TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Ü.B.K. BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2015/2536)
|
|
Karar Tarihi: 4/7/2019
|
R.G. Tarih ve Sayı: 25/7/2019 -
30842
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
GİZLİLİK TALEBİ KABUL
Başkan
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Recep KÖMÜRCÜ
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
|
|
Yıldız SEFERİNOĞLU
|
Raportör
|
:
|
Şermin BİRTANE
|
Başvurucu
|
:
|
Ü.B.K.
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, tıbbi ihmal sonucu organ kaybına uğranması nedeniyle
kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının; ameliyatı yapan doktorun
davranışlarından dolayı şeref ve itibarın korunması bağlamında kişinin maddi ve
manevi varlığını koruma hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 11/2/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, başvuru hakkında görüş bildirilmeyeceğini
belirtmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar
özetle şöyledir:
7. Başvurucu rahim sarkması şikâyetiyle Hacettepe Üniversitesi
Tıp Fakültesi Hastanesinde (Hastane) 23/3/2004 tarihinde Doktor A.A. tarafından
ameliyat edilmiştir.
8. Başvurucu aynı şikâyetin devam etmesi nedeniyle 9/5/2005
tarihinde Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesinde
yeniden ameliyat edilmiştir.
9. Başvurucunun çeşitli özel sağlık kuruluşlarında tedavi
görmesine rağmen hastalığının iyileşmemesi üzerine en son olarak Ankara
Üniversitesi Tıp Fakültesinde 2/8/2010 tarihinde yapılan ameliyatlarahmi
alınmıştır.
A. Ön İnceleme Süreci
10. Başvurucu 5/8/2004 tarihinde ameliyatı yapan Doktor A.A. ve
K.B. hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunmuştur.
Başvurucu şikâyet dilekçesinde; ameliyatında tıbbi hatalar yapıldığını,
ameliyattan sonra iç kanama geçirmesine rağmen Doktor A.A.nın
bunu anlayamadığını, dolayısıyla teşhis ve tedavide gecikme olduğunu
belirtmiştir. Başvurucu ayrıca ameliyat sonrasında ağrıları olduğunu ilettiği
Doktor A.A.nın "Böyle
taşikardilileri ameliyata almayacaksın. Sen de iki
gündür tutturmuşsun sağ tarafım, sağ tarafım diye. Şunu götürün ultrasona da
derdi neymiş anlayalım." diyerek elinde tuttuğu çarşafı üzerine
fırlattığını belirtmiş, şüphelilerin görevi ihmal suçunu işlediklerini ileri
sürmüştür. Cumhuriyet Başsavcılığı 13/9/2004 tarihinde, soruşturma yetkisinin
Yükseköğretim Kuruluna (YÖK) ait olduğunu belirterek görevsizlik kararı
vermiştir.
11. Bundan sonra konu hakkında ön soruşturma yürütülmüş ve
22/11/2004 tarihli ön soruşturma raporunda, suçlanan doktorlar tarafından
başvurucunun hastalığının tanısı ve tedavisi ile komplikasyon olarak gelişen
kanamanın tedavisinde gerektiği şekilde ve zamanında müdahale edildiği, tıbbi
hata yapılmadığı belirtilmiştir. Ön soruşturma sonucunda YÖK tarafından ilgili
doktorlar hakkında soruşturma izni verilip verilmediği konusunda bireysel
başvuru dosyasında bilgi bulunmamaktadır. Başvurucunun ön soruşturma sonucunda
alınan karara karşı yargısal yollara müracaat edip etmediği hususunda da
bireysel başvuru dosyasında bilgi bulunmamaktadır. Ulusal Yargı Ağı Bilişim
Sistemi'nde (UYAP) yapılan araştırmada da konuya ilişkin bilgi tespit
edilmemiştir. Başvurucu Anayasa Mahkemesine gönderdiği 17/6/2019 tarihli
beyanında, ön soruşturma sonucunda ilgili doktorlar hakkında soruşturma izni
verilmediğini, soruşturma izni verilmemesi işlemine karşı iptal davası
açmadığını, ancak ceza yolundan sonuç alamayacağını anladığı için bireysel
başvuruya konu edilen tazminat davası yoluna başvurduğunu bildirmiştir.
12. Başvurucu ayrıca konu ile ilgili olarak 3/5/2004 tarihinde
Cumhurbaşkanlığına, Hacettepe Üniversitesi Rektörlüğüne, 14/5/2004 tarihinde
Ankara Tabipler Odası Başkanlığına şikayet dilekçeleri vermiştir.
B. Adli Yargıda Açılan Tazminat Davasına
İlişkin Süreç
13. Başvurucu 9/2/2005 tarihinde Hacettepe Üniversitesi Tıp
Fakültesi Hastanesi ile ameliyatı gerçekleştiren Doktor A.A. aleyhine Ankara 7.
Asliye Hukuk Mahkemesinde maddi ve manevi tazminat davası açmıştır. Yargı yolu
bakımından itiraz edilmesi üzerine Uyuşmazlık Mahkemesinin 26/12/2005 tarihli
kararıyla idari yargının görevli olduğuna hükmedilmiştir.
14. Ankara 7. Asliye Hukuk Mahkemesince 30/3/2006 tarihinde
davalı Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi yönünden idari yargıda
dava açılması gerektiği gerekçesiyle görevsizlik kararı verilmiştir. Davalı doktor
yönünden ise idare aleyhine açılacak tam yargı davasının sonuçlanmasından sonra
idarenin rücuen dava açabileceği, bu aşamada inceleme
yapılamayacağı belirtilerek pasif husumet nedeniyle davanın reddine
hükmedilmiştir. Bu karar taraflarca temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir.
C. İdari Yargıda Açılan Tazminat Davasına
İlişkin Süreç
15. Başvurucu adli yargıda verilen görevsizlik kararı üzerine
7/6/2006 tarihinde Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi aleyhine
Ankara 12. İdare Mahkemesinde (Mahkeme) maddi ve manevi tazminat davası
açmıştır.
16. Başvurucu dava dilekçesinde; doktor hatası sonucu ameliyatta
rahim ağzının tamamen kesildiğini ve rahim ağzı koruma sisteminin tümüyle yok
edildiğini, bu suretle uzuv ve iş gücü kaybı oluştuğunu, söz konusu ameliyattan
önce aydınlatılmadığını, riskler hakkında bilgi verilmediğini ileri sürmüştür.
Başvurucu ayrıca hastanede kaldığı süre boyunca oda ve yatak yokluğu
gerekçesiyle kemoterapi odasında yatırıldığını, üçüncü gün iki kişilik odaya
alındığını, özel oda verilmesi talebinin reddedildiğini, kendisine refakat eden
eşinin sandalye üzerinde gün ve gecelerini geçirdiğini, ağrıları olduğunu
söylediğinde hemşireler ve ameliyatı yapan doktor tarafından azarlandığını,
Doktor A.A.nın üzerine çarşaf fırlattığını
belirtmiştir. Bu nedenlerle kendisine ve eşine insan onuruna yakışmayacak
şekilde davranıldığını iddia etmiştir.
17. Mahkeme, konu hakkında Adli Tıp Kurumundan (ATK) bilirkişi
raporu almıştır. ATK'nın 17/3/2010 tarihli raporunda;
rahim ağzının vajene sarkması ve idrar kaçırma
şikâyeti olan kişinin yaş faktörü nedeni ile manchester ameliyatının (rahim
ağzının kısmen amputasyonu) endikasyonunun
doğru olduğu, ameliyat sonrası gelişen hematomun bir
komplikasyon olarak ortaya çıkabileceği, kişide saptanan hematomun
ameliyat veya medikal ve takip yolu ile tedavi edilebileceği, davalı idarece
tedavi olarak medikal ve takip yolu tercih edildiğinden idarenin eyleminin tıp
kurallarına uygun olduğu belirtilmiştir.
18. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinde yapılan
operasyon sonucunda başvurucunun rahminin alınması nedeniyle Mahkemenin
15/10/2010 tarihli kararı ile ek bilirkişi raporu istenmesi üzerine ATK
tarafından düzenlenen 25/2/2011 tarihli bilirkişi raporunda da manchester ameliyatında kişinin bahsettiği rahim ağzı iç
dokusunun dışa dönmesinin (ektropion)
komplikasyon olarak görülebileceği, bu olguda ektropionun hekimin ameliyatta
rahim ağzını az veya fazla çıkarması ile ilişkisinin bulunmadığı, idarenin
eyleminin tıp kurallarına uygun olduğu görüşü bildirilmiştir.
19. Mahkeme 7/9/2012 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir.
Karar gerekçesinde ATK'dan alınan bilirkişi
raporlarıyla Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesindeki cerrahi
müdahale ve tedavinin tıp kurallarına uygun olarak yapıldığının tespit edilmiş
olduğu, bu durumda idarenin hizmet kusurundan söz edilemeyeceği ve tazminat
ödemekle sorumlu tutulamayacağı ifade edilmiştir.
20. Söz konusu karar Danıştay 15. Dairesinin 16/10/2014 tarihli
kararıyla onanmıştır. Nihai karar başvurucu vekiline 15/1/2015 tarihinde tebliğ
edilmiştir.
21. Başvurucu 11/2/2015 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
22. 11/4/1928 tarihli ve 1219 sayılı Tababet ve Şuabatı San'atlarının Tarzı
İcrasına Dair Kanun’un 70. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Tabipler,
diş tabipleri ve dişçiler yapacakları her nevi ameliye için hastanın, hasta
küçük veya tahtı hacirde ise veli veya vasisinin evvelemirde muvafakatını alırlar. Büyük ameliyei
cerrahiyeler için bu muvafakatin tahriri olması lazımdır. (Veli veya vasisi
olmadığı veya bulunmadığı veya üzerinde ameliye yapılacak şahıs ifadeye
muktedir olmadığı takdirde muvafakat şart değildir.) Hilafında hareket edenlere
ikiyüzelli Türk Lirası idarî para cezası verilir.”
23. 1/2/1999 tarihli Hekimlik Meslek Etiği Kuralları’nın
26. maddesi şöyledir:
“Hekim
hastasını, hastanın sağlık durumu ve konulan tanı, önerilen tedavi yönteminin
türü, başarı şansı ve süresi, tedavi yönteminin hastanın sağlığı için taşıdığı
riskler, verilen ilaçların kullanılışı ve olası yan etkileri, hastanın önerilen
tedaviyi kabul etmemesi durumunda hastalığın yaratacağı sonuçlar, olası tedavi
seçenekleri ve riskleri konularında aydınlatır. Yapılacak aydınlatma hastanın
kültürel, toplumsal ve ruhsal durumuna özen gösteren bir uygunlukta olmalıdır.
Bilgiler hasta tarafından anlaşılabilecek biçimde verilmelidir. Hastanın
dışında bilgilendirilecek kişileri, hasta kendisi belirler. Sağlıkla ilgili her
türlü girişim, kişinin özgür ve aydınlatılmış onamı ile yapılabilir. Alınan
onam, baskı, tehdit, eksik aydınlatma ya da kandırma yoluyla alındıysa
geçersizdir.
Acil durumlar ile hastanın reşit olmaması veya
bilincinin kapalı olduğu ya da karar veremeyeceği durumlarda yasal
temsilcisinin izni alınır. Hekim temsilcinin izin vermemesinin kötü niyete
dayandığını düşünüyor ve bu durum hastanın yaşamını tehdit ediyorsa, durum adli
mercilere bildirilerek izin alınmalıdır. Bunun mümkün olmaması durumunda, hekim
başka bir meslektaşına danışmaya çalışır ya da yalnızca yaşamı kurtarmaya
yönelik girişimlerde bulunur. Acil durumlarda müdahale etmek hekimin
takdirindedir. Tedavisi yasalarla zorunlu kılınan hastalıklar toplum sağlığını
tehdit ettiği için hasta veya yasal temsilcisinin aydınlatılmış onamı alınmasa
da gerekli tedavi yapılır.
Hasta vermiş olduğu aydınlatılmış onamı
dilediği zaman geri alabilir.”
24. 1/8/1998 tarihli ve 23420 sayılı Resmî Gazete’de
yayımlanan Hasta Hakları Yönetmeliği’nin (Yönetmelik) 15. maddesinin, 8/5/2014
tarihli değişiklikten önceki hâli şöyledir:
“Hasta;
sağlık durumunu, kendisine uygulanacak tıbbî işlemleri, bunların faydaları ve
muhtemel sakıncaları, alternatif tıbbî müdahale usûlleri,
tedavinin kabul edilmemesi halinde ortaya çıkabilecek muhtemel sonuçlan ve
hastalığın seyri ve neticeleri konusunda sözlü veya yazılı olarak bilgi istemek
hakkına sahiptir.
Sağlık durumu ile ilgili gereken bilgiyi,
bizzat hasta veya hastanın küçük, temyiz kudretinden yoksun veya kısıtlı olması
halinde velisi veya vasisi isteyebilir. Hasta, sağlık durumu hakkında bilgi
almak üzere bir başkasına da yetki verebilir. Gerek görülen hallerde yetkinin
belgelendirilmesi istenilebilir.”
25. Yönetmelik’in “Rızanın
Kapsamı” başlıklı 31. maddesinin, 8/5/2014 tarihli değişiklikten
önceki hâli şöyledir:
“Rıza
alınırken hastanın veya kanunî temsilcisinin tıbbî müdahalenin konusu ve
sonuçları hakkında bilgilendirilip aydınlatılması esastır. Hastanın,
uygulanacak tıbbî müdahale için verdiği rıza, bu müdahalenin gerektirdiği sair
tıbbî işlemleri de kapsar. Ancak, tıbbî işlemlerin uygulanmasında, bu
Yönetmelik'te ve diğer mevzuatta belirlenen hakların ihlâl edilmemesi için
azamî ihtimam gösterilir.”
26. Anayasa Mahkemesi, yargılamaların makul sürede
sonuçlandırılmadığı ya da yargı kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da
hiç icra edilmediği iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce gerçekleştirilen
bireysel başvurulara ilişkin olarak Bakanlık İnsan Hakları Tazminat Komisyonu
Başkanlığına (Tazminat Komisyonu) başvuru imkânının getirilmesine ilişkin
mevzuata önceki içtihadında yer vermiştir (Ferat Yüksel, B. No: 2014/13828, 12/9/2018, §§ 11-14).
B. Uluslararası Hukuk
27. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özel ve aile hayatına saygı hakkı" kenar
başlıklı 8. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"(1) Herkes özel ve aile hayatına,
konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir."
28. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), kişilerin fiziksel ve
ruhsal bütünlüklerinin korunması, kendilerine uygulanan tedaviye dâhil
olmaları, bu hususta rıza göstermeleri ve maruz kaldıkları sağlık risklerini
değerlendirmelerine yardımcı olan bilgilere erişimlerinin Sözleşme'nin 8.
maddesi kapsamında yer aldığını kabul etmektedir (Trocellier/Fransa (k.k.), B. No: 75725/01, 5/10/2006; İclal Karakoca ve Hüseyin Karakoca/Türkiye
(k.k.), B. No: 46156/11, 21/5/2013).
29. AİHM kararlarına göre devletler -ister kamu isterse özel
sağlık kuruluşları tarafından yerine getirilsin- sağlık hizmetlerini,
hastaların yaşamları ile fiziksel ve ruhsal bütünlüğünün korunmasına yönelik
gerekli tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır (Vo/Fransa [BD], 53924/00, 8/7/2004, § 90; Calvelli ve Ciglio/İtalya [BD], 32967/96, 17/1/2002, § 49).
30. AİHM'e göre taraf devletler, uygulanması
planlanan tıbbi işlemin öngörülebilir sonuçları hakkında doktorların hastalara
önceden bilgi vermelerini sağlayacak gerekli, düzenleyici tedbirleri almak
zorundadır. Bunun bir sonucu olarak hastanın önceden bilgilendirilmesi söz
konusu olmadan öngörülebilir nitelikte bir riskin ortaya çıkması durumunda,
ilgili devlet hastaya bilgi verilmemesinden doğrudan sorumlu tutulabilmektedir
(Şerif Gecekuşu/Türkiye
(k.k.),
B. No: 28870/05, 25/5/2010).
31. Tıbbi bir hatanın ve hastane hizmetlerindeki eksikliklerin
sorumluluğunun Sözleşme'nin 8. maddesi kapsamında doğrudan devlete atfedilmesi
için yeterli olup olmadığı hususunda AİHM, farklı tıbbi bilirkişi raporlarında
ve hatta iç yargı organlarının kararlarında her türlü tıbbi hata ve ihmalin
ihtimal dışı bırakıldığı bir davada (Yardımcı/Türkiye,
B. No: 25266/05, 5/1/2010, § 59) her halükârda bu sonuçları sorgulamanın veya
sahip olduğu tıbbi bilgilerden hareketle bilirkişilerin vardığı sonuçların
doğruluğu hakkında tahminlere dayalı olarak fikir yürütmenin görevleri arasında
olmadığına işaret etmiştir (Tysiąc/Polonya, B. No: 5410/03, 20/3/2007, §
119, Yardımcı/Türkiye, § 59).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
32. Mahkemenin 4/7/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Tıbbi İhmal Nedeniyle Kişinin Maddi ve
Manevi Varlığını Koruma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
33. Başvurucu; ameliyattan önce operasyonun riskleri hakkında
bilgilendirilmediğini, hasta yatırma kâğıdında imzasının bulunmadığını,
ameliyattan sonra altı buçuk yıl boyunca sürekli kanamalarının olduğunu, birçok
tıbbi işleme rağmen düzelmediğini, nihayetinde genç yaşta rahminin alınması
sonucuyla karşılaştığını belirtmiştir. Başvurucu rahminin alınması nedeniyle
bir daha çocuk sahibi olamayacağından büyük acı ve ızdırap
duyduğunu, ayrıca sağlık sorunlarının devam etmesinden dolayı gerek özel gerekse
çalışma hayatında büyük sıkıntılar yaşadığını ifade etmiştir. Başvurucu açtığı
tazminat davasının sadece ATK raporları aynen benimsenmek suretiyle ve gerekçe
gösterilmeksizin reddedildiğini, idarenin sorumluluğu bakımından iddialarının
kararda dikkate alınmadığını beyan etmiştir. Başvurucu bu nedenlerle yaşam,
kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve gerekçeli karar haklarının ihlal
edildiğini ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
34. Anayasa’nın iddianın
değerlendirilmesinde dayanak alınacak “Kişinin
dokunulmazlığı, maddî ve manevî varlığı” kenar başlıklı 17.
maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes,
yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.”
35. Anayasa'nın 56. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
"Devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh
sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi
artırarak, işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden
planlayıp hizmet vermesini düzenler."
36. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).
37. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin
maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu
belirtilmekte olup söz konusu düzenleme, Sözleşme’nin 8. maddesi çerçevesinde
özel hayata saygı hakkı kapsamında güvence altına alınan fiziksel ve zihinsel
bütünlüğün korunması hakkına karşılık gelmektedir.
38. Anayasa Mahkemesi daha önceki kararlarında, kasıt söz konusu
olmaksızın hekim kusuru nedeniyle vücut bütünlüğünün zarar gördüğü şeklindeki
tıbbi ihmale dair şikâyetleri Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında
düzenlenen kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında
incelemiştir (Melahat Sönmez, B.
No: 2013/7528, 9/9/2015; Ahmet Sevim,
B. No: 2013/474, 9/9/2015; Hilmi Düzgüner, B. No: 2014/9690, 11/5/2017).
39. Anılan kararlar doğrultusunda somut olayda başvurucunun
tıbbi ihmale dayalı tüm şikâyetlerinin ve yargısal sürece ilişkin usule dair
iddialarının ilgili maddi hakkın esasına dair inceleme kapsamında
değerlendirilmesi gerektiğinden Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında
düzenlenen kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında
incelenmesi gerekmektedir.
a. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
40. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan kişinin
maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın
kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Genel İlkeler
41. Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında herkesin maddi
ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu belirtilmektedir.
Bu kapsamda anılan Anayasa hükmü ile kişinin maddi ve manevi varlığının
bütünlüğü gerek kamusal yetkilerle donatılmış kişilerin gerekse özel kişilerin
müdahalelerine karşı güvence altına alınmıştır (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 40).
42. Anayasa’nın 17. maddesinin amacı, esas olarak bireylerin
maddi ve manevi varlığına karşı devlet tarafından yapılabilecek keyfî
müdahalelerin önlenmesidir. Bunun yanı sıra devletin tıbbi müdahaleler
nedeniyle kişilerin maddi ve manevi varlığını etkili olarak koruma ve maddi ve
manevi varlığına saygı gösterme şeklinde pozitif yükümlülüğü de bulunmaktadır (Ahmet Acartürk, B. No: 2013/2084, 15/10/2015,
§ 49). Nitekim Anayasa’nın 56. maddesinde de belirtildiği üzere pozitif
yükümlülük, sağlık alanında yürütülen faaliyetleri de kapsamaktadır (İlker Başer ve diğerleri, B. No:
2013/1943, 9/9/2015, § 44).
43. Devlet, bireylerin yaşam hakkı ile maddi ve manevi
varlıklarını koruma hakkı kapsamında ister kamu isterse özel sağlık kuruluşları
tarafından yerine getirilsin sağlık hizmetlerini hastaların yaşamları ile maddi
ve manevi varlıklarının korunmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınabilmesini
sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır (Ahmet
Acartürk,§ 51).
44. İlke olarak tıbbi ihmallere ilişkin şikâyetler konusunda
temel başvuru yolu, hukuki sorumluluğu tespit adına takip edilecek olan hukuk
veya idari tazminat davası yoludur (Nail Artuç, B. No: 2013/2839, 3/4/2014, § 38).
45. Maddi ve manevi varlığı koruma hakkı kapsamında hukuki
sorumluluğu ortaya koymak adına adli ve idari yargıda açılacak tazminat
davalarının makul derecede dikkatli ve özenli inceleme şartını yerine getirmesi
gerekmektedir. Derece mahkemelerinin bu tür olaylara ilişkin olarak
yürüttükleri yargılamalarda Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği seviyede
derinlik ve özenle bir inceleme yapıp yapmadıklarının ya da ne ölçüde
yaptıklarının da Anayasa Mahkemesi tarafından değerlendirilmesi gerekmektedir.
Zira derece mahkemeleri tarafından bu konuda gösterilecek hassasiyet,
yürürlükteki yargı sisteminin daha sonra ortaya çıkabilecek benzer hak
ihlallerinin önlenmesinde sahip olduğu önemli rolün zarar görmesine engel
olacaktır (Yasin Çıldır, B. No: 2013/8147, 14/4/2016, § 57;Tevfik Gayretli, B.
No: 2014/18266, 25/1/2018, § 32).
46. Diğer taraftan belirtmek gerekir ki olayların oluşumuna
ilişkin delillerin değerlendirilmesi öncelikle idari ve yargısal makamların
ödevidir. Aynı şekilde başvuru dosyasında bulunan tıbbi bilgi ve belgelerden
hareketle bilirkişilerin vardığı sonuçların doğruluğu hakkında fikir yürütmek
Anayasa Mahkemesinin görevi değildir (Mehmet
Çolakoğlu, B. No: 2014/15355, 21/2/2018, § 47). Ancak kişinin maddi
ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında yerine getirilmesi gereken usul
yükümlülüklerinin somut olayda yerine getirilip getirilmediğinin nesnel bir
şekilde değerlendirilmesi için ilgili anayasal kurallar bağlamında derece
mahkemelerinin kendilerine tanınmış takdir yetkileri çerçevesinde hareket edip
etmediklerinin denetlenmesi gerekir. Bu bağlamda müdahaleyi haklı göstermek
için öne sürülen gerekçelerin ilgili ve yeterli olup olmadığı incelenmelidir (Murat Atılgan, B. No: 2013/9047, 7/5/2015,
§ 44).
47. Bu bağlamda derece mahkemelerinin gerekçeleri, tarafların
kanun yoluna başvuru imkânını etkili şekilde kullanabilmesini sağlayacak
surette ayrıntılı olarak ortaya konulmalı; ulaşılan sonuçlar yeterli
açıklıktaki bilimsel görüş ve raporlar gibi somut, nesnel verilere
dayandırılmalıdır (Murat Atılgan,
§ 45).
48. Tıbbi müdahaleden önce kişinin gerektiği şekilde
bilgilendirilerek rızasının alınmaması, kişinin maddi ve manevi varlığını
koruma hakkının ihlaline sebep olabilir. İstisnai hâller dışında tıbbi
müdahale, ancak ilgili kişi bilgilendirilip rızası alındıktan sonra
yapılabilir. Hastaların durumun farkında olarak karar verebilmelerini sağlamak
için, uygulanması düşünülen tedavi ve bununla bağlantılı riskler hakkında
kendilerine bilgi verilmiş olmalıdır. Bunun yanı sıra yapılan bilgilendirme ile
tıbbi müdahale arasında hastanın sağlıklı bir kanaate varmasını sağlayacak
kadar uygun bir zaman aralığı bırakılmış olmalıdır (Ahmet Acartürk, § 56).
ii. İlkelerin Olaya
Uygulanması
49. Anayasa Mahkemesi yukarıda değinilen Anayasa'nın 17. maddesi
kapsamında devlete düşen pozitif yükümlülüklerin somut olay bağlamında yerine
getirilip getirilmediğini denetlemek durumundadır (Tevfik Gayretli, § 36). Bu sebeple başvuruya konu olay,
devletin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına ilişkin
pozitif yükümlülüğü kapsamıyla sınırlı olarak incelenmiştir.
50. Başvurucu ilk olarak tazminat davasının sadece ATK raporları
aynen benimsenmek suretiyle ve gerekçe gösterilmeksizin reddedildiğini,
idarenin sorumluluğu bakımından iddialarının kararda dikkate alınmadığını ileri
sürmüştür. Başvurucu; yargılama sürecinde ilk yapılan ameliyatta rahim ağzının
tamamen kesildiğini ve rahim ağzı koruma sisteminin tümüyle yok edildiğini, son
ameliyatta ise rahminin alındığını, bu ameliyatlar arasındaki illiyet bağının
dikkate alınmadığını iddia etmiştir. Bununla birlikte başvurucunun rahminin
alınması hakkında derece mahkemesi tarafından ek bilirkişi raporu alındığı,
dolayısıyla her iki ameliyat yönünden illiyet bağının ve idarenin kusurunun
araştırıldığı görülmektedir.
51. Derece mahkemesi, olayda idarenin kusurunun bulunmadığı
yönünde görüş bildiren ATK raporuna dayanarak davanın reddine karar vermiştir.
Hükme esas alınan ATK raporunda, tarafların iddialarına ve kişi hakkında
düzenlenen tıbbi belgelerdeki bulgulara yer verilmiş ve sonuç olarak
ameliyattan sonra karşılaşılan durumun komplikasyon olduğu ve idarenin
eyleminin tıp kurallarına uygun bulunduğu yönünde görüş bildirilmiştir. Ayrıca
ATK tarafından düzenlenen bilirkişi raporlarında; ektropionun hekimin ameliyatta rahim ağzını az veya
fazla çıkarması ile ilişkisinin bulunmadığı, idarenin eyleminin tıp kurallarına
uygun olduğu görüşünün bildirilmiş olduğu, bu suretle de başvurucunun iddialarına
yanıt verilmiş olduğu anlaşılmaktadır.
52. Buna göre derece mahkemesince yapılan yargılamada tıbbi
ihmal iddialarının araştırılması ve durumun açıklığa kavuşturulması için alınan
uzman bilirkişi raporunda yeterli, somut bulgu ve tespitlere yer verilerek
başvurucunun iddialarının ayrıntılı bir biçimde tartışıldığı ve karşılandığı
görülmektedir.
53. Diğer taraftan başvurucunun söz konusu tıbbi müdahaleden
önce kendisinin yeterince aydınlatılmadığı ve gerektiği şekilde rızasının
alınmadığı, bu konuda hasta yatırma kâğıdında imzasının bulunmadığı yönünde bir
şikâyeti de bulunmaktadır.
54. Hukukumuzda hasta hakları, tıbbi işlemlerden önce kişilerin
bu işlemler ve sonuçları hakkında aydınlatılması yükümlülüğü ve Sağlık Bakanlığının
tıbbi hizmetler sunan kurumlar üzerindeki denetim görevi konusunda oldukça
ayrıntılı ve yeterli düzenlemelerin mevcut olduğu anlaşılmaktadır (bkz. §§
22-25; Ahmet Acartürk, § 66).
Ancak bu düzenlemelerin teorik olarak mevcut olması yeterli olmayıp Anayasa'nın
17. maddesindeki güvencelerin sağlanabilmesi için pratikte de etkin bir şekilde
uygulanması gerekmektedir (Mehmet Çolakoğlu,
§ 49).
55. Somut olayda başvurucu, kendisine ameliyat öncesinde
öngörülebilen riskler ve komplikasyonlar konusunda bilgi verilmediğini ve bu
sebeple rızasının usulüne uygun olarak alınmadığını belirtmiştir. Ayrıca
başvurucunun bireysel başvuru dosyasındaki 23/3/2004 tarihli Hacettepe
Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinin hasta yatırma kâğıdının imzasız olduğu
görülmektedir. Başvurucunun söz konusu iddialarını idare mahkemesine verdiği
dava dilekçesinde ve yargılama sürecinde verdiği dilekçelerinde ileri sürmüş olduğu,
ancak idare mahkemesinin kararında bu konuyla ilgili hiçbir gerekçeye yer
verilmediği anlaşılmaktadır.
56. Bu durumda ameliyat sonucu oluşabilecek komplikasyon riski
yönünden başvurucunun ameliyat öncesinde bilgilendirilmesinin gerekip
gerekmediği hususu yargılama sürecinde açıklığa kavuşturulamamıştır. Diğer bir
deyişle derece mahkemelerinin kararlarında, başvurucunun -dava dilekçesinde
açıkça belirtmesine karşın- ameliyat öncesinde yeterli bir biçimde aydınlatılıp
aydınlatılmadığı ve yöntemince rızasının alınıp alınmadığı hususları
tartışılmamıştır.
57. Sonuç olarak başvurucunun vücut bütünlüğüne yönelik tıbbi
müdahale öncesinde tıp kurallarına göre öngörülebilir nitelikte komplikasyon ve
riskler hakkında yeterli bir biçimde aydınlatılmadığı iddiası yönünden derece
mahkemelerince konuyla ilgili ve yeterli bir gerekçe ortaya konulmadığı
anlaşılmaktadır. Üstelik başvurucunun belirtilen iddia ve şikâyetleri,
yargılamanın sonucuna doğrudan etki edebilecek mahiyettedir. Dolayısıyla
yargısal makamlarca bu değerlendirmelerin yapılmaması nedeniyle kişinin maddi
ve manevi varlığının korunması ve geliştirilmesi hakkı bakımından kamu
makamlarının pozitif yükümlülüklerini yerine getirmedikleri kanaatine
varılmıştır.
58. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence
altına alınan kişinin maddi ve manevi varlığının korunması hakkının ihlal
edildiğine karar verilmesi gerekir.
B. Şeref ve İtibara
Yönelik Eylemler Nedeniyle Kişinin Maddi ve Manevi Varlığını Koruma Hakkının
İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
59. Başvurucu; ameliyat edildiği Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi
Hastanesinde kaldığı ilk iki gün oda ve yatak yokluğu gerekçesiyle kemoterapi
odasında yatırıldığını, üçüncü gün iki kişilik odaya alındığını, özel oda
verilmesi talebinin reddedildiğini, ağrıları olduğunu söylediğinde hemşireler
ve ameliyatı yapan doktor tarafından azarlandığını, Doktor A.A.nın
üzerine çarşaf fırlattığını belirtmiştir. Başvurucu bu nedenlerle kötü muamele
yasağının ve gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
2. Değerlendirme
60. Anayasa'nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak “Kişinin dokunulmazlığı, maddî ve manevî varlığı”
kenar başlıklı 17. maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:
"Herkes, yaşama, maddî ve manevî
varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.
...
Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse
insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz."
61. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).
62. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında kimseye işkence, eziyet
yapılamayacağı ve kimsenin insan
haysiyetiyle bağdaşmayan muamele ve cezaya tabi tutulamayacağı
güvence altına alınmıştır. Belirtilen düzenlemede yer alan ifadeler arasında
bir yoğunluk farkı bulunmakta olup kişinin maddi ve manevi varlığının
bütünlüğüne en ağır şekilde zarar veren muamelelerin işkence, bu seviyeye varmayan fakat yine de vücutta zarar ya
da yoğun fiziksel veya ruhsal ızdırap veren insanlık
dışı muamelelerin eziyet, küçük
düşürücü ve alçaltıcı nitelikteki daha hafif muamelelerin ise insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele
veya ceza olarak belirlenmesi mümkündür (Tahir
Canan, § 22).
63. Ancak bir eylemin Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü
fıkrasının kapsamına girebilmesi için asgari bir ağırlık eşiğine ulaşmış olması
gerekir. Bu asgari eşiğin aşılıp aşılmadığının belirlenmesinde her somut olayın
özellikleri dikkate alınarak bir değerlendirme yapılması esastır. Bu bağlamda
muamelenin süresi, fiziksel ve manevi etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve
sağlık durumu gibi faktörler önem taşımaktadır (Tahir Canan, § 23). Somut olaydaki veriler ışığında,
belirtilen ağırlık eşiğinin altında kalan muamele ve eylemlerin ise diğer
haklar kapsamında değerlendirilmesi mümkündür.
64. Bu tespitlerden de anlaşılacağı üzere doğası gereği
cezaların veya menfi hareket ve eylemler ile olumsuz hayat deneyimlerinin
kişinin fiziksel ve ruhsal değerlerini etkilemesi ve kişide stres, üzüntü ve
sair menfi tezahürlere yol açması, bu etkileri açısından özellikle küçük
düşürücü muamele kavramını çağrıştırması mümkündür. Bununla birlikte bu
eylemlerin Anayasa’nın 17. maddesi anlamında işkence, eziyet veya haysiyetle
bağdaşmayan muamele veya ceza olarak nitelendirilebilmesi için mağdurun subjektif niteliklerinin yanı sıra muamelenin uygulanış
şekli ve yöntemi ile özellikle meydana getirdiği fiziksel ve ruhsal etkiler
açısından önemli bir ağırlığa ulaşmış olması gerekmektedir (Işıl Yaykır, B.
No: 2013/2284, 15/4/2014, § 35).
65. Belirtilen tespitler ışığında somut olay incelendiğinde
iddia edilen eylemlerin başvurucu üzerinde fiziksel ve ruhsal etkilerinin
olması mümkün olmakla birlikte başvurucunun ileri sürdüğü özel oda verilmemesi
ve hakarete uğraması şeklindeki muamelenin meydana getirdiği fiziksel ve ruhsal
etkiler açısından -başvurunun yaşı, avukat olması ve meslekteki tecrübesi de
dikkate alındığında- muamelenin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası
kapsamında değerlendirilmesi için gerekli olan asgari eşiği aştığı söylenemez.
Bu nedenle başvurucunun kişilik haklarının zedelendiği şeklinde özetlenebilecek
şikâyetlerinin şeref ve itibarın korunması hakkı bağlamında, Anayasa’nın 17.
maddesinin birinci fıkrasında yer alan kişinin maddi ve manevi varlığını koruma
hakkı kapsamında değerlendirilmesi uygun görülmüştür.
a. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
66. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan kişinin
şeref ve itibarının korunması hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul
edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Genel İlkeler
67. Bireyin şeref ve itibarı, kişisel kimliğinin ve manevi
bütünlüğünün bir parçasını oluşturur ve Anayasa’nın 17. maddesinin birinci
fıkrasının korumasından faydalanır. Devlet, bireyin şeref ve itibarına keyfî
olarak müdahale etmemek ve üçüncü kişilerin saldırılarını önlemekle yükümlüdür
(Nilgün Halloran, B. No: 2012/1184, 16/7/2014, § 41;
Adnan Oktar (3), B. No: 2013/1123, 2/10/2013, § 33; D.Ö., B. No: 2014/1291,
13/10/2016,§ 48).
68. Kişinin maddi ve manevi varlığının koruması hakkı,
Anayasa'nın 5. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde devlete pozitif ve
negatif ödevler yükler (Serpil Kerimoğlu ve
diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, §§ 50, 51). Söz konusu
pozitif yükümlülükler, bireyler arası ilişkiler alanında olsa da belirtilen
haklara saygıyı sağlamaya yönelik tedbirlerin alınmasını zorunlu kılar (Marcus Frank Cerny
[GK], B. No: 2013/5126, 2/7/2015, §§ 36, 40).
69. Devletin söz konusu pozitif yükümlülüğü, etkili mekanizmalar
kurmak, bu kapsamda gerekli usule ilişkin güvenceleri sunan yargısal
prosedürleri sağlamak, bu suretle yargısal ve idari makamların bireylerin idare
ve özel kişilerle olan uyuşmazlıklarında etkili ve adil bir karar vermelerini
temin etmek sorumluluğunu da içermektedir (Semra
Özel Üner, B. No: 2014/12009, 26/10/2016, § 36).
70. Kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkına yönelik
müdahaleler bakımından etkili yargısal sistem kurma yükümlülüğü öncelikle
müdahale teşkil eden eylem ve olayın gerçekleşme koşullarının tüm yönleriyle
açıklığa kavuşturulmasını kapsamaktadır. Ayrıca, olayın koşulları açıklığa
kavuşturulduktan sonra kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı
kapsamında şeref ve itibarına yönelik fiillerle ilgili olarak sorumluluğu
tespit edilen kişilere yönelik olarak caydırıcılığı sağlayacak uygun yargısal
tepki verilmelidir.
71. Devletin pozitif yükümlülüğünün bir parçası olarak usul
yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu anlamda öncelikle devlet, uyuşmazlıkların
çözümüne ilişkin etkili yargısal sistem kurma yükümlülüğünü yerine
getirmelidir. Söz konusu pozitif yükümlülük; olayın meydana gelme şekli ile
etkisi, ağırlığı ve sonuçları bakımından yapılacak değerlendirmelere ve olayın
kim tarafından nasıl gerçekleştirildiği konusunda aydınlatılmasını gerekli
kılar. Ancak bu yükümlülük, her durumda ceza soruşturması/yargılaması yapılması
zorunluluğu içermez. Nitekim yargısal sistem kurma yükümlülüğü, -olayın
koşullarına göre- hukuki ve idari yolların devlet tarafından oluşturulmasıyla
da yerine getirilebilir. Bu bağlamda bazı durumlarda disiplin soruşturması ile
dahi devletin aydınlatma yükümlülüğünün yerine getirilmesi mümkün olabilir (Ali Çığır, B. No: 2015/19298, 8/5/2019, §
34).
72. Kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında
yerine getirmek zorunda olduğu usul yükümlülüklerinin somut olayda yerine getirilip
getirilmediğinin nesnel bir şekilde değerlendirilmesi için ilgili anayasal
kurallar bağlamında derece mahkemelerinin kendilerine tanınmış takdir yetkileri
çerçevesinde hareket edip etmediklerinin denetlenmesi gerekir. Bu bağlamda
müdahaleyi haklı göstermek için öne sürülen gerekçelerin ilgili ve yeterli olup
olmadığı incelenmelidir (Murat Atılgan,
§ 44).
ii. İlkelerin Olaya
Uygulanması
73. Somut olayda başvurucu Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi
Hastanesinde ameliyatı yapan doktor tarafından azarlandığını, üzerine çarşaf
fırlatılarak terslendiğini, bu suretle hakarete uğradığını iddia etmiş ve bu
iddialarla ilgili olarak Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunmuştur.
Başvurucunun gerçekleştiğini öne sürdüğü fillerin kişinin şeref ve itibarını
zedeleyebilecek nitelikte olduğu açıktır. Dolayısıyla olayda devletin etkili
yargısal sistem kurma, bu yolla caydırıcılığı sağlayacak ve başvurucunun manevi
zararlarını giderecek şekilde uygun yargısal tepki verme yükümlülüğünün
doğduğundan söz edilebilir.
74. Bu bağlamda öncelikle olayın gerçekleşme koşullarının tüm
yönleriyle açıklığa kavuşturulması yönündeki yükümlülüğün kamu makamlarınca ifa
edilip edilmediği incelenmelidir. Anayasa Mahkemesi bu yükümlülüğün yerine
getirilip getirilmediğini değerlendirirken kamu makamlarınca gerçekleştirilen
işlemleri bir bütün olarak ele almakta, bu çerçevede sadece başvuruya konu tam
yargı davasında yapılan işlemler değil yürütülmüşse ceza ve disiplin
soruşturmaları sonucunda elde edilen veriler de gözetilmektedir.
75. Suç duyurusunda bulunulması üzerine idare tarafından yapılan
ön soruşturmada başvurucunun doktor tarafından azarlandığı, üzerine çarşaf
fırlatılarak terslendiği, bu suretle hakarete uğradığı iddialarıyla ilişkin
olarak herhangi bir araştırma yapılmadığı, ön soruşturma sonucunda hazırlanan
22/11/2004 tarihli raporda bu hususta hiçbir açıklamaya yer verilmediği
görülmektedir. Dolayısıyla ceza soruşturmasının bir parçası olan ön
soruşturmanın olayın gerçekleşme koşullarının aydınlatılmasını sağlayacak
nitelikte gerçekleştirildiğinden söz edilemeyecektir.
76. Diğer taraftan başvurucunun bu iddialarıyla ilgili olarak
herhangi bir disiplin soruşturmasının da açılmadığı gözlemlenmektedir. Her ne
kadar disiplin soruşturması açılması idarenin takdirinde olsa da kamu
görevlilerinin şeref ve itibarı zedeleyici fiil işlediklerinin iddia olunduğu
ve özellikle ceza soruşturmasının gerekmediği vakıalarda disiplin soruşturması
yapılması, idari yargıda açılacak tam yargı davasının sonuçsuz kalmaması bakımdan
önem taşımaktadır. Şeref ve itibara yönelik müdahalenin kamu görevlilerinin söz
ve eylemlerinden kaynaklandığı ve olayın aydınlatılmasının ancak tanık
dinlenmesi ile mümkün olabildiği hallerde -idari yargıda tanık deliline
başvurulup başvurulamayacağı yolundaki tartışmaların varlığı gözetildiğinde-
tanık dinlemeyi de içerecek şekilde yürütülen bir disiplin soruşturması
devletin olayın maddi koşullarını aydınlatma
yükümlülüğünün ifası bakımından zorunlu bir hâl alabilir.
77. Somut olayda iddia olunan fiillerin açıklığa
kavuşturulmasının tanık dinlenmesini mecburi kıldığı açıktır. Bu fiillerin ceza
soruşturmasını gerekli kılmadığı gözetildiğinde olayla ilgili olarak en azından
disiplin soruşturması açılmasının zaruri hale geldiğinden söz edilebilir.
Başvurucu söz konusu şikayetlerini Cumhurbaşkanlığına, Hacettepe Üniversitesi
Rektörlüğüne, Ankara Tabip Odasına verdiği dilekçelerinde iletmiş olduğundan
kamu makamlarının söz konusu hakaret iddialarından haberdar olduğu konusunda
şüphe bulunmamaktadır. Buna karşılık kamu makamlarının, başvurucunun ameliyatı
yapan doktor tarafından azarlandığı ve üzerine çarşaf fırlatılarak terslendiği
şeklindeki şikayeti yönünden olayın kim tarafından nasıl gerçekleştirildiği
konusunda araştırmayı gerekli kılan bir durum olmasına rağmen disiplin
soruşturması dahi açmayarak hareketsiz kaldıkları ve söz konusu iddianın
araştırılmasına yönelik hiçbir işlem yapmadıkları anlaşılmıştır.
78. Aynı şekilde başvurucunun idare mahkemesinde açtığı tazminat
davası sürecinde de, ilk ameliyatını olduğu Hacettepe Üniversitesi Tıp
Fakültesi Hastanesinde kaldığı ilk iki gün oda ve yatak yokluğu gerekçesiyle
kemoterapi odasında yatırıldığını, ağrıları olduğunu söylediğinde hemşireler ve
ameliyatı yapan doktor tarafından azarlandığını, üzerine çarşaf fırlatılarak
terslendiğini ve bu suretle hakarete uğradığını ileri sürmesine karşın derece
mahkemesi tarafından söz konusu iddianın araştırılmasına yönelik adımların
atılmadığı ve kararda söz konusu iddialara yönelik hiçbir gerekçeye yer
verilmediği anlaşılmaktadır. Bu durumda yargısal makamlarca bu
değerlendirmelerin yapılmaması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığının
korunması ve geliştirilmesi hakkı bakımından pozitif yükümlülüklerin ihlal
edildiği sonucuna ulaşılmaktadır.
79. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence
altına alınan kişinin maddi ve manevi varlığının korunması hakkının ihlal
edildiğine karar verilmesi gerekir.
C. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal
Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
80. Başvurucu, yargılamanın çok uzun sürmesi nedeniyle makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
2. Değerlendirme
81. 31/7/2018 tarihli ve 30495 sayılı Resmî Gazete'de
yayımlanarak yürürlüğe giren 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Kanun'un 20.
maddesiyle 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine
Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'a
geçici madde eklenmiştir.
82. 6384 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddeye göre
yargılamaların uzun sürmesi ve yargı kararlarının geç veya eksik icra edilmesi
ya da icra edilmemesi şikâyetiyle Anayasa Mahkemesine yapılan ve bu maddenin
yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesi önünde derdest olan
bireysel başvuruların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul
edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat
üzerine Tazminat Komisyonu tarafından incelenmesi öngörülmüştür.
83. Anayasa Mahkemesi Ferat Yüksel kararında; yargılamaların makul sürede
sonuçlandırılmadığı ya da yargı kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da
hiç icra edilmediği iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce gerçekleştirilen
bireysel başvurulara ilişkin olarak Tazminat Komisyonuna başvuru imkânının
getirilmesine ilişkin yolu ulaşılabilir olma, başarı şansı sunma ve yeterli
giderim sağlama kapasitesinin bulunup bulunmadığı yönlerinden inceleyerek bu
yolun etkililiğini tartışmıştır (Ferat Yüksel,
§ 26).
84. Ferat Yüksel kararında özetle anılan başvuru
yolunun kişileri mali külfet altına sokmaması ve başvuruda kolaylık sağlaması
nedenleriyle ulaşılabilir olduğu, düzenleniş şekli itibarıyla ihlal iddialarına
makul bir başarı şansı sunma kapasitesinden mahrum olmadığı ve tazminat
ödenmesine imkân tanıması ve/veya bu mümkün olmadığında başka türlü telafi
olanakları sunması nedenleriyle potansiyel olarak yeterli giderim sağlama
imkânına sahip olduğu hususunda değerlendirmelerde bulunulmuştur (Ferat Yüksel, §§ 27-34). Bu gerekçeler
doğrultusunda Anayasa Mahkemesi, ilk bakışta ulaşılabilir olan ve ihlal
iddialarıyla ilgili başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesi
olduğu görülen Tazminat Komisyonuna başvuru yolu tüketilmeden yapılan
başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil
niteliği ile bağdaşmayacağı sonucuna vararak başvuru yollarının
tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermiştir (Ferat Yüksel, §§ 35, 36).
85. Mevcut başvurunun bu kısmı yönünden söz konusu karardan
ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.
86. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
D. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
87. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un "Kararlar" kenar
başlıklı 50. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
“(1)
Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine
karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2)
Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve
sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili
mahkemeye gönderilir.
...”
88. Anayasa Mahkemesinin Mehmet
Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında, ihlal sonucuna
varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi hususunda
genel ilkeler belirlenmiştir.
89. Mehmet Doğan
kararında özetle; uygun giderim yolunun belirlenebilmesi açısından öncelikle
ihlalin kaynağının belirlenmesi gerektiği vurgulanmıştır. Buna göre, ihlalin
mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin
(2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün
79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca kural olarak ihlali
ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın
bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmedilir (Mehmet Doğan, §§ 57-58).
90. Mehmet Doğan
kararında Anayasa Mahkemesi, yeniden yargılama yapmakla görevli derece
mahkemelerinin yükümlülüklerine ve ihlalin sonuçlarını gidermek amacıyla derece
mahkemelerince yapılması gerekenlere ilişkin açıklamalarda bulunmuştur. Buna
göre Anayasa Mahkemesinin tespit edilen ihlalin giderilmesi amacıyla yeniden
yargılama yapılmasına hükmettiği hâllerde ilgili usul kanunlarında düzenlenen
yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak yargılamanın yenilenmesi
sebebinin varlığının kabulü ve önceki kararın kaldırılması hususunda derece
mahkemesinin herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Zira ihlal kararı
verilen hallerde yargılamanın yenilenmesinin gerekliliği hususundaki takdir
derece mahkemelerine değil ihlalin varlığını tespit eden Anayasa Mahkemesine
bırakılmıştır. Derece mahkemesi Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında belirttiği
doğrultuda ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yapmakla
yükümlüdür (Mehmet Doğan, § 59).
91. Bu bağlamda derece mahkemesinin öncelikle yapması gereken
şey, bir temel hak veya özgürlüğü ihlal ettiği veya idari makamlar tarafından
bir temel hak veya özgürlüğe yönelik olarak gerçekleştirilen ihlali
gideremediği tespit edilen önceki kararını kaldırmaktır. Derece mahkemesi,
kararın kaldırılmasından sonraki aşamada ise Anayasa Mahkemesi kararında tespit
edilen ihlalin sonuçlarını gidermek için gereken işlemleri yapmak durumundadır.
Bu çerçevede ihlal, yargılama sırasında gerçekleştirilen usule ilişkin bir
işlemden veya yerine getirilmeyen usule ilişkin bir eksiklikten kaynaklanıyorsa
söz konusu usul işleminin hak ihlalini giderecek şekilde yeniden (veya daha
önce hiç yapılmamışsa ilk defa) yapılması icap etmektedir. Buna karşılık
ihlalin idari işlem veya eylemin kendisinden ya da (derece mahkemesince yapılan
veya yapılmayan usul işlemlerinden değil de) derece mahkemesi kararının
sonucundan kaynaklandığının Anayasa Mahkemesi tarafından tespit edildiği
hâllerde derece mahkemesinin usule dair herhangi bir işlem yapmadan doğrudan,
mümkün olduğunca dosya üzerinden önceki kararının aksi yönünde karar vererek
ihlalin sonuçlarını ortadan kaldırması gerekir (Mehmet Doğan, § 60).
92. Başvurucu, ihlalin tespitiyle yeniden yargılama yapılmasını
ve 200.000 TL maddi ve manevi tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.
1. Tıbbi İhmal Nedeniyle
Kişinin Maddi ve Manevi Varlığını Koruma Hakkının İhlali Yönünden
93. Başvuruda, başvurucunun vücut bütünlüğüne yönelik tıbbi
müdahale öncesinde rızasının alınmadığı ve riskler konusunda aydınlatılmadığı
iddiası yönünden derece mahkemelerince konuyla ilgili ve yeterli bir gerekçe
ortaya konulmadığından maddi ve manevi varlığının korunması hakkının ihlal
edildiği sonucuna varılmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin mahkeme
kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
94. Bu durumda maddi ve manevi varlığın korunması hakkının
ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmaktadır. Buna göre yapılacak yeniden yargılama ise 6216
sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve
sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda derece
mahkemelerince yapılması gereken iş, öncelikle ihlale yol açan mahkeme
kararının ortadan kaldırılması ve nihayet ihlal sonucuna uygun yeni bir karar
verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama
yapılmak üzere Ankara 12. İdare Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi
gerekir.
2. Şeref ve İtibar Hakkı
Bakımından Kişinin Maddi ve Manevi Varlığını Koruma Hakkının İhlali Yönünden
95. Başvuruda, başvurucunun ameliyatta görevli olan doktor
tarafından kendisine hakaret edildiği iddiası bakımından kamu makamlarınca söz
konusu iddianın araştırılmasına yönelik hiç bir işlem yapılmaması nedeniyle
şeref ve itibarın korunması hakkını güvenceye alan Anayasa’nın 17. maddesinin
birinci fıkrasında yer alan kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının
usul yönünün ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Başvurucunun şeref ve itibar
hakkına yönelik ihlal, kamu makamlarınca olayın gerçekleşme koşullarının
açıklığa kavuşturulmamasından kaynaklanmaktadır. Yukarıda ifade edildiği üzere
somut başvuru yönünden olayın maddi koşullarının açıklığa kavuşturulması
bakımından en etkili yol disiplin soruşturmasıdır. Dolayısıyla ihlalin asıl
kaynağının disiplin soruşturması yürütmekle görevli kamu otoritelerinin
hareketsiz kalması olduğu anlaşılmaktadır.
96. Bununla birlikte olayın 2004 yılında gerçekleştiği ve
disiplin soruşturması açılmasının belli zamanaşımı sürelerine tabi olduğu
gözetildiğinde disiplin soruşturması yapılmak üzere kararın bir örneğinin
ilgili kamu idaresine gönderilmesi yolunda bir giderime hükmedilmesinin doğru
olmayacağı değerlendirilmiştir.
97. Öte yandan başvurucu tarafından açılan tam yargı davasında
şeref ve itibarın korunması hakkına yönelik müdahale iddialarıyla ilgili
herhangi bir araştırma yapılmaması sebebiyle ihlalin bir ölçüde idare mahkemesi
kararından da kaynaklandığı söylenebilir ise de idari yargıda tanık
dinlenmesinin mümkün olup olmadığı yolundaki tartışmaların varlığı da
gözetildiğinde idare mahkemesinin maddi olayın gerçekleşme koşullarının ortaya
konulması bakımından disiplin soruşturmasının verilerine ihtiyaç duyduğu
ortadadır. Somut olayda disiplin soruşturması yapılmadığı dikkate alındığında
yeniden yargılamaya hükmedilmesinin pratikte bir faydasının olmayabileceği
değerlendirilmiştir. Bu nedenle yeniden yargılamaya hükmedilmesi gerekli
görülmemiştir.
98. Somut olayda şeref ve itibarın korunması hakkına yönelik
ihlalin giderimi bakımından yeniden yargılama yapılmasında fayda bulunmamakla
birlikte bu ihlal sebebiyle başvurucunun uğradığı manevi zararları karşılığında
başvurucuya net 5.500 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
99. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,90 TL harçtan ibaret
yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Kamuya açık belgelerde başvurucunun kimliğinin gizli
tutulması talebinin KABULÜNE,
B. 1. Kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal
edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın başvuru yollarının tüketilmemiş
olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
C. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan kişinin
maddi ve manevi varlığını koruma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
D. Kararın bir örneğinin tıbbi ihmal nedeniyle kişinin maddi ve
manevi varlığını koruma hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması
için yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 12. İdare Mahkemesine
(E.2006/1464, K.2012/1154) GÖNDERİLMESİNE,
E. Şeref ve itibar hakkı bakımından kişinin maddi ve manevi
varlığını koruma hakkının ihlali nedeniyle başvurucuya net 5.500 TL manevi
tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
F. 226,90 TL harçtan ibaret yargılama giderinin BAŞVURUCUYA
ÖDENMESİNE,
G. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve
Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına,
ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine
kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
4/7/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.