştır (Maggio ve diğerleri/İtalya, §§ 59-64). Mülkiyet
hakkının ayrımcılık yasağı ile bağlantılı olarak incelenmesi neticesinde de
müdahalenin makul ve nesnel bir amacı olduğu belirtilerek ihlal olmadığına
karar verilmiştir (Maggio ve diğerleri/İtalya, §§ 68-75).
29. Stummer/Avusturya (B. No: 37452/02, 7/7/2011) kararına olayda ise ceza infaz kurumunda
hükümlü olunan sürede yapılan çalışmaların emekliliğe esas alınmaması şikâyet
edilmiştir. AİHM öncelikle Sözleşme'ye ek 1 No.lu
Protokol'ün 1. maddesinin mülk edinme hakkı tanımadığını belirterek taraf
devletlerin sosyal güvenlik yardım veya ödemelerini nasıl yapacağı konusunda
takdir haklarının bulunduğunu kabul etmiştir. Ancak bir taraf devletin sosyal
güvenlik ödemesi yapılmasına dair yasal bir düzenleme yapması durumunda bu
yasal düzenlemeye dayalı olarak söz konusu ödemelerin veya yardımların
Sözleşme'nin anılan maddesi çerçevesinde mülk oluşturduğunu vurgulamıştır. AİHM
ayrıca somut olayda olduğu gibi başvurucuya kısmen veya tamamen ödeme
yapılmamasının şikâyet edildiği hâllerde Sözleşme'nin 14. maddesinin ek 1 No.lu
Protokol'ün 1. maddesi ile bağlantılı olarak incelenebileceğine değinmiştir.
Diğer bir deyişle mülkiyet hakkına ilişkin söz konusu Sözleşme maddesi herhangi
bir biçimde sosyal güvenlik ödemesi alınması hakkı içermese dahi taraf devletin
böyle bir ödeme oluşturması durumunda bu ödemenin Sözleşme'nin 14. maddesine
uygunluğunun incelenmesi gerektiği belirtilmiştir (Stummer/Avusturya, §§ 81-84).
30. AİHM, Sözleşme'nin 14. maddesinde yer alan diğer statü kavramının sınırlı olmadığını
belirterek hükümlü olmanın anılan maddenin amacı çerçevesinde ayrımcılığa temel
oluşturabilecek kişisel statü hâllerinden biri sayılabileceğini kabul etmiştir
(Stummer/Avusturya, § 90). Kararda, başvurucu
hükümlünün diğer çalışanlar ile benzer durumda olduklarını tespit edilmiş,
önemli sayılabilecek prim ödemesi yapılmadığı gözetilerek sosyal güvenlik
sisteminin korunması çerçevesinde müdahalenin meşru bir amacının olduğu
belirtilmiştir (Stummer/Avusturya, §§ 91-98). Son olarak makul ve
nesnel bir amacı bulunduğu belirtilen müdahalenin başvurucuya aşırı bir külfet
yüklemediğinden ölçülü olduğu sonucuna varılmıştır (Stummer/Avusturya, §§ 99-111).
31. Diğer taraftan AİHM hukuki kesinlik ilkesi gereği anayasa
mahkemelerinin iptal kararlarının geriye dönük olarak haklar tesis
etmeyebileceğini, ayrıca kararların veya yapılan kanuni düzenlemelerin geriye
yürütülmemesi durumunun da ayrımcılık yasağının ihlali anlamına gelmeyeceğini
kabul etmiştir (H.R./Almanya (k.k.), B. No: 17750/91, 30/6/1992; J.R./Almanya (k.k.),
B. No: 22651/93, 18/10/1995; Mika/Avusturya (k.k.), B. No: 26560/95, 26/6/1996). Ayrıca Cassar/Malta (B. No: 50570/13, 30/1/2018)
kararında da AİHM, kira kontrollerine ilişkin kanuni düzenlemenin yürürlüğe
girdiği tarihten sonra uygulanmasını mülkiyet hakkı bağlamında ayrımcılık
yasağı kapsamında incelemiştir. AİHM eski düzenlemelerin yerine yenilerinin
kabul edildiği durumlarda hak ve menfaatlerin kabulü için belirli bir yürürlük
tarihinin kabul edilmesinin devletlerin takdir yetkisinde olduğunu, bunun
özellikle düzenlemelerden etkilenenlerin haklarını da koruduğu dikkate
alındığında makul ve nesnel bir gerekçe teşkil ettiğini belirtmiştir (Cassar/Malta, § 66).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
32. Mahkemenin 31/10/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
veBakanlık Görüşü
33. Başvurucu emekli sandığına tabi olduğu kabul edilse dahi
Anayasa Mahkemesince 5464 sayılı Kanun'un 89. maddesinde yer alan ve otuz yılın
üzerindeki çalışma süreleri yönünden emekli ikramiyesi ödenmeyeceğine dair
hükmün iptal edildiğini vurgulamıştır. Başvurucuya göre iptal kararının
uygulanmaması daha önce emekli olanlar ile bu karardan sonra emekli olanlar
arasında haksız bir ayrımcı bir muamele yapılmasına yol açmaktadır. Başvurucu
bu gerekçeyle mülkiyet ve adil yargılanma hakları bağlamında ayrımcılık
yasağının ihlal edildiğini, bu durumun hukuk devletine ve sosyal güvenlik
ilkelerine de aykırı olduğunu ileri sürmüştür.
34. Bakanlık mülkiyet hakkı ile bağlantılı olarak ayrımcılık
yasağı yönünden bir görüş bildirmemiştir. Bakanlık bununla birlikte mülkiyet
hakkı yönünden başvurucunun mevcut bir mülkünün veya mülkü edinmeye yönelik
meşru bir beklentisinin olmadığı görüşünü bildirmiştir. Bakanlık ayrıca sosyal
güvenlik alanında kamu makamlarının geniş bir takdir yetkisinin olduğuna işaret
etmiştir. Son olarak ilgili kanun hükümleri doğrultusunda başvurucunun
talebinin yargı makamlarınca reddedilmiş olduğu vurgulanmıştır.
B. Değerlendirme
35. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).
36. Anayasa'nın 10. maddesi "ayrımcılık yasağı" biçiminde düzenlenmemiş olsa bile
eşitlik ilkesinin anayasal bağlamda her durumda dayanılacak normatif bir değer
taşıması nedeniyle ayrımcılık yasağının da etkili bir şekilde hayata
geçirilmesi gerekir. Başka bir deyişle eşitlik ilkesi somut bir ölçü norm
olarak ayrımcılık yasağını da içerir (Tuğba
Arslan [GK], B. No: 2014/256, 25/6/2014, § 108).Başvurucunun
ayrımcılık yasağının ihlal edildiğine yönelik iddialarının soyut olarak
değerlendirilmesi mümkün olmayıp iddiaların Anayasa ve Sözleşme kapsamında yer
alan diğer temel hak ve özgürlüklerle bağlantılı olarak ele alınması gerekir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, §
33). Bu sebeple bu hakkın ihlal edildiğine ilişkin şikâyet, Anayasa ve Sözleşme
kapsamında hangi hak veya özgürlük bakımından ayrımcılık yapıldığı iddiasını da
içermelidir. Ancak Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma alanında yer alan başka
bir hakkın ihlal edildiğini iddia ve ispat etmek şart olmayıp başvurudaki
uyuşmazlık konusunun bu koruma alanında yer alan diğer hakların kapsamında
olması gerekli ve yeterlidir.
37. Başvuru formu ve ekleri bir bütün olarak incelendiğinde
başvurucunun temel olarak, Anayasa Mahkemesince verilen iptal kararının geriye
yürütülmemesine bağlı olarak hizmet tazminatının ödenmemesinin haksız bir
ayrımcı muameleye yol açtığını şikâyet ettiği anlaşılmıştır. Dolayısıyla
başvurucunun buna dair şikâyetinin ilgili olduğu mülkiyet hakkı bağlamında
ayrımcılık yasağı iddiası yönünden değerlendirilmesi uygun görülmüştür.
38. Anayasa’nın
"Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:
“Herkes,
mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla
sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına
aykırı olamaz.”
39. Anayasa'nın 10. maddesi şöyledir:
"Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi
düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım
gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.
...
Devlet organları ve idare makamları bütün
işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar."
40. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı
fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Anayasa Mahkemesince kabul
edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Bu bağlamda başvurucunun
ihlal iddialarını kanıtlayamadığı, temel haklara yönelik bir müdahalenin
olmadığı veya müdahalenin meşru olduğu açık olan başvurular ile karmaşık veya
zorlama şikâyetlerden ibaret başvurular açıkça dayanaktan yoksun kabul
edilebilir (Hikmet Balabanoğlu,
B. No: 2012/1334, 17/9/2013, § 24).
41. Anayasa Mahkemesi tarafından daha önce mülkiyet hakkı
bağlamında ayrımcılık yasağına ilişkin ilkeler Reis
Otomotiv Ticaret ve Sanayi A.Ş. ([GK], B. No: 2015/6728, 1/2/2018)
kararında ortaya konulmuştur. Buna göre mülkiyet hakkı bağlamında ayrımcılık
iddiasının incelenmesinde öncelikle Anayasa'nın 10. maddesi çerçevesinde benzer
sebebin ve farklı muamelenin mevcut olup olmadığı tespit edilmeli, bu bağlamda
aynı ya da benzer durumdaki kişiler arasında mülkiyet hakkına müdahale
bakımından farklılık gözetilip gözetilmediği belirlenmelidir. Bundan sonra
farklı muamelenin -vergilendirme bakımından devletin sahip bulunduğu geniş
takdir yetkisi de gözönünde tutularak- objektif ve makul
bir temele dayanıp dayanmadığı ve müdahalenin ölçülü olup olmadığı sorgulanarak
sonuca varılacaktır (Reis Otomotiv Ticaret
ve Sanayi A.Ş., § 77).
42. Anayasa'nın 10. maddesinde sayılan ayrımcılık sebeplerinin
cinsiyet, ırk veya din gibi bireylerin doğuştan taşıdıkları ya da sonradan
edindikleri kişisel olarak nitelendirilebilecek sebeplerle sınırlı olmadığını
kabul etmiştir. Dolayısıyla bu maddede yer alan benzer sebepler kavramı geniş bir anlamı içermekte olup
maddede yer alan herkes ve benzeri sebepler ifadeleriyle ayrımcılığa
karşı korunan kişi ve ayrımcılık temelleri açısından sınırlı bir yaklaşımın
benimsenmediği gözetilmelidir. Bu bağlamda belirtmek gerekir ki mülkiyet
temelinde de ayrımcılığın yasaklandığı kabul edilmelidir. Nitekim Sözleşme'nin
14. maddesinde mülkiyet (property)
açık bir şekilde ayrımcılık temelleri arasında sayılmıştır. Buna göre kamu
makamlarının mülkiyet hakkının korunması çerçevesinde mülk sahipleri arasında
ayrıma yol açacak müdahalelerde bulunmama yükümlülükleri bulunmaktadır (Reis Otomotiv Ticaret ve Sanayi A.Ş., §
83).
43. Somut olayda TSE'de görev yapan başvurucuya otuz yılın
üzerindeki hizmet süreleri için 5464 sayılı Kanun'un 89. maddesindeki ödeme
yapılamayacağı yönündeki hüküm ile TSE Personel Yönetmeliği'nin 86.
maddesindeki düzenleme gerekçe gösterilerek tazminat ödemesi yapılmamıştır.
Ancak başvurucunun açtığı davadan sonra ilgili kanun hükmü Anayasa Mahkemesince
iptal edilmiş olup anılan Yönetmelik'teki düzenleme de dava sonuçlandıktan
sonra 3/5/2015 tarihinde ödeme yapılabileceği yönünde değiştirilmiştir. Bununla
birlikte söz konusu Yönetmelik'in geçici 7. maddenin birinci fıkrasında Anayasa
Mahkemesinin iptal kararının yürürlüğe girdiği 7/1/2015 tarihinden bu maddenin
yürürlüğe girdiği tarihe kadar emekli olmuş ve hizmet süresi otuz yıldan fazla
olan personele de bu sınırı aşan süre esas alınarak ayrıca hizmet tazminatı
ödemesi yapılacağı düzenlenmiştir. Dolayısıyla 7/1/2015 tarihinden sonra emekli
olanlara otuz yılı aşan hizmet süreleri yönünden ödeme yapılmakla beraber bu
tarihten önce emekli olanlara ise böyle bir ödeme yapılmamaktadır.
44. Bu durumda aynı kurumda emekli olup hizmet tazminatına hak
kazanan kişilerin karşılaştırma yapmaya müsait olacak şekilde benzer durumda oldukları açıktır. Öte
yandan yukarıda değinilen ilgili Yönetmelik düzenlemelerine göre 7/1/2015
tarihinden önce emekli olanlara hizmet tazminatının otuz yılı geçen hizmetleri
yönünden ödenip bu tarihten sonra emekli olanlara ise ödenmemesinin farklı muamele teşkil ettiği de
kuşkusuzdur.
45. Anayasa Mahkemesi daha önce, emeklilik ikramiyesi gibi
sosyal güvenlik ödemelerinin ekonomik birer mal varlığı değeri olduğundan mülk
teşkil ettiğini kabul etmiştir (Ferda
Yeşiltepe [GK], B. No: 2014/7621, 25/7/2017, § 47). Diğer taraftan
Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarında; vergi ve benzeri yükümlülükler ile
sosyal güvenlik prim ve katkılarını belirlemeye, değiştirmeye ve ödenmesini
güvence altına almaya yönelik müdahalelerin -taşıdığı amaçlar dikkate
alındığında- devletin mülkiyetin kamu yararına kullanımını kontrol veya
düzenlemesi yetkisi kapsamında incelenmesi gerektiği kabul edilmiştir (Ahmet Uğur Balkaner [GK],
B. No: 2014/15237, 25/7/2017, § 49; Arif
Sarıgül, B. No: 2013/8324, 23/2/2016, § 50; Narsan Plastik San. ve Tic. Ltd. Şti., B.
No: 2013/6842, 20/4/2016, § 71).
46. Başvurunun incelendiği mülkiyetin kamu yararına kontrolü
veya düzenlenmesine ilişkin kural bağlamında sosyal güvenlik alanında devletin
geniş bir takdir yetkisinin bulunduğu kabul edilmektedir. Ayrıca benzer
durumlarda farklı bir muamelenin gerekip gerekmediği veya ne ölçüde
gerektiğinin değerlendirmesi bakımından da kamu makamlarının belirli bir takdir
yetkisinin bulunduğu kabul edilmelidir. Ancak bu takdir yetkisinin mülkiyet
hakkı ile bağlantılı olarak ayrımcılık yasağı yönünden bir sınırının olduğu da
kuşkusuzdur. Buna göre mülkiyet hakkının söz konusu olduğu durumlarda aynı
konumdaki kişiler için farklı muamele uygulanmasına neden olan kamu
makamlarının bu farklılığı haklı kılabilecek makul ve nesnel gerekçeler
sunabilmesi gerekmektedir.
47. Anayasa'nın 153. maddesinin ikinci fıkrası gereği, Anayasa
Mahkemesince iptal edilen kanun hükmü, iptal kararının Resmî Gazete'de yayımlandığı tarihte, Anayasa Mahkemesince daha
ileri bir tarih belirlenmiş ise belirlenen tarihte yürürlükten kalkacaktır.
Aynı maddenin dördüncü fıkrası gereği ise Anayasa Mahkemesi iptal kararları
geriye yürümeyecektir. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesince iptal edilen bir kanun
hükmü, iptal kararının yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla yürürlükten kalkacak
ve iptal kararları geriye yürümeyeceği için de bu kanun hükmüne göre tesis
edilmiş işlemler geçerliliklerini sürdürecektir.
48. Somut olayda derece mahkemelerince başvurucuya otuz yılın
üzerindeki hizmet süreleri için hizmet tazminatı ödenmemesinin gerekçesi olarak
dava tarihi itibarıyla yürürlükte olan 5464 sayılı Kanun'un 89. maddesinde yer
alan ve Anayasa Mahkemesince iptal edilen düzenleme gösterilmektedir. Buna göre
söz konusu hüküm iptal edilmiş olsa da iptal kararının ilgili Anayasa hükmü
gereği geriye yürüyemeyeceği açıktır.
49. Diğer taraftan başvurucu emekli sandığına tabi olmadığı için
iptal edilen söz konusu hükmün kendisi bakımından uygulanamayacağını da ileri
sürmüştür. Ancak bu yorum kabul edilse dahi idarenin ve derece mahkemelerinin
ayrıca 132 sayılı Kanun'un 1. maddesi ile buna dayalı olarak çıkarılan TSE
Personel Yönetmeliği'nin 86. maddesine de dayandıkları anlaşılmıştır. Her ne
kadar söz konusu Yönetmelik sonradan 3/5/2015 tarihinde değiştirilerek 7/1/2015
tarihinden sonra emekli olanlara otuz yılı aşan hizmet süreleri yönünden de
hizmet tazminatı ödenebileceği düzenlenmiş ise de bu düzenlemelerin dava tarihi
itibarıyla uygulanma olanağının bulunmadığı açıktır.
50. Hukuk devletinin sağlamakla yükümlü olduğu hukuk güvenliği
ilkesi, hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve
işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de kanuni düzenlemelerde bu
güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılan ve temel hak
güvencelerinde korunan ortak değerdir. Kural olarak hukuk güvenliği kanunların
ve buna bağlı düzenleyici işlemlerin geriye yürütülmemesini zorunlu kılar (AYM,
E.2009/39, K.2011/68, 28/4/2011).
51. Anayasa'da, iptal kararları idari davalarda olduğu gibi
düşünülmemiş ve iptal edilen kuralın baştan beri geçersiz duruma geldiği esası
benimsenmemiştir. Türk anayasal sisteminde, Devlete
güven ilkesini sarsmamak ve ayrıca devlet yaşamında bir karmaşaya
neden olmamak için iptal kararlarının geriye yürümezliği kuralı kabul
edilmiştir. Böylece hukuksal ve nesnel alanda etkilerini göstermiş, sonuçlarını
doğurmuş bulunan durumların, iptal kararlarının yürürlüğe gireceği güne kadarki
dönem için geçerli sayılması sağlanmıştır. Anayasa'nın bağlayıcılığı, Anayasa
Mahkemesi kararlarına tüm devlet organlarının uyma zorunluluğu ve Anayasa'nın
üstünlüğü ilkesi, Anayasa'ya aykırı bir kuralın aykırılığının saptanmasından
sonra uygulanma alanı bulmasını kesinlikle önler. Anayasa Mahkemesi iptal
kararlarının zaman içerisindeki etkisi böylece ortaya çıkmakta ve "İptal kararlan geriye yürümez."
kuralı belirtilen anlamı taşıyarak geçerli olmaktadır (AYM, E.1989/11, K.1989/48,
12/12/1989).
52. Somut olayda da idare hizmet tazminatının otuz yılı aşkın
süreler yönünden ödenmesi konusunda Anayasa Mahkemesinin iptal kararını
gözeterek bu kararın yürürlüğe girdiği tarihi esas almıştır. Bu bağlamda hukuk
güvenliği ilkesinin bir gereği olarak Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının
geriye dönük olarak hak ve menfaatler oluşturmadığı kabul edilmelidir. Bunun
yanında mevzuatta yapılan yeni düzenlemeler çerçevesinde hak ve menfaatlerin
kabulü için belirli bir yürürlük tarihinin belirlenmesi bakımından devletin
geniş bir takdir yetkisi söz konusudur. Dolayısıyla somut olayda olduğu gibi
yalnızca belirli bir tarihten sonraki dönem için hizmet tazminatının Anayasa
Mahkemesinin iptal kararındaki ilkeler doğrultusunda daha yüksek bir tutar
üzerinden ödenmesinin, hukuk güvenliği ilkesinin ağırlığı ve devletin bu
alandaki takdir yetkisi dikkate alındığında objektif ve makul bir gerekçesinin
bulunduğu değerlendirilmiştir. Öte yandan başvurucuya hizmet tazminatının otuz
yıl üzerinden ödendiği ve diğer sosyal güvenlik ödeme ve yardımlarından mahrum
da bırakılmadığı dikkate alındığında müdahalenin başvurucuya şahsi olarak aşırı
ve olağan dışı bir külfet yüklemediği ve ölçülü olduğu sonucuna varılmıştır.
Buna göre mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak Anayasa'nın 10. maddesinde
güvence alınan ayrımcılık yasağının ihlal edilmediği açıktır.
53. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul
edilebilirlik nedenleri incelenmeksizin açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Mülkiyet hakkı bağlamında ayrımcılık yasağının ihlal
edildiğine ilişkin iddianın açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA
31/10/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.