TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
LEVENT TÜTÜNCÜ BAŞVURUSU (2)
|
(Başvuru Numarası: 2015/7108)
|
|
Karar Tarihi: 8/9/2020
|
R.G. Tarih ve Sayı: 23/10/2020-31283
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Burhan ÜSTÜN
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
Selahaddin MENTEŞ
|
Raportör
|
:
|
Selçuk KILIÇ
|
Başvurucu
|
:
|
Levent TÜTÜNCÜ
|
Vekili
|
:
|
Av. Canan YIRGIN YILMAZ
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru; psikolojik taciz sebebiyle açılan tam yargı davasında
dilekçenin reddine karar verilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının, karar
düzeltme talebinin Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin aynı dairesi tarafından
karara bağlanması nedeniyle iki dereceli yargılama hakkının ihlal edildiği
iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru 21/4/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinde tespit edilen eksikliklerin verilen sürede tamamlanmadığı
gerekçesiyle başvuru hakkında idari ret kararı verilmiştir.
4. Komisyonca başvurucunun idari ret kararına yönelik
itirazının kabulüne, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet
Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle
ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesindeki
Gülhane Askeri Tıp Akademisi Haydarpaşa Eğitim Hastanesinde Kadın
Hastalıkları ve Doğum Kliniğinde askerî tabip kıdemli albay olarak görev
yaparken isteği üzerine 16/9/2013 tarihinde emekli olmuştur.
9. Başvurucu; meslek hayatının son yıllarında çalıştığı
birimlerde çeşitli haksızlıklara, yıldırmalara ve ruhsal tacize maruz kaldığı,
kendisine mobbing uygulandığı ve söz konusu haksız eylem ve işlemler
nedeniyle erken emekli olmak zorunda bırakıldığı, ruh sağlığının bozulduğu ve
mesleki itibarının zedelendiğinden bahisle uğradığını ileri sürdüğü maddi ve
manevi zararlarının tazmin edilmesi istemiyle 12/9/2014 tarihinde Millî Savunma
Bakanlığına başvuruda bulunmuştur.
10. Başvurucunun talebi cevap verilmemek suretiyle zımnen
reddedilmiştir.
11. Başvurucu, zımnen ret kararının ardından 12/1/2015
tarihinde şimdilik 1.000 TL maddi ve 9.000 TL manevi zararlarının tazmini
istemiyle Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) nezdinde tam yargı davası
açmıştır. Başvurucu, maruz kaldığını iddia ettiği işlem ve eylemleri dava
dilekçesinde şöyle sıralamıştır:
- Çalıştığı klinikte bulunan ve ihtisası gereği ihtiyaç
duyduğu bazı tıbbi cihazları kullanma imkânından mahrum bırakıldığını, öğretim
üyesi olarak görev yaptığı birimde asistanlara vermek istediği eğitimin
engellendiğini, sebepsiz olarak tez danışmanlığı görevine son verilip bu
görevin kendisinden daha az tecrübeli olan başka bir öğretim üyesine
verildiğini, yaptığı ameliyatlara uygun şartlarda girmesinin ve hasta
vizitelerinin engellendiğini, bilimsel kongre ve sempozyumlara konuşmacı olarak
katılmasına izin verilmediğini belirtmiştir.
- Ayrıca yıllık izindeyken kendisi hakkında olumsuz
kanaat oluşturulması amacıyla sorumlusu olduğu birimdeki bazı belgelerde
tahrifat yapıldığını ve anılan hususla ilgili yetkili makamlarca araştırma
yapılmadığını, çalışma odasının değiştirilmesi sonucunda henüz taşınma
aşamasındayken eski odasının kilidinin değiştirilmesi üzerine eşyalarının bir
kısmını almasının engellendiğini ve yaşananlar nedeniyle haksız olarak disiplin
cezası ile tecziye edildiğini, astı olan hemşirenin saygısız tutumu üzerine
yaptığı şikâyetin dikkate alınmadığını, sorumlusu olduğu birimde görev yapan
hemşirelere nöbet yazılması üzerine nöbet tutan personelin nöbet istirahatine
ayrılması nedeniyle hizmette aksamalar yaşandığını vurgulamıştır.
- Akademik nitelikteki makalesinin yayımlandığı
uluslararası bir derginin editörlerine amiri konumunda bulunan kişi tarafından
asılsız beyanlarda bulunulduğunu ve anılan makalenin yayından kaldırıldığını,
akademik başvuru dosyasının gizlilik çerçevesinde incelenmesi gerekirken
yetkisi olmayan kişilerce paylaşılması sonucunda savunma yapamayacağı ve
müdahalede bulunamayacağı bir haksızlığa uğradığını, açılan profesörlük
kadrosuna atanmak için akademik puanı ve donanımı yeterli olmasına rağmen
kanuna aykırı olarak söz konusu kadroya sivil bir öğretim üyesinin atandığını
ve kendisine iki yıl boyunca akademik kadrolara başvuramama cezasının
verildiğini ifade etmiştir.
12. AYİM İkinci Dairesi (Mahkeme) 4/3/2015 tarihli
kararıyla dilekçenin reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı
şöyledir:
"1602 sayılı Askeri Yüksek İdare
Mahkemesi Kanunu'nun 38'inci maddesine göre 20'nci madde de yazılı idari eylem
ve işlemler aleyhine ayrı ayrı dava açılacağı belirtilmesine rağmen davacı
vekilince aralarında maddi ve hukuki irtibat bulunmayan birçok eylem ve işlemin
'mobing' şeklinde tanımlanarak tek bir dava dilekçesiyle dava açıldığı, oysa ki
'mobing' şeklinde tanımlanan işlem ve eylemler bütününün her birinin somut
olarak meydana gelip gelmediği, gelmiş ise tazminat gerektirip gerektirmediği
hususları ile bu eylem ve işlemler ile ilgili dava açma süresinin farklı
kriterlere tabi olduğu, ayrıca bu eylem ve işlemlerle ilgili olarak görevli
AYİM Dairelerinin farklı olduğu, yine yasalarda 'mobing' diye bir davranış
tarzının tanımlanmadığı, bu nedenlerle davacı vekilince 'mobing' diye
tanımlanan her bir eylem ve işlem için iddia edilen eylem ve işlemin ve her bir
eylem ve işlemden doğan maddi ve manevi zararın ne olduğunun ayrıntılı olarak
belirtilerek, her bir eylem ve işlem için ayrı ayrı dava dilekçesiyle dava
açılması gerektiği anlaşılmıştır."
13. Karar 23/3/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş,
başvurucu karar düzeltme isteminde bulunmamıştır.
14. Başvurucu 21/4/2015 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
15. Anayasa Mahkemesi; Mahkemenin 4/3/2015 tarihli dava
dilekçesinin reddi kararı üzerine benzer taleple aynı mahkemede ya da farklı
mahkemede yeniden dava açılıp açılmadığı, açıldıysa ilgili mahkemelere yönelik
esas ve karar numaraları ile karar sonuçlarına yönelik belgelerin gönderilmesi
hususlarında başvurucudan bilgi istemiştir. Başvurucu vekilince gönderilen
9/7/2020 tarihli yazı ve eklerinde; Mahkemenin 4/3/2015 tarihli dava
dilekçesinin reddi kararı üzerine sadece zincir işlem olarak gördükleri
işlemlerin son halkası olan disiplin cezası işlemi baz alınarak dava
dilekçesinin yenilendiği, ilk dilekçede belirtilen on altı ayrı idari işlem ve
eylem için ise dava açmanın ekonomik olmaması ve süre aşımı ile
karşılaşılabileceğinden dilekçelerin yenilenmediği ifade edilmiştir. Ayrıca
askerî mahkemelerin kapatılması nedeniyle anılan dosyanın Ankara 23. İdare
Mahkemesince görüldüğü, anılan Mahkemece 25/2/2020 tarihinde davanın kabulüne
karar verildiği ve davanın istinaf aşamasında derdest olduğu belirtilmiştir.
IV. İLGİLİ
HUKUK
A. Mevzuat
Hükümleri
16. 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı mülga Askeri Yüksek
İdare Mahkemesi Kanunu’nun 20. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
''Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Türk
Milleti adına; askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker
kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden
doğan uyuşmazlıkların ilk ve son derece mahkemesi olarak yargı denetimini ve
diğer kanunlarda gösterilen, görevleri yapar..."
17. 1602 sayılı mülga Kanun’un 36. maddesi şöyledir:
''Askeri kişilerle ilgili idari eylem ve
işlemlere ilişkin idari davalar, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başkanlığına
hitaben yazılmış dilekçeler ile açılır. Dilekçeler, Askeri Yüksek İdare
Mahkemesi Başkanlığına verilir.
Dilekçelerde:
a) Tarafların ad ve soyadları ile sınıf
ve rütbeleri, duhulü, nasbı, adresleri ve unvanları; varsa vekillerinin veya
temsilcilerinin ad ve soyadları ile adresleri ve unvanları;
b) Davanın konusu ve sebepleri ile
dayandığı deliller;
c) Davaya konu olan idari eylem ve
işlemin yazılı bildirim tarihi;
d) Tazminat davalarında uyuşmazlık
konusu miktar gösterilir.
Dilekçeler ile bunlara ekli evrakın
örnekleri karşı taraf sayısından bir fazla olur."
18. 1602 sayılı mülga Kanun'un 38. maddesi şöyledir:
"20 nci maddede yazılı idari eylem
ve işlemler aleyhine ayrı ayrı dava açılır. Ancak aralarında maddi ve hukuki
bakımdan bağlılık varsa, aynı şahsı ilgilendiren birden fazla eylem ve işlemler
aleyhine bir dilekçe ile de dava açılabilir."
19. 1602 sayılı mülga Kanun'un 44. maddesinin ilgili
kısmı şöyledir:
"Kaydı yapılan dilekçeler, Genel
Sekreterlikçe;
...
e) 36 ve 38 inci maddelere uygun olup
olmaması,
...
Noktalarından sırası ile incelenir.
...Bu noktalardan kanuna aykırı
görülmeyenlerin tebligat işleri yapılır.”
20. 1602 sayılı mülga Kanun'un 45. maddesinin ilgili
kısmı şöyledir:
''Daireler veya Daireler Kuruluna gelen
dilekçelerde 44 üncü maddede yazılı noktalardan kanunsuzluk görülürse:
...
B)...(e) bendinde yazılı halde bir
defaya mahsus olmak üzere otuz gün içinde 36 ve 38 inci maddelere uygun şekilde
yeniden düzenlemek veya noksanları tamamlamak ...üzere dilekçelerin reddine...karar
verilir.
...
Bu kararlara karşı düzeltme yoluna
başvurulabilir. Bu halde otuz günlük süre bu konudaki kararın tebliği
tarihinden itibaren işlemeye başlar.''
B. Yargı
Kararları
21. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 25/9/2013 tarihli ve
E.2012/9-1925, K.2013/1407 sayılı kararında mobbing şu şekilde tanımlanmıştır:
"Türk Hukukunda psikolojik taciz
(mobbing); işyerinde çalışanlara, diğer çalışanlar veya işverenler tarafından
sistematik biçimde uygulanan, tekrarlanan her türlü kötü muamele, tehdit, şiddet,
aşağılama gibi davranışlar olarak ifade edilmiştir. Psikolojik tacizin en bariz
örnekleri, kendini göstermeyi engellemek, sözünü kesmek, yüksek sesle
azarlamak, sürekli eleştiri, çalışan iş ortamında yokmuş gibi davranmak,
iletişimin kesilmesi, fikirlerine itibar edilmemesi, asılsız söylenti, hoş
olmayan imalar, nitelikli iş verilmemesi, anlamsız işler verilip sürekli yer
değiştirilmesi, ağır işler verilmesi ve fiziksel şiddet tehdidi sayılabilir...
Görüldüğü üzere, bir eylemin psikolojik
taciz olarak kabul edilebilmesi için, bir işçinin hedef alınarak
gerçekleştirilmesi, belli bir süreye yayılması ve bu durumun sistematik bir hal
alması gerekir. Belirtilen şartların gerçekleşip gerçekleşmediğinin, her somut
olayda ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekir. Psikolojik tacizin nedenleri
farklılık göstermesine karşın amaç, çoğu kez işçinin işyerinden ayrılmasını
sağlamaktır."
22. Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin 27/12/2013 tarihli ve
E.2013/693, K.2013/30811 sayılı kararında mobbinge yönelik şu ifadeye yer verilmiştir:
"...Mobbingin varlığı için kişilik
haklarının ağır şekilde ihlaline gerek olmadığı, kişilik haklarına yönelik
haksızlığın yeterli olduğu..."
23. Danıştay İkinci Dairesinin 25/10/2017 tarihli ve
E.2015/6046, K.2017/6537 sayılı kararında mobbing şu şekilde tanımlanmıştır:
"Mobbing; işyerlerinde bir veya
birden fazla kişi tarafından diğer kişi ya da kişilere yönelik
gerçekleştirilen, belirli bir süre sistematik biçimde devam eden, yıldırma,
pasifize etme veya işten uzaklaştırmayı amaçlayan; mağdur ya da mağdurların
kişilik değerlerine, mesleki durumlarına, sosyal ilişkilerine veya sağlıklarına
zarar veren; kötü niyetli, kasıtlı, olumsuz tutum ve davranışlar bütünü olarak
tanımlanmaktadır.
Mobbinge maruz kalan kişilerin,
gördükleri zararın büyüklüğü ve etkisiyle işlerini yapamaz duruma gelmeleri söz
konusudur. Psikolojik tacizin (mobbing) en bariz örneklerine ise; kendini
göstermeyi engellemek, sözünü kesmek, yüksek sesle azarlamak, aşağılamak,
sürekli eleştirmek, iş ortamında yokmuş gibi davranmak, iletişimin kesilmesi,
fikirlerine itibar edilmemesi, asılsız söylenti, hoş olmayan imalar, nitelikli
iş verilmemesi, anlamsız işler verilip sürekli yer değiştirilmesi, ağır işler
verilmesi ve her türlü kötü muamele, tehdit gibi durumlar gösterilmektedir."
V. İNCELEME VE
GEREKÇE
24. Mahkemenin 8/9/2020 tarihinde yapmış olduğu
toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Mahkemeye
Erişim Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun
İddiaları
25. Başvurucu; mobbingin bezdirmeye yönelik zincirleme
eylem ve işlemlerden oluştuğunu, bu eylem ve işlemlerin bir arada
değerlendirilmesi gerektiğini, eylem ve işlemlerin tek başına etkileri ile
zincir hâlinde ve üç yıllık bir döneme yayılmış durumdaki etkilerinin
değerlendirmesinin farklı olacağını, sistematik biçimde uygulanan ve
tekrarlanan her türlü kötü muamelenin adli ve idari yargı mercilerince mobbing
olarak kabul edildiğini, her bir eylem ve işleme karşı ayrı ayrı dava
açılmasının usul ekonomisine de aykırı olduğunu belirterek adil yargılanma hakkının,
kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı ile hukuk devleti
ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
26. Anayasa'nın "Hak arama hürriyeti"
kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan
faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve
savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
27. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından
yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki
tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013,
§ 16). Başvurucunun diğer haklarla bağlantı kurarak ileri sürdüğü iddialarının
adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkı yönünden incelenmesi
gerektiği değerlendirilmiştir.
a. Kabul Edilebilirlik Yönünden
28. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı
fıkrası şöyledir:
“İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem,
eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının
tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.”
29. Anılan Kanun hükmü uyarınca Anayasa Mahkemesine
bireysel başvuruda bulunulabilmesi için ihlale neden olduğu iddia edilen işlem
veya eylem için öngörülen idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının
tüketilmiş olması gerekir. Bireysel başvurunun ikincil nitelikte bir hak arama
yolu olması nedeniyle asıl olan, hak ve özgürlüklere kamu otoritelerince saygı
gösterilmesi ve olası bir ihlal durumunda bunun idari ve/veya yargısal olağan
yollarla giderilmesidir. Bu nedenle bireysel başvuru yoluna ancak kanunda
öngörülen olağan yollar tüketilmesine rağmen ihlalin ortadan kaldırılamadığı
durumlarda gidilebilir (Murat Narman, B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 27).
30. Somut olayda başvurucu, psikolojik taciz sebebiyle
oluştuğunu iddia ettiği zararların tazmini istemiyle dava açmış; Mahkeme;
yasalarda mobbing diye bir davranış tarzının tanımlanmadığını, her bir eylem ve
işlem için ayrı ayrı dava dilekçesiyle dava açılması gerektiğini belirterek
dilekçenin reddine karar vermiştir.
31. 1602 sayılı mülga Kanun'un 45. maddesinin dördüncü
fıkrası uyarınca dilekçe ret kararlarına karşı itirazların ileri sürülebileceği
karar düzeltme kanun yoluna başvurulması mümkündür (benzer yöndeki
değerlendirmeler için bkz. Ali Çelik, B. No: 2015/17128, 9/1/2019, §
26). Buna karşın kararın düzeltilmesi kanun yolu, bireysel başvuru için AYİM
nezdinde tüketilmesi gereken bir yol değildir (benzer yöndeki değerlendirmeler
için bkz. İsmail Buğra İşlek, B. No: 2013/1177, 26/3/2013, § 18).
Başvurucu, dilekçe ret kararına karşı karar düzeltme yoluna başvurmamıştır.
32. Buna göre başvuru tarihi itibarıyla başvurucunun
mağduriyetini giderebilecek nitelikte tüketilmesi gereken zorunlu bir başvuru
yolunun bulunmadığı açıktır.
33. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul
edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı
anlaşılan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul
edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas
Yönünden
i. Hakkın
Kapsamı ve Müdahalenin Varlığı
34. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında,
herkesin yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve
savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim
hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün
bir unsurudur. Diğer yandan Anayasa'nın 36. maddesine "adil yargılanma"
ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası
sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılanma hakkının madde metnine
dâhil edildiği vurgulanmıştır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ni (Sözleşme)
yorumlayan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Sözleşme'nin 6. maddesinin (1)
numaralı fıkrasının mahkemeye erişim hakkını içerdiğini belirtmektedir (Özbakım
Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur. San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2014/13156,
20/4/2017, § 34).
35. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak
arama özgürlüğü, bir temel hak olmanın yanında diğer temel hak ve
özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmayı ve bunların korunmasını sağlayan
en etkili güvencelerden biridir. Bu bakımdan davanın bir mahkeme tarafından
görülebilmesi ve kişinin adil yargılanma hakkı kapsamına giren güvencelerden
faydalanabilmesi için ilk olarak kişiye iddialarını ortaya koyma imkânının
tanınması gerekir. Diğer bir ifadeyle dava yoksa adil yargılanma hakkının
sağladığı güvencelerden yararlanmak mümkün olmaz (Mohammed Aynosah, B.
No: 2013/8896, 23/2/2016, § 33).
36. Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru kapsamında yaptığı
değerlendirmelerde mahkemeye erişim hakkının bir uyuşmazlığı mahkeme önüne
taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını
isteyebilmek anlamına geldiğini ifade etmiştir (Özkan Şen, B. No:
2012/791, 7/11/2013, § 52).
37. Somut olayda idarenin sorumluluğu esasına
dayandırılarak açılan tam yargı davasında, her bir eylem ve işlem aleyhine ayrı
ayrı dava açılması gerektiği gerekçesiyle dilekçenin reddine karar verilmesi
nedeniyle başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yönelik bir müdahalede
bulunulduğu görülmektedir.
ii. Müdahalenin
İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
38. Anayasa’nın 13. maddesi şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler,
özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen
sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar,
Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin
gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."
39. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa'nın 13. maddesinde
belirtilen koşullara uygun olmadığı takdirde Anayasa'nın 36. maddesinin
ihlalini teşkil edecektir. Bu sebeple müdahalenin Anayasa'nın 13. maddesinde
öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, haklı bir
sebebe dayanma ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup
olmadığının belirlenmesi gerekir.
(1) Kanunilik
40. Başvurucunun maddi ve manevi zararın tazmini
istemiyle açtığı davada, ayrı ayrı dava konusu edilmesi gereken eylem ve
işlemlerin tamamının tek davaya konu edildiğinden bahisle dilekçenin reddine
karar verilirken 1602 sayılı mülga Kanun’un 38. maddesine dayanıldığı
görülmektedir. Anılan maddede 1602 sayılı mülga Kanun'un 20. maddesinde yazılı
idari eylem ve işlemler aleyhine ayrı ayrı dava açılacağı öngörülmektedir.
Dolayısıyla somut olayda başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yönelik
müdahalenin kanuni dayanağının mevcut olduğu anlaşılmıştır.
(2) Meşru Amaç
41. Anayasa'nın 36. maddesinde, hak arama özgürlüğü için
herhangi bir sınırlama nedeni öngörülmemiş olmakla birlikte bunun hiçbir
şekilde sınırlandırılması mümkün olmayan mutlak bir hak olduğu söylenemez. Özel
sınırlama nedeni öngörülmemiş hakların da hakkın doğasından kaynaklanan bazı
sınırlarının olduğu kabul edilmektedir. Ayrıca hakkı düzenleyen maddede
herhangi bir sınırlama nedenine yer verilmemiş olsa da Anayasa'nın başka
maddelerinde yer alan kurallara dayanılarak bu hakların sınırlandırılması
mümkün olabilir. Dava açma hakkının kapsamına ve kullanım koşullarına ilişkin
bir kısım düzenlemenin hak arama özgürlüğünün doğasından kaynaklanan sınırları
ortaya koyan ve hakkın norm alanını belirleyen kurallar olduğu açıktır (AYM,
E.2014/112, K.2014/203, 25/12/2014).
42. Gereksiz başvuruların önlenerek dava sayısının
azaltılması ve böylece mahkemelerin fuzuli yere meşgul edilmeksizin
uyuşmazlıkları makul sürede bitirebilmesi amacıyla başvuruculara belli
yükümlülükler öngörülebilir. Bu yükümlülüklerin kapsamını belirlemek kamu
otoritelerinin takdir yetkisi içindedir. Öngörülen yükümlülükler dava açmayı
imkânsız hâle getirmedikçe ya da aşırı derece zorlaştırmadıkça mahkemeye erişim
hakkının ihlal edildiği söylenemez (Serkan Acar,B. No:
2013/1613,2/10/2013, § 39).
43. Somut olayda başvurucu tarafından açılan davada,
aralarında maddi ve hukuki irtibat bulunmayan ve ayrı ayrı dava konusu edilmesi
gereken eylem ve işlemlerin tamamının tek davaya konu edildiğinden bahisle
dilekçenin reddine karar verilmiştir. Aralarında maddi ve hukuki bakımdan her
hangi bir bağ bulunmayan eylem ve işlemlerin birlikte dava konusu edilmesi
durumunda dava dilekçesinin reddine hükmedilmesinin öngörülmesindeki amaç
mahkemeleri, aralarında herhangi bir irtibat bulunmayan, farklı maddi ve hukuki
eylem ve işlemlere yönelik uyuşmazlıkları tek davada inceleme yükümlülüğü
altında bırakmamak, görev ve yetkisinde olmayan, farklı yargı merciinin
görevinde ya da yetkisinde bulunan uyuşmazlıkları inceleme zorunluluğunu
oluşturmamak, her uyuşmazlık için ayrı harç alınması suretiyle gereksiz yere
dava açılmasını önlemek, bu suretle mahkemelerin görevlerini gereği gibi yerine
getirmelerine imkân sağlamak olduğundan söz konusu koşulun meşru bir amaca
dayandığı sonucuna ulaşılmıştır.
(3) Ölçülülük
44. Anayasa'nın 13. maddesi uyarınca hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılmasında dikkate alınacak ölçütlerden biri olan ölçülülük, hukuk
devleti ilkesinden doğmaktadır. Hukuk devletinde hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılması istisnai bir yetki olduğundan bu yetki ancak durumun
gerektirdiği ölçüde kullanılması koşuluyla haklı bir temele oturtulabilir.
Bireylerin hak ve özgürlüklerinin somut koşulların gerektirdiğinden daha fazla
sınırlandırılması, kamu otoritelerine tanınan yetkinin aşılması anlamına
geleceğinden hukuk devletiyle bağdaşmaz (AYM, E.2013/95, K.2014/176,
13/11/2014).
45. Ölçülülük ilkesi öngörülen müdahalenin ulaşılmak
istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, ulaşılmak istenen amaç
bakımından müdahalenin zorunlu olmasını ve bireyin hakkına yapılan müdahale ile
ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini
ifade etmektedir. Öngörülen tedbirin kişiyi olağan dışı ve aşırı bir yük altına
sokması durumunda müdahalenin ölçülü olduğundan söz edilemez (AYM, E.2012/102,
K.2012/207, 27/12/2012; E.2014/176, K.2015/53, 27/5/2015; E.2016/13,
K.2016/127, 22/6/2016; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817,
19/12/2013, § 38).
46. Başvuruya konu somut olayda başvurucu, meslek
hayatının son yıllarında çalıştığı birimlerde çeşitli haksızlıklara,
yıldırmalara ve ruhsal tacize maruz kalarak kendisine mobbing
uygulandığından yakınmış; daha uzun süre çalışmayı planladığını ancak kendisine
uygulanan haksız eylem ve işlemler nedeniyle erken emekli olmak zorunda
bırakıldığını, ruh sağlığının bozulduğunu, mesleki itibarının zedelendiğini, bu
nedenle maddi ve manevi olarak zarara uğradığını ileri sürerek AYİM'de tazminat
davası açmıştır. Başvurucu, maruz kaldığını iddia ettiği işlem ve eylemleri
dava dilekçesinde sıralamıştır (bkz. § 11).
47. 1602 sayılı mülga Kanun'un 38. maddesi uyarınca dava
dilekçesinin reddine karar verilen hâllerde, dilekçede belirtilen eylem ve
işlemler arasında maddi ve hukuki bakımdan her hangi bir bağ bulunup
bulunmadığını değerlendirmek Anayasa Mahkemesinin görevi değildir. Bu husustaki
değerlendirmenin derece mahkemelerine ait olduğunun kabulü gerekir. Ancak
Mahkeme, başvurucunun ileri sürdüğü iddialar yönünden herhangi bir
değerlendirme yapmaksızın, yasalarda mobbing diye bir davranış tarzının
tanımlanmadığını belirterek mobbing olarak tanımlanan her bir eylem ve
işlem için ayrı ayrı dava dilekçeleriyle dava açılması gerektiği gerekçesiyle
dilekçenin reddine karar vermiştir (bkz. § 12).
48. Her somut olayın kendi bütünlüğü içinde
değerlendirilmesi koşuluyla bireylerin çalışma ortamlarında maruz kaldıklarını
ileri sürdükleri eylem, işlem ya da ihmallerin psikolojik taciz derecesine
ulaşması için birtakım unsurların aranması gerektiği açıktır. Bu bağlamda
Uluslararası Çalışma Örgütü ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca
hazırlanan yayın ve raporlar da dikkate alındığında muamelelerin psikolojik
taciz olarak vasıflandırılabilmesi için;
i. İşyeri ile ilgili olarak işyerindeki yöneticiler
ve/veya diğer çalışanlar tarafından gerçekleştirilmesi ya da bu tür
müdahalelere göz yumulması,
ii. Süreklilik arz edecek şekilde tekrarlanması, keyfîlik
içermesi, sistemli ve kasıtlı olması, yıldırma ve dışlama amacı taşıması,
iii. Mağdurun kişiliğine, mesleki durumuna veya sağlığına
zarar veren ya da ciddi bir zarar tehlikesi içeren nitelikte olması gerekir (Mehmet
Bayrakcı, B. No: 2014/8715, 5/4/2018, § 69).
49. Muamelelerin neden olduğu sonuçların boyutu mağdurun
konumuna, muamelelerin süresine, sıklığına, kim ya da kimler tarafından
gerçekleştirildiğine, mağdurun cinsiyetine, yaşına ve sağlık durumu gibi birçok
faktöre göre değişebilmektedir (Aynur Özdemir ve diğerleri, B. No:
2013/2453, 24/3/2106, § 79; Hacer Kahraman, B. No: 2013/7935, 20/4/2016,
§ 69; Mehmet Bayrakcı, § 70).
50. Somut olayda Mahkemece başvurucunun ileri sürdüğü
iddialar yönünden herhangi bir değerlendirme yapılmadan, sadece yasalarda
mobbing diye bir davranış tarzının tanımlanmadığından bahisle başvurucunun her
bir eylem ve işlem için ayrı ayrı dava dilekçeleriyle dava açması gerektiği
belirtilmiştir. Buna karşın yargı organları kararlarında (bkz. §§ 21-23)
bireylerin çalışma ortamlarında maruz kaldıklarını ileri sürdükleri eylem,
işlem ya da ihmallerin süreklilik arz edecek şekilde tekrarlanması, keyfîlik
içermesi, sistemli ve kasıtlı olması, yıldırma ve dışlama amacı taşıması
durumunda psikolojik tacizden bahsedilebileceği hüküm altına alınmış ve bu
husus mobbing olarak da tanımlanmıştır.
51. Mahkemece başvurucu tarafından ileri sürülen
iddiaların mobbing kapsamına girip girmediği, söz konusu eylem ve işlemlerde
süreklilik, keyfîlik, kasıt ve yıldırma unsurları bulunup bulunmadığı
hususlarında herhangi bir değerlendirme yapılmaksızın, gerekçe gösterilmeksizin
ve genel kabulün aksine olacak şekilde başvurucunun mobbing olarak tanımladığı
her bir eylem ve işlem için ayrı ayrı dava dilekçeleriyle dava açma yükümlülüğü
altında bırakılmasının mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahaleyi ölçüsüz
kıldığı sonucuna ulaşılmıştır.
52. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa’nın 36.
maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye
erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
53. Bireysel başvuruya konu uyuşmazlıkta idarenin kısmen
veya tamamen tazmin sorumluluğunun bulunup bulunmadığı meselesi davanın esastan
incelenmesi sonucu mahkemesince belirlenecek bir husustur. Anayasa Mahkemesinin
yukarıda aktarılan değerlendirmesi ve vardığı sonuç yalnızca mahkemeye erişim
hakkının ihlal edildiğine ilişkin olup davanın esasına ilişkin bir unsur
içermemektedir (Yusuf Kuşluk, B. No: 2015/20072, 31/10/2018, § 46).
B. İki Dereceli Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine
İlişkin İddia
1. Başvurucunun
İddiaları
54. Başvurucu; karara yapılacak itirazın yine aynı AYİM
dairesince değerlendirileceğini ve bu suretle idari yargıdaki temyiz hakkının
sağlanmadığını, AYİM daire kararlarına karşı başvurulabilecek etkili bir kanun
yolunun bulunmadığını ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
55. Anayasa ve kanun hükümlerine göre Anayasa Mahkemesine
yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için kamu gücü
tarafından ihlal edildiği iddia edilen hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış
olmasının yanı sıra Sözleşme'nin ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerin
kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle Anayasa ve Sözleşme’nin ortak
koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul
edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (Onurhan Solmaz, B.
No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).
56. Sözleşme’nin 7. Protokolü’nün 2. maddesinde cezai
konularda iki dereceli yargılanma hakkı tanınmıştır. Ancak başvuru konusu
edilen olay bir ceza yargılaması değildir.
57. Başvurucunun başvuru dilekçesinde ifade ettiği AYİM
nezdinde temyiz yani iki dereceli yargılanma hakkı, Anayasa’da güvence altına
alınmış temel hak ve özgürlüklerden olmadığı gibi Sözleşme’nin ve Türkiye’nin
taraf olduğu ek protokollerden herhangi birinin kapsamına da girmemektedir (Mahir
Akarsu, B. No: 2012/1096, 20/2/2014, §§ 42-45).
58. Açıklanan gerekçelerle başvuru konusu ihlal
iddialarının Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kaldığı
anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları
yönünden incelenmeksizin konu bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul
edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
C. 6216 Sayılı
Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
59. 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda,
başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal
kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme
kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden
yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama
yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata
hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir.
Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal
kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya
üzerinden karar verir.”
60. Başvurucu; ihlalin tespit edilmesi, yeniden yargılama
yapılması ve tazminat talebinde bulunmuştur.
61. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B.
No: 2014/8875, 7/9/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl
ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi
diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine
getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına
geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret
etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).
62. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal
edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından
söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani
ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle
ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan
karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması,
varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu
bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet
Doğan, §§ 55, 57).
63. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya
mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı
Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün
79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca ihlalin ve sonuçlarının
ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir
örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme,
usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan
kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya
özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi
tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde,
usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili
mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir
takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine
ulaştığı mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden
ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet
Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).
64. İncelenen başvuruda Anayasa’nın 36. maddesinde
güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim
hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin mahkeme
kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
65. Anayasa Mahkemesinin yukarıda aktarılan değerlendirmesi
ve vardığı sonuç yalnızca mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin
olup davanın esasına ilişkin bir tespit içermemektedir.
66. Bu durumda mahkemeye erişim hakkının ihlalinin
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki
yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü
düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına
göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda
yapılması gereken iş, yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini
ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere
uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin
yeniden yargılama yapılmak üzere ilgili mahkemeye gönderilmesine karar
verilmesi gerekmektedir.
67. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat
talebinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
68. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,90 TL harç ve
3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.226,90 TL yargılama giderinin
başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim
hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. İki dereceli yargılanma hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın konu bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ
OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil
yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin adil yargılanma hakkı
kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere -Anayasa'nın 21/1/2017
tarihli ve 6771 sayılı Kanun ile getirilen geçici 21. maddesinin birinci
fıkrasının (E) bendiyle Askeri Yüksek İdare Mahkemesi kaldırılmış olduğundan
anılan bendin (b) alt bendi gereğince- yetkili idari yargı merciine (Karar,
Askeri Yüksek İdare Mahkemesi İkinci Dairesinin 4/3/2015 tarihli ve E.2015/343,
K.2015/344 sayılı kararıyla ilgilidir.) GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucunun tazminat talebinin REDDİNE,
E. 226,90 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
3.226,90 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun
Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde
yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten
ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına
GÖNDERİLMESİNE 8/9/2020tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.