TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ENGİN SELEK BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2015/19816)
|
|
Karar Tarihi: 8/11/2017
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin
YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Serdar
ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Muammer
TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
Raportör
|
:
|
Gülbin AYNUR
|
Başvurucu
|
:
|
Engin SELEK
|
Vekili
|
:
|
Av. Cavit
ÇALIŞ
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; bedensel zararın tazmini talebiyle açılan davada
tazminattan indirilecek unsurların belirlenmesine ilişkin kanun hükmünün
uygulanmasında yargı kolları arasındaki içtihat farklılığının yargılamanın
hakkaniyetini zedelemesi, yargılamanın bağımsız ve tarafsız bir mahkeme
tarafından yürütülmemesi ve makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil
yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 24/12/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun çözümünün ilke kararını gerektirmesi
nedeniyle kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar
özetle şöyledir:
8. Başvurucu, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) emrinde uzman çavuş
olarak görev yapmaktayken 25/8/2009 tarihinde tabur atış alanında icra edilen
RPG 7 atışları sırasında yüksek patlama sesi nedeniyle sol kulağından
rahatsızlanmıştır.
9. Yapılan tüm tetkik ve tedavileri neticesinde başvurucu
hakkındaki raporları inceleyen Ankara Gülhane Askerî Tıp Akademisi Hastanesi
(GATA) tarafından, başvurucunun Bilateral Orta
Derecede Sensörinöral İşitme Kaybı
teşhisiyle TSK'da görev yapamayacağı yönünde 6/1/2010 tarihli sağlık raporu
düzenlenmiştir. Söz konusu rapora istinaden başvurucunun 1/3/2010 tarihinde
sözleşmesi feshedilerek TSK ile ilişiği kesilmiştir.
10. Başvurucuya Sosyal Güvenlik Kurumunca (SGK) 15/3/2010 tarihinden
itibaren vazife malullüğü aylığı bağlanmıştır. Ayrıca yine SGK tarafından
8/6/1949 tarihli ve 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu'nun
ek 79. maddesi uyarınca ek ödeme de yapılmıştır.
11. Başvurucu, olay nedeniyle uğradığı zararların tazmini
talebiyle 9/6/2010 tarihinde Millî Savunma Bakanlığına (MSB) başvurmuş,
başvurunun zımnen reddi üzerine 13/8/2010 tarihinde Askerî Yüksek İdare
Mahkemesinde (AYİM) 200.000 TL maddi ve 50.000 TL manevi tazminat ödenmesi
istemiyle tam yargı davası açmıştır.
12. AYİM İkinci Dairesi (Daire), başvurucunun uğradığı
zararların kusursuz sorumluluk ilkesine göre karşılanması gerektiği yönündeki
sonuç ve kanaatine istinaden başvurucunun maddi zararının hesaplanması için
bilirkişi incelemesi yaptırılmasına karar vermiştir.
13. 20/4/2015 tarihli bilirkişi raporunda, başvurucunun %17
çalışma gücü kaybı oranı karşılığı toplam maddi zararının 128.920 TL, 5434
sayılı Kanun'un ek 79. maddesi kapsamında ek ödemelerden aldığı maddi yararın
ise 98.104 TL olduğu tespit edilmiştir. Neticede maddi zarar hak edişinden
maddi yarar toplamı düşülerek maddi tazminat miktarı 30.816 TL olarak
belirlenmiştir.
14. Başvurucu, 5434 sayılı Kanun'un ek 79. maddesi kapsamında
yapılan ek ödemelerin, zarar verene rücu edilebilen ödeme olmadığı gibi ifa
amacı da taşımadığını, bu sebeple 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar
Kanunu'nun 55. maddesi uyarınca maddi zarar hak edişinden mahsup edilmemesi
gerektiğini belirterek bilirkişi raporuna itiraz etmiştir.
15. Daire 13/5/2015 tarihinde verdiği kararla başvurucunun
bilirkişi raporuna yaptığı itirazı kabul etmemiş ve söz konusu rapor uyarınca
30.816 TL maddi ve takdiren 17.000 TL manevi
tazminata hükmetmiş, fazlaya ilişkin talebi ise reddetmiştir. Kararın
gerekçesinde 5434 sayılı Kanun'un ek 79. maddesi uyarınca yapılan ek ödemenin
6098 sayılı Kanun'un 55. maddesi uyarınca "ifa amacı taşıyan" bir
ödeme olduğu belirtilmiş ve tazminat miktarı belirlenirken bu ödemenin toplam
tazminat hesabından düşülmesi gerektiği ifade edilmiştir. Daire bu
değerlendirmesinden hareketle başvurucu yönünden bir yarar unsuru olarak kabul
ettiği söz konusu ödemeyi, hesaplanan toplam tazminat miktarından indirmek
suretiyle hüküm kurmuştur.
16. Başvurucunun karar düzeltme istemi aynı Dairenin 25/11/2015
tarihli ilamı ile reddedilmiştir. Nihai karar 14/12/2015 tarihinde başvurucuya
tebliğ edilmiştir.
17. Başvurucu 24/12/2015 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
1. İlgili Mevzuat
18. 22/4/1926 tarihli ve 818 sayılı mülga Türk Borçlar
Kanunu'nun 46. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Cismani bir zarara düçar
olan kimse külliyen veya kısmen çalışmağa muktedir olamamasından ve ileride
iktisaden maruz kalacağı mahrumiyetten tevellüt eden zarar ve ziyanını ve bütün
masraflarını isteyebilir."
19. 6098 sayılı Kanun'un 55. maddesi şöyledir:
"Destekten yoksun kalma zararları ile
bedensel zararlar, bu Kanun hükümlerine ve sorumluluk hukuku ilkelerine göre
hesaplanır. Kısmen veya tamamen rücu edilemeyen sosyal güvenlik ödemeleri ile
ifa amacını taşımayan ödemeler, bu tür zararların belirlenmesinde gözetilemez;
zarar veya tazminattan indirilemez. Hesaplanan tazminat, miktar esas alınarak
hakkaniyet düşüncesi ile artırılamaz veya azaltılamaz.
Bu
Kanun hükümleri, her türlü idari eylem ve işlemler ile idarenin sorumlu olduğu
diğer sebeplerin yol açtığı vücut bütünlüğünün kısmen veya tamamen
yitirilmesine ya da kişinin ölümüne bağlı zararlara ilişkin istem ve davalarda
da uygulanır."
20. 5434 sayılı Kanun'un ek 79. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
"Aşağıda belirtilen kişilere bu madde
uyarınca ek ödeme yapılır:
a) Harp malullerine.
b) Şehit dul ve yetimlerine.
c)
Barışta, olağanüstü yönetim usullerinin uygulandığı haller ile talim, tatbikat
veya manevra sırasında görevin veya çeşitli harp silah ve vasıtalarının sebep
ve tesiriyle vazife malûlü sayılan Türk Silahlı Kuvvetleri mensupları ile
Askerî harekâtı gerektiren iç tedip hareketleri veya güvenlik veya asayişin
sağlanmasında Silahlı Kuvvetlerle birlikte veya ayrı olarak
görevlendirilenlerden bu görevlerin çeşitli sebep ve tesirleriyle vazife malûlü
sayılan jandarma ve emniyet mensupları ile sivil görevlilere.
d) (c) bendinde belirtilen görevlerin ifası sırasında, bu görevlerin
çeşitli sebep ve tesirleriyle ölenlerin dul ve yetimlerine.
Hak
sahiplerine, yukarıda yazılı durumlar sebebiyle, sosyal güvenlik kurumlarınca
aylık bağlanmasına esas olan tarihten geçerli olmak üzere müracaat tarihini
izleyen yılın en geç ilk üç ayı içinde T.C. Emekli Sandığı tarafından ek ödeme
yapılır. Ay farkları yıllık miktarın onikiye
bölünmesi suretiyle hesaplanır.
...
Bu maddeye göre yapılan ödemeler herhangi bir
vergi ve kesintiye tâbi olmayıp, faturası karşılığında, Hazineden tahsil
edilir."
2. İlgili Yargı Kararları
a. Yargıtay İçtihadı
21. Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulunun (YİBGK)
6/3/1978 tarihli ve E.1978/1, K.1978/3 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"Borçlar Kanunu'nun 45. maddesinin 2.
fıkrasında öngörülen destekten yoksun kalma tazminatı isteminde bulunan
kişilere, T.C. Emekli Sandığınca bir ödemede bulunulduğu takdirde, bunun
tazminatın saptanmasında gözönünde bulundurulmasına
dair Onbirinci Hukuk Dairesinin kararları ile T.C.Emekli Sandığınca yapılan ödemelerin tazminattan
indirilemeyeceğine dair Dördüncü ve Onbeşinci Hukuk
Daireleri ile Hukuk Genel Kurulunun kararları arasındaki aykırılığın içtihadı
birleştirme yolu ile giderilmesi Birinci Başkanlık Divanınca istenildiğinden
6/3/1978 günlü toplanan Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunda,
aykırılığın bulunduğuna, içtihadın birleştirilmesi gerektiğine oybirliği ile
karar verildikten ve raportör üye dinlendikten sonra konu görüşülüp tartışıldı:
...
5434 sayılı T.C. Emekli Sandığı Kanunu'nun
129. maddesinde, görevleri içinde veya dışında ölenlerin dul ve yetimlerinin,
ölüme sebep olanlar aleyhine açacakları davaları kovuşturmaya, davalara üçüncü
şahıs ise bunu doğrudan doğruya açmaya sandık yetkili kılınmıştır. Dava sonunda
para tazminatı da alınırsa kovuşturma masrafları ile birlikte, dul ve yetim
aylıkları bağlanan hallerde bu aylıkların beş yıllığı, toptan ödeme yapılan
hallerde de yarısının Sandıkça alınarak, varsa geri kalanının ilgililere
ödeneceği öngörülmüştür.
Tartışmada beliren bir görüşe göre, bu hüküm
506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu'nun 26.ve 1479 sayılı Esnaf ve Sanatkarlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar
Kurumu Kanunu'nun 63. maddesi ile eşdeğerdedir. Bu itibarla T.C. Emekli
Sandığına böylece kısıtlı olarak rücu hakkı tanınmıştır. Zarara uğrayanın
alabileceği tazminat saptanırken T.C. Emekli Sandığının mal varlığına geçmesi
gereken para indirildikten sonra kalan miktara hükmedilmesi gerekir.
Çoğunluğunun benimsediği görüş ise; sözü geçen
129. maddede bir hesaba sayılmanın öngörülmediği, aksine madde metninin açık
olduğu ve zarar veren kişinin T.C. Emekli Sandığının ödediği paranın,
kendisinin ödemek zorunda kalacağı tazminattan indirilmesini isteyemeyeceği
biçiminde belirlenmiştir.
Gerçekten, haksız eylem sonucu ölen kişi,
yaşamı süresince çalışmış ve maaşından düzenli olarak belirli bir miktar para
kesilerek sandığa yatırılmıştır. Zarar verenin bu paradan yararlanması söz
konusu olamaz. O halde zarar veren, verdiği zararın tamamını açılan davada
ödemelidir. Esasen 129. madde zarar verenden tazminatın tamamının alınacağı
hükmünü getirmiş ve Emekli Sandığı davaya katılmış veya doğrudan doğruya dava
açmış olduğu takdirde alınacak tazminatın zarara uğrayanlar ile Sandık arasında
nasıl bölüşüleceğini saptamıştır. Bu itibarla tazminat ödemekle yükümlü olan
kişi bu maddeye dayanarak tazminatın indirilmesini isteyemez."
22. Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 15/1/2008 tarihli ve
E.2007/10817, K.2008/85 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"Davacı... tarafından, davalı İçişleri Bakanlığıaleyhine 02/01/2004 gününde verilen dilekçe ile
trafik kazası sonucu ölüm nedeniyle maddi ve manevi tazminat istenmesi üzerine
yapılan yargılama sonunda; Mahkemece davanın kısmen kabulüne dair verilen
17/05/2007 günlü kararın Yargıtay’da duruşmalı olarak incelenmesi davacı vekili
ile duruşmasız olarak incelenmesi de davalı vekili taraflarından süresi içinde
istenilmekle... gereği düşünüldü.
...
Davacı vatani görevini yaparken meydana gelen
trafik kazasında vefat eden eşinden dolayı destekten yoksun kalma tazminatı
istemiştir. Dosyadaki kanıtlardan desteğin eşine dul aylığı bağlandığı
anlaşılmaktadır. Mahkemece destekten yoksun kalma tazminatının miktarının
belirlenmesi için bilirkişi görüşüne başvurulmuştur. Hükme esas alınan bilirkişi
raporunda davacıya TC. Emekli Sandığı tarafından bağlanan görev şehidi dul
aylığı tutarının peşin sermaye değeri ile davacıya ödenen tütün ikramiyesi
gözetilerek indirim yapılmıştır. Mahkemece bu rapor doğrultusunda maddi
tazminata hükmedilmiştir.
...
Somut olayda; destek, vatani görevini jandarma
asteğmen olarak yaparken vefat etmiş olup ölmeden önce yedek subay maaşı
almaktadır. Emekli Sandığı tarafından davacıya bağlanan aylık desteğinin
hayatta iken maaşından Emekli Sandığı tarafından kesilen miktarların
karşılığıdır. O halde Emekli Sandığı tarafından bağlanan aylıklar 5434 sayılı
Emekli Sandığı Kanunu gereğince rücuya tabi olmayıp
destekten yoksun kalma tazminatının hesabında gözetilmemesi gerekir. Açıklanan
nedenlerle davacının destekten yoksun kalma tazminatının hesabında T.C. Emekli
Sandığınca bağlanan dul aylığı ile tütün ikramiyesinin indirilmiş olması doğru
görülmemiştir. Mahkemece açıklanan bu yön gözetilmeksizinyukarıda
anılan içtihadı birleştirme kararına uygun olmayan bilirkişi raporunun hükme
esas alınmış olması usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmiştir."
23. Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 13/6/2013 tarihli ve
E.2012/11954, K.2013/11356 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"Davacı ...tarafından, davalı Milli Savunma Bakanlığı aleyhine 24/07/2008 gününde verilen
dilekçe ile tazminat istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda;
davanın reddine dair verilen 19/04/2012 günlü kararın Yargıtay’ca incelenmesi
davacı vekili tarafından süresi içinde istenilmekle... gereği görüşüldü.
Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı
kanıtlarla yasaya uygun gerektirici nedenlere, delillerin takdirinde bir
isabetsizlik görülmemesine, özellikle tütün beyi ikramiyesi ile kira yardımı
ödemesinin ifa amaçlı ödemeler olmaması nedeni ile zarar hesabında gözetilmesi
doğru değil ise de sigorta şirketi tarafından yapılan ödeme ve 2330 sayılı Yasa
kapsamında yapılan ödemelerin davacıların destek ve manevi tazminat zararlarını
karşıladığı anlaşıldığına göre yerinde görülmeyen bütün temyiz itirazlarının
reddiyle usul ve yasaya uygun olan hükmün ONANMASINA [karar
verilmiştir.]"
b. Danıştay İçtihadı
24. Danıştay Onuncu Dairesinin 25/3/2008 tarihli ve E.2005/7940,
K.2008/1409 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"Dairemizin 20.11.2007 tarihli ara
kararına verilen cevapta; davacılar murisinin yaklaşık 5 yıl 10 ay hizmeti
bulunması nedeniyle, davacılara; 15.5.2001 tarih ve 368 sayılı Nakdi Tazminat
Komisyonu Kararı ile 2330 sayılı Yasa uyarınca 14.709.000.000 TL nakdi
tazminat; 17.5.2001 tarihinde Emniyet Genel Müdürlüğü Sosyal Yardım Fonundan
3.000.000.000 TL; İl Sosyal Fonundan da 1.500.000.000 TL ödeme yapıldığı,
Emekli Sandığı Genel Müdürlüğünce tütün ikramiyesi tahakkuk ettirildiği ve dul
ve yetim aylığı bağlandığı belirtilmektedir.
Bilirkişi tarafından maddi tazminat
hesaplanırken, davacılara yapılan bu ödemelerden; nakdi tazminat tutarının 2330
sayılı Yasa'nın 6. maddesi uyarınca maddi tazminattan indirilmesinde; sosyal
yardım fonlarından yapılan ödemelerin ise indirilmemesinde hukuki isabetsizlik
bulunmamaktadır.
Ancak, davacılar adına destekten yoksun kalma
tazminatı hesaplanırken, davacılar murisinin yaklaşık 5 yıl 10 ay hizmeti
bulunmasına karşın, Emekli Sandığı Genel Müdürlüğü'nce tahakkuk ettirilen tütün
ikramiyesi ile bağlanan aylığın maddi tazminat tutarından düşülmemiş olduğu
anlaşılmaktadır. Bu durumda, davacılar adına hesaplanacak destekten yoksun
kalma tazminatının, davacılara bağlanan aylığın vazife malullüğü aylığı olup
olmadığı hususu araştırılarak ve davacılar murisinin hizmet cetveli de
incelenerek tespit edilmesi gerekmektedir.
Belirtilen saptamalar doğrultusunda; yeni bir
bilirkişi heyeti oluşturmak suretiyle, mahkemece hükme esas alınan bilirkişi
raporunda yer alan ve yukarıda yanlışlığı belirtilen hususlar da dikkate
alınarak, ... davalı idarece ödenmesi gereken tazminat miktarının yeniden
hesaplanması gerekmektedir."
25. Danıştay Onuncu Dairesinin 8/10/2015 tarihli ve E.2012/4747,
K.2015/4139 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"Dava; polis memuru olarak görev yapan
davacılar murisi Ö.D.'nin 10.08.2010 tarihinde
meydana gelen olayda hayatını kaybetmesi sonucunda uğranıldığı ileri sürülen
500.000,00 TL maddi (destekten yoksun kalma tazminatı) ve 100.000,00 TL manevi
olmak üzere toplam 600.000,00 TL zararın yasal faiziyle birlikte tazminine
karar verilmesi istemiyle açılmıştır.
...
Prim ödemek suretiyle kapsamında bulunulan
sosyal güvenlik sisteminin doğal sonucu olarak ilgililere bağlanan aylıklar ve
yapılan ödemeler, idarenin tazmin sorumluluğunu doğuran olay nedeniyle sağlanan
yarar niteliğinde bulunmamaktadır. Bu nedenle, prim karşılığında ilgililere
bağlanan aylıklar ile yapılan her türlü ödemenin, aktif ve pasif dönemde
hesaplanacak maddi tazminat tutarından hiçbir şekilde yarar olarak kabul edilip
indirilmemesi gerekmektedir. Bir başka ifadeyle, vazife malullüğü aylığının
içinde adi malullük aylığının da bulunduğu gözetilerek aktif ve pasif dönemde
adi malullük aylığının yarar olarak kabul edilip hesaplamaya dâhil edilmesine
olanak bulunmamaktadır.
...
Esasen, aktarılan yöndeki hesaplama, 6098
sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 55. maddesine de uygun bulunmaktadır. Zira,
ilgililere ödedikleri prim karşılığı bağlanacak adi malullük aylıkları,
"rücu edilemeyen sosyal güvenlik ödemeleri" kapsamında yer almakta
iken; 3713 sayılı Yasanın yukarıda alıntısı yapılan hükmünden de anlaşılacağı
üzere, adi malullük aylığını aşan vazife maluliyetine ilişkin tutarlar, sosyal
güvenlik kuruluşunca Hazineden tahsil edilmekle, "rücu edilen sosyal
güvenlik ödemeleri"ni oluşturmaktadır. Yine, nakdi
tazminat ödemeleri, ilgilinin olay nedeniyle uğradığı zararı, Yasada öngörülen
sınırlar çerçevesinde kısmen dahi olsa karşılamayı amaçladığından, "ifa
amacını taşıyan ödemeler" kapsamında yer almakta; buna karşılık, sosyal
yardım sandıklarından yapılan ödemeler ise, "ifa amacını taşımayan
ödemeler" niteliğinde bulunmaktadır. Böylelikle, vazife malullüğü
aylığının adi malullük aylığını aşan tutarı ile nakdi tazminat yarar olarak
kabul edilirken, adi malullük aylığı ile sosyal yardımlar yarar hesabına dâhil
edilmemektedir.
...
Buna göre, özetlenen bilirkişi raporu,
yukarıda aktarılan nitelikte ve mahkeme kararına dayanak alınacak mahiyette
görülmemektedir. Bu itibarla, Mahkemece yeniden yaptırılacak bilirkişi
incelemesinde, öncelikle, aktif ve pasif dönem zararları hesabında kullanılacak
verilerin (davacının emsali polis memurunun alacağı görev ve emekli
aylıklarının, vazife malullüğü ve adi malullük aylıklarının, emekli ikramiyesi
ile tütün ikramiyesinin peşin sermaye değerlerinin) yeniden düzenlenecek rapor
tarihi itibariyla değerlerinin ilgili idarelerden
sorulması; alınacak cevap üzerine, yukarıda 3 madde hâlinde aktarılan ilkeler
çerçevesinde bilirkişi incelemesi yaptırılması gerektiği sonucuna varılmıştır.
Daha açık bir anlatımla, düzenlenecek yeni raporda, özellikle,
...
2. Davacıya bağlanan vazife malullüğü aylığı peşin sermaye değeri ile
adi malullük aylığı peşin sermaye değeri arasındaki farkın, tütün ikramiyesi
peşin sermaye değerinin (Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığından sorularak) aktif
ve pasif dönem zararlarından düşülmesi,...
gerekmektedir."
26. Danıştay Onuncu Dairesinin 15/1/2016 tarihli ve E.2014/3352,
K.2016/131 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
" Davacılara 2330 sayılı Yasa hükümleri
uyarınca nakdi tazminat ve 5434 sayılı Emekli Sandığı Kanunu'nun Ek 79. maddesi
uyarınca tütün ikramiyesi ödendi ise, bu miktarların yeniden düzenlenecek rapor
tarihindeki güncel değeri hesaplanarak yarar kalemi olarak hesaplanan toplam
zarardan düşülmesi gerekmektedir."
c. AYİM İçtihadı
27. AYİM'in 22/10/2008 tarihli ve
E.2007/434, K.2008/1069 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"Mahkememizin yerleşik içtihadı uyarınca
T.C. Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı iştirakçisi olmayan kimselere olay
sebebiyle T.C. Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığınca bağlanan aylıklar ve ödenen
tütün ikramiyeleri yarar kabul edilerek davacıların maddi zararlarından
düşüldüğünden bu husus araştırılmış...hakkında 5434 sayılı Yasa'nın vazife
malullüğü hükümlerinin uygulanmasına dair karar verildiği, ancak davacılar anne
ve babanın durumunun 5434 sayılı Yasa'nın 72. maddesi kapsamına girmediğinden
vazife malullüğü aylığı bağlanamadığı ve dolayısıyla tütün ikramiyesinin de
ödenemediğinin bildirildiği görülmüştür.
Davacılara yakınlarını kaybetmeleri nedeniyle
maddi zararlardan düşülmesi gereken Devletçe hiçbir yarar sağlanamadığı
anlaşılmıştır."
B. Uluslararası Hukuk
1. Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi
28. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6. maddesinin
(1) numaralı fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:
"Herkes davasının,
medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda
kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla
kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, kamuya açık olarak ve
makul bir süre içinde, görülmesini isteme hakkına sahiptir."
2. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı
29. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM); adil yargılanma
hakkının, hukukun üstünlüğünün Sözleşmeci devletlerin ortak mirası olduğunu
belirten Sözleşme’nin önsözüyle birlikte yorumlanması gerektiğini
belirtmektedir. Hukukun üstünlüğünün temel unsurlarından biri, hukuki
durumlarda belirli bir istikrarı garanti altına alan ve kamuoyunun mahkemelere
olan güvenine katkıda bulunan hukuki güvenlik ilkesidir. Toplumun yargısal
sisteme olan güveni hukuk devletinin esaslı unsurlarından biri olmasına rağmen
birbirinden farklı yargı kararlarının devamlılık arz etmesi, bu güveni
azaltacak nitelikte bir hukuki belirsizlik durumu yaratabilecektir (Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye [BD], B.
No: 13279/05, 20/10/2011, § 57).
30. Diğer yandan bireylerin makul güvenlerinin korunması ve
hukuki güvenlik ilkesi, içtihadın değişmezliği şeklinde bir hak
bahşetmemektedir (Unédic/Fransa, B. No: 20153/04, 18/12/2008, §
74; Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, § 58).
Mahkemelerin yorumlarında dinamik ve evrilen bir
yaklaşımın sürdürülememesi reform ya da gelişimi engelleyeceğinden kararlardaki
değişim, adaletin iyi idaresine aykırılık teşkil etmez (Atanasovski/Makedonya Eski Yugoslav Cumhuriyeti, B.
No: 36815/03, 14/1/2010, § 38).
31. Yüksek mahkemelerin oynaması gereken rol tam da yargı
kararlarında doğabilecek içtihat farklılıklarına bir çözüm getirmektir. Bununla
birlikte yeni kabul edilmiş bir yasanın yorumlanmasında olduğu gibi bazı
hâllerde içtihadın müstakar hâle gelmesinin belirli bir zamana ihtiyaç duyacağı
açıktır (Zielinski ve Pradal ve Gonzalez ve Digerleri/Fransa [BD],
B. No: 24846/94...34173/96, 28/10/1999, § 59; Schwarzkopf ve Taussik/Çek Cumhuriyeti
(k.k.), B. No: 42162/02, 2/12/2008).
32. AİHM, açıkça keyfîlik bulunan
durumlar hariç ulusal mahkemelerin iç hukuku yorumlama şeklini sorgulamanın
kendi görevi olmadığına dikkat çekmektedir. Benzer şekilde bu konuda -görünüşe
göre benzer davalarda verilmiş olsalar bile- ulusal mahkemelerin farklı
kararlarını karşılaştırmak da prensipte AİHM'in
görevi değildir. AİHM, söz konusu mahkemelerin bağımsızlığına saygı göstermek
durumundadır (Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, § 50).
33. AİHM, iki ihtilafa farklı muamele yapılmasının incelenen
gerçek olayların farklılığından kaynaklanmış olması hâlinde çelişkili
içtihatlardan bahsedilmesinin mümkün olmadığını belirtmektedir (Erol Uçar/
Türkiye (k.k.) B. No: 12960/05,
29/9/2009).
34. AİHM, mahkeme kararlarının çatışma ihtimalinin her biri
kendi yargı alanında yetkili olan yargılama ve temyiz mahkemeleri ağına dayalı
yargı sistemlerinin doğal bir özelliği olduğunu kabul etmiştir. Bu tip
uyuşmazlıklar aynı mahkeme içinde de ortaya çıkabilmektedir. Bu durum, kendi
içinde Sözleşme'ye aykırı olarak değerlendirilemez (Santos Pinto /Portekiz,
B. No: 39005/04, 20/5/2008, § 41; Tudor Tudor/Romanya, B. No: 21911/03, 24/3/2009, § 29;
Remuszko/Polonya, B. No: 1562/10, 16/7/2013, § 92; Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, §51).
35. AİHM, bu konuda hüküm verirken değerlendirmesinin dayandığı kriterleriaçıklamıştır. Söz konusu kriterler yüksek
mahkemenin içtihadında "derin ve süregelen farklılıklar" olup
olmadığı, iç hukukta bu tutarsızlıkların üstesinden gelmek için bir mekanizma
bulunup bulunmadığı, bu mekanizmanın uygulanıp uygulanmadığı ve uygulandı ise
ne ile sonuçlandığının tespitine dayanmaktadır (Beian/Romanya (No.1), B. No: 30658/05, 6/12/2007, §§ 37, 39; Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, § 53).
36. AİHM, bu bağlamda mahkemelerin uygulamalarında tutarlılığın
ve içtihatlarında yeknesaklığın sağlanması için mekanizmalar oluşturulmasının
önemini birçok defa hatırlatmış; yargı sistemlerini birbirine zıt kararlar
verilmesini önleyecek şekilde yapılandırmanın devletlerin sorumluluğunda
olduğunu ifade etmiştir. Ne var ki bu ilkelerin AİHM'in
incelemek durumunda kaldığı çelişen yorumların, bir yüksek mahkemenin
birleştirici yetkisini uygulayabileceği yasal hükümlerle bağlantılı olarak
yargı sisteminin aynı dalında meydana gelen davalar için öngörüldüğü
belirtilmelidir (Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, §§
55,80).
37. AİHM, ortak yasal hiyerarşiye tabi olmayan birden fazla
yüksek mahkemeyi bünyesinde barındıran bir ulusal hukuk sisteminde bu
mahkemelerin benimsediği yaklaşımın bir dikey denetim mekanizmasına tabi
tutulmasını talep edemeyeceği kanaatindedir. Böyle bir talep Sözleşme'nin 6.
maddesinin (1) numaralı fıkrası ile güvence altına alınan adil yargılama
gereklerinin ötesine geçecektir (Nejdet Şahin ve
Perihan Şahin/Türkiye, § 81).
38. AİHM, söz konusu yüksek mahkemelerce (mevcut davada Danıştay
ve AYİM) takip edilmesi gereken yorumlama şeklini tespit eden ortak bir
düzenleme kurumunun bulunmayışının Türk yargı sistemine has bir durum
olmadığına işaret eder (Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, § 82).
39. AİHM ayrıca, Türkiye'deki gibi farklı yargı alanlarındaki
mahkemelerin ve birden fazla yüksek mahkemenin yasaları aynı anda ve paralel
olarak yorumlamasının gerektiği bir yargı sisteminde hukukta tutarlılığın
sağlanmasının zaman alabileceği ve bu nedenle çelişen içtihatların hukukun
kesinliği ilkesini zedelemeden hoş görülebileceği kanaatindedir (Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, § 83).
40. AİHM bu bağlamda, yasaları yorumlamanın yargının görevinin
doğasında olduğunu hatırlatır. Yasal hükümler ne kadar açık düzenlenmiş olursa
olsun hukuki yorum önlenemez bir unsurdur. Hangi mevzuatın, hangi şartlarda
uygulanacağı bu bireyselleştirilmiş yaklaşımın bir parçasıdır. Bu, her biri
farklı türde davalara bakan iki ayrı yargı alanında bulunan iki mahkemenin
benzer nitelikteki olaylardan kaynaklanan aynı türdeki hukuki soruna ilişkin
birbiriyle uyuşmayan ancak yine de mantıklı ve gerekçelendirilmiş kararlar
verebileceği anlamına gelmektedir. Bu nedenle mahkemeler arasında çıkabilecek
yaklaşım farklılıklarının, yasal hükümleri yorumlama ve kapsadıkları somut
durumlara uyarlama sürecinin ancak kaçınılmaz bir sonucu olduğu kabul
edilmelidir (Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, §§ 85,
86).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
41. Mahkemenin 8/11/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. AYİM'in Bağımsız ve Tarafsız Bir Mahkeme Olmadığına İlişkin
İddia
42. Başvurucu, heyetlerinde yer alan ve hâkimlik teminatından
faydalanmayan iki kurmay subay üyenin varlığı sebebiyle kuruluş ve yapısı
itibarıyla AYİM'in bağımsız ve tarafsız bir mahkeme
olmadığını ileri sürmüştür.
43. Anayasa Mahkemesi tarafından bu konu daha önce incelenirken
belirtildiği üzere AYİM’in oluşumu, statüsü ve
görevleri Anayasa ve ilgili Kanun’da hüküm altına alınmıştır. AYİM’e atanan askerî hâkimlerin bağımsızlığının Anayasa ve
ilgili Kanun hükümleri ile garanti altına alındığı, atanma ve çalışma usulleri
yönünden askerî hâkimlerin bağımsızlıklarını zedeleyecek bir hususun olmadığı,
kararlarından dolayı idareye hesap verme durumunda bulunmadıkları, disipline
ilişkin konuların AYİM Yüksek Disiplin Kurulunca incelenip karara bağlandığı
görülmektedir (Yaşasın Aslan, B.
No: 2013/1134, 16/5/2013, § 29). Diğer yandan sınıf subayı üyelerin en fazla
dört yıllık bir süre ile görev yapmaları, disiplin konularında Disiplin
Kuruluna tabi kılınmaları, görev süreleri zarfında idari veya askerî
yetkililerce herhangi bir değerlendirmeye tabi tutulmamaları bu subayların
idareye karşı bağımsızlıklarını güçlendirmiştir (Yaşasın Aslan, § 30).
44. Açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmının, diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Hakkaniyete Uygun Yargılanma Hakkının İhlal
Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
45. Başvurucu, adli yargıda görülen aynı nitelikteki davalarda
5434 sayılı Kanun'un ek 79. maddesi kapsamında yapılan ek ödeme maddi tazminat
hak edişinden düşülmemesine rağmen AYİM'in 6098
sayılı Kanun'un 55. maddesindeki açık hükme olağanın dışında ve yerleşik
Yargıtay içtihadından farklı bir anlam vererek bunu tazminat hesabından
düştüğünü ifade etmektedir. Başvurucu, SGK tarafından yapılan bir ödemenin
tazminat hesabında indirim nedeni olabilmesi için zarar verene rücu edilebilen
veya ifa amacını taşıyan bir ödeme olması gerektiğini belirtmekte ve ek
ödemenin ise bu koşullardan herhangi birini taşımadığını iddia etmektedir. AYİM'in yorumunun bu yönüyle bariz takdir hatası içerdiğini
öne süren başvurucu, bu durumun hukuki belirlilik ve öngörülebilirlik ilkesine
aykırı olduğundan şikâyet etmektedir. Başvurucu ayrıca, elde etme yönünde meşru
beklenti içerisine girdiği ekonomik bir değerden yoksun bırakıldığını iddia
etmektedir. Başvurucu, farklı yargı kolları arasındaki söz konusu içtihat
farklılığından dolayı tazminat talebinin kısmen reddedilmesi nedeniyle eşitlik
ilkesinin zedelendiğini, hak arama hürriyetinin, mahkemeye erişiminin ve etkili
başvuru hakkının engellendiğini, mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmekte; ihlalin tespiti, yeniden yargılanma ve tazminat taleplerinde
bulunmaktadır.
2. Değerlendirme
46. Anayasa'nın "Hak
arama hürriyeti" kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
"Herkes, meşru vasıta ve yollardan
faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve
savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."
47. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun iddialarının adil yargılanma
hakkının güvencelerinden biri olan hakkaniyete uygun yargılanma hakkı
kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
a. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
48. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de bulunmadığı anlaşılan
hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul
edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Genel İlkeler
49. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında, kanun
yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda
incelenemeyeceği belirtilmiştir. Bu kapsamda ilke olarak mahkemeler önünde dava
konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin
değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ileuyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun adil olup olmaması
bireysel başvurukonusu olamaz. Ancak bireysel başvuru
kapsamındaki hak ve özgürlüklere müdahale teşkil eden, bariz takdir hatası veya
açık bir keyfîlik içeren tespit ve sonuçlar bu
kapsamda değildir (Ahmet Sağlam,
B. No: 2013/3351, 18/9/2013, § 42).
50. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin
yargı organlarına davacı ve davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu
olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır.
3/10/2001 tarihli ve 4709 sayılı Kanun'un, Anayasa'nın 36. maddesinin birinci
fıkrasına "adil yargılanma hakkı" ibaresinin eklenmesine ilişkin 14.
maddesinin gerekçesine göre "değişiklikle
Türkiye Cumhuriyeti’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence
altına alınmış olan adil yargılanma hakkı metne dâhil"
edilmiştir. Dolayısıyla Anayasa'nın 36. maddesinde herkesin adil yargılanma
hakkına sahip olduğu ibaresinin eklenmesinin amacının Sözleşme'de
düzenlenen adil yargılanma hakkını anayasal güvence altına almak olduğu
anlaşılmaktadır (Yaşar Çoban, B.
No: 2014/6673, 25/7/2017,§ 53).
51. Adil yargılanma hakkı uyuşmazlıkların çözümlenmesinde hukuk
devleti ilkesinin gözetilmesini gerektirmektedir. Anayasa'nın 2. maddesinde
Cumhuriyet'in nitelikleri arasında sayılan hukuk devleti, Anayasa'nın tüm
maddelerinin yorumlanması ve uygulanmasında gözönünde
bulundurulması zorunlu olan bir ilkedir.
52. Bu noktada hukuk devletinin gereklerinden birini de hukuk
güvenliği ilkesi oluşturmaktadır (AYM, E.2008/50, K.2010/84, 24/6/2010 ve
E.2012/65, K.2012/128, 20/9/2012). Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı
amaçlayan hukuki güvenlik ilkesi, hukuk normlarının öngörülebilir olmasını,
bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de
yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını
gerekli kılar. Belirlilik ilkesi ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de
idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık,
net, anlaşılır ve uygulanabilir olmasını, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî
uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir. (AYM,
E.2013/39, K.2013/65, 22/5/2013).
53. Hukuk kurallarının ne şekilde yorumlanacağı veya birden
fazla yorumunun mümkün olduğu durumlarda bu yorumlardan hangisinin
benimseneceği derece mahkemelerinin yetkisinde olan bir husustur. Anayasa
Mahkemesinin, bireysel başvuruda derece mahkemelerince benimsenen yorumlardan
birine üstünlük tanıması veya derece mahkemelerinin yerine geçerek hukuk
kurallarını yorumlaması bireysel başvurunun amacıyla bağdaşmaz. Anayasa
Mahkemesinin kanunilik ilkesi bağlamındaki görevi, hukuk kurallarının birden fazla
yorumunun hukuki belirlilik ve öngörülebilirliği etkileyip etkilemediğini
tespit etmektir(Mehmet
Arif Madenci, B. No: 2014/13916, 12/1/2017, § 81).
54. Yargı yetkisini kullanan mahkemeler, aynı mahiyetteki
davalarda uyuşmazlığın çözümü için gerekli olan bir yasa hükmünü uygularken,
bir hukuki müesseseyi değerlendirirken ya da uyuşmazlığın çözümünde takip
edilecek usulü belirlerken birbirinden farklı ilke ve yorumlar benimseyebilir
ve bunun doğal sonucu olarak farklı bir içtihat geliştirebilirler. İçtihat
farklılığından söz edilebilmesinin ön koşulu, dava konusu edilen
uyuşmazlıkların, özü itibarıyla aynı mahiyette olmasıdır. Dolayısıyla
uyuşmazlıkların içeriğinin ve niteliğinin örtüşmediği, esaslı noktalarda
ayrıldığı durumlarda, verilen kararlar arasındaki farklılık da içtihat
farklılığı olarak değerlendirilemez.
55. İçtihat faklılığı, aynı yargı kolu
içine dâhil mahkemeler arasında oluşabileceği gibi birbirinden tamamen
bağımsız, aralarında yargısal anlamda bir hiyerarşi ilişkisi olmayan birden
fazla yargı koluna dâhil mahkemeler arasında da oluşabilir. Bu sebeple içtihat
farklılığından kaynaklanan adil yargılanma hakkının ihlali iddialarına yönelik
olarak yapılacak incelemede Anayasa Mahkemesinin yaklaşımının ne olması
gerektiği, söz konusu farklılığın aynı yargı kolu içerisinde ya da ayrı yargı
kolları arasında gerçekleşme ihtimaline göre iki başlık altında irdelenmiştir.
(1)Aynı Yargı Kolu
İçindeki İçtihat Farkı
56. Birbiriyle çelişen kararlar, belirli bir yargı kolundaki tek
yüksek mahkemenin farklı daireleri tarafından ya da yine aynı yargı kolu içinde
fakat son derece mahkemesi sıfatını haiz, nihai hüküm veren çeşitli mahkemeler
tarafından verilebilir.
57. Yargısal kararlardaki değişiklikler, hukukun dinamizmini ve
mahkemelerin yaklaşımlarını yaşanan gelişmelere uyarlama kabiliyetlerini
yansıtması yönüyle olumludur. Ancak uygulamadaki birlikteliği sağlamaları
beklenen yüksek mahkemeler içinde yer alan dairelerin benzer davalarda tatmin
edici bir gerekçe göstermeksizin farklı sonuçlara ulaşmaları, bir kararın
belirli bir daireye düştüğü takdirde onanacağı, başka bir daire tarafından ele
alındığı takdirde bozulacağı gibi ihtimale dayalı ve birbirine zıt sonuçları
ortaya çıkartır. Bu ise hukuki belirlilik ve öngörülebilirlik ilkelerine ters
düşecektir. Ayrıca, böyle bir algının toplumda yerleşmesi hâlinde bireylerin
yargı sistemine ve mahkeme kararlarına duymaları beklenen güven zarar görebilir
(Türkan Bal, [GK], B. No:
2013/6932, 6/1/2015, § 64).
58. Hukukun üstünlüğü ilkesi gereği yargı sistemine olan bu
güveni sağlamak ve korumakla yükümlü olan devlet, aynı yargı koluna dâhil
mahkemeler arasındaki derin ve süregelen içtihat farklılıklarını ortadan
kaldırabilecek nitelikte bir mekanizmayı kurmak ve bu mekanizmanın etkin bir
şekilde işleyişini sağlayacak düzenlemeler yapmakla yükümlüdür. Bu yükümlülük,
adil yargılanma hakkının güvencelerinden biri olarak kabul edilmelidir.
(2)Ayrı Yargı Kolları
Arasındaki İçtihat Farkı
59. Bu durumda farklı yönde karar veren mahkemelerin her biri
kendi yargı kolunun içerisindeki alt derece mahkemelerinin yüksek mahkemesi
konumundadır. Bu yüksek mahkemelerin birbiri arasında ise bir yargı hiyerarşisibulunmamaktadır. Her biri kendi yargı kolundaki
çok sayıda mahkemenin yüksek mahkemesi konumundaki mahkemelerin aynı konuda
farklı yorumlar getirmesi, yargı ayrılığını benimsemiş ve Yargıtay, Danıştay,
AYİM gibi çeşitli yüksek mahkemelerden oluşan yargı sistemimizin kaçınılmaz bir
özelliği olarak kabul edilmelidir (aynı yöndeki karar için bkz. Türkan Bal, § 53). Böyle bir durumda adil
yargılanma hakkının, devleti söz konusu mahkemeler arasında içtihat
farklılıklarını ortadan kaldırabilecek nitelikte bir mekanizmayı kurmakla
yükümlü kılacak kadar bir güvenceyi sağladığından söz edilemez. Zira böyle bir
yaklaşım, doğrudan Anayasa tarafından benimsenmiş yargı ayrılığı sisteminin
özüne bir müdahale teşkil edeceğinden Anayasa ile çelişen bir duruma da sebebiyet
verme riskini barındırmaktadır. Dolayısıyla farklı yargı alanlarındaki
uyuşmazlıkları çözmekle görevli her bir yüksek mahkeme kendi yargı kolunun
görev alanındaki dava tiplerine göre özü itibarıyla aynı nitelikteki
uyuşmazlıklarda farklı bir bakış açısıyla olaya yaklaşabilir ve hukuki
gerekçelerini de göstererek farklı sonuçlara ulaşabilir. Yargı sisteminin
yapısının doğal bir sonucu olarak ortaya çıkan yargı kolları arasındaki farklı
içtihatlar zaman içerisinde birbiriyle tutarlı hâle de gelebilir. Ancak bu
tutarlılık zaman içinde sağlanamamış olsa dahi içtihat farklılığının açıkça keyfîlik oluşturan bir durumdan kaynaklandığı saptanmadığı
sürece bu durum makul kabul edilebilir ve adil yargılanma hakkının ihlaline yol
açmaz. İlke bu şekilde olmakla birlikte, yüksek mahkemeler nezdinde farklı
uygulamaların gelişmesinin toplumun yargıya güvenini azaltabileceği de
öngörülebilir bir durumdur. Bu itibarla yüksek mahkemelerin, böyle bir olumsuz
sonucun bizatihi kaynağı olmamak adına farklı uygulamaları ortadan kaldırmaya
yönelik gerekli özeni göstermeleri beklenir (benzer yönde değerlendirme için
bkz. Mehmet Çelik, B.No:2015/889, 17/11/2016, §62).
ii. İlkelerin Olaya
Uygulanması
(1) Ön Değerlendirme
60. Somut başvurunun konusu, aynı yargı kolundaki son derece
mercii olan mahkemelerin değil birbiriyle yargısal anlamda hiyerarşi ilişkisi
içerisinde olmayan, birbirinden tamamen bağımsız iki farklı yargı kolunun
yüksek mahkemelerinin içtihatları arasında uyumsuzluk olduğu iddiasıdır. Bu
bağlamda, ayrı yargı kollarına dâhil mahkemelerin aynı tip uyuşmazlıkların
çözümünde uyguladıkları aynı Kanun hükmünü farklı şekilde yorumlamasından
kaynaklanan bir tutarsızlıktan söz edilmektedir.
61. Başvurucunun yukarıda yer verilen iddialarının (bkz. § 45)
mahiyeti itibarıyla Anayasa'nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası anlamında bir
kanun yolu şikâyetinin ilerisine geçtiği anlaşılmaktadır. Bu itibarla somut
başvuruda öncelikle birbiriyle çelişen içtihatlar bulunup bulunmadığı, eğer
böyle bir durum var ise bireysel başvuruya dayanak davanın koşulları ışığında
bu çelişkili içtihatların adil yargılanma hakkının ihlaline yol açıp açmadığı
incelenmelidir.
(2) İçtihatlar Arasında Çelişkinin Varlığı
62. Başvurucu,
bedensel zararın tazmini talebiyle açılan davalarda 6098 sayılı Kanun'un 55.
maddesinin uygulanması ve bu bağlamda tazminat miktarının hesaplanması
noktasında AYİM'in, aleyhine sonuç doğuracak şekilde Yargıtayın yerleşik içtihadında benimsediği yaklaşımdan
farklı bir yaklaşım benimsemesinden şikâyet etmektedir.
63.Öncelikle belirtmek gerekir ki içtihat farklılığından söz
edilebilmesi için gerekli olan "uyuşmazlıkların özü itibarıyla aynı
mahiyette olması" ön koşulunun somut başvuru yönünden gerçekleştiği
görülmektedir. Zira içtihat farklılığına konu uyuşmazlıklarda ortak temel olgu,
tazmini istenen bir bedensel zararın varlığı ve bu zararın hesaplanmasıdır.
Çelişki, bedensel zararın karşılanması için ödenecek tazminat miktarının
hesaplanma yönteminde ortaya çıkmaktadır. Bu çelişkinin kaynağı ise5434 sayılı
Kanun'un ek 79. maddesine göre yapılan ek ödemenin tazminattan mahsup edilmesi
gerekip gerekmediğini tespit etme noktasında, anılan ödemenin 6098 sayılı
Kanun'un 55. maddesi uyarınca ifa amacını taşıyan bir ödeme niteliğinde olup
olmadığına ilişkin olarak yapılan yorum ve değerlendirmelerin farklılığıdır.
64. İhtilaf konusu ödeme ilk olarak, 10/11/1983 tarihli ve 2951
sayılı Tekel Bey'iyeleri Üçte Birlerinin Dağıtımı
Hakkında Kanun ile maluller ile şehit dul ve yetimlerine yılda bir yapılması
öngörülen ödeme olarak ortaya çıkmış, daha sonra 13/10/1988 tarihli ve 3480
sayılı Maluller ile Şehit Dul ve Yetimlerine Tütün ve Alkol Ürünlerinin Satış
Bedellerinden Pay Verilmesi Hakkında Kanun ile devam etmiştir. Söz konusu ödeme
günümüzde ise 14/7/2004 tarihli ve 5217 sayılı Kanun ile 5434 sayılı Kanun'a
eklenen ek 79. maddeyle devlet memur aylık katsayısına bağlanarak herhangi bir
vergi ve kesintiye tabi olmaksızın faturası karşılığında Hazineden tahsil
edilen özel bir ödeme şekline dönüşmüştür. Söz konusu ödeme, ilk ortaya çıkış kaynağındaki
niteliğinden ötürü Yargıtay, Danıştay ve AYİM kararlarında çoğu zaman
"tütün ikramiyesi" adıyla da yer almıştır.
65. 1978 tarihli YİBGK kararı, zarar görenin, zarar veren olayın
gerçekleşmesinden önce kendi ödemeleriyle oluşturduğu, bir başka ifadeyle
kendisinin finanse ettiği kaynaktan zararının karşılanamayacağı, zarar verenin
(davalının) bu paradan yararlanamayacağı ana fikrine dayanmaktadır. Adli
yargıda, bu İçtihadı Birleştirme Kararından hareketle 5434 sayılı Kanun'un ek
79. maddesi uyarınca yapılan ek ödemenin (tütün ikramiyesinin) tazminattan mahsup edilmemesi yönünde bir
uygulama benimsenmiştir (bkz. §§ 22, 23).
66. AYİM ve Danıştay ise 6098 sayılı Kanun'un yürürlüğe
girmesinden önceki dönemde önüne gelen ve destekten yoksun kalma zararı ya da
bedensel zararın tazmini talebini içeren uyuşmazlıklarda Yargıtay ile aksi
yönde bir uygulama benimsemiştir. Bu bağlamda gerek AYİM gerekse Danıştay, 5434
sayılı Kanun'un ek 79. maddesi uyarınca yapılan ek ödemeyi, hesaplanan toplam
zarar miktarından mahsup edilmesi gereken bir yarar unsuru olarak görmüştür (bkz. §§ 24, 27).
67. AYİM, 6098 sayılı Kanun'un 55. maddesinin yürürlüğe
girmesinden sonraki uyuşmazlıklarda ve bu kapsamda başvuruya dayanak davada da
aynı yaklaşımını sürdürmüştür. Keza Danıştay da aynı uygulamayı devam
ettirmiştir (bkz.§§ 25,26).
68.Bu duruma göre bedensel zararın tazmini talebiyle açılan
davalarda 6098 sayılı Kanun'un 55. maddesinin uygulanması kapsamında 5434
sayılı Kanun'un ek 79. maddesi uyarınca yapılan ek ödemenin tazminattan mahsup
edilip edilemeyeceğiyle ilgili AYİM (ve Danıştay) ile Yargıtayın
yorumu birbirine taban tabana zıt olmuştur. Bu yorum farklılığı da iki ayrı
yargı kolundaki mahkemelerin aynı mahiyetteki davalara farklı hukuki
uygulamalar yapmalarına yol açmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda, farklı yargı
kolları arasında birbiriyle çelişen içtihatlar bulunduğu ve bu çelişkinin
öteden beri devam ettiği hususlarında tereddüt bulunmamaktadır.
(3)Birbiriyle Çelişen
İçtihatların Adil Yargılanma Hakkının İhlaline Neden Olup Olmadığı
69. Öncelikle başvuruya konu içtihat farklılığının; yargı
ayrılığını anayasal ilke olarak benimseyen, bu sebeple çeşitli yüksek
mahkemeleri bünyesinde barındıran yargı sistemimizin yapısı ile doğrudan
bağlantılı olduğu gözden uzak tutulmamalıdır. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin
bu noktadaki görevi, bizzat Anayasa'da düzenlenen bir yargı sisteminin
yerindeliğini tartışmak değil bu sistemin doğal bir sonucu olarak ortaya çıkan
içtihat farklılığının, yine Anayasa'da güvence altına alınan adil yargılanma
hakkına etkisini somut olayın koşulları ışığında değerlendirmektir.
70. Ülkemizde farklı yargı kollarındaki yüksek mahkemelerin,
somut olayda AYİM ve Yargıtayın çelişen içtihatlarını
birleştirici bir mekanizma bulunmamaktadır. Esasen adil yargılanma hakkının,
yargı sisteminin yapısına doğrudan müdahale edecek şekilde devletten böyle bir
mekanizma getirilmesini isteyecek bir gerekliliği özünde barındırdığı da
söylenemez.
71. Her biri kendine özgü farklı dava türlerine bakan farklı
yargı kollarındaki mahkemelerin son derece mahkemesi konumundaki Yargıtay ve AYİM'in, hukuki dayanaklarını ve gerekçelerini göstermek
koşuluyla benzer nitelikteki uyuşmazlıklarda uygulayacakları aynı Kanun
hükmünün yorumunda farklı bir yaklaşım geliştirmeleri kaçınılmaz bir sonuç ve
makul karşılanabilir bir durum olarak kabul edilmelidir.
72. Bu durumda, söz konusu içtihat farklılığının hukukun üstünlüğü
ilkesine zarar verecek şekilde açıkça keyfîlik içeren
bir yaklaşımdan kaynaklandığına dair bir bulguya rastlanmadığı sürece yasa
hükmünün yorumlanmasına ilişkin olarak yüksek mahkemenin yaptığı seçimi
denetlemek Anayasa Mahkemesinin görevi olmayacaktır.
73. Bu itibarla, çelişen içtihatlardan hangisinin doğru olduğu
yönünde herhangi bir çıkarımda bulunulmaksızın bireysel başvuruya konu olayda AYİM'in 6098 sayılı Kanun'un 55. maddesinin uygulanmasıyla
ilgili yaklaşımının ve bu yaklaşım sonucunda oluşturduğu içtihadınaçıkça
keyfîlik içerip içermediğinin tespiti gerekmektedir.
74. Başvurucu, 6098 sayılı Kanun'un 55. maddesi ile getirilen
düzenlemenin tazminattan mahsup edilebilecek unsurların belirlenmesi hususunda
yargı kolları arasındaki içtihat farklılığını giderme amacına yönelik olduğunu
ifade etmektedir. Söz konusu Kanun hükmünün uygulanmasında tazminattan
indirilecek unsurların belirlenmesiyle ilgili AYİM yorumunun düzenlemenin
amacına aykırı olduğunu öne süren başvurucu, 5434 sayılı Kanun'un ek 79.
maddesi uyarınca yapılan ek ödemenin tazminat miktarından indirilmesi gerektiği
yönündeki içtihadın bariz takdir hatası içerdiğinden şikâyet etmektedir.
75. AYİM'in, bireysel başvuruya konu
kararını gerekçelendirirken şu olgulardan hareket ettiği görülmektedir: "Başvurucu, olay sebebiyle maddi zarara uğramıştır.
Uğranılan maddi zararın gerçek ve somut verilere göre hesaplanması ilkesi
esastır. Başvurucuya 5434 sayılı Kanun'un Ek 79. maddesi uyarınca yapılan ek ödeme,prim karşılığı olmayan, SGK'dan aylık alan herkese ödenmeyen, sadece somut olaydaki
gibi harp veya vazife malullüğü aylığı bağlananlara yapılan bir ödemedir. SGK,
dosya kapsamındaki muhtelif yazılarında Ek 79. madde uyarınca yapılan ödemenin
"rücu işlemine tabi olmadığını" belirtmiştir. Esasen SGK bu maddeye
göre yaptığı ödemeyi faturası karşılığında Hazineden, dolayısıyla somut davanın
tarafı olan genel bütçeye dâhil idareden tahsil etmektedir. Diğer bir ifadeyle
SGK bu ödemeyi zaten devletten alarak ilgilisine ödemektedir. Başvurucunun daha
öncesinde bu ödemenin kaynağının oluşturulmasına bir katkısı bulunmamaktadır.
Bu ödeme nihai olarak Hazinenin üzerinde kalmaktadır." Bu
tespitleri ışığında AYİM'in, idari işlem ve eylemler
nedeniyle idarenin kusur ya da kusursuz sorumluluğu esaslarına göre açılan,
idarenin davalı konumunda olduğu tam yargı davalarında hesaplanan ve idarenin
ödemekle yükümlü kılınacağı tazminat miktarından söz konusu ek ödeme miktarı
düşülmediği takdirde idarenin idare hukuku ilkeleri uyarınca sorumlu olduğu
zararın tümünü hem tazminat olarak ödeyeceğini hem de SGK aracılığıyla yaptığı
ek ödeme ile ayrıca bir ödeme yapacağını, böylece aynı vakıadan ötürü mükerrer
tazminat ödemiş olacağını değerlendirdiği görülmektedir.
76. Kısacası AYİM, ihtilaf konusu ödemenin tazminat davasına
konu aynı olay (vazife malullüğüne sebep olan olay) nedeniyle ve bu olayın
gerçekleşmesinden sonra yapılan bir ödeme olduğuna ve bu ödemenin kaynağının
oluşturulmasında başvurucunun herhangi bir dahli bulunmadığına dikkat
çekmiştir. Bu tespitlerden hareketle söz konusu ödeme 6098 sayılı Kanun'un 55.
maddesi uyarınca "ifa amacı taşıyan", bir başka ifadeyle sosyal
yardım niteliğinde olmayan, dolayısıyla tazminatı ikame amacıyla yapılan bir
ödeme olarak değerlendirilmiş ve başvurucu yönünden bir yarar unsuru kabul
edilerek davalı idarenin ödeyeceği tazminattan indirilmiştir.
77. AYİM'in belirtilen ödemenin 6098
sayılı Kanun'un 55. maddesininifadesiyle "ifa
amacını taşımayan ödeme" olarak kabul edilip edilemeyeceğiyle, dolayısıyla
anılan hükmün uygulanmasıyla ilgili yorum ve değerlendirmesi, somut olay
bağlamında tatmin edici bir gerekçe barındırmaktadır. Ayrıca bu yorum
öngörülemez nitelikte değildir ve hukukun üstünlüğü ilkesine zarar verecek
şekilde bariz takdir hatası ya da açık bir keyfîlik
de içermemektedir.
78. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa'nın 36. maddesinde
güvence altına alınan hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edilmediğine
karar verilmesi gerekir.
C. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal
Edildiğine İlişkin İddia
79. Başvurucu, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini
ileri sürmüştür.
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
80. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de bulunmadığı anlaşılan makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
81.Anayasa'nın 36. ve 141. maddeleri bağlamında medeni hak ve
yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması
gerektiğine dair temel ilkeler Anayasa Mahkemesince daha önce incelenmiş ve bu
konuda karar verilmiştir (Benzer kararlar için bkz. Selahattin Akyıl, B. No: 2012/1198, 7/11/2013). Başvuru
konusu olayda bu ilkelerden ayrılmayı gerektiren bir husus bulunmamaktadır.
82. Somut olayda 9/6/2010 tarihinde idareye yapılan başvuru ile
başlayan yargılama sürecinin AYİM tarafından
karar düzeltme isteminin reddedildiği 25/11/2015 tarihinde sona erdiği
anlaşılmıştır.
83. Başvuruya konu yargılama süreci incelendiğinde davanın, iki
dereceli bir yargılama sisteminde toplam 5 yıl 5 ay 16 gün sürdüğü tespit
edilmiştir.
84. Yukarıda yer verilen ilkeler ve Anayasa Mahkemesinin benzer
başvurularda verdiği kararlar dikkate alındığında somut olaydaki yargılama
süresinin makul olmadığı sonucuna varılmıştır.
85. Açıklanan nedenlerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence
altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi
gerekir.
D. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
86. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
“Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının
ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi
hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere
hükmedilir."
87. Somut olayda makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği
sonucuna varılmıştır.
88. Başvurucunun yargılamanın makul süreyi aşması nedeniyle
tazminat talebi bulunmadığından bu konuda bir karar verilmesine gerek
bulunmamaktadır.
89. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,90 TL harç ve 1.800
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.026,90 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. AYİM'in bağımsız ve tarafsız
olmadığına ilişkin iddianın açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
3. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. 1. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan
hakkaniyete uygun yargılanma hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
2. Anayasa’nın 36.
maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL
EDİLDİĞİNE,
C. 226,90 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
2.026,90 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
D. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen
süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
E. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
8/11/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.