TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
HASİBE MEŞE BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2015/7748)
|
|
Karar Tarihi: 7/2/2019
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar
ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Serruh KALELİ
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Yusuf Şevki
HAKYEMEZ
|
Raportör
|
:
|
Murat İlter
DEVECİ
|
Başvurucu
|
:
|
Hasibe MEŞE
|
Vekili
|
:
|
Av. Hamit
TAŞ
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, güvenlik güçlerince gözaltına alındığı iddia edilen kişiden
bir daha haber alınamaması (zorla kaybedilme) ve bu olay hakkında yürütülen
ceza soruşturmasının etkili yürütülmemesi nedenleriyle yaşam hakkının ihlal
edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 4/5/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirilmesine gerek görülmediğini
bildirmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi
(UYAP) aracılığıyla Kulp Cumhuriyet Başsavcılığından (Cumhuriyet Başsavcılığı)
temin edilen soruşturma evrakına göre ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Cumhuriyet Başsavcılığına 1/3/1994 tarihinde bir dilekçe
veren başvurucunun oğlu B.M., kardeşi M.M.nin Hamzalı
köyü Poran mezrasında operasyon icra eden askerlerce
bilinmeyen bir yere götürüldüğünü vesonrasında M.M.den bir daha haber alamadığını iddia ederek M.M.nin akıbetinin kendisine bildirilmesini talep etmiştir.
9. B.M.nin dilekçesini 3/3/1994
tarihinde Kulp Jandarma Komutanlığına gönderen Cumhuriyet Başsavcılığı,
gereğinin yapılarak neticenin bildirilmesini istemiştir.
10. Jandarma görevlileri 16/6/1994 tarihinde, hangi askerî
birliğin operasyon yaptığının ve M.M.nin askerî
birliklerce götürülüp götürülmediğinin tespit edilemediğine, M.M.nin aranan kişilerden olmadığına, bağlı oldukları
karakolca gözaltına alınmadığına ve araştırmaya devam edildiğine ilişkin bir
tutanak düzenlemişlerdir.
11. Cumhuriyet Başsavcılığı 5/10/1994 tarihinde, M.M.nin babası Z.M.nin ifadesini
almıştır. Müşteki sıfatıyla verdiği ifadesinde Z.M., Kara Kuvvetleri
Komutanlığı Bolu 2'nci Komando Tugay Komutanlığı (Tugay Komutanlığı) ve Bismil
Jandarma Komutanlığı emrindeki askerlerce terör örgütü mensuplarına karşı
yapılan operasyon kapsamında M.M.nin bilinmeyen bir
yere götürüldüğünü ve M.M.den bir daha haber
alamadığını söylemiştir.
12. Hamzalı köyü muhtarı olan A.T. Cumhuriyet Başsavcılığınca
alınan 31/10/1994 tarihli ifadesinde; güvenlik güçlerinin terör örgütü
mensuplarına karşı yapılan operasyon kapsamında, araziyi bilmesi nedeniyle
kendilerine yardımcı olması için M.M.yi
yanlarına alıp götürdüklerini, bir süre sonra güvenlik güçleri ile teröristler
arasında çatışma çıktığını, M.M.nin çatışma esnasında
ölüp ölmediği ve M.M.nin nerede olduğu konusunda
bilgilerinin olmadığını beyan etmiştir.
13. Cumhuriyet Başsavcılığı, terör örgütü mensuplarının örgüte
eleman kazandırmak amacıyla zaman zaman askerî üniforma giydiklerinden söz
ederek olayı soruşturma görevinin kendisine ait olmadığı gerekçesiyle 15/2/1995
tarihinde görevsizlik kararı vermiş ve soruşturma evrakını Diyarbakır Devlet
Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığına (DGM Başsavcılığı) göndermiştir.
14. DGM Başsavcılığı istinabe yoluyla 1995 yılında B.M.nin ifadesini almıştır.
15. DGM Başsavcılığı, 1994 yılı Şubat ve Mart
aylarında Hamzalı köyü ve çevresinde hangi tarihlerde, hangi askerî birliklerce
operasyon yapıldığına dair bilgiyi Olağanüstü Hâl Bölge Valiliğinden temin
etmiştir.
16. DGM Başsavcılığı, M.M.nin örgüt
tarafından kaçırıldığına dair delil bulunmadığı gerekçesiyle 2/6/1997 tarihinde
görevsizlik kararı vermiş ve soruşturma evrakını Cumhuriyet Başsavcılığına
göndermiştir.
17. Kolluk görevlilerince 2/12/1997 tarihinde beyanı tespit
edilen L.Z., 1993 yılında kaybolmadan önce terör örgütü elemanı gibi davranan M.M.nin terör örgütüne katılmış olabileceğini söylemiştir.
18. Cumhuriyet Başsavcılığı, L.Z.nin
ifadesine dikkat çekerek 31/12/1997 yılında görevsizlik kararı vermiş ve
soruşturma evrakını DGM Başsavcılığına göndermiştir.
19. DGM Başsavcılığı, Cumhuriyet Başsavcılığının varsayıma
dayalı görevsizlik kararı verdiğini belirterek 9/2/1998 tarihinde karşı
görevsizlik kararı vermiş ve soruşturma evrakını yeniden Cumhuriyet
Başsavcılığına göndermiştir.
20. Cumhuriyet Başsavcılığı 1994 yılı Şubat ve Mart aylarında Hamzalı köyü ve çevresinde hangi güvenlik
güçlerinin, hangi tarihlerde operasyon yaptığına dair bilgiyi Diyarbakır
Jandarma Komutanlığından temin etmiştir.
21. Cumhuriyet Başsavcılığının bilgi istemi üzerine Bolu İl
Jandarma Komutanlığı 16/4/2004 tarihli yazıyla 1994 yılı Şubat
ayında Kulp ilçesi Yolçatı köyünde herhangi bir
operasyon düzenlenmediğini bildirmiştir.
22. Cumhuriyet Başsavcılığı 31/3/2005 tarihinde istinabe
suretiyle İ.A.nın ifadesini
almıştır. Tanık sıfatıyla verdiği ifadesinde İ.A., 1994 yılının Şubat ayında
Bolu'dan geldiğini söyleyen kalabalık bir askerî grubun Hamzalı köyü Yolçatı mezrasına gelerek köyün tüm erkeklerini
topladığını, sırt çantalarını taşımalarına yardımcı olmaları maksadıyla
askerlerin kendisi ile A.K., A.B., L.A. ve M.M.yi
yanlarında götürdüklerini, giderlerken iki kola ayrıldıklarını, A.K. ile M.M.nin aynı, kendisinin ise farklı kolda olduğunu, iki
kolun bir süre sonra aynı yolda birleştiğini, M.M.yi
göremediğini, daha sonra A.B. ve L.A. ile birlikte köyden yiyecek getirmeye
gittiklerini, yiyecekleri askerlere verip köye döndüklerini, ertesi gün A.K.nın cesedini bulduklarını beyan etmiştir.
23. Cumhuriyet Başsavcılığının 4/4/2005 tarihinde istinabe
yoluyla dinlediği A.B., M.M. ile ilgili bir beyanda bulunmamıştır.
24. Cumhuriyet savcısınca 26/5/2005 tarihinde ifadesine
başvurulan Köy Muhtarı T.T., 2004 yılında muhtar seçildiğini ve 1994 yılının Şubat ayında Bismil'de mukim olduğunu ifade etmiştir.
25. 13/7/2005 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından
istinabe yoluyla dinlenen L.A., olay tarihinde annesini ziyaret maksadıyla Yolçatı mezrasında bulunduğunu, askerlerin A.K., M.M.,
H.T., Ab.K., İ.A., A.B., İh.A.
ve B.M.yi alıp
götürdüklerini, A.K. ile M.M. dışındakilerin bir süre sonra geri geldiğini, bir
sonraki gün A.K.nın cesedini bulduklarını,
aramalarına rağmen M.M.yi bulamadıklarını
söylemiştir.
26. Cumhuriyet Başsavcılığı, soruşturma konu suçların askerî
suçlardan olduğu gerekçesiyle 26/7/2005 tarihinde görevsizlik kararı vermiş ve
soruşturma evrakını 7. Kolordu Komutanlığı Askerî Savcılığına (Askerî Savcılık)
göndermiştir.
27. Askerî Savcılık 2006 yılında istinabe yoluyla A.T., H.T. ve İ.A.nın tanık sıfatıyla
ifadelerini almıştır.
28. Tugay Komutanlığı Yardımcılığı Disiplin Mahkemesi 19/6/2006
tarihli yazıyla, Tugay Komutanlığı ise 13/2/2007 tarihli yazıyla arşiv
kayıtlarına göre 10/2/1994 tarihinde Hamzalı köyü Yolçatı
mezrasında operasyon yapılmadığını bildirmiştir.
29. 2011 yılında yapılan araştırmalarda M.M.nin
terör eylemlerine katıldığına ya da terör örgütü ile bağlantısının bulunduğuna
dair kayıt bulunmadığı tespit edilmiştir.
30. Askerî Savcılık 13/6/2011 tarihinde, istinabe suretiyle Ab.K.nın ifadesini almıştır. Tanık
sıfatıyla verdiği ifadesinde Ab.K. 1994 yılında B.M.,
M.M., A.K. ve İ.A. ile birlikte askerlerce gözaltına alındığını, kendileri
serbest bırakılsa da A.K. ile M.M.nin askerlerce
tutulduğunu, M.M.den daha sonra haber alamadıklarını,
ertesi gün A.K.nın cesedini
bulduklarını söylemiştir.
31. Askerî Savcılık 28/11/2013 tarihinde, hukuka aykırı
gözaltına alma işleminin ne adli ne de askerî görev olduğunu belirterek
görevsizlik kararı vermiş ve soruşturma evrakını Diyarbakır Cumhuriyet
Başsavcılığına (TMK 10. madde ile görevli) göndermiştir.
32. Başvurucu vekili 5/2/2014 tarihinde Diyarbakır Cumhuriyet
Başsavcılığına (TMK 10. madde ile görevli) vekâletname sunmuştur.
33. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı (TMK 10. madde ile
görevli) 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun 10.
maddesi uyarınca kurulan mahkemelerle Cumhuriyet başsavcılıklarının 21/2/2014
tarihli ve 6526 sayılı Kanun'la görevlerine son verildiği gerekçesiyle
19/3/2014 tarihinde görevsizlik kararı vermiş ve soruşturma evrakını Diyarbakır
Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı da
8/9/2014 tarihinde yetkisizlik kararı verip soruşturma evrakını Cumhuriyet
Başsavcılığına göndermiştir.
34. Cumhuriyet Başsavcılığı 8/12/2014 tarihinde, olayın meydana
geldiği tarihte yürürlükte bulunan 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk
Ceza Kanunun'da öngörülen en üst haddeki dava
zamanaşımı süresi olan yirmi yıllık sürenin ziyadesiyle geçtiği gerekçesiyle
açık kimlik bilgileri tespit edilemeyen şüpheliler hakkında kovuşturmaya yer
olmadığına dair karar verilmiştir.
35. 8/8/1998 tarihinden kovuşturmaya yer olmadığına dair karar
verilmesine kadar geçen sürede M.M.nin kaybolmasının
nedeninin bilinmediğine ve M.M.nin gözaltına alınıp
alınmadığının tespit edilemediğine dair kolluk görevlilerince zaman zaman
düzenlenen tutanaklar soruşturma makamlarına gönderilmiştir.
36. Vekili aracılığıyla başvurucu; delillerin toplanmadığını,
eksik inceleme yapıldığını ve oğlunun kaybolması ile ilgili soruşturmanın
etkisiz olduğunu belirterek 29/12/2014 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına
dair karara itiraz etmiştir.
37. Başvurucunun itirazı, Cumhuriyet Başsavcılığınca verilen
kararın usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle Diyarbakır 4. Sulh Ceza
Hâkimliğinin (Hâkimlik) 4/3/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir.
38. Hâkimliğin kararı başvurucu vekiline 8/4/2015 tarihinde
tebliğ edilmiş olup söz konusu karara karşı bireysel başvuru 4/5/2015 tarihinde
yapılmıştır.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
39. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun
"Bir suçun işlendiğini öğrenen
Cumhuriyet savcısının görevi" kenar başlıklı 160. maddesinin
(1) numaralı fıkrası şöyledir:
"Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği
izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup
olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlar."
B. Uluslararası Hukuk
40. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "İnsan haklarına saygıyükümlülüğü"
kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:
"Yüksek Sözleşmeci Taraflar kendi yetki
alanları içinde bulunan herkesin, bu Sözleşme'nin birinci bölümünde açıklanan
hak ve özgürlüklerden yararlanmalarını sağlarlar."
41. Sözleşme'nin "Yaşam
hakkı" kenar başlıklı 2. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
" Herkesin yaşam hakkı yasayla
korunur..."
1. Zorla Kaybedilme
İddiasıyla Yapılan Başvurular Yönünden
42. Şimdiye kadar Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) yakınlarının
kaybolduğunu ileri süren pek çok kişinin Sözleşme'nin 2. maddesinin ihlal
edildiğine ilişkin başvurularını incelemiştir. Bu başvuruların tamamına
yakınında kaybolmanın gözaltı sırasında gerçekleştiği ve/veya devletin koruma
yükümlülüğünü yerine getirmediği iddia edilmiştir.
43. Gözaltı sırasında kaybolmaya ilişkin iddiaları incelerken
AİHM, öncelikle delillerin değerlendirmesini ve olayların tespitini
yapmaktadır. Bunu yaparken AİHM, her türlü
makul şüphenin ötesindeki kanıt kriterini uygulamaktadır. AİHM'e göre bu türden bir delil, yeteri kadar ciddi, açık
ve birbiriyle uyumlu bir dizi emareden ya da çürütülemeyecek karinelerden
oluşabilir; ayrıca delillerin toplanması sırasında tarafların tutumu da dikkate
alınabilir (Cülaz ve diğerleri/Türkiye, B. No: 7524/06,
39046/10, 15/4/2014, §§ 167-171; Tekçi ve
diğerleri/Türkiye, B. No: 13660/05, 10/12/2013, §§ 89-93) .
44. Başvurucuların yakınlarının gözaltına alındığına dair makul
şüphenin ötesinde kanıt unsuru bulunmuyorsa AİHM, Sözleşme'nin 2. maddesinin
maddi boyutunun ihlal edilmediğine karar vermektedir (Şeker/Türkiye, B. No: 52390/99, 21/2/2006,
§§ 63-66; Aydın Eren ve diğerleri/Türkiye,
B. No:57778/00, 21/2/2006, §§ 35-46).
45. Başvurucuların yakınlarının gözaltına alındığına dair makul
şüphenin ötesinde delil bulunması hâlinde AİHM, devletlerden yeterli ve ikna
edici açıklamalar -görevlilerinin ölümcül güce başvurmalarını haklı gösterecek
nitelikte gerekçeler dâhil- sunmasını ummakta ve bu tür bir açıklama
yapılmaması hâlinde davalı devlet aleyhine olumsuz sonuçlar çıkarma hakkına
sahip olduğunu vurgulamaktadır (Cülaz ve
diğerleri/Türkiye, §§ 170, 173; Tekçi
ve diğerleri/Türkiye, §§ 92, 95).
46. Başvurucuların yakınlarının gözaltına alındığına dair makul
şüphenin ötesinde delil bulunsa bile AİHM, kayıp kişinin ölmüş olduğu tahminine
düşünülmeden varılamayacağını, buna ancak davanın kendi koşulları içinde
yapılacak bir değerlendirmeden sonra karar verilebileceğini, bu bağlamda
kişinin son kez görüldüğü tarihin önemli bir unsur olduğunu hatırlatmaktadır (Varnava ve diğerleri/Türkiye [BD], B. No:
16064/90..., 18/9/2009, § 143;Vagapova ve Zoubirayev/Rusya, B. No: 21080/05, 26/2/2009, §§
85, 86). Diğer taraftan AİHM'e göre kayıp kişiden en
son haber alındığı tarihten itibaren geçen süre, kayıp kişinin ölü kabul
edilmesine karar verilmesi için tek başına yeterli değildir. Ölümün kabul
edilebilmesi için kaybolma olayının hangi şartlarda gerçekleştiğinin ve
mağdurun silahlı çatışmanın hangi tarafında yer aldığının da dikkate alınması gerekir(Timurtaş/Türkiye,
B. No: 23531/94, 13/6/2000, §§ 82, 83; Osmanoğlu/Türkiye,
B. No: 48804/99, 24/1/2008, §§ 55-58).
47. AİHM, anılan Vagapova ve Zoubirayev/Rusya başvurusunda, hayatını
tehlikeye atan koşullarda dört yılı aşkın bir süreden beri kayıp olan genç bir
kişinin öldüğünü varsaymıştır. Yine AİHM Tanış
ve diğerleri/Türkiye (B. No: 65899/01, 2/8/2005, § 210)
başvurusunda, hayatlarını tehlikeye atan koşullarda jandarma karakolunda
gözaltına alınmalarının ardından dört yıldan fazla bir süreden beri kayıp olan
iki kişinin ölmüş olabileceği yönündeki varsayımı kabul etmiştir.
48. AİHM, başvurucuların yakınlarının gözaltına alındığına dair
makul şüphenin ötesinde kanıt bulunduğu başvurular yanında bu nitelikte
delillerin bulunmadığı başvurularda da başvurucuların yaşam hakkının etkili
soruşturma yükümlülüğüne ilişkin usul boyutunun ihlal edildiğine yönelik
şikâyetlerini incelemiştir. Hatta AİHM, başvurucuların yakınlarının gözaltına
alındığına dair bir iddialarının bulunmadığı ve başvurucuların yakınlarının
yaşamı için doğrudan ve gerçek bir tehlikenin mevcut olmadığı bir başvuruda,
yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine ilişkin şikâyeti incelemiştir
(başvurucuların yakınlarının gözaltına alındığına dair makul şüphenin ötesinde
kanıt bulunmadığı durumlarda yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine
yönelik iddiaların incelendiği başvurular için bkz. Bozkır ve diğerleri/Türkiye, B. No: 24589/04, 26/2/2013; Toğcu/Türkiye, B. No: 27601/95, 31/5/2005, §
109; gözaltı iddiasının bulunmadığı ve başvurucuların yakınlarının yaşamı için
doğrudan ve gerçek bir tehlike bulunmadığı bir durumda yaşam hakkının usul
boyutunun ihlal edildiğine dair iddianın incelendiği başvuru için bkz. Nebahat Tüzer ve Muhammed
Sait Tüzer/Türkiye (k.k.),
B. No: 22519/06, 17/12/2013).
49. Sözü edilen incelemeleri yaparken AİHM, ilk önce
Sözleşme'nin 2. maddesini Sözleşme'nin 1. maddesiyle birlikte yorumlayarak
devletin yaşama hakkı kapsamındaki bir olayı etkili soruşturma yükümlülüğünün
bulunduğunu hatırlatmakta ve bu yükümlülüğün öldürme eyleminin bir devlet
görevlisi tarafından gerçekleştirildiğinin açık olduğu davalarla sınırlı
olmadığına dikkat çekmektedir (Bozkır ve
diğerleri/Türkiye, § 56; Şeker/Türkiye,
§ 67; Toğcu/Türkiye, § 109).
50. Daha sonra AİHM, soruşturmanın sorumlu kişilerin tespiti ve
cezalandırılmasını sağlama bakımından da etkili olması gerektiğini ancak bu
yükümlülüğün bir sonuç yükümlülüğü olmadığını, yetkili makamların olaya ilişkin
tüm kanıtları toplamak için mümkün olan makul önlemlerin tamamını almaları
gerektiğini ve soruşturmadaki ölüm nedenini ya da sorumlu kişinin tespitini
engelleyen herhangi bir kusurun bu standarda uymama tehlikesi yaratacağını
belirtmektedir (Bozkır ve diğerleri/Türkiye,
§ 57; Toğcu/Türkiye, § 110). Ayrıca soruşturmanın
makul bir süratle yürütülmesi gerektiğine işaret eden (Şeker/Türkiye, § 68; Toğcu/Türkiye, § 111) AİHM, yaşamı tehdit eden koşullarda ortadan
kaybolan kişiden haber alınmadan geçen süre uzadıkça söz konusu kişinin ölmüş
olma ihtimalinin arttığını kabul etmektedir (Tahsin
Acar/Türkiye [BD], B No: 26307/95, 8/4/2004, § 226).
51. Son olarak AİHM, anılan ilkelerin hayati tehlike arz eden
koşullar altında kaybolan kişilere yönelik başvurular için de geçerli olduğunu
belirterek başvuruya konu edilen ve etkisiz olduğu ileri sürülen soruşturmayı
incelemektedir (Bozkır ve diğerleri/Türkiye,
§ 58; Şeker/Türkiye, § 69; Toğcu/Türkiye, § 112).
2. Süre Aşımı Yönünden
52. Konuyla ilgili bilgiler Anayasa Mahkemesinin Sultani Acar (B. No: 2014/16344,
22/3/2018, §§ 43-61) başvurusu hakkında verdiği kararda yer almaktadır.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
53. Mahkemenin 7/2/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Adli Yardım Talebi Yönünden
54. Başvurucu, maddi bir geliri olmadığını ve yakınlarının
desteği ile yaşamını sürdürdüğünü belirterek adli yardım talebinde bulunmuştur.
55. Anayasa Mahkemesinin Mehmet
Şerif Ay (B. No: 2012/1181, 17/9/2013) kararında belirtilen ilkeler
dikkate alınarak geçimini önemli ölçüde güçleştirmeksizin yargılama giderlerini
ödeme gücünden yoksun olduğu anlaşılan başvurucunun açıkça dayanaktan yoksun
olmayan adli yardım talebinin kabulüne karar verilmesi gerekir.
B. Yaşam Hakkının İhlal
Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
56. Başvurucu, 1994 yılının Şubat
ayında Diyarbakır'a bağlı Kulp ilçesinin Hamzalı köyünde bulunan Yolçatı mezrasında askerî bir operasyon düzenlendiğini ve
bu operasyon kapsamında bazı kişilerle birlikte bilinmeyen bir yere askerlerce
götürülen oğlu M.M.den bir daha haber alamadığını
ileri sürmüştür. Ayrıca başvurucu, verilen görevsizlik kararları haricinde
oğlunun kaybolması hakkında yürütülen soruşturmada herhangi bir soruşturma
işlemi yapılmadığını, delil toplanmadığını, soruşturmaya etkili bir şekilde
katılımının sağlanmadığını, soruşturmanın sürüncemede bırakılıp insanlığa karşı
işlenen suçlarda zamanaşımı süresi işlemeyecek olmasına rağmen zamanaşımı
süresinin dolduğu gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına dair karar
verildiğini ve bu karara yapılan itirazın gerekçesiz olarak reddedildiğini
iddia etmiştir. Son olarak başvurucu, soruşturmadaki bazı eksikliklere dikkate
çekerek yaşam ve etkili başvuru hakları ile kötü muamele yasağının ihlal
edildiğini öne sürmüştür.
2. Değerlendirme
a. Uygulanabilirlik Yönünden
57. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasının ilgili bölümü
şöyledir:
"Herkes, yaşama...
hakkına sahiptir."
58. Anayasa'nın "Devletin
temel amaç ve görevleri" kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili
bölümü şöyledir:
"Devletin temel amaç ve görevleri, …
Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve
mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti
ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve
sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için
gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır."
59. Bir olayda yaşam hakkına ilişkin ilkelerin uygulanabilmesi
için gerekli şartlardan biri de doğal olmayan bir ölümün gerçekleşmesidir.
Bununla birlikte başvurucuya karşı gerçekleştirilen eylemin niteliği ve failin
amacı gibi somut olayın koşulları dikkate alınarak ölüm olayının
gerçekleşmediği bazı durumların da yaşam hakkı çerçevesinde incelenebilmesi
mümkündür (Mehmet Karadağ, B. No:
2013/2030, 26/6/2014, § 20).
60. Nitekim Anayasa Mahkemesi, elektrik akımına kapılma sonucu
meydana gelen yaralanmaların konu edildiği iki başvuruyu (Hüseyin Münüklü,
B. No: 2014/5973, 13/9/2017, § 47; Gürkan
Kaçar ve diğerleri, B. No: 2014/11855, 13/9/2017, § 50),başvurucunun
hayati tehlike geçirmesiyle sonuçlanan ve üçüncü kişi tarafından
gerçekleştirilen silahlı saldırı olayının konu edildiği başvuruyu (Yasin Ağca, B. No: 2014/13163, 11/5/2017,
§§ 111),başvurucuların kolluk görevlileri tarafından silahlı güç kullanılması
sonucunda yaralanmalarına ilişkin bir başvuruyu (Mustafa Çelik ve Siyahmet Şeran,
B. No: 2014/7227, 12/1/2017, § 71) ve kamuoyunda tanındığı görüşleri nedeniyle
marjinal bir grubun tepkisini çeken başvurucunun yaşamına yönelik tehditlerin
konu edildiği başvuruyu (Baskın Oran, B.
No: 2014/4645, 18/4/2018, § 62) başvurulara
konu olayın koşullarını dikkate alarak yaşam hakkı kapsamında
incelemiştir.
61. Somut olayda başvuru, ne ölen bir kişinin yakınları
tarafından ne de yaşamsal bir tehlikeye maruz kalan bir kişi tarafından
yapılmıştır. Mamafih M.M.nin kayıp olması olayıyla
ilgili olarak yürütülen soruşturma kapsamında ifadelerine başvurulan Z.M.,
A.T., İ.A., L.A. ve Ab.K., M.M.nin
askerlerce götürüldüğünü beyan etmiş (bkz. §§ 11, 12, 22, 25, 30), başvurucu da
anılan tarihten beri M.M.den bir daha haber
alamadıklarını iddia etmiştir. Bu hususları dikkate alan Anayasa Mahkemesi, M.M.nin kaybolması ile ilgili somut başvurunun Anayasa'nın
17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkı kapsamında incelenmesi
gerektiği kanaatindedir.
b. Hukuki Nitelendirme
Yönünden
62. Anayasa Mahkemesi olayların başvurucular tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun iddialarının özü, oğlu M.M.ninaskerler tarafından
gözaltına alınmasından sonra kaybolmasına ve bu olay hakkında etkili bir ceza
soruşturması yürütülmemesine ilişkindir. Bu nedenle başvurucunun şikâyetlerini
sunma biçimini de gözönünde bulunduran Anayasa
Mahkemesi, başvuruyu sadece Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan
yaşam hakkı kapsamında inceleyecektir.
c. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
63. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı
fıkrası şöyledir:
“İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem,
eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının
tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.”
64. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel
başvuru usulü” kenar başlıklı 47. maddesinin (5) numaralı fıkrası
şöyledir:
“Bireysel başvurunun, başvuru yollarının
tüketildiği tarihten; başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten
itibaren otuz gün içinde yapılması gerekir.”
65. Yaşam hakkı kapsamında incelenmesi gereken bir olayla ilgili
soruşturmanın etkili olup olmadığı yönünden inceleme yapılabilmesi için -mutlak
surette gerekli olmasa da- yürütülen soruşturmanın makul bir süreyi aşmaması
şartıyla ilgili kamu makamları tarafından nasıl sonlandırılacağının beklenmesi,
bireysel başvuru ile getirilen koruma mekanizmasının ikincil niteliğine uygun
olacaktır (Rahil Dink ve diğerleri, B. No: 2012/848,
17/7/2014, § 76; Hüseyin Caruş,
B. No: 2013/7812, 6/10/2015, § 46).
66. Başvurucunun yetkili makamlara müracaat etmesine rağmen
doğal olmayan bir ölümle ilgili soruşturma başlatılmamışsa, başlatılan
soruşturmada ilerleme yoksa veya soruşturma artık etkisiz bir hâl almışsa
başvurucudan soruşturmanın sonucunu beklemesini istemek makul olmayacaktır.
Böyle bir durumda başvurucu, gerekli özeni göstermeli ve şikâyetini çok uzun
süre geçirmeden Anayasa Mahkemesine sunabilmelidir (Rahil Dink ve diğerleri, § 77). Zira soruşturmanın etkililiğini
sağlayacak bir başvuru yolu bulunmamaktadır. O hâlde anılan ihlal iddiaları
yönünden başvuru yollarının tüketilmesi gerekmemektedir (Yasin Ağca, § 121). Böyle bir durumda
başvurucu, etkili bir soruşturma yürütülmediğinin farkına vardığı veya varması
gerektiği andan itibaren süresi içinde bireysel başvuruda bulunmalıdır. Doğal
olarak başvurucunun etkili bir soruşturma yürütülmediğinin ne zaman farkına
varması gerektiği her başvurunun şartlarına bağlı olarak değerlendirilecektir (Adle Azizoğlu ve Sadat
Azizoğlu, B. No: 2014/15732,
24/1/2018, § 87; Sultani Acar, §
84).
67. Soruşturmada ilerleme sağlanacağına dair umut verici
gelişmeler ve gerçekçi varsayımlar bulunduğu, soruşturmanın ilerlemesini
sağlayıcı tedbirler alındığı sürece başvurucudan başvuru yollarını tüketmeden
bireysel başvuruda bulunması da beklenmemelidir. Ancak bu hâlde dahi
soruşturmanın daha sonra etkisizleştiğini öğrenen başvurucu, durumun farkına
vardığı veya varması gerektiği andan itibaren süresi içinde bireysel başvuruda
bulunmalıdır (Adle Azizoğlu ve Sadat
Azizoğlu, § 88; Sultani Acar, §
85).
68. Soruşturmanın etkisizliğinin fark edildiği veya fark
edilmesi gerektiği andan itibaren süresi içinde bireysel başvuru yapılmayıp
zamanaşımı süresinin dolması nedeniyle kovuşturmaya yer olmadığına dair karar
verilmesinin beklenmesi hâlinde soruşturmaya konu olayın üzerinden geçen uzun
zaman gerçeklerin ortaya çıkmasını zorlaştıracak ve neredeyse imkânsız hâle
getirecektir. Böylesi bir durumda Anayasa Mahkemesi, devletin negatif ve
pozitif yükümlülüklerine gerçekten uyup uymadığını inceleyemeyecek; yaşam
hakkının usul boyutu yönünden yapacağı değerlendirmede yeniden yargılamaya
karar veremeyecek ve şartları gerçekleştiğinde sadece ihlali tespit edip
tazminata hükmedebilecektir. Oysa ölüm olayının sebep ve koşulları ile
sorumluların tespitine imkân veren etkinlikte bir soruşturma yapılması ve
gerektiği takdirde sorumluların caydırıcı bir ceza ile cezalandırılmaları için
yeniden yargılamaya karar verilebilmesinin benzer yaşam hakkı ihlallerinin
önlenmesinde oynadığı rolün önemi tartışmasızdır (Adle Azizoğlu ve Sadat Azizoğlu, § 89;
Sultani Acar, § 86).
69. Somut olayda, M.M.nin kaybolması
olayı ile ilgili olarak bazı kişilerin ifadeleri alınmış ve 1994 yılının Şubat
ve Mart aylarında hangi güvenlik güçlerince, hangi tarihte operasyon yapıldığına
dair araştırma yapılmış ise de tanık Ab.K.nın
13/6/2011 tarihinde ifadesinin alınmasından sonra faillerin tespiti ve kayıp
olayını çevreleyen koşulların tespiti için soruşturma makamlarınca herhangi bir
işlem yapılmamıştır.
70. Oğlunun kaybolması ile ilgili şikâyetini yetkili makamlara
iletmede veya soruşturmanın etkisizliğiyle ilgili bireysel başvuru yapmada
güçlük çektiği yönünde herhangi bir iddiası bulunmayan başvurucu, soruşturmada
ilerleme sağlanacağına dair umut verici bir gelişme yaşanmamasına rağmen
zamanaşımı süresi doluncaya kadar Cumhuriyet Başsavcılığından herhangi bir
talepte de bulunmamıştır.
71. 13/6/2011 tarihinden sonra soruşturmada herhangi bir gelişme
yaşanmadığını, soruşturmanın etkisiz olduğu gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına
dair karara itiraz ederek soruşturmanın etkisizliğinin farkında olduğunu açıkça
ortaya koyan başvurucunun bireysel başvuruda bulunmak için soruşturmanın
sonuçlanmasını beklemesinin gerekmediğini ve bireysel başvuruların kabul
edilmeye başlandığı 23/9/2012 tarihinden sonra başvuru yapma imkânının
bulunduğunu dikkate alan Anayasa Mahkemesi, zaman bakımından yetkisinin
başladığı tarihten yaklaşık 2 yıl 7 ay sonra yapılan başvurunun süresinde
yapılmış bir başvuru olarak kabul edilemeyeceği sonucuna ulaşmıştır.
72. Açıklanan gerekçelerle yaşam hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin süre aşımı nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Adli yardım talebinin KABULÜNE,
B. Yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin başvurunun süre aşımı nedeniyle KABUL EDİLEMEZ
OLDUĞUNA,
C. Yargılama giderlerinin tahsilinin başvurucunun mağduriyetine
neden olacağı anlaşıldığından 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk
Muhakemeleri Kanunu’nun 339. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca
başvurucunun yargılama giderlerini ödemekten TAMAMEN MUAF TUTULMASINA 7/2/2019
tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.