logo
Bireysel Başvuru Kararları Kullanıcı Kılavuzu English

(Orhan Hisar ve Şerife Özlem Hisar [1.B.], B. No: 2015/299, 31/10/2018, § …)
Kararlar Bilgi Bankasında yayınlanan karar metni
editöryal düzeltmelere tabi tutulmuş olabilir.
   


 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ORHAN HİSAR VE ŞERİFE ÖZLEM HİSAR BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2015/299)

 

Karar Tarihi: 31/10/2018

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Burhan ÜSTÜN

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Serruh KALELİ

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Hasan Tahsin GÖKCAN

Raportör Yrd.

:

Halil İbrahim DURSUN

Başvurucular

:

1. Orhan HİSAR

 

 

2. Şerife Özlem HİSAR

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, yanlış teşhis ve tedavi nedeniyle ölüme sebebiyet veren doktorlar hakkında soruşturma izni verilmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 7/1/2015 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

7. Başvurucular, 8/4/2014 tarihinde yaşamını yitiren A.H.nin anne ve babasıdır.

8. Başvurucuların 8/9/1998 tarihinde dünyaya gelen kızları A.H., yaşadığı sağlık sorunları nedeniyle birçok defa Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinde muayene olmuştur. Bu Hastanede yapılan tetkikler neticesinde A.H.nin hastalığına bir yaşındayken çölyak, altı yaşındayken otoimmün htiroidit, dokuz yaşındayken diyabet tanısı konulmuştur. A.H., bu Hastanede, konulan tanıya göre değişiklik gösteren birçok tedavi görmüştür.

9. Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinin 5/7/2011 tarihli raporuna göre A.H.nin bu tarihteki özür oranı %75'tir.

10. A.H. 16/1/2012 tarihinde Antalya 112 İl Ambulans Servisine ait bir kara ambulansıyla daha ileri tetkik ve tedavi için Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinden Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesine sevk edilmiştir. Başvurucular, yoğun bakım hastası olan ve solunum sıkıntısı çeken kızları A.H.nin hava ambulansı ile Ankara'ya götürülmesi gerekmesine rağmen kara ambulansıyla götürüldüğünü belirtmişlerdir.

11. A.H., sevk edildiği Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinde de çeşitli tedaviler görmüştür. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinin 7/9/2012 tarihli tek hekim raporunda, hastanın durumu ile ilgili olarak "(...) Çölyak yoktur. Troidit yoktur. Otoimmün poliglandule sendromu yoktur. Tip 1 diyabeti mevcuttur." değerlendirmeleri yapılmıştır. A.H. uzun süre burada tedavi görmesine rağmen kurtarılamayarak 8/4/2014 tarihinde yaşamını yitirmiştir.

12. Başvurucular, kızlarının hastalığına yanlış tanı konulduğu ve hatalı tıbbi tedavi uygulandığı iddiasıyla Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinin ilgili doktorları hakkında 21/11/2012 tarihinde -A.H. henüz yaşamını yitirmemişken- suç duyurusunda bulunmuşlardır. Antalya Cumhuriyet Başsavcılığı ise 4/11/1981 tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu uyarınca görevsizlik kararı vermiş ve bu kişiler hakkındaki soruşturma dosyasını Akdeniz Üniversitesi Rektörlüğüne göndermiştir.

13. Antalya Cumhuriyet Başsavcılığının anılan kararı üzerine Prof. Dr. İ.B. ve Prof. Dr. R.A. hakkında Üniversite Rektörlüğü tarafından soruşturma başlatılmıştır. Bu kapsamda soruşturmacı olarak atanan Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. F.F.E., hakkında şikâyet olan doktorların ifadesini almış; bunun yanı sıra olayla ilgili olarak çeşitli araştırmalar yapmış ve nihayetinde adı geçen doktorların ceza hukuku yönünden suç teşkil eden bir eyleminin bulunmadığı yönünde rapor hazırlamıştır.

14. Akdeniz Üniversitesi Rektörlüğü 22/5/2014 tarihinde, anılan soruşturma dosyasını dikkate alarakProf. Dr. İ.B. ve Prof. Dr. R.A. hakkında son soruşturma açılmasına gerek olmadığınakarar vermiştir.

15. Başvurucuların anılan karara yaptığı itiraz, Danıştay Birinci Dairesinin 15/10/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir.

16. Bu karar 13/12/2014 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir.

17. Başvurucular 7/1/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.

18. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla yapılan araştırmada; başvurucuların söz konusu olayla ilgili olarak Antalya 3. İdare Mahkemesinde tam yargı davası açtığı, Antalya 3. İdare Mahkemesinin 10/5/2016 tarihli kararla davanın reddine karar verdiği, bu kararın başvurucular tarafından temyiz edildiği görülmüştür. UYAP kayıtlarında temyiz incelemesinin sonuca bağlandığına ilişkin bir bilgi bulmadığı gibi bu konu ile olarak başvurucular tarafından Anayasa Mahkemesine herhangi bir bilgi ve belge de sunulmamıştır.

IV. İLGİLİ HUKUK

19. İlgili hukuk için bkz. Nafia Sevin Ergün Sefada ve diğerleri [GK], B. No: 2014/14844, 1/12/2016, §§ 34-36; Nimet Bacaklılar [GK], B. No: 2014/19349, 15/3/2018, §§45-50.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

20. Mahkemenin 31/10/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucuların İddiaları

21. Başvurucular, Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi doktorlarının yanlış tanı koyması ve hatalı tedavi uygulaması nedeniyle A.H.nin yaşamını yitirdiğini ileri sürmüşlerdir. Başvurucular Ankara'da uygulanan biyopsi işlemi neticesinde kızlarının çölyak hastası olmadığının anlaşıldığını, yanlış tanı, tedavi ve ilaç uygulaması nedenleriyle yaşam hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir. Başvurucular ayrıca kızlarının enfeksiyonlu bir hasta ile aynı odaya alındığını, kızlarının hava ambulansı ile Ankara'ya götürülmesi gerekirken kara ambulansı ile Ankara'ya götürüldüğünü, kızlarının bu nedenlerle adeta ölüme terk edildiğini iddia etmişlerdir. Başvurucular, Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinin ilgili doktorları hakkında etkili bir ceza soruşturması yürütülmeksizin Rektörlük tarafından men-i muhakeme kararı verildiğini, bu karara yaptıkları itirazın ise Danıştay tarafından gerekçesiz bir şekilde reddedildiğini, suçun unsurlarının çarpıtıldığını, hasta dosyasındaki bazı belgelerin eksik olması nedeniyle adil bir karar verilmediğini, bu nedenlerle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmişlerdir. Başvurucular, Rektörlüğün kendi personeli hakkında verdiği men-i muhakeme kararının tarafsızlığından söz edilemeyeceğini, söz konusu kararın tarafsız kişilerce verilmediğini ileri sürmüşlerdir.

B. Değerlendirme

22. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucular, temel olarak kızları A.H.nin yaşamının korunamamasından ve olay hakkında etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesinden şikâyet etmektedirler. Bu sebeple başvurucuların tüm iddialarının yaşam hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

23. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

 “Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.

24. Anayasa’nın 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “Devletin temel amaç ve görevleri, (...) kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”

25. Yaşam hakkının doğal niteliği gereği, yaşamını kaybeden kişi açısından bu hakka yönelik bir başvuru ancak ölen kişinin mağdur olan yakınları tarafından yapılabilecektir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 41). Somut olayda başvurucular, ölen kişinin anne ve babasıdır. Bu nedenle başvuru ehliyeti açısından bir eksiklik bulunmamaktadır.

26. Somut olayda başvuru ehliyeti açısından bir eksiklik bulunmamakla birlikte başvurunun başvuru yollarının tüketilmesi kuralı yönünden ayrıca değerlendirilmesi gerekir.

27. Somut olayda başvurucular, tüm ihlal iddialarını doktorlar hakkındaki ceza soruşturması kapsamında ileri sürmüş olup devam eden tam yargı davası ilgili olarak herhangi bir ihlal iddiasında bulunmamışlardır.

28. Bu durumda somut olayda öncelikle etkili yargısal sistem kurma yönündeki pozitif yükümlülüğün başvuruculara idare mahkemeleri önünde açabilecekleri bir tam yargı davası yolu imkânının sağlanmasıyla yerine getirilmiş sayılıp sayılamayacağı hususunun değerlendirilmesi gerekir.

29. Bu değerlendirmede öncelikle devletin yaşam hakkı kapsamındaki yükümlülüklerinin çerçevesinin belirlenmesi gerekir.

30. Anayasa'nın 17. maddesinde düzenlenen yaşam hakkı, Anayasa'nın 5. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde devlete pozitif ve negatif ödevler yükler. Devletin negatif bir yükümlülük olarak yetki alanında bulunan hiçbir bireyin yaşamına kasıtlı ve hukuka aykırı olarak son vermeme, bunun yanı sıra pozitif bir yükümlülük olarak yine yetki alanında bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını gerek kamusal makamların gerek diğer bireylerin gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, §§ 50, 51).

31. Söz konusu pozitif yükümlülük, sağlık alanında yürütülen faaliyetleri de kapsamaktadır. Devlet, sağlık hizmetlerini -ister kamu isterse özel sağlık kuruluşları tarafından yerine getirilsin- hastaların yaşamlarının korunmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır (Nail Artuç, B. No: 2013/2839, 3/4/2014, § 35).

32. Pozitif yükümlülüklerin korumaya ilişkin maddi yönünün yanı sıra usule ilişkin bir yönü de bulunmaktadır. Bu yükümlülük, doğal olmayan her ölüm olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili bir soruşturma yürütmeyi gerektirir. Bu soruşturmanın temel amacı, yaşam hakkını koruyan hukukun etkili bir şekilde uygulanmasını ve varsa sorumluların hesap vermelerini sağlamaktır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 54).

33. Yaşam hakkına ilişkin bu usul yükümlülüğü olayın niteliğine bağlı olarak cezai, hukuki ve idari nitelikteki soruşturmalarla yerine getirilebilir. Kasten veya kötü muamele sonucu meydana gelen ölüm olaylarında Anayasa'nın 17. maddesi gereğince devletin sorumluların tespitini ve cezalandırılmalarını sağlayabilecek nitelikte bir cezai soruşturma yürütme yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu tür olaylarda idari soruşturmalar ve tazminat davaları sonucunda idari bir yaptırım veya tazminata hükmedilmesi ihlali gidermek ve dolayısıyla mağdur sıfatını ortadan kaldırmak için yeterli değildir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 55).

34. Ancak kasıtlı olmayan fiiller nedeniyle meydana gelen ölüm olaylarına ilişkin soruşturma yükümlülüğü açısından farklı bir yaklaşım benimsenebilir. Bu kapsamda yaşam hakkının veya vücut bütünlüğünün ihlaline kasten sebebiyet verilmediği durumlarda pozitif yükümlülük her olayda mutlaka ceza davası açılmasını gerektirmez. Mağdurlara hukuki, idari ve hatta disiplinle ilgili hukuk yollarının açık olması yeterli olabilir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 59).

35. Bu yaklaşım, tıbbi hata sonucu meydana geldiği ileri sürülen ölüm olayları için de geçerlidir. Diğer taraftan bu şekildeki bir kabul, bu tür olaylarda yürütülen ceza soruşturmalarının Anayasa Mahkemesi tarafından değerlendirilmeyeceği anlamına da gelmemektedir. Ancak ilke olarak tıbbi hatalara ilişkin şikâyetler konusunda temel başvuru yolu, hukuki sorumluluğu tespit adına takip edilecek olan hukuk veya idari tazminat davası yoludur (Zeki Kartal, B. No: 2013/2803, 21/1/2016, § 78; Nail Artuç, § 38).

36. Bununla birlikte kasıtlı olmayan fiiller nedeniyle meydana gelen ölüm olaylarında kamu makamlarının muhakeme hatası veya dikkatsizliği aşan bir kusuru olduğu veya olası sonuçların farkında olmalarına rağmen söz konusu makamların kendilerine verilen yetkiler kapsamında tehlikeli bir faaliyet nedeniyle oluşan riskleri bertaraf etmek için gerekli ve yeterli önlemleri almadığı durumlarda ilgililer diğer hukuk yollarına başvurmuş olsalar dahi kişilerin hayatının tehlikeye girmesine neden olanlar hakkında bir ceza soruşturması yürütülmesi gerekir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 60).

37. Aynı durum yetkili kişi ve kurumların mesleki ödevlerini hiçe sayarak sağlık kuruluşlarına başvuran hastanın hayatına veya vücut bütünlüğüne zarar vermeleri hâlinde sağlık alanında yürütülen faaliyetlerde de geçerlidir (Kenan Sayın, B. No: 2013/5376, 14/10/2015, § 47; Nafia Sevin Ergün Sefada ve diğerleri, § 68).

38. Görüldüğü üzere yaşam hakkı kapsamında devletin sahip olduğu "etkili yargısal sistem kurma" yönündeki pozitif yükümlülük, olayın niteliğine bağlı olarak farklı nitelikteki hukuki yolların etkili yürütülmesiyle yerine getirilmiş sayılabilmektedir. Bu durumda başvuruya konu ölüm olayının niteliğinin belirlenmesi önem arz etmektedir.

39. Başvuru formu ve eklerinde başvurucuların yaşadığı üzüntü verici olayın kasti bir tutumdan kaynaklandığını gösteren herhangi bir bilgi ve belge bulunmamaktadır. Olayın meydana geldiği koşullar da bu bağlamda herhangi bir şüphe uyandırmamaktadır. Nitekim başvurucular da söz konusu olayın ilgili sağlık personeli tarafından kızlarına zarar verme kastıyla gerçekleştirildiği yönünde bir iddia ileri sürmemişlerdir.

40. Esasen mevcut başvurunun merkezinde tanıda ve tedavide yapıldığı iddia edilen bir hata yer almaktadır. Bu gibi olaylar ise Anayasa Mahkemesince tıbbi değerlendirme hatası olarak nitelendirilmektedir. Başvuru formu ve eklerinde, hastanın Antalya'dan Ankara'ya hava ambulansı yerine kara ambulansı ile götürülmesinin hastanın sağlık durumunun bozulmasına doğrudan bir etkisinin olduğuna ilişkin bir bilgi ve belge de bulunmamaktadır. Başvurucuların iddiaları dikkate alındığında idare mahkemesinde görülen tam yargı davasının yaşam hakkı kapsamındaki varsa mağduriyeti ortadan kaldırabileceği değerlendirilmiştir. Dolayısıyla Anayasa’nın 17. maddesi bağlamında devletin sahip olduğu etkili yargısal sistem kurma yönündeki pozitif yükümlülük, somut olayda mağdurlara tazminat davası açma yolunun sağlanması ile yerine getirilmiş sayılabilir.

41. Bu itibarla Türk hukuk sistemindeki mevcut hukuki yollardan oluphem idarenin mesuliyetini saptayabilecek hem de gerektiği takdirde zararın ödenmesini sağlayabilecek olan tam yargı davası yolunun somut olayda öncelikle tüketilmesi gereken bir başvuru yolu olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Bu durumda yaşam hakkının ihlal edildiği yönündeki iddianın -idare mahkemesi önündeki yargılama kesin olarak sona ermediğinden- bu aşamada incelenmesi mümkün değildir.

42. Açıklanan gerekçelerle başvurunun diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden ayrıca incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

B. Yargılama giderlerinin başvurucular üzerinde BIRAKILMASINA 31/10/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

I. KARAR KİMLİK BİLGİLERİ

Kararı Veren Birim Birinci Bölüm
Karar Türü (Başvuru Sonucu) Kabul Edilemezlik vd.
Künye
(Orhan Hisar ve Şerife Özlem Hisar [1.B.], B. No: 2015/299, 31/10/2018, § …)
   
Başvuru Adı ORHAN HİSAR VE ŞERİFE ÖZLEM HİSAR
Başvuru No 2015/299
Başvuru Tarihi 7/1/2015
Karar Tarihi 31/10/2018

II. BAŞVURU KONUSU


Başvuru, yanlış teşhis ve tedavi nedeniyle ölüme sebebiyet veren doktorlar hakkında soruşturma izni verilmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

III. İNCELEME SONUÇLARI


Hak Müdahale İddiası Sonuç Giderim
Yaşam hakkı Tıbbi ihmal veya sağlık hizmetlerine erişememe sonucu ölüm Başvuru Yollarının Tüketilmemesi

IV. İLGİLİ HUKUK



Mevzuat Türü Mevzuat Tarihi/Numarası - İsmi Madde Numarası
Kanun 6098 Türk Borçlar Kanunu 74
  • pdf
  • udf
  • word
  • whatsapp
  • yazdir
T.C. Anayasa Mahkemesi