TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
AİNOUR CHASAN OGLOU VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2015/3206)
|
|
Karar Tarihi: 15/11/2018
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin
YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Muammer
TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
|
|
Recai AKYEL
|
Raportör
|
:
|
Murat İlter
DEVECİ
|
Başvurucular
|
:
|
1. Ainour CHASAN OGLOU
|
|
|
2. Fatich MOUMTZI
|
|
|
3. Pinar MOUMTZI
|
Vekili
|
:
|
Av. Mustafa
Mümin BULUN
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, ağaç devrilmesi sonucu meydana gelen ölüm olayının etkili
soruşturulmaması nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. 2015/3206 numaralı bireysel başvuru 12/2/2015 tarihinde,
2016/12402 numaralı bireysel başvuru ise 22/6/2016 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan
ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca konu yönünden irtibatları nedeniyle başvuruların
birleştirilmesine ve incelemenin 2015/3206 numaralı bireysel başvuru dosyası
üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir.
5. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
6. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi
(UYAP) aracılığıyla erişilen belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir:
9. Başvurucu Ainour Chasan Oglou (Aynur Hasanoğlu) 30/7/2013 tarihinde, çocukları olan başvurucu Pinar Moumtzi (Pınar Mumcu) ve
O.M. ile birlikte Edirne'den Yunanistan'a gitmekteyken Karaağaç yolu kenarında
bulunan, mülkiyeti Edirne Belediyesine ait, özel hukuk hükümlerine tabi bir
şirket tarafından işletilen bir aile çay bahçesinde mola vermiştir. O.M., çay
bahçesinin nehir tarafında bulunan ve üstü kapalı olan asma katında oturmakta
iken saat 22.30 sıralarında, yakında bulunan ve uzunluğu 25-30 metre, kalınlığı
3-4 metre olan bir ağaca yıldırım düşmüştür. Yıldırımın etkisiyle parçalanan
ağacın gövdesi O.M.nin oturduğu alana devrilmiştir.
O.M., ağacın altında kalarak vefat etmiştir. Ayrıca olayda on iki kişi
yaralanmıştır.
10. Başvurucu Fatich Moumtzi (Fatih Mumcu) olay esnasında ölen O.M.nin babasıdır.
A. Ceza Soruşturması
Süreci
11. Edirne Cumhuriyet Başsavcılığınca (Cumhuriyet Başsavcılığı)
olay hakkındaderhâl soruşturma başlatılmıştır.
12. Soruşturma kapsamında olay yeri kolluk görevlilerince
incelenmiş, olay yerinin fotoğrafları çekilip krokisi çizilmiş, dokuz mağdurun
beyanı tespit edilmiş, olay hakkında bilgi sahibi olabilecek beş kişinin
ifadesi alınmış ve bazı yaralıların adli raporları aldırılmıştır. Cumhuriyet
savcısının hazır bulunmasıyla bir hekim tarafından O.M.nin
cesedi üzerinde yapılan ölü muayenesi işleminde ölümün kafa travmasına bağlı
kafatası kırığı ve beyin harabiyeti sonucu gelişen
solunum ve dolaşım yetersizliği sonucu meydana geldiği tespit edilmiş, klasik
otopsi işlemine gerek görülmemiştir. İfade veremeyecek durumda olması nedeniyle
başvurucu Aynur Hasanoğlu'nun beyanı alınamamıştır.
13. Cumhuriyet Başsavcılığı, olayın meydana gelmesinde herhangi
bir şahsın kusur ve etkisinin bulunmadığı sonucuna varmış ve 23/10/2013
tarihinde olay hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir.
14. Başvurucular, gövde ve dalları kuruyan ağacı veya ağacın
dallarını kesmemesi, inşaat ruhsatı almadan yapı yapması, çay bahçesinin yüksek
ağaçların altında olmasına ve bu durumda yüksek ağaçların yıldırım
çekebileceğini bilmesine rağmen paratoner taktırmaması nedeniyle çay bahçesi
işletmecisinin O.M.nin ölümünden sorumlu olduğunu
iddia ederek kovuşturmaya yer olmadığına dair karara itiraz etmişlerdir.
15. Edirne Sulh Ceza Hâkimliği (Hâkimlik), kovuşturmaya yer
olmadığına dair kararın usul ve kanuna uygun olduğunu belirterek 11/9/2014
tarihinde itirazı reddetmiştir.
16. Başvurucular 19/9/2014 tarihli bir dilekçeyle Cumhuriyet
Başsavcılığına müracaat edip kovuşturmaya yer olmadığına dair karardan sonra
yeni delillerin ortaya çıktığını, olayın meydana geldiği yerin mülkiyetinin
Edirne Belediyesine ait olduğunu, çay bahçesinin bir şirket tarafından kira
sözleşmesine istinaden 2012 yılına kadar işletildiğini, kira sözleşmesinin 2012
yılında sona ermesi nedeniyle bahse konu şirketin fuzuli şagil konumunda olduğunu,
kira sözleşmesi uyarınca kiracının her türlü tehlikeye karşı önlem almakla
yükümlü olduğunu ve çay bahçesinin kaçak yapı niteliğinde olduğunu iddia ederekO.M.nin ölümü hakkında yeniden soruşturma yapılmasını
talep etmişlerdir. Başvurucular söz konusu dilekçede, çay bahçesini işleten
şirket ile bu şirketin yöneticileri aleyhine olay nedeniyle Edirne 2. Asliye
Hukuk Mahkemesinde (Hukuk Mahkemesi) dava açtıklarını da belirtmişlerdir.
17. Cumhuriyet Başsavcılığı 20/10/2014 tarihinde, aynı olay
hakkında daha önce soruşturma yapıldığına ve soruşturma sonucunda kovuşturmaya
yer olmadığına dair karar verildiğine işaret ederek yeniden kovuşturmaya yer
olmadığına karar vermiştir.
18. Başvurucular kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın maddi
anlamda kesinleşmediğine, olayın etkili bir şekilde soruşturulmadığına, olay
mahallinde keşif yapılmadığına ve işletme sahibi şirketin yetkililerinin ihmali
ile ölüm olayı arasında illiyet bağı bulunduğuna değinerek 20/10/2014 tarihli
karara itiraz etmişlerdir.
19. Hâkimlik, Cumhuriyet Başsavcılığınca verilen kararda yazılı
gerekçeleri aynen tekrarlamış ve başvurucuların itirazını 23/12/2014 tarihinde
reddetmiştir.
20. Bu karar 30/1/2015 tarihinde tebliğ edilmiş ve 12/2/2015
tarihinde bireysel başvuru yapılmıştır.
21. Başvurucuların talebi üzerine Bakanlık, Hâkimliğin
23/12/2014 tarihli kararının Yargıtayca bozulması
istemini yasal nedenlerini belirterek Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına yazılı
olarak bildirmiş; Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı da kendisine yapılan bildirim
üzerine Yargıtay 1. Ceza Dairesinden (Ceza Dairesi) kanun yararına bozma
talebinde bulunmuştur.
22. Ceza Dairesi; ölenin içinde bulunduğu yapının sağlamlığına
göre sonucun engellenebilecek olup olmadığı, ağacın bakımından kimlerin sorumlu
olduğu, ağacın her türlü bakımı yapılmış olmasına rağmen sonucun kaçınılmaz
olup olmadığı hususlarında keşif yapılıp bilirkişilerden rapor alınması
gerekirken eksik soruşturmayla sonuca varıldığı gerekçesiyle Hâkimliğin
23/12/2014 tarihli kararının bozulmasına karar vermiştir.
23. Hâkimlik, Cumhuriyet Başsavcılığının talebi üzerine keşif
yapıp bozma ilamında belirtilen hususlarda bilirkişilerden rapor almıştır.
Bahse konu raporda; olayın çay bahçesinin ön bölümünde bulunan teras kısmının
Meriç Nehri'ne doğru çelik konsollar yapılarak büyütülmesi suretiyle kazanılan
ahşap taşıyıcılı ve çatılı bölümünde meydana geldiği, devrilen ağacın
işletmenin dışında ve nehrin kenarında olduğu, çay bahçesinin tapu kayıtlarına bahçeli gazino olarak tescil edildiği,
bölge doğal sit alanında olduğu için yapılacak her türlü işlemin Koruma
Kurulunun onayına tabi olduğu, olayın meydana geldiği yerin, üzerine düşen
ağacı veya ilave bir yükü taşıyabilecek sağlamlıkta olmadığı, ağacın bulunduğu
bölgenin Edirne Belediyesinin mülkiyetinde olduğu ancak kiracılar tarafından
işletildiği, ağacın bakımından malik ve kiracıların sorumlu olduğu, olayın
gerçekleştiği tarihte kuvvetli bir fırtınanın olduğu ve ağaca yıldırım düştüğü
dikkate alındığında ağacın her türlü bakımı yapılmış olmasına rağmen
devrilmesinin kaçınılmaz olduğu belirtilmiştir.
24. Cumhuriyet Başsavcılığı, bilirkişi raporunun sonucuna atıf
yaparak olayda soruşturulması gereken bir suç bulunmadığı sonucuna ulaşmış ve
16/12/2015 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir.
25. Başvurucuların, iddialarının araştırılmadığını ve kanun
yararına bozma kararında belirtilen çerçevede soruşturma yapılmadığını
belirterek kovuşturmaya yer olmadığına dair karara karşı yaptıkları itiraz,
Hâkimliğin 11/3/2016 tarihli kararıyla reddedilmiştir.
26. Nihai karar, 6/6/2016 tarihinde tebliğ edilmiş ve söz konusu
karara karşı 22/6/2016 tarihinde bireysel başvuru yapılmıştır.
B. Tazminat Davası Süreci
27. Başvurucular 25/7/2014 tarihinde, kıyı kenar çizgisi içinde
kaçak yapı yapmak ve ağaca yıldırım düşebileceğini öngörüp paratoner takmak,
ağacın bakımını yapmak gibi güvenlik önlemlerini almamak suretiyle olayın
meydana gelmesinden sorumlu olduklarını iddia ettikleri çay bahçesi işleticisi
şirket ile bu şirketin yöneticileri aleyhine Edirne 2. Asliye Hukuk
Mahkemesinde (Hukuk Mahkemesi) tazminat davası açmışlardır.
28. Hukuk Mahkemesi yaptığı yargılamada taraflarca gösterilen
tanıkları dinlemiş, olay hakkında yürütülen soruşturmaya ilişkin evrakı
incelemiş, olay yerinde keşif yapmış ve olayın meydana geldiği yerin kaçak yapı
olup olmadığı ve kıyı kenar çizgisi içinde kalıp kalmadığı, çay bahçesinin işyeri
açma ve çalıştırma ruhsatının olup olmadığı, çay bahçesini işleten şirketin
ortaklarının kimler olduğu ve olayın meydana geldiği zaman dilimindeki hava
durumunun ne olduğu hususlarında çeşitli kurumlardan bilgi almıştır. Buna göre;
i. Kıyı kenar çizgisi içinde kalmayıp 8/3/1984 tarihinden önce
yapılması nedeniyle imar affı kapsamında olan ve yapı kullanma izin belgesi
almış yapı olarak kabul edilen çay bahçesinin işyeri açma ve çalıştırma ruhsatı
mevcuttur ve bu yerin mülkiyeti Edirne Belediyesine aittir.
ii. Kira sözleşmesi 31/12/2013 tarihinde sona ermiş, ancak çay
bahçesini işleten şirket ile 2014 yılında yeniden kira sözleşmesi
imzalanmıştır.
iii. Olay tarihinde 19.30-22.30 saatleri arasında hafif ve orta
kuvvetli yağış ile birlikte gök gürültülü şimşek (oraj)
bulunmakta olup orajın yağış ile birlikte görülmesi
durumunda civarda yıldırım düşmesine ve dolu yağışına sebebiyet vermesi
mümkündür.
29. Yapılan keşifte hazır bulunan bilirkişilerce hazırlanan
raporlarda; devrilen ağaç ile çay bahçesinin aynı parsel içinde yer almadığı,söz konusu ağacın uzun ömürlü ak kavak olduğu, uzunlukları nedeniyle
yıldırım düşen yerlerin başında ağaçların geldiği, yıldırım düşmesi sonucu
ağacın bomba etkisi yaratacağı,bakım ve budaması
yapılsa dahi bu tür ağaçların devrilebileceği, ağaçların devrilmemesi için
alınabilecek bir önlem bulunmadığı, çay bahçesinde paratoner olmadığı ve
8/3/1984 tarihinden önce inşa edilmiş olması hâlinde yapının kaçak yapı olarak nitelendirilemeyeceği
belirtilmiştir.
30. Hukuk Mahkemesi 27/10/2015 tarihinde, yıldırım düşen ağacın
davalıların hâkimiyet alanında olmadığı, ölenin durduğu bölümün, üstünde
gölgelik amaçlı bir tente bulunan ve altı demir ile desteklenmiş tahta bir
zemin olduğu, ağaç devrilmemesi durumunda bahse konu yerin yıkılmasının söz
konusu olmadığı, ölümün ölenin oturduğu yerin yıkılmasısonucu
meydana gelmediği, zeminin sağlam olmadığı yönünde de bir iddianın bulunmadığı,
bu yerin yapı olarak nitelendirilemeyeceği, aynı mekânda bulunan ve oturanlara
hizmet için kullanılan yapının imara aykırılığı iddia olunsa bile ölenin bu
yapı içinde bulunmadığı ve davalılara atfedilebilecek bir kusur olmadığı
gerekçesiyle davayı reddetmiştir.
31. Başvurucuların talebi üzerine temyiz incelemesi yapan
Yargıtay 13. Hukuk Dairesi, davaya konu uyuşmazlığı çözme görevinin tüketici
mahkemesine ait olmasına rağmen yargılamanın asliye hukuk mahkemesi sıfatıyla
yapıldığı gerekçesiyle 22/2/2018 tarihinde Hukuk Mahkemesince verilen kararın
bozulmasına karar vermiştir.
32. Davalıların karar düzeltme talepleri 18/10/2018 tarihinde
reddedilmiş olupyargılama henüz sonuçlanmamıştır.
C. Tam Yargı Davası
Süreci
33. Başvurucular 10/9/2014 tarihinde, olayın meydana geldiği çay
bahçesini işleten şirketin imara aykırı eylemlerini ve halkın sağlığının
korunması adına işyerine paratoner taktırıp taktırmadığını denetlememek, kira
kontratına aykırı olarak yapılan değişikliklere göz yummak ve mülkiyetindeki
taşınmazda bulunan ağaçların kontrolleri yaptırmayıp tehlike yaratan ağaçların
gövde ve dallarını kestirmemek suretiyle olayın meydana gelmesinden sorumlu
olduğunu iddia ettikleri Edirne Belediyesi aleyhine Edirne İdare Mahkemesinde
(İdare Mahkemesi) tam yargı davası açmışlardır.
34. Olay hakkında yürütülen soruşturmaya ilişkin evrak ile
başvurucular tarafından açılan tazminat davasına ilişkin dosyayı inceleyen
İdare Mahkemesi 29/12/2015 tarihinde, olayın hava şartları sebebiyle bir ağaca
yıldırım düşmesi ile yıldırımın kuvvet ve şiddetine bağlı olarak ağacın
devrilmesi neticesinde meydana geldiği, devrilen ağacın yaşlı ve büyük bir ağaç
olduğu, hacmi ve ağırlığı itibarıyla devrilmemesi için alınabilecek ve/veya alınması
zorunlu ya da makul düzeyde beklenebilecek olan bir tedbirin bulunmadığı,
olayın meydana geldiği tesisin çay bahçesi olup yıldırımdan korunma amacıyla
paratoner konulması mecburi tesislerden olmadığı, tesiste paratoner olsa bile
bunun ağaca yıldırım düşmesini engelleyip engelleyemeyeceğinin belli olmadığı,
idarelerin özel mülkiyetinde bulunan taşınmazlar üzerinde yer alan ağaçlara
paratoner takılmasına ilişkin emredici bir mevzuat hükmünün bulunmadığı, bu
bağlamda tesisin imar mevzuatına uygun olup olmamasının da yıldırım düşmesine
etkisinin olmadığı ve idari tedbirlerle önlenemeyecek nitelikte olan bir tabiat
olayının neticesinde meydana gelen vefat olayı ile idari hizmet arasında
illiyet bağının bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir.
35. İdare Mahkemesince verilen karar 28/3/2016 tarihinde
başvurucular tarafından temyiz edilmiş olup bu talep hakkında Danıştayca henüz bir karar verilmemiştir.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
36. 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun
haksız fiillerden doğan borç ilişkilerindeki sorumluluğu genel olarak
düzenleyen 49. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille
başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür."
37. 18. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usul
Kanunu'nun "Doğrudan doğruya tam yargı
davası açılması" kenar başlıklı 13.maddesinin (1) numaralı
fıkrası şöyledir:
"İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş
olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya
başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl
ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak
haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen
veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden
itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu
sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir."
B. Uluslararası Hukuk
38. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Yaşam hakkı" kenar başlıklı 2.
maddesinin (1) numaralı fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:
"Herkesin yaşam hakkı yasayla
korunur."
39. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatlarında,
Sözleşme'nin 2. maddesinin ilk cümlesinin devletin yalnızca kasti ve hukuka
aykırı olarak ölüme sebebiyet vermekten kaçınmasını değil aynı zamanda
devletlerin egemenlik yetkileri içinde bulunan kişilerin yaşamlarını korumak
için gerekli tedbirleri almalarına dair devletlere pozitif yükümlülük yüklediği
de hatırlatılmaktadır (L.C.B/Birleşik
Krallık, B. No: 23413/94, 9/6/1998, § 36).
40. AİHM’e göre Sözleşme’nin 2.
maddesi, devletin sorumluluğunu gerektirebilecek şartlar altında can kaybının
bulunduğu durumlarda devlete elindeki tüm imkânları kullanarak yaşama hakkını
korumak için oluşturulan yasal ve idari çerçevenin gereği gibi uygulanmasını ve
bu hakka yönelik ihlallerin durdurulup cezalandırılmasını sağlayacak yeterli
yargısal veya diğer tedbirleri alma görevi yüklemektedir (Osman/Birleşik Krallık [BD], B. No:
23452/94,28/10/1998, § 115; Paul ve Audrey Edwards/Birleşik Krallık,
B. No: 46477/99, 14/3/2002, § 54). Mahkeme, bu yükümlülüğün -kamusal olsun veya
olmasın- yaşama hakkının tehlikeye girebileceği her türlü faaliyet bakımından
da geçerli olduğu kanaatindedir (Öneryıldız/Türkiye
[BD], B. No: 48939/99,31/11/ 2004, § 71).
41. AİHM ağaç devrilmesi sonucunda meydana gelen bir ölümle
ilgili Ciechonska/Polonya (B. No: 19776/04, 14/6/2011, § 67)
kararında, devletin yaşam hakkını güvence altına alma görevinin,
kamuya açık alanlarda bireylerin güvenliğini sağlamaya yönelik makul tedbirler
almayı ve ciddi bir yaralanma ya da ölüm olayının yaşanması durumunda olayların
tespit edilmesi, hatalı kişilerin sorumlu tutulması ve mağdura uygun telafinin
sağlanması bakımından yeterli nitelikteki yasal yolların mevcut olduğunu
güvence altına alan etkili ve bağımsız bir adli sisteme sahip olmayı
kapsadığını kaydetmiştir.
42. Ancak AİHM'e göre
Sözleşme’nin2.maddesikapsamındayetkililerin pozitif yükümlülükleri mutlak
değildir. Yaşama yönelik varsayılan her tehdit, yetkilileri riski önlemek için
özel önlemler almaya zorlamaz. Özel önlemler alma yönünde bir görev, sadece
yetkililerin yaşama yönelik gerçek ve yakın bir riskin bulunduğunu bildikleri
ya da bilmeleri gerektiği ve yetkililerin durum üzerinde belirli derecede
hâkimiyetlerinin bulunduğu hâllerde ortaya çıkar (Finogenov ve diğerleri/Rusya, B. No: 18299/03, 27311/03,20/12/2011, §
209).
43. Diğer taraftan söz konusu pozitif yükümlülük, modern
toplumların güvenliğini sağlamadaki zorlukları, insan davranışlarının öngörülemezliğini ve belirli bir faaliyete ilişkin
tercihlerin önceliklere ve kaynaklara göre yapılması gerektiğini akılda tutarak
yetkililere imkânsız veya aşırı bir sorumluluk yüklemeyecek şekilde
yorumlanmalıdır (Finogenov ve diğerleri,§ 209; Makaratzis/Yunanistan, B. No: 50385/99,20/12/2004,§
69).
44. AİHM, bazı istisnai durumlarda yetkili makamların
Sözleşme’nin 2. maddesi kapsamındaki pozitif yükümlülüklerinin cezai yargı yolu
gerektirdiğine kanaat getirmiştir (Öneryıldız/Türkiye [BD], § 93). Ancak yaşam hakkının
kasıtlı bir şekilde ihlal edilmediği hâllerde ve ihmal boyutunun hatalı bir
kararın ya da dikkatsizliğin ötesine geçtiği istisnai durumlar dışında
Sözleşme’nin 2. maddesi, bu gibi yasal çözümleri gerektirmemektedir. Devlet,
ilgili bireylerin her türlü sorumluluğunun tespitinin ve tazminat gibi uygun
kanuni bir telafinin sağlanması yoluyla mağdurlara tek başına ya da bir ceza
kanunu yolu ile bağlantılı olarak bir medeni kanun yolu sağlayarak da
yükümlülüğünü yerine getirebilir (Murillo Saldias ve diğerleri/İspanya (k.k.), B. No: 76973/01, 28/11/2006; Anna Todorova/Bulgaristan, B. No: 23302/03,
24/5/2011, § 73).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
45. Mahkemenin 15/11/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların
İddiaları
46. Başvurucular, yakınlarının ölümüyle ilgili soruşturmanın etkisiz
bir biçimde yürütüldüğünden yakınarak adil yargılanma haklarının ihlal
edildiğini öne sürmüşlerdir.Bu kapsamda başvurucular;
Cumhuriyet savcısının olaydan sonra olay yerine gitmediğini, kovuşturmaya yer
olmadığına dair ilk karardan sonra elde ettikleri olayın meydana geldiği yerin kaçak olduğuna ilişkin
belgelerin Hâkimlikçe incelenmediğini ve çay bahçesini işleten şirketin
yetkilileri hakkında yaptıkları suç duyurusundan sonra herhangi bir araştırma
yapılmadan ve delil toplanmadan yeniden kovuşturmaya yer olmadığına dair karar
verildiğini iddia etmişlerdir.
47. Öte yandan başvurucular, kanun yararına bozma kararından
sonraki süreçte yapılan keşfin kendilerine haber verilmediğini, bu nedenle
keşifte hazır bulunamadıklarını, yokluklarında yapılan keşif sonrasında
hazırlanan bilirkişi raporunda yapının
sağlam olmadığı, yapının bulunduğu yerin sit alanı olması nedeniyle her türlü
işlemin Koruma Kurulu kararıyla yapılması gerektiği ve ağacın bakımından malik
ve kiracıların sorumlu olduğu hususlarının belirtildiğini, inşaat ve
yapı kullanma izin belgeleri olmayan şüphelilerin Koruma Kurulundan izin de
almadıklarını, olay tarihindeki hava durumunun yetkili kurumlardan
sorulmadığını ve Edirne Belediye başkanı ile çay bahçesini işleten şirketin
yetkililerinin şüpheli sıfatıyla ifadeleri dahi alınmadan, somut ve inandırıcı
delillerin varlığına rağmen şüpheliler hakkında kovuşturmaya yer olmadığına
karar verildiğini ileri sürmüşlerdir.
48. Son olarak başvurucular, kıyı kenar çizgisine riayet
edilmediğine, yapının kaçak olduğuna dair açıklamalarına ve Meteoroloji Genel
Müdürlüğünün olay tarihinde Edirne'de gök gürültüsü ve şimşek olmadığına dair
yazısını dosyaya sunmalarına rağmen kovuşturmaya yer olmadığına dair karara
yaptıkları itirazın reddedildiğini ileri sürmüşlerdir.
B. Değerlendirme
49. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucuların şikâyetlerinin özünün
yakınlarının ölümü hakkında yürütülen ceza soruşturmasının etkili
yürütülmemesine ilişkin olduğunu dikkate alan Anayasa Mahkemesi, başvurunun
Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında güvence altına alınan yaşam
hakkının etkili soruşturma yükümlülüğüne ilişkin usul boyutu kapsamında
incelenmesi gerektiği sonucuna varmıştır.
50. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı
şöyledir:
"Herkes, yaşama...
hakkına sahiptir."
51. Yaşam hakkının doğal niteliği gereği, bu hakka yönelik bir
başvuru ancak ölen kişinin mağdur olan yakınları tarafından yapılabilecektir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No:
2012/752, 17/9/2013, § 41). Başvuruya konu olaydaölen
O.M., ilk iki başvurucunun çocuğu, üçüncü başvurucunun ise ağabeyidir. Bu
nedenle başvuruda başvuru ehliyeti açısından bir eksiklik bulunmamaktadır.
Bununla birlikte başvurunun diğer kabul edilebilirlik kriterleri yönünden de
incelenmesi gerekir.
52. Anayasa'nın 17. maddesinde düzenlenen yaşam hakkı, devletin
temel amaç ve görevlerden birinin de insanın maddi ve manevi varlığının
gelişmesi için gerekli şartları hazırlamak olduğunu belirten Anayasa'nın 5.
maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde devlete negatif yükümlülükler yanında
pozitif yükümlülükler de yükler (Serpil
Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 50).
53. Pozitif yükümlülükler kapsamında devletin yetki alanında
bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını, kamu görevlilerinin, diğer bireylerin ve
hatta kişinin kendi eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma ödevi
vardır. Devlet, öncelikle yaşam hakkına yönelen tehdit ve risklere karşı
caydırıcı ve koruyucu yasal düzenlemeler yapmalı; bununla da yetinmeyerek
gerekli idari tedbirleri almalıdır. Bu ödev ayrıca bireyin yaşamını her türlü
tehlike, tehdit ve şiddetten koruma yükümlülüğünü de içerir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri,§ 51).
54. Bunun yanında pozitif yükümlülükler, kamuya açık alanlarda
maruz kalabilecekleri risklere karşı bireylerin korunmaları için devletin uygun
ve elverişli tedbirler almasını da gerektirir.
55. Bir kişinin yaşamına yönelik gerçek ve yakın bir tehlikenin
bulunduğunun kamu makamlarınca bilindiği ya da bilinmesi gerektiği durumlarda
kamu makamlarının makul ölçüler çerçevesinde ve bu tehlikenin gerçekleşmesini
önleyebilecek şekilde önlem alması gerekir. Ancak özellikle insan
davranışlarının öngörülemezliği, öncelikler ve
kaynaklar değerlendirilerek yapılacak işlem veya yürütülecek faaliyet tercihi
dikkate alındığında pozitif yükümlülük kamu makamları üzerinde aşırı yük
oluşturacak şekilde yorumlanamaz (Serpil
Kerimoğlu ve diğerleri,§
53).
56. Yaşam hakkı kapsamında Devletin pozitif yükümlülüklerinin
usule ilişkin bir yönü de bulunmaktadır. Pozitif yükümlülüklerin usule ilişkin
yönü, doğal olmayan her ölüm olayının tüm yönleriyle ortaya konulmasını ve
sorumlu kişilerin belirlenmesine imkân tanıyan bağımsız bir soruşturma
yürütülmesini gerektirmektedir (Sadık Koçak
ve diğerleri, B. No: 2013/841, 23/1/2014, § 94).
57. Usul yükümlülüğünün bir olayda gerektirdiği soruşturma
türünün, yaşam hakkının esasına ilişkin yükümlülüklerin cezai bir yaptırım
gerektirip gerektirmediğine bağlı olarak tespiti gerekmektedir. Anılan
yükümlülük olayın niteliğine bağlı olarak cezai, hukuki ve idari nitelikte
soruşturmalarla yerine getirilebilir (Serpil
Kerimoğlu ve diğerleri, § 55).
58. Buna göre yaşam hakkının veya fiziksel bütünlüğün ihlaline
kasten sebebiyet verilmemiş ise etkili bir
yargısal sistem kurma yönündeki pozitif yükümlülük her olayda
mutlaka ceza davası açılmasını gerektirmez. Mağdurlara hukuki, idari, hatta
disiplinle ilgili hukuk yollarının açık olması yeterli olabilir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 59).
59. Ancak bu tür eylemler nedeniyle meydana gelen ölüm
olaylarında kamu makamlarının muhakeme hatası veya dikkatsizliği aşan bir
kusuru olduğu, yani olası sonuçların farkında olmalarına rağmen söz konusu
makamların kendilerine verilen yetkiler kapsamında tehlikeli bir faaliyet
nedeniyle oluşan riskleri bertaraf etmek için gerekli ve yeterli önlemleri
almadığı durumlarda ilgililer diğer hukuk yollarına başvurmuş olsalar dahi
bireylerin hayatının tehlikeye girmesine neden olan kişiler aleyhine hiçbir
suçlamada bulunulmaması ya da bu kişilerin yargılanmaması yaşama hakkının
ihlaline neden olabilir (Serpil Kerimoğlu ve
diğerleri, § 60).
60. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 45. maddesinin (2) numaralı
fıkrası şöyledir:
"İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem,
eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının
tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir."
61. Somut başvuruda başvurucular, meydana gelen ölüm olayından
devletin sorumlu olduğuna dair herhangi bir iddia ileri sürmemiş; yalnızca ölüm
olayı hakkında yürütülen soruşturmanın etkisizliğinden şikâyet etmişlerdir. Öte
yandan UYAP aracılığıyla erişilen belgelerden başvurucuların idarenin
sorumluluğu için idare mahkemesinde, olayın meydana geldiği çay bahçesini
işleten şirket ve bu şirketin yetkileri hakkında ise hukuk mahkemesinde dava
açtıkları tespit edilmiştir.
62. Somut olayda üzerinde durulması gereken husus, yaşam hakkı
kapsamında devletin etkili bir yargısal
sistem kurma yönündeki pozitif yükümlülüğünün anılan hukuki
çarelerden herhangi biri ile yerine getirilip getirilmeyeceğidir.
63. Başvuruya konu olay, kamu makamlarının mülkiyetinde bulunan
ve üzerine yıldırım düşen bir ağacın yine kamu makamlarının mülkiyetinde olup
üçüncü kişilerce işletilen umuma açık bir yere devrilmesi sonucu meydana
gelmiştir. Başvurucuların yakınının ölümüne kasten sebebiyet verildiği izlenimi
edinilmesini gerektirecek bir unsur da tespit edilmemiştir. Başvurdukları
hukuki yollarda başvurucular, yakınlarının umuma açık bir yerde maruz
kalabileceği risklere karşı devletin ve üçüncü kişilerin uygun ve elverişli
tedbir almadıklarından yakınmışlardır. Başvurucuların yakınlarının umuma açık bir yerde maruz kalabileceği
bir tehlikeye karşı devletçe korunmadığına ilişkin iddiaları, yaşam
hakkının koruma yükümlülüğüne ilişkin maddi boyutu kapsamında incelenebilecek
bir husus olmakla birlikte somut olayda olası
sonuçların farkında olmalarına rağmen kamu makamlarının kendilerine verilen
yetkiler kapsamında tehlikeli bir faaliyet nedeniyle oluşan riskleri bertaraf
etmek için gerekli ve yeterli önlemleri almamaları gibi bir durum
bulunmamaktadır.
64. O hâlde somut olayın gerçekleşme koşulları dikkate
alındığında devletin Anayasa'nın 17. maddesinden kaynaklanan pozitif
yükümlülüğünü yerine getirebilmesi için ihmalî
düzeyde sorumlulukları bulunduğu ileri sürülen kişilerin mutlaka
cezalandırılmasını sağlayabilecek nitelikte bir ceza soruşturması yürütme
yükümlülüğünün bulunduğu söylenemez. Kaldı ki söz konusu yükümlülük, mağdurlara
üçüncü kişileri bir suç nedeniyle yargılatma ya da cezalandırma hakkı vermediği
gibi devlete tüm yargılamaları mahkûmiyetle sonuçlandırma ödevi de
yüklememektedir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri,§
56).
65. Ceza soruşturmasındaki eksiklikler, olaydaki sorumlulukların
belirlenmesine ve zarara ilişkin uygun giderim sağlanmasına imkân veren
tazminat yolunun etkililiğine bir zarar vermemektedir. Dolayısıyla
başvurucuların iddiaları bakımından erişilebilir olup etkili olmadığı ileri
sürülmeyen kamu idaresi aleyhine tam yargı davası açma yolu ile üçüncü kişiler
hakkında tazminat davası açma yolunun, somut olayda varsa kamu hizmetinin
işlemesindeki aksaklıkları ve sorumluluğu tespit ve tazmin etme niteliğini haiz
olduğu sonucuna varılmıştır. Nitekim başvurucular da anılan bu hukuki yollara
başvurmuşlar ancak başvurularının nihai sonucunu beklememişlerdir. Bu itibarla
başvuru yollarının usulüne uygun bir şekilde başvurucular tarafından
tüketildiği söylenemez.
66. Açıklanan gerekçelerle başvurunun diğer kabul edilebilirlik
şartları yönünden incelenmeksizin başvuru
yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna
karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin başvurunun başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucular üzerinde BIRAKILMASINA
15/11/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.