TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ALYA DEMİR VE MEHMET DEMİR BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2015/7584)
|
|
Karar Tarihi: 7/2/2019
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar
ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Serruh KALELİ
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Yusuf Şevki
HAKYEMEZ
|
Raportör
|
:
|
Murat İlter
DEVECİ
|
Başvurucular
|
:
|
1. Alya
DEMİR
|
|
|
2. Mehmet
DEMİR
|
Vekili
|
:
|
Av. Tugay
BEK
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, güvenlik güçlerince gözaltına alındığı iddia edilen
bir kişiden bir daha haber alınamaması ve bu olay hakkında başlatılan ceza
soruşturmasının etkisiz yürütülmesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği
iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 24/4/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.
III. OLAYLAR VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerine,eksiklik
bildirim yazısına karşı verilen cevap dilekçesinin ekindeki belgelere ve
başvuruya konu soruşturmayı yürüten Kulp Cumhuriyet Başsavcılığından
(Cumhuriyet Başsavcılığı) temin edilen soruşturma evrakına göre ilgili olaylar
özetle şöyledir:
8. İstanbul'da faaliyet gösteren bir dernek; bir grup insanın
güvenlik güçlerince öldürüldüğüne veya zorla kaybedildiğine ilişkin iddiaları
içeren, birçok mağdur ve maktul yakınınca imzalanan dilekçeleri üst bir
dilekçeye ekleyerek 23/5/2003 tarihinde Bakanlığa göndermiştir. Üst dilekçe
ekinde yer alan ve başvurucu Mehmet Demir tarafından 9/9/1999 tarihinde biri
Türkiye'de faaliyet gösteren bir derneğin Adana şubesine, diğeri de
uluslararası bir kuruluşa gönderilmek üzere yazılan iki dilekçe ile başvurucu
Mehmet Demir'in oğlu C.D. tarafından doldurulan Faili Meçhul Cinayet ve Kayıp
Tespit Formu'nda şu iddialar yer almıştır:
i. Başvurucu Mehmet Demir'in oğlu, diğer başvurucu Alya Demir'in
ise eşi olan B.D., Muş'un Merkez ilçesi Kızılağaç beldesine bağlı Eğirmenç mezrasında yaşayan A. isimli bir kişinin evinde
misafir iken Alya Demir ve müşterek bir çocukları ile birlikte 13/10/1993
tarihinde güvenlik güçlerince gözaltına alınmıştır.
ii. Alya Demir ile çocuğun ifadeleri alınıp ertesi gün serbest
bırakılmışlardır.
iii. B.D., bir helikoptere bindirilerek bilinmeyen bir yere
götürülmüş ve gözaltına alınmasından sonra kendisinden bir daha haber alınamamıştır.
iv. B.D.nin akıbetiyle ilgili olarak
çeşitli devlet kurumlarına sözlü ve yazılı yapılan başvurular sonuçsuz
kalmıştır.
9. Bakanlık söz konusu dilekçeleri İstanbul Cumhuriyet
Başsavcılığına, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı da Fatih Cumhuriyet
Başsavcılığına iletmiştir. Fatih Cumhuriyet Başsavcılığı ise B.D.nin kaybolması ile ilgili soruşturma dosyasını
3/12/2003 tarihli yetkisizlik kararıyla Muş Cumhuriyet Başsavcılığına
göndermiştir.
10. Muş Cumhuriyet Başsavcılığı 21/1/2004 tarihinde istinabe
yoluyla başvurucuların ifadelerini almıştır.
i. Başvurucu Alya Demir ifadesinde; bal almak amacıyla eşi B.D.
ve bir çocuğu ile birlikte Muş'a bağlı Badinek
köyüne, S. isimli bir kişinin yanına gittiklerini, burada S.nin
kayınbabasının evinde kaldıklarını, Badinek köyünde
bulunurlarken askerlerin köyde operasyon yaptıklarını, Adana'da tanışmalarına
rağmen S.nin B.D.yi
tanımadığını söylemesi üzerine eşi ve çocuğu ile birlikte bir helikopterin
yanına kadar götürüldüklerini ve daha sonra B.D.nin
askerlerce helikoptere bindirilerek bilmediği bir yere götürüldüğünü
söylemiştir. Başvurucu Alya Demir 4/3/2004 tarihli ifadesinde de olayın geçtiği
yerin Muş'a bağlı Badinek köyü olduğunu ifade
etmiştir.
ii. İfadesinde başvurucu Alya Demir ile benzer yönde beyanda
bulunan Başvurucu Mehmet Demir 1/3/2004 tarihinde alınan ifadesinde, olayın
geçtiği yerin Muş'a bağlı Badinek köyü olduğunu
söylemiştir.
11. Kolluk görevlilerince yapılan araştırmada Badinek'in Diyarbakır'ın Kulp ilçesi Alacak köyünün mezrası
olduğu, 13/10/1993 tarihinde Eğirmenç köyünde
herhangi bir operasyon yapılmadığı, Eğirmenç köyünde
A.A. isimli bir kişinin bulunduğu ancak ifadesine göre A.A.nın B.D.yi tanımadığı, A.A.nın damadı olan kişinin S.T. olduğu ve bu kişinin Adana'da
ikamet ettiği tespit edilmiştir.
12. Kolluk görevlileri 21/2/2004 tarihinde A.A.nın ve A.A.nın oğlu F.A.
ile kardeşi İ.A.nın ifadelerini alıp geçici köy
korucuları İ.G., C.K. ve Ab.A.nın beyanlarını tespit
etmiştir. A.A. ve yakınları ifadelerinde, B.D.yi tanımadıklarını ve Eğirmenç
köyünde 13/10/1993 tarihinde herhangi bir operasyon yapılmadığını
söylemişlerdir. İfadeleri alınan geçici köy korucuları da anılan tarihte Eğirmenç köyünde herhangi bir operasyon olmadığını beyan
etmiştir.
13. Muş Cumhuriyet Başsavcılığı, olayın Diyarbakır'ın Kulp
ilçesi sınırlarında meydana geldiği gerekçesiyle 23/3/2004 tarihinde
yetkisizlik kararı vermiş ve soruşturma evrakını Cumhuriyet Başsavcılığına
göndermiştir.
14. Cumhuriyet Başsavcılığı 18/10/2004 tarihinde, istinabe
yoluyla S.T.nin tanık sıfatıyla ifadesini almıştır.
İfadesinde S.T., B.D. ile birlikte 1993 yılının sonbaharında Badinek'e gittiklerini, kayınbabasının evinde bir gece
kaldıklarını, ertesi gün jandarma ve özel askerî birliğin mezrada bir operasyon
yaptığını, bu operasyon kapsamında askerlerin kendisini, kayınbabasını ve B.D.yi gözaltına alıp dağın yüksekçe bir yerinde bulunan
karargâha götürdüklerini, bir saat kadar sonra kendisinin ve kayınbabasının
serbest bırakıldığını ancak B.D.nin alıkonulduğunu,
gözaltına alınmasından sonra B.D.yi bir daha
görmediğini beyan edip onu gözaltına alanlar arasında binbaşı rütbesinde bir
subayın da bulunduğunu söylemiştir.
15. İstinabe suretiyle 1/1/2005 tarihinde tanık sıfatıyla ifadesi
alınan A.A., köylerine misafir olarak gelen B.D.nin
askerlerce gözaltına alındığını söylemiştir.
16. Cumhuriyet Başsavcılığı; Van Jandarma Asayiş Komutanlığının
suç tarihini de kapsayacak şekilde Kulp'ta bir operasyon yaptığı, Bolu 2'nci
Komando Tugay Komutanlığına bağlı iki bölükten oluşan askerî bir bölüğün Alaca
köyü ve çevresinde bir operasyon icra ettiği, ayrıca suç tarihine yakın
zamanlarda bazı askerî birliklerce Kulp ilçesinde operasyon yapıldığı, açık
kimlik bilgileri tespit edilemeyen askerlerce B.D.nin
gözaltına alındığı gerekçesiyle 8/2/2005 tarihinde görevsizlik kararı vermiş ve
soruşturma evrakını görevli gördüğü Diyarbakır 7. Kolordu Komutanlığı Askerî
Savcılığına (Askerî Savcılık) göndermiştir. Görevsizlik kararının gerekçesinde
yazılı hususların Alaca köyünde bulunan on bir kişinin kayıp olduğu iddiasıyla
yürütülen başka bir soruşturma kapsamında yapılan yazışmalar sonucunda elde
edildiği anlaşılmıştır.
17. Askerî Savcılık, Alaca köyünde bulunan on bir kişinin kayıp
olduğu iddiasıyla yürütülen soruşturma konusunda Cumhuriyet Başsavcılığından
bilgi almıştır.
18. Askerî Savcılığın talebi üzerine 1993 yılının Ekim ayında Badinek'te yaşayan kişilerin isim ve adreslerini araştıran
kolluk görevlileri, düzenledikleri 24/4/2005 tarihli tutanakta terör olayları
nedeniyle Badinek'in 1993 yılında boşaltıldığını ve
bu nedenle araştırma yapılamadığını belirtmiştir.
19. Diyarbakır İl Jandarma Komutanlığı 13/10/1993 tarihinde,
Kulp İlçe Jandarma Komutanlığı emrinde askerlik hizmetini yapan kişilerin
tespit edilemediğini 6/2/2007 tarihli yazısıyla Askerî Savcılığa bildirmiştir.
20. 26/11/2007 tarihli yazıyla 1993 yılında İlçe Jandarma
Komutanlıklarında sivil memur ve işçi kadrosu bulunmadığını, Kulp ve Lice İlçe
Jandarma Komutanlıklarında askerlik yapan erbaş ve erlerin tespit edilemediğini
belirten Jandarma Genel Komutanlığı, 1993 yılında anılan komutanlıklarda görev
yapmış rütbeli personelin isim ve adres bilgilerini talebi üzerine Askerî
Savcılığa göndermiştir.
21. Askerî Savcılık 6/11/2008 tarihinde, Bolu 2'nci Komando
Tugayı Komutanlığından Alaca köyü ve civarında operasyon icra eden bölükte
görevli tüm rütbeli personelin açık kimlik bilgilerini istemiştir. Söz konusu
yazıya verilen 4/12/2008 tarihli yazılı cevapta, arşivin bulunduğu binanın
12/11/1999 tarihinde meydana gelen depremde hasar gördüğü, kalorifer
borularının patlaması sonucu arşivin sular altında kaldığı ve arşiv belgelerine
ulaşılamadığı belirtilmiştir.
22. Askerî Savcılık 2005-2009 yılları arasında, 13/10/1993 tarihinde
Kulp İlçe Jandarma Komutanlığında veya Kulp Jandarma Komando Bölüğünde görev
alan askerlerden on altısının ve Y.C. isimli bir askerin istinabe suretiyle
ifadelerini almıştır. Y.C. 13/10/1993 tarihinde Kulp ilçesinde görev
yapmadığını beyan etmiş, ifadeleri alınan diğer kişiler ise operasyon ve B.D.nin gözaltına alınması hakkında bilgi sahibi
olmadıklarını ifade etmişlerdir.
23. Askerî Savcılık 28/11/2011 tarihinde Millî İstihbarat
Teşkilatı (MİT) Müsteşarlığına bir müzekkere yazarak B.D.nin
terör örgütü mensuplarınca kaçırılıp kaçırılmadığı, bu kişinin ölü olup
olmadığı hususlarında bilgi istemiştir.Bahse
konu yazıya verilen 6/2/2012 tarihli cevaptan, istenen hususlarda MİT'in elinde
herhangi bir bilgi bulunmadığı öğrenilmiştir.
24. Askerî Savcılık, terörle mücadele kapsamında kalsa bile
soruşturmaya konu eylemlerin askerî bir görev olarak kabul edilemeyeceği ve
soruşturma görevinin kendisine ait olmadığı gerekçesiyle 26/11/2013 tarihinde
görevsizlik kararı vermiş ve soruşturma evrakını Diyarbakır Cumhuriyet
Başsavcılığına (TMK 10. madde ile görevli) göndermiştir.
25. Başvurucu Alya Demir'in vekili 21/2/2014 tarihli bir
dilekçeyle soruşturma evrakının fotokopisini istemiştir.
26. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı (TMK 10. madde ile
görevli) 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun 10.
maddesi uyarınca kurulan mahkemelerle Cumhuriyet başsavcılıklarının 21/2/2014
tarihli ve 6526 sayılı Kanun'la görevlerine son verildiği gerekçesiyle
19/3/2014 tarihinde görevsizlik kararı vermiş ve soruşturma evrakını Diyarbakır
Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı da
8/9/2014 tarihli yetkisizlik kararıyla soruşturma evrakını Cumhuriyet
Başsavcılığına göndermiştir.
27. Cumhuriyet Başsavcılığı, soruşturmaya konu fiilin kişiyi
hürriyetinden yoksun kılma suçunu
oluşturduğu kanaatine varıp B.D.nin öldüğüne veya
öldürüldüğüne dair delil veya emareye rastlanmadığı, suç tarihinde yürürlükte
olan 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı Türk Ceza Kanunu'nda öngörülen en uzun dava
zamanaşımı süresinin-bu süre 20 yıldır-dolduğu gerekçesiyle 3/11/2014
tarihinde, kimlik bilgileri tespit edilemeyen şüpheli/şüpheliler hakkında
kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir.
28. Başvurucular vekilinin bu karara yaptığı itiraz, Diyarbakır
3. Sulh Ceza Hâkimliğinin (Hâkimlik) 5/3/2015 tarihli kararıyla kesin olarak
reddedilmiştir.
29. Nihai karar başvurucular vekiline 5/3/2015 tarihinde tebliğ
edilmiş olup başvuru, süresi içinde 24/4/2015 tarihinde yapılmıştır.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
30. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun
"Bir suçun işlendiğini öğrenen
Cumhuriyet savcısının görevi" kenar başlıklı 160. maddesinin
(1) numaralı fıkrası şöyledir:
"Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir
suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu
davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini
araştırmaya başlar."
B. Uluslararası Hukuk
31. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "İnsan haklarına saygıyükümlülüğü"
kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:
"Yüksek Sözleşmeci Taraflar kendi yetki
alanları içinde bulunan herkesin, bu Sözleşme'nin birinci bölümünde açıklanan
hak ve özgürlüklerden yararlanmalarını sağlarlar."
32. Sözleşme'nin "Yaşam
hakkı" kenar başlıklı 2. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
" Herkesin yaşam hakkı yasayla
korunur..."
1. Gözaltındaki Kişinin
Kayıp Olduğu (Zorla Kaybedilme) İddiasıyla Yapılan Başvurular Yönünden
33. Şimdiye kadar Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)
yakınlarının kaybolduğunu ileri süren pek çok kişinin Sözleşme'nin 2.
maddesinin ihlal edildiğine ilişkin başvurusunu incelemiştir. Bu başvuruların
tamamına yakınında kaybolmanın gözaltı sırasında gerçekleştiği ve/veya devletin
koruma yükümlülüğünü yerine getirmediği iddia edilmiştir.
34. Gözaltı sırasında kaybolmaya ilişkin iddiaları incelerken
AİHM, öncelikle delillerin değerlendirmesini ve olayların tespitini
yapmaktadır. Bunu yaparken de her türlü
makul şüphenin ötesindeki kanıt kriterini uygulamaktadır. AİHM'e göre bu türden bir delil, yeteri kadar ciddi, açık
ve birbiriyle uyumlu bir dizi emareden ya da çürütülemeyecek karinelerden
oluşabilir; ayrıca delillerin toplanması sırasında tarafların tutumu da dikkate
alınabilir (Cülaz ve diğerleri/Türkiye, B. No: 7524/06,
39046/10, 15/4/2014, §§ 167-171; Tekçi ve
diğerleri/Türkiye, B. No: 13660/05, 10/12/2013, §§ 89-93) .
35. Başvurucuların yakınlarının gözaltına alındığına dair makul
şüphenin ötesinde kanıt unsuru bulunmuyorsa AİHM, Sözleşme'nin 2. maddesinin
maddi boyutunun ihlal edilmediğine karar vermektedir (Şeker/Türkiye, B. No: 52390/99, 21/2/2006,
§§ 63-66; Aydın Eren ve diğerleri/Türkiye,
B. No: 57778/00, 21/2/2006, §§ 35-46).
36. Başvurucuların yakınlarının gözaltına alındığına dair makul
şüphenin ötesinde delil bulunması hâlinde AİHM, devletlerden yeterli ve ikna
edici açıklamalar -görevlilerinin ölümcül güce başvurmalarını haklı gösterecek
nitelikte gerekçeler dâhil- sunmasını ummakta ve bu tür bir açıklama
yapılmaması hâlinde davalı devlet aleyhine olumsuz sonuçlar çıkarma hakkına
sahip olduğunu vurgulamaktadır (Cülaz ve
diğerleri/Türkiye, §§ 170, 173; Tekçi
ve diğerleri/Türkiye, §§ 92, 95).
37. Başvurucuların yakınlarının gözaltına alındığına dair makul
şüphenin ötesinde delil bulunsa bile AİHM; kayıp kişinin ölmüş olduğu tahminine
düşünülmeden varılamayacağını, buna ancak davanın kendi koşulları içinde
yapılacak bir değerlendirmeden sonra karar verilebileceğini ve bu bağlamda
kişinin son kez görüldüğü tarihin önemli bir unsur olduğunu hatırlatmaktadır (Varnava ve diğerleri/Türkiye [BD], B. No:
16064/90... § 143;Vagapova ve Zoubirayev/Rusya, B. No: 21080/05, 26/2/2009, §§
85, 86). Diğer taraftan AİHM'e göre kayıp kişiden en
son haber alındığı tarihten itibaren geçen süre, kayıp kişinin ölü kabul
edilmesine karar verilmesi için tek başına yeterli değildir. Ölümün kabul
edilebilmesi için kaybolma olayının hangi şartlarda gerçekleştiğinin ve mağdurun
silahlı çatışmanın hangi tarafında yer aldığının da dikkate alınması gerekir (Timurtaş/Türkiye, B. No: 23531/94,
13/6/2000, §§ 82, 83; Osmanoğlu/Türkiye,
B. No: 48804/99, 24/1/2008, §§ 55-58).
38. AİHM, anılan Vagapova ve Zoubirayev/Rusya başvurusunda, hayatını
tehlikeye atan koşullarda dört yılı aşkın bir süreden beri kayıp olan genç bir
kişinin öldüğünü varsaymıştır. Yine Tanış ve
diğerleri/Türkiye (B. No: 65899/01, 2/8/2005, § 210) başvurusunda;
hayatlarını tehlikeye atan koşullarda jandarma karakolunda gözaltına
alınmalarının ardından dört yıldan fazla bir süreden beri kayıp olan iki
kişinin ölmüş olabileceği yönündeki varsayımı kabul etmiştir.
39. AİHM, başvurucuların yakınlarının gözaltına alındığına dair
makul şüphenin ötesinde kanıt bulunduğu başvurular yanında bu nitelikte
delillerin bulunmadığı başvurularda da başvurucuların yaşam hakkının etkili
soruşturma yükümlülüğüne ilişkin usul boyutunun ihlal edildiğine yönelik
şikâyetlerini incelemiştir. Hatta AİHM, başvurucuların yakınlarının gözaltına
alındığına dair bir iddialarının bulunmadığı ve başvurucuların yakınlarının
yaşamı için doğrudan ve gerçek bir tehlikenin mevcut olmadığı bir başvuruda,
yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine ilişkin şikâyeti incelemiştir
(başvurucuların yakınlarının gözaltına alındığına dair makul şüphenin ötesinde
kanıt bulunmadığı durumlarda yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine
yönelik iddiaların incelendiği başvurular için bkz. Bozkır ve diğerleri/Türkiye, B. No: 24589/04, 26/2/2013; Toğcu/Türkiye, B. No: 27601/95, 31/5/2005, §
109; gözaltı iddiasının bulunmadığı ve başvurucuların yakınlarının yaşamı için
doğrudan ve gerçek bir tehlike bulunmadığı bir durumda yaşam hakkının usul
boyutunun ihlal edildiğine dair iddianın incelendiği başvuru için bkz. Nebahat Tüzer ve Muhammed
Sait Tüzer/Türkiye (k.k.),
B. No: 22519/06, 17/12/2013).
40. Sözü edilen incelemeleri yaparken AİHM, ilk önce
Sözleşme'nin 2. maddesini Sözleşme'nin 1. maddesiyle birlikte yorumlayarak
devletin yaşama hakkı kapsamındaki bir olayı etkili soruşturma yükümlülüğünün
bulunduğunu hatırlatmakta ve bu yükümlülüğün öldürme eyleminin bir devlet
görevlisi tarafından gerçekleştirildiğinin açık olduğu davalarla sınırlı
olmadığına dikkat çekmektedir (Bozkır ve
diğerleri/Türkiye, § 56; Şeker/Türkiye,
§ 67; Toğcu/Türkiye, § 109).
41. Daha sonra AİHM, soruşturmanın sorumlu kişilerin tespiti ve
cezalandırılmasını sağlama bakımından da etkili olması gerektiğini ancak bu
yükümlülüğün bir sonuç yükümlülüğü olmadığını, yetkili makamların olaya ilişkin
tüm kanıtları toplamak için mümkün olan makul önlemlerin tamamını almaları
gerektiğini ve soruşturmadaki ölüm nedenini ya da sorumlu kişinin tespitini
engelleyen herhangi bir kusurun bu standarda uymama tehlikesi yaratacağını
belirtmektedir (Bozkır ve diğerleri/Türkiye,
§ 57; Toğcu/Türkiye, § 110). Ayrıca soruşturmanın
makul bir süratle yürütülmesi gerektiğine işaret eden (Şeker/Türkiye, § 68; Toğcu/Türkiye, § 111) AİHM, yaşamı tehdit eden koşullarda ortadan
kaybolan kişiden haber alınmadan geçen süre uzadıkça söz konusu kişinin ölmüş
olma ihtimalinin attığını kabul etmektedir (Tahsin
Acar/Türkiye [BD], B No: 26307/95, 8/4/2004, § 226).
42. Son olarak AİHM, anılan ilkelerin hayati tehlike arz eden
koşullar altında kaybolan kişilere yönelik başvurular için de geçerli olduğunu
belirterek başvuruya konu edilen ve etkisiz olduğu ileri sürülen soruşturmayı
incelemektedir (Bozkır ve diğerleri/Türkiye,
§ 58; Şeker/Türkiye, § 69; Toğcu/Türkiye, § 112).
2. Süre Aşımı Yönünden
43. Konuyla ilgili bilgiler Anayasa Mahkemesinin Sultani Acar (B. No: 2014/16344,
22/3/2018, §§ 43-61) başvurusu hakkında verdiği kararda yer almaktadır.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
44. Mahkemenin 7/2/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
45. Başvurucular, güvenlik güçlerince gerçekleştirilen bir
operasyon kapsamında B.D.nin gözaltına alındığını, o
zamandan itibaren yakınlarından haber alamadıklarını ve kendi düşüncelerine
göre yakınlarının güvenlik güçlerince öldürüldüğünü iddia etmişlerdir. Öte
yandan başvurucular, evrensel hukuk kuralları gereğince soruşturmaya konu olay
hakkında zamanaşımı kurallarının uygulanmaması gerektiğini, buna rağmen zamanaşımı
süresinin dolduğu gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiğini,
bahse konu karara yaptıkları itirazın duruşmasız olarak incelendiğini ve itiraz
üzerine verilen kararı üst bir mahkemeye taşıyamadıklarını belirterek kişi
hürriyeti ve güvenliği, adil yargılanma ve etkili başvuru haklarının ihlal
edildiğini öne sürmüşlerdir.
B. Değerlendirme
1. Uygulanabilirlik Yönünden
46. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasının ilgili bölümü
şöyledir:
"Herkes, yaşama...
hakkına sahiptir."
47. Anayasa'nın "Devletin
temel amaç ve görevleri" kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili
bölümü şöyledir:
"Devletin temel amaç ve görevleri, …
Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve
mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti
ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve
sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için
gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır."
48. Bir olayda yaşam hakkına ilişkin ilkelerin uygulanabilmesi
için gerekli şartlardan biri de doğal olmayan bir ölümün gerçekleşmesidir.
Bununla birlikte başvurucuya karşı gerçekleştirilen eylemin niteliği ve failin
amacı gibi somut olayın koşulları dikkate alınarak ölüm olayının
gerçekleşmediği bazı durumların da yaşam hakkı çerçevesinde incelenebilmesi
mümkündür (Mehmet Karadağ, B. No:
2013/2030, 26/6/2014, § 20).
49. Nitekim Anayasa Mahkemesi, elektrik akımına kapılma sonucu
meydana gelen yaralanmaların konu edildiği iki başvuruyu (Hüseyin Münüklü,
B. No: 2014/5973, 13/9/2017, § 47; Gürkan
Kaçar ve diğerleri, B. No: 2014/11855, 13/9/2017, § 50),başvurucunun
hayati tehlike geçirmesiyle sonuçlanan ve üçüncü kişi tarafından
gerçekleştirilen silahlı saldırı olayının konu edildiği başvuruyu (Yasin Ağca, B. No: 2014/13163, 11/5/2017,
§§ 111),başvurucuların kolluk görevlileri tarafından silahlı güç kullanılması
sonucunda yaralanmalarına ilişkin bir başvuruyu (Mustafa Çelik ve Siyahmet Şeran,
B. No: 2014/7227, 12/1/2017, § 71) ve kamuoyunda tanındığı görüşleri nedeniyle
marjinal bir grubun tepkisini çeken başvurucunun yaşamına yönelik tehditlerin
konu edildiği başvuruyu (Baskın Oran, B.
No: 2014/4645, 18/4/2018, § 62) başvurulara
konu olayın koşullarını dikkate alarak yaşam hakkı kapsamında
incelemiştir.
50. Somut olayda başvuru, ne ölen bir kişinin yakınları
tarafından ne de yaşamsal bir tehlikeye maruz kalan bir kişi tarafından
yapılmıştır. Mamafih B.D.nin kayıp olması olayı
hakkında yürütülen soruşturma kapsamında ifadelerine başvurulan S.T. ve A.A., B.D.nin 13/10/1993 tarihinde askerler tarafından gözaltına
alındığını beyan etmişler (bkz. §§ 14, 15), başvurucular da anılan tarihten
beri B.D.den haber alamadıklarını ifade etmişlerdir.Bütün bu hususlar ile başvurucuların
iddialarını dikkate alan Anayasa Mahkemesi somut olayın koşullarında, B.D.nin kaybolması ile ilgili başvurunun Anayasa'nın 17.
maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği
sonucuna varmıştır.
2. Hukuki Nitelendirme
Yönünden
51. Anayasa Mahkemesi olayların başvurucular tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucuların iddialarının özü,
yakınlarının askerler tarafından gözaltına alınmasından sonra kaybolmasına ve
bu olay hakkında etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesine ilişkindir. Bu
nedenle başvurucuların şikâyetlerini sunma şekillerini de gözönünde
bulunduran Anayasa Mahkemesi, başvurunun sadece Anayasa'nın 17. maddesinde
güvence altına alınan yaşam hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği
kanaatindedir.
3. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
52. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı
fıkrası şöyledir:
“İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem,
eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının
tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.”
53. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel
başvuru usulü” kenar başlıklı 47. maddesinin (5) numaralı fıkrası
şöyledir:
“Bireysel başvurunun, başvuru yollarının
tüketildiği tarihten; başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten
itibaren otuz gün içinde yapılması gerekir.”
54. Yaşam hakkı kapsamında incelenmesi gereken bir olayla ilgili
soruşturmanın etkili olup olmadığı yönünden inceleme yapılabilmesi için -mutlak
surette gerekli olmasa da- yürütülen soruşturmanın makul bir süreyi aşmaması
şartıyla ilgili kamu makamları tarafından nasıl sonlandırılacağının beklenmesi,
bireysel başvuru ile getirilen koruma mekanizmasının ikincil niteliğine uygun
olacaktır (Rahil Dink ve diğerleri, B. No: 2012/848,
17/7/2014, § 76; Hüseyin Caruş,
B. No: 2013/7812, 6/10/2015, § 46).
55. Başvurucuların yetkili makamlara müracaat etmelerine rağmen
doğal olmayan bir ölümle ilgili soruşturma başlatılmamışsa, başlatılan
soruşturmada ilerleme yoksa veya soruşturma artık etkisiz bir hâl almışsa
başvuruculardan soruşturmanın sonucunu beklemelerini istemek makul
olmayacaktır. Böyle bir durumda başvurucular, gerekli özeni göstermeli ve
şikâyetlerini çok uzun süre geçmeden Anayasa Mahkemesine sunabilmelidirler (Rahil Dink ve diğerleri, § 77). Zira
soruşturmanın etkililiğini sağlayacak bir başvuru yolu bulunmamaktadır. O hâlde
anılan ihlal iddiaları yönünden başvuru yollarının tüketilmesi gerekmemektedir
(Yasin Ağca, § 121). Böyle bir
durumda başvurucular, etkili bir soruşturma yürütülmediğinin farkına vardıkları
veya varmaları gerektiği andan itibaren süresi içinde bireysel başvuruda
bulunmalıdırlar. Doğal olarak başvurucuların etkili bir soruşturma
yürütülmediğinin ne zaman farkına varmaları gerektiği her başvurunun şartlarına
bağlı olarak değerlendirilecektir (Adle Azizoğlu ve Sadat Azizoğlu, B.
No: 2014/15732, 24/1/2018, § 87; Sultani Acar,§ 84).
56. Soruşturmada ilerleme sağlanacağına dair umut verici
gelişmeler ve gerçekçi varsayımlar bulunduğu ve soruşturmanın ilerlemesini
sağlayıcı tedbirler alındığı sürece başvuruculardan başvuru yollarını
tüketmeden bireysel başvuruda bulunmaları da beklenmemelidir. Ancak bu hâlde
dahi soruşturmanın daha sonra etkisizleştiğini öğrenen başvurucular, durumun
farkına vardıkları veya varmaları gerektiği andan itibaren süresi içinde
bireysel başvuruda bulunmalıdırlar (Adle Azizoğlu ve Sadat Azizoğlu, § 88;
Sultani Acar, § 85).
57. Soruşturmanın etkisizliğinin fark edildiği veya fark
edilmesi gerektiği andan itibaren süresi içinde bireysel başvuru yapılmayıp
zamanaşımı süresinin dolması nedeniyle kovuşturmaya yer olmadığına dair karar
verilmesinin beklenmesi hâlinde soruşturmaya konu olayın üzerinden geçen uzun
zaman gerçeklerin ortaya çıkmasını zorlaştıracak ve neredeyse imkânsız hâle
getirecektir. Böylesi bir durumda Anayasa Mahkemesi, devletin negatif ve
pozitif yükümlülüklerine gerçekten uyup uymadığını inceleyemeyecek; yaşam
hakkının usul boyutu yönünden yapacağı değerlendirmede yeniden yargılamaya
karar veremeyecek ve şartları gerçekleştiğinde sadece ihlali tespit edip
tazminata hükmedebilecektir. Oysa ölüm olayının sebep ve koşulları ile
sorumluların tespitine imkân veren etkinlikte bir soruşturma yapılması ve
gerektiği takdirde sorumluların caydırıcı bir ceza ile cezalandırılmaları için
yeniden yargılamaya karar verilebilmesinin benzer yaşam hakkı ihlallerinin
önlenmesinde oynadığı rolün önemi tartışmasızdır (Adle Azizoğlu ve Sadat Azizoğlu, § 89;
Sultani Acar, § 86).
58. Somut olayda başvurucuların yakınlarının kaybolmasından
haberdar edilen soruşturma makamları, olaydan haberdar olur olmaz soruşturma
başlatmışlardır. Farklı soruşturma makamlarınca yürütülen soruşturmalar
kapsamında başvurucuların, olay hakkında bilgi sahibi olabileceği
değerlendirilen S.T.nin, A.A.nın, A.A.nın oğlu F.A.
ile kardeşi İ.A.nın, geçici köy korucuları İ.G., C.K.
ve Ab.A.nın beyanları alınmış; olay tarihinde B.D.nin gözaltına alındığı iddia edilen bölgede operasyon
yaptığı tespit edilen askerî birliklerde görev alan bir kısım askerin de
ifadesine başvurulmuştur. Ayrıca 28/11/2011 tarihinde, MİT Müsteşarlığına
müzekkere yazılarak B.D.nin terör örgütü
mensuplarınca kaçırılıp kaçırılmadığı, bu kişinin ölü olup olmadığı
hususlarında bilgi istenmiştir. Ne var ki sonraki süreçte olayın
aydınlatılabilmesini ve sorumluların belirlenebilmesini sağlayabilecek
nitelikte bir soruşturma işlemi yapılmamış, yakınlarının kaybolması ile ilgili
şikâyetlerini yetkili makamlara iletmede güçlük çektikleri yönünde herhangi bir
iddiaları bulunmayan başvurucular da soruşturmayla ilgili herhangi bir talepte
bulunmamışlardır.
59. 28/11/2011 tarihinden kovuşturmaya yer olmadığına dair karar
verilmesine kadar geçen sürede soruşturmada ilerleme sağlanacağına dair umut
verici bir gelişme yaşanmadığını, soruşturmanın ilerlemesini sağlayıcı herhangi
bir tedbirin de alınmadığını, bu sebeple başvurucuların bireysel başvuru yapmak
için soruşturmanın sonuçlanmasını beklemelerinin gerekmediğini dikkate alan
Anayasa Mahkemesi, başvurucuların, kovuşturmaya yer olmadığına dair karar
verilmesinden çok uzun bir zaman önce B.D.nin
kaybolmasıyla ilgili soruşturmanın etkisizliğinin farkına varıp Anayasa
Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başladığı 23/9/2012 tarihinden makul
bir süre sonra bireysel başvuru yapmaları gerektiği kanısındadır. Bu nedenle
zaman bakımından yetkinin başladığı tarihten makul kabul edilemeyecek kadar
uzun bir zaman sonra 24/4/2015 tarihinde yapılan başvurunun süresinde yapılmış
bir başvuru olmadığı sonucuna varılmıştır.
60. Açıklanan gerekçelerle yaşam hakkının ihlal edildiği
iddiasının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin süre aşımı nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın süre aşımı nedeniyle KABUL EDİLEMEZ
OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucular üzerinde BIRAKILMASINA
7/2/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.