TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ALİ MAMA VE GÜLER MAMA BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2015/1962)
|
|
Karar Tarihi: 12/6/2018
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin
YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Celal Mümtaz
AKINCI
|
|
|
Muammer
TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
Raportör
|
:
|
Gülbin AYNUR
|
Başvurucular
|
:
|
1. Ali MAMA
|
|
|
2. Güler
MAMA
|
Vekili
|
:
|
Av. Onur
GÜNDOĞDU
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, zorunlu askerlik görevi sırasında meydana gelen ölüm
olayından dolayı uğranılan zararın tazmini istemiyle açılan davanın süre
aşımından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği
iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 22/1/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyleolaylar
özetle şöyledir:
8. Başvurucuların oğlu E.M., Doğubayazıt Asayiş Komando Bölük
Komutanlığı emrinde zorunlu askerlik görevini yapmakta iken 7/5/2011 tarihinde,
koğuşta bulunan ve başka bir ere zimmetli olan tüfekle kendisini kafasından
vurmak suretiyle intihar etmiştir.
9. Askerî Savcılık (Savcılık) tarafından aynı gün olayla ilgili
olarak resen soruşturma başlatılmış; otopsi işlemi yapılmak üzere müteveffanın
cesedi Trabzon Adli Tıp Kurumuna, olay yerinden elde edilen deliller ise
Erzurum Polis Kriminal Laboratuvar Müdürlüğüne
gönderilmiştir.
10. Soruşturma kapsamında E.M.nin
koğuş arkadaşlarının, komutanlarının ve olaydan bir gün önce muayene olduğu
revir doktorunun tanık sıfatıyla, aile fertlerinin ise mağdur sıfatıyla
ifadeleri alınmıştır.
11. Soruşturma dosyası içindeki idari tahkikat raporunu, otopsi
sonucunu, ifade tutanaklarını ve diğer bilgi belgeleri değerlendiren Savcılık, E.M.nin intihar etmiş olduğunun sabit olduğu gerekçesiyle
21/3/2012 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına (KYO) karar vermiştir. Söz
konusu karar Sarıkamış Askerî Mahkemesinin itirazın reddine dair 21/3/2012
tarihli kararıyla kesinleşmiştir.
12. Başvurucular, idarenin hizmet kusuru nedeniyle oğullarını
kaybetmelerinden dolayı uğradıkları maddi ve manevi zararın tazmini istemiyle
-idareye herhangi bir başvuruda bulunmaksızın- 18/7/2012 tarihinde Askeri
Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) tam yargı davası açmıştır. Başvurucular dava dilekçesinde,zorunlu askerlik
görevini ifa etmesi sebebiyle idarenin gözetimi ve sorumluluğu altında bulunan
oğullarının sağlık durumunun takip ve tedavisinde gerekli özenin
gösterilmediğini, intiharının önlenmesine yönelik tedbirlerin alınmadığını
ileri sürmüştür.
13. AYİM İkinci Dairesi (Mahkeme) 28/5/2014 tarihinde
oyçokluğuyla verdiği kararla davayı süre aşımı nedeniyle reddetmiştir. Kararın
gerekçesinde başvurucuların ölüm olayının gerçekleştiği 7/5/2011 tarihinden
itibaren bir yıl içinde ve en geç 7/5/2012 tarihine kadar zorunlu idari
başvuruda bulunması gerekirken bu süre geçtikten sonra 18/7/2012 tarihinde
açtıkları davanın süresinde olmadığı belirtilmiştir.
14. Karşıoy görüşünde ise
başvurucuların, oğullarının intihar etmesi olayında idarenin ihmal içeren
hareketleri bulunduğunu Savcılığın 27/12/2011 tarihli KYO kararıyla
öğrendikleri; dolayısıyla bir yıllık sürenin bu tarihten itibaren başlatılması
ve buna göre süresinde açıldığı anlaşılan davanın esasının görüşülmesi
gerektiği ifade edilmiştir.
15. Başvurucuların karar düzeltme istemi aynı Mahkemenin
26/11/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir.
16. Nihai karar 23/12/2014 tarihinde başvuruculara tebliğ
edilmiştir.
17. Başvurucular 22/1/2015 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
1. İlgili Kanunlar
18. 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı mülga Askeri Yüksek İdare
Mahkemesi Kanunu’nun43. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"İdari eylemlerden
hakları ihlal edilmiş olanların Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde dava açmadan
önce, bu eylemlerin yazılı bildirimi üzerine veya başka suretle öğrendikleri
tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde
yetkili makama başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri lazımdır.
Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde bu konudaki işlemin tebliği
tarihinden ve altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği
tarihten itibaren altmış gün içinde tam yargı davası açabilirler."
19. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu'nun 13. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"İdari eylemlerden
hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı
bildirim üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve
her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak
haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen
veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden
itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu
sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir."
2. Danıştay İçtihadı
20. Danıştay Onuncu Dairesinin 17/1/2017 tarihli ve E.2016/2637,
K.2017/180 sayılı kararı şöyledir:
"Tam yargı davaları idari eylem nedeniyle
uğranılan zararın tazminini ifade etmektedir. Bu nedenle tam yargı davasının
açılabilmesi için eylemin idariliğinin ve yol açtığı
zararın ortaya çıkması zorunludur.
(...)
Söz konusu eylemin idariliği
ve doğurduğu zarar bazen eylemin yapılmasıyla birlikte ortaya çıkarken, bazen
de çok sonra, değişik araştırma, inceleme ve hatta ceza yargılaması sonucu
ortaya çıkabilmektedir.
Bu itibarla, 2577 sayılı Kanunun 13.
maddesinde öngörülen 1 ve 5 yıllık sürelerin eylemin idariliğinin
ortaya çıktığı tarihten itibaren hesaplanması zorunludur. Aksi yorumun zarara
yol açan eylemin idariliğinin ortaya çıkmasıyla
kullanılması mümkün olan dava açma hakkını ortadan kaldıracağı, hak arama
özgürlüğüyle bağdaşmayacağı açıktır.
Uyuşmazlıkta tazmini istenilen zarar, idarenin
hizmet kusuru nedeniyle uğranılan zarar olduğuna göre, davacıların kardeşinin
Şanlıurfa Kapalı Cezaevi'ndemeydana gelen olaylar
sonucunda 16/06/2012 tarihinde çıkan yangında hayatını kaybetmesinde davalı
idareye yüklenebilecek hizmet kusurunun varlığı, idarenin bir kusurunun bulunup
bulunmadığının belirlenmesine bağlıdır.
Dava dosyası ile Dairemizin E:2015/1145 sayılı
dosyası içerisinde yer alan Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığının 06/06/2013
tarih ve … sayılı "Kovuşturmaya Yer Olmadığına Dair Kararı"ndan;
davacılar yakınının diğer 12 hükümlü ve tutuklu ile beraber Şanlıurfa Kapalı
Ceza İnfaz Kurumunun C-15 koğuşunda 16/06/2012 saat 23:00 sıralarında çıkan
yangında yaşamını yitirdiği, cezaevinden sorumlu Cumhuriyet Savcısının
nezaretinde elektrik ve inşaat mühendisi, iş ve sosyal güvenlik uzmanı, kimya
uzmanı, itfaiyeciler ve olay yeri inceleme ekibi tarafından yapılan incelemede,
13 kişinin koğuşun üst katında kol kola ve sıralı bir şekilde yanarak
yaşamlarını yitirdikleri, koğuş kapısının dolap ve ranzalarla kapatıldığı,
yangına katılmak istemeyen 5 mahkumun diğer hükümlü ve tutuklular tarafından
tuvalete kilitli vaziyette bırakıldıkları ve bu kişilerin kurtarıldığı, cezaevi
kamera kayıtlarına göre yangının 22:40 sıralarında başladığı, infaz koruma memurlarının
yangından 22:41 sıralarında haberdar oldukları, ilk itfaiye aracının 22:47'de,
ilk ambulansın da 22:51'de cezaevine giriş yaptığı ve yangının 23:13
sıralarında tamamen söndürüldüğü, olayla ilgili yapılan disiplin soruşturması
neticesinde görevli personel hakkında disiplin cezası verilmesine yer
olmadığına karar verildiği ve yine olayla ilgili Şanlıurfa Cumhuriyet
Başsavcılığınca verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair karara karşı yapılan
itirazın da Adıyaman 1. Ağır Ceza Mahkemesi'nin ... sayılı kararıyla
reddedildiği anlaşılmaktadır.
(…)
Dolayısıyla davacıların yakınının hayatını
kaybetmesinde eylemin idariliğinin bulunup
bulunmadığı, Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığınca verilen Kovuşturmaya Yer
Olmadığına Dair karar ile kesinlik kazanmıştır.
Bu durumda, olayda eylemin idariliğinin
kesin olarak ortaya çıktığı tarihin, …"Kovuşturmaya Yer Olmadığına Dair Karar"ın verildiği tarih olması nedeniyle bir yıllık
sürenin de bu tarihten itibaren başlayacağı açıktır."
21. Danıştay Onbeşinci
Dairesinin28/4/2016 tarihli ve E.2016/3471, K.2016/3026 sayılı kararı şöyledir:
Dava, davacının tedavi için gittiği Eskişehir
Devlet Hastanesinde 18/04/2011 tarihinde yapılan enjeksiyon sonucu sakat
kaldığından bahisle [uğradığı] zararın yasal faiziyle birlikte tazminine karar verilmesi istemiyle
açılmıştır.
İdare Mahkemesince, davacının, rahatsızlığı
nedeniyle 18/04/2011 tarihinde Eskişehir Devlet Hastanesine gittiği burada
yapılan iğne sonucu sakat kaldığından bahisle ilgililer hakkında savcılığa suç
duyurusunda bulunduğu, Eskişehir Cumhuriyet Başsavcılığının soruşturma … sayılı
dosyasında yürütülen soruşturmada, konuyla ilgili alınan İstanbul Adli Tıp
Kurumu Başkanlığı Üçüncü Adli Tıp İhtisas Kurulunun 02/08/2013 tarihli raporu
dikkate alınarak "kovuşturmaya yer olmadığına" kararı verildiği, bu
karara yapılan itirazın Bilecik Ağır Ceza Mahkemesinin 18/12/2013 tarihli …
kararı ile reddedildiği ve kararın 03/03/2014 tarihinde ilgiliye tebliğ
edildiği, uyuşmazlık konusu eylemin idariliğinin
davacı açısından en geç Bilecik Ağır Ceza Mahkemesi kararının tebliğ tarihi
olan 03/03/2014 tarihinde kesinleştiği ve bu tarihten itibaren davacının 60 gün
içerisinde idareye başvuruda bulunması gerekirken bu süre geçtikten çok sonra
15/12/2014 tarihinde başvuruda bulunduğu anlaşıldığından, yasal süresi
geçtikten sonra yapılan başvuru üzerine açılan davanın esastan incelenmesine
olanak bulunmadığı gerekçesiyle süre aşımı yönünden davanın reddine karar
verilmiştir.
(…) tam
yargı davasının açılabilmesi için eylemin idariliğinin
ve yol açtığı zararın ortaya çıkması zorunludur. Söz konusu eylemlerin idariliği ve doğurduğu zarar bazen eylemin yapılmasıyla
birlikte ortaya çıkarken, bazen de çok sonra, değişik araştırma, inceleme ve
hatta ceza yargılamaları sonucu ortaya çıkabilmektedir.
Özellikle kamu görevlilerinin idari bir
tasarruf yaparken, mevzuatın, üstlendiği ödevin ve yürüttüğü hizmetin kural,
usul ve gereklerine aykırı olarak, kendisine izafe edilebilecek boyutta ve
biçimde, ve fakat resmi yetki, görev ve olanaklardan yararlanarak, onları
kullanarak hareket ettiği, bu nedenle de idaresinden tamamen ayrılmasını
önleyen ve engelleyen görev kusurları nedeniyle doğan zararların tazmini
istemiyle açılacak tam yargı davalarında eylemin idariliği,
bazen ceza davalarıyla personelin şahsi kusuru sonucu mu, yoksa görev kusuru
sonucu mu zararın ortaya çıktığının belirlenmesinden sonra saptanabilmektedir.
Olayda ise, uyuşmazlık konusu eylemin idariliğinin davacı açısından en geç Bilecik Ağır Ceza
Mahkemesi kararının tebliğ tarihi olan 03/03/2014 tarihinde kesinleştiği ve bu
tarihten itibaren davacının 1 yıllık süre içinde 15/12/2014 tarihinde idareye
başvuruda bulunduğu anlaşıldığından, yasal süresi içinde yapılan başvuru
üzerine açılan davanın esastan incelenmesi gerekirken süre aşımı yolunda
verilen kararda hukuki isabetbulunmamaktadır."
B. Uluslararası Hukuk
1. Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi
22. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6. maddesinin
(1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"Herkes
davasının, medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ... konusunda
karar verecek olan, ... bir mahkeme tarafından, ... görülmesini isteme hakkına
sahiptir..."
2. Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi İçtihadı
23. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sefer Yılmaz ve Meryem Yılmaz/Türkiye (B.
No: 611/12, 17/11/2015) başvurusunda askerde ölüm olayıyla ilgili yürütülen
ceza soruşturmasının takipsizlikle sonuçlanmasının ardından AYİM'de
açılan tam yargı davasınınsüre aşımı gerekçesiyle
reddedilmesine ilişkin başvuruda başvurucuların mahkemeye erişim hakkının ihlal
edilip edilmediği hususunu değerlendirmiştir. Söz konusu olayda başvurucuların
oğlu M.Y. 9/9/2008 tarihinde nöbet kulübesinde el bombasının patlaması sonucu
vefat etmiştir. Yapılan soruşturmanın ardından 15/12/2009 tarihinde Askerî Savcılık;
ölüm olayının meydana gelmesinde kimsenin kusur ya da kastının bulunmadığı, M.Y.nin el bombasıyla intihar ettiği sonucuna varmıştır.
Askerî Savcılığın bu sonuca varmasında olay yeri inceleme raporu, olay yeri
krokisi, otopsi raporları ve tanıkların M.Y.nin
ailevi ve maddi çeşitli sıkıntılara bağlı olarak psikolojik sorunlarının
olduğuna dair ifadeleri etkili olmuştur. Söz konusu kararın ardından
başvurucular 28/8/2010 tarihinde tazminat istemiyle İçişleri Bakanlığına
başvuruda bulunmuş, istemin zımnen reddi üzerine 2/11/2010 tarihinde AYİM'de tam yargı davası açmıştır. AYİM 1602 sayılı mülga
Kanun'un 43. maddesinde öngörülen bir yıllık süreyi ölüm tarihinden başlatarak
davayı süre aşımı gerekçesiyle reddetmiştir. AYİM kararında, yürütülen
soruşturma sonucunda ölüm olayının davacıların yakınının intihar kastıyla el
bombasını patlatması şeklinde gerçekleştiği ve bu durumun davacılar tarafından
da önceden bilinen ölüm sebebinde herhangi bir değişiklik yapmadığı kanaatine
varıldığı da ayrıca belirtilmiştir.
24. AİHM, davanın temelinde yer alan konunun bir yıllık süre
sınırının M.Y.nin ölüm tarihinden itibaren
başlatılması olduğunu belirtmiş; başvuranların oğullarının 9/9/2008 tarihinde
hayatını kaybettiğini öğrendiklerini ancak kesin ölüm nedenini bilmediklerini,
bu bağlamda takipsizlik kararı tebliğ edilinceye kadar söz konusu olayın kaza,
cinayet veya intihar olduğunu kesin olarak bilemediklerini ve bu durumun AYİM'e başvuru yapılması için belirleyici bir etkiye sahip
olduğunu vurgulamıştır. AİHM; olay tarihinde başvurucuların elinde idarenin
kusur veya ihmaliyle ilgili kıstaslar bulunmadığını, kovuşturmaya yer
olmadığına dair karardan haberleri olduğu tarihten itibaren tam olarak
soruşturma unsurlarına erişebildiklerini ve idarenin olası bir hatası veya
ihmalinden haberleri olduğunu, anılan kararın tebliğinin üzerinden bir yıl
geçmeden idareye başvuru yapıldığı ve bu koşullarda başvurucuların ihmalkâr
davrandıkları ya da hatalı oldukları yönünde suçlanamayacaklarını belirterek
AYİM kararının başvuranları mahkemeye erişim haklarından mahrum bıraktığı
sonucuna varmıştır (Sefer Yılmaz ve Meryem
Yılmaz/Türkiye, §§ 65-73).
25. AİHM; askerde ölüm olayıyla ilgili kusursuz sorumluluğa
dayalı olarak açılan tam yargı davalarında ise takipsizlik kararından haberdar
olmaya ihtiyaç duyulmadığını, dolayısıyla kusursuz sorumluluk esasına göre
açılan davalarda bir yıllık dava açma süresinin ölüm tarihinden itibaren
başlatılmasının makul olduğunu belirtmektedir (Canan
Eyilmez ve diğerleri/Türkiye (k.k.), B. No:74704/11, 1/7/2014, §§ 24-34). AİHM, Canan Eyilmez ve
diğerleri/Türkiye kararında başvurucuların yakınlarının zorunlu
askerlik hizmetini yerine getirdiği sırada ölümcül kazanın meydana gelmesi
nedeniyle idarenin kusursuz sorumluluk ilkesine dayanarak kendilerine tazminat
ödemeye mahkûm edilmesi gerektiğini savunduklarına dikkat çekerek idarenin
olası kusurundan bilgi sahibi olmaya ihtiyaç duyulmadığı; bu nedenle dava açma
süresinin olay tarihinden itibaren başlatılmasının hakkaniyetsizlik olarak ya
da kendi özünde başvuranların mahkemeye erişim haklarına zarar verecek
nitelikte görülmediği gerekçesiyle başvuruyu kabul edilemez bulmuştur.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
26. Mahkemenin 12/6/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların
İddiaları
27. Başvurucular; tazminat davası açılması için gerekli bilgi ve
belgelere ölüm olayının gerçekleştiği tarih itibarıyla sahip olmadıklarını
belirtmektedir. Ceza soruşturmasının sonuçlanmasıyla birlikte olayın
ayrıntılarını ve bu kapsamda idarenin ihmali sonucunda ölümün gerçekleştiğini
öğrendiklerini ifade eden başvurucular, hizmet kusuru iddiasına dayalı olarak
dava açılması için gerekli bilgilere ceza soruşturması sonucunda verilen
kararla ulaştıklarına dikkat çekmekte; söz konusu kararın kesinleşmesi üzerine
süresi içinde dava açtıklarını iddia etmektedir. Başvurucular, Danıştayın aynı nitelikteki uyuşmazlıklarda davanın
süresinde olduğunu kabul ederek işin esasının incelenmesi gerektiği yönünde
verdiği kararlar olduğunu hatırlatmaktadır. Mahkemenin dava açma süresini ölüm
olayının gerçekleştiği tarihten başlatarak davayı süre aşımından reddetmesi
nedeniyle adil yargılanma ve etkili başvuru haklarının ihlal edildiğini ileri
süren başvurucular, yeniden yargılama ve tazminat talep etmektedir.
B. Değerlendirme
28. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasışöyledir:
"Herkes,
meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı
veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."
29. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucuların şikâyetlerinin özü,
Mahkemenin dava açma süresinin başlangıcını tespit etme noktasında hukuk
kurallarını hatalı değerlendirmesi ve uygulaması neticesinde uyuşmazlığın
esasının incelenememesidir. Bu nedenle belirtilen ihlal iddialarının tümü mahkemeye
erişim hakkı kapsamında incelenmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
30. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de bulunmadığı anlaşılan
mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Hakkın Kapsamı ve
Müdahalenin Varlığı
31. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin
yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma
hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı,
Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir
unsurudur. Diğer yandan Anayasa'nın 36. maddesine adil yargılanma ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede,
Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan
adil yargılanma hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Sözleşme'yi yorumlayan AİHM, Sözleşme'nin 6. maddesinin (1)
numaralı fıkrasının mahkemeye erişim hakkını içerdiğini belirtmektedir (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur.
San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2014/13156, 20/4/2017,§
34).
32. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama
özgürlüğü, bir temel hak olmanın yanında diğer temel hak ve özgürlüklerden
gereken şekilde yararlanılmayı ve bunların korunmasını sağlayan en etkili
güvencelerden biridir. Bu bakımdan davanın bir mahkeme tarafından görülebilmesi
ve kişinin adil yargılanma hakkı kapsamına giren güvencelerden faydalanabilmesi
için ilk olarak kişiye iddialarını ortaya koyma imkânının tanınması gerekir.
Diğer bir ifadeyle dava yoksa adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelerden
yararlanmak mümkün olmaz (Mohammed Aynosah, B. No:
2013/8896, 23/2/2016, § 33).
33. Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru kapsamında yaptığı
değerlendirmelerde mahkemeye erişim hakkının bir uyuşmazlığı mahkeme önüne
taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını
isteyebilmek anlamına geldiğini ifade etmiştir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52).
34. Somut olayda maddi ve manevi tazminat istemiyle açılan
davanın süre aşımından reddedilerek uyuşmazlığın esasının incelenmemesi
nedeniyle başvurucuların mahkemeye erişim hakkına yönelik bir müdahalenin
bulunduğu görülmektedir.
b. Müdahalenin İhlal
Oluşturup Oluşturmadığı
35. Anayasa'nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, ... yalnızca
Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak
kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ... ölçülülük ilkesine aykırı
olamaz."
36. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen
koşullara uygun olmadığı takdirde Anayasa’nın 36. maddesinin ihlalini teşkil
edecektir.
37. Bu sebeple müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen
ve somut başvuruya uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, haklı bir sebebe
dayanma, ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının
belirlenmesi gerekir.
i. Kanunilik
38. Başvurucuların yakınlarının ölümünden dolayı uğradıkları
zararın tazmini istemiyle açtığı davanın süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesine
ilişkin Mahkeme kararının 1602 sayılı mülga Kanun'un 43. maddesine dayandığı
görülmektedir. Dolayısıyla somut olayda başvurucuların mahkemeye erişim hakkına
yönelik müdahalenin kanuni dayanağının mevcut olduğu anlaşılmıştır.
ii. Meşru Amaç
39. Dava açmanın bir süreye bağlanmasının meşru amacının ne
olduğu hususu benzer nitelikteki başvurularda Anayasa Mahkemesi tarafından
müteaddit defa incelenmiştir. Anayasa Mahkemesi bu incelemelerinde, idari işlem
ya da eylemlere karşı açılacak davalarda süre koşulu öngörülmesinin en genel
ifadesiyle Anayasa'nın 2. maddesinde düzenlenen hukuk devleti ilkesinin bir
gereği olan idari istikrarın sağlanması şeklinde bir meşru amacı bulunduğuna
işaret etmiştir (Daha ayrıntılı değerlendirme için bkz. Ayşe Yıldırım, B. No: 2014/5, 25/10/2017,
§§ 54, 55; Fatma Altuner,
B. No: 2014/17714, 26/10/2017, §§ 48,49; Çölbeyi Lojistik Nakliyat Gümrükleme Denizcilik İnşaat Turizm Sanayii ve
Ticaret Limited Şirketi, B. No: 2014/12354, 9/11/2017, § 52).
iii. Ölçülülük
(1)
Genel İlkeler
40. Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru kapsamında yaptığı
değerlendirmelerde kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya mahkeme
kararını anlamsız hâle getiren, bir başka anlatımla mahkeme kararını önemli
ölçüde etkisizleştiren sınırlamaların mahkemeye erişim hakkını ihlal
edebileceğini ifade etmiştir (Özkan Şen,§ 52).
41. Bu nedenle mahkemelerin usul kurallarını uygularken
yargılamanın hakkaniyetine zarar getirecek ölçüde katı şekilcilikten
kaçınmaları gerektiği gibi kanunla öngörülmüş usul şartlarının ortadan
kalkmasına neden olacak ölçüde aşırı esneklikten de kaçınmaları gerekir (Kamil Koç, B. No: 2012/660, 7/11/2013, § 65).
Bu kapsamda mevzuatta öngörülen dava açma süresine ilişkin kuralların hukuka
açıkça aykırı olarak yanlış uygulanması veya bu sürelerin hatalı hesaplanması
nedenleriyle kişilerin dava açma ya da kanun yollarına başvuru haklarını
kullanmasına engel olunması mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur.
San. ve Tic. Ltd. Şti., §
38).
42. Bu bağlamda dava açma süresinin işlemeye başladığı an da
mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalenin ölçülülüğü bağlamında büyük önem
taşımaktadır (Yaşar Çoban [GK],
B. No: 2014/6673, 25/7/2017, § 66). Dava açma süresinin hangi tarihte başlayacağını
belirlemek ve mevzuatı bu yönüyle yorumlamak görevi esasen derece mahkemelerine
aittir. Bireysel başvurunun ikincillik ilkesi gereği, dava açma süresinin
başlatılacağı tarihin belirlenmesi noktasında Anayasa Mahkemesinin bir görevi
bulunmamaktadır. Anayasa Mahkemesinin bu hususta üstleneceği rol, dava açma
süresinin hangi tarihten itibaren başlatılması gerektiğiyle ilgili derece
mahkemelerinin yorumlarının mahkemeye erişim hakkına etkisini somut olayın
koşulları ışığında incelemektir (Ahmet
Yıldırım, B. No: 2014/18135, 20/9/2017, § 46). Bu kapsamda dava açma
süresinin hak sahibinin henüz dava hakkının doğduğundan haberdar olmadığı ve
somut koşullar çerçevesinde haberdar olduğunun kabulünü haklı kılan nedenlerin
bulunmadığı bir dönemde işlemeye başlaması dava hakkının varlığını anlamsız
kılabileceğinden ölçülülük ilkesini zedeleyebilir (Yaşar Çoban, § 66).
(2)
İlkelerin Olaya Uygulanması
43. Başvurucular, dava açma süresinin başlangıç tarihi olarak
ölüm olayının gerçekleştiği tarihin esas alınmasının mahkemeye erişim hakkını
ihlal ettiğinden şikâyet etmektedir.
44. Yukarıda yer verilen (bkz. §§ 20, 21) Danıştay içtihadında
ortaya konulduğu üzere idari eylem nedeniyle uğranılan zararın tazmini
istemiyle açılan tam yargı davasında idarenin tazminle yükümlü tutulabilmesi
için ortada idari eylem ve zarar olmalı, ayrıca zararla idari eylem arasında
illiyet bağı bulunmalıdır. Söz konusu eylemlerin idariliği
ve doğurduğu zarar bazen eylemin yapılmasıyla birlikte ortaya çıkarken bazen de
çok sonra değişik araştırma, inceleme ve hatta ceza yargılamaları sonucu ortaya
çıkabilmektedir. Bu çerçevede eylemin idariliğinin
veya yol açtığı zararın ya da arasındaki illiyet bağının eylemden çok sonra
anlaşıldığı veya ortaya konulabildiği durumlarda dava açma süresinin bu
tarihlerden sonra başlayacağı kabul edilmektedir (Hasan Oğuz ve diğerleri, B. No: 2015/2700, 7/2/2018, § 48).
45. Bu bağlamda özellikle zorunlu askerlik görevi sırasında
meydana gelen ve ilk etapta mahiyeti bilinemeyen ölüm olaylarının kesin sebebi
(kaza/intihar/cinayet) ve bu neticeye idarenin bir ihmalinin yol açıp açmadığı,
yapılan adli ve/veya idari soruşturma sonucu ortaya çıkmaktadır. Bu tip
durumlarda ilgililerin kesin ölüm nedenini ve olay sürecini bilmeleri, takip
edecekleri usul ve başvuracakları idari ve adli mercilerin belirlenmesinde önem
arz etmektedir. Bu husus ayrıca, ilgililerin tam yargı davası açma iradeleri üzerinde
de belirleyici bir etkiye sahiptir (Benzer yönde değerlendirmeler için bkz. Mehmet Menendiz ve diğerleri, B. No:
2014/5235, 6/7/2017, § 58; Hasan Oğuz ve diğerleri,§
49).
46. Söz konusu soruşturmalar kamu makamlarınca resen
yürütüldüğünden ilgililerin soruşturma süresinin uzunluğu üzerinde genellikle
bir etkisi olmadığı gibi soruşturma sonucunu beklemekten başka seçeneği de
bulunmamaktadır. Bu durum özellikle tam yargı davasının kusur veya ihmalin
varlığına dayandırıldığı durumlarda önem arz eder. Bu bağlamda yürütülen
soruşturma sonucu kesin ölüm nedeni, ölüm olayının meydana gelmesinde kusur
veya ihmalin varlığı ya da sürece ilişkin diğer ayrıntılar tespit edildiğinde
ilgililerin tam yargı davası açılması için gerekli olan koşulların oluştuğundan
haberdar olduğunun veya haberdar olması gerektiğinin ve dava açma süresinin de
bu andan itibaren başladığının kabulü gerekir (Hasan
Oğuz ve diğerleri, § 50, benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Mehmet Menendiz ve diğerleri,§§ 58, 59).
47. Bireysel başvuruya dayanak kararda Mahkemenin dava açma
süresinin başlangıcında ölümün gerçekleştiği tarihi esas aldığı ancak
başvurucular tarafından eylemin idariliğinin ne zaman
öğrenildiği ya da öğrenilmesi gerektiğine dair herhangi bir değerlendirme
yapmadığı görülmektedir. Somut olayda başvurucuların, oğullarının 7/5/2011
tarihinde hayatını kaybettiğini öğrendikleri konusunda tartışma
bulunmamaktadır. Bununla birlikte başvurucuların ölümün kesin sebebine ve bu
ölüm sebebiyle ilintili olarak silah altındaki oğullarının ölümünden önceki
süreçte yaşadığı olaylara, sağlık durumuna dair verilere ve bu süreçte idarenin
olası hata ya da ihmali bulunduğu iddiasına dayanak alınabilecek bilgilere, bir
başka ifadeyle eylemin idarilik niteliğinin bulunup
bulunmadığının tespitinde esas alınabilecek unsurlarakesin
ölüm nedeninin ortaya çıkarılması için yürütülen soruşturma tamamlanıncaya
kadar vâkıf olamadıkları açıktır. Öte yandan söz konusu bilgilere sahip
olunmasının idari yargıda dava açılıp açılmaması yönündeki iradenin oluşması
noktasında belirleyici bir etkisinin olduğu da yadsınamaz.
48. Buna göre Mahkemenin başvurucuların eylemin idariliğini öğrenmesine ve değerlendirmesine imkân
tanımayan olay tarihini (ölüm tarihi) esas alarak dava açma sürelerini
belirlemesine ilişkin yorumunun başvurucuların dava açmasını aşırı derecede
zorlaştırdığı değerlendirilmiştir. Dolayısıyla bu yorumdan hareketle davanın
süre aşımından reddedilmesi suretiyle başvurucuların mahkemeye erişim hakkına
yönelik müdahalenin ölçüsüz olduğu sonucuna varılmıştır.
49. Açıklanan gerekçelerle başvurucuların Anayasa’nın 36.
maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye
erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
50. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (1) ve (2)
numaralı fıkraları şöyledir:
“(1)
Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine
karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2)
Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve
sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili
mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan
hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava
açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme,
Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
51. Başvurucular, yeniden yargılama yapılmasına hükmedilerek
ihlalin giderilmesi ve uğradıkları zararın tazminine karar verilmesi talebinde
bulunmuştur.
52. Adil yargılanmahakkı kapsamındaki
mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
53. Mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan
kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere ilgili mahkemeye
gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
54. Mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğu
sonucuna varıldığından tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
55. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,90 TL harç ve 1.980
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.206,90 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının
ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil
yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin adil yargılanma hakkının ihlalinin
sonuçlarının ortadan kaldırılması için -Anayasa'nın geçici 21. maddesinin
birinci fıkrasının (E) bendinin (b) alt bendi gereğince- yetkili idari yargı
merciine GÖNDERİLMESİNE (Karar, AYİM İkinci Dairesinin 28/5/2014 tarihli ve
E.2014/566, K.2014/819 sayılı kararıyla ilgilidir),
D. Başvurucuların tazminat talebinin REDDİNE,
E. 226,90 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
2.206,90 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
12/6/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.