TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ONUR TUR ULUSLARARASI NAKLİYAT LTD. ŞTİ.
BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2015/947)
|
|
Karar Tarihi: 15/11/2018
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Muammer TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
|
|
Recai AKYEL
|
Raportör
|
:
|
Özgür DUMAN
|
Başvurucu
|
:
|
Onur Tur Uluslararası Nakliyat Ltd.
Şti.
|
Vekili
|
:
|
Av. Murat AĞAÇHANLI
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru ceza soruşturmasında araca el konulması sonucu
uğranılan zararın giderilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği
iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 13/1/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.
7. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda
bulunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar
özetle şöyledir:
A. El Koyma ve Ceza
Davası Süreci
9. Başvurucu uluslararası taşımacılık faaliyetle iştigal eden
bir şirkettir.
10. Mersin Gümrükleri Başmüdürlüğünün 23/5/2000 tarihli yazısı
ile başvurucu şirket tarafından Azerbaycan'a gönderileceği beyan edilen
akaryakıtın yurt dışına ihraç edilmediği Mersin Cumhuriyet Başsavcılığına
bildirilmiştir. Gümrük İdaresince kaçak olduğu tespit edilen benzin cinsi
akaryakıt ile nakil aracı olarak kullanılan altı adet çekici (dorse) ve römorkları zaptedilmiş,
ayrıca 2/6/2000 tarihinde bu araçların trafik siciline "satılamaz ve devredilemez"
şerhi konulmuştur.
11. El konulan akaryakıt, soruşturma sırasında 23/8/2000
tarihinde başvurucu tarafından verilen banka teminat mektubu karşılığında
başvurucuya iade edilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığının 15/5/2001 tarihli
iddianamesiyle başvurucu şirketin olay tarihi itibarıyla yetkilisi olan İ.Ö.nün ve kamyon şoförlerinin de
aralarında bulunduğu sanıkların toplu kaçakçılık suçundan 5/6/1985 tarihli ve
1918 sayılı mülga Kaçakçılığın Men ve Takibine Dair Kanun'un 27. ve 33.
maddeleri uyarınca ayrı ayrı cezalandırılmaları kamu adına talep olunmuştur.
Başsavcılık ayrıca kaçak eşya ve madde naklinde kullanıldığı gerekçesiyle el
konulan nakil araçlarının 1918 sayılı mülga Kanun'un 47. maddesi uyarınca
müsadere edilmesi talebinde bulunmuştur.
12. Mersin 1. Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 20/9/2007 tarihinde
davanın zamanaşımı sebebiyle ortadan kaldırılmasına karar vermiştir. Kararın
gerekçesinde, isnat edilen fiilin Mersin Serbest Bölge ve Ataş Rafinerisinden
Azerbaycan'ın Nahcıvan Bölgesine transit taşınacak
akaryakıt yükünün yurt dışına gönderilmeyerek yurt içinde elden çıkarmak olduğu
açıklanmıştır. Mahkemeye göre 1999 yılı Haziran ve Temmuz
aylarına ilişkin fiil tarihi itibarıyla lehe bulunan 10/7/2003 tarihli ve 4926
sayılı mülga Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu'nun 3., 4. ve 5. maddelerinde
öngörülen cezanın türü ve miktarına göre suç tarihinde yürürlükte olan 1/3/1926
tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu'nun 102. maddesinin dördüncü
fıkrası ile 104. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen yedi yıl altı aylık
zamanaşımı süresi geçmiştir.
13. Mahkeme sanıklarla ilgili verilmiş bir mahkûmiyet kararı
olmadığını gerekçe göstererek kaçak eşyanın naklinde kullanıldığı iddia olunan
araçların müsaderesine yer olmadığına, konulmuş olan şerhlerin kaldırılmasına
ve bu araçların ruhsat sahiplerine iadesine karar vermiştir.
14. Katılan Maliye Hazinesi tarafından temyiz edilen karar
Yargıtay 7. Ceza Dairesinin 16/5/2011 tarihli kararıyla onanmıştır.
15. Mahkeme 4/7/2011 tarihli yazılar ile söz konusu araçların
trafik sicilindeki şerhlerin kaldırılmasını Mersin Trafik Tescil Şube
Müdürlüğüne bildirmiştir. Mahkeme 23/9/2011 tarihinde de Mersin Gümrükler
Başmüdürlüğüne, dava konusu eşyanın naklinde kullanılan araçların ruhsat
sahiplerine iadesinin sağlanması hususunda bir müzekkere göndermiştir. Mahkeme
ayrıca başvurucunun talebi üzerine Habur Gümrükler Başmüdürlüğüne bir yazı
göndererek, hâlen Gümrük Müdürlüğü sahasında bulunduğu tespit edilen 34 PL 6913
plakalı çekicive 33 DH 322 plakalı dorsenin ruhsat sahibine iadesi gerektiğini bildirmiştir.
B. Tazminat Davası Süreci
16. Başvurucu şirket 16/5/2012 tarihinde Hazine aleyhine Mersin
1. Asliye Hukuk Mahkemesinde tazminat davası açmıştır. Dava dilekçesinde, Ataş
Gümrüğü ile Mersin Serbest Bölge Gümrüğünden alınan akaryakıt yüklerinin Dilucu
Gümrük kapısının kapatılması sonucu çıkış yapamadığı belirtilmiştir. Başvurucu
Gümrük İdaresinin bildirimi üzerine araçlarına tedbir konularak bağlandığını,
araçlarda yer alan akaryakıtın uygun depolara boşaltılmaması nedeniyle aylarca
tankerlerde beklediğini ve heba olduğunu belirtmiştir. Başvurucu ayrıca hiçbir
kusuru olmamasına rağmen araçların kaydına konulan el koyma şerhi sebebiyle bu
araçları kullanamadığını ve araçları işletmek suretiyle elde edeceği kazançtan
yoksun kaldığını öne sürmüştür.
17. Yargılama sırasında Gümrük ve Ticaret Bakanlığı da davalı
olarak davaya dâhil edilmiştir. Davalı taraf cevap dilekçesinde, suçta
kullanılan araçların müsaderesinin zorunlu olduğunu, yargılama sırasında talep
üzerine teminat karşılığında araçların sahiplerine iade edilebildiğini, talebe
konu araçlara fiilen el konulup konulmadığının ise belirli olmadığı
belirtmiştir. Davalı ayrıca trafik siciline konulan şerhin de araçların trafiğe
çıkmasına ve ticari faaliyette kullanılmasına engel teşkil etmediğini, bunun
yanında tanık beyanlarına göre araçlarda bulunan akaryakıtın yurt içinde
satılmış olduğunu savunmuştur.
18. 14/3/2013 tarihinde davanın reddine karar verilmiştir.
Kararın gerekçesinde, davanın haksız el koyma nedeniyle tazminat istemine
ilişkin olduğu açıklanmıştır. Karara göre zamanaşımı nedeniyle ceza davasının
ortadan kaldırılması tazminat hakkı doğurmaz. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı
şöyledir:
"... Bu durumda davacı tarafın tazminat
davası açma hakkı doğmayacaktır. Kaldı ki bu husus hükmün 3.maddesinde de
sanıklarla ilgili mahkumiyet kararı bulunmadığından
kaçak eşyanın naklinde kullanıldığı iddia edilen araçların müsadaresine
yer olmadığına, karar kesinleştiğinde konulan şerhlerin kaldırılmasına ve
ruhsat sahiplerine iadesinin sağlanmasına karar verildiği görülmüştür. Daha
açık bir ifade ile dava zaman aşımına uğramamış olsa idi müsnet
suçtan sanıkların mahkumiyeti cihetine gidilebileceği ve kaçak eşyaların
müsaderelerine karar verilebileceği sabittir. Bu sebeple davacı vekilinin zarar
tespitine yönelik talebi uygun görülmemiş, bilirkişi incelemesi yaptırılması
cihetine gidilmemiştir.
Başından beri izah edildiği üzere, davacının
haksız el koyma nedeniyle açtığı tazminat davasında haksız bir el koyma durumu
söz konusu olmayıp böylece davacı tarafın tazminat hakkı doğmadığından açılan
reddine dair aşağıdaki hüküm kurulmuştur."
19. Temyiz edilen karar Yargıtay 4. Hukuk Dairesince 24/12/2013
tarihinde onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme istemi de aynı Dairenin 26/5/2014
tarihli kararıyla reddedilmiştir.
20. Nihai karar başvurucuya tebliğ edilmemiş olup başvuru
formunda bu kararın 10/12/2014 tarihinde öğrenildiği belirtilmiştir.
21. Başvurucu 13/1/2015 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
1. Mevzuat Hükümleri
22. 1918 sayılı mülga Kanun’un 21. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
“Kaçak
zannı ile tutulan giriş veya çıkış kaçağı eşyanın ve bunların naklinde
kullanılan araçların sahip veya taşıyıcıları, eşyanın veya aracın zaptını mütea kip;
A) Giriş kaçağı eşya ile her türlü kaçak
eşyanın naklinde kullanılan yabancı vasıtanın gümrük idaresince tespit edilecek
gümrüklenmiş değerine,
B) Çıkış kaçağı eşya ile, her türlü kaçak
eşyanın naklinde kullanılan millileşmiş veya yerli nakil vasıtasının, mahallin
en büyük mülki amiri veya görevlendireceği memurun başkanlığında gümrük ve
hazine yetkilileri ile belediye temsilcisi ve varsa ticaret odası
temsilcisinden oluşan heyet marifeti ile tespit edilen FOB değerine,
Muadil bir meblağı depozito ederek veya kanuni
faizi de kapsayacak şekilde muteber banka mektubu veya hazine tahvil ve
bonolarını teminat göstererek, eşya ve aracın teslimini gümrük idarelerinden
veya yetkili ve görevli adli mercilerden isteyebilirler.
...”
23. 1918 sayılı mülga Kanun’un 23. maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
“Cezai
hükümler faslının 1 inci kısmında yazılı suçlara mütaallik
kaçak eşya müstesna olmak üzere gerek hariçten gelsin ve gerek dahilde bulunsun
kaçak eşya ve maddeler derhal zaptolunur ve
tutuldukları yere en yakın olan Hükümet merkezinde maznunun huzurunda zabıta
memuru ile ait olduğu gümrük ve inhisarlar memurlarından ve bulunmadığı
yerlerde mal memurlarından mürekkep bir heyet tarafından nevi ve aded miktarını bildiren bir zabıt varakası tanzim ve imza
olunur.”
24. 1918 sayılı mülga Kanun’un 27. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
“Kaçakçılık suçu, kaçakçılık,maksadıyla teşekkül vücuda getirenler ile
idare edenler veya teşekküle mensup olanlar tarafından işlenirse failler
hakkında on seneden onbeş seneye kadar ağır hapis
cezasına hükmolunur.
Birinci fıkradaki hal dışında iki veya daha
fazla kimselerin toplu olarak kaçakçılık yapmaları halinde sekiz seneden oniki seneye kadar ağır hapis cezasına hükmolunur.
Birinci ve ikinci fıkralarda hükmolunacak ağır
hapis cezasıyla beraber tekel maddeleri için CIF değeri ile birlikte hususi
kanunlarındaki para cezaları veya resim tutarının, eşya kaçakçılığı için de
gümrüklenmiş değerinin dört mislinden ve yasak eşya ve maddeler için de
bunların değerinin altı mislinden aşağı olmamak üzere ağır para cezasına
hükmolunur. Kaçak eşya ve maddeler de müsadere edilir .
(Ek:5/6/1985 - 3217/4
md.) İkinci fıkranın uygulanmasını gerektiren
durumlarda; mal veya eşyanın özel kanunlarla veya ihracat rejimi kararlarıyla
memlekete ithal veya ihracı yasaklanmamış olmakla birlikte gümrüklenmiş piyasa
değerinin otuz milyon (31.316.000.000.) lirayı geçmemesi ve tekele tabi
maddelerden olmaması halinde ikinci fıkradaki ağır hapis cezasına hükmedilmeyip
sadece üçüncü fıkraya göre ağır para cezasına ve mal veya eşyanın müsaderesine
karar verilir. Bu fıkradaki miktarı, Başbakanlık Hazine ve Dış Ticaret
Müsteşarlığı tarafından yayınlanan "Toptan Eşya Fiyatları Yıllık İndeksi"ndeki artışlar oranında artırmaya Bakanlar
Kurulu yetkilidir. Bu kararlar Resmi Gazete`de yayımlanır.
...”
25. 1918 sayılı mülga Kanun’un 33. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
“25,26 ve 27 nci maddelerdeki kaçakçılık cürümlerine veya
teşekküllerine, faillerinin hal ve sıfatlarını bilerek her ne şekilde olursa
olsun yardım edenler hakkında asıl suçluların o maddeler hükmünce görecekleri
cezaların yarısı hükmolunur.
...
Bu Kanunda öngörülen suçlar işlendiği tarihte
girişte tekel kaçağı maddelerin hususi kanunlarında yazılı para cezası veya
resmi ile CIF değeri toplamı, gümrük kaçağı eşyanın gümrüklenmiş değeri,
bunların çıkışında ve yerli tekel mallarında FOB değeri pek fahiş ise mahkeme
fiile mahsus olan cezayı yarısına kadar artırır ve eğer hafif ise yarısına ve
eğer pek hafif ise üçte birine kadar eksiltir.Eğer
fail bu Kanunda yazılı suçlardan dolayı mükerrir ise,
cezası indirilmez."
26. 1918 sayılı mülga Kanun’un 47. maddesi şöyledir:
“Kaçak eşya ve madde naklinde bilerek
kullanılan veya buna teşebbüs edilen her türlü nakil vasıtalarının da
müsaderesine hükmolunur.
Müsaderesi icabeden
nakil vasıtaları, tahkikat sırasında zaptedilerek en
yakın gümrük veya inhisarlar idaresine teslim edilir."
27. 4926 sayılı mülga Kanun'un 3. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
“Aşağıda
yazılı fiilleri işlemek kaçakçılıktır:
a) ...
3- Transit rejimi çerçevesinde taşınan serbest
dolaşımda bulunmayan eşyayı, rejim hükümlerine aykırı olarak gümrük bölgesinde
bırakmak veya buna teşebbüs etmek.
..."
28. 4926 sayılı mülga Kanun'un 3. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
“Bu
Kanunun;
a) 3 üncü maddesinin
(a) bendinin;
...
2- (2), (3) ve (4) numaralı alt bentlerinde
belirtilen fiilleri işleyenler hakkında eşyanın gümrüklenmiş değerinin üç
katından az, altı katından fazla olmamak üzere ağır para cezasına hükmolunur.
..."
29. 4926 sayılı mülga Kanun’un 20. maddesi şöyledir:
“Bu Kanunda zoralımı öngörülen kaçak eşya
taşımasında bilerek kullanılan veya kullanılmaya teşebbüs edilen her türlü
taşıma aracının;
a) Kaçak eşyanın, suçun işlenmesini
kolaylaştıracak veya fiilin ortaya çıkmasını engelleyecek şekilde özel olarak
hazırlanmış gizli tertibat içerisinde saklanmış veya taşınmış olması,
b) Kaçak eşyanın, taşıma aracı yüküne göre
miktar veya hacim bakımından tamamını veya ağırlıklı bölümünü oluşturması veya
eşyanın o taşıma aracıyla taşınmayı gerekli kılacak olması,
c) Taşıma aracındaki kaçak eşyanın, Türkiye'ye
girmesi veya Türkiye'den çıkması yasak veya toplum veya çevre sağlığı açısından
zararlı maddelerden olması,
Hallerinden herhangi birinin gerçekleşmesi
durumunda zoralımına hükmolunur.
Elkonulan taşıma araçları soruşturma sırasında en yakın gümrük idaresine teslim
edilir."
30. 765 sayılı mülga Kanun'un 102. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
"Kanunda başka türlü yazılmış olan
ahvalin maadasında hukuku amme davası:
...
4 - Beş seneden ziyade olmamak üzere ağır hapis veya hapis yahud sürgün veya hidematı
ammeden muvakkaten mahrumiyet cezalarını ve ağır para cezasını müstelzim
cürümlerde beş sene,
...
6 - Bundan evvelki bendlerde beyan olunan mikdardan aşağı cezaları müstelzim kabahatlerde altı ay geçmesile ortadan kalkar."
31. 765 sayılı mülga Kanun'un 104. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
"Hukuku amme davasının müruru zamanı, mahkumiyet hükmü yakalama, tevkif, celb
veya ihzar müzekkereleri, adli makamlar huzurunda maznunun sorguya çekilmesi,
maznun hakkında son tahkikatın açılmasına dair olan karar veya C. müddeiumumisi
tarafından mahkemeye yazılan iddianame ile kesilir.
Bu halde müruru zaman, kesilme gününden
itibaren yeniden işlemeğe başlar.
Eğer müruru zamanı kesen muameleler müteaddid ise müruru zaman bunların en sonuncusundan
itibaren tekrar işlemeğe başlar. Ancak bu sebepler müruru zaman müdetini 102 nci
maddede ayrı ayrı muayyen olan müddetlerin yarısının ilavesile
baliğ olacağı müddetten fazla uzatamaz."
32. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun
141. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Suç soruşturması veya kovuşturması
sırasında
...
(j) Eşyasına veya diğer malvarlığı
değerlerine, koşulları oluşmadığı halde elkonulan
veya korunması için gerekli tedbirler alınmayan ya da eşyası veya diğer
malvarlığı değerleri amaç dışı kullanılan veya zamanında geri verilmeyen,
...
Kişiler, maddî ve manevî her türlü
zararlarını, Devletten isteyebilirler."
33. 23/3/2005 tarihli ve 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun
Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun'un 6. maddesinin (1) numaralı fıkrası
şöyledir:
"(1) Ceza Muhakemesi Kanununun 141 ilâ 144 üncü maddeleri hükümleri, 1 Haziran 2005 tarihinden
itibaren yapılan işlemler hakkında uygulanır."
2. Yargıtay İçtihadı
34. Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 25/12/2014 tarihli ve
E.2014/6869, K.2014/26731 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"...
Kovuşturma aşamasındaki hükümle araca elkonulmadığı halde, elkoyma
kararı verilmiş gibi ceza davasında taraf olmayan davacının aracına elkonulmuştur. Bu haliyle haksız bir elkoyma
vardır. Davacının tarafı olmadığı bir kamu davasının zamanaşımı nedeniyle
düşmesine karar verilmesi davacı bakımından aleyhe yorumlanamaz. CMK'nın 141/1-j maddesindeki 'Eşyasına veya diğer
malvarlığı değerlerine, koşulları oluşmadığı halde elkonulan
kişilerin tazminat isteyebilecekleri' kabul edildiği gibi ayrıca 18.06.2014
tarih ve 6545 sayılı Kanunla CMK'nın 141. maddesine
eklenen 3. fıkrada 'birinci fıkrada yazan haller dışında suç soruşturması veya
kovuşturması sırasında kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk halleri
de dahil olmak üzere hakimler ve Cumhuriyet savcılarının verdikleri kararlar
veya yaptıkları işlemler nedeniyle tazminat davaları ancak Devlet aleyhine
açılabilir' hükmü de zararın giderilmesini öngörmektedir. Davanın hukuk
mahkemesinde görülmesi gerektiği düşünülse bile davacının bu elkoyma nedeniyle uğradığı zararı ile ilgili hukuk
mahkemesine açtığı tazminat davasının Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin .... sayılı
kararı ile 'Davanın CMK'nın 141-144. maddeleri
kapsamında değerlendirilmesi gerektiği' gerekçeyle bozulması üzerine Ağır Ceza
Mahkemesince dava görülerek sonuçlandırılmış olup 2709 sayılı Türkiye
Cumhuriyeti Anayasasının 19/son, 40/son, ve 90. maddeleri gereğince iç hukuk
kapsamında kanun hükmünde bağlayıcı olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları da nazara alındığında davanın bir an
önce sonuçlandırılarak uğranılan zararın tazmin edilmesi gerektiğinden tebliğnamenin bozma düşüncesine iştirak edilmemiştir.
Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen
delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak aldırılan bilirkişi
raporu, incelenen dosya kapsamına göre davalı vekilinin yerinde görülmeyen
temyiz itirazlarının reddiyle hükmün isteme aykırı olarak onanmasına ... karar
verildi."
35. Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 15/10/2012 tarihli ve
E.2012/26109, K.2012/21824 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"...Olay tarihinde davacıya ait ... plaka
sayılı araca hırsızlıkta kullanıldığı şüphesi ileusulüne
uygun şekilde 21/01/2007 tarihinde el konulduktan sonra, davacı hakkında
yapılan yargılama sonucu ... Asliye Ceza Mahkemesinin 17/09/2007 gün ... sayılı
beraat kararı ile birlikte aracın iadesine karar verildiği, el konulan aracın
makul sürede geri verilmemesi karşısında, Koruma Tedbirleri Nedeniyle Tazminat
Verilmesine ilişkin 5271 sayılı CMK'nın 141/1-j ve
devamı maddelerinde belirtilen koşulların davacı yönünden gerçekleştiği, bu
nedenle uğranıldığı iddia edilen maddi zararla ilgili olarak makul bir miktarakarar verilmesi gerektiği gözetilmeden yazılı
gerekçe ile davanın reddine karar verilmesi [doğru görülmemiştir]..."
B. Uluslararası Hukuk
36. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar
başlıklı 1. maddesi şöyledir:
"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk
dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak
kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun
genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.
Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin
kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da
başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli
gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel
getirmez."
37. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), el koyma ve müsadere
yoluyla yapılan müdahalelerin sonuçlarını da kararlarında tartışmaktadır. Buna
göre AİHM, her el koyma ve müsaderenin muhakkak bir zarara yol açtığını kabul
etmektedir. Ancak AİHM, el koyma ve müsaderenin Sözleşme'ye
ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesine göre adil olabilmesi için mülkün sahibinin
güncel zararının kaçınılmaz olandan daha fazla olmaması gerektiğini sıklıkla
vurgulamaktadır (Raimondo/İtalya, B. No: 12954/87, 22/2/1994, § 33;
Borzhonov/Rusya, B. No: 18274/04, 22/1/2009, § 61; Jucys/Litvanya, B. No: 5457/03, 8/1/2008, §
36).
38. Bu bağlamda Borzhonov/Rusya
kararında, el konulan otobüsün yapılan kanun değişikliğiyle sahibine iadesi
gerektiği hâlde kamu makamlarının altı yıl boyunca hareketsiz kalması
kaçınılmaz olandan daha ağır bir zarar olarak görülmüştür (Borzhonov/Rusya, §§ 61-63). East/West
Alliance Limited/Ukrayna (B. No: 19336/04,
23/1/2014) kararında başvurucunun mülkünden on yıl boyunca yoksun kalmasına yol
açan el atma tedbirinin mülkiyet hakkına ölçüsüz bir müdahale olduğu sonucuna
varılmıştır (East/West Alliance
Limited/Ukrayna, §§ 166-218). Jucys/Litvanya kararında ise el koyma tedbirinin
yaklaşık sekiz buçuk yıl sürdüğüne vurgu yapılarak mülkiyet hakkına yapılan
müdahalenin başvurucuya aşırı ve orantısız bir külfet yüklediği belirtilmiştir(Jucys/Litvanya,
§§ 34-39). Vendittelli/İtalya (B. No: 14804/89, 18/7/1994)
kararında bir suç isnadı kapsamında başvurucunun taşınmazına konulan tedbirin
hükümden sonra gerek de kalmadığı hâlde on bir ay daha uygulanmaya devam
edilmesi ölçüsüz bir müdahale olarak görülmüştür (Vendittelli/İtalya, §§ 31-40).
39. Diğer taraftan JGK Statyba Ltd ve Guselnikovas/Lithvanya (B.
No: 3330/12, 5/11/2013) kararında başvurucunun taşınmazı ile ilgili olarak
satışını veya başka suretle devretmesini kısıtlayan bir tedbirin uygulanması,
mülkiyet hakkına müdahale olarak görülmüştür. AİHM, başvuruyu mülkiyetin kamu
yararına kullanımının kontrolüne ilişkin üçüncü kural çerçevesinde incelemiş ve
müdahalenin meşru bir amacı olsa dahi özellikle tedbirin devam ettiği süre
boyunca başvurucu şirket yönünden yol açtığı olumsuz ekonomik sonuçların ve
meydana gelen kısıtlamaların dikkate alınması gerektiğini vurgulamıştır. AİHM
sonuç olarak diğer unsurlar yanında müdahaleye konu tedbirin on yılı aşkın bir
süreden beri devam etmiş olduğuna dikkat çekerek başvurucunun mülkiyet hakkına
yapılan müdahalenin ölçülü olmadığına karar vermiştir (JGK Statyba Ltd and Guselnikovas/Lithvanya, §§ 111-145).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
40. Mahkemenin 15/11/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
ve Bakanlık Görüşü
41. Başvurucu kamu davasının düşmesinin malların geri alınması
ve uğranılan zararın tazmini için açılan şahsi tazminat davasını etkilemediği
yönündeki kanun hükmüne rağmen tazminat davasının hukuka aykırı olarak
reddedildiğini belirtmiştir. Başvurucu ceza davasında zamanaşımı nedeniyle
davanın düşmesine karar verilmesiyle beraat hükmünün sonuçlarının aynı olduğu
hususunun derece mahkemelerince dikkate alınmadığını öne sürmüştür. Başvurucuya
göre mahkûmiyetine karar verilmediğine göre el koyma nedeniyle uğradığı zarar
da tazmin edilmelidir. Başvurucu hem akaryakıtın zamanında uygun depolara
boşaltılmaması hem de akaryakıt taşıyan araçların trafik kayıtlarına tedbir
konulduğu için araçları işletememesi sebebiyle zarara uğradığından
yakınmaktadır. Başvurucu bu gerekçelerle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının
ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
42. Bakanlık görüşünde; mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin
kanuni bir dayanağının olduğu, ayrıca suçun işlenmesinin önlenmesi ve muhtemel
bir müsaderenin güvence altına alınması yönünde meşru amacının da olduğu ifade
edilmiştir. Bakanlık ölçülülük yönünden ise asliye hukuk mahkemesinin davanın
reddine ilişkin gerekçesine yer vermiş ve karar tarihinden sonra aracın geç
teslim edildiği yönünde bir şikâyetin olmadığı belirtilmiştir.
43. Başvurucunun Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını içeren
dilekçesinde, sınır kapısının 12/7/1999 ile 9/11/1999 tarihleri arasında kapalı
tutulduğundan dolayı bir kusuru da bulunmadığı hâlde zarar uğratıldığı
vurgulanmıştır. Başvurucu ceza davasının zamanaşımı nedeniyle düşürülmesine
rağmen masumiyet karinesine aykırı olacak şekilde değerlendirmeler
yapıldığından yakınmıştır.
B. Değerlendirme
44. Anayasa’nın
"Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:
“Herkes,
mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla
sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına
aykırı olamaz.”
45. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu adil yargılanma hakkının ihlal
edildiğini de ileri sürmekle birlikte başvurucunun mülküne el koyma tedbirinin
uygulanmasına ilişkin şikâyetinin ilgili olduğu mülkiyet hakkının ihlali
iddiası kapsamında değerlendirilmesi uygun görülmüştür.
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
46. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de bulunmadığı anlaşılan
mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna
karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Mülkün Varlığı
47. Somut olayda el koyma tedbirinin uygulandığı araçların
trafik sicilinde başvurucu adına kayıtlı olduğu ve ekonomik bir değer ifade
ettiği dikkate alındığında bu araçlar yönünden başvurucunun Anayasa'nın 35.
maddesi anlamında mülkiyet hakkının mevcut olduğunda tereddüt bulunmamaktadır (Bekir Yazıcı [GK], B. No: 2013/3044,
17/12/2015, §§ 41-53). Ceza soruşturmasında ayrıca başvurucunun araçlarında
taşınan akaryakıta da fiilen el konulduğu, ancak daha sonra bu akaryakıtın
başvurucuya iade edildiği görülmektedir. Başvurucunun taşıdığı akaryakıt
üzerinde ekonomik bir menfaatinin olduğunda herhangi bir şüphe bulunmadığı
dikkate alındığında bu akaryakıtın da başvurucu açısından mülk teşkil ettiği
açıktır.
b. Müdahalenin Varlığı ve
Türü
48. Anayasa’nın 35. maddesinde bir temel hak olarak güvence
altına alınmış olan mülkiyet hakkı kişiye -başkasının hakkına zarar vermemek ve
yasaların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla- sahibi olduğu şeyi dilediği
gibi kullanma ve tasarruf etme, onun ürünlerinden yararlanma olanağı verir (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No:
2013/817, 19/12/2013, § 32). Dolayısıyla malikin mülkünü kullanma,
semerelerinden yararlanma ve mülkü üzerinde tasarruf etme yetkilerinden
herhangi birinin sınırlanması mülkiyet hakkına müdahale teşkil eder (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No:
2014/1546, 2/2/2017, § 53).
49. El koyma tedbiri, suç isnadı kapsamında uygulanan geçici bir
koruma tedbiri mahiyetindedir. Başvuru konusu olayda başvurucunun araçlarına
fiilen el konulmuş, bunun yanında trafik siciline söz konusu araçların
satılamayacağı ve devredilemeyeceği yönünde bir şerh de konulmuştur. Başvurucu
ise ihlal iddiasını iki olguya dayandırmaktadır. İlk olarak el konulan
araçlardaki akaryakıtın geç teslim edildiği belirtilerek zarara uğranıldığı
ifade edilmektedir. İkinci olarak ise söz konusu araçlara belirli bir süre
fiilî olarak el konulmasından ziyade trafik siciline konulan tedbir şerhi nedeniyle
bu araçların işletilemediği öne sürülmüştür. Dolayısıyla bu iddialar bağlamında
müdahalenin varlığı değerlendirilmelidir.
50. Başvurucunun geçici bir süreyle de olsa mülkünden yoksun
bırakılmasının mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiği kuşkusuzdur (Hanife Ensaroğlu,
B. No: 2014/14195, 20/9/2017, § 52). Bu bağlamda olayda ceza soruşturması
kapsamında başvurucunun akaryakıtına belirli bir süre boyunca fiilen el
konulmasının mülkiyet hakkına müdahale niteliğinde olduğu kabul edilmelidir.
Diğer taraftan başvurucunun araçlarının trafik siciline tedbir şerhi konulması,
araçlara fiilen el konulmadığı sürece geçici olarak dahi mülkten yoksun bırakma
sonucuna yol açmamaktadır. Bununla birlikte belirtilen şekilde tedbir
konulmasıyla malikin mal varlığını dilediği gibi satma, bağışlama ve benzeri
diğer hukuki işlemlerde bulunma gibi tasarrufları önemli ölçüde
kısıtlanmaktadır. Ayrıca tasarruf yetkisini kısıtlayan bu gibi tedbir şerhleri
belirli bir süre boyunca araçların devrini engellediği gibi değerleri üzerinde
de olumsuz etkilere yol açmaktadır. Dolayısıyla başvurucunun araçlarının trafik
siciline tedbir şerhi konulmasının da mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiği
değerlendirilmiştir.
51. Anayasa’nın 35. maddesi ile mülkiyet hakkına temas eden diğer
hükümleri birlikte değerlendirildiğinde Anayasa'nın mülkiyet hakkına
müdahaleyle ilgili üç kural ihtiva ettiği görülmektedir. Buna göre Anayasa'nın
35. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin mülkiyet hakkına sahip olduğu
belirtilmek suretiyle mülkten barışçıl
yararlanma hakkına yer verilmiş; ikinci fıkrasında da mülkten
barışçıl yararlanma hakkına müdahalenin çerçevesi belirlenmiştir. Maddenin
ikinci fıkrasında, genel olarak mülkiyet hakkının hangi koşullarda
sınırlanabileceği belirlenerek aynı zamanda mülkten
yoksun bırakmanın şartlarının genel çerçevesi de çizilmiştir.
Maddenin son fıkrasında ise mülkiyet hakkının kullanımının toplum yararına
aykırı olamayacağı kurala bağlanmak suretiyle devletin mülkiyetin kullanımını kontrol etmesine ve
düzenlemesine imkân sağlanmıştır. Anayasa'nın diğer bazı
maddelerinde de devlet tarafından mülkiyetin kontrolüne imkân tanıyan özel
hükümlere yer verilmiştir. Ayrıca belirtmek gerekir ki mülkten yoksun bırakma
ve mülkiyetin düzenlenmesi, mülkiyet hakkına müdahalenin özel biçimleridir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, §§ 55-58).
52. Somut olayda el koyma tedbirinin uygulanmasıyla başvurucu
bütünüyle mülkünden yoksun bırakılmış değildir. Nitekim söz konusu araçlar ve
akaryakıt başvurucuya yargılamanın devamı sırasında iade de edilmiştir. Bununla
birlikte şikâyet konusu edilen akaryakıta geçici süreyle el konulmasının ve
araçların trafik siciline tedbir şerhi konulmasının amaçları gözetildiğinde
başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin mülkiyetin kullanımının kontrolüne
veya düzenlenmesine ilişkin üçüncü kural çerçevesinde incelenmesi gerekir
(benzer yöndeki karar için bkz. Hanife Ensaroğlu, § 52).
c. Müdahalenin İhlal
Oluşturup Oluşturmadığı
53. Anayasa’nın 13. maddesi şöyledir:
“Temel
hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili
maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir.
Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve
lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
54. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak
olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla
sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken
temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri
düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin de gözönünde
bulundurulması gerekmektedir. Anılan madde uyarınca temel hak ve özgürlükler,
demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmaksızın
Anayasa'nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak
kanunla sınırlanabilir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin
Anayasa'ya uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı
amacı taşıması ve ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir(Recep
Tarhan ve Afife Tarhan, § 62).
i. Kanunilik
55. Mülkiyet hakkına yönelik müdahalelerde ilk incelenmesi
gereken ölçüt kanuna dayalı olma ölçütüdür. Bu ölçütün sağlanmadığı tespit
edildiğinde diğer ölçütler bakımından inceleme yapılmaksızın mülkiyet hakkının
ihlal edildiği sonucuna varılacaktır. Müdahalenin kanuna dayalı olması,
müdahaleye ilişkin yeterince ulaşılabilir, belirli ve öngörülebilir kanun
hükümlerinin bulunmasını gerektirmektedir (Türkiye
İş Bankası A.Ş. [GK], B. No: 2014/6192, 12/11/2014, § 44; Ford Motor Company,
B. No: 2014/13518, 26/10/2017, § 49; Necmiye
Çiftçi ve diğerleri, B. No: 2013/1301, 30/12/2014, § 55).
56. Somut başvuruda başvurucunun taşıdığı akaryakıta olay tarihi
itibarıyla yürürlükte bulunan 1918 sayılı mülga Kanun'un 23. maddesi uyarınca,
akaryakıtın taşındığı araçlara ise aynı Kanun'un 47. maddesinin ikinci
fıkrasına göre el konulmuştur. Bu durumda söz konusu kanun hükümlerinin
ulaşılabilir, belirli ve öngörülebilir mahiyette olduğu dikkate alındığında
müdahalenin kanuni dayanağının bulunduğu sonucuna ulaşılmıştır.
ii. Meşru Amaç
57. Anayasa'nın 13. ve 35. maddeleri uyarınca mülkiyet hakkı
ancak kamu yararı amacıyla sınırlandırılabilmektedir. Kamu yararı kavramı,
mülkiyet hakkının kamu yararının gerektirdiği durumlarda sınırlandırılması
imkânı vermekle bir sınırlandırma amacı olmasının yanı sıra mülkiyet hakkının
kamu yararı amacı dışında sınırlanamayacağını öngörerek ve bu anlamda bir
sınırlama sınırı oluşturarak mülkiyet hakkını etkin bir şekilde korumaktadır (Nusrat Külah, B. No: 2013/6151, 21/4/2016, §
53).
58. Kaçak eşyanın taşınmasında kullanıldığı iddiasıyla araçlara
el konulmasının, bu araçların yeniden suçta kullanılmasının önüne geçilmesi,
muhtemel bir müsaderenin güvence altına alınması ve caydırıcılığın sağlanması
gibi amaçları bulunmaktadır. Bunun yanında kaçak olduğu şüphesiyle akaryakıta
el konulması yoluyla suçtan gelir elde edilmemesi, suçla ilgili veya bizatihi
suç teşkil eden eşyanın ülke ekonomisi, kamu düzeni ve güvenliği ile toplum ve
çevre sağlığı bakımından arz ettiği tehlikelerin önlenmesi de hedeflenmektedir
(bkz. Bekir Yazıcı, § 64; Hanife Ensaroğlu,
§ 59). Dolayısıyla söz konusu amaçlar dikkate alındığında başvurucunun mülkiyet
hakkına yapılan müdahalenin kamu yararına dayalı meşru bir amacının olduğu
kuşkusuzdur.
iii. Ölçülülük
(1) Genel
İlkeler
59. Son olarak kamu makamlarınca başvurucunun mülkiyet hakkına
yapılan müdahaleyle gerçekleştirilmek istenen amaç ile bu amacı gerçekleştirmek
için kullanılan araçlar arasında makul bir ölçülülük ilişkisinin olup olmadığı
değerlendirilmelidir.
60. Ölçülülük ilkesi elverişlilik,
gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden
oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen
müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik ulaşılmak istenen amaç
bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale
ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık
ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul
bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111,
K.2012/56, 11/4/2012; E.2014/176, K.2015/53, 27/5/2015; E.2016/13, K.2016/127,
22/6/2016, § 18; Mehmet Akdoğan ve diğerleri,
§ 38).
61. Buna göre mülkiyet hakkını sınırlandıran bir tedbirin
uygulanmasının Anayasa'nın 13. ve 35. maddelerine göre ölçülü olabilmesi için
bu tedbirin öngörülen kamu yararı amacını gerçekleştirmeye elverişli olması ve
bu tedbirin uygulanması dışında aynı amacı gerçekleştirmeye yarar daha
elverişli başka bir aracın da bulunmaması gerekmektedir. Suçla mücadele
alanında hangi tedbirlerin gerekli olup olmadığının değerlendirilmesi öncelikli
olarak ilgili kamu makamlarının yetkisindedir. Bu alanda ne gibi tedbirlerin
alınması gerektiği hakkında sorumlu ve yetkili merciler daha isabetli karar
verebilecek konumdadır. Bu nedenle hangi tedbirin uygulanacağının belirlenmesi
hususunda idarelerin belli ölçüde takdir yetkisi bulunmaktadır. Ne var ki seçilen
aracın gerekliliğine ilişkin olarak idarelerin sahip olduğu takdir yetkisi
sınırsız değildir. Tercih edilen aracın müdahaleyi ulaşılmak istenen amaca
nazaran bariz bir biçimde ağırlaştırması durumunda Anayasa Mahkemesince
müdahalenin gerekli olmadığı sonucuna ulaşılması mümkündür. Ancak Anayasa
Mahkemesinin bu kapsamda yapacağı denetim, seçilen aracın isabet derecesine
yönelik olmayıp hak ve özgürlükler üzerinde oluşturduğu müdahalenin ağırlığına
dönüktür (bazı değişikliklerle birlikte bkz. Hamdi
Akın İpek, B. No: 2015/17763, 24/5/2018, § 108; Hanife Ensaroğlu,
§ 67).
62. Orantılılık ilkesi gereği kişilerin mülkiyet hakkının
sınırlandırılması hâlinde elde edilmek istenen kamu yararı ile bireyin hakları
arasında adil bir dengenin kurulması gerekmektedir. Bu adil denge, başvurucunun
şahsi olarak aşırı bir yüke katlandığının tespit edilmesi durumunda bozulmuş
olacaktır. Müdahalenin orantılılığını değerlendirirken Anayasa Mahkemesi; bir
taraftan ulaşılmak istenen meşru amacın önemini, diğer taraftan da müdahalenin
niteliğini, başvurucunun ve kamu otoritelerinin davranışlarını gözönünde bulundurarak başvurucuya yüklenen külfeti dikkate
alacaktır (bazı değişikliklerle birlikte bkz. Arif
Güven, B. No: 2014/13966, 15/2/2017, §§ 58, 60).
63. Anayasa'nın 35. maddesi usule ilişkin açık bir güvenceden
söz etmemektedir. Bununla birlikte mülkiyet hakkının gerçek anlamda
korunabilmesi bakımından bu madde Anayasa Mahkemesinin çeşitli kararlarında da
ifade edildiği üzere mülk sahibine müdahalenin kanun dışı veya keyfî ya da
makul olmayan şekilde uygulandığına ilişkin savunma ve itirazlarını sorumlu
makamlar önünde etkin bir biçimde ortaya koyabilme olanağının tanınması
güvencesini kapsamaktadır. Bu değerlendirme ise uygulanan sürecin bütününe
bakılarak yapılmalıdır (başvurucuya diğer unsurlar yanında ayrıca etkin bir
savunma hakkı tanındığından müdahalenin ölçülü görüldüğü kararlar için bkz. Eyyüp Baran, B. No: 2014/8060, 29/9/2016, §§
75-95; Fatma Çavuşoğlu ve Bilal Çavuşoğlu,
B. No: 2014/5167, 28/9/2016, §§ 74-89. Buna karşılık aynı koşulun yargılama
sürecinde sağlanmaması nedeniyle müdahalenin ölçüsüz görüldüğü kararlar için
bkz. Mahmut Üçüncü, B. No:
2014/1017, 13/7/2016, §§ 79-102; Arif Güven,
§§ 57-72).
64. Ayrıca mülkiyet hakkına müdahaleye yol açan tedbirlerin
keyfî veya öngörülemez biçimde uygulanmaması gerekmektedir. Aksi takdirde
mülkiyet hakkının etkin bir biçimde korunması mümkün olmaz. Bu sebeple kamu
makamlarınca başvurucunun eylemi ile tedbire yol açan kanuna aykırılık arasında
bağlantı olduğunu gösterir makul bir değerlendirme yapılmalıdır. Bu bağlamda el
koyma veya müsadere gibi tedbirler yoluyla mülkiyet hakkına yapılan
müdahalelerin bireyin menfaatleri ile kamunun yararı arasında olması gereken
adil dengeyi bozmaması için suça veya kabahate konu eşyanın malikinin davranışı
ile kanunun ihlali arasında uygun bir illiyet bağının olması ve iyi niyetli eşya malikine eşyasını
-tehlikeli olmaması kaydıyla- geri kazanabilme olanağının tanınması veya iyi
niyetli malikin bu nedenle oluşan zararının tazmin edilmesi gerekmektedir (Bekir Yazıcı, §§ 31-80; Hanife Ensaroğlu,
§ 66; Hamdi Akın İpek, § 115).
65. Bunun yanında söz konusu tedbir gerek kapsamı gerekse de
süresi itibarıyla orantılı olarak uygulanmalıdır. Kamu yararı amacı
doğrultusunda mülkle ilgili olarak bu ve benzeri tedbirlerin uygulanmasının
zarara yol açması ise kaçınılmazdır. Ancak bu zararın kaçınılmaz olandan ağır
veya aşırı sonuçlara da yol açmaması ya da oluşması durumunda böyle bir zararın
kamu makamlarınca makul bir sürede, uygun bir yöntem ve vasıtalarla gideriminin sağlanması gerekmektedir. Buna göre kamu
makamlarının kanuna dayalı olarak ve ilgili kamu yararı amacı doğrultusunda
mülkiyet hakkına müdahale teşkil eden tedbirler uygulaması ve bu tedbirlerin
belirli bir süre devam etmesi ancak bireyin mülkiyet hakkının korunmasının
gerekliliklerine uyulduğu takdirde ölçülü görülebilir (Hanife Ensaroğlu,
§ 67).
66. Suçla mücadele bağlamında ihtiyaç duyulan tedbirlerin
alınması ve bu tedbirler kapsamında somut olayda olduğu gibi araçlar üzerinde
belirli bir süreyle hukuki tasarruflarda bulunulmasının sınırlandırılması
bakımından kamu makamlarının geniş bir takdir yetkisi mevcut ise de bu
tedbirlerin uygulanmasının mülk sahibine kaçınılmaz olandan aşırı bir külfet de
yüklememesi gerekmektedir. Bu doğrultuda mülkiyet hakkına yönelik olarak
uygulanan tedbir süreçlerinde kamu makamlarının makul derecede ivedilik ve özen
koşullarına uygun hareket etmeleri beklenir. Diğer bir deyişle tedbiri
uygulayan kamu makamlarının söz konusu tedbirin başvurucunun mülkiyet hakkına
etkilerini de gözetmesi ve ölçüsüz bir müdahaleye yol açmaması gerekmektedir.
(2) İlkelerin
Olaya Uygulanması
67. Başvurucu şirketin taşıdığı akaryakıta ve taşıma araçlarına
-akaryakıtın kaçak olduğu şüphesiyle- el konulmasının yukarıda değinilen meşru
amaç çerçevesinde suçla mücadelede caydırıcılığın sağlanması, yeni suçların
işlenmesinin önüne geçilmesi ve tehlikelilik arz eden suça konu mülkün
kullanılmasının ve dolaşımının engellenmesi ile muhtemel bir müsaderenin
güvence altına alınması amaçları bakımından elverişli bir araç olduğu açıktır.
68. Somut olayda başvurucunun taşıdığı akaryakıtın kaçak
olduğundan şüphelenildiği için fiilen el konulmasına ihtiyaç duyulmuştur.
Bununla birlikte el konulan akaryakıt ceza soruşturması sırasında belirli bir
miktarı içeren banka teminat mektubu karşılığında başvurucuya iade edilmiştir.
Diğer taraftan nakil vasıtası olduğu gerekçesiyle bazılarına fiilen el konulan
başvurucuya ait araçların da belirli bir süre sonra iade edildiği ve uyuşmazlığa
konu araçların tamamının trafik siciline satılamayacağı ve devredilemeyeceği
yönünde bir tedbir şerhi konulmasıyla yetinildiği görülmektedir. El koyma ve
müsadere tedbirlerinin suçla mücadelede en etkili araçlardan biri olduğu ve
kamu makamlarının bu alanda geniş bir takdir yetkilerinin mevcut olduğu da
kuşkusuzdur. Bununla birlikte kamu makamlarının söz konusu tedbirleri alırken
kişilerin mülkiyet haklarının korunmasını da gözetmeleri gerekmektedir. El
koyma tedbirinin uygulanması, kişilerin geçici süreyle de olsa mülkünden yoksun
bırakılması gibi ağır bir sonuca yol açmaktadır. Ancak somut olayda
başvurucunun akaryakıt ve araçlarına yargılama süresi boyunca fiilen el
konulması yerine akaryakıtın ve bazı araçların kısa bir süre içinde iade
edildiği, araçların trafik siciline şerh konulmasının tercih edildiği dikkate
alındığında belirtilen amaçların gerçekleştirilmesi için en uygun araçların
kullanıldığı anlaşıldığından müdahalenin gerekli olmadığı söylenemez.
69. Somut olaydaki müdahalenin ölçülülüğünün değerlendirilmesi
bakımından asıl önem taşıyan ölçüt orantılılıktır. Öngörülen tedbirin maliki
olağan dışı ve aşırı bir yük altına sokması durumunda müdahalenin orantılı ve
dolayısıyla ölçülü olduğundan söz edilemez. Bu itibarla, uygulanan tedbirle başvuruculara
aşırı ve orantısız bir yük yüklenip yüklenmediğinin tespiti gerekmektedir.
70. Bu bağlamda öncelikle başvurucunun uygulanan tedbire karşı
iddia ve savunmalarını etkin bir biçimde ortaya koyabilme olanağının
tanınmadığı yönünde bir şikâyetinin bulunmadığını belirtmek gerekir.
71. Öte yandan başvurucu şirketin taşıdığı akaryakıta ve
taşımada kullanılan araçlara el konulmasının gerekçesi söz konusu akaryakıtın
kaçak olduğu şüphesine dayanmaktadır. Gerçekten de şikâyete konu tedbir bu sebeple
uygulanmış ve başvurucunun temsilcisi ile kamyon şoförlerinin de aralarında
olduğu sanıklar hakkında kaçakçılık suçundan cezalandırılmaları istemiyle
Mersin 1. Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. Bununla birlikte
yapılan yargılama sonucunda ilk derece mahkemesi davanın zamanaşımı sebebiyle
ortadan kaldırılmasına karar vermiş ve Yargıtay Dairesince onanan hüküm de bu
şekilde kesinleşmiştir. Dolayısıyla ortada bir mahkûmiyet kararı söz konusu
değildir. Ancak belirli durumlarda, özellikle suça konu eşyanın müsadere
edilebilmesi için mahkûmiyet kararının gerekli olmadığı da söylenebilir. Ağır
ceza mahkemesi ise akaryakıtın müsadaresi yönünde bir
karar vermediği gibi araçların da iadesine ve bu araçlar üzerindeki tedbir
şerhlerinin kaldırılmasına karar vermiştir.
72. Bununla birlikte başvurucunun açtığı tazminat davasında
Mersin 1. Asliye Hukuk Mahkemesi davanın zamanaşımına uğramamış olması
durumunda başvurucuların mahkûmiyetinin söz konusu olabileceğini ve kaçak
eşyanın da müsaderesine karar verilebileceğinin sabit olduğunu belirtmiştir.
Kararda yer alan bu gerekçe, başvurucu hakkındaki ceza davasının ortadan
kaldırılmasıyla, ortada bir mahkûmiyet kararı da olmadığına göre varsayıma
dayanmakta olup Anayasa Mahkemesinin yerleşik içtihadına göre masumiyet
karinesi yönünden sorunlu ifadeler olarak değerlendirilmiştir (Adem Hüseyinoğlu, B. No: 2014/3954, 15/2/2017,
§§ 33-36). Ancak Asliye Hukuk Mahkemesinin davanın reddine ilişkin temel
gerekçesini esas itibarıyla el koymanın haksız olmadığına dayandırdığı
görülmektedir. Başvuru formu incelendiğinde de başvurucunun el koymanın haksız
olduğu yönünde açık bir iddiasının olmadığı anlaşılmaktadır. Nitekim başvurucu
zamanaşımı nedeniyle davanın düşürülmesi hâlinde el koyma yüzünden uğradığı
zararların giderilmesi gerektiğini öne sürmüş, el koymanın keyfî ve öngörülemez
biçimde uygulandığına dair açık bir şikâyette bulunmamıştır.
73. Başvurucu sonradan iade edilse dahi taşıdığı akaryakıta
fiilen el konulmasının mal varlığı yönünden önemli zarara yol açtığını
belirtmiştir. Bu akaryakıtın el konulduğu 23/5/2000 tarihinden kısa bir süre
sonra aynı yıl içinde teminat karşılığında iade edildiği anlaşılmaktadır. Bu
bakımdan akaryakıtın iadesi için geçen sürenin makul sayılabileceği
değerlendirilmiştir. Başvurucunun bazı araçlarına da fiilen el konulmuş, ancak
başvurucu araçları yönünden trafik siciline tedbir şerhi konulmasından
şikâyetçi olmuştur. Başvurucunun araçlarının trafik siciline 2/6/2000 tarihinde
"satılamaz ve devredilemez"
şerhi konulmuş ve bu şerhler yargılama sonucunda hüküm kesinleştikten sonra
ağır ceza mahkemesinin 4/7/2011 tarihli yazıları ile kaldırılmıştır. Bu
bağlamda trafik siciline şerh konulması geçici süreyle de olsa araçların
mülkiyetinden yoksun bırakmaya yol açmadığına göre başvurucunun bu araçları
işletemediği ve onlardan yararlanamadığı yönündeki iddiası yerinde
görülmemiştir.
74. Ancak yukarıda da değinildiği üzere trafik siciline
belirtilen şekilde tedbir şerhi konulmasının da mülkiyet hakkı bakımından
olumsuz sonuçlara yol açtığı kuşkusuzdur (§§ 48-50). Bu bakımdan daha hafif bir
tedbir olan sicile şerh konulması yönündeki müdahalenin fiilen el koymaya göre
daha uzun bir süre devam etmesi makul görülebilir. Somut olayda ise
başvurucunun araçları ile ilgili olarak uygulanan tedbirin yaklaşık 11 yıl 1 ay
devam etmesinin mülkiyet hakkı üzerinde tasarruf yetkisi sınırlandırılan
başvurucuyu -bu sürenin uzunluğu dikkate alındığında- makul olandan daha fazla
bir zarara uğrattığı anlaşılmaktadır.
75. Başvurucunun uğradığı zararın giderilmesi için açtığı
tazminat davasında ise derece mahkemeleri zararın bu yönüyle ilgili bir
değerlendirme yapmadan, sadece el koymanın hukukiliği ile sınırlı olarak
değerlendirme yaparak sonuca varmışlardır. Hâlbuki isnat edilen fiil tarihinden
sonra yürürlüğe 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının
(j) bendine dayalı olarak Yargıtayın, el koyma
tedbirinin makul sürede sonuçlanmaması durumunda da tazminata hükmedilmesi
gerektiği yönünde kararlar verdiği de görülmektedir (§ 35). Somut olayda da
ağır ceza mahkemesince sicildeki tedbirlerin kaldırılarak araçların iadesine
karar verildiği, ancak soruşturma ve kovuşturmanın uzun sürmesi nedeniyle söz
konusu tedbir şerhlerinin ancak 11 yıl 1 ay geçtikten sonra kaldırılabildiği
dikkate alınmalıdır. Bunun sonucu olarak başvurucu belirtilen süre boyunca
taşınmazı üzerinde dilediği gibi tasarrufta bulunamamış, ayrıca geçen süre
sebebiyle mülkünde yıpranma ve değer azalışı gibi olumsuz ekonomik sonuçlarla
karşılaşmıştır. Ancak başvurucunun bu yüzden uğradığı zarar derece
mahkemelerince hukuk kurallarının katı bir yorumuna dayalı olarak
giderilmemiştir.
76. Dolayısıyla başvurucunun mülkiyet hakkı kapsamında
değerlendirilen araçları yönünden uygulanan tedbir sürecinin mülkiyet hakkının
korunmasının gerektirdiği makul derecede ivedilik koşuluna uygun olarak
yürütülmediği açıktır. Bu sebeple uğranılan zarar yönünden herhangi bir
tazminatın da ödenmediği dikkate alındığında bu durumun, söz konusu alanda kamu
makamlarına tanınan takdir yetkisine rağmen başvurucuya şahsi olarak aşırı bir
külfet yüklediği değerlendirilmiştir. Sonuç olarak müdahalenin meşru amacının
dayandığı kamu yararı ile başvurucunun mülkiyet hakkı arasında olması gereken
adil dengenin başvurucu aleyhine bozulduğu kanaatine varılmış olduğundan dolayı
başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahale ölçülü değildir.
77. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 35. maddesinde güvence
altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
78. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2)
numaralı fıkraları şöyledir:
“(1)
Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da
edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2)
Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve
sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili
mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan
hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava
açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme,
Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
79. Anayasa Mahkemesinin
Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında, ihlal
sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi
hususunda genel ilkeler belirlenmiştir.
80. Buna göre bireysel başvuru kapsamında bir temel hak ve
hürriyetin ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının
ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca
eski hâle getirmenin, yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır.
Bunun için ise öncelikle devam eden ihlalin durdurulması, ihlale konu kararın
veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa
ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda
uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, § 55).
81. Anayasa Mahkemesi ihlalin ve sonuçlarının nasıl
giderileceğine hükmederken idarenin, yargısal makamların veya yasama organının
yerine geçerek işlem tesis edemez. Anayasa Mahkemesi, ihlalin ve sonuçlarının
nasıl giderileceğine hükmederek gerekli işlemlerin tesis edilmesi için kararı
ilgili mercilere gönderir (Mehmet Doğan, §
56).
82. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilmeden önce ihlalin kaynağının belirlenmesi gerekir. Buna
göre ihlal; idari eylem ve işlemler, yargısal işlemler veya yasama
işlemlerinden kaynaklanabilir. İhlalin kaynağının belirlenmesi uygun giderim
yolunun belirlenebilmesi bakımından önem taşımaktadır (Mehmet Doğan, § 57).
83. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda 6216 sayılı
Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a)
bendi uyarınca kural olarak ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için
yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye
gönderilmesine hükmedilir (Mehmet Doğan, §
58).
84. Buna göre; Anayasa Mahkemesince ihlalin tespit edildiği
hâllerde yargılamanın yenilenmesinin gerekliliği hususundaki takdir derece
mahkemelerine değil ihlalin varlığını tespit eden Anayasa Mahkemesine
bırakılmıştır. Derece mahkemeleri ise Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında
belirttiği doğrultuda ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri
yapmakla yükümlüdür (Mehmet Doğan,
§ 59).
85. Bu bağlamda derece mahkemesinin öncelikle yapması gereken
şey, bir temel hak veya özgürlüğü ihlal ettiği veya idari makamlar tarafından
bir temel hak veya özgürlüğe yönelik olarak gerçekleştirilen ihlali
gideremediği tespit edilen önceki kararını kaldırmaktır. Derece mahkemesi,
kararın kaldırılmasından sonraki aşamada ise Anayasa Mahkemesi kararında tespit
edilen ihlalin sonuçlarını gidermek için gereken işlemleri yapmak durumundadır
(Mehmet Doğan, § 60).
86. Başvurucu, ihlalin tespiti ile maddi ve manevi tazminat
taleplerinde bulunmuştur.
87. Anayasa Mahkemesi başvurucunun mülkiyet hakkı kapsamında
değerlendirilen araçlarına ceza soruşturması ve kovuşturmasında uygulanan
tedbir süreci yönünden ölçülülük bağlamında makul derecede ivedilik koşuluna
uyulmadan yapılan müdahale nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna
varmıştır. Tedbir kararının ceza soruşturması çerçevesinde gümrük idaresince
uygulandığı, ancak ihlale yol açan uzun sürmesinin ceza soruşturması ve
kovuşturması sürecinden kaynaklandığı görülmektedir. Bununla birlikte, ihlalin
sonuçlarına ilişkin başvuru öncesinde etkili ve başarı şansı sunan bir tazminat
davası yolunun mevcut olduğu, ancak bu tazminat davasında tedbirin süresinin
gözetilmeyerek sadece bu tedbirin koşulları ile sınırlı bir değerlendirme
yapılarak davanın reddine karar verilmiştir. Dolayısıyla ihlalin sonuçları
giderilememiştir.
88. Bu durumda mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır.
Buna göre yapılacak yeniden yargılama ise 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin
ikinci fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına
yöneliktir. Bu kapsamda derece mahkemelerince yapılması gereken iş, öncelikle
ihlalin giderilmesini sağlamayan mahkeme kararının ortadan kaldırılması ve
ihlal sonucuna uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Buna göre nihayet
uygulanan tedbirin makul olandan uzun bir süre devam etmesi sebebiyle mülkte
yol açılan yıpranma ve benzeri diğer olumsuz ekonomik sonuçlar çerçevesinde
başvurucunun uğradığı zararların giderimine yönelik
olarak hükmedilecek tazminatın miktarının ve kapsamının belirlenmesi ise derece
mahkemelerinin takdirindedir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden
yargılama yapılmak üzere Mersin 1. Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine
karar verilmesi gerekir.
89. Yeniden yargılama yapılmasına hükmedilmesi mülkiyet hakkının
ihlali yönünden yeterli bir giderim oluşturduğundan dolayı başvurucunun
tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.
90. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,90 TL harç ve 1.980
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.206,90 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet
hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Mersin
1. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2012/109, K.2013/106) GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE,
E. 226,90 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
2.206,90 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve
Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına,
ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine
kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
15/11/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.