TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
SAYCAN ÇORAK BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2015/3430)
|
|
Karar Tarihi: 21/2/2019
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin
YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Recep
KÖMÜRCÜ
|
|
|
M. Emin KUZ
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
|
|
Yıldız
SEFERİNOĞLU
|
Raportör
|
:
|
Mehmet Sadık
YAMLI
|
Başvurucu
|
:
|
Saycan ÇORAK
|
Vekili
|
:
|
Av. Meral
HANBAYAT YEŞİL
|
|
|
Av. Ümit
SİSLİGÜN
|
|
|
Av. M. Ali
KIRDÖK
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, terör olaylarından doğan maddi zararların eksik
tazmin edilmesi, manevi zararların ise hiç tazmin edilmemesi nedeniyle mülkiyet
hakkının; buna ilişkin idari ve yargısal sürecin makul sürede
sonuçlandırılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği
iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 24/2/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve
bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağını
bildirmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu,terör
olayları neticesinde köyünün boşaltılması nedeniyle 1994 yılında yerleşim
yerinden göç etmek zorunda kaldığını iddia ederek 3/8/2004 tarihinde 17/7/2004
tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların
Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında zararlarının karşılanması talebiyle
Tunceli Valiliği Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zarar Tespit Komisyonuna
(Komisyon) başvurmuştur. Komisyon 17/6/2009 tarihli kararıyla bilgi ve belge
eksikliğinden talebin reddine karar vermiştir.
9. Başvurucu, Komisyon kararının iptali istemiyle dava açmıştır.
Malatya İdare Mahkemesi 27/5/2010 tarihli kararıyla özetle, davalı idarenin
kendisine sunulan bilgi ve belgeleri dikkate alarak keşif ve bilirkişi
incelemesi ile elde edilecek bilgiye göre karar vermesi gerektiği gerekçesiyle
işlemi iptal etmiştir.
10. İptal kararı üzerine anılan Komisyon tarafından yeniden
yapılan inceme ve değerlendirme sonucu başvurucuya ahşap taş duvarlı ev için
12.330 TL, iki ayrı taş duvarlı ahır için 9.456 TL, sulak arazi için 4.581,36
TL, ayrıca ceviz, badem, erik, dut, kavak ağaçları için muhtelif miktarlar
olmak üzere toplam 33.304,36 TL ödenmesine karar verilmiştir.
11. Komisyon kararının akabinde 5233 sayılı Kanun’un 12. maddesi
gereğince davet yazısı ile birlikte sulhname örneği
başvurucunun vekiline gönderilmiştir. “Yukarıda
nakti olarak belirtilen zararımın/zararlarımın
karşılanması sonucunda Komisyonun tespitine esas olay ile ilgili olarak
uğradığım zararımın tamamının karşılanmış olduğunu kabul ve taahhüt ederim”
beyanını içeren sulhname 18/4/2012 tarihinde başvurucu
vekili tarafından imzalanmıştır.
12. Başvurucu özetle, mülkten mahrum kalınan sürenin iki yıl
eksik hesaplandığını, hayvancılıktan kaynaklanan gelir kayıplarının dikkate
alınmadığını belirterek Komisyon kararında hükmedilen miktarın gerçek zararını
karşılamadığı ve manevi tazminata da karar verilmesi gerektiği iddialarıyla
Komisyon kararının sulhname dışı bırakılan zarar
kalemlerine ilişkin kısmının iptali istemiyle yeniden dava açmıştır.
13. Elazığ 2. İdare Mahkemesi
21/12/2012 tarihli kararı ile davayı reddetmiştir.
14. Kararın gerekçesinde; imzalanan sulhname
ile davacının uğradığı zararları tazmin edilmek suretiyle uyuşmazlığın ortadan
kalktığı, tarafları bağlayıcı nitelik taşıyan ve imzalama aşamasında
davacı/davacı vekilinin iradesini fesada uğratan herhangi bir hususun
bulunmadığı görüldüğünden sulhname sonucu
uyuşmazlığın tekrar yargıya taşınmasının mümkün olmadığı belirtilmiştir.
Kararda ayrıca 5233 sayılı Kanun'da manevi zararın tazminine yönelik herhangi
düzenlemeye yer verilmemiş olması karşısında davacının manevi tazminat
talebinin karşılanmamış olması yönüyle de söz konusu Komisyon kararında hukuka
aykırılık bulunmadığı belirtilmiştir.
15. Temyiz üzerine Danıştay Onbeşinci
Dairesi; ilk derece mahkemesi kararının usul ve hukuka uygun olduğunu,
dilekçede ileri sürülen temyiz nedenlerinin kararın bozulmasını gerektirecek
nitelikte görülmediğini belirterek onanmasına karar vermiştir.
16. Karar düzeltme talebi de aynı Dairenin 17/12/2014 tarihli
kararı ile reddedilmiştir. Bu karar 2/2/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir.
17. Başvurucu 24/2/2015 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
18. 5233 sayılı Kanun'un 1., 2., 4., 6., 7., 8., geçici 1.,
geçici 4. maddeleri (bkz. Celal Demir,
B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 15-21, 23).
19. 5233 sayılı Kanun’un "Zararın
karşılanmasına ilişkin sulhname"
kenar başlıklı 12. maddesi şöyledir:
“Komisyon,
doğrudan doğruya veya bilirkişi aracılığı ile yaptığı tespitten sonra 8 inci
maddeye göre belirlenen zararı, 9 uncu maddeye göre hesaplanan yaralanma,
engelli hâle gelme ve ölüm hâllerindeki nakdî ödeme tutarını, 10 uncu maddeye
göre ifa tarzını ve 11 inci maddeye göre mahsup edilecek miktarları dikkate
alarak, uğranılan zararı sulh yoluyla karşılayacak safi miktarı belirler.
Komisyonca, bu esaslara göre hazırlanan sulhname
tasarısının örneği davet yazısı ile birlikte hak sahibine tebliğ edilir.
Davet yazısında hak sahibinin sulhname tasarısını imzalamak üzere otuz gün içinde gelmesi
veya yetkili bir temsilcisini göndermesi gerektiği, aksi takdirde sulhname tasarısını kabul etmemiş sayılacağı ve yargı
yoluna başvurarak zararının tazmin edilmesini talep etme hakkının saklı olduğu
belirtilir.
Davet üzerine gelen hak sahibi veya yetkili
temsilcisi sulhname tasarısını kabul ettiği takdirde,
bu tasarı kendisi veya yetkili temsilcisi ve komisyon başkanı tarafından
imzalanır.
Sulhname tasarısının kabul edilmemesi veya ikinci fıkraya göre kabul edilmemiş
sayılması hâllerinde bir uyuşmazlık tutanağı düzenlenerek bir örneği ilgiliye
gönderilir.
Sulh yoluyla çözülemeyen uyuşmazlıklarda
ilgililerin yargı yoluna başvurma hakları saklıdır.”
20. 5233 sayılı Kanun’un "Zararın
karşılanması" kenar başlıklı 13. maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
“Sulhnamede
belirlenen zararlar, sulhnamenin imzalanmasından
sonra valinin onayı üzerine ifa tarzına göre Bakanlık bütçesine bu amaçla
konulan ödenekten üç ay içerisinde karşılanır.”
21. 20/10/2004 tarihli ve 25619 sayılı Resmî Gazete'de
yayımlanarak yürürlüğe giren Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların
Karşılanması Hakkında Yönetmelik’in (Yönetmelik) "Zararın
karşılanmasına ilişkin sulhname"
kenar başlıklı 25. maddesi şöyledir:
"Komisyon, doğrudan doğruya veya
bilirkişi aracılığı ile yaptığı tespitten sonra 16 ncı maddeye göre belirlenen zararı, 21 inci maddeye
göre hesaplanan yaralanma, sakatlanma ve ölüm hallerindeki nakdî ödeme
tutarını, 20 nci maddeye göre ifa tarzı ile 23 üncü
ve 24 üncü maddelere göre mahsup edilecek miktarları dikkate alarak, uğranılan
zararı sulh yoluyla karşılayacak safi miktarı belirler. Komisyonca, bu esaslara
göre hazırlanan sulhname tasarısının örneği (EK-E)
davet yazısı ile birlikte hak sahibine tebliğ edilir.
Davet yazısında, hak sahibinin sulhname tasarısını imzalamak üzere otuz gün içinde gelmesi
veya yetkili bir temsilcisini göndermesi gerektiği, aksi takdirde sulhname tasarısını kabul etmemiş sayılacağı ve yargı
yoluna başvurarak zararının tazmin edilmesini talep etme hakkının saklı olduğu
belirtilir.
Davet üzerine gelen hak sahibi veya yetkili
temsilcisi sulhname tasarısını kabul ettiği takdirde,
bu tasarı kendisi veya yetkili temsilcisi ve komisyon başkanı tarafından
imzalanır.
Sulhname tasarısının kabul edilmemesi veya ikinci fıkraya göre kabul edilmemiş
sayılması hâllerinde, bir uyuşmazlık tutanağı düzenlenerek bir örneği ilgiliye
gönderilir.
Sulh yoluyla çözülemeyen uyuşmazlıklarda
ilgililerin yargı yoluna başvurma hakları saklıdır. "
22. Aynı Yönetmeliğin "Zararın
karşılanması" kenar başlıklı 26. maddesi şöyledir:
"Sulhnamede
belirlenen zararlar, sulhnamenin imzalanmasından
sonra valinin onayı üzerine ifa tarzına göre Bakanlık bütçesine bu amaçla
konulan ödenekten üç ay içerisinde karşılanır.
Bakanlık, ellibin
Yeni Türk Lirasının üzerindeki aynî ifa veya nakdî ödemelerin Bakan onayı ile
yapılmasını kararlaştırabilir. Bu miktar, her yıl bir önceki yıla ilişkin
olarak 213 sayılı Vergi Usul Kanunu hükümleri uyarınca belirlenen yeniden
değerleme oranında artırılmak suretiyle uygulanır.
(Değişik üçüncü fıkra: 4/6/2018-2018/11862 K.)
Devlet, ödeme nedeniyle genel hükümlere göre sorumlulara rücu eder ve rücu
istemine ilişkin zamanaşımı süreleri bir kat artırılarak uygulanır.
23. Aynı Yönetmeliğin"Nakdî ödemenin şekli ve tutarı" kenar başlıklı 27. maddesi
şöyledir:
"Sulhname
tasarıları hak sahibi veya yetkili temsilcisi ile komisyon başkanı tarafından
imzalandıktan sonra Vali veya Bakan tarafından onaylanır.
Ödemeler sulhname
tasarılarının onay tarih ve sıraları dikkate alınarak yapılır. Nakdi ödemeler
hak sahibi veya sahiplerinin banka hesaplarına yapılır."
24. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu’nun 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
“1. İdari
dava türleri şunlardır:
...
b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel
hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam
yargı davaları,
...”
25. 2577 sayılı Kanunu’nun 13. maddesinin (1) numaralı fıkrası
şöyledir:
“İdari
eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu
eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka süretle
öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren
beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini
istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu
konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış
gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren,
dava süresi içinde dava açılabilir.”
26. Anayasa Mahkemesinin 25/6/2009 tarihli ve E.2006/79,
K.2009/97 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"5233 sayılı Yasa,
terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler
nedeniyle zarar gören kişilerin maddi zararlarının özellikle yargı yoluna
gitmelerine gerek kalmadan, idarece en kısa süre içinde ve sulh yoluyla
karşılanması amacıyla hazırlanmış bir yasadır. Yasa bu yönüyle zarara uğrayan
vatandaş ile devlet arasındaki uyuşmazlıkta yargı yoluna gidilmeden alternatif
bir çözüm yöntemi getirmiştir. Yasakoyucu bu amaca
uygun olarak yargılama hukuku kurallarından farklı hükümler öngörerek buna
ilişkin esasları Yasa'da ayrıntılı olarak kurala bağlamıştır.
...
Terör ve terörle mücadeleden doğan ancak idari
bir eylem veya işlemle nedensellik bağı bulunmayan maddi zararların
karşılanmasına ilişkin 5233 sayılı Yasa'daki düzenlemeler, yasakoyucunun
sosyal hukuk devletinin gereği olarak sorumluluk hukukunun genel ilkelerine
yasayla getirdiği bir istisnadır. İdarenin kusurunun bulunmadığı ancak 'sosyal
risk ilkesi' gereği sulh yoluyla karşılanması gereken zararların nelerden
ibaret olduğunun tespiti, yasakoyucunun takdir
yetkisi içindedir. İtiraz konusu kurallarda yer alan maddi zararların öncelikle
sulh yoluyla karşılanmasına ilişkin hükümlerin bulunmasını bu kapsamda değerlendirmek
gerekir.
5233 sayılı Yasa, idarenin eylem ve işleminin
sonucu olmayan ve herhangibir idari işlem veya
eylemle doğrudan nedensellik bağı da bulunmayan, ancak terör ve terörle
mücadele sırasında meydana gelen zararların da tazmini yolunu açan, bu anlamda
idarenin kusursuz sorumluluk alanını genişleten bir yasadır. Bu Yasa idarenin
kusursuz sorumluluk alanını genişletmekle birlikte, aynı zamanda terör ve
terörle mücadele sırasında meydana gelen zararlardan sadece 'maddi' olan
kısmının sulh yoluyla tazminine ilişkin esas ve usulleri belirlemektedir.
Yasa'da bu zararlardan 'manevi' olan kısmın idareden talep edilemeyeceğine
ilişkin bir hükme yer verilmediği gibi, 12. maddede 'sulh yoluyla çözülemeyen
uyuşmazlıklarda ilgililerin yargı yoluna başvurma hakları saklıdır' denilerek
Anayasa'nın 125. maddesinin birinci fıkrasına paralel bir düzenlemeye yer
verilmiştir. Bu nedenle itiraz konusu ibare, idarenin sorumluluk alanını
daraltan veya idari işlem veya eylemlere karşı yargı yolunu kapatan bir hüküm
içermemektedir."
27. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 26/3/2014 tarihli ve
E.2013/1489, K.2014/1219 sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir:
“5233 sayılı Yasa, idarenin terör olaylarına
dayalı kusursuz sorumluluk alanını genişleten, oluşan zararların yargı yoluna
başvurmadan sulh yoluyla ödenmesine öngören, bu yönüyle uyuşmazlığın sadece
maddi zararlara ilişkin kısmının yargı dışı alternatif bir yöntemle
giderilmesini sağlayan, ancak manevi zararların karşılanmasını da engellemeyen
nitelikte bir yasadır.
Nitekim
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin 18888/02 nolu
başvuruya konu 12/01/2006 günlü Aydın İçyer - Türkiye kararının 81. paragrafında, 5233 sayılı Terör ve
Terörle Mücadeleden Kaynaklanan Zararların Karşılanması Hakkında Kanunla ilgili
olarak “Tazminat Kanun’unda yalnız maddi zararlar için tazminat talep etme
olanağının bulunduğu doğru olsa da Kanun’un 12. maddesinin idari mahkemelerde
manevi zarar için tazminat talep etme olanağı verdiği görülmektedir.” ifadesine
yer verilmiştir.
Bu durumda, terör olayları nedeniyle meydana
gelen ve sosyal risk ilkesi kapsamında bulunup 5233 sayılı Yasa uyarınca
karşılanmayan ilgililerin ileri sürdükleri manevi zarara bağlı tazminat
taleplerine ilişkin uyuşmazlıklarda, idare hukukunun tazminata ilişkin ilke ve
kuralları çerçevesinde 2577 sayılı Yasanın öngördüğü usullere tabi olarak
manevi tazminat ödenip ödenmeyeceğine ilişkin yargısal incelemesinin yapılması
gerekmektedir.”
28. 5233 sayılı Kanun’un genel gerekçesinde Kanun'un
amaçlarından birinin özetle terör eylemleri ve terörle mücadele kapsamında
yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören kişilerin maddi zararlarının yargı
yoluna gitmelerine gerek kalmadan idarece en kısa sürede sulh yoluyla
karşılanması olduğu ifade edilmiştir. Kanun'un 12. maddesinin gerekçesinde ise
sulhun davayı sona erdirici işlem olduğu, sulhname
imzalanmasının dava açılmasını engellediği belirtilmiştir.
B. Uluslararası Hukuk
29. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), başvuruya benzer
şekilde terör olaylarından dolayı köyü terke mecbur kalınması nedeniyle
uğranılan zararın tazminine ilişkin sulhname
imzalanmasının ardından köyü terkten önce var olan hayvanlarına ilişkin zararla
manevi zararının tazmin edilmediği iddialarıyla yapılan şikâyetleri kapsayan
bir grup başvuruyu incelediği Akbayır ve diğerleri/Türkiye (B. No: 30415/08,
28/6/2011) kararında sulhname imzalanmasının
taleplerden feragat edilmesini gerektirdiği, dolayısıyla yerel boyuttaki bu
uzlaşmanın tartışmasız olarak ihtilaflı tazminat hakkında öne sürülen itiraza
son verdiği gerekçesiyle başvuruları kabul edilemez bulmuştur.
30. AİHM, başvuranlar tarafından imzalanan dostane çözüm
beyanlarının (sulhnamelerin) manevi tazminattan söz
etmediğini gözlemlediğini belirterek dostane çözüme dair bu beyanların (sulhname) ilgili tarafların prosedürü sona erdirmeye
ilişkin açık iradesinin tezahürü olduğunu ifade etmiştir. AİHM; tüm başvuru
sahiplerinin iç hukukta ve AİHM huzurunda avukatlar tarafından temsil
edildiğini, bu hâlde başvuranların hem 5233 sayılı Kanun ve kendi beyanlarının
manevi zarara ilişkin hiçbir talep içermediği iddiasını hem de bu anlaşmaların
sonuçlarından habersiz oldukları iddiasını ileri süremeyeceklerini
belirtmiştir. AİHM, söz konusu düzenleme başvuranların prosedürle ilgili her
türlü iddiadan feragat etmelerini gerektirdiğinden bu anlaşmanın söz konusu
ödemeyle ilgili anlaşmazlığı tartışmasız bir şekilde sonlandırması nedeniyle
başvuranların şikâyette bulunamayacakları sonucuna ulaşmıştır (Akbayır ve diğerleri/Türkiye, § 77).
31. AİHM, sürü hayvanlarının farklı türlerine göre besicilikten
elde edilen gelirlerin tazminatının komisyonlarca yanlış değerlendirilmesine
ilişkin şikâyetle ilgili olarak da dostane çözümün kabul edilmesi konusunda
yukarıda belirtilen sonuçların ayrıca bu şikâyete uygulanabileceği kanaatinde
olup AİHM'e göre sulhnamelerin
imzalandığı ve ödemeler gerçekleştiği andan itibaren Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi bağlamında başvuranların mağdur sıfatı yok olmaktadır (Akbayır ve diğerleri/Türkiye, § 78).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
32. Mahkemenin 21/2/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Mülkiyet Hakkının
İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Maddi Zararların Eksik
Tazmin Edildiğine İlişkin Şikâyet Yönünden
a. Başvurucunun İddiaları
33. Başvurucu; 5233 sayılı Kanun kapsamında yapmış olduğu
başvurusunun kısmen kabul edilip kısmen reddedildiğini, zararının kabul edilen
kısmı için idare ile sulhname imzalamakla birlikte sulhname dışı bırakılan hayvan zararları ve iki yıllık
eksik süre yönünden dava açtıklarını, nitekim Danıştay Onuncu Dairesinin sulhname dışı bırakılan hususlar için dava açılabileceği
yönünde kararları olduğunu belirterek eksik tazmin nedeniyle mülkiyet hakkının
ihlal edildiğini iddia etmiştir.
b. Değerlendirme
34. Somut başvuruda başvurucu, terör ve terörle mücadele
kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle oluşan zararlarının karşılanması
amacıyla 5233 sayılı Kanun kapsamında Komisyona başvurmuş, Komisyon tarafından
tespit edilen maddi zararları öngörülen birim fiyatlara tabi tutularak tazminat
miktarı belirlenmiş ve sulh teklifi başvurucu vekili tarafından kabul edilerek
yine başvurucu adına sulhname imzalanmıştır (bkz. §§
10-11).
35. 5233 sayılı Kanun’un gerek genel gerekçesinden gerekse
içerdiği düzenlemelerden terör eylemleri ve terörle mücadele kapsamında
yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören kişilerin maddi zararlarının yargı
yoluna gitmelerine gerek kalmadan idarece en kısa sürede sulh yoluyla
karşılanmasının amaçlandığı, bu çerçevede ilgili hukuk kısmında yer verilen
düzenlemelerden de anlaşılacağı üzere sulhname
düzenlenerek uyuşmazlıkların bir an evvel bitirilmesine özel önem atfedildiği
anlaşılmaktadır.
36. 5233 sayılı Kanun'dan kaynaklanan uyuşmazlıklara bakan idare
mahkemeleri ve Danıştay Onbeşinci Dairesi, Kanun'u bu
amacını esas alarak yorumlamış ve sulhname
imzalanmasıyla davacıların uğradıkları zararların tazmin edilmek suretiyle uyuşmazlığın
ortadan kalktığı, dolayısıyla sulhname imzalanmasının
ardından uyuşmazlığın artık yargıya taşınmasının mümkün olmadığı sonucuna
varmışlardır.
37. İdare mahkemelerinin ve Danıştayın,
sulhname dışı bırakılan bakiye zarar sebebiyle açılan
davaların sulhname imzalanmış olması nedeniyle
reddedilmesi yönündeki bu yaklaşımı bireysel başvuru yoluyla Anayasa
Mahkemesine taşınmış ve Mahkeme, -sulhname konusu
paranın ödenmediği iddiasının bulunması durumu hariç- makul bir tazminata
hükmedilmesini temin eden sulhnameyle birlikte
başvurucuların mağdur sıfatının ortadan kalkacağı sonucuna varmıştır. Anayasa
Mahkemesi, bu durumlarda mağdur sıfatının ortadan kalkmış olması gerekçesiyle
başvuruların kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
vermiştir (Zübeyit Kaya, B. No: 2013/7674, 21/5/2015, §§
29-43; Faris Arslan, B. No: 2014/1026, 20/5/2015, §§
45-58; Salih Alkan, B. No:
2013/4747, 31/3/2016). Bir başka ifadeyle idare mahkemeleri ve Danıştayın anılan yorumunda mülkiyet hakkı yönünden bir
sorun görülmemiştir.
38. Diğer taraftan Danıştay Onuncu Dairesinin sulhname dışı bırakılan hususlar için dava açılabileceği
yönünde kararlarına rağmen aksi yönde karar verilmesinin mülkiyet hakkını ihlal
ettiği iddiası da daha önce Anayasa Mahkemesi tarafından incelenmiştir. Anayasa
Mahkemesi söz konusu içtihadında Danıştay dava daireleri arasındaki iş bölümü
kapsamında 5233 sayılı Kanun’dan kaynaklanan davaları ve temyiz başvurularını
inceleme görevi Danıştay Onuncu Dairesine ait iken Danıştay Genel Kurulunca
alınan 25/4/2011 tarihli kararla bu görevin Danıştay Onbeşinci
Dairesine devredildiğini, aynı yıl Danıştay Onbeşinci
Dairesinin içtihat değişikliğine giderek 5233 sayılı Kanun'un 12. maddesinin
madde metni ve gerekçesinden hareketle sulhname
imzalanması ile uyuşmazlık ortadan kalktığından bakiye zararlar için dava
açılamayacağı şeklinde içtihadını oluşturduğunu ve Onbeşinci
Dairenin bu içtihadı istikrarlı şekilde uyguladığının anlaşıldığını
belirtmiştir. Anayasa Mahkemesi, derece mahkemelerince hukuk kurallarının
yorumlanması ve delillerin değerlendirilmesinde farklılıklar meydana gelmesi ya
da önceki çözümün tatminkâr bulunmaması veya yeni kabul edilmiş bir yasanın yorumlanmasında
içtihadın müstakar hâle gelmesi için belli bir zamana ihtiyaç duyulması gibi
çeşitli nedenlerle içtihat değişikliği yaşanabileceğini belirterek söz konusu
iddiayı kabul edilemez bulmuştur (bkz. Ramazan
Acar, B. No: 2013/7939, 15/12/2015; Selvi
Ağgül ve diğerleri, B. No: 2013/6201,
21/4/2016).
39. Somut olayda da Anayasa Mahkemesinin anılan içtihatlarından
ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır. Şöyle ki; olayda eksik
hesaplandığı iddia edilen zararın miktarı üzerinde başvurucunun idareyle
anlaşma sağlamış ve sulhnameyi imzalamış olması
sebebiyle maddi mağduriyetinin giderildiği anlaşılmaktadır. Başvurucu,
Komisyonun tespitinde belirlenen ve zararlarının tamamını karşıladığını beyan
ettiği alacağı tümüyle davalı idareden tahsil ettiğinden mülkiyet hakkına
ilişkin mağduriyet giderilmiş ve bu hak yönünden mağdurluk statüsü de aynı
tarihte sona ermiştir. Belirtmek gerekir ki başvurucu, Komisyonun sulhname teklifini avukatı aracılığıyla kabul etmiş ve sulhname başvurucu adına avukatı tarafından imzalanmıştır.
Dolayısıyla başvurucunun maddi tazminat iddialarını sona erdiren sulhnamenin bu hukuki sonucundan habersiz olduğu da
düşünülemez. Öte yandan başvurucu, Komisyon tarafından ödenmesine karar verilen
tazminat tutarının kendilerine ödenmediği ya da eksik ödendiği yönünde bir
iddiada da bulunmamıştır.
40. Diğer taraftan manevi tazminat, 5233 sayılı Kanun'da
öngörülmediğinden sulhname konusu olamayacağı açık
olup bu kısımda varılan sonuç sadece maddi tazminata ilişkindir. Manevi
tazminat yönünden ayrıca bir değerlendirme yapılacaktır.
41. Açıklanan gerekçelerle eksik maddi tazminattan kaynaklanan
mülkiyet hakkına yönelik şikâyet yönünden başvurucunun mağdurluk statüsünü
kaybettiği anlaşıldığından başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik
şartları yönünden incelenmeksizin kişi
bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
2. Manevi Zararların Tazmin Edilmediğine
İlişkin Şikâyet Yönünden
a. Başvurucunun İddiaları
42. Başvurucu, manevi zararlarının tazmin edilmemesi nedeniyle
mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
b. Değerlendirme
43. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurularda, manevi
tazminat taleplerinin reddedilmesine ilişkin iddialar daha önce bireysel
başvuruya konu olmuş ve Anayasa Mahkemesinin bu konuda verdiği kararlarda
başvurucuların terör eylemi kapsamında gerçekleşen zararlarının manevi tazminat
ödenmesi ile giderilmesine ilişkin olarak 5233 sayılı Kanun’da hüküm bulunmamakla
birlikte idare hukukunun genel hükümleri kapsamında başvurucuların anılan talep
hakkına sahip olduğu belirtilmiştir (Özden
Sayar ve Deren Dilara Sayar, B. No: 2013/4022, 13/4/2016, §§ 51-76).
44. Bir başka ifadeyle Anayasa Mahkemesi 5233 sayılı Kanun'un
Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun verdiği kararlarda (bkz. § 27) da
belirtildiği üzere maddi zararların özel bir giderim usulü olmakla birlikte
manevi zararların genel hükümlere göre karşılanmasına da engel olmayan bir
kanun olduğunu ve 2577 sayılı Kanun'un 12. ve 13. maddelerinde, idarenin işlem
veya eyleminden dolayı hakları ihlal edilenlere tazminat talebinde bulunabilme
imkânı tanındığını, bu nedenle 5233 sayılı Kanun dışında idari yargıda genel
hükümlere başvurularak uğranılan zararın tazmin edilebileceğini belirtmiştir (Abbas Emre, B. No: 2014/5005, 6/1/2016, §
81).
45. Anılan içtihatlarda ortaya konulduğu üzere 5233 sayılı Kanun
manevi zararların karşılanmasını öngörmemekle birlikte genel hükümlere göre
açılacak tam yargı davasında manevi tazminat istenmesini de engellememektedir.
Başka bir anlatımla, kişiler manevi tazminat taleplerini 5233 sayılı Kanun
kapsamında değil 5233 sayılı Kanun'dan bağımsız olarak tazminat hukukunun genel
prensiplerine göre açacakları davalarda dile getirebilirler.
46. Bu durumda başvurucuların idare mahkemelerinde açtıkları
davaların niteliği ve manevi tazminata ilişkin taleplerini dile getiriş
biçimleri özel önem taşır. Manevi tazminat talebinin yukarıda belirtilen
içtihada uygun şekilde, yani genel hükümler çerçevesinde 2577 sayılı Kanun'un
ilgili maddelerinde belirtilen usullere mi yoksa 5233 sayılı Kanun'a mı
dayandırıldığının ortaya konulması gerekir.
47. Somut olayda başvurucu, Komisyon kararının sulhname dışı bırakılan zarar kalemlerine ilişkin kısmının
iptali istemiyle açtığı davada Komisyon tarafından manevi tazminat da ödenmesi
gerektiğini ileri sürmüştür. Ancak 5233 sayılı Kanun uyarınca kurulan ve
faaliyette bulunan Komisyonun manevi tazminata hükmetmesi beklenemez.
Dolayısıyla başvurucunun Komisyona başvurunun ardından açtığı davasını 5233
sayılı Kanun'a dayandırdığı ve genel hükümlere göre tam yargı davası açmadığı
anlaşıldığından manevi tazminat isteminin anılan gerekçeyle reddedilmesinde
mülkiyet hakkına yönelik bir ihlal olmadığının açık olduğu sonucuna
varılmıştır.
48. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Makul Sürede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
49. Başvurucu; köyü terk etmeden önceki hayvan varlığına ilişkin
iddiaların dikkate alınmaması, mülkten mahrum kalınan sürenin eksik
hesaplanması, manevi tazminat istemlerinin reddedilmesi, derece mahkemelerinin
anılan konularda gerekçelerinin bulunmaması nedenleriyle adil yargılanma
hakkının da ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu ayrıca 5233 sayılı
Kanun kapsamında başvurulan idari süreç ve yargılama prosedürlerinin makul
sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal
edildiğini iddia etmiştir.
2. Değerlendirme
50. Somut olayda sulhname imzalanarak
maddi tazminata ilişkin uyuşmazlığın sona erdirildiğine ilişkin yukarıda
mülkiyet hakkına dair gerekçede belirtilen değerlendirme ve varılan sonuç
gözetildiğinde usul güvencesi olan adil yargılanma hakkı bakımından aynı
şikâyetlerin tekrar incelenmesini gerektiren bir neden bulunmamaktadır. Bu
nedenle başvurucuların bu başlık altındaki mülkiyet hakkı yönünden ileri
sürdükleri benzer mahiyetteki şikâyetlerinin incelenmesine gerek görülmemiştir.
51. Diğer taraftan makul sürede yargılanma hakkına ilişkin
şikâyet sulhname imzalanmasından bağımsız olduğundan
ve başvurucunun temel şikâyetlerinden ayrıca ele alınabilecek nitelikte
olduğundan makul sürede yargılanma hakkı yönünden inceleme yapılmıştır.
52. Bireysel başvuru yapıldıktan sonra 31/7/2018 tarihli ve
30495 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe
giren 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Kanun'un 20. maddesiyle 9/1/2013 tarihli
ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların
Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'a geçici madde eklenmiştir.
53. 6384 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddeye göre
yargılamaların uzun sürmesi ve yargı kararlarının geç veya eksik icra edilmesi
ya da icra edilmemesi şikâyetiyle Anayasa Mahkemesine yapılan ve bu maddenin
yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesi önünde derdest olan bireysel
başvuruların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul
edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat
üzerine Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığı tarafından
incelenmesi öngörülmüştür.
54. Ferat Yüksel (B. No: 2014/13828, 12/9/2018, §§
27-36) kararında Anayasa Mahkemesi; yargılamaların makul sürede
sonuçlandırılmadığı ya da yargı kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da
hiç icra edilmediği iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce gerçekleştirilen
bireysel başvurulara ilişkin olarak Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat
Komisyonuna başvuru imkânının getirilmesine ilişkin yolu ulaşılabilir olma,
başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesinin bulunup bulunmadığı
yönlerinden inceleyerek bu yolun etkililiğini tartışmıştır.
55. Ferat Yüksel kararında özetle anılan başvuru
yolunun kişileri mali külfet altına sokmaması ve başvuruda kolaylık sağlaması
nedenleriyle ulaşılabilir olduğu, düzenleniş şekli itibarıyla ihlal iddialarına
makul bir başarı şansı sunma kapasitesinden mahrum olmadığı ve tazminat
ödenmesine imkân tanıması ve/veya bu mümkün olmadığında başka türlü telafi
olanakları sunması nedenleriyle potansiyel olarak yeterli giderim sağlama
imkânına sahip olduğu hususunda değerlendirmelerde bulunulmuştur (Ferat Yüksel, §§ 27-34). Bu gerekçeler
doğrultusunda Anayasa Mahkemesi, ilk bakışta ulaşılabilir olan ve ihlal
iddialarıyla ilgili başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesi
olduğu görülen Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonuna başvuru yolu
tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil
niteliği ile bağdaşmayacağı sonucuna vararak başvuru yollarının tüketilmemiş
olması nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermiştir (Ferat Yüksel, §§ 35, 36)
56. Mevcut başvuruda söz konusu karardan ayrılmayı gerektiren
bir durum bulunmamaktadır.
57. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez
olduklarına karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Maddi zararların eksik tazmin edildiğine ilişkin iddianın kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Manevi zararların tazmin edilmediğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA
21/2/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.