TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
BEDRETTİN SUMBÜL VE MÜRÜVET SUMBÜL BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2015/4664)
|
|
Karar Tarihi: 11/10/2018
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan y.
|
:
|
Serdar
ÖZGÜLDÜR
|
Üyeler
|
:
|
Serruh KALELİ
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Hasan Tahsin
GÖKCAN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
Raportör Yrd.
|
:
|
Halil
İbrahim DURSUN
|
Başvurucular
|
:
|
1. Bedrettin
SUMBÜL
|
|
|
2. Mürüvet SUMBÜL
|
Vekili
|
:
|
Av. Evin
BARTAN TURHAN
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; kızamık aşısı olunmasına rağmen kızamık hastalığına
bağlı olarak ortaya çıkan bir rahatsızlık sonucunda ölüm olayının meydana
gelmesi nedeniyle yaşam hakkının, olay hakkında açılan tam yargı davasının altı
yılı aşkın bir sürede kesinleşmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma
hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 12/3/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.
7. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı beyanda
bulunmamışlardır.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru dilekçesi ile başvuruya konu dava dosyası içeriğinden
tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:
9. Başvurucuların beyanına göre 15/4/2000 tarihinde dünyaya
gelen müşterek çocukları E.S., kızamık aşısı olmasına rağmen 2004 yılında subakut sklerozan panensefalit (SSPE)
hastalığına yakalanmış ve 2008 yılının Nisan ayında hayatını kaybetmiştir
(Başvuru formunda E.S.nin 2008 yılının Nisan ayında
yaşamını yitirdiği ifade edilmiş ise de başvurucuların nüfus kayıt örneğine
göre E.S. 1/7/ 2007 tarihinde yaşamını yitirmiştir.).
10. Başvurucular, çocuklarının SSPE hastalığına yakalanmasında
ve bu nedenle hayatını kaybetmesinde hizmet kusuru bulunduğunu ileri sürerek
4/9/2008 tarihinde Sağlık Bakanlığına müracaat etmiş ve bu olay nedeniyle
ortaya çıkan zararlarının tazmin edilmesi talebinde bulunmuşlardır.
11. Başvurucuların dilekçesi üzerine Sağlık Bakanlığı Temel
Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğünün talebi doğrultusunda Diyarbakır İl Sağlık
Müdürlüğü tarafından konu ile ilgili olarak bir inceleme başlatılmıştır. Bu
inceleme kapsamında Diyarbakır Çocuk Hastalıkları Hastanesinden hasta dosyası
örneği istenmiştir. Bu hasta dosyasına göre E.S. belli bir dönem Diyarbakır Çocuk
Hastalıkları Hastanesinde SSPE hastalığı kapsamında tedavi görmüştür. Konu
hakkında ayrıca E.S.nin bağlı olduğu sağlık ocağı
kayıtları araştırılmıştır. Silvan Kaymakamlığı İlçe Sağlık Grup Başkanlığının
5/11/2008 tarihli yazısıyla E.S.ye ait aşı kaydının bulunmadığı Sağlık
Bakanlığına bildirilmiştir.
12. Sağlık Bakanlığı yukarıdaki araştırmaları yaptıktan sonra
SSPE ve diğer kızamığa bağlı komplikasyonların aşılanmamış, aşılandığı hâlde
yeterli bağışıklık düzeyine ulaşmamış veya aşılanmadan önce kızamık hastalığı
geçirmiş çocuklarda ortaya çıktığını, somut olayda "yanlış ve eksik aşı sistemi olmasının" söz konusu
olmadığını, SSPE hastalığının ortaya çıkmasında hizmet kusurunun bulunmadığını
belirterek 10/10/2008 tarihinde başvurucuların isteminin reddine karar
vermiştir.
13. Başvurucular, bunun üzerine Diyarbakır 2. İdare Mahkemesinde
dava açmış ve 60.000 TL maddi, 60.000 TL manevi tazminat talebinde
bulunmuşlardır. Başvurucular ayrıca 10.000 TL tutarındaki tedavi ve cenaze
masraflarının taraflarına ödenmesi isteminde bulunmuşlardır.Başvurucular
dava dilekçesinde özetle kızları E.S.ye dokuz aylıkken bağlı oldukları sağlık
ocağında kızamık aşısı yaptırdıklarını ancak kızlarının bir buçuk yaşında iken
kızamık hastalığına yakalandığını, kızamık hastalığını atlatan kızlarının 2004
yılının son aylarında SSPE hastalığına yakalandığını, akabinde ise yatağa
bağımlı hâle gelerek hayatını kaybettiğini belirtmişlerdir. Başvurucular
kızamık aşısının yaygın, yeterli ve uygun koşullarda yapılması hâlinde SSPE
hastalığına yakalanma riskinin büyük ölçüde azalacağını ifade etmişlerdir.
Başvurucular 1987-1998 yılları arasında tek doz kızamık aşısı uygulamasının
ülkemizin koşulları nedeniyle yetersiz kaldığını, bu nedenle birçok çocuğun
SSPE hastalığına yakalandığını, kızlarına kızamık aşısı yaptırdıkları hâlde bu
aşının ülke genelinde yaygın, yeterli dozda ve uygun koşullarda yapılmaması
nedeniyle önleyici etki göstermediğini, kızlarının bu sebeple SSPE hastalığına
yakalandığını ileri sürmüşlerdir.
14. SağlıkBakanlığı, dava tarihinden
önce Sağlık Bakanlığı onayıyla oluşturulmuş ve SSPE hastalığı hakkında çeşitli
araştırmalar yapmış olan SSPE Bilimsel İnceleme Komisyonunca (Komisyon)
hazırlanan rapordaki verilere dayanarak dava konusu olayda hizmet kusuru
bulunmadığını savunmuştur.
15. Dava dosyasında da bir örneği bulunan bu rapor, 1970
yılından itibaren Türkiye'de uygulanan kızamık aşısı ile SSPE hastalığı
arasındaki ilişkiyi incelemek üzere Sağlık Bakanının 1/7/2005 tarihli ve 6888
sayılı oluru ile kurulan bir komisyon tarafından hazırlanmıştır. Bu Komisyon,
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Ana Bilim Dalında görevli
Prof. Dr. S.T. ile Doç. Dr. L.A., aynı Üniversitenin Çocuk Nörolojisi Bilim
Dalında görevli Prof. Dr. S.A. ile Prof. Dr. B.A., yine aynı Üniversitenin
Çocuk Enfeksiyonu Ana Bilim Dalında görevli Prof. Dr. M.C., ayrıca Gazi
Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalında
görevli Prof. Dr. U.B. ile bu Üniversitenin Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik
Mikrobiyoloji Ana Bilim Dalında görevli F.A. ve İstanbul Üniversitesi Çocuk
Sağlığı Enstitüsünde görevli Prof. Dr. G.G.den
oluşmaktadır. Komisyon rapor hazırlamadan önce diğer bazı araştırmaların yanı
sıra Dünya Sağlık Örgütü tarafından yıllara göre önerilen kızamık aşı takvimini
ve uygulamalarını incelemiş, dünyada tek doz kızamık aşısı uygulanan
ülkelerdeki SSPE görülme sıklığını araştırmış, ayrıca Türkiye'deki üniversite
ve eğitim hastanelerinde takip/tedavi edilen SSPE olgularının sayısını tespit
etmeye çalışmıştır.
16. Komisyon, toplam üç toplantı yaparak 5/4/2006 tarihli bir
rapor hazırlamıştır. Raporda;
i. Kızamık hastalığının bulaşıcılığı yüksek olan çocukluk çağı
hastalıklarından biri olduğu, bildirilen kızamık olgularının yaklaşık %30'unda
bir ya da daha fazla komplikasyonun ortaya çıktığı, bu komplikasyonlardan
birinin de SSPE hastalığı olduğu belirtilmiştir.
ii. Aşı Güvenliği Küresel Danışma Komitesinin incelenen tüm SSPE
olgularında vahşi kızamık suşlarının saptandığını
açıkladığı ifade edilmiştir. Rapora göre Aşı Güvenliği Küresel Danışma
Komitesi, kızamığın kontrol altına alındığı ülkelerde SSPE'nin
azalmasını veya hiç görülmemesini dikkate alarak SSPE hastalığına kızamık
aşısının neden olmadığını açıklamıştır.
iii. SSPE hastalarında moleküler tanı yöntemleri ile yapılan
incelemelerde daima vahşi kızamık virüs suşlarının
saptandığı, kızamık aşı virüsünün hiçbir zaman saptanmadığı belirtilmiştir.
iv. Kızamık hastalığından ve hastalığın yol açtığı
komplikasyonlardan korunmanın tek yolunun duyarlı nüfusun yaygın ve etkin
aşılanması ile toplumun bağışıklığının yükseltilmesi olduğu ifade edilmiştir.
v. Türkiye'de kullanılan aşıların Dünya Sağlık Örgütü tarafından
önerilen ve onaylanan iyi üretim uygulamaları (good manufacturing practices)
kurallarına göre üretilmiş ve uluslararası referans laboratuvarlarında test
edilmiş aşılar olduğu belirtilmiştir. Rapordaki bilgilere göre aşılar kullanıma
sunulmadan önce Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezinde test edilmekte ve uygun
olduğu kanıtlanan aşıların kesin kabulü yapılmaktadır. Rapora göre aşılar
üretici firmadan alınıp aşılanacak kişiye uygulanana kadar tüm sağlık
kuruluşlarında soğuk zincir sistemi içinde, uygun ısı aralığında korunmakta ve
sistem sürekli olarak izlenmektedir.
vi. Türkiye'deki aşı uygulamalarının, hastalıkların görülme
sıklığı ve dağılımı değerlendirilerek Dünya Sağlık Örgütü ve Bağışıklama Danışma
Kurulu önerilerine göre düzenlendiği ifade edilmiştir. Rapordaki bilgilere göre
kızamık aşısı 1970 yılı sonlarında Dünya Sağlık Örgütü tarafından bebeklik
çağında yapılması gereken aşılar arasına alınmıştır. Yine rapordaki bilgilere
göre Dünya Sağlık Örgütü, aşı uygulama zamanını 1986-1989 yılları arasında
dokuzuncu ayda ve tek doz olarak önermiş; 1993 yılında ise kızamık
eliminasyonunu hedefleyen ülkeler için ikinci dozu önermiş ancak gelişmekte
olan ülkeler için rutin iki doz aşı uygulamasının erken olduğunu ve ilk dozda
yüksek oranlara ulaşılmasına öncelik verilmesi gerektiğini belirtmiştir.
Rapordaki bilgilere göre Dünya Sağlık Örgütü, 1998 yılında da dokuzuncu ayda
tek doz önerisini devam ettirmiştir. Rapora göre Dünya Sağlık Örgütü 2000
yılında ise dokuzuncu aydaki ilk doz kızamık aşısına ek olarak çocuklara ikinci
doz fırsatının verilmesini önermiş, 2003 yılında da bu önerisini tekrar
etmiştir.
vii. Kızamık aşısı uygulamasının ülkemizde de Sağlık Bakanlığı
tarafından 1970 yılında başlatıldığı belirtilmiştir. Türkiye'deki rutin kızamık
aşı uygulamasının Dünya Sağlık Örgütü ve Bağışıklama Danışma Kurulu önerileri
doğrultusunda 1970 yılından 1998 yılına kadar tek doz olarak sürdürüldüğü ifade
edilmiştir. Aşılanma oranının 1987 yılından bu yana giderek artış gösterdiği,
bu oranın 1987-1990 yılları arasında %60,7, 1991-1994 yılları arasında %73,7,
1995-1998 yıllarında ise %76'ya ulaştığı belirtilmiştir. 1999-2002 yılları
arasında %81,7 aşılama oranına ulaşıldığı, kızamık hastalığının en düşük düzeye
indirilmesi amacıyla 2002 yılında Sağlık Bakanlığı tarafından Kızamık Eliminasyon Programı başlatıldığı,
2003-2005 yılları arasında uygulanan kızamık
aşı günleri ile on beş yaş altı 18,5 milyon çocuğa aşı yapılarak %95
oranının aşıldığı, 2003-2004-2005 yıllarında rutin kızamık aşı oranlarının ise
sırasıyla %75, %87,4 ve %91 olarak gerçekleştiğiifade
edilmiştir.
viii. İlkokullarda görülen kızamık salgınlarının önlenmesine
yönelik olarak 1998 yılında Bağışıklama Danışma Kurulu kararı ile kızamık
aşısının 2. dozunun ilköğretim birinci sınıf aşı takvimine eklendiği ifade
edilmiştir. Rapordaki bilgilere göre kızamık aşısı 2006 yılından itibaren on
ikinci ayda uygulanmış, ilkokul 1. sınıfta yapılan kızamık aşısına da devam
edilmiştir.
ix. Türkiye'deki SSPE olgularının sayısı ile ilgili olarak
yapılan araştırmada toplam altmış bir eğitim ve araştırma hastanesi ile
üniversite hastanesinden bildirim yapıldığı, bu bildirimlere göre 1995 yılından
bu yana tedavi/takip amacıyla hastaneye başvuran SSPE olgularının sayısının
1.131 olduğu belirtilmiştir. Raporda, bu olguların %56'sının kızamık hastalığı
geçirdiğinin, %11'inin ise kızamık hastalığı geçirmediğinin bildirildiği, %33'ü
ile ilgili bilgiye ulaşılamadığı, yalnızca %29'unda kızamık aşısı yapıldığının
bildirildiği ifade edilmiştir.
x. Dokuzuncu ayda uygulanan kızamık aşısının etkinliğinin %80-85
olduğu, Türkiye'deki SSPE olgularının toplumsal bağışıklığın %60 olduğu
dönemlerden kaynaklandığı, bu bağlamda önemli olan hususun zamanında aşılanma
oranının %95'lerin üzerinde tutulması olduğu ifade edilmiştir. Aşılanma
oranının tek dozla bile %100'e yaklaşması hâlinde o toplumda kızamık
olgularının çok aza inebileceği, bunun en uygun örneğinin Çin olduğu, aşılanma
oranı ülke düzeyinde yüksek olduğu ve salgın oluşturacak, aşısı eksik bir nüfus
bulunmadığı için dokuzuncu ay aşılaması ile kızamık olgularının ve buna bağlı
SSPE olgularının Çin'de belirgin şekilde azaldığı ifade edilmiştir.
xi. Epidemiyolojik verilerin kızamık aşısının kızamık
hastalığına, dolayısıyla SSPE hastalığına karşı koruyucu olduğunu gösterdiği
belirtilmiştir.
17. Komisyon tarafından hazırlanan raporda sonuç olarak
aşağıdaki değerlendirmeler yapılmıştır:
"Sonuç olarak;
1. Ülkemizde, Sağlık Bakanlığı tarafından GBP
kapsamında uygulanan tüm aşıların kalite kontrolleri yapılmakta ve üretimden
kullanıcıya soğuk zincir sistemi içerisinde ulaştırılmaktadır.
2. Sağlık Bakanlığı kayıtlarına göre kızamık
aşısı rutin aşılama programı içerisinde 1998 yılına dek her zaman tek doz
uygulanmıştır, bu süre içerisinde iki dozdan tek doza geçildiği bir dönem
olmamıştır. 1998 yılında okullarda yaşanan kızamık salgınlarını önlemek
amacıyla ilköğretim 1. sınıfta 2. doz uygulaması başlatılmıştır.
3. Ülkemizde geçmişte uygulanmış ve halen
uygulanmakta olan kızamık aşılama şemaları başta DSÖ olmak üzere uluslararası
uygulamalarla ve bilimsel bulgularla uyumludur.
4. SSPE hastalığı kızamık aşısının değil
kızamık hastalığının komplikasyonudur. SSPE olgularından kızamık hastalığı
virüsü sorumludur.
5. Ülkemizde aşılanma oranları göz önüne
alındığında SSPE insidansının benzer ülkelerden çok
farklı olmadığı görülmektedir.
6. Ülkemizde SSPE olguları aşılama oranlarının
ve aşı ile elde edilen toplumsal bağışıklığın düşük olduğu dönemlerde gorülen kızamık olgularından kaynaklanmaktadır.
Öneriler;
1. Çocukların rutin aşılanma oranlarını ülke
genelinde ve her il düzeyinde arttırmaya yönelik çalışmalar sürdurülmelidir.
2. Aşı konusunda toplumu doğru bilgilendirmeye
yönelik halk eğitim çalışmaları yapılmalı, aşı uygulamalarında toplum
katılımının sağlanmasına çalışılmalı, aşının güvenli olduğu konusunda
bilgilendirme yapılmalı ve bu konuda yazılı ve görsel medya ile işbirliğine gidilmelidir.
3. Kızamık ve SSPE sürveyans
ve bildirim sistemi güçlendirilmelidir.
4. İlgili dallardan uzmanların katılımıyla,
SSPE olgularının tanı ve tedavi protokollerine yönelik bir komisyon
oluşturulmalı, bu komisyonca uygun görülen tedavi giderleri sosyal güvence
kapsamında olmalı ve bakım giderleri desteklenmelidir.
5. Konuyla ilgili uzmanlar tarafından bu
konularda yapılacak açıklamaların bilimsel gerçekler doğrultusunda ve özenle
seçilmiş ifadelerle bilimsel etik ve sorumluluğun gereği olarak yapılması
önerilir.
(...)"
18. Diyarbakır 2. İdare Mahkemesi 26/5/2009 tarihli kararla
davanın reddine karar vermiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:
"(...)
Davada her şeyden önce davacıların
çocuklarının davalı idareye bağlı ekiplerce aşılanıp aşılanmadığı ya da aşılama
yapıldı ise söz konusu aşılar içerisinde kızamık aşısının bulunup bulunmadığı,
başka bir deyişle ortada idarenin bir fiilinin bulunup bulunmadığı belirlenmelidir.
Bu konuda, davalı idarece savunma ekinde sunulan belgelerde Silvan Kaymakamlığı
İlçe Sağlık Grup Başkanlığı'nın 05.11.2008 tarih ve 694 sayılı yazısında
davacıların çocuğuna aşı yapıldığına dair kayda rastlanılmadığının
belirtildiği, davacı vekili tarafından ise davacıların çocuğuna aşı yapıldığını
gösteren herhangi bir bilgi ve belgenin dosyaya sunulmadığı görülmüştür. Bu
açıdan, idareye bağlı ekiplerce davacıların çocuğuna kızamık aşısı yapılmadığı
sonucuna ulaşılmış olup ortada idarenin bir fiilinin bulunduğu
belirlenememekte, davacı tarafça da idarenin kusurlu fiilinin olduğu ortaya
konulamamaktadır.
Söz konusu aşının yapıldığının kabul edilmesi
halinde bile aşının bahsi geçen hastalığa sebep olup olmayacağını, başka bir
deyişle idarenin fiilinin kusurlu olup olmadığını ortaya koymak gerekmektedir.
Davacılar tarafından hastalığın kızamık aşısından kaynaklandığı iddia
edilmektedir. SSPE hastalığı kızamık hastalığından sonra ortaya çıkan bir
hastalıktır. Davalı idareye bağlı olmayan ve çeşitli üniversitelerde görev
yapan akademisyenlerce hazırlanan 05.04.2006 tarihli raporda, SSPE hastalığı
kızamık aşısının değil kızamık hastalığının bir komplikasyonu olduğu, SSPE
hastalığının yapıldığı iddia edilen aşıdan kaynaklandığı hususu bilimsel olarak
kabul edilemeyecek nitelikte olduğu,Genişletilmiş
Bağışıklama Programı kapsamında uygulanan tüm aşıların kalite kontrollerinin
yapıldığı ve üretimden kullanıcıya dek soğuk zincir sistemi içerisinde güvenle
ulaştırıldığı, bu açıdan aşının kendisinde bir bozukluk olması hususunun da
kabul edilemeyecek bir durum olduğu belirtilmiştir.
Aşının iki doz yerine tek doz yapılması
hususuna gelince; hem raporun hem de savunma
dilekçesinin incelenmesinden kızamık aşısının 1998 yılına kadar tek doz, bu
yıldan sonra iki doz yapıldığı görülmektedir.
Bunların dışında, idarece sunulan aşı
uygulaması hizmeti, kamu yararının sağlanmasına yönelik hizmetler olup, asıl
olarak anne-babalar tarafından çocuklarının aşı takibinin yapılması
gerekmektedir. İdarece yapılmış olan bir aşı var ise ancak bu aşının bozuk
olması durumunda kusurlu olduğunun, bunun dışında aşı yaptırılıp yaptırılmama
açısından ise asıl sorumluluğun ailelerde bulunduğunun kabulü zorunludur. Dava
konusu olayda ise eğer bir aşı yapılmış ise bu aşının bozuk olma ihtimalinin
bulunmadığı yukarıda açıklanmıştır. Ayrıca yine kızamık aşısı yapılmış olsa
bile davacıların çocuklarının kızamık hastalığına yakalanması durumunda bu
hususun bahsi geçen kişinin yeterli bağışıklık düzeyine ulaşamamasından
kaynaklandığının kabulü gerekeceğinden, bu konuda da idareye atfedilecek bir
kusur bulunmamaktadır.
Bütün bu nedenlerle, davacıların çocuklarının
davalı idareye bağlı ekiplerce aşılandığının kanıtlanamaması, aşı yapılmış olsa
bile SSPE hastalığına yakalanılmasına kızamık aşısının sebep olamayacağı,
hastalığa ancak kızamık hastalığı virüsünün neden olabileceği, aşının bozuk
olma ihtimalinin bulunmadığı anlaşıldığından, davacıların çocuğunun bahsi geçen
hastalığa yakalanması karşısında ortada idareye atfedilebilecek bir kusur
bulunmadığından davacıların tazminat taleplerinin kabulüne olanak
bulunmamaktadır."
19. Başvurucular; Türkiye'nin taraf olduğu Çocuk Haklarına Dair Sözleşme'de devletlere çocuk sağlığı açısından birçok
yükümlülük getirilmiş olmasına rağmen davalı idare tarafından kızlarına aşı
yapıldığının kanıtlanamadığını, olayda idarenin ihmali olduğunu, uluslararası
metinlerle koruma altına alınan sağlık hizmetlerinden yararlanma hakkının ihlal
edildiğini, davalı idare tarafından hazırlatılan raporun hükme esas alınmasının
hukuka aykırı olduğunu belirterek kararı temyiz etmişlerdir. Başvurucular
temyiz dilekçesinde ayrıca mahkeme kararında aşı yaptırıp yaptırmama hususunda
asıl sorumluluğun aileler üzerinde olduğu belirtilmiş ise de asıl sorumluluğun
devlet üzerinde olduğunu ileri sürmüşlerdir. Başvurucular aşı uygulamasının
yetersiz olduğuna ilişkin uzman doktorlar tarafından yapılan araştırma
verilerinin dava dosyasına eklenmesini talep etmelerine rağmen yerel mahkemece
bu hususun göz ardı edildiğini iddia etmişlerdir. Başvurucular son olarak SSPE
hastalığına yakalanma nedeninin aşının yapılması değil aşının uygun koşullarda,
yeterli dozda ve ülke genelinde yaygın olarak yapılmaması olduğunu
belirtmişlerdir.
20. Danıştay Onbeşinci Dairesi
25/4/2014 tarihli kararla ilk derece mahkemesi kararının onanmasına karar
vermiştir.
21. Başvurucuların karar düzeltme istemi aynı Dairenin
18/12/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir.
22. Bu karar 11/2/2015 tarihinde başvurucuların vekiline tebliğ
edilmiştir.
23. Başvurucular 12/3/2015 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuşlardır.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
24. 24/4/1930 tarihli ve 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha
Kanunu’nun 1. maddesi şöyledir:
"Memleketin sıhhi şartlarını ıslah ve
milletin sıhhatine zarar veren bütün hastalıklar veya sair muzır amillerle
mücadele etmek ve müstakbel neslin sıhhatli olarak yetişmesini temin ve halkı
tıbbi ve içtimai muavenete mazhar eylemek umumi Devlet hizmetlerindendir."
25. 1593 sayılı Kanun'un 3. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekaleti
bütçeleriyle muayyen hatlar dahilinde olarak aşağıda yazılı hizmetleri doğrudan
doğruya ifa eder:
(...)
3 -Memlekete sari ve
salgın hastalıkların hulülüne mümanaat.
4 - Dahilde her nevi intani, sari ve salgın hastalıklarla veya çok
miktarda vefiatı intaç ettiği görülen sair muzır
amillerle mücadele.
(...)
6 -ilaçları ve bütün zehirli müessir ve
uyuşturucu maddelerle yalnız hayvanlar için serumlar ve aşıları murakabe hariç
olmak üzere her nevi serum ve aşıları murakabe."
26. 1593 sayılı Kanun’un 57. maddesi şöyledir:
"Kolera, veba (Bübon
veya zatürree şekli), lekeli humma, karahumma (hummayi
tiroidi) daimi surette basil çıkaran mikrop hamilleri dahi -paratifoit
humması veya her nevi gıda maddeleri tesemmümatı,
çiçek, difteri (Kuşpalazı)- bütün tevkiatı dahi sari
beyin humması (İltihabı sahayai dimağii
şevkii müstevli), uyku hastalığı (İltihabı dimağii sari), dizanteri (Basilli ve amipli), lohusa
humması (Hummai nifası)
ruam, kızıl, şarbon, felci tıfli (İltihabı nuhai kuddamii sincabii haddı tifli), kızamık, cüzam (Miskin), hummai
racia ve malta humması hastalıklarından biri zuhur
eder veya bunların birinden şüphe edilir veyahut bu hastalıklardan vefiyat vuku
bulur veya mevtin bu hastalıklardan biri sebebiyle husule geldiğinden şüphe
olunursa aşağıdaki maddelerde zikredilen kimseler vak'ayı
haber vermeğe mecburdurlar. Kudurmuş veya kuduz şüpheli bir hayvan tarafından
ısırılmaları, kuduza müptela hastaların veya kuduzdan ölenlerin ihbarı da
mecburidir."
27. 1593 sayılı Kanun’un 72. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"57 nci
maddede zikredilen hastalıklardan biri zuhur ettiği veya zuhurundan şüphelenildiği
takdirde aşağıda gösterilen tedbirler tatbik olunur:
(...)
2 - Hastalara veya hastalığa maruz bulunanlara serum veya aşı tatbikı.
(...)"
28. 1593 sayılı Kanun’un 87. maddesi şöyledir:
"Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekaletince 57 nci maddede zikredilen
hastalıkların her birine karşı yapılacak mücadele tedbirlerini ve tathirat ve tephirat ve itlafı
haşerat ve hayvanat usullerini ve tathirata tabi
binalar ve eşya ve sairenin ne zamanlarda ve ne
suretle tephir ve tathir edileceklerini mübeyyin bir nizamname neşrolunur."
29. 1593 sayılı Kanun’un 88. maddesi şöyledir:
"Türkiye dahilinde her fert çiçek aşısı
ile mükerrenen aşılanmağa mecburdur. Bu aşının,
icrası tarzı ve vesikaların ne suretle ita olunacağı ve aşılarının fennen geri bırakılması icap eden kimseler 87 nci maddede yazılan nizamnamede
zikredilir."
30. 1593 sayılı Kanun’un 95. maddesi şöyledir:
"Sari
hastalıklara karşı kullanılan her nevi serum ve aşılar Hükümet tarafından ihzar
edilir. Hariçten getirilenlerin Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekaletince tayin
olunan vasıf ve şartları haiz olmaları mecburidir. Dahilde beşeri
serum ve aşı imali Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekaletinin müsaadesine ve
murakabesine tabidir. Bu müesseselerin vasıfları ve şartları Vekaletçe tayin olunur."
31. 1593 sayılı Kanun’un 280. maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
"Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekaleti sari ve salgın hastalıklardan korunma, çocuk büyütme ve
sıhhi şartlar dairesinde yaşama gibi sıhhi meseleler hakkında halkı tenvir için
kitap, levha, risale neşreder, sıhhi propaganda müessesatı
yapar ve konferanslar verdirir ve her nevi sinema filimleri
gösterir. Bu gibi hizmetler meccanidir. İcabı takdirinde lazım gelen vasıtaları
haiz seyyar sıhhi propoganda kolları teşkil
olunur."
32. 7/5/1987 tarihli ve 3359 sayılı Sağlık Hizmetleri Temel
Kanunu’nun "Temel esaslar" kenar
başlıklı 3. maddesinin birinci fıkrasının "k"
bendinin ilgili kısmı şöyledir:
“Sağlık
hizmetleriyle ilgili temel esaslar şunlardır:
(...)
k) Koruyucu, teşhis, tedavi ve rehabilite edici hizmetlerde kullanılan ilaç, aşı, serum ve
benzeri biyolojik maddelerin üretiminin ve kalitesinin teşvik ve temini esas
olup, her türlü müstahzar, terkip, madde, malzeme, farmakope
mamülleri, kozmetikler ve bunların üretiminde
kullanılan ham ve yardımcı maddelerin ithal, ihraç, üretim, dağıtım ve
tüketiminin, amaç dışı kullanılmak suretiyle fizik ve psişik bağımlılık yapan
veya yapma ihtimali bulunan madde, ilaç, aşı, serum ve benzeri biyolojik
maddeler ile diğer terkiplerin kontroluna,
murakabesine ve bunların yurt içinde ve yurt dışında ücret karşılığı kalite
kontrollerini yaptırmaya, özel mevzuata göre ruhsatlandırma, izin ve fiyat
verme işlerini yürütmeye Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı yetkilidir.
(...)”
33. 5/1/1961 tarihli ve 224 sayılı Sağlık Hizmetlerinin
Sosyalleştirilmesi Hakkında Kanun'un 1. maddesi şöyledir:
"İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinde
bir hak olarak tanınan sağlık hizmetlerinden faydalanmanın sosyal adalete uygun
bir şekilde ifasını sağlamak maksadiyle tababet ve
tababetle ilgili hizmetler bu kanun çerçevesinde hazırlanacak bir program
dahilinde sosyalleştirilecektir."
34. 224 sayılı Kanun'un 2. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Sosyalleştirme: Sağlık hizmetlerinin
sosyalleştirilmesi vatandaşların sağlık hizmetleri için ödedikleri prim ile
amme sektörüne ait müesseselerin bütçelerinden ayrılan tahsisat karşılığı herçeşit sağlık hizmetlerinden ücretsiz veya kendisine
yapılan masrafın bir kısmına iştirak suretiyle eşit şekilde faydalanmalarıdır.
Sağlık ocağı: Takriben 5000
- 10000 kişinin köyler grubu veya bir kasaba veya şehir ve büyük
kasabalardaki mahalle grupları bir sağlık ocağını teşkil eder. Bunların il
içinde idari taksimata uyması icabetmez."
35. 224 sayılı Kanun'un 9. maddesi şöyledir:
"Sosyalleştirilmiş sağlık hizmeti
teşkilatı: Sağlık evleri sağlık ocakları, sağlık merkezleri ile hastaneleri,
çeşitli koruyucu hekimlik teşekkülleri, sağlık hizmeti hususiyet arzeden yerler için kurulmuş sağlık teşekkülleri, sağlık
müdürlükleri, bölge hastaneleri, bölge laboratuvarları, sağlık personeli
yetiştiren eğitim müesseseleri, Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı merkez
teşkilatı ve diğer Bakanlık ve kurumlarda Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı ile
işbirliği yapmak üzere kurulmuş olan dairelerden teşekkül eder."
36. 224 sayılı Kanun'un 10. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Bir sağlık ocağının hizmeti en az bir
hekim ve yeter sayıda yardımcı sağlık personelinden teşekkül eden bir ekip
tarafından yürütülür. Köylerde bu ekibe yardımcı olarak tesis edilen sağlık
evlerinde yardımcı sağlık personeli vazifelendirilir.
Sağlık ocakları ve evleri her türlü koruyucu
hekimlik hizmetleri, hastaların muayene ve tedavisi ile, sağlık ocağına kayıtlı
şahısların sağlık sicillerini tutmakla mükelleftir. Ocak hekimleri yalnız kendi
ocakları içinde adli tabiplik vazifesi görürler."
37. 224 sayılı Kanun'un 11. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Sağlık hizmetlerinin sosyalleştirildiği
yerlerdeki her ilçede en az bir sağlık ocağı bulunur.
Sağlık merkezlerindeki sağlık personeli,
ocaklarda çalışan personelin her türlü koruyucu hekimlik ve tedavi hekimliği
hizmetlerinde onlara rehber ve yardımcıdır. Bu hizmetlerden kendi uhdelerine
verilenleri de bizzat ifa ederler. Sağlık merkezleri başhekimi kendisine bağlı
sağlık ocaklarında çalışan personelin faaliyetlerini de denetler."
38. 224 sayılı Kanun'un 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Sosyalleştirilmiş sağlık hizmetlerinden
faydalanmak istiyen, acil vakalar hariç, evvela
sağlık evine veya sağlık ocağına başvururlar. Köylük bölgelerde sağlık ocağı
hekimleri tedavi edemedikleri vakaları, güç olması muhakkak bulunan doğumları
sağlık merkezine, hastaneye sevki gereken acil vakaları hastaneye yollarlar,
Sağlık ocağında hekim bulunmadığı hallerde yardımcı sağlık personeli hastaları
-kendi selahiyetleri dahilinde olan müdahaleyi mütaakıp gerekirse- sağlık merkezine veya hastaneye sevkedebilir. Sağlık merkezinde tedavisi mümkün olmıyan hastalar veya mütehassıs müdahalesini icabettiren doğumlar hastanelere veya doğumevlerine sevkedilir."
39. Başvuruya konu olayın meydana geldiği dönemde yürürlükte
bulunan 13/12/1983 tarihli ve 181 sayılı mülga Sağlık Bakanlığının Teşkilat ve
Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin 2. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
"Sağlık Bakanlığının görevleri şunlardır:
a) Herkesin hayatını bedenen, ruhen ve sosyal
bakımdan tam iyilik hali içinde sürdürmesini sağlamak için fert ve toplum
sağlığını korumak ve bu amaçla ülkeyi kapsayan plan ve programlar yapmak,
uygulamak ve uygulatmak, her türlü tedbiri almak, gerekli teşkilatı kurmak ve
kurdurmak,
b) Bulaşıcı, salgın ve sosyal hastalıklarla
savaşarak koruyucu, tedavi edici hekimlik ve rehabilitasyon hizmetlerini
yapmak,
c)Ana ve çocuk sağlığının korunması ve aile
planlaması hizmetlerini yapmak,
d) İlaç, uyuşturucu ve psikotrop
maddelerin üretim ve tüketimini her safhada kontrol ve denetlemek; farmasötik ve tıbbi madde ve müstahzar üreten yerlerin,
dağıtım yerlerinin açılış ve çalışmalarını esaslara bağlamak, denetlemek,
e) Gerekli aşı, serum, kan ürünleri ve
ilaçların üretimini yapmak, yaptırmak ve gerekirse ithalini sağlamak,
(...)"
40. 181 sayılı mülga Kanun Hükmünde Kararname'nin 8. maddesinin
ilgili kısmı şöyledir:
"Sağlık Bakanlığındaki anahizmet birimleri şunlardır:
a) Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü,
(...)
c) İlaç ve Eczacılık Genel Müdürlüğü,
(...)
e) Ana Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması Genel
Müdürlüğü,
(...)"
41. 181 sayılı mülga Kanun Hükmünde Kararname'nin 9. maddesinin
ilgili kısmı şöyledir:
"Temel Sağlık Hizmetleri Genel
Müdürlüğünün görevleri şunlardır:
a) (Değişik bent: 08/06/1984
- KHK - 210/1 md.) Toplum sağlığını
ilgilendiren her türlü koruyucu sağlık hizmetlerinin verilmesini sağlamak, bu
hizmetlere halkın katkı ve iştirakini temin etmek,
b) Bulaşıcı, salgın, sosyal ve dejeneratif hastalıklarla mücadele ile aşılama ve
bağışıklık hizmetlerini yürütmek,
(...)
f) Zehirli ve uyuşturucu maddelerle, tıbbi ve
hayati müstahzarları, insan sağlığında kullanılan her cins serum ve aşıları,
bunların yapıldığı ve satıldığı yerleri denetlemek,
(...)"
42. 181 sayılı mülga Kanun Hükmünde Kararname'nin 11. maddesinin
ilgili kısmı şöyledir:
"İlaç ve Eczacılık Genel Müdürlüğünün
görevleri şunlardır :
a) Sağlık hizmetlerinde kullanılacak ilaçların
imalini, ithalini ve piyasaya arz şekillerini izne bağlamak, ilaçların kaliteli
olarak uygun fiyatlarla ve sürekli bir şekilde halka ulaşmasını sağlamak, bu
amaçla gerekli kontrolleri yapmak,
(...)"
43. 181 sayılı mülga Kanun Hükmünde Kararname'nin 13. maddesi
şöyledir:
"Ana Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması
Genel Müdürlüğünün görevleri şunlardır:
a) Ana Çocuk sağlığı ve aile planlaması
hizmetleri ile ilgili hedefleri belirlemek, bu hedefler doğrultusunda çalışma
plan ve programları hazırlamak ve uygulamaya koymak,
b) Annenin ve çocuğun beden ve ruh sağlığının
korunmasını ve evli kadınların doğum öncesi ve sonraki bakımlarını sağlamak,
c) Bakanlıkça verilen benzeri görevleri
yapmak."
44. 181 sayılı mülga Kanun Hükmünde Kararname'nin 39. maddesinin
ilgili kısmı şöyledir:
"Sağlık Bakanlığının bağlı kuruluşları
şunlardır:
(...)
c) Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi
Başkanlığı."
45. Başvuruya konu olayın meydana geldiği dönemde yürürlükte
bulunan 30/12/1940 tarihli ve 3959 sayılı mülga Türkiye Cumhuriyeti Refik
Saydam Merkez Hıfzıssıhha Müessesesi Teşkiline Dair Kanun'un 1. maddesinin
birinci fıkrası şöyledir:
"Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekaletine
bağlı, Hıfzıssıhha Enstitüsü ve Hıfzıssıhha Mektebinden ibaret olmak üzere
teşkil edilen (Türkiye Cumhuriyeti Refik Saydam Merkez Hıfzıssıhha Müessesesi)
bu kanunda yazılı işleri yapmakla mükelleftir."
46. 3959 sayılı mülga Kanun'un 2. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
"Hıfzıssıhha Enstitüsü Sıhhat ve İçtimai
Muavenet Vekilliğince muhtelif ihtisas şubelerine ayrılır.
Bu müessese vekaletçe gösterilecek lüzum
üzerine:
A) Halk Hıfzıssıhha şartlarının ıslah ve inkisafına ve her nevi hastalıklarla mücadeleye yarayacak
sıhhi ve fenni araştırmaları ve incelemeleri yapmak,
B) Vekaletçe nevileri tayin edilen serum ve
aşıları ve sair biyolojik ve kimya maddelerini hazırlamak,
C) Hususi kanunlarına tevfikan yerli veyahut
yabancı müstahzarların, serum ve aşılarla sair hayati terkip veya kimyevi
maddelerin kontrollerini yapmak,
(...)
E) Umumi ve içtimai hıfzıssıhhaya ve sair
sıhhi mevzulara ait konferanslar tertip etmek ve neşriyat yapmakla
mükelleftir."
47. 17/2/1926 tarihli ve 743 sayılı mülga Türk Kanunu Medenisi'nin 262. maddesi şöyledir:
"Çocuk, küçük iken ana ve babasının velayeti
altındadır; kanuni sebep olmadıkça, ana ve babadan alınamaz. Hakim,
vasi tayinine lüzum görmedikçe hacredilen çocukları
dahi, ana ve babanın velayetine tabidirler."
48. 743 sayılı mülga Kanun'un 264. maddesinin ikinci fıkrası
şöyledir:
"Çocuk, ana ve babasına riayete
mecburdur. Ana ve baba, kudretlerine göre çocuğu yetiştirmekle ve çocuk alil
veya aklı zayıf ise haline münasip bir terbiye vermekle mükelleftirler."
49. 743 sayılı mülga Kanun'un 268. maddesi şöyledir:
"Ana ve baba, velayeti icra hakkını haiz
oldukları nisbette çocuklarının kanuni
mümessilidirler. Bu sıfatla hareketlerinde hakimin
reyine ihtiyaçları yoktur."
50. 743 sayılı mülga Kanun'un 272. maddesi şöyledir:
"Ana ve baba, vazifelerini ifa
etmedikleri takdirde hakim, çocuğun himayesi için muktazi tedbirleri ittihaz ile mükelleftir."
51. 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun
335. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Ergin olmayan çocuk, ana ve babasının
velâyeti altındadır. Yasal sebep olmadıkça velâyet ana ve babadan
alınamaz."
52. 4721 sayılı Kanun'un 339. maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
"Ana ve baba, çocuğun bakım ve eğitimi
konusunda onun menfaatini göz önünde tutarak gerekli kararları alır ve
uygularlar."
53. 4721 sayılı Kanun'un 346. maddesi şöyledir:
"Çocuğun menfaati ve gelişmesi tehlikeye
düştüğü takdirde, ana ve baba duruma çare bulamaz veya buna güçleri yetmezse
hâkim, çocuğun korunması için uygun önlemleri alır."
54. 4721 sayılı Kanun'un 347. maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
"Çocuğun bedensel ve zihinsel gelişmesi
tehlikede bulunur veya çocuk manen terk edilmiş hâlde kalırsa hâkim, çocuğu ana
ve babadan alarak bir aile yanına veya bir kuruma yerleştirebilir."
55. Sağlık Bakanlığının 19/12/2000 tarihli ve 18679 sayılı
Genişletilmiş Bağışıklama Programı Genelgesi'nin "Genişletilmiş Bagışıklama Programı"
başlıklı kısmı şöyledir:
"Genişletilmiş Bagışıklama
Programı (GBP): Boğmaca, Difteri, Tetanos, Kızamık, Verem, Çocuk Felci (polio) ve Heparit-B
hastalıklarının morbidite ve mortalitesini
azaltarak, bu hastalıkları kontrol altına almak ve hatta tamamen ortadan
kaldırmak amacı ile, hassas yaş gruplarına enfeksiyona yakalanmalarından önce
ulaşıp bağışıklanmalarını sağlamak için yapılan
aşılama hizmetlerini içerir. Yüksek aşılama oranlarına ulaşarak, bu
hastalıkların kontrol altına alınması, 2000'li yıllarda bebek ölümlerinin binde
40'a düşürülmesi hedefine ulaşılmasında önemli bir adım olacaktır.
Temel strateji ise her doğan bebeğin bir
yaşına ulaşmadan önce aşı takvimine uygun olarak bağışık kılınmasıdır.
Genişletilmiş deyimi, aşısız veya eksik aşılı bebek ve çocukların tespit
edildiği anda bağışıklanmasının sağlanması ve bu
uygulamanın ülke genelinde her yerde eşit olarak yapılması anlamını vurgulama
için kullanılmaktadır."
56. Anılan Genelge'nin "Aşı
Takvimi" başlıklı kısmı şöyledir:
"AŞI TAKVİMİ:
1) BİR YAS ALTI (0-11 ay 29 günlük)
BEBEKLERE
• 2. Ayın bitiminde ( 8
haftalık ) : BCG
DBT-1
POLİO-1
• 3. Ayın bitiminde ( 12 haftalık ) : DBT-2
POLİO-2
Hepatit B-1
• 4. Ayın bitiminde ( 16
haftalık ) : DBT-3
POLİO-3
Hepatit B-2
• 9. Ayın bitiminde ( 36
haftalık ) : KIZAMIK
Hepatit B-3
2) RAPEL DOZ
• 1,5 yaşında ( 16-24
aylık ) : DBT
(DBT III-OPV III'ten
1 yıl sonra) POLİO
3) OKUL AŞILAMALARl
• İlköğretim 1. sınıfta :
BCG
POLİO
KlZAMIK
Td *
* Td : Erişkin Tipi Difteri- Tetanos
• İlköğretim 5. sınıfta :
Td
• Lise l. sınıfta :
TT (Tetanos)"
57. Anılan Genelge'nin "Aşı
Uygulamalarında Genel Prensipler" başlıklı kısmı şöyledir:
"[Aşı
Uygulamalarında Genel Prensipler:]
* Sağlık kurumuna herhangi bir nedenle başvuran
her bebek, çocuk ve gebenin aşılama durumu kontrol edilmeli, aşı takvimine göre
aşılanması gerekenler ve eksik aşı1ılar tespit edilip, aşılamak için her fırsat
değerlendirilmelidir.
* Bir daha gelemeyecek ise, bir bebek, çocuk
ya da gebe için bir ampul yada şişe aşı açılmalıdır.
* Aşı uygulamalarından önce aşı üzerindeki
etiketi ve son kullanma tarihi kontrol edilmeli, etiketi olmayan ya da son
kullanma tarihi geçmiş aşılar ve enjektörler kullanılmamalıdır. İlk olarak
miadı önce dolacaklar kullanılmalıdır (son kullanma tarihi en yakın olan aşı
ilk önce kullanılmalıdır).
* Açılan aşı şişelerine açılış tarih ve saati
yazılmalıdır.
* Her aşı için ayrı ve steril bir enjektör kullanılmalıdır.
(...)
* Ailelere bir sonraki aşı için gelmeleri
gereken zaman ve uygulanan aşının gerekliliği ile yan etkileri hakkında bilgi
verilerek, mutlaka aşı kartı verilmelidir.
(...)"
58. Anılan Genelge'nin "Aşı
Uygulamalarında Kayıt ve Bildirim Sistemi" başlıklı kısmı
şöyledir:
"Aşı uygulamalarının ilgili tüm formlara
zamanında, tam ve doğru olarak kaydedilmesi sağlanmalıdır.
* Form 012A (0-59 ay aşı kayıt fişi)
* Form 012B (5 yaş üzeri aşı kayıt fişi)
* Form 006 (Bebek ve çocuk izleme fişi)
* Form 004 (Kişisel sağlık fişi)
* Aşı kartı
* Form 013 (Ay sonunda sağlık ocağı tarafından
o ay yapılan aşılar Form 012A dan ve form 012B den, yaş grubuna göre ayrılarak,
bu forma geçirilir. Bu form takip eden ayın ilk haftası içinde sağlık
müdürlüğüne gönderilir.
(...)
59. Anılan Genelge'nin "Aşı
İhtiyacının Belirlenmesi" başlıklı kısmı şöyledir:
"Aşılar, İl Sağlık Müdürlüklerine 3'er
aylık, sağlık ocaklarına aylık dönemler halinde dağıtılır. Bakanlık
gönderimleri 1. dönem (Ocak-Şubat-Mart ayları) için Aralık ,
II. dönem (Nisan-Mayıs-Haziran ayları) için Mart, Ill.
Dönem (Temmuz-Ağustos-Eylül ayları) için Haziran ve IV. Dönem
(Ekim-Kasım-Aralık ayları) için Eylül aylarında, soğutuculu kamyonlar ile
yapılmaktadır.
İhtiyaçlar bu dönem süreleri dikkate alınarak,
hesaplanır (...)"
60. Anılan Genelge'nin "Kızamık
Hastalığına Yönelik Bağışıklama Çalışmaları" başlıklı kısmı
şöyledir:
"Kızamık aşı ile korunabilir hastalıklar
içinde en çok görülen ve en çok öldürenidir. Kızamık bulaşıcılığı çok yüksek
olan bir hastalıktır. Bu nedenle tek bir kızamık vakası yeterince bağışık
olmayan bir toplumda bir salgına neden olabilir ve salgın hızla yayılır.
Kızamık Hastalığını Kontrol Altına Almak İçin
Temel Stratejiler:
• Her il ve sağlık ocağı düzeyinde kızamık
aşılama oranlannın yükseltilmesi ve devamlılığının
sağlanması.
• Aşının etkinliğinin %85 olması dolayısıyla
zamanla bağışıklanamamış çocuklar birikmektedir.
Hastalığa duyarlı havuz denen bu sayının artması salgın patlama tehlikesini de
beraberinde getirmektedir.
• Vakaları ve salgınları önlemenin tek yolu,
kızamık 1. ve okul çağı aşılarında yüksek aşılama oranlarına ulaşmaktır.
Ülkemizde olduğu gibi, kızamığın endemik olduğu durumlarda ilk olarak
aşılanması hedeflenen grup 1 yaş altı bebeklerdir. Bebekleri yüksek oranda
aşılama ile; hasta1ığa hassas kişiler daha yavaş ve daha az sayıda birikecek,
ayrıca hastalığın ve komplikasyonlarının daha ağır seyrettiği bu yaş grubu
kızamığa karşı korunmuş olacaktır.
• Kızamığa duyarlı nüfusun hedef nüfus
sayısına ulaştığı durumlar kolayca salgın oluşacak durumlar olarak
değerlendirilmektedir. Bu durumda duyarlı nüfusu azaltmaya yönelik olarak ek
aşılama aktiviteleri düzenlenir. Bu uygulamalar Genel Müdürlüğümuz
bilgisi dahilinde organize edilmelidir.
Ek Aşılama Aktiviteleri:
• Yakalama Aşılaması (Catch
Up) : Hastalık bulaş
zincirini kırmak, etkenin dolaşımını durdurmak amacıyla uygulanır. Tek dozluk
bir kampanya uygulamasıdır. Bulaşın düşükolduğu
mevsimlerde, 9 ay ile 14 yaş arası tüm çocuklara, aşılanma durumuna
bakılmaksızın aşılama yapılır. Bu uygulamanın 1 hafta ile 1 ay gibi kısa sürede
tamamlanması gerekmektedir.
• İzleme Aşılamaları (Follow
Up) : Zamanında aşılanamama
ya da aşıların %100 koruyuculuğu olmaması nedeniyle hastalığa duyarlı nüfusun
artışına dayalı olarak yapılan kampanya uygulamasıdır. Duyarlı nüfusun
biriktiği yaş gruplarına, birikme periyotlarına göre 4-5 yılda bir, 1 hafta ile
1 ay içinde uygulanabilmektedir. 5 yaş altı duyarlı nüfus, 1 yılın doğum kohortuna eşitlenince yapılabileceği gibi okul öncesi
çağlara periyodik olarak 4 - 5 yılda bir bu kampanya
yapılabilir.
• Silme Aşılaması (Mop
Up) : Aşı oranı düşük olan
bölgelerde, aşı oranını kısa sürede yükseltmek ve virus
dolaşımını azaltmak amacıyla uygulanır. 1 hafta gibi kısa sürede, daha önceki
aşılanma durumuna bakılmaksızın tüm belirlenmiş duyarlı nüfusa uygulanır.
• Kızamık aşılama çalışmalarında, hastalık
yönünden riskli bölgelere (aşılama oranı düşük bölgeler, gecekondu bölgeleri,
nüfusun yoğun oldugu bölgeler v.b.)
öncelik verilmelidir.
• Aşı oranlarının yükseltilmesine yönelik
çalışmalar GBP'nin bir parçası olarak ele
alınmalıdır.
• Hastalık sürveyansının
güçlendirilmesi sağlanmalıdır.
(...)"
61. Anılan Genelge'nin "Soğuk
Zincir" başlıklı kısmı şöyledir:
"Soğuk zincir, bir aşının etkinliğini
üretiminden kişiye verilene kadar koruyan ve ihtiyacı olanlara yeterli miktarda
etkin aşının ulaşmasını sağlayan insan ve malzemeden oluşan sistemdir.
Zamanında ve istenilen miktarda aşı temin edilemezse aşı uygulamaları
aksayacaktır. Kullanılan aşılar etkin değilse de, %100
aşılama oranlarına ulaşılsa bile, bağışık bir toplum oluşturma açısından hiçbir
yarar sağlamayacaktır. Bu nedenle soğuk zincir GBP'nin
can alıcı komponentlerinden biri olarak büyük önem
taşımaktadır.
Bilindiği gibi tüm aşılar sıcaklığa hassastır,
aynca BCG ve Kızamık aşıları güneş ışığı gibi
ultraviyole ışınına da hassastır. Aşıları tahrip eden, ısının kümülatif
etkisidir. Yani bir kerede çok yüksek (30-35 derece üzeri) sıcaklığa maruziyet kadar, bir çok kereler
daha az sıcaklıklara (10-30 derece arası) maruziyet
de aşıyı aynı derecede bozabilir. Bir kez aşının etkinliği kaybolur ya da
azalırsa, aşılar eski haline döndürülemez, bu yüzden soğuk zincir süreklilik
gerektirir. Öte yandan bazı aşılar dondurulabilirken (Polio,
Kızamık, BCG); DBT, TT, DT, Td ve Hepatit B
aşılarının hiçbir zaman donmaması gerekir. Bu aşılar donduğu taktirde aşı
materyali özelliğini yitirmekte, geri dönmeyecek şekilde bozunuma uğrayarak,
çökeller oluşturmaktadır. Bazı donma durumlarında şiddetli çalkalamalarla yine
homojene yakın bulanıklık meydana gelebilmekte ve sanki donmamış izlenimi
verebilmektedir. Bunun önüne geçebilmek için soğutucu ve dolapların belirlenmiş
süreler dahilinde mutlaka izlenmeleri, olanak var ise elektronik olarak
kaydedilmeleri yerinde olacaktır.
İl düzeyinde soğuk zincir uygulamaları
aşağıdaki kurallara göre düzenlenir:
• Her Sağlık Müdürlüğünde, il aşı ve soğuk
zincir malzemesi ihtiyacının belirlenmesi, aşıların soğuk zincire uygun olarak
merkezden temini, il deposunda saklanması ve perifere
dağıtılmasından sorumlu, bir "İl Soğuk Zincir Sorumlusu" ve
yardımcısı olmalıdır.
• Aşıların dağıtımında ve kullanımında son
kullanma tarihleri mutlaka göz önüne alınarak, miadı önce dolacak aşıların önce
kullanımı sağlanmalı ve miadı dolmuş ya da kullanım süresi dolmuş olanlar vakit
geçirilmeden imha edilmelidir.
• Gönderilen aşılar farklı firmalar tarafından
imal edildiğinden uygulama dozları için mutlaka prospektüslerine bakılmalıdır.
• Her sağlık ocağında aşılar buzdolabında
saklanmalı, buzdolabından sorumlu biri asil, biri yedek olmak üzere iki kişi
belirlenmelidir. Soğuk zincir sorumluları Sağlık Memuru, Hemşire ya da Ebe
olmalıdır.
• Buzdolaplarında mutlaka bir termometre
olmalı, bozulan veya kırılanın yerine hemen yenisi konulmalı ve buzdolabının
sıcaklığı +2 ila +8 dereceler arasında korunmalıdır. Özellikle +4 derecede
kalması sağlanmalıdır.
• Buzdolabının kapısına bir sıcaklık izlem
çizelgesi yapıştırılarak, dolabın sıcaklığı sabah ve akşam bu çizelgeye
kaydedilmelidir. Sıcaklık izlem çizelgesinin altında soğuk zincir sorumlusu ve
yedeğinin adı soyadı bulunmalıdır.
• Aşıların saklandığı buzdolabı aşırı soğuk ve
sıcaktan korunacak, muhafazalı uygun bir odaya yerleştirilecektir. Buzdolabı
gölge bir yerde, kışın ısıtılan odalardan birinde, duvardan 10-15 cm uzaklıkta
düz bir zemine yerleştirilmelidir.
• Uzun tatillerde ve elektrik kesintilerinde,
il ve sağlık ocağı düzeyinde soğuk zincir sorumluları dolap ısısını kontrol
ederek gereken önlemleri almalıdırlar.
• Merkezden illere 3 ayda bir yapılan aşı
sevkinde kullanılan soğutuculu (frigorifik) kamyonların soğutucu üniteleri ilde
bulunduğu süre içerisinde elektrikle çalıştırılmalı bunun için de kamyonun park
edeceği yere sanayi cereyanı = 380 volt trifaze
elektrik hattı çekilmiş olmalıdır.
• Ankara merkez depodan kurye ile sevk
yapılması gereken hallerde, yalnızca uzun ömürlü aşı nakil kabı
kullanılmalıdır.
• İllerden sağlık ocaklarına aylık olarak
yapılan aşı sevklerinde 4 saate kadar olan mesafelere askılı tip aşı nakil kabı
kullanılabilir.
• Çok acil durumlarda ya da nakil kabı
yetmediğinde uzun ömürlü nakil kabı niteliğinde poliüretan ya da strafordan
(köpük vb.) üretilmiş izolasyonlu özel aşı kapları, yeterli buz aküsü desteği
ile aşı naklinde kullanılabilirler.
• Her yıl tekrarlanmak üzere ilin soğuk zincir
malzemesi mevcudu, periyodik bakım ve tamir gerektirenler ile yeni malzeme
ihtiyacı belirlenmeli, onarımı veya temini sağlanmalıdır.
(...)"
62. Anılan Genelge'de soğuk zincir ile
ilgili olarak ayrıca aşıların buzdolabına doğru olarak yerleştirilmesine
ilişkin çeşitli hükümler mevcuttur. Keza Genelge'de
Genişletilmiş Bağışıklama Programı kapsamında çalışan personelin görev ve
sorumluluğuna ilişkin de çeşitli hükümler bulunmaktadır.
B. Uluslararası Hukuk
63. Türkiye tarafından 14/10/1990 tarihinde imzalanan ve
27/1/1995 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak
yürürlüğe giren 20/11/1989 tarihli Çocuk Haklarına Dair Sözleşme'nin 3. maddesi
şöyledir:
“(1) Kamusal
ya da özel sosyal yardım kuruluşları, mahkemeler, idari makamlar veya yasama
organları tarafından yapılan ve çocukları ilgilendiren bütün faaliyetlerde,
çocuğun yararı temel düşüncedir.
(2) Taraf Devletler, çocuğun ana–babasının,
vasilerinin ya da kendisinden hukuken sorumlu olan diğer kişilerin hak ve
ödevlerini de gözönünde tutarak, esenliği için
gerekli bakım ve korumayı sağlamayı üstlenirler ve bu amaçla tüm uygun yasal ve
idari önlemleri alırlar.
(3)
Taraf Devletler, çocukların bakımı veya korunmasından sorumlu kurumların,
hizmet ve faaliyetlerin özellikle güvenlik, sağlık, personel sayısı ve
uygunluğu ve yönetimin yeterliliği açısından, yetkili makamlarca konulan
ölçülere uymalarını taahhüt ederler.”
64. Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin 24. maddesi şöyledir:
" 1. Taraf Devletler, çocuğun olabilecek
en iyi sağlık düzeyine kavuşma, tıbbi bakım ve rehabilitasyon hizmetlerini
veren kuruluşlardan yararlanma hakkını tanırlar. Taraf Devletler, hiçbir
çocuğun bu tür tıbbi bakım hizmetlerinden yararlanma hakkından yoksun
bırakılmamasını güvence altına almak için çaba gösterirler.
2. Taraf Devletler, bu hakkın tam olarak
uygulanmasını takip ederler ve özellikle:
a) Bebek ve çocuk ölüm oranlarının
düşürülmesi;
b) Bütün çocuklara gerekli tıbbi yardımın ve
tıbbi bakımın; temel sağlık hizmetlerinin geliştirilmesine önem verilerek
sağlanması;
c) Temel sağlık hizmetleri çerçevesinde ve
başka olanakların yanısıra, kolayca bulunabilen
tekniklerin kullanılması ve besleyici yiyecekler ve temiz içme suyu sağlanması
yoluyla ve çevre kirlenmesinin tehlike ve zararlarını gözönüne
alarak, hastalık ve yetersiz beslenmeye karşı mücadele edilmesi;
d) Anneye doğum öncesi ve sonrası uygun
bakımın sağlanması:
e) Bütün toplum kesimlerinin özellikle
ana-babalar ve çocukların, çocuk sağlığı ve beslenmesi, anne sütü ile
beslenmenin yararları, toplum ve çevre sağlığı ve kazaların önlenmesi konusunda
temel bilgileri elde etmeleri ve bu bilgileri kullanmalarına yardımcı olunması;
f) Koruyucu sağlık bakımlarının, ana-babaya
rehberliğini, aile plânlaması eğitimi ve hizmetlerinin geliştirilmesi;
amaçlarıyla uygun önlemleri alırlar.
3. Taraf Devletler, çocukların sağlığı için
zararlı geleneksel uygulamaların kaldırılması amacıyla uygun ve etkili her
türlü önlemi alırlar.
4. Taraf Devletler, bu maddede tanınan hakkın
tam olarak gerçekleştirilmesini tedricen sağlamak amacıyla uluslararası işbirliğinin geliştirilmesi ve teşviki konusunda karşılıklı
olarak söz verirler. Bu konuda gelişmekte olan ülkelerin gereksinimleri
özellikle gözönünde tutulur."
65. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Yaşam hakkı" kenar başlıklı 2.
maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmışöyledir:
"Herkesin yaşam hakkı yasayla
korunur(...)"
66. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre yaşam hakkının
devlete yüklediği pozitif yükümlülükler -ister özel hastane ister devlet
hastanesi olsun- hastaların yaşamlarının korunmasını teminat altına alma
zorunluluğu getiren düzenleyici bir çerçeve oluşturulmasını gerekli kılar (Asiye Genç/Türkiye, B. No: 24109/07,
27/1/2015, § 67).
67. Yaşam hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülükler ayrıca -ister
özel hastane ister devlet hastanesi olsun- sağlık çalışanlarının sorumluluğu altında
yaşamını yitiren bir kişinin ölüm nedeninin belirlenmesine ve gerektiği
takdirde sağlık çalışanlarının eylemlerinden dolayı sorumlu tutulmalarına imkân
tanıyan etkin ve bağımsız bir yargı sistemi kurmayı gerektirir (Mehmet Şentürk ve Bekir Şentürk/Türkiye,
B. No: 13423/09, 9/4/2013, § 81).
68. AİHM, sağlık hizmeti alanındaki kamusal kaynakların tahsisi
gibi meselelerde taraf devletlerin yetkili makamlarının AİHM'e
göre daha elverişli konumda olduklarını belirtmektedir (Lopes De Sousa Fernandes/Portekiz
[BD], B. No: 56080/13, 19/12/2017, § 175).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
69. Mahkemenin 11/10/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Adli Yardım Talebi
Yönünden
70. Anayasa Mahkemesinin Mehmet
Şerif Ay (B. No: 2012/1181, 17/9/2013) kararında belirtilen ilkeler
dikkate alınarak, geçimlerini önemli ölçüde zor duruma düşürmeksizin yargılama
giderlerini ödeme gücünden yoksun oldukları anlaşılan başvurucuların açıkça
dayanaktan yoksun olmayan adli yardım taleplerinin kabulüne karar verilmesi
gerekir.
B. Yaşam Hakkının İhlal
Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
ve Bakanlık Görüşü
71. Başvurucular kızamık aşısının ülke genelinde yaygın, yeterli
ve uygun koşullarda yapılması hâlinde SSPE hastalığına yakalanma oranının
oldukça düşeceğini, kızamık aşısının ülkemizde 1987-1998 yılları arasında tek
doz olarak uygulandığını, tek doz kızamık aşısının ancak ülke genelinde yaygın
ve uygun koşullarda yapılması hâlinde koruyucu özellik göstereceğini, devletin
aşılamanın doğru ve uygun koşullarda yapılmasını sağlamakla yükümlü olduğunu
ifade etmişlerdir. Başvurucular, müşterek çocukları E.S.nin
kızamık aşısı olmasına rağmen bu aşının yeterli dozda ve uygun koşullarda
yapılmaması nedeniyle önleyici özellik göstermediğini, kızlarının bu sebeple
SSPE hastalığına yakalandığını ve yaşamını yitirdiğini ileri sürmüşlerdir.
Başvurucular; kızlarının ölümü ile neticelenen olayda Sağlık Bakanlığının
kusurlu olduğu açık iken açtıkları davadan olumlu netice alamadıklarını,
davanın reddinin hukuka aykırı olduğunu belirtmişlerdir. Başvurucular bu
nedenlerle yaşam hakkının ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmüşlerdir.
72. Bakanlık görüşünde, öncelikle başvurunun yaşam hakkı
kapsamında incelenmesi gerektiğinin değerlendirildiği belirtilmiş; akabinde ise
yaşam hakkına ilişkin Anayasa Mahkemesi içtihatlarına değinilmiştir. Bakanlık
görüşünde, Sağlık Bakanlığından elde edilen verilere atıf yapılarak ülkemizde
geçmişte uygulanmış ve uygulanmakta olan kızamık aşılama şemalarının başta
Dünya Sağlık Örgütü olmak üzere uluslararası uygulamalarla ve bilimsel
bulgularla uyumlu olduğunun anlaşıldığı ifade edilmiştir. Bakanlık görüşünde;
yine Sağlık Bakanlığı verilerine atıf yapılarak SSPE hastalığının kızamık aşısının
değil kızamık hastalığının bir komplikasyonu olduğu, ülkemizdeki tüm aşıların
kalite kontrollerinin yapıldığı belirtilmiştir.
73. Bakanlık görüşünde, SSPE hastalığı ile kızamık aşısı
uygulamaları konusunda üniversite öğretim üyelerinin katılımıyla 27/7/2016
tarihinde bir toplantı gerçekleştirildiği ve bu toplantı sonunda "Hiçbir aşının etkinliği %100 değildir. O
nedenle de aşılanan çocuklarda hastalık görülebilir. Kızamık aşısı, etkinliği
en yüksek aşılardan biridir. Bu nedenle uzun yıllar boyunca tek doz aşı
uygulanması önerilmiştir. Kızamık aşısının uygulandığı aya bağlı olarak tek doz
aşı uygulaması sonucunda koruyuculuğu %90-98 arasında değişmektedir."
şeklinde tespitlerin yapıldığı ifade edilmiştir.
74. Bakanlık görüşünde; Diyarbakır İdare Mahkemesinin E.S.ye aşı
yapıldığına dair sağlık ocağı kayıtlarında herhangi bir bilginin bulunmadığı
tespitini yaptığı, kezabaşvurucuların da bu yönde
herhangi bir belgeyi derece mahkemelerine sunmadığı, bu durumda yasal mevzuat
da dikkate alınarak aşı takip sorumluluğunun belirlenmesinin faydalı olacağı
belirtilmiştir.
75. Bakanlık görüşünde; Sağlık Bakanlığından konuya ilişkin
görüş alındığı, Sağlık Bakanlığı tarafından kendilerine gönderilen görüş
yazısında 4721 sayılı Kanun'un "Ana ve
baba, çocuğun bakım ve eğitimi konusunda onun menfaatini göz önünde tutarak
gerekli kararları alır ve uygularlar." şeklindeki 339.
maddesinin birinci fıkrasına atıf yapılarak aşı konusunda asıl olarak
ebeveynlere görev yüklenmiş olduğununun belirtildiği
ifade edilmiştir. Bakanlık görüşünde, nitekim Diyarbakır İdare Mahkemesinin de
aşı takibi konusunda asıl sorumluluğun ailede olduğu yönünde değerlendirmeler
yaptığı belirtilmiştir.
76. Bakanlık görüşünde ayrıca zorunlu aşı uygulamaları ile
alakalı olarak Anayasa Mahkemesinin 11/11/2015 tarihli ve 2013/1789 bireysel
başvuru numaralı kararına değinilmiştir.
77. Bakanlık görüşünde; somut olayda yaşam hakkının maddi
boyutunun ihlal edilip edilmediğinin takdiren Sağlık
Bakanlığından temin edilebilecek evrakın da gözönünde
bulundurularak incelenmesi gerektiğinin değerlendirildiği ifade edilmiştir.
2. Değerlendirme
78. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucuların bu başlık altında ileri
sürdüğü iddiaların temel olarak yaşam hakkı ile ilgili olduğu değerlendirilerek
incelemenin bu kapsamda yapılması gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
79. Anayasa’nın “Kişinin
dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” başlıklı 17. maddesinin
birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes,
yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.”
80. Anayasa’nın 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Devletin
temel amaç ve görevleri, (...) kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal
hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal,
ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının
gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”
a. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
81. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan yaşam
hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar
verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Genel İlkeler
82. Kişinin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlığını koruma
hakkı birbiriyle sıkı bağlantıları olan devredilmez ve vazgeçilmez haklardan
olup devletin bu konuda pozitif ve negatif yükümlülükleri bulunmaktadır.
Devletin negatif bir yükümlülük olarak yetki alanında bulunan hiçbir bireyin
yaşamına kasıtlı ve hukuka aykırı olarak son vermeme,bunun yanı sıra pozitif bir yükümlülük olarak
yine yetki alanında bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını gerek kamusal
makamların gerek diğer bireylerin gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden
kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No:
2012/752, 17/9/2013, §§ 50, 51).
83. Söz konusu pozitif yükümlülük sağlık alanında yürütülen
faaliyetleri de kapsamaktadır. Nitekim Anayasa’nın 56. maddesinde herkesin
sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğu, devletin “herkesin hayatını beden ve ruh sağlığı içinde
sürdürmesini sağlamak (…) amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp
hizmet vermesini” düzenleyeceği, bu görevini kamu kesimlerindeki ve
özel kesimlerdeki sağlık ve sosyal kurumlarından yararlanarak ve onları
denetleyerek yerine getireceği kurala bağlanmıştır (İlker Başer ve diğerleri, B. No: 2013/1943, 9/9/2015, § 44).
84. Yaşam hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüklere göre
devletin öncelikle, yaşamı tehlikeye girebilecek kişilerin yaşamını korumak
için yeterli yasal ve idari bir çerçeve oluşturması gerekmektedir.
85. Devlet, bireylerin yaşam hakkı ile maddi ve manevi
varlıklarını koruma hakkı kapsamında -ister kamu isterse özel sağlık
kuruluşları tarafından yerine getirilsin- sağlık hizmetlerini, hastaların
yaşamları ile maddi ve manevi varlıklarının korunmasına yönelik gerekli
tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır (Nail Artuç, B.
No: 2013/2839, 3/4/2014, § 35).
86. Devletin sorumluluğunu gerektirebilecek şartlar altında
gerçekleşen ölüm olaylarında Anayasa’nın 17. maddesi devlete, yaşam hakkını
korumak için oluşturulan yasal ve idari çerçevenin gereği gibi uygulanmasını,
bu hakka yönelik ihlallerin durdurulup cezalandırılmasını sağlayacak etkili
idari ve yargısal tedbirleri alma görevi yüklemektedir. Bu yükümlülük -kamusal
olsun veya olmasın- yaşam hakkının tehlikeye girebileceği her türlü faaliyet
bakımından geçerlidir (Serpil Kerimoğlu ve
diğerleri, § 52).
87. Yaşam hakkının ihlaline kasten sebebiyet verilmemiş ise etkili bir yargısal sistem kurma yönündeki
pozitif yükümlülük her olayda mutlaka ceza davası açılmasını gerektirmez. Bu
durumlarda mağdurlara hukuki, idari hatta disiplinle ilgili hukuk yollarının
açık olması yeterli olabilir (Serpil
Kerimoğlu ve diğerleri, § 59;
Nail Artuç, § 37).
88. Mağdurların kendi inisiyatifleri ile başvurabilecekleri
tazminat yollarının sadece hukuken mevcut bulunması yeterli olmayıp uygulamada
da etkili olmasıgerekir. Bir başvuru yolunun ancak
hak ihlalini önleyebilmesi, devam etmekteyse sonlandırabilmesi veya sona ermiş
bir hak ihlalini karara bağlayabilmesi ve bunun için uygun bir giderim
sunabilmesi hâlinde etkililiğinden söz etmek mümkün olabilir (Tahir Canan, § 26; Filiz Aka, B. No: 2013/8365, 10/6/2015, §
39).
89. Yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın ileri
sürüldüğü tazminat ve tam yargı davalarında, derece mahkemelerinin Anayasa’nın
17. maddesinin gerektirdiği özende bir inceleme yapma yükümlülüğü
bulunmaktadır. Bununla birlikte söz konusu özen yükümlülüğü, yaşam hakkı ile
ilgili her davada mutlaka mağdurlar lehine bir sonuca varılmasını garanti
altına almamaktadır (Aysun Okumuş ve Aytekin
Okumuş, B. No: 2013/4086, 20/4/2016, § 73).
ii. İlkelerin Olaya
Uygulanması
90. Somut olayda başvurucular, kızları E.S.nin
SSPE hastalığına yakalanarak yaşamını yitirmesi üzerine idare aleyhine
açtıkları tam yargı davasının reddedilmesinden sonra yaşam hakkının ihlal
edildiği iddiasıyla bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Başvurucular, SSPE
hastalığına kızamık aşısının neden olduğu yönünde bir iddia ileri
sürmemişlerdir. Başvurucular gerek derece mahkemelerine sundukları dilekçelerde
gerekse bireysel başvuru formunda kızlarına kızamık aşısı yaptırdıkları hâlde
bu aşının yeterli dozda ve uygun koşullarda yapılmaması nedeniyle önleyici etki
gösteremediğini ileri sürmüşlerdir. Başvurucular ayrıca kızamık aşısının ülke
genelinde yaygın olarak yapılmamış olmasından şikâyet etmişlerdir.
91. Bu durumda öncelikle başvurucuların kızları E.S.ye idare
tarafından kızamık aşısı yapılıp yapılmadığının açıklığa kavuşturulması
gerekir. Zira aşının uygun koşullarda yapılmadığı iddiası E.S.ye aşı yapılıp
yapılmadığı hususu ile doğrudan bağlantılıdır.
92. Başvurucular bireysel başvuru formunda kızlarına kızamık
aşısı yaptırdıklarını belirtmişler ancak bu aşının nerede ve kimler tarafından
yapıldığı hususunda bir açıklamada bulunmamışlardır. Bununla birlikte başvuru
formu ve eklerinin incelenmesi neticesinde başvurucuların derece mahkemelerine
sundukları dilekçelerde, bağlı oldukları sağlık ocağında kızamık aşısı
yaptırdıklarını iddia ettikleri görülmektedir. Başvurucuların bu iddiaları ile
ilgili olarak derece mahkemelerinin ise Silvan Kaymakamlığı İlçe Sağlık Grup
Başkanlığının 5/11/2008 tarihli yazısında E.S.ye kızamık aşısı yapıldığına dair
herhangi bir kayda rastlanmadığının belirtildiğini ve E.S.ye aşı yapıldığını
gösteren herhangi bir bilgi ve belgenin başvurucular tarafından dava dosyasına
sunulmadığını dikkate alarak sağlık ocağı ekiplerince E.S.ye kızamık aşısı
yapılmadığı sonucuna ulaştığı anlaşılmaktadır.
93. Bu durumda sağlık ocağı personelinin koruyucu sağlık
hizmetlerini yürüttüğü sırada tutmakla yükümlü olduğu kayıtlara ilişkin iç
hukukta ne gibi düzenlemeler olduğunun açıklanması ve derece mahkemelerince
verilen kararların bu kapsamda değerlendirilmesi yerinde olacaktır.
94. 224 sayılı Kanun'un 10. maddesinin ikinci fıkrasında; sağlık
ocakları ve evlerinin her türlü koruyucu hekimlik hizmetlerini, hastaların
muayene ve tedavisi ile sağlık ocağına kayıtlı şahısların sağlık sicillerini
tutmakla mükellef olduğu belirtilmiştir (bkz. § 36). Keza Genişletilmiş
Bağışıklama Programı Genelgesi'nin "Aşı
Uygulamalarında Kayıt ve Bildirim Sistemi" başlıklı kısmında,
aşı uygulamalarının ilgili tüm formlara zamanında, tam ve doğru olarak
kaydedilmesinin sağlanması gerektiği ifade edilmiş ve hangi forma hangi
bilgilerin kaydedileceği açıklanmıştır. Anılan Genelge'de
ayrıca ailelere mutlaka aşı kartı verilmesi gerektiği ifade edilmiştir (bkz. §§
57, 58).
95. Başvurucular, yukarıda açıklanan aşı kayıt sisteminin
yetersiz olduğu yahut bu sistemin uygulamada etkili bir şekilde işlemediği
yönünde bir iddia ileri sürmemişlerdir. Başvuru formu ve eklerinde söz konusu
sistemin uygulamada etkili bir şekilde işlemediğine işaret eden herhangi bir
veri de tespit edilememiştir.
96. Derece mahkemelerinin olaylara ilişkin tespitleri Anayasa
Mahkemesi açısından bağlayıcı olmamakla birlikte Anayasa Mahkemesinin derece
mahkemelerinin tespitlerinden farklı bir tespitte bulunabilmesi için bu hususta
ikna edici unsurların mevcut olması gerekmektedir. Derece mahkemeleri, dava
dosyasında bulunan bilgi ve belgeleri dikkate alarak E.S.ye kızamık aşısı
yapılmadığı sonucuna ulaşmıştır. Derece mahkemeleri bu sonuca ulaşırken E.S.ye
aşı yapıldığına dair herhangi bir kayda rastlanmadığını belirten Silvan
Kaymakamlığı İlçe Sağlık Grup Başkanlığı yazısına ve başvurucuların E.S.ye aşı
yapıldığını gösteren herhangi bir bilgi ve belgeyi dava dosyasına sunmamış
olmasına dayanmıştır. Başvuru formu ve ekleri bir bütün olarak ele alındığında
derece mahkemeleri kararlarının dava dosyasında bulunan delillerle açıkça
çelişecek biçimde verildiğinden söz edilemeyeceği değerlendirilmiştir. Bu
durumda somut olayda derece mahkemelerinin E.S.ye aşı yapılmadığı yönündeki
tespitinden ayrılmayı gerektirecek ikna edici bir nedenin bulunmadığı sonucuna
ulaşılmıştır.
97. E.S.ye kızamık aşısı yapıldığının kanıtlanamadığı dikkate
alındığında kızamık aşılarının uygun koşullarda yapılıp yapılmadığının ve aşı
uygulamasında soğuk zincir sistemine uyulup uyulmadığının ayrıca incelenmesinin
gerekli olmadığı değerlendirilmiştir.
98. Somut olayda, kızamık aşılarının yeterli dozda yapılmadığı
yönündeki iddiaya da değinmek gerekir. Başvurucular bu iddiayı kızlarına
uygulandığını ifade ettikleri ilk kızamık aşısının dozajının yetersiz olduğu
hususu ile bağlantılı olarak ileri sürmemişlerdir. Başvurucular kızamık
aşısının yeterli dozda yapılmadığı yönündeki iddiayı, Türkiye'deki kızamık
aşılarının belli bir dönem çift doz yerine tek doz olarak yapılması hususu ile
bağlantılı olarak ileri sürmüşlerdir. Bu husus ile ilgili olarak başvurucuların
kızlarının hayatta olduğu dönemde Türkiye'de çift doz uygulamasına geçildiğini
ve ilk dozun çocuk dokuz aylıkken, ikinci dozun ise çocuk ilkokul birinci sınıfta
iken yapılması gerektiğinin karara bağlandığını ancak başvurucuların kızlarının
ikinci dozun yapıldığı döneme varmadan önce kızamık hastalığına ardından da
dört yaşında SSPE hastalığına yakalandığını belirtmek gerekir. Dolayısıyla bu
aşamada söz konusu iddianın üzerinde daha fazla durulmasının gerekli olmadığı
değerlendirilmiştir. Bununla birlikte Türkiye'deki kızamık aşılarının 1998
yılına kadar çift doz yerine tek doz olarak yapılması hususuna, kızamık
aşısının ülke genelinde yaygın olarak yapılmadığı yönündeki iddia incelenirken
yine değinilecektir.
99. Başvuru konusu olayda, kızamık aşısının ülke genelinde
yaygın bir şekilde yapılmadığı yönündeki iddianın ayrıca incelenmesi gerekir.
Çünkü başvurucuların bu iddiası, kızamık aşısının kendi çocuklarına yapılıp
yapılmadığı hususundan bağımsız olarak incelenebilir niteliktedir. Başvurucular
kızamık aşısının ülke genelinde yaygın olarak yapılması hâlinde SSPE
hastalığına yakalanma oranının oldukça düşeceğini, başka bir deyişle kızamık
aşısının ülke genelinde yaygın şekilde yapılarak toplumun bağışıklığının
yükseltilmesi hâlinde kızları E.S.nin kızamık
hastalığına, dolayısıyla SSPE hastalığına yakalanmayacağını ileri sürmüşlerdir.
100. Koruyucu sağlık hizmetlerinin etkili ve verimli bir şekilde
organize edilmesi ve bireylere sunulması konusunda devletin belli ölçüde
pozitif yükümlülüklerinin bulunduğu açıktır. Devletin öncelikle bulaşıcı bir
hastalığın görülmesi hâlinde bu durumu tespit etmeye elverişli bir sistem
kurması ve bu vakanın bir salgına dönüşmemesi için gerekli olan önlemleri
alması gerekir.
101. Hastalığın ihbarı ve bildirimi sisteminde gerek kamusal
makamların gerekse anne ve babanın oldukça hassas davranması gerekir. Anne ve
babaların bulaşıcı bir hastalığa yakalanan yahut yakalandığından
şüphelendikleri çocuklarını derhâl sağlık kuruluşlarına ulaştırması, sağlık
kuruluşlarındaki görevlilerin de söz konu vakayı değerlendirerek gerekli
önlemleri alması gerekir.
102. Gerekli önlemlerin alınması noktasında devletin yüksek aşılama
oranlarına ulaşarak toplumun bağışıklığını güçlendirmesi önemlidir. Devletin
normal dönemlerde yüksek aşılama oranlarına ulaşması ve toplumun bağışıklığını
güçlendirmesi yönünde pozitif yükümlülükleri bulunmakla birlikte bu pozitif
yükümlülüklerin kapsamının bulaşıcı hastalığa ilişkin bir vakanın görülmesi
ve/veya bu durumun bir salgına işaret etmesi hâlinde dahageniş
olacağı da muhakkaktır.
103. Bulaşıcı hastalıklarla mücadele kapsamında önemli hükümler
içeren 1593 sayılı Kanun yürürlüktedir. Bu Kanun'un 88. maddesinde çiçek aşısı
mecburi bir aşı olarak öngörülmüştür. Bunun yanı sıra 1593 sayılı Kanun’un 57.
maddesinde kızamık hastalığı da dahil olmak üzere belirli hastalık türleri
sayılmış, 72. maddesinde ise 57. maddede zikredilen hastalıklardan birinin
ortaya çıkması veya ortaya çıkmasından şüphe edilmesi durumunda bir kısım
tedbirlere başvurulacağı belirtilmiş ve söz konusu tedbirler arasında hastalara
veya hastalığa maruz bulunanlara serum veya aşı uygulanması şeklindeki tedbire
de yer verilmiştir (bkz. §§ 24-31). Başvuruya konu olayların meydana geldiği
dönemde yürürülükte bulunan Genelge'de
ise bebeklik dönemini de kapsayacak şekilde belirli yaş grupları için çeşitli
periyotlar dâhilinde bazı aşıların uygulanmasına ilişkin esas ve usuller düzenlenmiştir
(Halime Sare Aysal
[GK], B. No:
2013/1789, 11/11/2015, §§ 71, 72).
104. Kızamık aşısının ülke genelinde yaygın bir şekilde
yapılmadığı yönündeki iddia ile ilgili olarak SSPE Bilimsel İnceleme Komisyonu
raporundaki verilere değinmek yerinde olacaktır. Başvurucular, bireysel başvuru
formunda anılan rapora yönelik herhangi bir iddia ve itiraz ileri
sürmemişlerdir. Başvuru formu ve eklerinde, çeşitli üniversitelerde görev yapan
akademisyenlerce hazırlanan söz konusu raporun objektifliğinin ve/veya
yeterliğinin sorgulanmasına neden olabilecek herhangi bir husus da tespit
edilememiştir. Dolayısıyla kızamık aşısının ülke genelinde yaygın bir şekilde
yapılmadığı yönündeki iddia değerlendirilirken bu rapordaki verilerden
yararlanılmasında herhangi bir sakınca olmadığı kanaatine varılmıştır.
105. Derece mahkemelerince hükme esas alınan SSPE Bilimsel
İnceleme Komisyonu raporunda, kızamık hastalığından ve hastalığın yol açtığı
komplikasyonlardan korunmanın tek yolunun duyarlı nüfusun yaygın ve etkin
aşılanması ile toplumun bağışıklığının yükseltilmesi olduğu ifade edilmiştir.
Raporda; Türkiye'de 1970 yılında başlatılan rutin kızamık aşısı uygulamasının
Dünya Sağlık Örgütü ve Bağışıklama Danışma Kurulu önerileri doğrultusunda 1970
yılından 1998 yılına kadar tek doz olarak sürdürüldüğü, aşılanma oranının 1987
yılından bu yana giderek artış gösterdiği, bu oranın 1987-1990 yılları arasında
%60,7'ye, 1991-1994 yılları arasında %73,7'ye, 1995-1998 yıllarında ise %76'ya
ulaştığı belirtilmiştir. Raporda, başvurucuların kızlarının dünyaya geldiği
2000 yılının da aralarında bulunduğu 1999-2002 döneminde %81,7 aşılama oranına
ulaşıldığı ifade edilmiştir. Raporda ayrıca 2003-2005 yılları arasında
gerçekleştirilen kızamık aşı günleri kapsamında 15 yaş altı 18,5 milyon çocuğa
aşı yapıldığı belirtilmiştir.
106. Söz konusu veriler dikkate alındığında başvurucuların
kızları E.S.nin dünyaya geldiği dönemde kızamık
hastalığının eliminasyonu tam olarak gerçekleştirilememiş ise de kızamık
hastalığının eliminasyonu için sürekli olarak artan aşılama oranlarına
ulaşıldığı ve bu kapsamda rutin aşılamaların yanı sıra çeşitli aşı kampanyaları
yürütüldüğü görülmektedir. İhtiyaçların öncelik sıralamasının belirlenmesinde
ve kamusal kaynakların hangi sağlık hizmetine ne kadar tahsis edileceği
hususunda idari makamların daha elverişli konumda oldukları dikkate alındığında
somut olayda anılan dönemde kızamık hastalığının tamamen yok edilememiş
olmasında yetkili makamlara bir sorumluluk atfedilemeyeceği
değerlendirilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde, başvurucuların yaşadığı
bölgede başvuruya konu olayın meydana geldiği dönemde rutin aşılamaların yanı
sıra ek bazı önlemlerin alınmasını gerektirebilecek bir durumun olduğuna ve bu
hususta o dönemde yetkili olan kamu makamlarına bildirimde bulunulduğuna
ilişkin bir kayıt da mevcut değildir. Başvurucular da olayların meydana geldiği
dönemde -E.S. henüz kızamık hastalığına yakalanmamış
iken- yakın çevrelerinde kızamık hastalığı görülmesi üzerine yetkili kamu
makamlarına durumu bildirdiklerini yahut kamu makamlarının durumu bildiğini
ancak gerekli tedbirleri almadığını ileri sürmemişlerdir. Esasında bulaşıcı
hastalığa ilişkin bir vakanın görülmediği ve/veya bir salgının ya da salgın
tehlikesinin olmadığı normal durumlarda derece mahkemelerinin kararlarında da
belirtildiği üzere aşı takip sorumluluğunun asıl olarak anne ve babalar
üzerinde olduğu kabul edilmelidir.
107. Başvuru konusu olayda son olarak Türkiye'deki kızamık
aşılarının 1998 yılına kadar çift doz yerine tek doz olarak yapılması hususuna
değinmek gerekir. Derece mahkemelerince hükme esas alınan bilirkişi raporuna
göre Dünya Sağlık Örgütü 1970 yılı sonlarında kızamık aşısını bebeklik çağında
yapılması gereken aşılar arasına almış, aşı uygulama zamanını 1986-1989 yılları
arasında dokuzuncu ayda tek doz olarak önermiş; 1993 yılında ise kızamık
eliminasyonunu hedefleyen ülkeler için ikinci dozu önermiş ancak gelişmekte
olan ülkeler için rutin iki doz aşı uygulamasının erken olduğunu ve ilk dozda
yüksek oranlara ulaşılmasına öncelik verilmesi gerektiğini belirtmiştir.
Rapordaki bilgilere göre Dünya Sağlık Örgütü 1998 yılında da dokuzuncu ayda tek
doz önerisini devam ettirmiş ancak 2000 yılında dokuzuncu aydaki ilk doz
kızamık aşısına ek olarak çocuklara ikinci doz fırsatının verilmesini önermiş
ve 2003 yılında da bu önerisini tekrar etmiştir. Başvuru formu ve eklerindeki
bu bilgi ve belgeler dikkate alındığında Türkiye'de belli bir dönem tek doz
olarak uygulanan kızamık aşısının anılan dönemdeki uluslararası standartlarla
uyumlu olduğu, o dönemdeki uluslararası standartlara uygun olarak hareket eden
kamu makamlarının sonradan ortaya çıkan sonuçlardan sorumlu tutulamayacağı
değerlendirilmiştir.
108. Tüm bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde somut olayda
devletin koruyucu sağlık hizmetleri kapsamındaki yükümlülüklerini yerine
getiremediğini söylemek mümkün değildir. Ayrıca dava reddedilmiş bile olsa
başvurucuların etkili bir yargısal korumadan yararlanamadığı da söylenemez.
109. Açıklanan gerekçelerle başvuru konusu olayda yaşam hakkının
ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
C. Makul Sürede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucuların
İddiaları ve Bakanlık Görüşü
110. Başvurucular, kızlarının ölümü üzerine açtıkları tam yargı
davasının makul sürede tamamlanmadığını ileri sürmüşlerdir.
111. Bakanlık görüşünde; yargılamanın yaklaşık 6 yıl sürdüğü, bu
hususun yaşam hakkının usul boyutu açısından incelenebileceği ifade edilmiştir.
2. Değerlendirme
112. Ferat Yüksel (B. No: 2014/13828, 12/9/2018, §
26) kararında Anayasa Mahkemesi; yargılamaların makul sürede
sonuçlandırılmadığı ya da yargı kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da
hiç icra edilmediği iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce gerçekleştirilen
bireysel başvurulara ilişkin olarak Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat
Komisyonu Başkanlığına (Tazminat Komisyonu) başvuru imkânının getirilmesine
ilişkin yolu ulaşılabilir olma, başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama
kapasitesinin bulunup bulunmadığı yönlerinden inceleyerek bu yolun etkililiğini
tartışmıştır.
113. Ferat Yüksel kararında özetle anılan başvuru
yolunun kişileri mali külfet altına sokmaması ve başvuruda kolaylık sağlaması
nedenleriyle ulaşılabilir olduğu, düzenleniş şekli itibarıyla ihlal iddialarına
makul bir başarı şansı sunma kapasitesinden mahrum olmadığı vetazminat
ödenmesine imkân tanıması ve/veya bu mümkün olmadığında başka türlü telafi
olanakları sunması nedenleriyle potansiyel olarak yeterli giderim sağlama
imkanına sahip olduğu hususunda değerlendirmelerde bulunulmuştur (Ferat Yüksel, §§ 27-34). Bu gerekçeler
doğrultusunda Anayasa Mahkemesi, ilk bakışta ulaşılabilir olan ve ihlal
iddialarıyla ilgilibaşarı şansı sunma ve yeterli
giderim sağlama kapasitesi olduğu görülen Tazminat Komisyonuna başvuru yolu
tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil niteliği ile bağdaşmayacağı
sonucuna vararak başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul
edilemezlik kararı vermiştir (Ferat Yüksel,
§§ 35, 36).
114. Mevcut başvurunun bu kısmı yönünden söz konusu karardan
ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.
115. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Adli yardım talebinin KABULÜNE,
B. 1. Yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
C. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam
hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
D. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri
Kanunu’nun 339. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca tahsil edilmesi
mağduriyetine neden olacağından başvurucuların yargılama giderlerini ödemekten
TAMAMEN MUAF TUTULMASINA,
E. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
11/10/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.