TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ÖMER ŞANLI BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2015/7304)
|
|
Karar Tarihi: 22/1/2019
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar
ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Yusuf Şevki
HAKYEMEZ
|
Raportör
|
:
|
Volkan
ÇAKMAK
|
Başvurucu
|
:
|
Ömer ŞANLI
|
Vekili
|
:
|
Av. Meral
MIZRAK
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; kesin mahkûmiyetle sonuçlanmayan ceza yargılamasının
hükme esas alınması nedeniyle masumiyet karinesinin, idarenin savunması ekinde
sunulan belgelerin incelettirilmemesi nedeniyle silahların eşitliği ilkesinin,
kamu görevinden ayırma işleminde ayrımcı tutumla uygulama yapılması nedeniyle
eşitlik ilkesinin ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesi tarafından verilen hükmün
bir başka yargı mercii tarafından denetlenmesi imkanının tanınmaması nedeniyle
hükmün denetlenmesini talep etme hakkının ihlal edildiği iddialarına
ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 4/5/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
5. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar
özetle şöyledir:
6. Başvurucu 1999 yılından 2013 yılının Temmuz ayına kadar Türk
Silahlı Kuvvetleri(TSK)bünyesinde astsubay olarak
görev yapmıştır.
7. 2013 yılının Ocak ve Şubat aylarında
sosyal medyada (Twitter) TSK'nın itibarını sarsıcı ve
siyasi içerikli paylaşımlarda bulunması gerekçe gösterilerek başvurucu hakkında
29/5/2013 tarihi itibarıyla idari soruşturma başlatılmıştır.
8. Oluşturulan İdari Tahkikat Komisyonu, başvurucunun kendisine
ait olduğunu ifadesinde ikrar ettiği sosyal medya hesabı üzerinden yaptığı
paylaşımların askerlik mesleğini küçük
düşürücü, TSK'nın itibarını zedeleyici, disiplinsizliğe sevk edici
nitelik taşıdığı sonucuna ulaşmış ve başvurucunun TSK'dan ilişiğinin
kesilmesinin uygun olduğu yönündeki kanaatini Deniz Kuvvetleri Komutanlığına
bildirmiştir.
9. Deniz Kuvvetleri Komutanlığının 13/6/2013 tarihli işlemiyle
bu öneri uygun bulunmuştur.
10. Uygun bulma kararının ardından Deniz Kuvvetleri Komutanlığı
ve Genel Kurmay Başkanlığı tarafından başvurucu hakkında TSK bünyesinde kalması uygun değildir sicili
düzenlenmiştir.
11. Genel Kurmay Başkanlığınca Deniz Kuvvetleri Komutanlığının
kararına göre işlem yapılmasının uygun bulunması üzerine 1/7/2013 tarihinde
Millî Savunma Bakanlığı onayı ile kesinleşen işlem uyarınca başvurunun TSK ile
ilişiği kesilmiştir.
12. Diğer taraftan idari tahkikat komisyonu İzmir Güney Deniz
Saha Komutanlığı Askeri Savcılığına, tahkikata konu eylemler nedeniyle
soruşturma emri vermiş ve başvurucu hakkında astlık üstlük ilişkilerini
zedelemeye yönelik alenen tahkir edici hareketlerde bulunmak suçundan kamu
davası açılmıştır. Kamu davasının seyrine ilişkin olarak başvuru formu ve
eklerinde bilgi veya belge sunulmamıştır.
13. Başvurucu ilişik kesme işleminin iptali istemiyle Askeri
Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) Birinci Dairesi nezdinde dava açmıştır.
14. AYİM Birinci Dairesi (Mahkeme) 12/11/2014 tarihli kararıyla
davayı reddetmiştir.
15. Ret gerekçesinde öncelikle konuya ilişkin mevzuata ve
başvurucunun mesleki safahatına yer verilmiştir. Başvurucunun sicil
ortalamasının çok iyi düzeyde gerçekleştiği, toplamda yedi kez takdirname aldığı,
2001 ve 2004 yılları arasında ise sicil üstleri tarafından hakkında menfi
kanaat belirtildiği ifade edilmiştir. Ayrıca başvurucunun 2000 ve 2005 yılları
arasında beş defa (izinsizlik, oda hapsi, uyarı) disiplin cezası aldığı; bu
cezalara görev yapmak konusunda isteksizlik, disiplinsizlik, çalışma düzeninde
uyumsuzluk, lakayt davranış gibi fiillerin neden olduğu ve son olarak da sosyal
medyada yer alan paylaşımlar nedeniyle başvurucu hakkında idari soruşturma
açıldığı ifade edilmiştir. Başvurucu hakkında tesis edilen işlemin yetki ve
şekil unsurları yönünden hukuka uygun olduğu saptandıktan sonra işlemin esasına
yönelik değerlendirmeye geçilmiştir. Bu aşamada öncelikle idarenin hizmeti
aksatacak, verim alınamayacak personeli bünye dışına çıkarma konusunda yetki
sahibi olduğu ancak bu konudaki yetkisini kamu yararı ve hizmet gerekleri
doğrultusunda kullanması gerektiği ifade edilmiştir. Başvurucunun mesleki
safahatı ve hakkında açılan idari soruşturma değerlendirildiğinde disiplin
durumunun TSK bünyesinde görev almaya engel olacak nitelikte bulunduğu ve
hizmetin gerektirdiği tavrı sergilemekten uzak olduğu, bu nedenle de idare
tarafından tesis edilen işlemin maddi gerçekle bağdaştığı vurgulanmıştır. Sonuç
olarak idarenin işlemin tesisinde takdir yetkisini objektif kriterlere uygun ve
ölçülü kullandığı ifade edilmiştir. Ayrıca başvurucunun kesinleşmiş bir
mahkûmiyet bulunmadan işlem tesis edildiği iddiası yönünden ise açılan
soruşturmanın disiplinsizlik nedeniyle başlatılan bir idari soruşturma olduğu,
disiplin hukuku kuralları çerçevesinde yürütülen bu soruşturmanın karara
bağlanması için bir ceza yargılaması kararına ihtiyaç duyulmadığı ve idari
sürecin usulüne uygun olarak sonuçlandırıldığı belirtilmiştir.
16. Ret hükmüne yönelik karar düzeltme istemi mahkemenin
7/4/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir.
17. Nihai kararın 27/4/2015 tarihinde tebellüğ edilmesinin
ardından 4/5/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
18. 27/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri
Personel Kanunu'nun 94. maddesinin (b) bendinin işlem tarihinde yürürlükte
bulunan hali şöyledir:
"Disiplinsizlik ve ahlaki durum sebebiyle
ayırma:
Disiplinsizlik veya ahlaki durumları sebebiyle
Silahlı Kuvvetlerde kalmaları uygun görülmiyen
astsubayların hizmet sürelerine bakılmaksızın haklarında T.C. Emekli Sandığı
Kanunu hükümleri uygulanır."
19. 28/12/1998 tarihli ve 23567 sayılı Resmî Gazete'de
yayımlanan Astsubay Sicil Yönetmeliği'nin "Disiplinsizlik ve ahlaki durumları nedeniyle ayırma usulleri"
kenar başlıklı 60. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
"Aşağıdaki sebeplerden biri ile
disiplinsizlik veya ahlaki durumları gereği Silahlı Kuvvetlerde kalmaları, son
rütbelerine ait bir veya birkaç belge ile anlaşılıp uygun görülmeyen astsubaylar
hakkında, hizmet sürelerine bakılmaksızın emeklilik işlemi yapılır:
a) Disiplin bozucu hareketlerde bulunması,
ikaz veya cezalara rağmen ıslah olmaması,
b)Hizmetin gerektirdiği şekilde tavır ve hareketlerini ikazlara rağmen
düzenleyememesi,
c) Aşırı derecede menfaatine, içkiye, kumara
veya borçlanmaya düşkün olması,
d) Silahlı Kuvvetlerin itibarını sarsacak
şekilde ahlak dışı hareketlerde bulunması,
e) Tutum ve davranışları ile yasa dışı siyasi,
yıkıcı, bölücü, irticai ve ideolojik görüşleri benimsediği, bu gibi
faaliyetlerde bulunduğu veya karıştığı anlaşılanlar. "
20. 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı mülga Askeri Yüksek İdare
Mahkemesi Kanunu’nun 52. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
''Dava dosyasındaki bilgi ve belgeler taraf ve
vekillerine açıktır. Şu kadar ki; mahkeme tarafından getirtilen veya idarece
gönderilen bilgi, belge ve dosyalardan, başka şahıs ve makamların özel
bilgileri ile şeref, haysiyet ve güvenliğinin korunması veya idarenin
soruşturma metotlarının gizli tutulması maksatlarıyla taraf ve vekillerine
incelettirilmemesi kaydı konulanlar ile personelin özlük dosyasındaki dava
konusu haricindekiler taraf ve vekillerine incelettirilemez.
Taraf ve vekillerine incelettirilemeyecek nitelikteki bilgi ve
belgeler; bulundukları yer itibarıyla taraf ve vekillerine açık olan diğer
evraktan ayrılamaz nitelikte iseler, taraf ve vekillerine incelettirilecek
suretleri, ilgili bölümleri idare tarafından karartılarak ayrıca gönderilir.
Davacı taraf veya vekili, karartılan veya
verilmeyen bilgi ve belgelerin savunmaya esas teşkil edecek unsurlar olduğu
iddiası ile mahkemeye itiraz edebilir. Yapılan bu itiraz, mahkeme tarafından
incelenerek haklı görülen hususlarda, mahkemenin belirleyeceği çerçevede daha önce
karartılan veya verilmeyen bilgi ve belgeler karşı tarafa incelettirilebilir.
Bu hükümlere göre elde edilen ve gizlilik
derecesine sahip bilgi ve belgeler, taraf ve vekillerince mahkeme haricinde,
diğer bir maksatla kullanılamaz. Aksine davranışta bulunanlar hakkında ilgili
kanun hükümleri saklıdır.''
V. İNCELEME VE GEREKÇE
21. Mahkemenin 22/1/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Adil Yargılanma
Hakkına İlişkin İhlal İddiaları
1. Masumiyet Karinesinin
İhlal Edildiğine İlişkin İddia
a. Başvurucunun İddiaları
22. Başvurucu, idari soruşturmaya konu eylemleri nedeniyle
açılan ceza davasında hükmün açıklanmasını geri bırakılması kararı verildiğini
ve buna karşın üzerine atılı suç sübut bulmuş gibi ayırma işleminin hukuka
uygun bulunduğunu belirterek masumiyet karinesinin ihlal ettiğini ileri
sürmektedir.
b. Değerlendirme
23. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı
fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Anayasa Mahkemesince kabul
edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Bu bağlamda başvurucunun
ihlal iddialarını kanıtlayamadığı, temel haklara yönelik bir müdahalenin
olmadığı veya müdahalenin meşruluğunun açık olduğu başvurular ile karmaşık veya
zorlama şikâyetlerden ibaret başvurular açıkça dayanaktan yoksun kabul
edilebilir (Hikmet Balabanoğlu,
B. No: 2012/1334, 17/9/2013, § 24).
24. Masumiyet karinesi, kişinin suç işlediğine dair kesinleşmiş
bir yargı kararı olmadan suçlu olarak kabul edilmemesini güvence altına alır.
Bunun sonucu olarak kişinin masumiyeti asıl olduğundan
suçluluğu ispat külfeti iddia makamına ait olup kimseye suçsuzluğunu ispat
mükellefiyeti yüklenemez. Ayrıca hiç kimse, suçluluğu hükmen sabit oluncaya
kadar yargılama makamları ve kamu otoriteleri tarafından suçlu olarak
nitelendirilemez ve suçlu muamelesine tabi tutulamaz (Kürşat Eyol, B.
No: 2012/665, 13/6/2013, § 26).
25. Masumiyet karinesi bakımından önemli olan husus; kamu
makamlarının işlem ya da kararlarında belirttikleri gerekçeler veya
kullandıkları dil nedeniyle bireye cezai sorumluluk yüklememeleri, ceza
mahkemeleri tarafından henüz suçlu bulunmamış bireyin masumiyeti üzerine gölge
düşürülmesine sebebiyet vermemeleridir (Galip
Şahin, B. No: 2015/6075, 11/6/2018,§ 47).
26. Somut olaya bakıldığında başvurucu hakkında öncelikle idari
soruşturma açıldığı ve idari soruşturmayı yapan makamın bildirimi üzerine
başvurucu hakkında ceza davası açıldığı görülmektedir. İdari soruşturma süreci
mahkeme kararında da vurgulandığı üzere disiplin hukuku ilke ve kuralları
çerçevesinde yürütülmüştür. AYİM tarafından yapılan yargılamada ise idari
işlemin hukuka uygun olduğu sonucuna ulaşılırken ceza yargılamasından ayrı
olarak idare hukuku hükümleri kapsamında başvurucunun ifa ettiği mesleğin
niteliği ve disiplin hukuku bağlamında soruşturma sonucu ortaya çıkarılan
eylemler üzerinden değerlendirme yapıldığı (bkz. § 15) görülmektedir. Kararda
başvurucu hakkında kamu davası açıldığı hatırlatılmış ise de suça ilişkin
olarak bir saptamada, değerlendirmede bulunulmadığı açıktır.
27. Mahkeme tarafından ilgili mevzuat, askerlik görevinin
gerektirdiği nitelikler ve başvurucunun durumu değerlendirilmek suretiyle
işlemin hukuka uygun olduğunun tespit edildiği görüldüğünden masumiyet
karinesinin ihlal edilmediğinin açık olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
28. Açıklanan gerekçelerle masumiyet karinesinin ihlal
edilmediğinin açık olduğu anlaşılan başvurunun bu kısmının diğer kabul
edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin
açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna
karar verilmesi gerekir.
2. Silahların Eşitliği
İlkesinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia
a. Başvurucunun İddiaları
29. Başvurucu, idarenin savunması ekinde yer alan belgelerin
kendisine verilmediğini belirterek silahların eşitliği ilkesinin ihlal
edildiğini ileri sürmüştür.
b. Değerlendirme
30. Adil yargılanma hakkının unsurlarından biri de silahların
eşitliği ilkesidir. Silahların eşitliği ilkesi davanın taraflarının usule
ilişkin haklar bakımından aynı koşullara tabi tutulması ve taraflardan birinin
diğerine göre daha zayıf bir duruma düşürülmeksizin iddia ve savunmalarını
makul bir şekilde mahkeme önünde dile getirme fırsatına sahip olması anlamına
gelir. Ceza davalarının yanı sıra medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili
uyuşmazlıklara ilişkin hukuk davaları ve idari davalarda da bu ilkeye uyulması
gerekir (Mustafa Tuğrul, B. No:
2013/657, 28/11/2014, § 32).
31. Bireysel başvurunun ikincil niteliği gereği başvurucunun
temel hak ve özgürlüklerinin ihlal edildiği iddialarını öncelikle yetkili idari
mercilere ve derece mahkemelerine usulüne uygun olarak iletmesi, bu konuda
sahip olduğu bilgi ve kanıtları zamanında bu mercilere sunması, aynı zamanda bu
süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni göstermiş olması
gerekir. Bu şekilde olağan denetim mekanizmaları önünde ileri sürülüp takip
edilmeyen temel hak ve özgürlüklerin ihlaline ilişkin iddialar, Anayasa
Mahkemesi önünde bireysel başvuru konusu yapılamaz.
32. Başvurucu, 1602 sayılı mülga Kanun'un 52. maddesi (bkz. §
20) uyarınca yargılamayı yapan makamdan usulüne uygun bir şekilde ilgili bilgi
ve belgeleri inceleme talebinde bulunduğuna ve bu talebinin reddedildiğine dair
herhangi bir bilgi ve belgeyi Anayasa Mahkemesine sunmamıştır. Dolayısıyla
başvurucunun dava dosyasına sunulan bilgi ve belgeler için 1602 sayılı mülga
Kanun'un 52. maddesine göre talepte bulunması ve maddede yer alan usulü izlemesi
gerekirken anılan yargısal başvuru yollarını usulüne uygun bir şekilde
tüketmeden başvuruda bulunduğu sonucuna ulaşılmıştır (benzer yöndeki kararlar
için bkz. M.K., B. No:
2014/19584, 8/6/2017; Z.S., B.
No: 2014/19968, 15/2/2017).
33. Başvurucu tarafından ihlal iddiasına konu idari işlem için
öngörülmüş olan kanun yollarında başvurunun bu kısmına ilişkin ihlal
iddialarının ileri sürülmeksizin bireysel başvuruda bulunulduğu anlaşıldığından
diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin bu kısma ilişkin
iddiaların başvuru yollarının tüketilmemiş
olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Eşitlik İlkesinin İhlal Edildiğine İlişkin
İddia
1. Başvurucunun İddiaları
34. Başvurucu; benzer durumda olan personel için çıkarma işlemi
tesis edilmediğini, kendisine yapılan ayrımcı uygulama nedeniyle Anayasa'nın
10. maddesinde güvence altına alınan eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri
sürmektedir.
2. Değerlendirme
35. Anayasa'nın 10. maddesinde düzenlenen eşitlik ilkesi ve
Sözleşme'nin 14. maddesinde düzenlenen ayrımcılık yasağının ihlal edildiğine
yönelik iddiaların soyut olarak değerlendirilmesi mümkün olmayıp mutlaka
Anayasa ve Sözleşme kapsamında yer alan diğer temel hak ve özgürlüklerle
bağlantılı olarak ele alınması gerekir (Onurhan Solmaz, § 33).
36. Somut olayda eşitlik ilkesinin ihlal edildiği ileri
sürülmekte ise de söz konusu ihlal iddiasının hangi temel hak ve özgürlüğe
yönelik olarak gerçekleştiği belirtilmemiştir. Başvuru konusu iddiaların
Anayasa ve Sözleşme kapsamındaki hak ve hürriyetlerden biri ile bağlantısı da
bulunmamaktadır.
37. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin konu bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
C. Hükmün Denetlenmesini
Talep Etme Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
38. Başvurucu, AYİM Dairesi tarafından verilen hükmün bir başka
yargı mercii tarafından denetlenmemesinin hükmün denetlenmesini talep etme
hakkını ihlal ettiğini ileri sürmektedir.
2. Değerlendirme
39. Anayasa’nın “Hak arama
hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrasında “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak
suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile
adil yargılanma hakkına sahiptir.” hükmüne yer verilmiştir.
40. Anayasa Mahkemesi, somut norm denetiminde verdiği 27/12/2018
tarihli ve E.2018/71, K.2018/118 sayılı kararıyla hükmün denetlenmesini talep etme hakkının Anayasa'nın 36.
maddesinde düzenlenen hak arama hürriyeti ile güvence altına alındığına
hükmetmiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir:
"5. Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen
hak arama hürriyeti, yargılama usulüne ilişkin güvencelerle hakkaniyete uygun
yargılama yapılmasını hedefleyen ve demokratik toplumda vazgeçilmez nitelikte
olan adil yargılanma hakkını da kapsayan geniş bir içeriğe sahiptir.Bu bağlamda hak arama hürriyetinin mahkeme
tarafından verilen hükmün bir başka yargı mercii tarafından denetlenmesini
talep etme hakkını da içerip içermediğinin değerlendirilmesi gerekmektedir.
Anayasa Mahkemesinin önceki kararları incelendiğinde, anılan hakkın Anayasa’da
güvence altına alınıp alınmadığı hususuna ilişkin olarak meselenin farklı
kavramlar altında tartışıldığı ve farklı sonuçlara ulaşıldığı görülmektedir. Bu
yönüyle de içtihadın netleştirilmesine ihtiyaç bulunmaktadır.
6. Hak arama, kişinin maddi ve manevi varlığını
geliştirme hakkı ve insan onuru kavramıyla yakından ilgilidir. Bu nedenle
demokratik hukuk düzenlerinde hakların korunmasını ve hak ihlallerinin
giderilmesini temin edebilecek 'hukuki yollar' öngörülmüştür. Nitekim Anayasa
Mahkemesi de kararlarında hak arama hürriyetinin hukuk devletinin başlıca
ölçütü ve demokrasinin vazgeçilmez koşullarından biri olduğunu ifade etmiştir
(AYM, E.1991/2, K.1991/30, 19/9/1991). Bu doğrultuda Anayasa’nın 40. maddesinde
hak ve hürriyetleri ihlal edilen herkesin, 'yetkili makama geciktirilmeden
başvurma imkânının sağlanmasını isteme hakkına sahip' olduğu belirtilmiştir.
Anayasa’nın 74. maddesinde düzenlenen yasama organına dilekçe verme hakkı ile
bilgi edinme ve kamu denetçisine başvurma hakları da anayasal güvence altına alınan
hak arama yolları arasındadır.
7. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına
alınan yargı mercileri önünde hak arama hürriyeti, hakların korunmasını amaç
edinen vazgeçilmez meşru yöntemlerin başında gelmektedir. Anayasa’daki temel
hakların korunmasında önemli bir teminat olan yargısal hak arama yolu, hakların
korunmasında en etkili ve güvenceli yoldur.
8. Hak arama hürriyetinin kapsamının
belirlenmesinde, adalet ve hukuk devleti gibi temel anayasal ilkelerin de göz
önünde bulundurulması gerekir. Bu doğrultuda hak arama hürriyetinin amacının
hak ihlalinin önlenerek kişiye hakkının teslim edilmesi ve adaletin tesisi
olduğu söylenebilir. Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkı,
kanunun açıkça hatalı veya keyfi uygulanmasına ilişkin istisnalar dışında,
yargılama sonucunda verilen hükmün adil olup olmadığı veya hukuki açıdan
isabetli olup olmadığı hususlarını içermemektedir. Bu itibarla adil yargılanma
hakkının davanın taraflarına sağladığı tüm usul güvencelerine uyulmuş olsa bile
yargılama sonucunda verilen hükmün hatalı olması mümkündür. Diğer bir ifadeyle
adil yargılanma hakkının güvencelerine riayet edilmiş olsa da hâkimin gerek
maddi vakıaların değerlendirilmesinde gerekse hukuk kurallarının uygulanmasında
yanılgıya düşmesi ve buna bağlı olarak hukuka aykırı hüküm vermesi söz konusu
olabilmektedir. Böyle kararlara ilgililerin veya toplumun katlanmasını istemek
adalete olan güveni sarsar ve hukuk devletini zedeler. Bu nedenle hak arama
hürriyetinden yararlanılabilmesi bakımından adil ve isabetli olmadığı düşünülen
bir hükmün başka bir yargı mercii tarafından denetlenmesi bir gereklilik olarak
ortaya çıkmaktadır. Anayasamız açısından bu gereklilik, özel olarak düzenlenen
hak arama hürriyetinin kapsamı ve mahiyetinden kaynaklanmaktadır.
9. Anayasa’nın 154. ve 155. maddelerinin de
mahkeme kararlarının kural olarak denetlenmesi gerektiği düşüncesiyle
düzenlendiği anlaşılmaktadır. Anayasa’nın 154. maddesinin birinci fıkrasının
ilk cümlesinde 'Yargıtay, adliye mahkemelerince verilen ve kanunun başka bir
adli yargı merciine bırakmadığı karar ve hükümlerin son inceleme merciidir'
kuralına yer verilmiştir. Aynı şekilde Anayasa’nın 155. maddesinin birinci
fıkrasının ilk cümlesinde de 'Danıştay, idare mahkemelerince verilen ve kanunun
başka bir idari yargı merciine bırakmadığı karar ve hükümlerin son inceleme
merciidir' denilmektedir. Anayasa koyucunun bu kurallarla Yargıtay ve Danıştayın varlığını anayasal güvence altına aldığı ve anılan
yüksek mahkemeleri kural olarak ilk derece adli ve idari yargı mercilerince
verilen karar ve hükümlerin son inceleme mercii olarak görevlendirdiği
anlaşılmaktadır. Ancak bu maddelerde adli ve idari yargı mahkemelerince verilen
hükümlerin denetlenmesi görevinin anılan yüksek mahkemelere verilmemesi hâlinde
de bu görevin başka yargı mercilerine bırakılması gerektiğinin öngörülmesiyle
Anayasa koyucunun ilk derece mahkemesince verilen karar ve hükümlerin kural
olarak bir başka yargı mercii tarafından denetlenmesi gerekliliğini kabul
ettiği sonucuna ulaşılmaktadır.
10. Anayasa’nın 36., 154. ve 155. maddeleri
birlikte değerlendirildiğinde Anayasa’nın mahkemelerce verilen hükmün bir başka
yargı mercii tarafından denetlenmesini talep etme hakkını Anayasa’nın 36.
maddesinde düzenlenen hak arama hürriyeti kapsamında güvenceye kavuşturduğu
görülmektedir.
11. Diğer taraftan yargılamanın konusu ceza
mahkûmiyeti olduğunda mahkeme kararlarının denetlenmesi ihtiyacı daha da önem
kazanmaktadır. Nitekim uluslararası sözleşmelerde de hükmün denetlenmesinin bir
hak olarak tanındığı görülmektedir. Türkiye’nin de taraf olduğu Sözleşme’ye ek 7 No.lu Protokol’ün 2. maddesinin (1)
numaralı fıkrasının birinci cümlesinde 'Mahkeme tarafından ceza gerektiren bir
suç nedeniyle mahkûm edilen herkes, mahkûmiyetinin veya hükmolunan cezanın
yüksek bir mahkeme tarafından yeniden incelenmesini sağlama hakkına sahiptir'
denilmek suretiyle ceza mahkemesince verilen mahkûmiyet ve cezaların
denetlenmesini talep hakkı güvenceye bağlanmıştır. Yine Türkiye’nin taraf
olduğu Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’nin 14. maddesinin (5)
numaralı fıkrasında da 'Bir suçtan hüküm giyen herkes, mahkumiyet
ve cezanın yasalara uygun olarak daha yüksek bir yargı organınca yeniden incelenmesi
hakkına sahip olacaktır' biçiminde benzer bir kurala yer verilmiştir.
12. Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen hak
arama hürriyeti kapsamındaki hükmün denetlenmesini talep etme hakkı, kişinin
aleyhine verilen bir hükmün başka bir yargı mercii tarafından gözden
geçirilmesini ve denetlenmesini isteyebilmesini teminat altına
almaktadır."
41. Anayasa Mahkemesi hükmün
denetlenmesini talep etme hakkının Anayasa'nın 36. maddesinde
düzenlenen hak arama hürriyeti ile güvence altına alındığını ifade ettiği bu
kararında, ayrıca Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) ülkemizin de
taraf olduğu ek 7 No.lu Protokol’ünün 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının
birinci cümlesiyle ceza mahkemesince verilen mahkûmiyet ve cezaların
denetlenmesini talep hakkının güvenceye bağlandığını ve yine ülkemizin taraf
olduğu Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’nin 14. maddesinin (5)
numaralı fıkrasında da “Bir suçtan hüküm
giyen herkes, mahkumiyet ve cezanın yasalara uygun olarak daha yüksek bir yargı
organınca yeniden incelenmesi hakkına sahip olacaktır.” biçiminde
benzer bir kurala yer verildiğini hatırlatmıştır. Bununla birlikte Anayasa
Mahkemesi yargılamanın konusu ceza mahkûmiyeti olduğunda mahkeme kararlarının
denetlenmesi ihtiyacının daha da önem kazandığını, hükmün denetlenmesini talep
etme hakkının ceza hukuku alanındaki kapsam ve sınırıyla diğer alanlardaki
kapsam ve sınırının aynı olmayacağını,bu yönüyle
anılan hakkın bireyin temel hak ve özgürlüklerine daha ağır müdahalelerin söz
konusu olduğu ceza hukuku alanında daha geniş bir uygulama alanı bulurken diğer
alanlarda daha esnek uygulanabileceğini de vurgulamıştır (AYM, E.2018/71,
K.2018/118, 27/12/2018, §§ 11,14,18). Bir başka ifadeyle Anayasa Mahkemesi
medeni hak ve yükümlülüklerin söz konusu olduğu hukuk yargısı ile idari yargı
alanında hükmün denetlenmesini talep etme hakkının ceza hukuku alanındaki anlam
ve kapsamından ayrı değerlendirilebileceğini, uygulamanın farklılaşabileceğini
ifade etmiştir.
42. Diğer taraftan Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel
başvurunun esasının incelenebilmesi için kamu gücü tarafından ihlal edildiği
iddia edilen hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra
Sözleşme'nin ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerin kapsamına da girmesi
gerekir. Bir başka ifadeyle Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında
kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna
karar verilmesi mümkün değildir (Onurhan Solmaz, B.
No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).
43. Hükmün denetlenmesini talep etme hakkı Anayasa'da yukarıda
aktarılan hususlar çerçevesinde (bkz. §§ 31, 32) güvence altına alınmış olmakla
birlikte Sözleşme ve ülkemizin taraf olduğu ek protokoller, medeni hak
yükümlülüklere ilişkin yargılama süreçleri (hukuk yargısı ile idari yargı
alanı) yönünden söz konusu hakka dair bir güvence içermemektedir. Dolayısıyla
medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıklar yönünden hükmün
denetlenmesini talep etme hakkı Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma alanının
dışında kalmaktadır. Bu bağlamda anılan hakka dair bir ihlal iddiasının
incelenebilmesi için yargılamanın ceza hukuku alanına ilişkin bulunması
şarttır.
44. Bu noktada üzerinde durulması gereken bir diğer husus ceza
hukukunun çekirdek alanına müteallik olmamakla birlikte Anayasa'nın 36. ve 38.
maddeleri ile Sözleşme'nin 6. ve 7. maddeleri kapsamında suç ve cezalara
ilişkin güvenceler dâhilinde olduğu kabul edilen yaptırımlara/işlemlere dair
yargılama süreçleridir. Bir yaptırımın veya hukuki bir tasarrufun/işlemin hangi
koşullarla suç isnadı niteliğinde sayılıp suç ve cezalara ilişkin güvenceler
kapsamında değerlendirilebileceği Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ve
Anayasa Mahkemesi kararlarında açıkça ifade edilmiştir (Engel ve diğerleri/Hollanda [GK], B. No:
5100/71, 5101/71, 5102/71, 5354/72, 5370/72, 8/6/1976 ; Benham/Birleşik Krallık [BD], B. No: 19380/92, 10/6/1996; Anayasa
Mahkemesi kararları için bkz. D.M.Ç,
B. No: 2014/16941, 24/1/2018; B.Y.Ç.,
B. No: 2013/4554, 15/12/2015; Selçuk Özbölük, B. No:2015/7206, 14/11/2018). Anılan
kararlarda yer verilen ilkeler bağlamında bir suç isnadının değerlendirilmesine
ilişkin yargılama olarak kabul edilen idari yargı veya hukuk yargısına ait
uyuşmazlıklara yönelik ileri sürülen suçların ve cezaların kanuniliği ilkesinin
ihlali gibi iddialar ceza yargılamasına ilişkin güvenceler bağlamında
değerlendirmeye alınabilmektedir. Bu perspektiften konu ele alındığında ceza
hukukunun çekirdek alanında bulunmamakla birlikte bir suç isnadı içerdiği kabul
edilen uyuşmazlıklara yönelik olarak ileri sürülen hükmün denetlenmesini talep etme hakkının da suç ve cezalara ilişkin Anayasa ve Sözleşme'de yer alan güvencelerin sağlanması bağlamında
ortak koruma alanı içinde kaldığını söylemek mümkündür.
45. Somut bireysel başvuruya konu yargılama sürecinin suç ve
cezalara ilişkin güvenceler kapsamında değerlendirilebilecek şekilde ceza
yargılamasına veya bir suç isnadına ilişkin bulunmadığı açıktır.
46. Bu hâle göre başvuru dilekçesinde ifade edilen AYİM kararına
yönelik hükmün denetlenmesini talep etme hakkı Anayasa ve Sözleşme’nin,
Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerin ortak koruma alanı kapsamı dışında
kaldığından bu hakka ilişkin ihlal iddiasının incelenmesi Anayasa Mahkemesinin
konu bakımından yetkisi dışında bulunmaktadır.
47. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul
edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin konu bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Masumiyet karinesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Silahların eşitliği ilkesinin ihlal edildiğine ilişkin
iddianın başvuru yollarının tüketilmemiş
olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Eşitlik ilkesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın konu bakımından yetkisizlik nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
4. Hükmün denetlenmesini talep etme hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın konu bakımından yetkisizlik
nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA
22/1/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.