TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
NİHAL SOYDAN BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2015/3112)
Karar Tarihi: 23/1/2019
Başkan
:
Engin YILDIRIM
Üyeler
Recep KÖMÜRCÜ
Muammer TOPAL
M. Emin KUZ
Rıdvan GÜLEÇ
Raportör
Özgür DUMAN
Başvurucu
Nihal SOYDAN
Vekili
Av. Zeki SOYDAN
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru ihtiyati haciz yüzünden uğranılan zararın giderilmemesi ve bu tedbirin makul bir süreyi aşması nedenleriyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 19/2/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu avukat olup İstanbul'da ikamet etmektedir.
A. Uyuşmazlığın Arka Planı
9. Edirne ili Uzunköprü ilçesine bağlı Harmanlı köyünde bulunan 153 ada 26 parsel sayılı akaryakıt istasyonu vasfındaki taşınmazın tapu kaydına göre maliki olan V.S., S. Petrol Tic. Ltd. Şti.nin bir bankadan kullandığı krediye müştereken ve müteselsilen kefil olmuştur. Banka 8/7/1997 tarihli bir ihtarname göndererek 4.532 TL tutarındaki alacağın ödenmesini talep etmiş, İstanbul 9. Asliye Ticaret Mahkemesinin 22/8/1997 tarihli kararı ile V.S.ye ait taşınmazların tapu kaydına ihtiyati haciz konulmuştur. Banka 28/8/1997 tarihinde İstanbul 6. İcra Müdürlüğünde ilamsız icra takibi başlatmıştır.
10. Bu arada başvurucu ile V.S. arasında 9/6/1997 tarihinde söz konusu taşınmaza yönelik olarak satış vaadi sözleşmesi düzenlenmiş, bu taşınmazın tapu kaydına İstanbul 9. İcra Müdürlüğünce 12/6/1997 tarihinde haciz şerhi ile başvurucu lehine satış vaadi sözleşmesi; İstanbul 6. İcra Müdürlüğünce de 9/7/1997 tarihinde haciz şerhi konulmuştur.
11. Borçluların itirazı üzerine Banka, İstanbul 8. Asliye Ticaret Mahkemesinde itirazın iptali davası açmış, 15/12/1998 tarihinde davanın kısmen kabulüne karar verilmiş, başvuru formu ve eklerinde belirtilmeyen bir tarihte bu karar kesinleşmiştir. Ancak kararın kesinleşmesinden itibaren iki yıl içinde haczedilen taşınmazların satışının istenilmemesi nedeniyle 3/3/2001 tarihinde hacizler fekkedilmiştir. Kayıt maliki V.S. 21/1/2004 tarihinde vefat etmiş, 15/3/2005 tarihinde alacaklı vekilinin talebi ile icra takibi yenilenmiştir.
12. Alacaklı vekilinin talebiyle 18/7/2001 tarihinde borçlular hakkında aciz belgesi verilmiş ancak başvurucunun aynı konu hakkındaki ilk şikâyetinin reddedilmesine rağmen ikinci bir şikâyeti üzerine İstanbul 8. İcra Hukuk Mahkemesi 1/5/2008 tarihinde icra müdürlüğünce tasarrufun iptali davasına esas olmak üzere aciz belgesi tanzim edilemeyeceği gerekçesiyle şikâyetin kabulüne ve muvakkat aciz belgesinin iptaline karar vermiştir.
B. Tasarrufun İptali Davası ve İhtiyati Tedbir Süreci
13. Banka tarafından 5/11/1998 tarihinde İstanbul 7. Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) tasarrufun iptali davası açılmıştır. Mahkeme davacının talebiyle uyuşmazlık konusu taşınmazın tapu kaydındaki satış vaadi gereğince satış vaadi lehdarı Nihal Soydan adına tescil yapılmaması ve satış vaadi akdinin üçüncü şahıslar lehine devir ve temlik edilmemesi için ihtiyati tedbir konulmasına karar vermiştir.
14. Mahkeme 30/11/1999 tarihinde tasarrufun iptali şartlarının gerçekleşmediği gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir. Bu karar Yargıtay 15. Hukuk Dairesince 10/4/2000 tarihinde bozulmuştur.
15. Bozma kararına uyan Mahkeme 20/11/2001 tarihinde bu defa dava şartlarının gerçekleşmediği gerekçesiyle davayı reddetmiştir. Temyiz edilen karar aynı Daire tarafından 25/9/2002 tarihinde bozulmuştur.
16. Mahkeme 16/3/2006 tarihinde; kesin mehil içinde aciz vesikasının ibraz edilmediği, yenilenen icra dosyasının takipsiz bırakıldığı, konulan haczin İcra Müdürlüğünce kaldırıldığı gerekçeleriyle davanın reddine karar vermiştir. Bununla birlikte temyiz edilen hüküm, yargılama sırasında ölen davalı V.S.nin terekesinin defterinin tutulması işleminin sonucunun beklenilmesi gerektiği belirtilerek Yargıtay 17. Hukuk Dairesinin 30/10/2007 tarihli kararıyla bozulmuştur.
17. Bozma kararı sonrası Mahkeme 26/6/2008 tarihinde taraflarca takip edilmeyen davanın işlemden kaldırılmasına karar vermiş, 20/10/2008 tarihinde de üç aylık kanuni süresi içinde yenilenmediği gerekçesiyle davanın açılmamış sayılmasına karar vermiştir. Mahkeme ayrıca 12/12/2008 tarihinde ihtiyati haciz ve tedbir kararlarının kaldırılması için ilgili yerlere müzekkere yazılmasına karar vermiştir. Temyiz edilen karar Daire tarafından 16/11/2009 tarihinde onanmıştır. Bu mahkemenin kapatılması üzerine dava dosyası İstanbul 4. Asliye Hukuk Mahkemesine devredilmiş, bu dosyada davacı Bankanın karar düzeltme talebi aynı Daire tarafından 25/2/2010 tarihinde davanın açılmamış sayılması kararlarına karşı karar düzeltme yoluna gidilemeyeceği gerekçesiyle reddedilmiştir.
C. Tazminat Davası Süreci
18. Başvurucu 4/5/2009 tarihinde davalı Banka aleyhine İstanbul 7. Asliye Hukuk Mahkemesinde haksız ihtiyati tedbirden doğan maddi ve manevi zararlarının giderilmesi talebiyle tazminat davası açmıştır. Bu mahkemenin kapatılması üzerine yargılamaya dosyanın devredildiği İstanbul 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde devam edilmiştir. Mahkemece maddi zararın hesabı yönünden alınan 6/3/2012 tarihli bilirkişi raporunda; avukat olan başvurucunun taşınmazı işletemeyeceği, bununla birlikte akaryakıt istasyonunun işletilmemesinden doğan zararın 239.970,15 TL olarak hesaplandığı, başvurucunun kendi işletemese de kiraya vererek işletebileceği taşınmazda gelir kaybının ise keşif yapılarak belirlenebileceği bildirilmiştir.
19. 4/10/2012 tarihinde maddi tazminat yönünden davanın reddine, manevi tazminat yönünden ise davanın kabulüne ve 5.000 TL tutarındaki manevi tazminatın davalıdan alınarak başvurucuya ödenmesine karar verilmiştir.
20. Kararın gerekçesinde, başvurucunun avukat olup davalı Bankanın borçlusu V.S.nin vekili Z.S.nin eşi olduğu, buna göre borçlu olduğunu bildiği V.S.den mal alarak dava açılmasına kendisinin sebebiyet verdiği vurgulanarak reddedilen şikâyetine rağmen başvurucunun ikinci kez şikâyette bulunarak aciz vesikasının iptalini ve tasarrufun iptali davasının sonuçsuz kalmasını sağladığı belirtilmiştir. Kararda davalı Bankanın işlemlerinin alacağın tahsiline yönelik olduğu, kendi haksız davranışlarıyla mal edinen başvurucunun bu taşınmazı işletemediği gerekçesiyle davalıdan maddi tazminat talep edemeyeceği ifade edilerek bununla birlikte davalı tarafından açılan tasarrufun iptali davasının açılmamış sayılmasına karar verilmesiyle yine davalının talebiyle konulan haczin haksız haciz konumuna düştüğü kabul edilmiş ve bu durumun manevi tazminatı gerektirdiği sonucuna varılmıştır. Ayrıca hükmedilen manevi tazminata, davanın açılmamış sayılmasına karar verildiği 20/10/2008 tarihinden itibaren yasal faiz işletilmiştir.
21. Karar taraflarca temyiz edilmiştir. Davalı Bankanın temyiz talebini süre yönünden reddeden Yargıtay 4. Hukuk Dairesi 25/3/2014 tarihinde başvurucunun temyiz talebini de reddederek ilk derece mahkemesinin hükmünü onamıştır. Başvurucunun karar düzeltme talebi ise aynı Dairenin 18/12/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir.
22. Nihai karar başvurucuya 23/1/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir.
23. Başvurucu 19/2/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
24. İlgili hukuk için bkz. Hesna Funda Baltalı ve Baltalı Gıda Hayvancılık San. ve Tic. Ltd. Şti. (GK), B. No: 2014/17196, 25/10/2018, §§ 23-39.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
25. Mahkemenin 23/1/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. İhtiyati Tedbirin Haksız Olduğu Şikâyeti Yönünden Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
26. Başvurucu, tasarrufun iptali davasında satış vaadi sözleşmesine konu taşınmazın kendisine devrinin engellenmesi için ihtiyati tedbir konulduğunu belirtmiştir. Başvurucu yargılama sonunda davanın açılmamış sayılmasına karar verilmekle haksız olduğu belirlendiği hâlde bu tedbir nedeniyle uğradığı maddi zararlarının tazmini talebinin reddedildiğinden yakınmıştır. Başvurucuya göre tedbiri koyduran Banka, objektif kusursuz sorumluluk hükümlerine göre haksız çıkan tedbirden sorumlu olmalıdır. Başvurucu tazminat talebinin reddine ilişkin hükme esas alınan icra mahkemesine yaptığı ikinci şikâyetin farklı bir hukuki sebebe dayandığını ve ayrıca söz konusu taşınmazın iktisabının haklı olup olmadığının da davanın konusu olmadığını ifade etmiştir. Başvurucu bu sebeple talep dışında ve ilgisiz bir gerekçeyle davanın reddedildiğini, Yargıtay kararlarında da gerekçe bulunmadığını belirtmiştir. Başvurucu sonuç olarak bu gerekçelerle adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
27. Anayasa’nın 35. maddesi şöyledir:
"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."
28. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu, haksız ve hukuka aykırı olarak ihtiyati haciz kararı verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının da ihlal edildiğini ileri sürmekte ise de başvurucunun temel iddiasının ihtiyati haciz kararı verilmesi nedeniyle mülkiyet hakkı ile ilgili olduğu anlaşılmış; başvurucunun bu iddiasının bir bütün hâlinde mülkiyet hakkının ihlali iddiası kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
29. Başvuruya konu ihtiyati haciz konulan taşınmaz tapuda başvurucu adına kayıtlı değildir. Bununla birlikte söz konusu taşınmazın 1997 yılında satış vaadi sözleşmesine konu olduğu, bu sözleşme çerçevesinde bedeli mukabilinde taşınmazın başvurucuya satışının vaad edildiği, bu sözleşmenin tapu kaydına da şerh edildiği görülmektedir. Ancak taşınmazın kayıt malikinin borcu sebebiyle Banka tarafından açılan tasarrufun iptali davasında Mahkemece verilen ihtiyati tedbir kararıyla taşınmazın başvurucuya tapuda devri engellenmiştir. Dolayısıyla ekonomik bir değer ifade eden satış vaadi sözleşmesi çerçevesindeki edimin başvurucu yönünden Anayasa'nın 35. maddesi anlamında mülk teşkil ettiği hususu tartışmadan varestedir (benzer yönde bkz. İlyas Yılmaz, B. No: 2015/1927, 22/3/2018, §§ 53-54).
a. Genel İlkeler
30.30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında, açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Anayasa Mahkemesince kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Bu bağlamda başvurucunun ihlal iddialarını kanıtlayamadığı, temel haklara yönelik bir müdahalenin olmadığı veya müdahalenin meşru olduğu açık olan başvurular ile karmaşık veya zorlama şikâyetlerden ibaret başvurular açıkça dayanaktan yoksun kabul edilebilir (Hikmet Balabanoğlu, B. No: 2012/1334, 17/9/2013, § 24).
31. Başvuru konusu olayda özel kişiler arasındaki borç ilişkisi nedeniyle alacaklının alacağının zamanında ödenmesini teminat altına almak amacıyla borçlunun taşınmazı üzerindeki tasarruf yetkisinin bir mahkeme kararına dayalı olarak geçici olarak kısıtlanması söz konusudur. Buna göre başvurucunun mülkiyet hakkına yönelik olarak kamu makamlarınca doğrudan yapılan bir müdahale mevcut değildir. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesi daha önce pek çok kararında kimi durumlarda özel kişiler arasındaki uyuşmazlıklarda dahi devlete düşen pozitif yükümlülükler olduğunu kabul etmiştir (Türkiye Emekliler Derneği, B. No: 2012/1035, 17/7/2014, § 34; Eyyüp Boynukara, B. No: 2013/7842, 17/2/2016, §§ 39-41; Osmanoğlu İnşaat Eğitim Gıda Temizlik Hizmetleri Petrol Ürünleri Sanayi Ticaret Limited Şirketi A.Ş., B. No: 2014/8649, 15/2/2017, § 44; Selahattin Turan, B. No: 2014/11410, 22/6/2017, §§ 36-41).
32. Anayasa'nın 35. maddesinde bir temel hak olarak güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkının gerçekten ve etkili bir şekilde korunabilmesi yalnızca devletin müdahaleden kaçınmasına bağlı değildir.Anayasa'nın 5. ve 35. maddeleri uyarınca devletin mülkiyet hakkının korunmasına ilişkin pozitif yükümlülükleri de bulunmaktadır. Bu pozitif yükümlülükler kimi durumlarda özel kişiler arasındaki uyuşmazlıklar da dâhil olmak üzere mülkiyet hakkının korunması için belirli tedbirlerin alınmasını gerektirmektedir (Eyyüp Boynukara, §§ 39-41; Osmanoğlu İnşaat Eğitim Gıda Temizlik Hizmetleri Petrol Ürünleri Sanayi Ticaret Limited Şirketi A.Ş., § 44).
33. Ancak hemen belirtmek gerekir ki bazı durumlarda devletin pozitif ve negatif yükümlülüklerinin birbirinden ayrılması da mümkün olamamaktadır. Üstelik devletin ister pozitif isterse de negatif yükümlülükleri söz konusu olsun uygulanacak ilkeler de çoğunlukla önemli ölçüde benzeşmektedir (Hesna Funda Baltalı ve Baltalı Gıda Hayvancılık San. ve Tic. Ltd. Şti., § 70) .
34. Anayasa'nın 5. ve 35. maddeleri uyarınca devletin pozitif yükümlülükleri çerçevesinde -özel kişiler arası uyuşmazlıklar ile ilgili olsun ya da olmasın- yargı kararlarının uygulanması ve kişilerin alacaklarına kavuşması bakımından etkili bir icra sistemi kurma sorumluluğu bulunmaktadır. Özel kişiler arasındaki uyuşmazlıklarda devletin mülkiyet hakkına ilişkin pozitif yükümlülükleri, karşılıklı hak ve menfaatler dengesine dayanmaktadır. Alacakların icrasına ilişkin süreç bakımından da durum böyledir (Hesna Funda Baltalı ve Baltalı Gıda Hayvancılık San. ve Tic. Ltd. Şti., § 71).
35. Devlet bu sistemi kurarken gerek alacaklının gerekse de borçlu ve diğer ilgili üçüncü kişilerin hak ve menfaatlerini gözetmek, kişilerin mülkiyet haklarının korunması için gerekli tedbirleri almak durumundadır. Buna göre bir yandan alacaklının mülkiyet hakkında bulunan alacağına kavuşması için etkin bir icra yolunun oluşturulması, diğer yandan da icradan etkilenen borçlu ve diğer ilgili kişilere, mülkiyet haklarına yapılan müdahalelerin keyfî veya hukuka aykırı olduğunu ileri sürebilmeleri için etkin biçimde itiraz edebilme olanağının tanınması gerekmektedir (Hesna Funda Baltalı ve Baltalı Gıda Hayvancılık San. ve Tic. Ltd. Şti., § 72).
b. İlkelerin Olaya Uygulanması
36. Somut olayda başvurucunun satış vaadi sözleşmesine konu taşınmazın tapu kaydına, kayıt malikinden alacaklı olan Banka tarafından açılan tasarrufun iptali davasında ihtiyati tedbir şerhi konulmuştur. İhtiyati tedbir şerhiyle satış vaadi sözleşmesi çerçevesinde taşınmazın başvurucuya devri engellenmiştir. Ancak yapılan yargılama sonunda tedbir şerhinin konulduğu bu davanın açılmamış sayılmasına karar verilmiştir. Başvurucu ihtiyati tedbir şerhi haksız çıktığı hâlde maddi zararlarının karşılanmadığından yakınmaktadır.
37. Başvurucu belirtilen iddiasını derece mahkemeleri önünde de dile getirmiştir. İlk derece mahkemesinin kararında, başvurucunun borcu bilerek taşınmazı satın aldığı ve ilk şikâyeti reddedilmesine rağmen aynı konudaki ikinci şikâyetiyle aciz vesikasını iptal ettirdiği için tasarrufun iptali davasının sonuçsuz kaldığı belirtilmiştir. Anılan kararda esas itibarıyla davalı Bankanın yasal hakları çerçevesinde ihtiyati haczi koydurduğu gerekçesiyle başvurucunun maddi tazminat talep edemeyeceği kabul edilmiştir.
38. İhtiyati haczin hukuka aykırı veya haksız olup olmadığının tespiti -kural olarak- öncelikle delilleri ilk elden değerlendirme imkânına sahip olan derece mahkemelerinin takdirindedir. Buna göre Anayasa Mahkemesinin açıkça keyfî olmadığı veya bariz bir takdir hatası içermediği sürece delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının yorumlanmasına müdahalesi söz konusu olamaz. Anayasa Mahkemesinin görevi somut olay bağlamında özel kişiler arasında görülen uyuşmazlığın çözümüyle ilgili olarak mülkiyet hakkının korunmasının gerekliliklerine uygun hareket edilip edilmediği ve devlete düşen pozitif yükümlülüklerin yerine getirilip getirilmediğini tespit etmekten ibarettir.
39. Başvuru konusu olayda da başvurucu ihtiyati haczin hukuka aykırı olarak konulduğuna dair iddia ve itirazlarını sunabilme imkânı bulmuş, derece mahkemeleri tarafların delillerini ilgili hukuk kuralları çerçevesinde yorumlamak suretiyle bir sonuca olayın maddi tazminatı gerektirmediği sonucuna varmışlardır. İlk derece mahkemesinin maddi tazminata ilişkin kararındaki gerekçenin keyfî olmayıp konu ile ilgili ve yeterli olduğu değerlendirilmiştir. Yargıtay Dairesinin kararlarında, temyiz edilen söz konusu kararı usul ve kanuna uygun gördüğünü belirtmiş olması da kararların gerekçesiz olduğunu göstermez.
40. Bu durumda ihtiyati haczin haksız konulduğu şikâyeti yönünden devletin mülkiyet hakkına ilişkin pozitif yükümlülüklerinin somut olayda yerine getirildiği sonuca varıldığından, bu şikâyet yönünden bir ihlalin olmadığı açıktır.
41. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. İhtiyati Tedbir Sürecinin Makul Sürede Sonuçlanmadığı Şikâyeti Yönünden Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
42. Başvurucu ayrıca ihtiyati tedbir sürecinin makul sürede sonuçlanmadığından yakınmıştır. Başvurucuya göre söz konusu tedbirin 10 yıl 1 ay sürmesi yargılama makamlarından ve dolayısıyla kamu gücü işleminden kaynaklanmıştır. Başvurucu tedbirin bu şekilde makul süreyi aşmasının mülkiyet hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür.
a. Kabul Edilebilirlik Yönünden
43. Öncelikle sadece ihtiyati haciz talep edenin sorumluluğu ile sınırlı olarak tazminat ödenmesini öngören 2004 sayılı Kanun'un 259. maddesindeki tazminat davası kamu makamlarının sorumluluğu ile ilgili ihtiyati haczin makul süreyi aştığı şikâyeti yönünden etkili bir hukuk yolu değildir (Hesna Funda Baltalı ve Baltalı Gıda Hayvancılık San. ve Tic. Ltd. Şti., §§ 58-62). Dolayısıyla başvurucunun belirtilen bu şikâyeti ile ilgili olarak etkili bir başvuru yolunun mevcut olmadığı da gözetildiğinde açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
44. Anayasa Mahkemesi daha önce benzer bir şikâyeti Hesna Funda Baltalı ve Baltalı Gıda Hayvancılık San. ve Tic. Ltd. Şti. başvurusunda incelemiş ve sonuca bağlamıştır.
45. Anayasa Mahkemesi muhtemel bir alacağın güvence altına alınarak etkisizleşmesinin önüne geçilmesi amacıyla ihtiyaç duyulan tedbirlerin alınması ve bu tedbirler kapsamında kamu makamlarının mülk üzerinde belirli bir süreyle hukuki tasarruflarda bulunulmasının sınırlandırılması bakımından geniş bir takdir yetkisi bulunduğunu kabul etmiştir. Ancak devletin mülkiyet hakkına ilişkin pozitif yükümlülükleri çerçevesinde yapılan inceleme sonucunda söz konusu tedbirlerin uygulanmasının mülk sahibine kaçınılmaz olandan aşırı bir külfet de yüklememesi gerektiği vurgulanmıştır. Bu doğrultuda hukuki ilişkinin diğer tarafının haklarını korumak için tedbiri uygulayan kamu makamlarının söz konusu tedbirin başvurucunun mülkiyet hakkına etkilerini de gözetmesi ve ölçüsüz bir müdahaleye yol açmaması gerekmektedir (Hesna Funda Baltalı ve Baltalı Gıda Hayvancılık San. ve Tic. Ltd. Şti., § 79).
46. Buna göre mülkiyet hakkını sınırlandıran bir tedbirin uygulanmasının ölçülü olabilmesi için ise gerek kapsamı gerekse de süresi itibarıyla orantılı olarak uygulanması gerekmektedir. Bireylerin mülkiyet haklarıyla ilgili olarak bu ve benzeri tedbirlerin uygulanmasının zarara yol açması kaçınılmazdır. Ancak bu zararın kaçınılmaz olandan ağır veya aşırı sonuçlara da yol açmaması veya böyle bir zararın oluşması durumunda kamu makamlarınca uygun yöntem ve vasıtalarla makul sürede gideriminin sağlanması gerekmektedir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına müdahale teşkil eden tedbirler uygulanması ve bu tedbirlerin belirli bir süre de devam etmesi ancak bireye şahsi olarak aşırı bir külfet yüklemediği takdirde ölçülü görülebilir. Diğer bir deyişle mülkiyet hakkına müdahale teşkil eden tedbirlerin söz konusu olduğu durumlarda tedbiri uygulayan kamu makamlarının ivedi olarak ve özenli bir biçimde davranma yükümlülükleri bulunmaktadır. Aksi hâlde yani tedbirin makul olmayan bir süre devam etmesi, mülkiyet hakkının tanındığı yetkilerin kullanılmasının belirsiz olacak şekilde ötelenmesi suretiyle mülk sahibine orantısız bir külfet yüklemiş olur (Hesna Funda Baltalı ve Baltalı Gıda Hayvancılık San. ve Tic. Ltd. Şti., §§ 73-80).
47. Benzer nitelikteki somut olay bakımından da bu ilkelerden ayrılmayı gerektirir bir durum bulunmamaktadır. Nitekim başvurucunun satış vaadi alacaklısı olduğu taşınmazın tapu kaydına 5/11/1998 tarihinde devir işlemini engelleyici mahiyette bir ihtiyati tedbir şerhi konulmuş ve bu şerh ancak davanın açılmamış sayılmasına karar verildikten sonra 12/12/2008 tarihinde kaldırılabilmiştir. Dolayısıyla olayda mülkiyet hakkını sınırlandıran tedbir sürecinin yaklaşık 10 yıl 1 ay sürdüğü tespit edilmiştir. Bu tedbir süreci bir bütün olarak ele alındığında söz konusu sürenin makul olmadığı ise kuşkusuzdur. Bu durumda mülkiyet hakkını sınırlandıran tedbirin başvurucuya şahsi olarak aşırı ve olağan dışı bir külfet yüklediği, başvurucunun mülkiyet hakkının korunmasına ilişkin olarak somut olay bağlamında devletin pozitif yükümlülüklerinin tam ve etkin bir biçimde yerine getirilmediği sonucuna varılmıştır.
48. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
49. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir...
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
50. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hak ve hürriyetin ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle devam eden ihlalin durdurulması, ihlale konu kararın veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, § 55).
51. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilmeden önce ihlalin kaynağının belirlenmesi gerekir. Buna göre ihlal idari eylem ve işlemler, yargısal işlemler veya yasama işlemlerinden kaynaklanabilir. İhlalin kaynağının belirlenmesi uygun giderim yolunun belirlenebilmesi bakımından önem taşımaktadır (Mehmet Doğan, § 57).
52. Başvurucu ihlalin tespiti ile maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
53. İhtiyati haczin uygulanmasının makul bir süreyi aşması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Bu sebeple somut başvuruda ihlalin, yargı kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
54. Başvuru konusu olayda ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması bakımından etkin giderim yolu tazminat olarak görülmektedir. Mülkiyet hakkının ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 10.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
55. Diğer taraftan Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucunun bu konuda herhangi bir belge sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
56. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,90 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.701,90 TL yargılama giderinin başvuruculara müşterek olarak ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. İhtiyati haczin haksız olduğu şikâyeti yönünden mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. İhtiyati haczin makul sürede sonuçlanmadığı şikâyeti yönünden mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya net 10.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, başvurucunun diğer tazminat taleplerinin REDDİNE,
D. 226,90 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.701,90 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin bilgi için İstanbul (Kapatılan) 7. Asliye Hukuk Mahkemesinin ilgili dosyasının (E.2008/117, K.2008/204) devredildiği İstanbul 4. Asliye Hukuk Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 23/1/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.