TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
MERAL ÖZATA ÖZGÜROL BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2015/2326)
|
|
Karar Tarihi: 26/12/2018
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin
YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Celal Mümtaz
AKINCI
|
|
|
Muammer
TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
Raportör
|
:
|
Recep KAPLAN
|
Başvurucu
|
:
|
Meral ÖZATA
ÖZGÜROL
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, itiraz dilekçesinde kullanılan ifadeler nedeniyle
cezalandırılmanın ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 9/2/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
8. 1960 doğumlu olan başvurucu 1988 ile 2014 yılları arasında
bir kamu kurumunda avukat olarak çalışmıştır. Başvurucunun iddiasına göre 2002
ile 2014 arası dönemde O.P. isimli bir şahıs, başvurucu hakkında ilgili kamu kurumlarına
300 civarında şikâyet dilekçesi vermiştir.
9. Başvurucu 2014 yılından itibaren serbest avukat olarak
çalışmaya başlamıştır. Başvurucunun iddiasına göre O.P. isimli şahıs bu dönemde
de Bakanlığa, Giresun Barosuna ve Giresun Cumhuriyet Başsavcılığına kendisi
hakkında pek çok şikâyette bulunmuştur.
10. Başvurucunun O.P. hakkında yaptığı bir şikâyet üzerine
yapılan soruşturmada 22/11/2013 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar
verilmiştir. Başvurucu bu karara karşı 26/12/2013 tarihli itiraz dilekçesi
sunmuştur. Dilekçede "...[O.P.] tam anlamıyla sapkınlık derecesinde şikayet
dilekçeleri vermeye başlamış,...sapkınlık derecesinde verdiği şikayet
dilekçeleri ile taciz etmekten çekinmeyen sanık [O.P.]..."
ibarelerine yer vermiştir.
11. Anılan dilekçedeki ifadeler üzerine O.P. (müşteki) hakaret
suçundan işlem yapılması talebiyle şikâyette bulunmuştur. Şikâyet üzerine
yapılan soruşturma sonucunda başvurucunun hakaret suçundan cezalandırılması
istemiyle iddianame düzenlenmiştir. Soruşturma esnasında başvurucu şu şekilde
ifade vermiştir:
"... [O.P.] devlet memuruyken ..., Ağır
Ceza Mahkemesinde yargılandı ve kendisine ceza verildi, konusu sigorta
yolsuzluğudur, bu dosyada kurumu ben savundum keza tahkikat dosyasının da
tanığıydım, 2002 yıllarında başlayan bu olaylardan dolayı kendisi vatanını
milletini seven biri rumuzu ile veya benzeri rumuzlar ile tarafımı 300'ü aşkın
şikayet dilekçesi ile şikayet etti, 5 kez müfettiş geldi, müfettişlerden ... bu
dilekçelerin [O.P.]'ın tarafımı yıldırmak ve
sindirmek amaçlı verildiğini tespit etti ve suç duyurusunda bulunmamı önerdi,
şikayet dilekçelerinin içeriğinde vücudumda bulunan dövmelere kadar konu vardı,
koridorlarda küfür ederek gezmem bileğimin ve omzumun görünüyor olması şeklinde
görevim ve mesleğim ile alakasız boyutlara ulaşmıştı, kurumca hakkımda çok
tahkikat yapıldı, yeri geldi haftada iki kez savunma hazırlamak zorunda kaldım
ancak hepsinden aklandım,...
... benim görevimi yapmam [O.P.]'ın usulsüz olarak kazanç sağlamasını engellediği için
tarafımı hedef aldı,taciz etmek, sindirmek ve
yıldırmak amaçlı 300'e yakın şikayet dilekçesi verdi, hiçbir insanın
psikolojisinin buna tahammül etmesi mümkün değildir, ... 10 yıllık süreç
boyunca taciz edildiğime, kişilik haklarıma saldırıldığına dair suç
duyurularında bulundum, delil yetersizliğinden takipsizlik kararı verildi yani
adalet beni koruyamadı, emekli olduktan sonra bile halen [O.P.]'ın hakkımda verdiği şikayet dilekçeleri vardır, bu
dilekçeler kurumda mevcuttur, altında isim ve imzaları vardır, bu dilekçelerin
Giresun Sosyal Güvenlik İl Müdürlüğünden celbedilebilir,
içeriği kimin kimi taciz ettiğini gösterecektir, ben devleti temsil ettim,
kendisi benim temsil görevimi yerine getirmemi engellemek amaçlı olayı şahsi
platforma çekti ve tarafımı ziyadesi ile taciz etti, suç duyurularımın da
neticesiz kalması ve korumasız olmam nedeniyle sert ifadeler kullanmış
olabilirim, bu da 10 yıl boyunca taciz olmamın neticesidir..."
12. Giresun 3. Asliye Ceza Mahkemesinde yapılan yargılama sonunda
30/10/2014 tarihli kararla başvurucu suçlu bulunarak hakaret suçundan 1.500 TL
adli para cezasıyla cezalandırılmasına ilişkin hükmün açıklanmasının geri
bırakılmasına (HAGB) karar verilmiştir. Kararın ilgili bölümleri şöyledir:
"Sanık Meral ÖZATA alınan savunmasında
özetle; 'Sanık beni 2002 yılından beri şikayet
dilekçeleriyle sürekli olarak taciz etmektedir. Aynı zamanda sahte isimli ve
sahte imzalı dilekçelerle beni şikayet etmektedir.
Benim müsnet olayda herhangi bir şekilde hakaret
kastım bulunmamaktadır. Sadece niteleme olarak böyle bir kelime kullandım.
Müştekinin hakkımdaki şikayet dosyalarının Giresun
Cumhuriyet Başsavcılığından, SGK'dan ve Hukuk
Mahkemelerinden celplerini istiyorum...' Şeklinde beyanda bulunmuştur.
...
Yapılan yargılama ve tüm dosya kapsamına göre;
Sanık Meral ÖZATA'nın Giresun Cumhuriyet
Başsavcılığı'nın 2013/4464 soruşturma sayılı dosyasında müşteki olarak yer
aldığı, aynı dosyada [O.P.]'ın ise şüpheliler
arasında yer aldığı, söz konusu dosyada 22/11/2013 günlü 2013/4464 soruşturma
sayılı 2013/3531 karar sayılı takipsizlik kararının verildiği, sanık Meral ÖZATA'nın söz konusu takipsizlik kararına karşı 26/12/2013
günlü (27/12/2013 havale tarihli) itiraz dilekçesini yazarak dosyaya ibraz
ettiği, söz konusu itiraz dilekçesinde sanığın katılan [O.P.]'ı kast ederek
'...[O.P.] tam anlamıyla Sapkınlık derecesinde şikayet dilekçeleri vermeye
başlamış,...Sapkınlık Derecesinde Verdiği Şikayet Dilekçeleri ile Taciz
Etmekten Çekinmeyen Sanık [O.P.] ile...' hususlarını yazarak katılan [O.P.]'a
hakarete bulunduğu, sanığın dilekçede ki sözlerinin savunma sınırını aştığı,
itirazlarında ve savunmasında yardımcı olmak için dahi bu kelimenin
kullanılamayacağı, hiç kimseye sapkınlık yakıştırmasının yapılamayacağı,
sanığın katılanın 'onur, şeref ve saygınlığını' kullandığı bu kelimelerle
rencide ettiği, kullanılan kelimenin TCK'nun 125/1 ve
125/12 maddesinde yer alan hakaret suçuna vücut vereceği sabit olmakla, sanık
üzerine atılı hakaret suçundan cezalandırılma yoluna gidilmişve
aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur".
13. Başvurucunun anılan karara itirazı Giresun Ağır Ceza
Mahkemesince 17/12/2014 tarihinde reddedilmiştir. Ret kararı başvurucuya
15/1/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir.
14. Başvurucu 9/2/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
1. Kanun
15.26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Hakaret" kenar başlıklı 125.
maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide
edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden (...) veya sövmek
suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki
yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır...
(2) Fiilin, mağduru muhatap alan sesli, yazılı
veya görüntülü bir iletiyle işlenmesi halinde, yukarıdaki fıkrada belirtilen
cezaya hükmolunur.”
2. Yargıtay İçtihadı
16. Yargıtayın kişinin maddi ve manevi
varlığını koruma ve geliştirme hakkı ile hak arama hürriyeti ve şikâyet hakkı
arasındaki dengenin nasıl kurulması gerektiğine ilişkin yerleşik içtihadı
şöyledir (Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 21/12/2017 tarihli ve E.2016/938,
K.2017/8564 sayılı; 18/12/2017 tarihli ve E.2016/2768, K.2017/8377 sayılı
kararları):
"...Şikayet
hakkı, diğer bir deyimle hak arama özgürlüğü; Anayasa’nın 36. maddesinde;
'Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde
davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına
sahiptir' şeklinde yer almıştır. Hak arama özgürlüğü bu şekilde güvence altına
alınmış olup; kişiler, gerek yargı mercileri önünde
gerekse yetkili kurum ve kuruluşlara başvurmak suretiyle kendilerine zarar
verenlere karşı haklarının korunmasını, yasal işlem yapılmasını ve
cezalandırılmalarını isteme hak ve yetkilerine sahiptir.
Anayasa’nın güvence altına aldığı hak arama
özgürlüğünün yanında, yine Anayasanın 'Temel Haklar ve Hürriyetlerin Niteliği'
başlığını taşıyan 12. maddesinde herkesin kişiliğine bağlı dokunulmaz,
devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve özgürlüklere sahip olduğu belirtildikten
başka, 17. maddesinde de, herkesin yaşama, maddi ve
manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip bulunduğu da düzenleme
altına alınmış bulunmaktadır...
Hak arama özgürlüğü ile kişilik haklarının
karşı karşıya geldiği durumlarda; hukuk düzeninin bu iki değeri aynı zamanda
koruma altına alması düşünülemez. Daha az üstün olan yararın, daha çok üstün
tutulması gereken yarar karşısında o olayda ve o an için korumasız kalmasının
uygunluğu kabul edilecektir. Hak arama özgürlüğü, diğer özgürlüklerde olduğu
gibi sınırsız olmayıp kişi salt başkasını zararlandırmak
için bu hakkı kullanamaz. Bu hakkın hukuken korunabilmesi ve yerinde
kullanıldığının kabul edilebilmesi için şikâyet edilenin cezalandırılmasını
veya sorumlu tutulmasını gerektirecek yeterli kanıtların mevcut olması da
zorunlu değildir. Şikâyeti haklı gösterecek bazı emare ve olguların zayıf ve
dolaylı da olsa varlığı yeterlidir. Bunlara dayanarak başkalarının da aynı olay
karşısında davalı gibi davranabileceği hallerde şikâyet hakkının
kullanılmasının uygun olduğu kabul edilmelidir. Aksi halde şikâyetin hak arama
özgürlüğü sınırları aşılarak kullanıldığı, kişilik değerlerine saldırı
oluşturduğu sonucuna varılmalıdır..."
B. Uluslararası Hukuk
17. İlgili uluslararası hukuk kaynakları için bkz. Koray Çalışkan, B. No: 2014/4548,
5/12/2017, §§ 17-19.
18. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre maddi olgular
ile değer yargısı arasında dikkatli bir ayrıma gidilmelidir. Maddi olgular ispatlanabilirse
de değer yargılarının doğruluğunu ispatlamanın mümkün olmadığı hatırda
tutulmalıdır (Lingens/Avusturya, B. No: 9815/82, 8/7/1986, §
46). AİHM, değer yargılarının doğruluğunu ispat etmenin yerine getirilmesi
imkânsız bir talep olduğunu ve böyle bir yükümlülüğün kendiliğinden Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 10. maddesinde korunan hakkın temel bir bileşeni
olan görüş sahibi olma özgürlüğünü ihlal edeceğini belirtmektedir. AİHM,
bununla birlikte bir açıklamanın değer yargısı düzeyine ulaştığı durumlarda
dahi -kendisini destekleyen bir olgusal temel olmayan değer yargıları aşırı
görülebileceğinden- müdahalenin orantılılığının değer yargısı niteliğindeki
sözlerin yeterli bir olgusal temele sahip olup olmadığına dayanabileceğini
ifade etmiştir (Jerusalem/Avusturya, B. No: 26958/95, 27/2/2001, §§
42, 43).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
19. Mahkemenin 26/12/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
20. Başvurucu, "sapkınlık
derecesinde şikayet dilekçeleri verme" ifadesini
hakaret kastıyla değil kendisi hakkında üç yüz civarında şikâyet dilekçesi
veren bir kişinin psikolojik durumunu nitelemek amacıyla kullandığını, buna
rağmen anılan ibare hakaret kabul edilerek yaptırıma maruz bırakıldığını
belirtmiştir. Başvurucuya göre derece mahkemelerince delillerin takdiri ve
değerlendirilmesinde ciddi hataya düşülmüş olup mahkeme kararlarında müştekinin
Anayasa'nın 14. maddesinde düzenlenen "temel
hak ve hürriyetlerin kötüye kullanılamaması" ilkesine rağmen
dilekçe hakkını ziyadesiyle kötüye kullanmak suretiyle kendisini taciz etmiş
olması değerlendirilmemiştir. Başvurucuya göre delillerin tamamının
toplanmaması ve tanıkların dinlenmemesi nedeniyle eşitlik ilkesi, müştekinin
taciz edici davranışları ile kendisinin manevi varlığına zarar verdiğinin
dikkate alınmaması nedeniyle de maddi ve manevi varlığını koruma hakkı ile hak
arama hürriyeti ihlal edilmiştir.
B. Değerlendirme
21. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki
nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi
takdir eder (Tahir Canan, B. No:
2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun iddialarının bir bütün olarak
Anayasa'nın 26. maddesi kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
Bu incelemede -başvurucu hakkındaki kararın şikâyet dilekçesinde kullanılan
bazı ifadelere dayandırılması nedeniyle- Anayasa'nın hak arama hürriyetini
düzenleyen ilgili maddelerinin de dikkate alınması gerekir.
22. Anayasa’nın “Düşünceyi
açıklama ve yayma hürriyeti” kenar başlıklı 26. maddesinin ilgili
kısmı şöyledir:
“Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya
başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir.
Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da
vermek serbestliğini de kapsar...
Bu hürriyetlerin kullanılması,...
başkalarının şöhret veya haklarının,... korunması ... amaçlarıyla
sınırlanabilir…”
23. Anayasa'nın "Hak
arama hürriyeti" kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
"Herkes, meşru vasıta ve yollardan
faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve
savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."
24. Anayasa'nın "Temel
hak ve hürriyetlerin korunması" kenar başlıklı 40. maddesinin
birinci fıkrası şöyledir:
"Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri
ihlâl edilen herkes, yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkânının
sağlanmasını isteme hakkına sahiptir."
25. Anayasa'nın "Dilekçe,
bilgi edinme ve kamu denetçisine başvurma hakkı" kenar başlıklı
74. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Vatandaşlar ve
karşılıklılık esası gözetilmek kaydıyla Türkiye’de ikamet eden yabancılar
kendileriyle veya kamu ile ilgili dilek ve şikâyetleri hakkında, yetkili
makamlara ve Türkiye Büyük Millet Meclisine yazı ile başvurma hakkına
sahiptir."
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
26. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan ifade
özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar
verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Müdahalenin Varlığı
27. Başvurucu hakkında, itiraz dilekçesinde kullandığı ifadeler
nedeniyle 1.500 TL adli para cezasına hükmedilmiş ve HAGB kararı verilmiştir.
Söz konusu mahkeme kararı ile başvurucunun ifade özgürlüğüne yönelik bir müdahale
yapılmıştır.
b. Müdahalenin İhlal
Oluşturup Oluşturmadığı
28. Yukarıda anılan müdahale Anayasa’nın 13. maddesinde
belirtilen koşullara uygun olmadığı müddetçe Anayasa’nın 26. maddesinin
ihlalini teşkil edecektir. Anayasa’nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Temel hak ve hürriyetler, ... yalnızca Anayasanın
ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla
sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ... demokratik toplum düzeninin ...
gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
29. Bu sebeple müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen
ve somut başvuruya uygun düşen kanunlar tarafından öngörülme, Anayasa’nın
ilgili maddesinde belirtilen nedenlere dayanma ve demokratik toplum düzeninin
gereklerine uygunluk koşullarını sağlayıp sağlamadığının belirlenmesi gerekir.
i. Kanunilik
30. 5237 sayılı Kanun'un 125. maddesinin kanunla sınırlama ölçütünü karşıladığı
sonucuna varılmıştır.
ii. Meşru Amaç
31. Başvurucunun adli para cezası ile cezalandırılmasına ilişkin
kararın başkalarının şöhret veya haklarının
korunmasına yönelik önlemlerin bir parçası olduğu ve meşru bir amaç
taşıdığı sonucuna varılmıştır.
iii. Demokratik Toplum
Düzeninin Gereklerine Uygunluk
(1) Genel
İlkeler
(a)
Demokratik Toplumda İfade Özgürlüğünün Önemi
32.Anayasa Mahkemesi ifade özgürlüğü bağlamında demokratik toplum düzeninin gerekleri
ifadesinden ne anlaşılması gerektiğini daha önce pek çok kez açıklamıştır.
İfade özgürlüğü kişinin haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine serbestçe
ulaşabilmesi, düşünce ve kanaatlerinden dolayı kınanamaması ve bunları tek
başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi,
anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına
gelir. Çoğunluğa muhalif olanlar da dâhil olmak üzere düşüncelerin her türlü
araçla açıklanması, açıklanan düşünceye paydaş sağlanması, düşünceyi
gerçekleştirme ve gerçekleştirme konusunda başkalarını ikna etme çabaları ve bu
çabaların hoşgörüyle karşılanması çoğulcu demokratik düzenin gereklerindendir.
Dolayısıyla toplumsal ve siyasal çoğulculuğu sağlamak, her türlü düşüncenin
barışçıl bir şekilde ve serbestçe ifadesine bağlıdır. Bu itibarla düşünceyi
açıklama ve yayma özgürlüğü demokrasinin işleyişi için yaşamsal önemdedir (Bekir Coşkun [GK], B. No: 2014/12151,
4/6/2015, §§ 33-35; Mehmet Ali Aydın
[GK], B. No: 2013/9343, 4/6/2015, §§ 42, 43; Tansel
Çölaşan, B. No: 2014/6128, 7/7/2015, §§ 35-38).
(b)Müdahalenin Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygun
Olması
33. Temel hak ve özgürlüklere yönelik bir müdahalenin demokratik
toplum düzeninin gereklerine uygun
kabul edilebilmesi için zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılaması ve orantılı
bir müdahale olması gerekir. Açıktır ki bu başlık altındaki değerlendirme, sınırlamanın
amacı ile bu amacı gerçekleştirmek üzere başvurulan araç arasındaki ilişki
üzerinde temellenen ölçülülük ilkesinden bağımsız yapılamaz. Çünkü Anayasa’nın
13. maddesinde "demokratik toplum
düzeninin gereklerine aykırı olmama" ve "ölçülülük ilkesine aykırı olmama"
biçiminde iki ayrı kritere yer verilmiş olmakla birlikte bu iki kriter bir
bütünün parçaları olup aralarında sıkı bir ilişki vardır (Bekir Coşkun, §§ 53-55; Mehmet Ali Aydın, §§ 70-72; AYM,
E.2018/69, K.2018/47, 31/5/2018, § 15; AYM, E.2017/130, K.2017/165, 29/11/2017,
§ 18).
34. İfade özgürlüğü üzerindeki sınırlamanın demokratik bir
toplumda zorlayıcı bir toplumsal ihtiyacın karşılanması amacına yönelik ve
istisnai nitelikte olması gerekir. Müdahaleyi oluşturan tedbirin zorunlu bir
toplumsal ihtiyacı karşıladığının kabul edilebilmesi için amaca ulaşmaya
elverişli olması, başvurulabilecek en son çare ve alınabilecek en hafif önlem
olarak kendisini göstermesi gerekmektedir. Amaca ulaşmaya yardımcı olmayan veya
ulaşılmak istenen amaca nazaran bariz bir biçimde ağır olan bir müdahalenin
zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşıladığı söylenemeyecektir (bazı
farklılıklarla birlikte bkz. Bekir Coşkun,
§ 51; Mehmet Ali Aydın, § 68; Tansel Çölaşan, § 51).
35. Anayasa Mahkemesinin bir görevi de bireylerin fikirlerini
ifade özgürlüğü yoluyla ifade etme hakları ile Anayasa'nın 26. maddesinin
ikinci fıkrasında belirtilen meşru amaçlar arasında adil bir dengenin sağlanıp
sağlanamadığını denetlemektir. Meşru amaçların bir olayda varlığının hakkı
ortadan kaldırmadığı vurgulanmalıdır. Önemli olan bu meşru amaçla hak arasında
olayın şartları içinde bir denge kurmaktır ( bkz. Bekir Coşkun, § 44, 47, 48; Hakan Yiğit, B. No: 2015/3378, 5/7/2017,§§
58, 61, 66).
36. Orantılılık ise sınırlamayla ulaşılmak istenen amaç ile
başvurulan sınırlama tedbiri arasında aşırı bir dengesizlik bulunmamasına
işaret etmektedir. Diğer bir ifadeyle orantılılık, bireyin hakkı ile kamunun
menfaatleri veya müdahalenin amacı başkalarının haklarını korumak ise diğer
bireylerin hak ve menfaatleri arasında adil bir dengenin kurulmasına işaret
etmektedir. Dengeleme sonucu müdahalede bulunulan hakkın sahibine terazinin
diğer kefesinde bulunan kamu menfaati veya diğer bireylerin menfaatine nazaran
açıkça orantısız bir külfet yüklendiğinin tespiti hâlinde orantılılık ilkesi
yönünden bir sorunun varlığından söz edilebilir. Kamu gücünü kullanan organların
düşüncelerin açıklanmasına ve yayılmasına müdahale ederken ifade özgürlüğünün
kullanılmasından kaynaklanan yarardan daha ağır basan korunması gereken bir
menfaatin ve kişiye yüklenen külfeti dengeleyici mekanizmaların varlığını somut
olgulara dayanarak göstermeleri gerekir (bazı farklılıklarla birlikte bkz. Bekir Coşkun, §§ 57; Tansel Çölaşan, §§
46, 49, 50; Hakan Yiğit, §§ 59,
68).
37. Buna göre ifade özgürlüğüne yapılan bir müdahale, zorunlu
bir toplumsal ihtiyacı karşılamıyorsa ya dazorunlu
bir toplumsal ihtiyacı karşılamakla birlikte orantılı değilse demokratik toplum
düzeninin gereklerine uygun bir müdahale olarak değerlendirilemez.
(c) Bireyin
Şeref ve İtibarının Korunmasında Devletin Pozitif Yükümlülüğü
38. Bireyin şeref ve itibarı, kişisel kimliğinin ve manevi
bütünlüğünün bir parçasını oluşturur ve Anayasa’nın 17. maddesinin birinci
fıkrasının korumasından faydalanır (İlhan Cihaner (2), B. No: 2013/5574, 30/6/2014, § 44) Devlet, bireyin şeref ve itibarına
keyfî olarak müdahale etmemek ve üçüncü kişilerin saldırılarını önlemekle
yükümlüdür (Nilgün Halloran,
B. No: 2012/1184, 16/7/2014, §
41; Adnan Oktar (3), B. No:
2013/1123, 2/10/2013, § 33; Bekir Coşkun,
§ 45; Önder Balıkçı, B. No:
2014/6009, 15/2/2017, § 44).
39. Devletin -pozitif bir yükümlülük olarak- yetki alanında
bulunan tüm bireylerin maddi ve manevi varlığını koruma hakkını gerek kamusal
makamların ve diğer bireylerin gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden
kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır. Devlet
bireyin maddi ve manevi varlığını her türlü tehlikeden, tehditten ve şiddetten
korumakla yükümlüdür (Serpil Kerimoğlu ve
diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 51).
40. Devletin kişilerin maddi ve manevi varlıklarına yapılan
müdahaleler bakımından söz konusu pozitif yükümlülüğü; müdahalelere karşı
etkili mekanizmalar kurmak, bu kapsamda gerekli usule ilişkin güvenceleri sunan
yargısal prosedürleri sağlamak ve bu suretle yargısal ve idari makamların
bireylerin idare ve özel kişilerle olan uyuşmazlıklarında etkili ve adil bir
karar vermesini temin etmek sorumluluğunu da içermektedir (Hüdayi Ercoşkun, B. No: 2013/6235,
10/3/2016, § 94).
(d) Hak
Arama Hürriyeti
41. Anayasa'nın hak arama hürriyetini düzenleyen 36. maddesinin
birinci fıkrasında, kişilerin hak arama özgürlükleri güvence altına alınmıştır.
Hak arama özgürlüğü, toplumsal barışı güçlendiren dayanaklardan biri olmasının
yanında bireyin adaleti bulma, hakkı olanı elde etme ve haksızlığı giderme
yoludur. İnsanın varlığını soyut ve somut değerleriyle koruyup geliştirmek
amacıyla hukuksal olanakları kapsamlı biçimde sağlama, bu konuda tüm yollardan
yararlanma hakkını içeren hak arama özgürlüğü hukuk devletinin ve çağdaş
demokrasinin vazgeçilmez koşullarından biridir (AYM, E.2014/86, K.2015/109,
25/11/2015, § 91).
42. Hak arama özgürlüğü, kendisi bir temel hak niteliği
taşımasının ötesinde diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde
yararlanmayı ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir
(AYM, E.2015/61, K.2016/172, 2/11/2016, § 123).
43. Öte yandan Anayasa'nın 36., 40. ve 74. maddeleri birlikte
değerlendirildiğinde hak arama hürriyeti sadece yargısal başvuru yollarını
değil idari başvuru yollarını ve duruma göre Türkiye Büyük Millet Meclisine
başvuruyu da içeren siyasi başvuru yollarını kapsamaktadır (Ali Abbas Yalman, B. No: 2015/11456,
19/4/2018, § 30).
(e) Çatışan
Haklar Arasında Dengeleme
44. Mevcut başvuruya benzer başvurularda, başvurucunun
Anayasa'nın 36. ve ilgili diğer maddelerinde güvence altına alınan hak arama
hürriyeti ile bağlantılı olarak Anayasa'nın 26. maddesinde güvence altına
alınan ifade özgürlüğü ile davacının Anayasa’nın 17. maddesinin birinci
fıkrasında koruma altına alınan maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme
hakkı arasında adil bir dengenin gözetilip gözetilmediğinin değerlendirilmesi
gerekir. Bu, soyut bir değerlendirme değildir (Ali
Abbas Yalman, § 32).
45. Maddi ve manevi varlığı koruma ve geliştirme hakkı ile hak
arama hürriyetiyle bağlantılı olarak ifade özgürlüğünün karşı karşıya geldiği
durumlarda çatışan haklar arasında dengeleme yapılabilmesi için mevcut olaya
uygulanabilecek olan kriterlerden bazıları şöyledir:
i. Hak arama hürriyetinin kullanılmasını haklı gösterecek
-oldukça zayıf veya dolaylı da olsa- emarelerin varlığı,
ii. Hak arama hürriyetinin sırf üçüncü kişilere zarar vermek
amacıyla kullanılıp kullanılmadığı,
iii. Hak arama hürriyetinin kamu görevlilerine karşı
görevlerinin yerine getirilmesiyle ilgili konularda kullanılıp kullanılmadığı,
iv. Hak arama hürriyetinin kullanılması esnasında hedef alınan
kişiye yönelik isnatların taraflar arasındaki uyuşmazlık konusuyla -oldukça
zayıf veya dolaylı da olsa- ilgisinin bulunup bulunmadığı ve uyuşmazlığın
çözümüne katkısının olup olmadığı,
v. Hak arama hürriyetinin kullanılması esnasında kullanılan
ifadeler ve bunların hedef alınan kişinin yaşamına etkileri (Ali Abbas Yalman, § 33).
(f) Maddi Olgular ile Değer Yargısı Arasındaki Fark
46. Öte yandan dava konusu söylemlerin maddi vakıaların açıklanması
veya değer yargısı olarak nitelendirilmesi önemlidir. Bu noktada maddi olgular
ile değer yargısı arasında dikkatli bir ayrıma gidilmelidir. Maddi olgular
ispatlanabilse de değer yargılarının doğruluğunu ispatlamanın mümkün olmadığı
hatırda tutulmalıdır (Kadir Sağdıç [GK],
B. No: 2013/6617, 8/4/2015, § 57; İlhan Cihaner (2), B. No: 2013/5574, 30/6/2014, § 64).
Ancak bir açıklamanın tamamen değer yargısından oluşması durumunda bile
müdahalenin orantılılığı ihtilaflı açıklamanın somut unsurlarla yeterince
desteklenip desteklenmemesine göre tespit edilmelidir. Çünkü somut unsurlarla
desteklenmiyorsa değer yargısı ölçüsüz olabilir (Cem Mermut, B. No: 2013/7861,
16/4/2015, § 48).
(g) İfade
Özgürlüğüne Yapılan Müdahalenin Gerekçesi
47. Başvuru konusu olay bakımından yapılacak değerlendirmelerin
temel ekseni, derece mahkemelerinin müdahaleye neden olan kararlarında
dayandıkları gerekçelerin ifade özgürlüğünü kısıtlama bakımından demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun
olduğunu inandırıcı bir şekilde ortaya koyup koyamadığı olacaktır. İfade
özgürlüğüne gerekçesiz olarak veya Anayasa Mahkemesince ortaya konulan
kriterleri karşılamayan bir gerekçe ile yapılan müdahaleler Anayasa'nın 26.
maddesini ihlal edecektir.
(2)
İlkelerin Olaya Uygulanması
48. Başvuru konusu olayda başvurucu gerek soruşturma gerek
kovuşturma aşamasındaki savunmalarında (bkz.§§ 11, 12) istikrarlı bir biçimde, "sapkınlık derecesinde şikayet
dilekçeleri verme" ve
"sapkınlık derecesinde verdiği şikayet dilekçeleri" şeklindeki
ifadeleri müştekinin kendisi hakkında sayısı üç yüzü bulan şikâyet dilekçesi
verdiğini açıklamak amacıyla kullandığını belirtmiştir. Başvurucu, derece
mahkemelerinden müştekinin kendisi hakkında çok sayıda şikâyette bulunduğunu
ispat etmek için şikâyet dosyalarının ilgili idari ve adli makamlardan
getirtilmesi talebinde de bulunmuştur.
49. Derece mahkemesi kararlarında başvurucunun müştekinin
kendisi hakkında çok sayıda şikâyette bulunduğu konusundaki iddiaları
bakımından herhangi bir değerlendirme yapılmamıştır. Bu bağlamda derece
mahkemeleri; başvurucu tarafından söz konusu ifadelerin kullanılmasına sebep
olduğu ileri sürülen önceki olayların varlığı konusunda herhangi bir
araştırmada bulunmaksızın, başka bir ifadeyle başvurucunun "sapkınlık derecesinde şikayet
dilekçeleri verme" ve "sapkınlık
derecesinde verdiği şikayet dilekçeleri" şeklindeki değer
yargısı içeren ifadelerinin olgusal bir temelinin olup olmadığını tespit
etmeksizin anılan ifadelerin hakaret suçunu oluşturduğu sonucuna varmıştır.
50. İlk derece mahkemesine göre itiraz ve savunmada yardımcı
olmak için dahi "sapkınlık"
kelimesi kullanılamaz ve hiç kimseye sapkınlık yakıştırması yapılamaz. Sapkınlık kelimesinin Türk Dil Kurumu
Güncel Sözlüğü'nde anlamı "sapkın olma durumu"; sapkın kelimesinin anlamı ise "doğru yoldan ayrılmış olan"
şeklindedir. "Sapkınlık"
şeklindeki ifadeyi başvurucunun -kendi görüşüne göre- müştekinin meşru olmayan
bir tutumunu yani çok sayıda şikâyet dilekçesi vermesini betimlemek için
kullandığı görülmektedir.
51. Hak arama hürriyetinin kullanılması esnasında hedef alınan
kişiye yönelik ifadelerin taraflar arasındaki uyuşmazlık konusuyla -oldukça
zayıf veya dolaylı da olsa- ilgisinin bulunduğu durumlarda, kullanılan
ifadelerde belli düzeyde abartıya kaçılmış olması makul görülebileceğinden
(bkz. § 45) derece mahkemelerinin itiraz ve savunmada yardımcı olmak için dahi
"sapkınlık" kelimesinin
kullanılamayacağı ve hiç kimseye sapkınlık yakıştırması yapılamayacağı
şeklindeki değerlendirmeleri kabul edilemez. Somut olay bağlamında söz konusu
ifadenin hakaret oluşturup oluşturmayacağının taraflar arasında yaşandığı ileri
sürülen geçmişteki olgulardan bağımsız olarak ele alınması mümkün değildir.
52. Somut olayda derece mahkemeleri, müştekinin maddi ve manevi
varlığını koruma ve geliştirme hakkı ile başvurucunun hak arama hürriyeti ile
bağlantılı olarak ifade özgürlüğü arasında bir denge kurma işlemi yapmış ancak
davaya konu itiraz dilekçesinde yer verilen ifadeleri, müşteki ile başvurucu
arasında önceden yaşandığı ileri sürülen olgularla birlikte
değerlendirmemiştir.
53. Bir başka ifadeyle; başvuruya konu olay bakımından derece
mahkemeleri "sapkınlık derecesinde şikayet dilekçeleri verme" ve "sapkınlık derecesinde verdiği şikayet
dilekçeleri" şeklindeki değer yargısı içeren ifadelerin olgusal
bir temelinin bulunup bulunmadığı konusunda bir değerlendirme yapmamıştır.
54. Bu sebeple derece mahkemelerinin karar gerekçeleri
başvurucunun ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin demokratik bir toplumda
zorlayıcı bir toplumsal ihtiyacın karşılanması amacına yönelik olduğunu
göstermek bakımından ilgili olmakla birlikte yeterli bir gerekçelendirme
sayılamaz.
55. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa'nın 26.
maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar
verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
56. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (1) ve (2)
numaralı fıkraları şöyledir:
“(1)
Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da
edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2)
Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve
sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili
mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan
hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava
açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme,
Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
57.Anayasa Mahkemesinin
Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 57-60) kararında, Anayasa Mahkemesince bir temel
hakkın ihlal edildiği sonucuna varıldığında ihlalin ve sonuçlarının nasıl
ortadan kaldırılacağının belirlenmesi hususunda genel ilkelere yer verilmiştir.
58.Başvurucu, ihlalin tespiti ile birlikte yeniden yargılama
yapılmasını istemiştir.
59. Başvurucunun itiraz dilekçesinde kullandığı ifadeler
nedeniyle derece mahkemeleri tarafından hakaret suçundan 1.500 TL para cezası
ile cezalandırılması ve HAGB kararı verilmesinin demokratik toplum düzeninin
gereklerine uygun düşmediği ve bu nedenle başvurucunun ifade özgürlüğünün ihlal
edildiği sonucuna varılmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin mahkeme
kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
60. Bu durumda ifade özgürlüğünün ihlalinin sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır.
Buna göre yapılacak yeniden yargılama ise 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin
(2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına
yöneliktir. Bu kapsamda derece mahkemelerince yapılması gereken iş, öncelikle
ihlale yol açan mahkeme kararının ortadan kaldırılması ve nihayet ihlal
sonucuna uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir
örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Giresun 3. Asliye Ceza Mahkemesine
gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
61. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,90 TL harçtan oluşan
yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. İfade özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade
özgürlüğünün İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin ifade özgürlüğünün ihlalinin
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzereGiresun 3. Asliye Ceza Mahkemesine (E. 2014/82, K.
2014/241)GÖNDERİLMESİNE,
D. 226,90 TL harçtan oluşan yargılama giderinin BAŞVURUCUYA
ÖDENMESİNE,
E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve
Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına,
ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine
kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
26/12/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.