TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
DERYA ALPDOĞAN VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2015/6845)
|
|
Karar Tarihi: 31/10/2018
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar
ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Serruh KALELİ
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Hasan Tahsin
GÖKCAN
|
Raportör
|
:
|
Özgür DUMAN
|
Başvurucular
|
:
|
1. Derya
ALPDOĞAN
|
|
|
2. Hakan
ALPDOĞAN
|
|
|
3. Hülya
TORUN
|
|
|
4. Meral
ALPDOĞAN
|
Vekili
|
:
|
Av. Hasan
Eser ŞAHİN
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, spor alanı olarak kamulaştırılan taşınmazın
kamulaştırma amacına uygun olarak kullanılmaması nedeniyle mülkiyet hakkının
ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 16/4/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.
7. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
A. Kamulaştırma Süreci
9. Başvurucular, Gaziantep ili Şehitkamil ilçesine bağlı Güvenevler Mahallesi'nde bulunan 11.773,44 metrekare (m²)
yüz ölçümündeki 4603 parsel sayılı taşınmazın 156/2400 payının malikidirler. Bu
taşınmaz üzerinde başvuruculara ait iki katlı bir bina, yüzme ve süs havuzu ile
sondaj kuyusu bulunmaktadır. İmar durumu
spor alanı olarak belirlenen bu taşınmazın 88,30 m² yüz ölçümündeki
kısmına isabet eden payı A.E.B., kalan kısmı ise Şehitkamil Belediyesi
(Belediye) adına tapuda kayıtlıdır. Belediye, A.E.B.nin
payını rızasını alarak ferağ yoluyla satın almıştır.
10. Belediye Başkanlığı tarafından başvurucuların taşınmazdaki
payının spor alanı olarak kamulaştırılması için 29/11/2006 tarihinde Gaziantep
4. Asliye Hukuk Mahkemesinde kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescil davası
açılmıştır. Mahkeme 31/7/2007 tarihinde davanın kabulü ile taşınmaz üzerindeki
ağaçlar ve binayla birlikte kamulaştırma bedelinin 129.658,40 TL olarak
tespitine, dava konusu taşınmaz payının ise Belediye adına tesciline karar
vermiştir.
B. İmar Plan Değişikliği
ve İfraz Süreci
11. Söz konusu taşınmazın imar planındaki durumu Belediye
Meclisinin 7/4/2010 tarihli kararıyla spor alanı ve ticaret alanı olarak tadil
edilmiş, Gaziantep Büyükşehir Belediye Meclisi de 15/7/2010 tarihinde imar
değişikliğini onaylamıştır. Büyükşehir Belediyesi 17/12/2010 tarihinde bu
taşınmazın imar durumunu ticaret alanı, akaryakıt istasyonu ve yeşil alan
olarak belirlemiştir.
12. Belediye Encümeni 10/11/2012 tarihinde söz konusu taşınmazın
dört kısma ifrazına karar vermiş, ifraz sonucu 4603 ada 2, 3, 4 ve 5 parsel
sayılı taşınmazlar oluşmuştur. Bu taşınmazlardan 3 parsel sayılı taşınmazın
imar durumu akaryakıt istasyonu, 4 ve 5 parsel sayılı taşınmazların imar durumu
ise ticaret alanı olarak belirlenmiştir. Belediye Meclisinin 7/4/2010 ve
8/4/2011 tarihli kararları üzerine 17/5/2012 tarihinde yapılan ihale sonucu
4603 ada 3 parsel sayılı taşınmaz 13.310.000 TL bedelle, 4603 ada 5 parsel
sayılı taşınmaz ise 10.100.000 TL bedelle üçüncü kişilere satılmıştır.
C. Tazminat Davası Süreci
13. Başvurucular 23/8/2012 tarihinde Belediye aleyhine Gaziantep
7. Asliye Hukuk Mahkemesinde tazminat davası açmışlardır. Mahkeme, dava konusu
taşınmazın başında uzman bilirkişiler eşliğinde 8/5/2013 ve 19/6/2013
tarihlerinde keşifler icra etmiştir.
14. Kadastro uzmanı teknik bilirkişi 24/5/2013 tarihli
raporunda, başvurucuların kamulaştırma öncesinde kullandıkları kısmın 4603 ada
5 parsel sayılı taşınmazın içinde kaldığını bildirmiştir. İkinci keşif sonrası
düzenlenen kadastro uzmanı teknik bilirkişi raporu da aynı yöndedir. Ayrıca bu
raporda; üç adet spor aletinin bulunduğu kısmın ise 4603 ada 1 parsel sayılı
taşınmazdan ifraz edilen taşınmaz bölümlerinde yer almadığı, bunların imar
yolundan sonra gelen 4597 ada 3 parsel sayılı taşınmazda bulunduğu
belirtilmiştir.
15. İnşaat ve muhasebe uzmanı teknik bilirkişiler tarafından
düzenlenen 13/5/2013 tarihli raporda, başvuruculara ödenen kamulaştırma
bedelinden arsa bedelinin, ödeme gününden dava tarihine kadar enflasyon
oranlarına göre ulaştığı tutarın 158.718 TL olduğu belirtilmiştir. Bu raporda,
taşınmazın üçüncü kişiye devri sonucu alınan bedelin bu tarihten itibaren dava
gününe kadar ulaştığı tutarın ise 1.512.636,16 TL olduğu tespit edilmiştir.
Bilirkişilere göre bu tutarlar arasındaki fark olan 1.362.607 TL'yi
başvurucuların Belediyeden talep etmesi gerekir.
16. Mahkeme 17/9/2013 tarihinde davanın reddine karar vermiştir.
Kararın gerekçesinde, ifraz yoluyla oluşan 4603 ada 2 parsel sayılı taşınmazın
856,43 m2 miktarında olduğu ve başvuruculara
ait kamulaştırılan alanın ise 765,24 m2 olduğu belirtilmiştir. Mahkeme, kamulaştırılan alanın
ifraz yoluyla oluşan 4603 ada 5 parsel sayılı taşınmazda kaldığını ve bu
taşınmazın ise dava dışı bir kişi adına ihale yoluyla satıldığını kabul
etmiştir. Ancak aynı ada 2 parsel sayılı taşınmazın imar durumunun spor alanı
olduğuna dikkat çekilmiştir. Mahkemeye göre bu sebeple tazminat koşulları
oluşmamıştır. Kararda, ancak bu taşınmaz bölümünün de dava dışı üçüncü kişilere
verilmesi durumunda tazminat koşullarının gerçekleşebileceği vurgulanmıştır.
Mahkeme sonuç olarak kamulaştırılan alan ile birlikte taşınmazın tamamının
Belediye adına tescil edildiğini ve sonradan imar değişikliği yapılarak
taşınmazın ifrazı sonrası kamulaştırılan alanın başka bir taşınmazda kalmasının
tek başına tazminat sebebi oluşturmadığını belirtmiştir.
17. Temyiz edilen karar, Yargıtay 5. Hukuk Dairesince 24/6/2014
tarihinde onanmıştır. Başvurucuların karar düzeltme istemi aynı Daire
tarafından 17/2/2015 tarihinde reddedilmiştir.
18. Nihai karar, başvurucular vekiline 19/3/2015 tarihinde
tebliğ edilmiştir.
19. Başvurucular 16/4/2015 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuşlardır.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
20. 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun "Mal sahibinin geri alma hakkı" kenar
başlıklı 23. maddesi şöyledir:
“Kamulaştırma
bedelinin kesinleşmesi tarihinden itibaren beş yıl içinde, kamulaştırmayı yapan
idarece veya 22 nci maddenin dördüncü fıkrası
uyarınca devir veya tahsis yapılan idarece; kamulaştırma ve devir amacına uygun
hiç bir işlem veya tesisat yapılmaz veya kamu yararına yönelik bir ihtiyaca
tahsis edilmeyerek taşınmaz mal olduğu gibi bırakılırsa, mal sahibi veya
mirasçıları kamulaştırma bedelini aldıkları günden itibaren işleyecek kanuni
faiziyle birlikte ödeyerek, taşınmaz malını geri alabilir.
Doğmasından itibaren bir yıl içinde
kullanılmayan geri alma hakkı düşer.
(Ek
fıkra: 10/9/2014-6552/100 md.) Birinci ve ikinci fıkrada
belirtilen süreler geçtikten sonra kamulaştırılan taşınmaz malda hakları
bulunduğu iddiasıyla eski malikleri veya mirasçıları tarafından idareden
herhangi bir sebeple hak, bedel veya tazminat talebinde bulunulamaz ve dava
açılamaz.
Aynı amacın gerçekleşmesi için birden fazla
taşınmaz mal birlikte kamulaştırıldığı takdirde bu taşınmaz malların durumunun
bir bütün oluşturduğu kabul edilerek yukarıdaki fıkralar buna göre uygulanır.
Özel kanunlarda bu maddenin uygulanmayacağına
ilişkin hükümler saklıdır. 1164 sayılı Arsa Ofisi Kanununa
dayanılarak yapılan kamulaştırmalarda ve bu Kanunun 3 üncü maddesinin 2 nci fıkrasında belirtilen hallerde yapılacak
kamulaştırmalarda bu madde hükmü uygulanmaz."
B. Uluslararası Hukuk
21. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu
Protokol'ün 1. maddesi şöyledir:
"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk
dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak
kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun
genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.
Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin
kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da
başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli
gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel
getirmez."
22. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), kural olarak özel bir
kişiye menfaat sağlamak için mülkten yoksun bırakmanın kamu yararı amacı taşımadığını
kabul etmiştir (James ve diğerleri/Birleşik
Krallık [GK], B. No: 8793/79, 21/2/1986, § 40). Kamu yararı amacının
gerçekleştirilmemesi şikâyetiyle ilgili Karaman/Türkiye
(B. No: 6489/03, 15/1/2008) kararına konu olay, sağlık merkezi yapılması şartıyla
belediyeye bağışlanan taşınmazın bir kısmının şarta aykırı olarak kamu
hizmetine tahsis edilmeyerek üçüncü kişilere satılmasına ilişkindir. AİHM,
idareye devir anında ortaya konulan şarta aykırı bir şekilde kullanılan
taşınmaza ilişkin olarak malikin geri alım hakkının bulunmadığını saptayan
Yargıtay kararının taşınmazın kısmen de olsa kamu hizmetine tahsis edilmiş
olduğu düşüncesiyle haklılaştırılamayacağını
belirtmiştir (Karaman/Türkiye, §
32). AİHM, Yargıtayın kamu hizmetine tahsis edilmemiş
olsa bile mülkiyetin el değiştirmiş olması nedeniyle önceki malikin mülkiyet
veya tazminat iddiasında bulunamaması sonucunu doğuran 2942 sayılı Kanun'un 35.
maddesine ilişkin yorumunun kamu yararının gerekleri ile bireysel hakların
korunmasının gereklilikleri arasındaki dengeyi bozduğu kanaatine varmıştır (Karaman/Türkiye, § 33). AİHM sonuç olarak
2942 sayılı Kanun'un 35. maddesine ilişkin uygulamanın Sözleşme'ye
ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesiyle uyumlu olmadığı sonucuna ulaşmıştır (Karaman/Türkiye, § 34).
23. Beneficio Cappella Paolini/Malta (B. No: 40786/98, 13/7/2004)
kararına konu olayda başvurucunun 7/3/1985 tarihinde kamulaştırılan taşınmazı
kısmen kamu yararı amacı doğrultusunda kullanılmıştır. Başvurucunun 16/2/1987
tarihinde taşınmazın kullanılmayan kısmının iade edilmesi için idareye yaptığı
başvuru ise reddedilmiştir. Bunun üzerine başvurucunun 10/11/1988 tarihinde
açtığı dava da derece mahkemelerince reddedilmiştir. AİHM, olayda kamulaştırma
yönteminin tartışma konusu olmadığını ve ilgili kanun hükümlerinin uygulanarak
tazminatın başvurucuya ödendiğini belirtmiştir. Ancak AİHM'e
göre kamulaştırılan taşınmazın yalnızca bir bölümünün kamu yararı amacına
kullanılması ve kullanılmayan bölümünün iadesi yönünde kanuni bir düzenlemenin
bulunmaması mülkiyet hakkına saygı bakımından önemli bir sorun teşkil
etmektedir (Beneficio Cappella Paolini/Malta, § 33).
24. AİHM; böyle bir davada, kamulaştırmanın bireyin mülkünden
elde edilen gelirden yoksun bırakılmasına yol açtığını, bu yoksun bırakmanın
ise kamu yararına dayalı meşru bir amacının bulunmaması durumunda Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesindeki
güvencelere aykırı olarak mülk sahibinin aşırı bir külfete katlanmasına sebep
olduğunu kabul etmiştir. AİHM, 1985 yılında yapılan kamulaştırma ve 1987
yılında idarenin başvuruyu reddi sırasında kamu yararı mevcut olsa da aradan
geçen sürede taşınmazın hâlen kamulaştırma amacı doğrultusunda kullanılmadığını
özellikle vurgulamıştır (Beneficio Cappella Paolini/Malta, § 33). AİHM'e
göre bu sebeple başvurucunun mülkiyet hakkı ile kamu yararı arasında olması
gereken adil denge başvurucu aleyhine bozulmuştur (Beneficio Cappella Paolini/Malta,
§§ 33, 34).
25. Motais de Narbonne/Fransa (B.
No: 48161/99, 2/7/2002) kararına
konu olayda bir sosyal konut projesi için taşınmazın kamulaştırılması söz
konusudur. Ancak bu taşınmaz üzerinde kamulaştırma tarihinden itibaren on dokuz
yıl geçmesine rağmen belirtilen kamu yararı amacı çerçevesinde herhangi bir
inşaat yapılmamıştır. AİHM'e göre Sözleşme'ye
ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesi, taraf devletleri bireylerin rızası dışında
yoksun bırakıldıkları taşınmazlarının arazi spekülasyonuna yol açacak şekilde
uzun bir süre kamu yararı amacıyla kullanılmadan tutulmak suretiyle yoksun
bırakılması riskinden korumaya zorlamaktadır. Kararda, bu geçen sürede
taşınmazın değerinde önemli miktarda bir değer artışı yaşandığına dikkat
çekilmiştir (Motais de Norbonne/Fransa,
§ 21). AİHM sonuç olarak on dokuz yıl boyunca kamulaştırmanın dayandığı kamu
yararına ilişkin projenin uygulanmaması sonucu bu zaman diliminde meydana gelen
artı değerden başvurucunun yoksun bırakılmasının başvurucuya aşırı bir külfet
yüklediğini belirterek mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir (Motais de Norbonne/Fransa, §§
16-23).
26. Bu kapsamda değinilecek diğer bir karar Keçecioğlu ve diğerleri/Türkiye (B. No:
37546/02, 8/4/2008) kararıdır. Bu olayda uyuşmazlık konusu taşınmaz Büyükşehir
Belediyesince yapılan bir imar uygulaması çerçevesinde 1992 yılında
kamulaştırılmıştır. Başvurucular 27/10/1997 tarihinde 2942 sayılı Kanun'un 23.
maddesine dayalı olarak Büyükşehir Belediyesine tapu iptali ve tescil davası
açmışlardır. Başvurucular, taşınmazın kamu yararı amacı doğrultusunda
kullanılmadığını ileri sürmüşlerdir. İlk derece mahkemesinin davanın kabulüne
ilişkin kararı, imar planındaki projenin gerçekleştirilebileceğine vurgu
yapılarak Yargıtayca bozulmuştur. Davanın reddine
ilişkin hüküm Yargıtayca 5/2/2002 tarihinde
onanmıştır (Keçecioğlu ve diğerleri/Türkiye,
§§ 4-18).
27. AİHM ilk olarak kamulaştırmanın yöntemince yapıldığının
taraflar arasında tartışma konusu olmadığını ancak asıl şikâyet konusunun
aradan yirmi bir yıl geçmesine rağmen hâlen kamu yararı amacına uygun
çalışmalara tahsis edilmemesi olduğunu vurgulamıştır (Keçecioğlu ve diğerleri/Türkiye, § 25).
Buna göre taşınmaza ilişkin olarak kamulaştırma kararı verilmesinin üzerinden
yirmi bir yıl geçmesine rağmen mülkten yoksun bırakmaya esas teşkil eden kamu
yararına yönelik proje hayata geçirilmemiştir. AİHM, taşınmazın kamulaştırma
amacına uygun düzenlemeler için kullanılmamasının başvurucuların mülkiyet
hakları bakımından önemli sorunlara yol açtığını belirtmiştir. AİHM'e göre böyle bir kamulaştırma artık kamu yararına
ilişkin bir gerekçeye dayanmayıp başvurucuların söz konusu taşınmazın artı
değerinden mahrum kalmalarına neden olmaktadır. AİHM somut olayda da yirmi bir
yıl geçtiği hâlde taşınmazın kamulaştırma amacı doğrultusunda kullanılmadığını
belirterek kamu yararı amacının gerçekleşmediği ve kamu yararı ile
başvurucuların hakları arasındaki adil dengenin bozulduğu sonucuna varmıştır (Keçecioğlu ve diğerleri/Türkiye, §§
26-28).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
28. Mahkemenin 31/10/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların
İddiaları ve Bakanlık Görüşü
29. Başvurucular, kamulaştırılan taşınmazları yönünden idarece
kamulaştırma amacına uygun hiçbir işlem ve tesis yapılmadığını belirterek bu
taşınmazın kamu yararına yönelik bir ihtiyaca tahsis edilmeyip olduğu gibi
bırakıldığından yakınmışlardır. Başvurucular ayrıca spor alanı olarak
kamulaştırılan kendilerine ait taşınmaz bölümünün ihale yoluyla kamulaştırma
bedelinin yaklaşık on dört katı tutarında bir bedelle üçüncü kişilere satılarak
ticari bir kazanç elde edildiğini ifade etmişlerdir. Başvurucular sonuç olarak
bu gerekçelerle mülkiyethakkının ihlal edildiğini
ileri sürmüşlerdir.
30. Bakanlık görüşünde; kamulaştırma ile mülkiyet hakkının sona
erdiği, mülkün ve müdahalenin varlığının kabulü hâlinde ise iade hakkının
mutlak olmadığı ve taşınmazın gelir getirmek amacıyla özel sektöre
devredilmesinin kamu yararına olduğu bildirilmiştir. Bakanlık ayrıca spor alanı
olarak ayrılan kısmın başvurucuların payına isabet eden kısımdan fazla olduğunu
belirtmiştir.
B. Değerlendirme
31. İddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak Anayasa'nın "Mülkiyet
hakkı" kenar
başlıklı 35. maddesi şöyledir:
"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına
sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla
sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına
aykırı olamaz."
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
32. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan
mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna
karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Mülkün Varlığı
33. Kamu yararı amacına dayalı olarak kamulaştırılan,
başvuruculara ait taşınmaz mülkiyetinin Anayasa'nın 35. maddesindeki güvence
kapsamına girdiğinde kuşku bulunmamaktadır (Cemile
Ünlü, B. No: 2013/382, 16/4/2013, § 25). Kaldı ki kamulaştırılan
taşınmazın dayandığı kamu yararı amacına uygun kullanılmaması -2942 sayılı
Kanun'un 23. maddesindeki düzenlemeler de dikkate alındığında- taşınmazın başvuruculara
iadesi yönünden en azından bir meşru beklenti de oluşturmaktadır. Buna göre
başvuru konusu olayda Anayasa'nın 35. maddesi kapsamında mülkiyet hakkının
varlığı konusunda şüphe bulunmamaktadır (Benzer yöndeki karar için bkz. Nusrat Külah, B. No: 2013/6151, 21/4/2016, §
49).
b. Müdahalenin Varlığı ve
Türü
34. Başvurucuların kamulaştırılan taşınmazının
kamulaştırıldıktan sonra kamu yararı amacına uygun kullanılmayıp üçüncü
kişilere devredilmesi mülkiyetten yoksun bırakma sonucunu doğurduğundan bunun
Anayasa’nın 35. maddesi anlamında sahip olunan mülkiyet hakkına müdahale
oluşturduğu açıktır. Bu sebeple başvurunun mülkiyetten yoksun bırakmaya ilişkin
ikinci kural çerçevesinde incelenmesi gerekir (Benzer yönde bir karar için bkz.
Nusrat Külah, § 51).
c. Müdahalenin İhlal
Oluşturup Oluşturmadığı
35. Anayasa'nın 13. maddesi şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."
36. Anayasa’nın 35. maddesinde, mülkiyet hakkı sınırsız bir hak
olarak düzenlenmemiş; bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla
sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken
temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri
düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin de gözönünde
bulundurulması gerekmektedir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin
Anayasa'ya uygun olabilmesi için kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması
ve ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No:
2014/1546, 2/2/2017, § 62).
i. Kanunilik
37. Mülkiyet hakkına yönelik müdahalelerde ilk incelenmesi
gereken ölçüt kanuna dayalı olma ölçütüdür. Bu ölçütün sağlanmadığı tespit
edildiğinde diğer ölçütler bakımından inceleme yapılmaksızın mülkiyet hakkının
ihlal edildiği sonucuna varılacaktır. Müdahalenin kanuna dayalı olması, iç
hukukta müdahaleye ilişkin yeterince ulaşılabilir, belirli ve öngörülebilir
kuralların bulunmasını gerektirmektedir (Türkiye
İş Bankası A.Ş. [GK], B. No: 2014/6192, 12/11/2014, § 44; Ford Motor Company,
B. No: 2014/13518, 26/10/2017, § 49; Necmiye
Çiftçi ve diğerleri, B. No: 2013/1301, 30/12/2014, § 55).
38. Başvuru konusu olayda uyuşmazlık konusu taşınmaz, 2942
sayılı Kanun hükümleri çerçevesinde yöntemince kamulaştırılmıştır. Dolayısıyla
kamulaştırma yoluyla yapılan müdahalenin kanuni bir dayanağının bulunduğu
kuşkusuzdur.
ii. Meşru Amaç
39. Anayasa'nın 13. ve 35. maddeleri uyarınca mülkiyet hakkı
ancak kamu yararı amacıyla sınırlandırılabilmektedir. Kamu yararı kavramı,
mülkiyet hakkının kamu yararının gerektirdiği durumlarda sınırlandırılması
imkânı vermekle bir sınırlandırma amacı olmasının yanı sıra mülkiyet hakkının
kamu yararı amacı dışında sınırlanamayacağını öngörerek ve bu anlamda bir
sınırlama sınırı oluşturarak mülkiyet hakkını etkin bir şekilde korumaktadır.
Kamu yararı kavramı, devlet organlarının takdir yetkisini de beraberinde
getiren bir kavram olup objektif bir tanıma elverişli olmayan bu ölçütün her
somut olay temelinde ayrıca değerlendirilmesi gerekir (Nusrat Külah, §§ 53, 56; Yunis Ağlar, B. No: 2013/1239, 20/3/2014, §§ 28, 29).
40. Başvuru konusu olayda taşınmazın 3/5/1985 tarihli ve 3194
sayılı İmar Kanunu'nun 10. maddesi ile 2942 sayılı Kanun hükümleri uyarınca
spor alanı olarak kamulaştırıldığı anlaşılmakla kamulaştırma işleminin kamu
yararı amacıyla yapıldığı görülmektedir. Ancak başvurucular, taşınmazın kalan
kısmının kamu yararı amacı dışında kullanılmadığından yakınmaktadırlar. Anayasa
Mahkemesinin Nusrat Külah kararında da değinildiği üzere
mülkiyetten yoksun bırakan bir işlemin salt soyut olarak kamu yararı amacının
bulunması kural olarak yeterli olmayıp ayrıca kamu yararı amacının dayandığı
sebeplerin somut olarak gerçekleştirilmesi de gerekmektedir (Nusrat Külah, §§ 65, 69; Motais de Norbonne/Fransa, § 20; Keçecioğlu ve diğerleri/Türkiye, §§ 26, 27).
41. Bununla birlikte müdahalenin niteliğini ve olayın
koşullarını dikkate alan Anayasa Mahkemesi, meşru amaç unsurunu müdahalenin
ölçülülüğü ile birlikte sorgulayarak sonuca varacaktır (Benzer yöndeki yaklaşım
için bkz. Süleyman Oktay Uras ve Sevtap Uras, B. No: 2014/11994, 9/3/2017, § 75).
iii. Ölçülülük
(1) Genel
İlkeler
42. Anayasa'nın 13. maddesi uyarınca hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılmasında dikkate alınacak ölçütlerden biri olan ölçülülük, hukuk
devleti ilkesinden doğmaktadır. Hukuk devletinde hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılması istisnai bir yetki olduğundan bu yetki, ancak durumun
gerektirdiği ölçüde kullanılması koşuluyla haklı bir temele oturabilir. Bireylerin
hak ve özgürlüklerinin somut koşulların gerektirdiğinden daha fazla
sınırlandırılması, kamu otoritelerine tanınan yetkinin aşılması anlamına
geleceğinden hukuk devleti anlayışıyla bağdaşmaz (AYM, E.2013/95, K.2014/176,
13/11/2014).
43. Ölçülülük ilkesi elverişlilik,
gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden
oluşmaktadır. Elverişlilik
öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli
olmasını, gereklilik ulaşılmak
istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif
bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile
ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini
ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2014/176, K.2015/53,
27/5/2015; E.2016/13, K.2016/127, 22/6/2016, § 18; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, §
38).
44. Ölçülülük ilkesi gereği kişilerin mülkiyet hakkının sınırlandırılması
hâlinde elde edilmek istenen kamu yararı ile bireyin hakları arasında adil bir
dengenin kurulması gerekmektedir. Bu adil denge, başvurucunun şahsi olarak
aşırı bir yüke katlandığının tespit edilmesi durumunda bozulmuş olacaktır.
Müdahalenin ölçülülüğünü değerlendirirken Anayasa Mahkemesi; bir taraftan
ulaşılmak istenen meşru amacın önemini ve diğer taraftan müdahalenin
niteliğini, başvurucunun ve kamu otoritelerinin davranışlarını da gözönünde bulundurarak başvurucuya yüklenen külfeti dikkate
alacaktır (Arif Güven, B. No:
2014/13966, 15/2/2017, §§ 58, 60).
45. Anayasa’nın kamulaştırmayı düzenleyen 46. maddesine göre
devlet ve kamu tüzel kişileri tarafından yapılabilmesi, kamu yararının
bulunması, kamulaştırma kararının kanunda gösterilen esas ve usullerine
uyulması, gerçek karşılığın kural olarak peşin ve nakden ödenmesi
kamulaştırmanın anayasal ögeleridir. Temel unsurunun kamu yararı olduğu kabul edilen kamulaştırma, özel mülkiyet
alanına devletin bir müdahalesidir. Kamulaştırma işlemi, taşınmaza el koymaya
zorunlu kalındığında kamu yararının özel mülkiyet hakkından üstün tutulduğu
durumlarla sınırlı olarak ve Anayasa'da belirlenen usul güvenceleri izlenerek
yapıldığında hukuka uygun sayılır (AYM, E.2017/110, K.2017/133, 26/7/2017, § 11).
46. Anayasa’nın 46. maddesinde öngörülen kamulaştırma,
Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkına
getirilmiş anayasal bir sınırlamadır. Bu itibarla 46. maddede belirtilen
kamulaştırmanın anayasal ögelerine uygun bir düzenleme, 35. maddeye bir
aykırılık oluşturmayacaktır. Kamulaştırma, Anayasa'da özel mülkiyetin kamuya
geçirilmesi konusunda başvurulabilecek bir yöntem olarak düzenlenmiş olup bir
taşınmaz üzerindeki özel mülkiyet hakkının malikin rızası olmaksızın kamu yararı
için ve karşılığı ödenmek koşuluyla devlet tarafından sona erdirilmesidir. Bu
yönteme başvurulması için gereklilik
ve kamu yararının varlığı
koşullarının bulunması zorunludur.Kanun
koyucu kamulaştırılacak arazi ve tesislerin tespitini ihtiyaç duyulması şartına bağlayarak gereklilik koşulunu düzenlemiştir. Ayrıca
işlemin 2942 sayılı Kanun hükümlerine tabi olduğu belirtilerek kamulaştırma
yoluna ancak kamu yararının gerektirdiği
hâllerde başvurulabileceği düzenlenmiştir (AYM, E.2017/110,
K.2017/133, 26/7/2017, §§ 12, 15).
47. Kamulaştırmanın belirgin unsuru, mülkiyetin el
değiştirmesinde kamu yararının bulunması ve bu yararın o işlemi gerekli hâle
sokmasıdır. Kamu yararının bulunmadığı hâllerde kamulaştırmadan da söz
edilemez. Daha açık bir deyişle kamu yararı olmadıkça devletin değil gerçek
karşılıkla bunun çok daha üstünde olan bedellerle dahi bireylerin mülkiyet
hakkına el atması düşünülemez. Halka hizmet götürmek veya istenen ekonomik
kalkınma görevini yerine getirebilmek, başka bir deyişle daha yaygın bir kamu
görevi yapabilmek için bireylerin özel mülkiyetinde bulunan kimi taşınmaz
malların kamulaştırılması gerekli olabilir. Bu gibi hâllerde devlet zor alım
hakkının sahibidir. Kamu yararı kamulaştırmayı zorunlu kılıyorsa devlet bu
hakkını kullanacaktır. Ancak bu hakkın karşısında bireylerin de kamulaştırılan
taşınmazlarının bedellerini istemek hakkı vardır. Mülkiyet hakkının doğal bir
sonucu olarak bu bedelin taşınmaz değerinin tam karşılığı olması gerekir. Bir
yanda devlet veya kamu kuruluşu, kamu yararının zorunlu kıldığı hâllerde
bireylerin rızasına bakmaksızın onların mülkiyetindeki taşınmazları alma
hakkını kullanacak; öte yanda bireyler kamulaştırılan taşınmazlarının tam
karşılıklarını, mülkiyet hakkının gereği olarak devletten istemek hak ve yetkisini
ellerinde tutacaklardır (AYM, E.1976/38, K.1976/46, 12/10/1976).
(2) İlkelerin
Olaya Uygulanması
48. Başvuru konusu olayda başvurucuların taşınmazı spor alanı
yapılmak üzere 20/9/2007 tarihli yargı kararıyla Belediye adına
kamulaştırılmıştır. Kamulaştırma sonrası taşınmazın imar durumu akaryakıt
istasyonu, ticaret alanı ve spor alanı olarak değiştirilerek ifraz yoluna
gidilmiş; ayrılan taşınmazlardan 4603 ada 3 ve 5 parsel sayılı taşınmazlar
ihale yoluyla üçüncü kişilere satılmıştır. Başvurucular, kendilerine ait
taşınmaz bölümünün 5 parsel sayılı taşınmazda kaldığını ileri sürmüşlerdir.
Başvurucuların açtığı tazminat davasında ilk derece mahkemesince yapılan
keşifler sonucu düzenlenen kadastro uzmanı teknik bilirkişi raporlarında da
başvurucuların kullandığı kısmın 5 parsel sayılı taşınmazda kaldığı
belirtilmiştir. Ancak kamulaştırma öncesi taşınmazın paylı mülkiyete tabi
olduğu vetaşınmazın kullanılan kısma göre ifraz
edilmemiş olduğu görülmektedir.
49. Diğer taraftan derece mahkemelerince taşınmazın başvurucular
tarafından kullanılan kısmının üçüncü kişilere satıldığı kabul edilmekle
birlikte ifraz yoluyla oluşan 4603 ada 2 parsel sayılı taşınmazın spor alanı
olarak muhafaza edilerek üçüncü kişilere devredilmediğine vurgu yapılmıştır.
Bununla birlikte derece mahkemelerinin de kabul ettiği üzere 4603 ada 2 parsel
sayılı taşınmazın kamulaştırıldığı 2007 yılından bu yana kamulaştırma amacına
uygun olarak kullanılmadığı görülmektedir. Buna göre söz konusu taşınmaz üçüncü
kişilere satılmamış ise de aradan on bir yıl gibi bir süre geçmesine rağmen bu
taşınmaz yönünden kamulaştırma amacı gerçekleştirilmemiştir.
50. Bu aşamada belirtmek gerekir ki taşınmazın kamulaştırma
amacı dışında kullanılmakla birlikte kamu yararına yönelik başka bir ihtiyaç için
tahsis edilmesi hâlinde yine kamu yararı amacının mevcut olduğu ancak sadece
sebebinin değişmiş olduğu kabul edilmelidir. Diğer taraftan Anayasa
Mahkemesinin daha önce Habibe Kalender ve diğerleri(B.
No: 2013/3845, 1/12/2015) kararında açıklandığı üzere taşınmazın kamulaştırma
amacına uygun bir şekilde tahsis edilmesinden sonra bu ihtiyaca lüzum kalmaması
nedeniyle farklı amaçlarla kullanılması da somut olayın koşullarına bağlı
olarak mülkiyet hakkının gerekliliklerine bir aykırılık teşkil etmez (Habibe Kalender ve diğerleri, §§ 45, 48).
51. Yukarıda da değinildiği üzere kamulaştırma tarihinde kamu
yararının soyut olarak bulunması yeterli olmayıp ayrıca bu doğrultuda
kamulaştırma amacının somut olarak gerçekleştirilmesi de beklenmektedir.
Kamulaştırma ile bireylerin rızası dışında mülklerinden yoksun bırakılmalarına
yol açılmakta olup bunun ise ancak somut bir kamu yararı amacının varlığı
hâlinde Anayasa'nın 13., 35. ve 46. maddelerine uygun düşeceği kuşkusuzdur. Bu
bağlamda devletin kamulaştırılan taşınmazı -genel bir reform çalışması veya
daha baskın bir sosyal ihtiyacın karşılanması şeklindeki belirli istisnai
durumlar dışında- sadece gelir elde edilmesi veya diğer özel kişilere menfaat
sağlanması gibi amaçlarla kullanması kamu yararına dayalı meşru bir amacının
bulunmadığını gösterir. Aksi takdirde bireylerin rızası dışında yoksun
bırakıldıkları taşınmazların mülkiyetinin kamu yararı amacı olmaksızın başka
özel kişilere devrine veya bu taşınmazların spekülatif amaçlarla elde tutulması
gibi sonuçlara yol açıldığı gibi elde edilen mülkün oluşturduğu artı değerden
ise mülk sahibinin yoksun bırakılmış olur. Bunun yanında taşınmazın makul
sayılamayacak bir süre kamulaştırma amacı doğrultusunda kullanılmamasının
-taşınmazın değerinde bu sürede yaşanan artış karşısında mülkün oluşturduğu
artı değerden mülk sahibinin yoksun bırakılmasına sebebiyet verdiğinden- mülk
sahibine aşırı bir külfet yüklediği açıktır.
52. Nitekim kanun koyucu da kamulaştırma amacına veya kamu
yararına yönelik herhangi bir ihtiyaca tahsisine lüzumu kalmaması hâlinde
taşınmazın kamulaştırılmasından vazgeçilerek mülk sahibine iade edilmesini
sağlayan çeşitli düzenlemeler yapmıştır. Buna göre 2942 sayılı Kanun'un 22.
maddesinde, idarenin kamulaştırmadan vazgeçmesiyle taşınmazın devri ve mülk
sahibine iadesine ilişkin hükümler düzenlenmiş; 23. maddede de mal sahibinin
geri alma hakkı hüküm altına alınmıştır (bkz. §§ 17, 18).
53. Somut olayda ise başvuruya konu taşınmaz bölümünün
kamulaştırıldığı 2007 yılından bu yana on bir yıl geçmesine rağmen hiçbir zaman
kamu yararı amacı doğrultusunda kullanılmadığı anlaşılmaktadır. Her ne kadar
gerek bütçe imkânları gerekse kamulaştırma projesinin gerçekleşmesi önündeki
muhtemel fiziksel ve ekonomik sebepler yüzünden kamulaştırma yapıldıktan sonra
belirli bir süre boyunca kamu yararı amacının gerçekleşmemesi mazur
görülebilirse de somut olayda olduğu gibi on bir yıl gibi bir süre boyunca
belirtilen kamulaştırma amacına uygun hiçbir işlem yapılmaması makul görülemez.
Ayrıca kamu makamları somut olay bakımından taşınmazın kamulaştırma amacının
niçin gerçekleştirilemediğine dair somut herhangi bir gerekçe ise ortaya
koyamamışlardır. Öte yandan imar planında taşınmazın kullanım durumunun
kamulaştırma amacına uygun olması da mevcut fiilî durumda taşınmazın kamu
yararına kullanılmadığı olgusunu değiştirmemektedir. Esasen başvurucular, zaten
taşınmazın imar durumu doğrultusunda yapılan kamulaştırma amacına uygun
kullanılmadığından yakınmaktadırlar.
54. Anayasa Mahkemesi daha önce taşınmazların kamu yararı amacı
doğrultusunda hiç kullanılmadan üçüncü kişilere satıldığının tespit edildiği
başvurularda meşru amaç ve ölçülülük yönlerinden mülkiyet hakkının ihlaline
karar vermiştir (Nusrat Külah, §§ 57-70; Süleyman Oktay Uras ve Sevtap
Uras, §§ 78-82). Bu aşamada belirtmek gerekir ki kamulaştırılan
taşınmazlara yönelik olarak kamu yararı amacına aykırı hukukî işlem ve
tasarruflarda bulunulması yanında bu taşınmazların, makul bir süre geçtiği
hâlde kamu yararı amacı doğrultusunda kullanılmaması da mülkiyet hakkına
ölçüsüz bir müdahale teşkil etmektedir. Buna göre kamulaştırılan taşınmazın
kamu yararı amacına tahsis edilmemesi,yukarıda
da değinildiği üzere, aradan geçen sürede mülkün oluşturduğu artı değerden mülk
sahibinin yararlandırılmamasına ve esas itibarıyla taşınmazın gerçek değeri
üzerinden kamulaştırılmamasına sebebiyet vermektedir.
55. Sonuç olarak somut olayda kamulaştırma tarihinden bu yana
geçen sürenin uzunluğu ve söz konusu taşınmazın değerinde bu sürede yaşanan
artış dikkate alındığında başvurucuların mülkün oluşturduğu artı değerden
yoksun bırakıldığı anlaşılmaktadır. Ancak derece mahkemelerince, kamulaştırılan
taşınmazın kamulaştırma amacına uygun kullanılıp kullanılmadığı
değerlendirilmeden sadece bu taşınmazın üçüncü kişilere devredilmemesinin tazminatı
gerektirmediği belirtilerek dava reddedilmiştir. Hâlbuki olayda başvurucuların
taşınmazı, kamu yararı amacına uygun kullanılmadığı gibi ilgili kanun hükümleri
çerçevesinde iade de edilmemiştir. Dolayısıyla somut olayda aradan on bir yıl
geçtiği hâlde taşınmazın kamulaştırma amacı doğrultusunda kullanılmaması
nedeniyle kamu yararı amacı gerçekleştirilmemiş, bu sürede taşınmazın değerinde
yaşanan artış dikkate alındığında başvurucuya ödenen kamulaştırma bedelinin
taşınmazın gerçek değeriniyansıtmaktan uzak kaldığı
anlaşılmıştır. Başvurucuların uğradığı zararın tazmini yoluna da gidilmediğine
göre müdahalenin başvuruculara aşırı ve olağan dışı bir külfet yüklemesinden
dolayı kamu yararı ile başvurucuların mülkiyet hakkının korunması arasındaki
adil dengenin başvurular aleyhine bozulduğu ve mülkiyet hakkına yapılan
müdahalenin bu sebeple ölçüsüz olduğu sonucuna varılmıştır.
56. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence
altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
C. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
57. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2)
numaralı fıkraları şöyledir:
“(1)
Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da
edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2)
Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve
sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili
mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan
hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava
açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme,
Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
58. Anayasa Mahkemesinin
Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında, ihlal
sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi
hususunda genel ilkeler belirlenmiştir.
59. Buna göre bireysel başvuru kapsamında bir temel hak ve
hürriyetin ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının
ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca
eski hâle getirmenin, yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır.
Bunun için ise öncelikle devam eden ihlalin durdurulması, ihlale konu kararın
veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa
ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda
uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, § 55).
60. Anayasa Mahkemesi ihlalin ve sonuçlarının nasıl
giderileceğine hükmederken idarenin, yargısal makamların veya yasama organının
yerine geçerek işlem tesis edemez. Anayasa Mahkemesi, ihlalin ve sonuçlarının
nasıl giderileceğine hükmederek gerekli işlemlerin tesis edilmesi için kararı
ilgili mercilere gönderir (Mehmet Doğan, §
56).
61. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilmeden önce ihlalin kaynağının belirlenmesi gerekir. Buna
göre ihlal; idari eylem ve işlemler, yargısal işlemler veya yasama
işlemlerinden kaynaklanabilir. İhlalin kaynağının belirlenmesi uygun giderim
yolunun belirlenebilmesi bakımından önem taşımaktadır (Mehmet Doğan, § 57).
62. İhlalin idari eylem ve işlemden kaynaklandığı durumlarda
6216 saylı Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca Anayasa
Mahkemesi her somut olayın koşullarını dikkate alarak yapılması gerekenlere
hükmeder. İdari eylem ve işleme karşı başvurulacak kanun yolları varsa ve bu
yollar tüketildikten sonra yapılan bireysel başvurunun incelenmesi sonucu ihlal
tespiti yapılmışsa yeniden yargılama yoluyla ilgili mahkemenin tespit edilen
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırma imkânının bulunduğu durumlarda kararın
bir örneğinin ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmedilebilir.
63. Anayasa Mahkemesince ihlalin tespit edildiği hâllerde
yargılamanın yenilenmesinin gerekliliği hususundaki takdir derece mahkemelerine
değil ihlalin varlığını tespit eden Anayasa Mahkemesine bırakılmıştır. Derece
mahkemeleri ise Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında belirttiği doğrultuda
ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yapmakla yükümlüdür (Mehmet Doğan, § 59).
64. Bu bağlamda derece mahkemesinin öncelikle yapması gereken
şey, bir temel hak veya özgürlüğü ihlal ettiği veya idari makamlar tarafından
bir temel hak veya özgürlüğe yönelik olarak gerçekleştirilen ihlali
gideremediği tespit edilen önceki kararını kaldırmaktır. Derece mahkemesi, kararın
kaldırılmasından sonraki aşamada ise Anayasa Mahkemesi kararında tespit edilen
ihlalin sonuçlarını gidermek için gereken işlemleri yapmak durumundadır (Mehmet Doğan, § 60).
65. Başvurucular, maddi tazminat talebinde bulunmuşlardır.
66. Anayasa Mahkemesi, başvurucuların kamulaştırılan
taşınmazının idare tarafından kamu yararı amacına uygun kullanılmaması
nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Dolayısıyla
somut başvuruda, ihlalin idari işlemden kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Bununla
birlikte idare tarafından yol açılan ihlale yönelik olarak etkili bir hukuk
yolunun mevcut olduğu ancak başvurucuların açtığı davanın reddedilmekle ihlalin
sonuçlarının giderilmemiş olduğu görülmektedir.
67. Bu durumda somut başvuru bakımından ihlalin idari işlemden
kaynaklandığı tespit edilmekle birlikte yeniden yargılama yoluyla derece
mahkemelerinin tespit edilen ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırma imkânının
bulunduğu anlaşılmakla kararın bir örneğinin ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere Gaziantep 7. Asliye Hukuk
Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
68. Buna göre yapılacak yeniden yargılama ise 6216 sayılı
Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının
ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda derece mahkemelerince yapılması
gereken iş, öncelikle ihlale yol açan mahkeme kararının ortadan kaldırılması ve
nihayet ihlal sonucuna uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple
kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere ilgili mahkemelere
gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
69. Yeniden yargılama yapılmasına karar verilmesi ihlalinin
sonuçları bakımından yeterli bir giderim oluşturduğundan başvurucuların
tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.
70. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,90 TL harç ve 1.980
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.206,90 TL yargılama giderinin
başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet
hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere
Gaziantep 7. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2012/230, K.2013/644) GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucuların tazminat taleplerinin REDDİNE,
E. 226,90 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
2.206,90 TL yargılama giderinin müştereken BAŞVURUCULARA ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve
Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına,
ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine
kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
31/10/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.