TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
ALYA DEMİR VE MEHMET DEMİR BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2015/7584)
Karar Tarihi: 7/2/2019
Başkan
:
Burhan ÜSTÜN
Üyeler
Serdar ÖZGÜLDÜR
Serruh KALELİ
Kadir ÖZKAYA
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
Raportör
Murat İlter DEVECİ
Başvurucular
1. Alya DEMİR
2. Mehmet DEMİR
Vekili
Av. Tugay BEK
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, güvenlik güçlerince gözaltına alındığı iddia edilen bir kişiden bir daha haber alınamaması ve bu olay hakkında başlatılan ceza soruşturmasının etkisiz yürütülmesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 24/4/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.
III. OLAYLAR VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerine,eksiklik bildirim yazısına karşı verilen cevap dilekçesinin ekindeki belgelere ve başvuruya konu soruşturmayı yürüten Kulp Cumhuriyet Başsavcılığından (Cumhuriyet Başsavcılığı) temin edilen soruşturma evrakına göre ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. İstanbul'da faaliyet gösteren bir dernek; bir grup insanın güvenlik güçlerince öldürüldüğüne veya zorla kaybedildiğine ilişkin iddiaları içeren, birçok mağdur ve maktul yakınınca imzalanan dilekçeleri üst bir dilekçeye ekleyerek 23/5/2003 tarihinde Bakanlığa göndermiştir. Üst dilekçe ekinde yer alan ve başvurucu Mehmet Demir tarafından 9/9/1999 tarihinde biri Türkiye'de faaliyet gösteren bir derneğin Adana şubesine, diğeri de uluslararası bir kuruluşa gönderilmek üzere yazılan iki dilekçe ile başvurucu Mehmet Demir'in oğlu C.D. tarafından doldurulan Faili Meçhul Cinayet ve Kayıp Tespit Formu'nda şu iddialar yer almıştır:
i. Başvurucu Mehmet Demir'in oğlu, diğer başvurucu Alya Demir'in ise eşi olan B.D., Muş'un Merkez ilçesi Kızılağaç beldesine bağlı Eğirmenç mezrasında yaşayan A. isimli bir kişinin evinde misafir iken Alya Demir ve müşterek bir çocukları ile birlikte 13/10/1993 tarihinde güvenlik güçlerince gözaltına alınmıştır.
ii. Alya Demir ile çocuğun ifadeleri alınıp ertesi gün serbest bırakılmışlardır.
iii. B.D., bir helikoptere bindirilerek bilinmeyen bir yere götürülmüş ve gözaltına alınmasından sonra kendisinden bir daha haber alınamamıştır.
iv. B.D.nin akıbetiyle ilgili olarak çeşitli devlet kurumlarına sözlü ve yazılı yapılan başvurular sonuçsuz kalmıştır.
9. Bakanlık söz konusu dilekçeleri İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı da Fatih Cumhuriyet Başsavcılığına iletmiştir. Fatih Cumhuriyet Başsavcılığı ise B.D.nin kaybolması ile ilgili soruşturma dosyasını 3/12/2003 tarihli yetkisizlik kararıyla Muş Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir.
10. Muş Cumhuriyet Başsavcılığı 21/1/2004 tarihinde istinabe yoluyla başvurucuların ifadelerini almıştır.
i. Başvurucu Alya Demir ifadesinde; bal almak amacıyla eşi B.D. ve bir çocuğu ile birlikte Muş'a bağlı Badinek köyüne, S. isimli bir kişinin yanına gittiklerini, burada S.nin kayınbabasının evinde kaldıklarını, Badinek köyünde bulunurlarken askerlerin köyde operasyon yaptıklarını, Adana'da tanışmalarına rağmen S.nin B.D.yi tanımadığını söylemesi üzerine eşi ve çocuğu ile birlikte bir helikopterin yanına kadar götürüldüklerini ve daha sonra B.D.nin askerlerce helikoptere bindirilerek bilmediği bir yere götürüldüğünü söylemiştir. Başvurucu Alya Demir 4/3/2004 tarihli ifadesinde de olayın geçtiği yerin Muş'a bağlı Badinek köyü olduğunu ifade etmiştir.
ii. İfadesinde başvurucu Alya Demir ile benzer yönde beyanda bulunan Başvurucu Mehmet Demir 1/3/2004 tarihinde alınan ifadesinde, olayın geçtiği yerin Muş'a bağlı Badinek köyü olduğunu söylemiştir.
11. Kolluk görevlilerince yapılan araştırmada Badinek'in Diyarbakır'ın Kulp ilçesi Alacak köyünün mezrası olduğu, 13/10/1993 tarihinde Eğirmenç köyünde herhangi bir operasyon yapılmadığı, Eğirmenç köyünde A.A. isimli bir kişinin bulunduğu ancak ifadesine göre A.A.nın B.D.yi tanımadığı, A.A.nın damadı olan kişinin S.T. olduğu ve bu kişinin Adana'da ikamet ettiği tespit edilmiştir.
12. Kolluk görevlileri 21/2/2004 tarihinde A.A.nın ve A.A.nın oğlu F.A. ile kardeşi İ.A.nın ifadelerini alıp geçici köy korucuları İ.G., C.K. ve Ab.A.nın beyanlarını tespit etmiştir. A.A. ve yakınları ifadelerinde, B.D.yi tanımadıklarını ve Eğirmenç köyünde 13/10/1993 tarihinde herhangi bir operasyon yapılmadığını söylemişlerdir. İfadeleri alınan geçici köy korucuları da anılan tarihte Eğirmenç köyünde herhangi bir operasyon olmadığını beyan etmiştir.
13. Muş Cumhuriyet Başsavcılığı, olayın Diyarbakır'ın Kulp ilçesi sınırlarında meydana geldiği gerekçesiyle 23/3/2004 tarihinde yetkisizlik kararı vermiş ve soruşturma evrakını Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir.
14. Cumhuriyet Başsavcılığı 18/10/2004 tarihinde, istinabe yoluyla S.T.nin tanık sıfatıyla ifadesini almıştır. İfadesinde S.T., B.D. ile birlikte 1993 yılının sonbaharında Badinek'e gittiklerini, kayınbabasının evinde bir gece kaldıklarını, ertesi gün jandarma ve özel askerî birliğin mezrada bir operasyon yaptığını, bu operasyon kapsamında askerlerin kendisini, kayınbabasını ve B.D.yi gözaltına alıp dağın yüksekçe bir yerinde bulunan karargâha götürdüklerini, bir saat kadar sonra kendisinin ve kayınbabasının serbest bırakıldığını ancak B.D.nin alıkonulduğunu, gözaltına alınmasından sonra B.D.yi bir daha görmediğini beyan edip onu gözaltına alanlar arasında binbaşı rütbesinde bir subayın da bulunduğunu söylemiştir.
15. İstinabe suretiyle 1/1/2005 tarihinde tanık sıfatıyla ifadesi alınan A.A., köylerine misafir olarak gelen B.D.nin askerlerce gözaltına alındığını söylemiştir.
16. Cumhuriyet Başsavcılığı; Van Jandarma Asayiş Komutanlığının suç tarihini de kapsayacak şekilde Kulp'ta bir operasyon yaptığı, Bolu 2'nci Komando Tugay Komutanlığına bağlı iki bölükten oluşan askerî bir bölüğün Alaca köyü ve çevresinde bir operasyon icra ettiği, ayrıca suç tarihine yakın zamanlarda bazı askerî birliklerce Kulp ilçesinde operasyon yapıldığı, açık kimlik bilgileri tespit edilemeyen askerlerce B.D.nin gözaltına alındığı gerekçesiyle 8/2/2005 tarihinde görevsizlik kararı vermiş ve soruşturma evrakını görevli gördüğü Diyarbakır 7. Kolordu Komutanlığı Askerî Savcılığına (Askerî Savcılık) göndermiştir. Görevsizlik kararının gerekçesinde yazılı hususların Alaca köyünde bulunan on bir kişinin kayıp olduğu iddiasıyla yürütülen başka bir soruşturma kapsamında yapılan yazışmalar sonucunda elde edildiği anlaşılmıştır.
17. Askerî Savcılık, Alaca köyünde bulunan on bir kişinin kayıp olduğu iddiasıyla yürütülen soruşturma konusunda Cumhuriyet Başsavcılığından bilgi almıştır.
18. Askerî Savcılığın talebi üzerine 1993 yılının Ekim ayında Badinek'te yaşayan kişilerin isim ve adreslerini araştıran kolluk görevlileri, düzenledikleri 24/4/2005 tarihli tutanakta terör olayları nedeniyle Badinek'in 1993 yılında boşaltıldığını ve bu nedenle araştırma yapılamadığını belirtmiştir.
19. Diyarbakır İl Jandarma Komutanlığı 13/10/1993 tarihinde, Kulp İlçe Jandarma Komutanlığı emrinde askerlik hizmetini yapan kişilerin tespit edilemediğini 6/2/2007 tarihli yazısıyla Askerî Savcılığa bildirmiştir.
20. 26/11/2007 tarihli yazıyla 1993 yılında İlçe Jandarma Komutanlıklarında sivil memur ve işçi kadrosu bulunmadığını, Kulp ve Lice İlçe Jandarma Komutanlıklarında askerlik yapan erbaş ve erlerin tespit edilemediğini belirten Jandarma Genel Komutanlığı, 1993 yılında anılan komutanlıklarda görev yapmış rütbeli personelin isim ve adres bilgilerini talebi üzerine Askerî Savcılığa göndermiştir.
21. Askerî Savcılık 6/11/2008 tarihinde, Bolu 2'nci Komando Tugayı Komutanlığından Alaca köyü ve civarında operasyon icra eden bölükte görevli tüm rütbeli personelin açık kimlik bilgilerini istemiştir. Söz konusu yazıya verilen 4/12/2008 tarihli yazılı cevapta, arşivin bulunduğu binanın 12/11/1999 tarihinde meydana gelen depremde hasar gördüğü, kalorifer borularının patlaması sonucu arşivin sular altında kaldığı ve arşiv belgelerine ulaşılamadığı belirtilmiştir.
22. Askerî Savcılık 2005-2009 yılları arasında, 13/10/1993 tarihinde Kulp İlçe Jandarma Komutanlığında veya Kulp Jandarma Komando Bölüğünde görev alan askerlerden on altısının ve Y.C. isimli bir askerin istinabe suretiyle ifadelerini almıştır. Y.C. 13/10/1993 tarihinde Kulp ilçesinde görev yapmadığını beyan etmiş, ifadeleri alınan diğer kişiler ise operasyon ve B.D.nin gözaltına alınması hakkında bilgi sahibi olmadıklarını ifade etmişlerdir.
23. Askerî Savcılık 28/11/2011 tarihinde Millî İstihbarat Teşkilatı (MİT) Müsteşarlığına bir müzekkere yazarak B.D.nin terör örgütü mensuplarınca kaçırılıp kaçırılmadığı, bu kişinin ölü olup olmadığı hususlarında bilgi istemiştir.Bahse konu yazıya verilen 6/2/2012 tarihli cevaptan, istenen hususlarda MİT'in elinde herhangi bir bilgi bulunmadığı öğrenilmiştir.
24. Askerî Savcılık, terörle mücadele kapsamında kalsa bile soruşturmaya konu eylemlerin askerî bir görev olarak kabul edilemeyeceği ve soruşturma görevinin kendisine ait olmadığı gerekçesiyle 26/11/2013 tarihinde görevsizlik kararı vermiş ve soruşturma evrakını Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına (TMK 10. madde ile görevli) göndermiştir.
25. Başvurucu Alya Demir'in vekili 21/2/2014 tarihli bir dilekçeyle soruşturma evrakının fotokopisini istemiştir.
26. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı (TMK 10. madde ile görevli) 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun 10. maddesi uyarınca kurulan mahkemelerle Cumhuriyet başsavcılıklarının 21/2/2014 tarihli ve 6526 sayılı Kanun'la görevlerine son verildiği gerekçesiyle 19/3/2014 tarihinde görevsizlik kararı vermiş ve soruşturma evrakını Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı da 8/9/2014 tarihli yetkisizlik kararıyla soruşturma evrakını Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir.
27. Cumhuriyet Başsavcılığı, soruşturmaya konu fiilin kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçunu oluşturduğu kanaatine varıp B.D.nin öldüğüne veya öldürüldüğüne dair delil veya emareye rastlanmadığı, suç tarihinde yürürlükte olan 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı Türk Ceza Kanunu'nda öngörülen en uzun dava zamanaşımı süresinin-bu süre 20 yıldır-dolduğu gerekçesiyle 3/11/2014 tarihinde, kimlik bilgileri tespit edilemeyen şüpheli/şüpheliler hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir.
28. Başvurucular vekilinin bu karara yaptığı itiraz, Diyarbakır 3. Sulh Ceza Hâkimliğinin (Hâkimlik) 5/3/2015 tarihli kararıyla kesin olarak reddedilmiştir.
29. Nihai karar başvurucular vekiline 5/3/2015 tarihinde tebliğ edilmiş olup başvuru, süresi içinde 24/4/2015 tarihinde yapılmıştır.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
30. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Bir suçun işlendiğini öğrenen Cumhuriyet savcısının görevi" kenar başlıklı 160. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlar."
B. Uluslararası Hukuk
31. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "İnsan haklarına saygıyükümlülüğü" kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:
"Yüksek Sözleşmeci Taraflar kendi yetki alanları içinde bulunan herkesin, bu Sözleşme'nin birinci bölümünde açıklanan hak ve özgürlüklerden yararlanmalarını sağlarlar."
32. Sözleşme'nin "Yaşam hakkı" kenar başlıklı 2. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
" Herkesin yaşam hakkı yasayla korunur..."
1. Gözaltındaki Kişinin Kayıp Olduğu (Zorla Kaybedilme) İddiasıyla Yapılan Başvurular Yönünden
33. Şimdiye kadar Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) yakınlarının kaybolduğunu ileri süren pek çok kişinin Sözleşme'nin 2. maddesinin ihlal edildiğine ilişkin başvurusunu incelemiştir. Bu başvuruların tamamına yakınında kaybolmanın gözaltı sırasında gerçekleştiği ve/veya devletin koruma yükümlülüğünü yerine getirmediği iddia edilmiştir.
34. Gözaltı sırasında kaybolmaya ilişkin iddiaları incelerken AİHM, öncelikle delillerin değerlendirmesini ve olayların tespitini yapmaktadır. Bunu yaparken de her türlü makul şüphenin ötesindeki kanıt kriterini uygulamaktadır. AİHM'e göre bu türden bir delil, yeteri kadar ciddi, açık ve birbiriyle uyumlu bir dizi emareden ya da çürütülemeyecek karinelerden oluşabilir; ayrıca delillerin toplanması sırasında tarafların tutumu da dikkate alınabilir (Cülaz ve diğerleri/Türkiye, B. No: 7524/06, 39046/10, 15/4/2014, §§ 167-171; Tekçi ve diğerleri/Türkiye, B. No: 13660/05, 10/12/2013, §§ 89-93) .
35. Başvurucuların yakınlarının gözaltına alındığına dair makul şüphenin ötesinde kanıt unsuru bulunmuyorsa AİHM, Sözleşme'nin 2. maddesinin maddi boyutunun ihlal edilmediğine karar vermektedir (Şeker/Türkiye, B. No: 52390/99, 21/2/2006, §§ 63-66; Aydın Eren ve diğerleri/Türkiye, B. No: 57778/00, 21/2/2006, §§ 35-46).
36. Başvurucuların yakınlarının gözaltına alındığına dair makul şüphenin ötesinde delil bulunması hâlinde AİHM, devletlerden yeterli ve ikna edici açıklamalar -görevlilerinin ölümcül güce başvurmalarını haklı gösterecek nitelikte gerekçeler dâhil- sunmasını ummakta ve bu tür bir açıklama yapılmaması hâlinde davalı devlet aleyhine olumsuz sonuçlar çıkarma hakkına sahip olduğunu vurgulamaktadır (Cülaz ve diğerleri/Türkiye, §§ 170, 173; Tekçi ve diğerleri/Türkiye, §§ 92, 95).
37. Başvurucuların yakınlarının gözaltına alındığına dair makul şüphenin ötesinde delil bulunsa bile AİHM; kayıp kişinin ölmüş olduğu tahminine düşünülmeden varılamayacağını, buna ancak davanın kendi koşulları içinde yapılacak bir değerlendirmeden sonra karar verilebileceğini ve bu bağlamda kişinin son kez görüldüğü tarihin önemli bir unsur olduğunu hatırlatmaktadır (Varnava ve diğerleri/Türkiye [BD], B. No: 16064/90... § 143;Vagapova ve Zoubirayev/Rusya, B. No: 21080/05, 26/2/2009, §§ 85, 86). Diğer taraftan AİHM'e göre kayıp kişiden en son haber alındığı tarihten itibaren geçen süre, kayıp kişinin ölü kabul edilmesine karar verilmesi için tek başına yeterli değildir. Ölümün kabul edilebilmesi için kaybolma olayının hangi şartlarda gerçekleştiğinin ve mağdurun silahlı çatışmanın hangi tarafında yer aldığının da dikkate alınması gerekir (Timurtaş/Türkiye, B. No: 23531/94, 13/6/2000, §§ 82, 83; Osmanoğlu/Türkiye, B. No: 48804/99, 24/1/2008, §§ 55-58).
38. AİHM, anılan Vagapova ve Zoubirayev/Rusya başvurusunda, hayatını tehlikeye atan koşullarda dört yılı aşkın bir süreden beri kayıp olan genç bir kişinin öldüğünü varsaymıştır. Yine Tanış ve diğerleri/Türkiye (B. No: 65899/01, 2/8/2005, § 210) başvurusunda; hayatlarını tehlikeye atan koşullarda jandarma karakolunda gözaltına alınmalarının ardından dört yıldan fazla bir süreden beri kayıp olan iki kişinin ölmüş olabileceği yönündeki varsayımı kabul etmiştir.
39. AİHM, başvurucuların yakınlarının gözaltına alındığına dair makul şüphenin ötesinde kanıt bulunduğu başvurular yanında bu nitelikte delillerin bulunmadığı başvurularda da başvurucuların yaşam hakkının etkili soruşturma yükümlülüğüne ilişkin usul boyutunun ihlal edildiğine yönelik şikâyetlerini incelemiştir. Hatta AİHM, başvurucuların yakınlarının gözaltına alındığına dair bir iddialarının bulunmadığı ve başvurucuların yakınlarının yaşamı için doğrudan ve gerçek bir tehlikenin mevcut olmadığı bir başvuruda, yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine ilişkin şikâyeti incelemiştir (başvurucuların yakınlarının gözaltına alındığına dair makul şüphenin ötesinde kanıt bulunmadığı durumlarda yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine yönelik iddiaların incelendiği başvurular için bkz. Bozkır ve diğerleri/Türkiye, B. No: 24589/04, 26/2/2013; Toğcu/Türkiye, B. No: 27601/95, 31/5/2005, § 109; gözaltı iddiasının bulunmadığı ve başvurucuların yakınlarının yaşamı için doğrudan ve gerçek bir tehlike bulunmadığı bir durumda yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine dair iddianın incelendiği başvuru için bkz. Nebahat Tüzer ve Muhammed Sait Tüzer/Türkiye (k.k.), B. No: 22519/06, 17/12/2013).
40. Sözü edilen incelemeleri yaparken AİHM, ilk önce Sözleşme'nin 2. maddesini Sözleşme'nin 1. maddesiyle birlikte yorumlayarak devletin yaşama hakkı kapsamındaki bir olayı etkili soruşturma yükümlülüğünün bulunduğunu hatırlatmakta ve bu yükümlülüğün öldürme eyleminin bir devlet görevlisi tarafından gerçekleştirildiğinin açık olduğu davalarla sınırlı olmadığına dikkat çekmektedir (Bozkır ve diğerleri/Türkiye, § 56; Şeker/Türkiye, § 67; Toğcu/Türkiye, § 109).
41. Daha sonra AİHM, soruşturmanın sorumlu kişilerin tespiti ve cezalandırılmasını sağlama bakımından da etkili olması gerektiğini ancak bu yükümlülüğün bir sonuç yükümlülüğü olmadığını, yetkili makamların olaya ilişkin tüm kanıtları toplamak için mümkün olan makul önlemlerin tamamını almaları gerektiğini ve soruşturmadaki ölüm nedenini ya da sorumlu kişinin tespitini engelleyen herhangi bir kusurun bu standarda uymama tehlikesi yaratacağını belirtmektedir (Bozkır ve diğerleri/Türkiye, § 57; Toğcu/Türkiye, § 110). Ayrıca soruşturmanın makul bir süratle yürütülmesi gerektiğine işaret eden (Şeker/Türkiye, § 68; Toğcu/Türkiye, § 111) AİHM, yaşamı tehdit eden koşullarda ortadan kaybolan kişiden haber alınmadan geçen süre uzadıkça söz konusu kişinin ölmüş olma ihtimalinin attığını kabul etmektedir (Tahsin Acar/Türkiye [BD], B No: 26307/95, 8/4/2004, § 226).
42. Son olarak AİHM, anılan ilkelerin hayati tehlike arz eden koşullar altında kaybolan kişilere yönelik başvurular için de geçerli olduğunu belirterek başvuruya konu edilen ve etkisiz olduğu ileri sürülen soruşturmayı incelemektedir (Bozkır ve diğerleri/Türkiye, § 58; Şeker/Türkiye, § 69; Toğcu/Türkiye, § 112).
2. Süre Aşımı Yönünden
43. Konuyla ilgili bilgiler Anayasa Mahkemesinin Sultani Acar (B. No: 2014/16344, 22/3/2018, §§ 43-61) başvurusu hakkında verdiği kararda yer almaktadır.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
44. Mahkemenin 7/2/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
45. Başvurucular, güvenlik güçlerince gerçekleştirilen bir operasyon kapsamında B.D.nin gözaltına alındığını, o zamandan itibaren yakınlarından haber alamadıklarını ve kendi düşüncelerine göre yakınlarının güvenlik güçlerince öldürüldüğünü iddia etmişlerdir. Öte yandan başvurucular, evrensel hukuk kuralları gereğince soruşturmaya konu olay hakkında zamanaşımı kurallarının uygulanmaması gerektiğini, buna rağmen zamanaşımı süresinin dolduğu gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiğini, bahse konu karara yaptıkları itirazın duruşmasız olarak incelendiğini ve itiraz üzerine verilen kararı üst bir mahkemeye taşıyamadıklarını belirterek kişi hürriyeti ve güvenliği, adil yargılanma ve etkili başvuru haklarının ihlal edildiğini öne sürmüşlerdir.
B. Değerlendirme
1. Uygulanabilirlik Yönünden
46. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:
"Herkes, yaşama... hakkına sahiptir."
47. Anayasa'nın "Devletin temel amaç ve görevleri" kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili bölümü şöyledir:
"Devletin temel amaç ve görevleri, … Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır."
48. Bir olayda yaşam hakkına ilişkin ilkelerin uygulanabilmesi için gerekli şartlardan biri de doğal olmayan bir ölümün gerçekleşmesidir. Bununla birlikte başvurucuya karşı gerçekleştirilen eylemin niteliği ve failin amacı gibi somut olayın koşulları dikkate alınarak ölüm olayının gerçekleşmediği bazı durumların da yaşam hakkı çerçevesinde incelenebilmesi mümkündür (Mehmet Karadağ, B. No: 2013/2030, 26/6/2014, § 20).
49. Nitekim Anayasa Mahkemesi, elektrik akımına kapılma sonucu meydana gelen yaralanmaların konu edildiği iki başvuruyu (Hüseyin Münüklü, B. No: 2014/5973, 13/9/2017, § 47; Gürkan Kaçar ve diğerleri, B. No: 2014/11855, 13/9/2017, § 50),başvurucunun hayati tehlike geçirmesiyle sonuçlanan ve üçüncü kişi tarafından gerçekleştirilen silahlı saldırı olayının konu edildiği başvuruyu (Yasin Ağca, B. No: 2014/13163, 11/5/2017, §§ 111),başvurucuların kolluk görevlileri tarafından silahlı güç kullanılması sonucunda yaralanmalarına ilişkin bir başvuruyu (Mustafa Çelik ve Siyahmet Şeran, B. No: 2014/7227, 12/1/2017, § 71) ve kamuoyunda tanındığı görüşleri nedeniyle marjinal bir grubun tepkisini çeken başvurucunun yaşamına yönelik tehditlerin konu edildiği başvuruyu (Baskın Oran, B. No: 2014/4645, 18/4/2018, § 62) başvurulara konu olayın koşullarını dikkate alarak yaşam hakkı kapsamında incelemiştir.
50. Somut olayda başvuru, ne ölen bir kişinin yakınları tarafından ne de yaşamsal bir tehlikeye maruz kalan bir kişi tarafından yapılmıştır. Mamafih B.D.nin kayıp olması olayı hakkında yürütülen soruşturma kapsamında ifadelerine başvurulan S.T. ve A.A., B.D.nin 13/10/1993 tarihinde askerler tarafından gözaltına alındığını beyan etmişler (bkz. §§ 14, 15), başvurucular da anılan tarihten beri B.D.den haber alamadıklarını ifade etmişlerdir.Bütün bu hususlar ile başvurucuların iddialarını dikkate alan Anayasa Mahkemesi somut olayın koşullarında, B.D.nin kaybolması ile ilgili başvurunun Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği sonucuna varmıştır.
2. Hukuki Nitelendirme Yönünden
51. Anayasa Mahkemesi olayların başvurucular tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucuların iddialarının özü, yakınlarının askerler tarafından gözaltına alınmasından sonra kaybolmasına ve bu olay hakkında etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesine ilişkindir. Bu nedenle başvurucuların şikâyetlerini sunma şekillerini de gözönünde bulunduran Anayasa Mahkemesi, başvurunun sadece Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği kanaatindedir.
3. Kabul Edilebilirlik Yönünden
52. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.”
53. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuru usulü” kenar başlıklı 47. maddesinin (5) numaralı fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvurunun, başvuru yollarının tüketildiği tarihten; başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılması gerekir.”
54. Yaşam hakkı kapsamında incelenmesi gereken bir olayla ilgili soruşturmanın etkili olup olmadığı yönünden inceleme yapılabilmesi için -mutlak surette gerekli olmasa da- yürütülen soruşturmanın makul bir süreyi aşmaması şartıyla ilgili kamu makamları tarafından nasıl sonlandırılacağının beklenmesi, bireysel başvuru ile getirilen koruma mekanizmasının ikincil niteliğine uygun olacaktır (Rahil Dink ve diğerleri, B. No: 2012/848, 17/7/2014, § 76; Hüseyin Caruş, B. No: 2013/7812, 6/10/2015, § 46).
55. Başvurucuların yetkili makamlara müracaat etmelerine rağmen doğal olmayan bir ölümle ilgili soruşturma başlatılmamışsa, başlatılan soruşturmada ilerleme yoksa veya soruşturma artık etkisiz bir hâl almışsa başvuruculardan soruşturmanın sonucunu beklemelerini istemek makul olmayacaktır. Böyle bir durumda başvurucular, gerekli özeni göstermeli ve şikâyetlerini çok uzun süre geçmeden Anayasa Mahkemesine sunabilmelidirler (Rahil Dink ve diğerleri, § 77). Zira soruşturmanın etkililiğini sağlayacak bir başvuru yolu bulunmamaktadır. O hâlde anılan ihlal iddiaları yönünden başvuru yollarının tüketilmesi gerekmemektedir (Yasin Ağca, § 121). Böyle bir durumda başvurucular, etkili bir soruşturma yürütülmediğinin farkına vardıkları veya varmaları gerektiği andan itibaren süresi içinde bireysel başvuruda bulunmalıdırlar. Doğal olarak başvurucuların etkili bir soruşturma yürütülmediğinin ne zaman farkına varmaları gerektiği her başvurunun şartlarına bağlı olarak değerlendirilecektir (Adle Azizoğlu ve Sadat Azizoğlu, B. No: 2014/15732, 24/1/2018, § 87; Sultani Acar,§ 84).
56. Soruşturmada ilerleme sağlanacağına dair umut verici gelişmeler ve gerçekçi varsayımlar bulunduğu ve soruşturmanın ilerlemesini sağlayıcı tedbirler alındığı sürece başvuruculardan başvuru yollarını tüketmeden bireysel başvuruda bulunmaları da beklenmemelidir. Ancak bu hâlde dahi soruşturmanın daha sonra etkisizleştiğini öğrenen başvurucular, durumun farkına vardıkları veya varmaları gerektiği andan itibaren süresi içinde bireysel başvuruda bulunmalıdırlar (Adle Azizoğlu ve Sadat Azizoğlu, § 88; Sultani Acar, § 85).
57. Soruşturmanın etkisizliğinin fark edildiği veya fark edilmesi gerektiği andan itibaren süresi içinde bireysel başvuru yapılmayıp zamanaşımı süresinin dolması nedeniyle kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmesinin beklenmesi hâlinde soruşturmaya konu olayın üzerinden geçen uzun zaman gerçeklerin ortaya çıkmasını zorlaştıracak ve neredeyse imkânsız hâle getirecektir. Böylesi bir durumda Anayasa Mahkemesi, devletin negatif ve pozitif yükümlülüklerine gerçekten uyup uymadığını inceleyemeyecek; yaşam hakkının usul boyutu yönünden yapacağı değerlendirmede yeniden yargılamaya karar veremeyecek ve şartları gerçekleştiğinde sadece ihlali tespit edip tazminata hükmedebilecektir. Oysa ölüm olayının sebep ve koşulları ile sorumluların tespitine imkân veren etkinlikte bir soruşturma yapılması ve gerektiği takdirde sorumluların caydırıcı bir ceza ile cezalandırılmaları için yeniden yargılamaya karar verilebilmesinin benzer yaşam hakkı ihlallerinin önlenmesinde oynadığı rolün önemi tartışmasızdır (Adle Azizoğlu ve Sadat Azizoğlu, § 89; Sultani Acar, § 86).
58. Somut olayda başvurucuların yakınlarının kaybolmasından haberdar edilen soruşturma makamları, olaydan haberdar olur olmaz soruşturma başlatmışlardır. Farklı soruşturma makamlarınca yürütülen soruşturmalar kapsamında başvurucuların, olay hakkında bilgi sahibi olabileceği değerlendirilen S.T.nin, A.A.nın, A.A.nın oğlu F.A. ile kardeşi İ.A.nın, geçici köy korucuları İ.G., C.K. ve Ab.A.nın beyanları alınmış; olay tarihinde B.D.nin gözaltına alındığı iddia edilen bölgede operasyon yaptığı tespit edilen askerî birliklerde görev alan bir kısım askerin de ifadesine başvurulmuştur. Ayrıca 28/11/2011 tarihinde, MİT Müsteşarlığına müzekkere yazılarak B.D.nin terör örgütü mensuplarınca kaçırılıp kaçırılmadığı, bu kişinin ölü olup olmadığı hususlarında bilgi istenmiştir. Ne var ki sonraki süreçte olayın aydınlatılabilmesini ve sorumluların belirlenebilmesini sağlayabilecek nitelikte bir soruşturma işlemi yapılmamış, yakınlarının kaybolması ile ilgili şikâyetlerini yetkili makamlara iletmede güçlük çektikleri yönünde herhangi bir iddiaları bulunmayan başvurucular da soruşturmayla ilgili herhangi bir talepte bulunmamışlardır.
59. 28/11/2011 tarihinden kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmesine kadar geçen sürede soruşturmada ilerleme sağlanacağına dair umut verici bir gelişme yaşanmadığını, soruşturmanın ilerlemesini sağlayıcı herhangi bir tedbirin de alınmadığını, bu sebeple başvurucuların bireysel başvuru yapmak için soruşturmanın sonuçlanmasını beklemelerinin gerekmediğini dikkate alan Anayasa Mahkemesi, başvurucuların, kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmesinden çok uzun bir zaman önce B.D.nin kaybolmasıyla ilgili soruşturmanın etkisizliğinin farkına varıp Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başladığı 23/9/2012 tarihinden makul bir süre sonra bireysel başvuru yapmaları gerektiği kanısındadır. Bu nedenle zaman bakımından yetkinin başladığı tarihten makul kabul edilemeyecek kadar uzun bir zaman sonra 24/4/2015 tarihinde yapılan başvurunun süresinde yapılmış bir başvuru olmadığı sonucuna varılmıştır.
60. Açıklanan gerekçelerle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin süre aşımı nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın süre aşımı nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucular üzerinde BIRAKILMASINA 7/2/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.