TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
TAHİR AĞGÜN BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2015/3544)
|
|
Karar Tarihi: 14/11/2018
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Serruh KALELİ
|
|
|
Hasan Tahsin
GÖKCAN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Yusuf Şevki
HAKYEMEZ
|
Raportör
|
:
|
Volkan
ÇAKMAK
|
Başvurucu
|
:
|
Tahir AĞGÜN
|
Vekili
|
:
|
Av. Dursun
KARACA
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, maluliyete sebep olan işitme kaybı nedeniyle meydana
gelen zararların tazmini için açılan davada süre ret kararı verilmesinin
mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 12/10/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar
özetle şöyledir:
8. Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) bünyesinde jandarma uzman erbaş
olarak 2002 yılı itibarıyla göreve başlayan başvurucu sırasıyla Aydın, Tunceli,
Van ve Hatay illerinde görev yapmıştır.
9. Van Jandarma Komando Özel Harekat
Tabur Komutanlığında görev yapmakta iken işitme duyusu yönünden rahatsızlanan
başvurucu Van Asker Hastanesine sevk edilmiştir.
10. Van Asker Hastanesine birkaç kez sevk edilen başvurucu
hakkında 2/6/2008, 17/9/2009, 26/8/2010 ve 29/9/2011 tarihlerinde olmak üzere
dört ayrı sağlık raporu düzenlenmiştir. Farklı yıllarda düzenlenen bu sağlık
raporları benzer tespitler içermektedir. Anılan sağlık raporları ile başvurucu
için işitme kaybı teşhisinde
bulunulmuş ancak jandarma komando uzman
erbaş olarak görev yapabileceği tespit edilmiştir.
11. Hatay'da görev yapmakta iken yine işitme rahatsızlığı sebebiyle
İskenderun Asker Hastanesine sevk edilen başvurucu hakkında 18/4/2013 tarihli
sağlık raporu tanzim edilmiştir. Bu rapor ile "sensorinöral işitme kaybı, bileteral
(bilateral yüksek frekans işitme kaybı)"
teşhisi konulmuş ve başvurucunun TSK'da görev
yapamayacağı, barışta askerliğe elverişli olmadığı tespitinde
bulunulmuştur.
12. 18/4/2013 tarihli raporun onaylanmasının ardından 1/10/2013
tarihinde başvurucunun TSK ile ilişiği kesilmiş ve başvurucu malulen emekli
edilmiştir.
13. Başvurucu; Tunceli, Van ve Hatay'da görev yaparken katıldığı
operasyonlarda kullanılan ağır silahlar nedeniyle işitme kaybı yaşadığını,
malul/engelli konuma geldiğini, işinden ayrılmak zorunda kaldığını ve bu
durumun kendisini maddi ve manevi zarara uğrattığını belirterek gerek kusur
gerekse kusursuz sorumluluk esaslarına göre tazminat ödenmesi istemiyle
Jandarma Genel Komutanlığına 23/12/2013 tarihinde idari başvuruda bulunmuştur.
Başvurusu cevap verilmemek suretiyle zımnen reddedilmiştir.
14. Zımnen ret üzerine başvurucu uğradığını ileri sürdüğü maddi
ve manevi zararın tazmini için 28/2/2014 tarihinde Askeri Yüksek İdare
Mahkemesi (AYİM) nezdinde tam yargı davası açmıştır.
15. AYİM İkinci Dairesi (Mahkeme) 24/9/2014 tarihli kararıyla
davayı süre aşımı nedeniyle reddetmiştir.
16. Ret gerekçesinde öncelikle 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı
mülga Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun dava açma süresine ilişkin
hükümlerine yer verilerek idari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların
dava açmadan önce bu eylemlerin yazılı bildirimi üzerine veya başka suretle
öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her hâlde eylem tarihinden itibaren
beş yıl içinde yetkili makama başvurarak haklarının yerine getirilmesini
istemelerinin şart olduğu, bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi hâlinde ret
işleminin tebliği tarihinden ve altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu
sürenin bittiği tarihten itibaren altmış gün içinde tam yargı davası açmaları
gerektiği hatırlatılmıştır. Başvurucunun ağır silah kullanımı nedeniyle işitme
kaybı yaşadığını iddia ettiğinin ve 2008 ile 2011 yılları arasında her yıl
hakkında işitme kaybı yaşadığı yönünde rapor tanzim edildiğinin altı
çizilmiştir. Başvurucunun 2011 yılından sonra görev yaptığı dönemde ağır silah
kullandığı yönünde bilgi belge bulunmadığı ve eylem ile eylemden doğan zararı
en geç 29/9/2011 tarihli raporla öğrendiği vurgulanmıştır. Bu tespit uyarınca
başvurucunun 29/9/2011 tarihinden itibaren en geç bir yıl içinde idareye
zararının tazmini istemiyle başvurması gerekirken 23/12/2013 tarihinde yaptığı
başvuru üzerine açtığı davanın süre aşımına uğradığı belirtilerek ret gerekçesi
oluşturulmuştur.
17. Ret kararı oyçokluğu ile alınmıştır. Azınlıkta kalan üyenin karşıoy gerekçesinde özetle 2011 yılında düzenlenen raporda
TSK'da görev yapabileceği belirtilen başvurucu için zorunlu idari başvuru
süresinin malul olma durumunu ortaya koyan 18/4/2013 tarihli rapordan itibaren
hesaplanması gerektiği ifade edilmiştir.
18. Ret hükmüne yönelik karar düzeltme istemi mahkemenin 21/1/2015
tarihli kararı ile reddedilmiştir.
19. Başvurucu nihai kararı 2/2/2015 tarihinde tebellüğ ettikten
sonra 26/2/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
1. Kanun Hükümleri
20. 1602 sayılı mülga Kanun’un 43. maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
"İdari eylemlerden
hakları ihlal edilmiş olanların Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde dava açmadan
önce, bu eylemlerin yazılı bildirimi üzerine veya başka suretle öğrendikleri
tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde
yetkili makama başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri lazımdır.
Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde bu konudaki işlemin tebliği
tarihinden ve altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği
tarihten itibaren altmış gün içinde tam yargı davası açabilirler."
21. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu'nun 13. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"İdari eylemlerden
hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı
bildirim üzerine veya başka süretle öğrendikleri
tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde
ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri
gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki
işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde
cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi
içinde dava açılabilir."
2. Danıştay İçtihadı
22. Danıştay Onuncu Dairesinin 4/11/2011 tarihli ve E.2008/7182,
K.2011/4711 sayılı kararının ilgili bölümü şöyledir:
"Bir eylemin idariliği ve doğurduğu zarar bazı durumlarda eylemin
gerçekleşmesiyle, kimi zaman da değişik araştırma ve incelemelerden, hatta ceza
davalarından sonra ortaya çıkabilmektedir.
Özelikle, kamu görevlilerinin idari tasarrufta
bulunurken uyulması zorunlu görülen kurallara uymamaları nedeniyle kendilerine
izafe edilebilecek nitelikte olmakla birlikte, resmi yetkilerin kullanımı
sırasında gerçekleştiği için idaresinden de ayrılamayan görev kusurlarından
doğan zararın tazmini istemiyle açılacak tam yargı davalarında eylemin idariliği, zararın, kamu görevlisinin kişisel kusurundan
mı, görev kusurundan mı kaynaklandığının ceza muhakemesi sonucunda
belirlenmesiyle ortaya çıkabilmektedir.
Bu nedenlerle, 2577 sayılı Kanun’un 13.
maddesinde öngörülen 1 ve 5 yıllık sürelerin eylemin idariliğinin
ve doğurduğu zararın ortaya çıktığı tarihten itibaren hesaplanması zorunludur.
Aksi yorumun, dava açma yolunun kullanımını güçleştirerek hak arama hürriyetini
olumsuz etkileyeceğini belirtmek gerekir. Anılan Yasa hükmünde öngörülen tam
yargı davalarının, idari eylem nedeniyle uğranılan zararın tazminine yönelik
olması sebebiyle davanın açılabilmesi için eylemin idariliğinin
ve yol açtığı zararın ortaya çıkması zorunludur."
23. Aynı Dairenin 28/3/2018 tarihli ve E.2016/15634, K.2018/1334
sayılı kararının ilgili bölümü şöyledir:
"2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu'nun "Doğrudan doğruya tam yargı davası açılması" başlıklı 13.
maddesinde idari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan
önceeylemin öğrenildiği tarihten itibaren bir yıl ve
her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak
haklarının yerine getirilmesini istemeleri gerektiği öngörülmüş olup; bu
sürelerin, kişilerin haklarını ihlal eden eylemlerin, idare ile illiyet bağının
kurulduğu, başka bir ifadeyle eylemin idariliğinin
öğrenildiği tarihten itibaren başlatılacağı kuşkusuzdur.
Tam yargı davaları, idari eylem nedeniyle
uğranılan zararın tazminini ifade etmektedir. Bu nedenle, tam yargı davasının
açılabilmesi için eylemin idariliğinin ve yol açtığı
zararın ortaya çıkması zorunludur.
İdari eylem, idarenin işlevi sırasında bir
hareketi, bir davranışı, bir tutumu veya hareketsizliği; idari karar ve işlemle
ilgisi olmayan, başka bir deyişle öncesinde, temelinde bir idari karar veya
işlem olmayan salt maddi tasarrufları ifade etmektedir.
Söz konusu eylemlerin idariliği
ve doğurduğu zarar bazen eylemin yapılmasıyla birlikte ortaya çıkarken, bazen
de çok sonra, değişik araştırma, inceleme ve hatta ceza yargılamaları sonucu
ortaya çıkabilmektedir.
Özellikle kamu görevlilerinin idari bir tasarruf
yaparken; mevzuatın, üstlendiği ödevin ve yürüttüğü hizmetin kural, usul ve
gereklerine aykırı olarak, kendisine izafe edilebilecek boyutta ve biçimde,
ancak yine de resmi yetki, görev ve olanaklardan yararlanarak, onları
kullanarak hareket ettiği, bu nedenle de idaresinden tamamen ayrılmasını
önleyen ve engelleyen görev kusurları nedeniyle doğan zararların tazmini
istemiyle açılacak tam yargı davalarında eylemin idariliği,
bazen ceza davalarıyla personelin şahsi kusuru sonucu mu yoksa görev kusuru
sonucu mu zararın ortaya çıktığının belirlenmesinden sonra saptanabilmektedir.
Bu itibarla, 2577 sayılı Kanun'un 13.
maddesinde öngörülen bir ve beş yıllık sürelerin, eylemin idariliğinin
ortaya çıktığı tarihten itibaren hesaplanması zorunludur. Aksi yorumun, zarara
yol açan eylemin idariliğinin ortaya çıkmasıyla
kullanılması mümkün olan dava açma hakkını ortadan kaldıracağı, hak arama
özgürlüğüyle bağdaşmayacağı açıktır."
B. Uluslararası Hukuk
24. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6. maddesinin
(1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da
cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan,
kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul
bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini istemek hakkına
sahiptir...”
25. Dava açma hakkını kullanmak yasal birtakım şartlara bağlansa
da mahkemelerin usul kurallarını uygularken hem yargılamanın adil olmasına
halel getirecek aşırı şekilcilikten hem de yasalar tarafından konulan usul
kurallarını ortadan kaldırma sonucunu doğuracak aşırı esneklikten kaçınmaları
gerekir (Walchli/Fransa, B. No: 35787/03, 26/7/2007, §
29). Yapılan düzenlemeler, hukuk güvenliği ilkesi ve adaletin iyi bir şekilde
tecelli etmesi amaçlarına hizmet etmediği ve dava açmak isteyen kişinin önünde
davasının esasını yetkili ve görevli mahkeme önünde inceletmek bakımından bir
engel oluşturduğu durumlarda mahkemeye erişim hakkı ihlal edilmiş olur (Efstathiou ve diğerleri/Yunanistan, B. No: 36998/02,
27/7/2006,§ 24).
26. Süre koşulu gibi dava açmaya ilişkin usul koşulları birden
fazla yoruma neden olabilecek nitelikte ise mahkemeye erişim hakkı kapsamında o
yorumlardan birinin davayı açmak isteyen kişileri engelleyecek şekilde katı bir
şekilde kullanılmaması veya söz konusu koşulların katı bir uygulamaya tabi
olmaması gerekir (Běleš ve diğerleri/Çek Cumhuriyeti, B. No:
47273/99, 12/11/2002, § 51).
27. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Eşim/Türkiye (B. No: 59601/09, 17/9/2013)
kararında süre aşımı nedeniyle davası reddedilen başvurucunun mahkemeye erişim
hakkının engellenip engellenmediği hususunu incelemiştir. Söz konusu olayda
başvurucu, askerlik hizmetini yerine getirirken 25/9/1990 tarihinde yaşanan bir
çatışmada yaralanmış; başvurucunun tedavisi uzunca bir süre devam etmiş ve
sonunda 1992 yılında askerlikle ilişiği kesilmiştir. Başvurucu, sonraki
yıllarda sürekli baş ağrısından ve baş dönmesinden yakınmış; 2004 yılında başında
belirlenemeyen metal bir cismin olduğu tespit edilmiş, 2007 yılında Gülhane
Askerî Tıp Akademisindeki (GATA) muayenesinde başvurucunun başında mermi olduğu
anlaşılmıştır. Başvurucu 19/9/2007 tarihinde tazminat almak amacıyla idareye
başvurmuş ancak başvurucunun bu talebi reddedilmiştir. Bunun üzerine
başvurucunun idare aleyhine maddi ve manevi tazminat istemiyle açtığı davada
AYİM söz konusu olayın yaşandığı tarihten itibaren beş yıl içinde dava
açılmadığı gerekçesiyle davayı süre aşımı yönünden reddetmiştir.
28. AİHM anılan kararında, davanın temelinde yer alan konunun
aslen beş yıllık süre sınırını başvurucunun yaralandığı tarihten itibaren
hesaplayan yerel Mahkeme kararındaki gerekçelendirme olduğunu ifade etmiş;
başvurucunun 25/9/1995 tarihinde kafatasındaki mermiden haberdar olmamasının
tartışma konusu olmadığından kendisinden beş yıl içinde tazminat davası
açmasının beklenmesinin makul olarak değerlendirilemeyeceğine, Mahkemenin
nazarında şahsi yaralanmayla ilgili tazminat davalarında dava açma hakkının
tarafların uğradığı zararı gerçekte değerlendirebildiğinde kullanılabilmesi
gerektiğine hükmetmiş ve AYİM’in süre sınırı hakkındaki
katı yorumunun davanın esasının tam olarak incelenmesine engel olması nedeniyle
mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır (Eşim/Türkiye, §§ 23, 25, 26).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
29. Mahkemenin 14/11/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
30. Başvurucu; işitme duyusu yönünden yaşadığı rahatsızlığın
maluliyete neden olduğunu 18/4/2013 tarihinde tanzim edilen sağlık raporu ile
öğrendiğini, dolayısıyla zarara uğradığına bu tarihte vâkıf olduğunu ve bu
nedenle zorunlu idari başvuru süresinin 18/4/2013 tarihinden itibaren
başlatılması gerektiğini belirterek Mahkemenin idari başvuru süresini 2011
yılında düzenlenen raporu esas alarak hesaplaması sonucu davayı reddetmesinin
mahkemeye erişim ve etkili başvuru haklarını ihlal ettiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
31. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, meşru vasıta
ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı
olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."
32. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun şikâyeti Mahkemenin dava açma
süresine dair hukuk kurallarını hatalı değerlendirdiği iddiasına müteallik
olduğundan başvuru, mahkemeye erişim hakkı kapsamında incelenmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
33. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan
mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Hakkın Kapsamı ve
Müdahalenin Varlığı
34. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı
mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma hakkına
sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı, Anayasa’nın
36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir unsurudur.
Diğer yandan Anayasa'nın 36. maddesine adil
yargılanma ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin
taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil
yargılanma hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Sözleşme'yi yorumlayan AİHM, Sözleşme'nin 6. maddesinin (1)
numaralı fıkrasının mahkemeye erişim hakkını içerdiğini belirtmektedir (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur.
San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2014/13156, 20/4/2017,§
34).
35. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama
özgürlüğü, bir temel hak olmanın yanında diğer temel hak ve özgürlüklerden
gereken şekilde yararlanılmayı ve bunların korunmasını sağlayan en etkili
güvencelerden biridir. Bu bakımdan davanın bir mahkeme tarafından görülebilmesi
ve kişinin adil yargılanma hakkı kapsamına giren güvencelerden faydalanabilmesi
için ilk olarak kişiye iddialarını ortaya koyma imkânının tanınması gerekir.
Diğer bir ifadeyle dava yoksa adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelerden
yararlanmak mümkün olmaz (Mohammed Aynosah, B. No:
2013/8896, 23/2/2016, § 33).
36. Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru kapsamında yaptığı
değerlendirmelerde mahkemeye erişim hakkının bir uyuşmazlığı mahkeme önüne
taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını
isteyebilmek anlamına geldiğini ifade etmiştir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52).
37. Somut olayda idari eyleme dayalı tam yargı davasının süre
aşımından reddedilerek esasının incelenmemesi nedeniyle başvurucunun mahkemeye
erişim hakkına yönelik bir müdahalenin bulunduğu görülmektedir.
b.Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
38. Anayasa'nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Temel hak ve
hürriyetler, ... yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ... ölçülülük
ilkesine aykırı olamaz."
39. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde
belirtilen koşullara uygun olmadığı takdirde Anayasa’nın 36. maddesinin
ihlalini teşkil edecektir.
40. Bu sebeple müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen
ve somut başvuruya uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, haklı bir sebebe
dayanma, ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının
belirlenmesi gerekir.
i. Kanunilik
41. Başvurucunun idari eylemden doğan zararın tazmini istemiyle
açtığı davanın süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesine ilişkin mahkeme kararının
1602 sayılı mülga Kanun'un 43. maddesine dayandığı görülmektedir. Dolayısıyla
somut olayda başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yönelik müdahalenin kanuni
dayanağının mevcut olduğu anlaşılmıştır.
ii. Meşru Amaç
42. Dava açmanın bir süreye bağlanmasının meşru amacının ne
olduğu hususu benzer nitelikteki başvurularda Anayasa Mahkemesi tarafından
müteaddit defa incelenmiştir. Anayasa Mahkemesi bu incelemelerinde, idari işlem
ya da eylemlere karşı açılacak davalarda süre koşulu öngörülmesinin en genel
ifadesiyle Anayasa'nın 2. maddesinde düzenlenen hukuk devleti ilkesinin bir
gereği olan idari istikrarın sağlanması şeklinde bir meşru amacı bulunduğuna
işaret etmiştir (Daha ayrıntılı değerlendirme için bkz. Ayşe Yıldırım, B. No: 2014/5, 25/10/2017,
§§ 54, 55; Fatma Altuner,
B. No: 2014/17714, 26/10/2017, §§ 48, 49; Çölbeyi Lojistik Nakliyat Gümrükleme Denizcilik İnşaat Turizm Sanayii ve
Ticaret Limited Şirketi, B. No: 2014/12354, 9/11/2017, § 52).
iii. Ölçülülük
(1)
Genel İlkeler
43. Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru kapsamında yaptığı
değerlendirmelerde kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya mahkeme
kararını anlamsız hâle getiren, bir başka anlatımla mahkeme kararını önemli
ölçüde etkisizleştiren sınırlamaların mahkemeye erişim hakkını ihlal edebileceğini
ifade etmiştir (Özkan Şen,§ 52).
44. Bu nedenle mahkemelerin usul kurallarını uygularken
yargılamanın hakkaniyetine zarar getirecek ölçüde katı şekilcilikten kaçınmaları
gerektiği gibi kanunla öngörülmüş usul şartlarının ortadan kalkmasına neden
olacak ölçüde aşırı esneklikten de kaçınmaları gerekir (Kamil Koç, B. No: 2012/660, 7/11/2013, § 65). Bu kapsamda
mevzuatta öngörülen dava açma süresine ilişkin kuralların hukuka açıkça aykırı
olarak yanlış uygulanması veya bu sürelerin hatalı hesaplanması nedenleriyle
kişilerin dava açma ya da kanun yollarına başvuru haklarını kullanmasına engel
olunması mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur. San. ve Tic. Ltd.
Şti., § 38).
45.Bu bağlamda dava açma süresinin işlemeye başladığı an da
mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalenin ölçülülüğü bağlamında büyük önem
taşımaktadır (Yaşar Çoban [GK],
B. No: 2014/6673, 25/7/2017, § 66). Dava açma süresinin hangi tarihte
başlayacağını belirlemek ve mevzuatı bu yönüyle yorumlamak görevi esasen derece
mahkemelerine aittir. Bireysel başvurunun ikincillik ilkesi gereği, dava açma
süresinin başlatılacağı tarihin belirlenmesi noktasında Anayasa Mahkemesinin
bir görevi bulunmamaktadır. Anayasa Mahkemesinin bu hususta üstleneceği rol,
dava açma süresinin hangi tarihten itibaren başlatılması gerektiğiyle ilgili
derece mahkemelerinin yorumlarının mahkemeye erişim hakkına etkisini somut
olayın koşulları ışığında incelemektir (Ahmet
Yıldırım, B. No: 2014/18135, 20/9/2017, § 46). Bu kapsamda dava açma
süresinin henüz dava hakkının doğmadığı ya da hak sahibinin dava hakkının
doğduğundan haberdar olmadığı ve somut koşullar çerçevesinde haberdar olduğunun
kabulünü haklı kılan nedenlerin bulunmadığı bir dönemde işlemeye başlaması dava
hakkının varlığını anlamsız kılabileceğinden ölçülülük ilkesini zedeleyebilir
(Benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Yaşar
Çoban, § 66).
(2) İlkelerin
Olaya Uygulanması
46. Başvurucu, tam yargı davası açmak için gerekli olan zorunlu
idari başvuru süresinin başlangıç tarihi olarak TSK'dan ilişiğin kesilmesine
neden olan sağlık raporunun esas alınmamasının mahkemeye erişim hakkını ihlal
ettiğinden şikâyet etmektedir.
47. Somut olayda Van Asker Hastanesi tarafından başvurucu
hakkında, işitme kaybı rahatsızlığının bulunduğu ancak TSK bünyesinde görev
yapabileceği yönünde 2008 ve 2011 yılları arasında dört ayrı sağlık raporu
düzenlenmiştir. Takip eden süreçte İskenderun Asker Hastanesi tarafından
18/4/2013 tarihli sağlık raporu ile başvurucuya işitme kaybı tanısı konulmuş
ayrıca başvurucunun TSK'da görev yapamayacağı tespit edilmiştir. İskenderun
Asker Hastanesinin raporu uyarınca TSK'dan ilişiğinin kesilmesinin ardından başvurucu,
Jandarma Genel Komutanlığı aleyhine tam yargı davası açmıştır. Dava
dilekçesinde başvurucu; kullandığı ağır
silahlar nedeniyle işitme kaybına uğrayarak TSK'dan ayrılmak zorunda kaldığını,
bu nedenle maddi ve manevi zarara uğradığını belirterek TSK'dan ayrılmasında ve
malûl hale gelmesinde idarenin sorumlu olduğunu ifade etmiştir. AYİM
İkinci Dairesi başvurucunun en geç 29/9/2011 tarihli raporla işitme kaybı
nedeniyle uğradığı zarardan haberdar olduğunu vurgulayarak bu tarihten itibaren
bir yıl içinde idareye zararının tazmini istemiyle başvurması gerekirken
23/12/2013 tarihinde yaptığı başvuru üzerine açtığı davanın süre aşımına
uğradığı gerekçesiyle davayı reddetmiştir.
48. Anayasa Mahkemesince daha önce benzer nitelikte başvurularda
da belirtildiği üzere idari eylem nedeniyle uğranılan zararın tazmini istemiyle
açılan tam yargı davasında idarenin tazminle yükümlü tutulabilmesi için ortada
idari eylem ve zarar olmalı, ayrıca zararla idari eylem arasında illiyet bağı
bulunmalıdır. Bu çerçevede eylemin idariliğinin veya
yol açtığı zararın ya da arasındaki illiyet bağının eylemden çok sonra
anlaşıldığı veya ortaya konulabildiği durumlarda dava açma süresinin bu
tarihlerden sonra başlayacağı kabul edilmektedir (Mehmet Çınar ve Nuray Çınar, B. No: 2015/4807, 19/4/2018, §
46).
49. Bireysel başvuruya konu olayda; başvurucunun işitme
rahatsızlığının ilk kez 2008 yılında düzenlenen sağlık raporu ile tespit
edildiği ve takip eden dönemde 2011 yılına değin işitme kaybının sağlık
raporları ile belgelendiği hususlarında itilaf bulunmamaktadır. Başvurucunun
2008 ile 2011 yılları arasında yapılan muayeneleri ve düzenlenen raporlar
itibarıyla işitme rahatsızlığından haberdar olduğu açıktır. Bununla birlikte bu
raporlarda başvurucunun görevine devam
edebileceği ifade edilmiş ve başvurucu 2013 yılına kadar uzman erbaş
olarak görev yapmıştır. Bir başka ifadeyle 2008 ile 2011 yılları arasında
düzenlenen raporlar başvurucunun malul addedilmesi sonucunu doğurmamıştır.Başvurucunun görevi ile ilişiğinin
kesilmesine sebebiyet veren rapor ise 18/4/2013 tarihlidir. Bu raporda işitme
kaybının varlığı teyit edilmekle birlikte başvurucunun TSK bünyesinde görev yapamayacağı tespit
edilmiştir. Başvurucu, bu rapor sonucu malul olarak nitelendirilmiş vebaşvurucunun TSK ile ilişiği kesilmiştir.
50. Rahatsızlığı sebebiyle TSK'daki görevini sürdüremeyeceğini
18/4/2013 tarihli rapor ile öğrenen başvurucu, salt işitme kaybına uğranılması
nedeniyle oluşan zararın tazmini talep etmemekte; işini kaybetmesi ve malul
hâle gelmesi nedeniyle oluşan zararın yerine getirilmesini istemektedir.
Dolayısıyla başvurucunun TSK'da görev yapamayacağını bildiren raporun ardından
zararını değerlendirebilmesi mümkündür. Bu hâle göre başvurucunun 18/4/2013
tarihinde düzenlenen rapor sonucu malul addedilerek TSK ile ilişiğinin
kesildiği dikkate alındığında tam yargı davası açılmasına sebep olan ve
mesleğin kaybedilmesi/malul olunması nedeniyle uğranıldığı ileri sürülen
zararın 2011 yılında öğrenildiğinden söz edilemez. Bu itibarla salt işitme
kaybını tespit eden ve başvurucuyu malul addetmeyen rapor esas alınarak
uğradığı zararla ilgili idari başvuru yapmak suretiyle dava açmasının beklenmesi
başvurucuya orantısız bir külfet yüklemektedir.
51.Bu hâle göre 2011 yılı itibarıyla işitme kaybı
rahatsızlığından haberdar olmakla birlikte TSK'da görev yapamayacağı yönünde
bir veriye sahip olmayan başvurucunun işitme kaybı yaşadığına ilişkin 29/9/2011
tarihli rapor ile zarara neden olan eylemi ve zararı öğrendiği kabul edilerek
dava açmanın ön koşulu olan idari başvuruyu yapabileceği bir yıllık sürenin
başlatılmasının mahkemeye erişim hakkına yönelik katı bir yorum olduğu ve bu
yorumun başvurucunun mahkemeye erişim hakkını kullanmasını aşırı derecede
güçleştirdiği açıktır. Bu itibarla başvurucunun mahkemeye erişim hakkına
yapılan müdahalenin ölçüsüz olduğu değerlendirilmiştir.
52. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa’nın 36.
maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye
erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
C. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
53. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (1) ve (2)
numaralı fıkraları şöyledir:
"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir…
(2)
Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve
sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili
mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan
hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava
açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme,
Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."
54. Anayasa Mahkemesinin
Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında, ihlal
sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi
hususunda genel ilkeler belirlenmiştir.
55. Mehmet Doğan
kararında özetle uygun giderim yolunun belirlenebilmesi açısından öncelikle
ihlalin kaynağının belirlenmesi gerektiği vurgulanmıştır. Buna göre ihlalin
mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin
(2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün
79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca kural olarak ihlali
ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın
bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmedilir (Mehmet Doğan, §§ 57, 58).
56. Anayasa Mahkemesinin tespit edilen ihlalin giderilmesi
amacıyla yeniden yargılama yapılmasına hükmettiği hâllerde ilgili usul
kanunlarında düzenlenen yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak
yargılamanın yenilenmesi sebebinin varlığının kabulü ve önceki kararın
kaldırılması hususunda derece mahkemesinin herhangi bir takdir yetkisi
bulunmamaktadır. Zira ihlal kararı verilen hâllerde yargılamanın yenilenmesinin
gerekliliği hususundaki takdir derece mahkemelerine değil ihlalin varlığını
tespit eden Anayasa Mahkemesine bırakılmıştır. Derece mahkemesi Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararında belirttiği doğrultuda ihlalin sonuçlarını gidermek
üzere gereken işlemleri yapmakla yükümlüdür (Mehmet
Doğan, § 59).
57. Başvurucu, yeniden yargılama yapılmasına hükmedilerek
ihlalin giderilmesi ve uğradığı zararın tazminine karar verilmesi talebinde
bulunmuştur.
58. Anayasa Mahkemesi, 1602 sayılı mülga Kanun'un katı bir
şekilde yorumlanması sonucu davanın süre aşımından reddedilmesi nedeniyle
mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Dolayısıyla somut
başvuruda ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
59.
Bu durumda mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır.
Buna göre yapılacak yeniden yargılama ise 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin
(2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına
yöneliktir. Bu kapsamda derece mahkemelerince yapılması gereken iş, öncelikle
ihlale yol açan mahkeme kararının ortadan kaldırılması ve nihayet ihlal
sonucuna uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir
örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere ilgili mahkemeye gönderilmesine
karar verilmesi gerekir.
60. Mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğu
sonucuna varıldığından tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
61. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,90 TL harç ve 1.980
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.206,90 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının
ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil
yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin adil yargılanma hakkının ihlalinin
sonuçlarının ortadan kaldırılması için -Anayasa'nın geçici 21. maddesinin
birinci fıkrasının (E) bendinin (b) alt bendi gereğince- yetkili idari yargı
merciine GÖNDERİLMESİNE (Karar, AYİM İkinci Dairesinin 24/9/2014 tarihli ve
E.2014/1103, K.2014/1324 sayılı kararıyla ilgilidir.),
D. Başvurucunun tazminat talebinin REDDİNE,
E. 226,90 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
2.206,90 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve
Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına,
ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine
kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
14/11/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.