TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
MEHMET EMİN ÜNVER BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2015/6147)
|
|
Karar Tarihi: 18/7/2018
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin
YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Recep
KÖMÜRCÜ
|
|
|
M. Emin KUZ
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
Raportör
|
:
|
Gülbin AYNUR
|
Başvurucu
|
:
|
Mehmet Emin
ÜNVER
|
Vekili
|
:
|
Av. Veysel
Kaya TAMBAŞAR
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, disiplin işlemine karşı açılan davada verilen
kararın bağlantılı ceza yargılamasına konu suçun işlendiği yönünde ifadeler içermesi nedeniyle
masumiyet karinesinin; davanın hatalı değerlendirme sonucu reddedilmesi ve
kanun yolu aşamasında gerekçesiz karar verilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının
ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 3/4/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar
özetle şöyledir:
8. Kara Kuvvetleri Komutanlığı (KKK) emrinde astsubay olarak
görev yapmakta iken başvurucu hakkında bağlı olduğu sicil amirlerince Türk
Silahlı Kuvvetlerinde (TSK) kalmasının uygun olmadığı yönünde ortak kanaat
bildirilmesi üzerine ilgili mevzuat hükümleri gereğince ayırma süreci
başlatılmıştır.
9. KKK karargâhında oluşturulan komisyon tarafından, sicil
belgeleri ve durumu incelenen başvurucunun TSK'nın itibarını sarsacak şekilde
ahlak dışı hareketlerde bulunduğunun anlaşıldığı gerekçesiyle sicil yolu ile
ilişiğinin kesilmesinin uygun olacağı yönünde getirilen teklifin yetkili askerî
makamlar tarafından onaylanmasıyla birlikte hakkındaki ayırma işlemi tekemmül
etmiş ve 22/7/2013 tarihinde TSK'dan ilişiği kesilmiştir.
A. Olaya İlişkin Ceza
Yargılamaları Süreci
1. Adana Askerî Savcılığı Soruşturma Dosyası
a. Takipsizlik Kararına
Konu Kısım
10. Evli olduğu hâlde internet sitesinde tanıştığı G.G.K.ya kendisini bekâr olarak
tanıttığı, bu kişi ile imam nikâhı kıydırarak altı ay süreyle karı koca
ilişkisi yaşadığı; kendisiyle birlikte aynı yerde görev yapan Uzman Çavuş B.A.yı kendisini rütbeli olarak tanıtarak G.G.K.yı ailesinden istemesi, er G.G. yi
imam nikâhı kıyması, erler H.B. ve K.K.yı ise bu
nikâha şahitlik etmeleri konusunda ikna ettiği iddialarına ilişkin olarak
başvurucu hakkında soruşturma başlatılmıştır. Soruşturma sonucunda düzenlenen
dosya Adana Askerî Savcılığına (Savcılık) gönderilmiştir.
11. Savcılık; memuriyet nüfuzunu kötüye kullanma ve herhangi bir
kimse ile karı koca gibi nikâhsız olarak devamlı surette yaşamakta ısrar etme
suçlarından yaptığı soruşturma sonucunda 29/11/2013 tarihinde, atılı suçlardan
kovuşturmaya yer olmadığına (KYO) karar vermiştir.
12. KYO kararının memuriyet nüfuzunun kötüye kullanılması suçuna
yönelik gerekçesinde başvurucunun çalıştığı birim ve konum itibarıyla uzman
çavuş olan B.A.ya emir verme
yetkisi bulunmadığından bu kişi üzerinde nüfuz kullanabilecek durumda olmadığı,
adı geçen personelin başvurucunun talepte bulunması üzerine herhangi bir baskı
ve zorlama olmadan tamamen kendi rızasıyla bu işe dâhil olduğunun anlaşıldığı,
bu itibarla suçun maddi ve manevi unsurlarının oluşmadığı belirtilmiştir. Aynı
kararın diğer suça ilişkin gerekçesinde ise başvurucunun nikâhsız şekilde
yaşantısına devam etmemesi için daha önce yetkili makamlarca yazılı ya da sözlü
olarak ikaz edildiğine dair bir bilgi ve belge mevcut olmadığından belirtilen
suçun oluşması için gerekli olan ısrar unsurunun gerçekleşmediği, kaldı kibaşvurucunun G.G.K. ile devamlı surette ve karı koca gibi
yaşadıklarına dair herhangi bir delil de elde edilemediği, bu itibarla söz
konusu suçun da maddi ve manevi unsurlarının oluşmadığı ifade edilmiştir.
b. İddianameye Konu Kısım
13. Savcılık aynı soruşturma kapsamında başvurucunun astı
konumunda olan G.G.ye bir kimsenin evlenme
akdinin kanuna göre yapılmış olduğunu gösteren belgeyi görmeden bir evlenme
için dinsel tören yapması olarak tanımlanan suça vücut veren eylemi
gerçekleştirmesini teklif ederek adı geçen er tarafından bu suçun işlenmesine
neden olmak suretiyle astına suç işlemek için emir verme suçunu işlediği
gerekçesiyle eylemine uyan ilgili ceza kanunu hükümleri gereğince
cezalandırılması talebiyle iddianame düzenlemiştir.
14. 29/11/2013 tarihli söz konusu iddianameye istinaden
başvurucu hakkında astına suç yapmak için
emir verme suçundan Adana Askerî Mahkemesinde dava açılmıştır.
Bireysel başvuruya konu kararın verildiği tarih itibarıyla söz konusu dava
derdesttir.
2. Gaziantep Askerî Mahkemesi Dava Dosyası
15. Başvurucu hakkında 22/5/1930 tarihli ve 1632 sayılı Askerî
Ceza Kanunu'nun 91. maddesi uyarınca amire (üste) fiilen taarruz suçundan
Gaziantep Askerî Mahkemesinde (Askerî Mahkeme) dava açılmıştır.
16. Askerî Mahkeme yaptığı yargılama sonucunda 21/11/2013
tarihli kararıyla başvurucunun üste fiilen taarruz suçunu işlediğinin sabit
olduğu gerekçesiyle 3 ay 22 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına, 4/12/2004
tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 231. maddesi uyarınca
hakkındaki hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına (HAGB) karar vermiştir.
B. Olaya İlişkin İdari
Yargı Süreci
17. Başvurucu, hakkında tesis edilen ayırma işleminin iptali
istemiyle 2/8/2013 tarihinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) dava
açmıştır.
18. AYİM Birinci Dairesi (Mahkeme) 27/5/2014 tarihli kararıyla
davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde öncelikle dava konusu işleme dayanak
alınan yasa hükmüne karşı başka bir dava dosyasında Anayasa Mahkemesine itiraz
başvurusu yapıldığı hatırlatılarak Anayasa Mahkemesi kararının bekletici mesele
yapılıp yapılamayacağı tartışılmış ve neticede itiraz başvurusunun sonucunun
bekletici mesele yapılamayacağı sonucuna ulaşıldığı belirtilmiştir. Dava konusu
işlemin hukuka uygunluk denetimi yönünden ise kararda; ifa edilen görevin
niteliği ve mesleğin özelliği gereği her askerin yaşayışının kusursuz ve
lekesiz olması gerektiği, bu vasıflara sahip olunmadığı takdirde TSK'nın
itibarının zedeleneceğinin açık olduğu belirtilmiş, ayırma işleminin de bu
amaçla askerî idareye mevzuatla tanınmış bir yetki olduğu ancak bu yola
başvurulurken çok dikkatli olunması ve kriterlerin titizlikle tespit edilmesi
gerektiği vurgulanmıştır. Bu bağlamda daha hafif tedbirlerle personeli çalışmaya
yöneltebilecekken statü dışına çıkarılma gibi sonuçları çok ağır bir yola
başvurulmaması gerektiği ifade edilen kararın belirtilen ilkeler çerçevesinde
somut olayın değerlendirildiği diğer ilgili kısmı ise şöyledir:
"… somut olay incelendiğinde; davacının
geçmiş dönemdeki sicil taltif ve disiplin kayıtları itibariyle ayırma işlemini
gerektiren bir durumu bulunmamasına karşın, son dönemde hakkında yapılan BİMER
şikâyeti ve yürütülen soruşturma/kovuşturmalara konu fiilleri itibariyle TSK İç
Hizmet Yönetmeliği'nin 86. maddesinin aradığı anlamda "iyi ahlak sahibi
olmak" vasfını kaybettiği öyle ki; evli olmasına rağmen internet üzerinden
tanıştığı G.G.K. isimli bayana kendisini bekar olarak tanıttığı, inandırmak
için G.G.K.ya daha önceki boşanma kararını gösterdiği,
keza fotokopiyle çoğalttığı tapuları da göstererek mali durumuna ilişkin yanlış
beyanlarda bulunduğu, aynı birlikte görevli bir uzman erbaşı ‘yarbay’ olarak
tanıtmak ve sivil iki şahsı da akrabaları olarak göstermek suretiyle G.G.K.yı ailesinden istetip aralarında nişan merasimi
yaptıkları, bayanın talebi üzerine emrinde görevli bir askeri G.G.K. ile
aralarında dinî nikâh merasimi yapmaları için birlik dışına çıkardığı, yine
emri altındaki iki askeri de bu dinî nikâh merasiminde tanık olmaları için
birlikten çıkardığı, bir aracın içinde dinî nikâh kıydıkları, böylece anılan
bayan ile nikâhlanıp karı-koca gibi Afyonkarahisar’da bulunan kaplıcalara gidip
bir süre kaldıkları, davacının bu eylemlerinin, onun özel yaşam sınırları
içinde kalmadığı, G.G.K. isimli bayanın kandırıldığı gerekçesiyle BİMER
üzerinden birlik komutanlığına ve Cumhuriyet Başsavcılığı’na şikâyetlerde
bulunması nedeniyle hakkında adli ve idari soruşturma başlatıldığı, keza bu
bayanla olan ilişkisini dine ve ahlaka uygun hâle getirmek için sergilediği
eylemlerde de, aynı birlikte görevli erbaş ve erleri kullanmak suretiyle özel
ilişkilerini özel hayatının mahremiyet sınırları dışına taşıdığı, evli olmasına
rağmen kendisini bekar tanıtıp başka bir bayanla evlilik dışı ilişki yaşaması
ve bu ilişki sırasında karşı tarafı kandırmaya yönelik yoğun çabalar sarf edip
bu çabalarında asker kişileri de kullanması nedeniyle davacının TSK mensubu
olmanın gerektirdiği ahlaki olgunluktan uzaklaştığı, TSK’nın toplum nazarındaki
itibarının zedelenmesine neden olduğu, ayrıca üstü konumunda bulunan Astsb.Bçvş. G.T.ye 08.02.2012 tarihinde omuz atmak
suretiyle fiilen taarruz ettiği, üstüne karşı saygısız tutum ve davranışlar
sergilediği, davacının içinde bulunduğu bu durumun hoş görülemeyeceği ve askerî
disiplin üzerinde yarattığı tahribatın mutlaka giderilmesinin gerektiği, bu
hâliyle artık "astsubay statüsünde" kamu görevlisi olma nitelik ve
yeterliliğini kaybettiği, daha fazla statüde tutulmasının yürütülen özellikli
kamu hizmetine zarar vereceği, aynı değerlendirmelerle davacıyı statü dışına
çıkaran davalı idarenin takdir yetkisini objektif ve kamu yararı-birey yararı
dengesini gözeterek kullandığı, işlemde hukuka aykırı bir yön bulunmadığı sonuç
ve kanaatine ulaşılmıştır…"
19. Başvurucunun karar düzeltme istemi de aynı Mahkemenin
17/2/2015 tarihli kararıyla düzeltilmesi istenen kararın usul ve kanuna uygun
bulunduğu gerekçesiyle reddedilmiştir.
20. Nihai karar 9/3/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ
edilmiştir.
21. Başvurucu 3/4/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
22. Mahkemenin 18/7/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Gerekçeli Karar
Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
23. Başvurucu, karar düzeltme isteminin reddine ilişkin kararın
herhangi bir gerekçe içermediğinden şikâyet etmektedir.
24. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin adil
yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiş ancak gerekçeli karar hakkından
açıkça söz edilmemiştir. Bununla birlikte Anayasa'nın 36. maddesine adil yargılanma ibaresinin eklenmesine
ilişkin gerekçede, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de
güvence altına alınan adil yargılama hakkının madde metnine dâhil edildiği
vurgulanmıştır. Nitekim Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 6.
maddesinin (1) numaralı fıkrasındaki hakkaniyete uygun yargılanma hakkının
kapsamına gerekçeli karar hakkının da dâhil olduğu Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesinin birçok kararında vurgulanmıştır. Dolayısıyla Anayasa’nın 36.
maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının gerekçeli karar hakkı
güvencesini de kapsadığının kabul edilmesi gerekir.
25. Anayasa'nın 141. maddesinin üçüncü fıkrasında da “Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli
olarak yazılır.” denilerek mahkemelere, kararlarını gerekçeli yazma
yükümlülüğü yüklenmiştir. Anayasa’nın bütünlüğü ilkesi gereği anılan Anayasa
kuralı da gerekçeli karar hakkının değerlendirilmesinde gözönünde
bulundurulmalıdır.
26. Gerekçeli karar hakkı, yargılamada ileri sürülen tüm
iddialara ayrıntılı şekilde yanıt verilmesi gerektiği şeklinde anlaşılamaz. Bu
nedenle gerekçe gösterme zorunluluğunun kapsamı kararın niteliğine göre
değişebilir (Mehmet Yavuz, B. No:
2013/2995, 20/2/2014, § 51). Kanun yolu incelemesi yapan mercinin
yargılamayı yapan mahkemeyle aynı sonuca ulaşması ve bunu aynı gerekçeyi
kullanarak veya aynı atıfla kararına yansıtması kararın gerekçelendirilmiş
olması bakımından yeterlidir (Yasemin Ekşi,
B. No: 2013/5486, 4/12/2013, § 57). Somut olayda kanun yolu incelemesi
sonucunda verilen kararda, değerlendirme konusu derece mahkemesinin hüküm ve
gerekçesinin uygun bulunduğu dikkate alındığında gerekçeli karar hakkına
yönelik bir ihlal olmadığının açık olduğu anlaşılmaktadır.
27. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Masumiyet Karinesinin
İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
28. Başvurucu, Mahkeme kararının HAGB kararı ile sonuçlanan ceza
davası ve takipsizlik kararı ile sonuçlanan ceza soruşturmasına konu suçların
işlendiği yönünde ifadeler içermesi nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal
edildiğini ileri sürmektedir.
2. Değerlendirme
29. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, meşru vasıta ve yollardan
faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve
savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."
30. Anayasa'nın 38. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
"Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar,
kimse suçlu sayılamaz."
a. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
31. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan
masumiyet karinesinin ihlal edildiğine ilişkin başvurunun kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Genel İlkeler
32. Masumiyet karinesi, hakkında suç isnadı bulunan bir kişinin
adil bir yargılama sonunda suçlu olduğuna dair kesin hüküm tesis edilene kadar
masum sayılması gerektiğini ifade etmekte ve hukuk devleti ilkesinin de bir
gereğini oluşturmaktadır (AYM, E.2013/133, K.2013/169, 26/12/2013). Anılan
karine, kişinin suç işlediğine dair kesinleşmiş bir yargı kararı olmadan suçlu
olarak kabul edilmemesini güvence altına almaktadır. Ayrıca hiç kimse,
suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar yargılama makamları ve kamu otoriteleri
tarafından suçlu olarak nitelendirilemez ve suçlu muamelesine tabi tutulamaz
(Kürşat Eyol, B. No: 2012/665, 13/6/2013, § 26).
33. Adil yargılanma hakkının bir unsuru olan masumiyet
karinesinin sağladığı güvencenin iki yönü bulunmaktadır.
34. Güvencenin ilk yönü; kişi hakkındaki ceza yargılaması sonuçlanıncaya
kadar geçen, bir başka ifadeyle kişinin ceza gerektiren bir suçla itham
edildiği (suç isnadı altında olduğu) sürece ilişkin olup suçlu olduğuna dair
hüküm tesis edilene kadar kişinin suçluluğu ve eylemleri hakkında erken
açıklamalarda bulunulmasını yasaklar.Güvencenin
bu yönünün kapsamı sadece ceza yargılamasını yürüten mahkemeyle sınırlı
değildir. Güvence aynı zamanda diğer tüm idari ve adli makamların da işlem ve
kararlarında, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kişinin suçlu olduğu yönünde
ima ya da açıklamalarda bulunmamasını gerekli kılar. Dolayısıyla sadece suç
isnadına konu ceza yargılaması kapsamında değil ceza yargılaması ile eş zamanlı
olarak yürütülen diğer hukuki süreç ve yargılamalarda da (idari, hukuk,
disiplin gibi) masumiyet karinesinin ihlali söz konusu olabilir (Galip Şahin, B. No: 2015/6075, 11/6/2018,
§39).
35. Güvencenin ikinci yönü ise ceza yargılaması sonucunda
mahkûmiyet dışında bir hüküm kurulduğunda devreye girer ve daha sonraki
yargılamalarda ceza gerektiren suçla ilgili olarak kişinin masumiyetinden şüphe
duyulmamasını, kamu makamlarının toplum nezdinde kişinin suçlu olduğu
izlenimini uyandıracak işlem ve uygulamalardan kaçınmasını gerektirir (Galip Şahin, § 40 ).
36. Bilindiği gibi ceza muhakemesi hukuku ve disiplin hukuku
farklı kural ve ilkelere tabi disiplinlerdir. Disiplin hukuku kurumun iç
düzenini korumayı amaçlayan ve bunun için kamu görevlilerinin mevzuata, çalışma
düzenine, hizmetin gereklerine aykırı fiillerine yönelik olarak uygulanacak
yaptırımları ve bu yaptırımların uygulanmasındaki usul ve esasları düzenleyen
bir hukuk alanıdır. Bazı hâllerde ise kamu görevlisinin fiili ceza hukuku
kapsamında suç tanımına uymasının yanı sıra disiplin hukuku yönünden de
sorumluluk gerektiren bir mahiyet taşıyabilir (benzer yönde değerlendirmeler
için bkz. Özcan Pektaş, B. No:
2013/6879, 2/12/2015, § 25; Kürşat Eyol, § 30). Böyle bir durumda, Anayasa'da
güvence altına alınan masumiyet karinesinin bir eylemi nedeniyle ilgili
hakkında hem ceza hem de disiplin işlemlerinin yürütülmesine engel teşkil
etmediğini, bu iki sürecin eş zamanlı olarak devam etmesinin de önünde anılan
güvence bakımından bir mâni bulunmadığını belirtmek gerekir (Galip Şahin, § 45).
37. Öte yandan ceza muhakemesi sonucunda kişinin yüklenen suçu
işlemediğinin sabit olması nedeniyle verilen hükümler dışında ceza mahkemesi
hükmü, disiplin makamları açısından doğrudan bağlayıcı değildir. Ancak cezai
sorumluluğu ortadan kalkmış olsa dahi aynı olaylar nedeniyle -daha hafif bir
ispat külfeti temelinde- kişi hakkında başka tür bir sorumluluğun tesis
edilmesinin önünde bir engel bulunmamaktadır (benzer yönde değerlendirmeler
için bkz. Özcan Pektaş, § 25; Kürşat Eyol, §
30).
38. Ceza muhakemesiyle eş zamanlı olarak yürütülen, bir başka
ifadeyle kişinin henüz suç isnadı altında olduğu, ceza makamları tarafından
hakkında herhangi bir hüküm kurulmadığı süreçte devam eden disiplin soruşturma
ve yargılamalarında masumiyet karinesi bakımından önemli olan husus; kamu
makamlarının işlem ya da kararlarında belirttikleri gerekçeler veya
kullandıkları dil nedeniyle bireye cezai sorumluluk yüklememeleri, ceza
mahkemeleri tarafından henüz suçlu bulunmamış bireyin masumiyeti üzerine gölge
düşürülmesine sebebiyet vermemeleridir (Galip
Şahin, § 47).
39. Bununla birlikte ceza yargılamasına konu maddi olay ve
olguların disiplin hukuku esasları çerçevesinde diğer kamu makamlarınca
(idari/adli) ayrıca değerlendirilmesi ve bu değerlendirme sonucunda ulaşılacak
kanaate göre işlem/karar tesis edilmesi mümkündür. Bu bağlamda disiplin işlem
ve yargılamalarında ceza yargılamasında elde edilen bir delile dayanılması ya
da kişi hakkında yapılan ceza yargılamasına bir olgu olarak atıf yapılmış
olması tek başına masumiyet karinesinin sağladığı güvencelere aykırılık teşkil
etmez. Ancak adli ve idari makamların kendi görev sınırlarını aşarak kişiyi suçlu ilan etmesi veya bu bağlamda
birtakım çıkarımlarda bulunması masumiyet karinesinin ihlaline yol açabilir.
Masumiyet karinesi kapsamındaki güvencelerin sağlanıp sağlanmadığının tespiti
yapılırken ise kararın gerekçesinin bir bütün olarak değerlendirilmesi gerekir
(Galip Şahin, § 48).
ii. İlkelerin Olaya
Uygulanması
40. Bireysel başvuruya konu olayda başvurucu hakkındaki ceza ve
disiplin hukuku süreçlerinin eş zamanlı olarak yürütüldüğü,disiplin işlemine karşı açılan idari
davada kararın verildiği tarihte; ceza soruşturmasının takipsizlik kararı, ceza
davalarından birinin HAGB kararı ile sonuçlanmış olduğu, bu itibarla
başvurucunun suçluluğunun hükmen sabit olmadığı, diğer ceza davasının ise
derdest olduğu görülmektedir. Bu itibarla masumiyet karinesinin sağladığı
güvencenin her iki yönünün de devreye girdiği somut olayda, disiplin
soruşturması ve yargılaması sürecinde kamu makamlarının kararlarında
belirttikleri gerekçeler veya kullandıkları dil nedeniyle ceza mahkemesi
tarafından suçlu bulunmamış olan başvurucunun masumiyetine gölge düşürülmesine
sebebiyet verilip verilmediğinin, bir başka ifadeyle masumiyet karinesinin
güvencelerine aykırı davranılıp davranılmadığının ortaya konulması
gerekmektedir.
41. Mahkemenin kararında ceza soruşturması ve davası sürecinde
yargı makamları tarafından verilen kararlardan alıntılara da yer vermek
suretiyle bu süreçten bir olgu olarak bahsettiği görülmekte olup bu durumun tek
başına masumiyet karinesinin ihlaline yol açmadığı belirtilmelidir. Öte yandan
dava dosyasına sunulan bilgi ve belgeleri değerlendiren Mahkemenin daha hafif
bir ispat külfeti temelinde başvurucunun ahlaki durum itibarıyla TSK'nın
itibarını sarsacak, hizmetin gerekleriyle bağdaşmayacak nitelikte hâl ve
hareketler içinde bulunduğu yönünde sonuca ulaştığı anlaşılmaktadır.
42. Belirtilen sonuca ulaşılan kararda, özü itibarıyla
başvurucunun özel hayatına dair birtakım unsurlar bulunmakla birlikte üçüncü
kişilerin de dâhil olduğu ve soruşturma konusu olan olayların bütün olarak
değerlendirildiği ve başvurucunun söz konusu olaylar sürecindeki hâl ve
hareketlerinin ahlaki olmadığına, mesleğiyle bağdaşmadığına, ayrıca üstlerine
karşı davranışlarının olumsuzluğuna ilişkin tespit ve değerlendirmelerde
bulunulduğu görülmektedir. Kararda, sadece disiplin hukuku yönünden tartışılan
söz konusu fiillerin ceza hukuku kapsamında memuriyet
nüfuzunu kötüye kullanmak/ herhangi bir kimse ile karı koca gibi nikâhsız
olarak devamlı surette yaşamakta ısrar etmek/astına suç yapmak için emir vermek
olarak nitelendirilip nitelendirilemeyeceği hususunda ise bir yorum yapılmadığı
ya da kanaat belirtilmediği görülmektedir.
43. Öte yandan HAGB kararına ilişkin olarak, Mahkeme kararında
yer verilen fiilen taarruz terimi
sadece ceza hukuku kapsamına giren ve suç teşkil eden eylemler bağlamında değil
aynı zamanda günlük dilde bir kişinin diğerine karşı sergilediği kaba/saldırgan
hareketler için de kullanılabileceğinden bu kelimenin tek başına bir sorun
teşkil etmediği belirtilmelidir. Nitekim Mahkeme kararında başvurucunun omuz
atma şeklindeki hareketinin üste karşı saygısız tutum ve davranış olarak
nitelendiğine, söz konusu eylemin ceza hukuku kapsamında suç olarak
sınıflandırılıp sınıflandırılamayacağı hususunda bir yorumda bulunulmadığına
dikkat çekmek gerekir.
44. Bu itibarla söz konusu kararda başvurucunun kendisine isnat
edilen eylemlerden suçlu bulunması gerektiği ya da suçlu olduğu yönünde ve
başvurucuya cezai sorumluluk yükler nitelikte bir çıkarımda bulunulmadığı,
kararlarda geçen ifadelerin gerek kullanılan dil gerekse bağlamı itibarıyla
ceza hukuku anlamında ve teknik unsurlarıyla ceza soruşturmasına ve davasına
konu suçlara ya da bu suçların işlendiğine işaret etmediği görülmektedir.
45. Bu tespitler ışığında, derece mahkemesinin disiplin hukuku
kapsamında kalan yetki sınırlarını başvurucunun ceza gerektiren bir suçla
ilgili olarak masum sayılma hakkına halel getirecek şekilde aşmadığı sonucuna
varılmaktadır.
46. Bu durumda gerek disiplin işlemleri gerekse idari yargılama
sürecinde kullanılan dil ve gerekçenin masumiyet karinesine yönelik bir ihlal
teşkil etmediği anlaşılmıştır.
47. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 36. ve 38. maddelerinde
güvence altına alınan masumiyet karinesinin ihlal edilmediğine karar verilmesi
gerekir.
C. Diğer İhlal İddiaları
48. Başvurucu, Anayasa Mahkemesine yapılan itiraz başvurusunun
sonucu beklenmeden karar verilmesinin hukuka aykırı olduğunu belirtmektedir.
Dava konusu işlemin tesis edilmesinde takdir yetkisinin objektif sınırlar
içinde kullanılmadığını ifade eden başvurucu, derece mahkemesinin bu yöndeki
iddialarını dikkate almadığından emsal kararlar çerçevesinde ölçülülük ilkesi
yönünden bir irdeleme yapmadığından şikâyet etmekte; hatalı değerlendirmeye
istinaden verilen kararın adil olmadığını ileri sürmektedir.
49. Anayasa'nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında, kanun
yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda
incelenemeyeceği belirtilmiştir. Bu kapsamda ilke olarak mahkemeler önünde dava
konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin
değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile
uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun adil olup olmaması bireysel başvurukonusu olamaz. Ancak bireysel başvuru kapsamındaki
hak ve özgürlüklere müdahale teşkil eden, bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik içeren yorum, uygulama ve sonuçlar Anayasa
Mahkemesinin denetim yetkisi kapsamındadır (Ahmet
Sağlam, B. No: 2013/3351, 18/9/2013, § 42).
50. Subay ve astsubayların TSK tarafından yürütülen hizmetin
mahiyeti ve mensubu oldukları bu kurum bünyesinde ifa ettikleri görevlerinin
özelliği gereği taşımaları gereken niteliklerin ne olduğu, özellikle disiplin
ve ahlaki durum itibarıyla mesleklerini hangi kurallar çerçevesinde icra
etmekle yükümlü oldukları, hangi hâl ve koşullarda bu nitelikleri kaybetmiş
sayılacakları, böyle bir durumda yetkili makamlar tarafından yapılması gereken
işlem ve uygulamaların ne olduğu, bunların hangi usul ve esaslar çerçevesinde
yürütüleceği gibi hususlar anılan kurumun personel mevzuatında düzenlenmiştir.
51. Somut başvuruda şikâyet konusu edilen ve anılan mevzuat
hükümlerinin uygulanması noktasında ihtilafın ortaya çıktığı temel mesele, başvurucunun
TSK'nın itibarını sarsacak tarzda hâl ve hareketlerde bulunup bulunmadığı ve
buradan hareketle ahlaki durum itibarıyla TSK'da görev yapma niteliğini
kaybedip kaybetmediğidir.
52. Bireysel başvuruya dayanak karar bu yönüyle irdelendiğinde
derece mahkemesinin başvurucunun özel hayatına dair birtakım unsurlar içermekle
birlikte üçüncü şahısların da içinde yer aldığı muhtelif adli/idari
soruşturmalara konu olan olayları bütün olarak değerlendirdiği ve başvurucunun
söz konusu olaylar sürecindeki tutumunun, hâl ve hareketlerinin ahlaki
olmadığı, askerlik mesleğiyle bağdaşmadığı ve TSK'nın itibarını sarstığı
sonucuna ulaştığı görülmektedir.
53. Bu bağlamda somut başvuruda, ahlaki durum itibarıyla TSK'dan
ayırma işlemine tabi tutulacak personele ilişkin mevzuat hükümlerinin derece
mahkemesince irdelendiği ve anılan mevzuat kapsamında ayırma işleminin tesis
edilmesi için gerekli koşulların ne olduğu ilgili hukuk kuralları çerçevesinde
yorumlanmak ve maddi olayda bu koşulların gerçekleşip gerçekleşmediği hususu
dosya kapsamındaki deliller değerlendirilmek suretiyle bir karara varıldığı
görülmektedir.
54. Başvurucu tarafından ileri sürülen iddialar, derece
mahkemesince delillerin değerlendirilmesine ve hukuk kurallarının
yorumlanmasına ilişkin olup Mahkeme kararında bariz takdir hatası veya açık bir
keyfîlik oluşturan bir durumun da bulunmadığı dikkate
alındığında ihlal iddialarının kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu
anlaşılmaktadır.
55. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın
açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Masumiyet karinesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
3. Diğer ihlal iddialarının açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Anayasa'nın 36. ve 38. maddelerinde güvence altına alınan
masumiyet karinesinin İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
C. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA,
D. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
18/7/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.