TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
BESİ ASLAN VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2015/7382)
Karar Tarihi: 21/2/2019
Başkan
:
Engin YILDIRIM
Üyeler
Recep KÖMÜRCÜ
M. Emin KUZ
Rıdvan GÜLEÇ
Yıldız SEFERİNOĞLU
Raportör Yrd.
Halil İbrahim DURSUN
Başvurucular
1. Besi ASLAN
2. Sürme ÇİFTÇİ
3. Zehra ASLAN
4. Kumri ASLAN
5. Şahin ASLAN
6. Şuayip ASLAN
7. Zahide ASLAN
8. Seyfi GÖREN
Vekili
Av. Rojbin TUĞAN KALKAN
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, açık arazide bulunan mühimmatın patlaması sonucu meydana gelen ölüm ve yaralanma olayı nedeniyle yaşam hakkının; bu olaya ilişkin olarak açılan tam yargı davalarının uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. 2015/7382 numaralı bireysel başvuru 9/4/2015 tarihinde, 2015/9428 numaralı bireysel başvuru 29/5/2015 tarihinde, 2015/18038 numaralı bireysel başvuru ise 16/11/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. 2015/9428 numaralı başvuru dosyasının konu ve kişi yönünden, 2015/18038 numaralı bireysel başvuru dosyasının ise konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2015/7382 numaralı başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2015/7382 numaralı başvuru dosyası üzerinden yapılmasına ve 2015/9428 numaralı başvuru dosyası ile 2015/18038 numaralı bireysel başvuru dosyasının kapatılmasına karar verilmiştir.
5. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
6. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu dava ve soruşturma dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:
9. İlk başvurucunun oğlu, ikinci başvurucunun kardeşi, üçüncü başvurucunun eşi ve Seyfi Gören hariç diğer başvurucuların babası olan 1980 doğumlu B.A. 5/10/2004 tarihinde saat 18.30 sıralarında Şemdinli ilçesi Gelişen köyü Serhatkale Kampında ağır ateşli silah mermisi patlaması sonucu yaşamını yitirmiştir. Olay Yeri Tespit Tutanağına göre bu patlamada B.A.nın annesi A.A. (başvuru formunda B.A.nın annesinin başvurucu Besi Aslan olduğu, Besi Aslan'ın Olay Yeri Tespit Tutanağına sehven A.A. olarak yazıldığı ifade edilmiştir) ve B.A.nın kızı başvurucu Zahide Aslan yaralanmıştır. Olay Yeri Tespit Tutanağına göre aynı patlamada ayrıca olay yerine yakın bir yerde bulunan S.D. ve H.Y. adlı kişiler kendilerine isabet eden şarapnel parçalarının etkisiyle yaşamını yitirmiş, başvurucu Seyfi Gören ise yaralanmıştır.
10. Bu olay A.T. adlı kişi tarafından saat 19.00 sıralarında Şemdinli İlçe Jandarma Komutanlığına bildirilmiştir. Güvenlik sebebiyle olay yerine gece intikal edemeyen Şemdinli İlçe Jandarma Komutanlığı yetkilileri sabah saat 07.30'da olay yerine varmış ve olay yerinde çeşitli incelemelerde bulunmuşlardır.
11. Yapılan incelemeler sonucunda hazırlanan krokiye göre olay, B.A. adlı kişinin evi ile N.Ç. adlı kişinin evinin arasında meydana gelmiştir.
12. Olay yeri incelemesi sonucunda hazırlanan 6/10/2004 tarihli Olay Yeri Tespit Tutanağında; olay yerinde cinsi ve menşei tespit edilemeyen metal şarapnel parçalarının bulunduğu, patlayan mühimmatın 30 cm derinliğinde ve 15 cm genişliğinde bir çukur açtığı, metal şarapnel parçalarının çoğunun bu çukurun içinde bulunduğu ifade edilmiştir. Olay Yeri Tespit Tutanağında ayrıca olay yerindeki vatandaşlara patlamayla ilgili bilgilerinin olup olmadığının sorulduğu, vatandaşların ise B.A.nın arazide bulduğu mühimmatı evinin bahçesine getirip Hacıbey Çayı'nda balık avlamak amacıyla mühimmatın içindeki barutu demir testere ile almaya çalıştığı sırada patlamanın meydana geldiğini ifade ettikleri belirtilmiştir. Olay Yeri Tespit Tutanağında son olarak annesinin uyarılarına rağmen B.A.nın mühimmatla uğraşmaya devam ettiğinin tespit edildiği ifade edilmiştir.
13. Şemdinli İlçe Jandarma Komutanlığı yetkilileri 6/10/2004 tarihinde birçok kişinin ifadesini almıştır. Bu kapsamda ifadesi alınan Z.S. özetle olay anında Serhatkale Kampında olduğunu, olay günü saat 19.00 sıralarında büyük bir patlama sesi duyması üzerine on dakika kadar sonra olay yerine gittiğini, olay yerinde büyük bir kalabalık gördüğünü, kalabalığa olayı sorduğunda B.A.nın bulduğu bir mühimmatı eve getirip daha sonra bu mühimmatı demir testere ile kesmeye çalıştığı sırada patlamanın meydana geldiği ve üç kişinin öldüğü, üç kişinin ise yaralandığı cevabını aldığını belirtmiştir. Aynı gün tanık olarak dinlenen diğer kişiler de olay yerine patlama sesini duyduktan sonra gittiklerini ifade etmişlerdir.
14. Şemdinli Cumhuriyet Savcısının hazır bulunmasıyla yapılan ölü muayene işleminde kimlik tanığı sıfatıyla ifadesi alınan N.D. özetle Serhatkale mezrasının terör olaylarının yoğun olarak yaşandığı bir bölge olduğunu, bu nedenle geçmişte ağır silahlarla atılmış, patlamamış mermilere zaman zaman rastlandığını, bu olayın da daha önceden patlamamış bir merminin patlaması sonucu meydana geldiğini değerlendirdiğini, ancak bu mermiyi kimin bulup getirdiği konusunda bilgi sahibi olmadığını belirtmiştir.
15. Şemdinli Cumhuriyet Başsavcılığının talimatı doğrultusunda kolluk görevlileri tarafından B.A.nın eşi başvurucu Zehra Aslan'ın ifadesi alınmıştır. Zehra Aslan 4/11/2004 tarihli ifadesinde özetle olay günü saat 19.00 sıralarında eşiyle birlikte evlerinin bahçesinde oturduklarını, balkondan kalkıp eve girdiği sırada bir patlama sesi duyduğunu, koşarak dışarı çıktığında eşinin ölmüş olduğunu gördüğünü belirtmiştir. Zehra Aslan patlayan şeyin ne olduğunu bilmediğini, evlerinin bulunduğu yer daha önceden yol olarak kullanıldığından terör zamanından kalma bir mayının patlamış olabileceğini düşündüğünü ifade etmiştir. Zehra Aslan ayrıca patlamanın olduğu yerin toprağını dam toprağı olarak evin üstüne çıkardıklarından yolun altında kalan patlayıcı bir maddeyi yüzeye yaklaştırmış olabileceklerini belirtmiş; ayrıca evlerini 1997 yılında yaptıklarını ve kimseden şikâyetçi olmadığını ifade etmiştir.
16. Olay hakkında yürütülen soruşturma kapsamında patlamada yaralanan kişilerin ifadeleri de alınmıştır. Başvurucu Besi Aslan 4/11/2004 tarihli ifadesinde özetle oğlu B.A. ile aynı evde ikamet ettiğini, olay günü saat 19.00 sıralarında evlerinin önünde bir patlamanın meydana geldiğini, kendisinin de bu patlamada yaralandığını, olay esnasında oğlu B.A.nın evin bahçesinde olduğunu, oğlunun elinde bu sırada herhangi bir şey olmadığını belirtmiştir. Besi Aslan ayrıca evlerinin bulunduğu yerin daha önceden yol olduğunu ve 1995 yılında evlerinin hemen altında bir mayın patladığını ifade etmiştir. Besi Aslan son olarak kimseyle husumetlerinin bulunmadığını ve kimseden şikâyetçi olmadığını belirtmiştir. Olayda yaralanan başvurucu Seyfi Gören ise 4/11/2004 tarihli ifadesinde özetle olay günü saat 19.00 sıralarında evine doğru giderken H.Y. ve S.D. adlı çocukları B.A.nın evinin bahçesinden çıkarken gördüğünü, bu sırada B.A.nın evinin önünde bulunan büyük ağacın önünde olduğunu, bu esnada bir patlamanın meydana geldiğini, sonrasını hatırlamadığını belirtmiştir. Seyfi Gören ifadesinde kimseden şikâyetçi olmadığını ifade etmiştir.
17. Şemdinli Cumhuriyet Başsavcılığı 27/12/2004 tarihinde olay hakkında yapılan tüm araştırmaları dikkate alarak B.A.nın boş arazide bulmuş olduğu ağır ateşli silah mermisini açmaya çalıştığı sırada patlamanın meydana geldiği, B.A.nın tedbirsizlik ve dikkatsizlikle ölüme ve yaralamaya neden olduğu kanaatine ulaşmış, ancak aynı olayda kişinin kendisinin de yaşamını yitirmesi nedeniyle takibata yer olmadığına karar vermiştir.
18. Başvurucular; söz konusu patlamanın çatışma artığı olan patlayıcı nitelikteki bir cisimden kaynaklandığını, patlamanın bizzat devlet tarafından Köykent Projesi kapsamında oluşturulan bir kampta meydana geldiğini, devletin somut olayda hizmet kusurunun bulunduğunu belirterek 29/9/2005 tarihinde İçişleri Bakanlığına müracaat etmiş ve bu olay nedeniyle ortaya çıkan zararlarının tazmin edilmesi talebinde bulunmuşlardır.
19. Başvurucular, taleplerinin zımni olarak reddedilmesi üzerine Van İdare Mahkemesinde dava açmışlardır. B.A.nın anne ve babası ayrı, eşi ve çocukları ise ayrı dava açmıştır. Anne ve babanın açtığı dava Van İdare Mahkemesinin 2006/2159 Esas sayılı dava dosyasına kaydedilirken eşi ve çocuklarının açtığı dava Van İdare Mahkemesinin 2006/2158 Esas sayılı dava dosyasına kaydedilmiş ve bu dosyalar üzerinden ayrı ayrı yargılamalar yapılmıştır. Başvurucu Seyfi Gören'in açtığı dava ise Van İdare Mahkemesinin 2006/308 Esas sayılı dava dosyasına kaydedilmiş ve yargılama bu dosya üzerinden yürütülmüştür.
20. Başvurucular dava dilekçelerinde özetle, yoğunlaşan terör saldırıları nedeniyle beş sınır köyünün Serhatkale Kampı olarak adlandırılan yere taşınmasına karar verildiğini, kendilerinin de bu kapsamda daha güvenli olduğu gerekçesiyle Serhatkale Kampına yerleştirildiklerini, patlamanın böyle bir yerde meydana geldiğini belirtmişlerdir. Başvurucular; olayda gerekli tedbirleri almayan idarenin hizmet kusurunun bulunduğunu, öte yandan idarenin hukuki sorumluluğunun sadece hizmet kusuruna dayanmadığını, kusur şartı aranmadan da idarenin sorumlu tutulabileceğini ifade etmişlerdir. Başvurucular ayrıca devletin bu gibi olaylar hakkında köydeki kişileri bilgilendirme ve eğitme yükümlülüğünün bulunduğunu ancak devletin bu yükümlülüğünü yerine getirmediğini iddia etmişlerdir.
21. Van İdare Mahkemesi 31/12/2007 tarihinde verdiği kararlarla başvurucuların davalarını reddetmiştir. Van İdare Mahkemesi, öncelikle bir olayda idarenin meydana gelen zarardan sorumlu tutulabilmesi için zarar ile idari eylem arasında illiyet bağının bulunması ve bu illiyet bağının zarar görenin veya üçüncü kişinin kusuru ile ortadan kaldırılmamış olması gerektiğini belirtmiştir. Van İdare Mahkemesi somut olayın koşullarını, tanık ifadelerini, jandarma tutanaklarını ve Şemdinli Cumhuriyet Başsavcılığı kararını dikkate alarak başvurucuların davalarının reddine karar vermiştir. Van İdare Mahkemesi, bir mermi bularak evinin bahçesine getiren ve bu mühimmatı demir testereyle kesmek isterken patlamaya sebep olan B.A.nın söz konusu eyleminin zarar ile idari eylem arasındaki illiyet bağını kestiği sonucuna ulaşmıştır. Van İdare Mahkemesi, B.A.nın kusurlu eylemi sonucunda meydana gelen zararın davalı idare tarafından tazmin edilmesine hukuken imkân bulunmadığını belirtmiştir.
22. Başvurucular, anılan kararları temyiz etmişlerdir. Başvurucular, temyiz dilekçelerinde özetle olayın B.A.nın bahçe kazısı yapmakta iken meydana geldiğini, idarenin ajanlarınca tanzim edilen tutanakların objektif, gerçeğe uygun ve tartışılmaz olduğunu söylemenin mümkün olmadığını, bu tutanakların taraflı olduğunu, tanıkların beyanlarının hiçbirinin görgüye dayalı bir bilgi içermediğini ifade etmişlerdir. Başvurucular ayrıca dava dilekçelerinde belirttikleri hususları yinelemişlerdir.
23. Danıştay Onuncu Dairesi 28/3/2013 tarihinde B.A.nın eşi ve çocukları tarafından açılan davada verilen kararı, 27/1/2014 tarihinde ise anne ve baba tarafından açılan davada verilen kararı onamıştır.
24. Danıştay Onuncu Dairesi 15/12/2014 tarihinde B.A.nın anne ve babasının karar düzeltme talebinin, 16/2/2015 tarihinde ise B.A.nın eşi ve çocuklarının karar düzeltme talebinin reddine karar vermiştir.
25. Bireysel başvuru formunda, Danıştay Onuncu Dairesinin 15/12/2014 tarihli kararının tebliğ veya öğrenme tarihi 9/3/2015 olarak belirtilmiştir. Bu kararın tebliğ edilmesi/öğrenilmesi üzerine 2015/7382 numaralı bireysel başvuru yapılmıştır. Danıştay Onuncu Dairesinin 16/2/2015 tarihli kararı 29/4/2015 tarihinde tebliğ edilmiş, bunun üzerine 2015/9428 numaralı bireysel başvuru yapılmıştır.
26. Başvurucu Seyfi Gören'in temyiz talebi ise Danıştay Onuncu Dairesinin 25/6/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Bu karar 16/10/2015 tarihinde tebliğ edilmiş, bunun üzerine 2015/18038 numaralı bireysel başvuru yapılmıştır.
IV. İLGİLİ HUKUK
27. İlgili hukuk için bkz. Cemal Kılıç, B. No: 2014/8722, 11/6/2018, §§ 23-30.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
28. Mahkemenin 21/2/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Van İdare Mahkemesinin 2006/2159 Esas Sayılı Dava Dosyasına İlişkin Şikâyetler Yönünden
29. Bireysel başvurunun ön şartlarından biri de otuz günlük süre kuralıdır. Başvurunun her aşamasında sürenin dikkate alınması gerekir (Deniz Baykal, B. No: 2013/7521, 4/12/2013, § 32).
30. Bireysel başvurunun süre koşuluna bağlanmasıyla başvuruculara bireysel başvuruda bulunmak için imkân tanımanın yanında hukuki belirlilik de sağlanmaktadır. Dolayısıyla dava açma ya da kanun yollarına başvuru için belli sürelerin öngörülmesi -bu süreler dava açmayı imkânsız kılacak ölçüde kısa olmadıkça- hukuki belirlilik ilkesinin bir gereğidir ve mahkemeye erişim hakkına aykırı değildir (Remzi Durmaz, B. No: 2013/1718, 2/10/2013, § 27).
31. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 47. maddesinin (5) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) 64. maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca bireysel başvuruların başvuru yollarının tüketildiği tarihten, başvuru yolu öngörülmemiş ise ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılması gerekmektedir. Anılan düzenlemelerde başvuru yolu öngörülen durumlarda bireysel başvuru süresinin başlangıcına ilişkin olarak başvuru yollarının tüketildiği tarihten söz edilmekte ise de haberdar olunmayan bir hususta başvuru yapılamayacağı dikkate alınarak bu ibarenin nihai kararın gerekçesinin öğrenildiği tarih olarak anlaşılması gerekir (A.C. ve diğerleri [GK], B. No: 2013/1827,25/2/2016, § 25).
32. Bireysel başvuru süresi bakımından nihai kararın gerekçesinin tebliği öğrenme şekillerinden biridir (Mehmet Ali Kurtuldu, B. No: 2013/5504, 28/5/2014, § 27). Ancak öğrenme, gerekçeli kararın tebliği ile sınırlı olarak gerçekleşmez; başka şekillerde de öğrenme söz konusu olabilir. Başvurucuların nihai kararın gerekçesini öğrendiklerini beyan ettikleri tarih de bireysel başvuru süresinin başlangıcı olarak ele alınabilir (İlyas Türedi, B. No: 2013/1267, 13/6/2013, §§ 21, 22).
33. Somut olayda başvurucular tarafından doldurulan, imzalanan ve Anayasa Mahkemesine sunulan bireysel başvuru formunda Danıştay Onuncu Dairesince verilen karar düzeltme talebinin reddine ilişkin nihai kararın öğrenilme tarihi 9/3/2015 olarak belirtilmiştir.
34. Başvurucuların 9/3/2015 tarihinde öğrendikleri nihai karara karşı bireysel başvuru için öngörülen otuz günlük süreden sonra 9/4/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulundukları anlaşıldığından başvuruda süre aşımı olduğu sonucuna varılmıştır.
35. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin süre aşımı nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Van İdare Mahkemesinin 2006/308 ve 2006/2158 Esas Sayılı Dava Dosyalarına İlişkin Şikâyetler Yönünden
36. Van İdare Mahkemesinin 2006/308 ve 2006/2158 esas sayılı dava dosyalarında verilen kararların kesinleşmesi üzerine yapılan başvuruların başvurucuları, Seyfi Gören ile B.A.nın eşi ve çocuklarıdır (Zehra Aslan, Kumri Aslan, Şahin Aslan, Şuayip Aslan ve Zahide Aslan). Başvurucular anılan olay nedeniyle anayasal haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler, ayrıca adli yardım talebinde bulunmuşlardır.
1. Adli Yardım Talebi Yönünden
37. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Şerif Ay (B. No: 2012/1181, 17/9/2013) kararında belirtilen ilkeler dikkate alınarak, geçimlerini önemli ölçüde zor duruma düşürmeksizin yargılama giderlerini ödeme gücünden yoksun oldukları anlaşılan başvurucuların açıkça dayanaktan yoksun olmayan adli yardım talebinin kabulüne karar verilmesi gerekir.
2. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Yaşam Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
i. Başvurucuların İddiaları
38. Başvurucular; yaşadıkları köyde terör saldırılarının sıkça yaşanması üzerine daha güvenli olduğu gerekçesiyle Serhatkale Kampına yerleştirildiklerini ancak B.A.nın bahçede kazı yaparken nedeni ve nasıl olduğu hâlen anlaşılamayan bir patlama sonucu yaşamını yitirdiğini, aynı patlamada B.A.nın annesi başvurucu Besi Aslan ile kızı başvurucu Zahide Aslan'ın yaralandığını, olayda ayrıca başvurucu Seyfi Gören'in de ağır şekilde yaralandığını belirtmişlerdir. Başvurucular, olayın olduğu gün hiçbir yetkilinin olay yerine gelmediğini, Olay Yeri Tespit Tutanağının bile olayın üzerinden yirmi dört saatten fazla bir süre geçtikten sonra tanzim edildiğini, ifadelerin sıcağı sıcağına değil olaydan sonra ve olay yerinde olunmaksızın alındığını, bu sebeple ifadelerin ve tespit tutanaklarının gerçekliğinin tartışılır hâle geldiğini, ceza soruşturması dosyasının 2004 yılında verilen takipsizlik kararı ile kapatıldığını, bu dosyanın akıbetinden hiçbir biçimde haberdar edilmediklerini iddia etmişlerdir. Başvurucular, olayın meydana geldiği coğrafyada mayın ve/veya patlamamış çatışma atığı olarak tabir edilen cisimlerin oldukça fazla olduğunun bilinen bir gerçek olduğunu, mayın ve çatışma atıklarının temizlenmemesi ve bu konuda bölge halkına yeterli bir bilgilendirme yapılmaması sonucunda söz konusu olayın meydana geldiğini, oysa devletin yaşam hakkını korumak için gerekli ve etkili tüm tedbirleri almakla yükümlü olduğunu, ancak somut olayda bunun yerine getirilmediğini belirtmişlerdir. Başvurucular olay hakkında etkili bir soruşturmanın da yürütülmediğini iddia etmişlerdir. Başvurucular; devletin somut olayda kusurlu olduğu açık olmasına rağmen açtıkları tam yargı davalarının reddedildiğini, derece mahkemelerinin etkili bir şekilde yürütülmeyen ceza soruşturmasına dayanarak karar vermesinin hakkaniyete aykırı bir sonuç doğurduğunu, Danıştay kararlarının gerekçesiz olduğunu belirtmişlerdir. Başvurucular bu nedenlerle yaşam hakkının, eğitim hakkının, adil yargılanma hakkının ve etkili başvuru hakkının; başvuruculardan Seyfi Gören ayrıca yeterli bir tedaviden yararlanamadığını, henüz iyileşemediğini belirterek işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
ii. Değerlendirme
39. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvuru formu ve ekleri bir bütün olarak incelendiğinde başvurucuların temel olarak yaşam hakkının korunması için gerekli olan tedbirlerin alınmamasından ve olayla ilgili olarak etkili bir yargısal korumadan yararlanamadıklarından şikâyet ettikleri anlaşılmıştır. Bu nedenle başvurucuların bu başlık altındaki tüm iddialarının Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
40. Bir olayda yaşam hakkına ilişkin ilkelerin uygulanabilmesi için gerekli şartlardan biri, doğal olmayan bir ölümün gerçekleşmesi olmakla birlikte bazı durumlarda ölüm gerçekleşmese dahi olayın yaşam hakkı çerçevesinde incelenebilmesi mümkündür (Mehmet Karadağ, B. No: 2013/2030, 26/6/2014, § 20). Somut olayda meydana gelen patlama sonucunda bazı başvurucular yaralanmış, bazı başvurucuların ise yakınları yaşamını yitirmiştir. Patlamanın öldürücü nitelik taşıdığı dikkate alındığında başvurunun yaşam hakkı çerçevesinde incelenmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
41. Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddî ve manevî varlığı” kenar başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir."
42. Anayasa'nın “Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Devletin temel amaç ve görevleri, …Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”
(1) Genel İlkeler
43. Anayasa'nın 17. maddesinde düzenlenen yaşam hakkı, Anayasa'nın 5. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde devlete pozitif ve negatif ödevler yükler (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 50).
44. Bu pozitif yükümlülükler kapsamında devletin yetki alanında bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını kamu görevlilerinin diğer bireylerin ve hatta kişinin kendi eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma ödevi vardır. Devlet, öncelikle yaşam hakkına yönelen tehdit ve risklere karşı caydırıcı ve koruyucu yasal düzenlemeler yapmalı; bununla da yetinmeyerek gerekli idari tedbirleri almalıdır. Bu ödev ayrıca bireyin yaşamını her türlü tehlike, tehdit ve şiddetten koruma yükümlülüğünü de içerir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri,§ 51).
45. Devletin sorumluluğunu gerektirebilecek şartlar altında can kaybının gerçekleştiği durumlarda kamu makamlarının Anayasa'nın 17. maddesi gereğince öncelikle yetkileri dâhilinde tüm imkânları kullanarak yaşam hakkına yönelen tehdit ve risklere karşı etkili yasal ve idari tedbirleri oluşturmaları gerektiği ifade edilmelidir. Bu kapsamda anılan yasal ve idari tedbirler, yaşam hakkına yönelik ihlalleri durdurmayı ve gerektiğinde faillerin cezalandırılmasını sağlayacak nitelikte olmalıdır. Bu yükümlülük, yaşam hakkının tehlikeye girebileceği her durum bakımından geçerlidir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 52).
46. Öte yandan yaşam hakkının gerektirdiği pozitif yükümlülüklerin yerine getirilmesi kapsamında alınacak tedbirlerin belirlenmesi, idari ve yargısal makamların takdirinde olan bir husustur. Hak ve özgürlüklerin güvence altına alınması adına pek çok yöntem benimsenebilir ve mevzuatta düzenlenmiş herhangi bir tedbirin yerine getirilmesinde başarısız olunsa bile pozitif yükümlülükler diğer bir tedbir ile yerine getirilebilir (Bilal Turan ve diğerleri (2),B. No: 2013/2075, 4/12/2013, § 59).
47. Bir kişinin yaşamına yönelik gerçek ve yakın bir tehlikenin bulunduğunun kamu makamlarınca bilindiği ya da bilinmesi gereken durumlarda kamu makamlarının makul ölçüler çerçevesinde ve bu tehlikenin gerçekleşmesini önleyebilecek şekilde önlem alması gerekir. Ancak özellikle insan davranışlarının öngörülemezliği, öncelikler ve kaynaklar değerlendirilerek yapılacak işlem veya yürütülecek faaliyet tercihi dikkate alındığında pozitif yükümlülük kamu makamları üzerinde aşırı yük oluşturacak şekilde yorumlanamaz (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri,§ 53).
48. Öte yandan devletin yaşamı korumaya ilişkin yükümlülüğü, tehlikeye karşı aşırı tedbirsiz davranan kişiler bakımından da sınırsız bir şekilde söz konusu olamaz. Ayrıca bu yükümlülük her durumda ve koşulda tehlikeye karşı mutlak bir güvenlik sağlamayı da garanti etmez. Bununla birlikte kamusal makamların gerekli güvenlik tedbirlerini almaları gerekirken almamaları hâlinde özellikle korunmaya özel muhtaç kişilerin bu tedbirsizliğinin anılan makamların sorumluluklarını tamamen ortadan kaldırmayacağını da belirtmek gerekir (Hüseyin Münüklü, B. No: 2014/5973, 13/9/2017, § 67).
(2) İlkelerin Olaya Uygulanması
49. Somut olayda başvurucular, söz konusu patlama nedeniyle uğramış oldukları maddi ve manevi zararların tazmini istemiyle açtıkları tam yargı davalarının reddedilmesinden sonra yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasıyla bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Başvurucular bireysel başvuru formunda, ceza soruşturmasındaki birtakım eksikliklerden bahsetmiş iseler de 2004 yılında verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair karara itiraz etmemişlerdir. Başvurucular, ceza soruşturması ile ilgili olarak Anayasa Mahkemesi önünde dile getirdikleri eksikleri anılan dönemde ceza soruşturması aşamasında ileri sürmemiş ve yetkili makamlardan bu eksikliklerin giderilmesi talebinde bulunmamışlardır. Bu durumda, başvurucuların iddialarının olay hakkında açılan tam yargı davaları dikkate alınarak incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir. Nitekim Anayasa Mahkemesinin genel yaklaşımına göre (Kadri Ceyhan [GK], B. No: 2014/1924, 17/5/2018) olayın gerçekleşme koşullarının aydınlatılmasına ve kamu makamlarının sorumluluklarının belirlenmesine imkân tanıyan bir ceza soruşturmasının varlığı hâlinde kastın ve/veya ağır kusurun varlığına işaret etmeyen bu tür olaylarda tüketilmesi gereken uygun başvuru yolu tazminat yoludur. Somut olayda, ceza soruşturmasının olayın gerçekleşme koşullarını aydınlatabilecek ölçüde yürütülüp yürütülmediği meselesi ise tam yargı davaları sonucunda verilen kararlar da dikkate alınarak değerlendirilecektir.
50. Bu noktada öncelikle askerî faaliyetlerin kişilerin yaşamı ile vücut bütünlüğü bakımından birtakım riskler içermesi sebebiyle tehlikeli bir faaliyet olduğu belirtilmelidir. Bu durumda devletin yaşamı koruma yükümlülüğü kapsamında, anılan hizmetin yerine getirilmesinde kişilerin yaşamı ile vücut bütünlüğünün korunması için gerekli güvenlik tedbirlerinin alınması, ölüm ve yaralanma olaylarının önüne geçmek için makul ölçüler çerçevesinde gerekenlerin yapılması bir zorunluluktur (Cemal Kılıç, § 48)
51. Bununla birlikte Anayasa'nın 17. maddesi özellikle bir kişinin kendisini yüksek risk içeren bir tehlikeye açıkça maruz bırakması durumu başta olmak üzere yaşam hakkının söz konusu olduğu her durumda bireylere mutlak bir güvenlik sağlanmasını güvence altına aldığı şeklinde yorumlanamayacaktır (Cemal Kılıç, § 52).
52. Somut olayın koşulları bağlamında öncelikle B.A.nın kendisini ve üçüncü kişileri yüksek risk içeren bir tehlikeye açıkça maruz bırakması gibi bir durumun söz konusu olup olmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir.
53. Dolayısıyla öncelikle olayın meydana geliş şekline ilişkin bir değerlendirme yapılması gerekir. Başvurucular bu husus ile ilgili olarak B.A.nın bahçede kazı yaparken nedeni ve nasıl olduğu hâlen tam anlaşılamayan bir patlama sonucu yaşamını yitirdiğini, aynı olayda başka bazı kişilerin de hayatını kaybettiğini ve yaralandığını ileri sürmüşlerdir. Şemdinli Cumhuriyet Başsavcılığı ile derece mahkemeleri ise B.A.nın bir adet ağır ateşli silah mermisi bularak bunu evinin bahçesine getirdiği ve bulduğu bu mühimmatı demir testereyle kesmek isterken patlamaya neden olduğu kanaatine varmışlardır.
54. Ceza soruşturması sonucunda verilen karar, olay hakkında düzenlenen çeşitli tutanaklara ve tanık anlatımlarına dayandırılmıştır. Başvurucular ceza soruşturması kapsamında yapılan tespitlere ve ulaşılan sonuca anılan dönemde itiraz etmemişlerdir. Başvuruculardan -özen yükümlülükleri gereği- söz konusu soruşturma sürecini takip etmelerini ve olayın gelişimine ilişkin olarak yapılan değerlendirmelere itiraz etmelerini beklemek son derece makul görünmektedir. Ancak başvurucular, B.A.nın bir ağır silah mermisi bularak evinin bahçesine getirdiği ve bunu demir testereyle kesmek isterken patlamaya neden olduğu yönündeki Savcılık değerlendirmelerine anılan dönemde itiraz etmemişlerdir. Başvurucular, idare mahkemelerine sundukları temyiz dilekçelerinde patlamanın B.A.nın bahçede kazı yaptığı sırada meydana geldiğini iddia etmiş iseler de dava dilekçelerinde böyle bir kazıdan da bahsetmemişlerdir. Keza ceza soruşturması kapsamında alınan ifadelerde de B.A.nın olay anında bahçede kazı yaptığına ilişkin bir kayıt mevcut değildir. Bu durumda idare mahkemelerinin ceza soruşturmasındaki veriler doğrultusunda B.A.nın bir ağır silah mermisi bularak evinin bahçesine getirdiği ve bunu demir testereyle kesmek isterken patlamaya neden olduğu yönündeki değerlendirmelerinin başvuru formu ve eklerindeki delillerle açıkça çeliştiği söylenemez. Başka bir deyişle idare mahkemelerinin olayın gerçekleşme koşullarına ilişkin değerlendirmelerinin somut olayda elde edilen delillerle açıkça çelişecek biçimde keyfî olduğundan söz edilemez. Dolayısıyla idare mahkemelerinin olayın gelişimine ilişkin bu değerlendirmelerinden ayrılmayı gerektirecek ikna edici bir hususun somut olayda bulunmadığı kanaatine varılmıştır.
55. Olayın meydana geliş şekline ilişkin olarak yapılan bu değerlendirmelerden sonra idare mahkemelerinin B.A.nın eylemini hukuki olarak nasıl nitelendirdiğinin incelenmesine geçilebilir.
56. B.A., olay tarihinde yirmi dört yaşında olup anılan bölgede yaşamaktadır. Yaşı ile zihinsel durumu gibi faktörler dikkate alındığında tehlikeye karşı özel olarak korunmaya muhtaç olmayan, olaylara ilişkin ortalama değerlendirme yeteneğine sahip yetişkin bir insan olan B.A.dan olayın meydana gelmesine neden olan nesnenin patlayıcı madde olabileceğini değerlendirmesini ve sonucunda bu riskten kaçınmasını beklemek son derece makuldür.
57. Tüm bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde idare mahkemelerinin B.A.nın eyleminin zarar ile idari eylem arasındaki illiyet bağını kestiği, B.A.nın kusurlu eylemi sonucunda meydana gelen zararın idare tarafından tazmin edilmesine hukuken imkân bulunmadığı yönündeki değerlendirmelerinin somut olayın koşulları bağlamında makul olmadığının söylenemeyeceği kanaatine varılmıştır.
58. Kişilerin kendilerini yüksek risk içeren tehlikeye açıkça maruz bıraktıkları tüm durumlar dâhil olmak üzere her durumda ve koşulda devletin sorumluluğunun bulunduğunu kabul etmek, kamu makamları üzerinde aşırı yük meydana getiren bir yorum olacaktır.
59. Somut olayda son olarak başvuruculardan Seyfi Gören'in yeterli tedavi görmediği yönündeki iddiasına da değinmek gerekir. Başvuru formu ve ekleri bu kapsamda incelendiğinde söz konusu iddianın idare mahkemeleri önünde dile getirilmediği, dolayısıyla bu iddia yönünden bireysel başvuru kapsamında ayrıca bir inceleme yapmanın mümkün olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
60. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
61. Başvurucular 29/9/2005 tarihinde idari başvuru yapmak suretiyle başlattıkları adli sürecin 2015 yılına kadar devam ettiğini, bu durumun yargılamanın makul sürede bitirilmesi ilkesine açıkça aykırı olduğunu, bu nedenle Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
62. Ferat Yüksel (B. No: 2014/13828, 12/9/2018, § 26) kararında Anayasa Mahkemesi; yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı ya da yargı kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da hiç icra edilmediği iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce gerçekleştirilen bireysel başvurulara ilişkin olarak Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığına (Tazminat Komisyonu) başvuru imkânının getirilmesine ilişkin yolu, ulaşılabilir olma, başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesinin bulunup bulunmadığı yönlerinden inceleyerek etkililiğini tartışmıştır.
63. Ferat Yüksel kararında özetle anılan başvuru yolunun kişileri mali külfet altına sokmaması ve başvuruda kolaylık sağlaması nedenleriyle ulaşılabilir olduğu, düzenleniş şekli itibarıyla ihlal iddialarına makul bir başarı şansı sunma kapasitesinden mahrum olmadığı ve tazminat ödenmesine imkân tanıması ve/veya bu mümkün olmadığında başka türlü telafi olanakları sunması nedenleriyle potansiyel olarak yeterli giderim sağlama imkânına sahip olduğu hususunda değerlendirmelerde bulunulmuştur (Ferat Yüksel, §§ 27-34). Bu gerekçeler doğrultusunda Anayasa Mahkemesi, ilk bakışta ulaşılabilir olan ve ihlal iddialarıyla ilgili başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesi olduğu görülen Tazminat Komisyonuna başvuru yolu tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil niteliği ile bağdaşmayacağı sonucuna vararak başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermiştir (Ferat Yüksel, §§ 35, 36).
64. Mevcut başvurunun bu kısmı yönünden söz konusu karardan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.
65. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Van İdare Mahkemesinin 2006/2159 Esas sayılı dava dosyasına ilişkin ihlal iddialarının süre aşımı nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Yargılama giderlerinin başvurucular üzerinde BIRAKILMASINA,
B. Van İdare Mahkemesinin 2006/308 ve 2006/2158 Esas sayılı dava dosyalarına ilişkin ihlal iddiaları yönünden;
1. Adli yardım talebinin KABULÜNE,
2. Yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
4. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 339. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca tahsil edilmesi mağduriyetine neden olacağından başvurucuların yargılama giderlerini ödemekten TAMAMEN MUAF TUTULMASINA 21/2/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.