TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
İLHAMİ ARSLAN BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2015/7984)
Karar Tarihi: 8/1/2020
Başkan
:
Recep KÖMÜRCÜ
Üyeler
Celal Mümtaz AKINCI
Muammer TOPAL
M. Emin KUZ
Recai AKYEL
Raportör
Volkan ÇAKMAK
Başvurucu
Recep ARSLAN
Vasisi
İlhami ARSLAN
Vekili
Av. Nurullah ARICI
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, açılan tam yargı davasının süre aşımı yönünden reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 11/5/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Anayasa Mahkemesinin istikrar kazanmış içtihat alanı kapsamında kaldığı değerlendirilen başvurunun bir örneğinin Adalet Bakanlığına görüş için gönderilmesine gerek bulunmadığına karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu 13/8/2008 tarihi itibarıyla zorunlu askerlik görevini ifa etmeye başlamıştır.
9. Başvurucu, kendi ifadesine göre bir başka askerin kötü muamelesi ve gereken önlemlerin alınmaması sonucu psikolojik yönden rahatsızlanmıştır. Van Asker Hastanesi ve Gülhane Askerî Tıp Akademisi (GATA) bünyesinde tedavi gören başvurucuya 2008 ve 2009 yılları içinde hava değişimi izinleri verilmiştir.
10. Tedavi sürecinin ardından GATA 13/5/2009 tarihli raporu ile başvurucu için kronik nitelik kazanmış psikotik bozukluk teşhisinde bulunmuş ve askerliğe elverişli olmadığı yönünde karar almıştır. Başvurucu, söz konusu rapor üzerine terhis edilmiştir.
11. Başvurucuya 6/10/2011 tarihli Erzurum 1. Sulh Hukuk Mahkemesi kararı uyarınca sağlık durumu gerekçe gösterilerek kardeşi vasi olarak atanmıştır.
12. Başvurucu; zorunlu askerlik görevini yerine getirirken psikolojik yönden rahatsızlandığını, engelli konuma geldiğini ileri sürerek uğradığı maddi ve manevi zararın tazmini istemiyle 18/5/2012 tarihinde İçişleri Bakanlığı aleyhine Erzurum 2. Asliye Hukuk Mahkemesi nezdinde dava açmıştır.
13. Erzurum 2. Asliye Hukuk Mahkemesi 29/1/2013 tarihli kararıyla, uyuşmazlığın idari yargının görev alanı içinde kaldığı gerekçesine yer vererek davayı görev yönünden reddetmiştir. Bu karar taraflarca temyiz edilmemiş ve 23/5/2013 tarihinde kesinleşmiştir (Bu aşamadan sonraki kısma ilişkin bazı olgular, Milli Savunma Bakanlığı Arşiv Müdürlüğünden temin edilen [Askeri Yüksek İdare Mahkemesi İkinci Dairesinin 24/9/2014 tarihli ve E.2014/1465, K.2014/1454 sayılı kararına konu dava dosyası içeriğindeki] belgeler uyarınca tespit edilebilmiştir).
14. Başvurucu, Erzurum 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 29/1/2013 tarihli görevsizlik kararının 23/5/2013 tarihinde kesinleşmesinin ardından 29/5/2013 tarihinde Erzurum Bölge İdare Mahkemesi kayıtlarına giren dilekçesi ile Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) nezdinde tazminat davası açmıştır. Dilekçe AYİM kayıtlarına 3/6/2013 tarihinde girmiştir.
15. AYİM İkinci Dairesi (Mahkeme) 11/9/2013 tarihinde, dava dilekçesinde eksikliklerin bulunduğu ve davaya esas olacak bazı belgelerin dilekçeye eklenmediği gerekçesiyle dilekçenin reddine karar vermiştir. Söz konusu kararda dava dilekçesinin 29/5/2013 tarihinde Erzurum Bölge İdare Mahkemesine sunulduğu ve 3/6/2013 tarihinde AYİM kayıtlarına girdiği hususu da açıkça belirtilmiştir.
16. Başvurucu, dilekçesini yenileyerek 30/10/2013 tarihinde Mahkemeye sunmuştur. Mahkeme 13/11/2013 tarihli kararı ile vesayet altındaki kişinin vasisi tarafından dava açılması gerektiği, dilekçede ise bu durumun belirtilmediği gerekçesiyle dava dilekçesini tekrar reddetmiştir.
17. Başvurucu 25/12/2013 tarihinde dilekçesini yenileyerek Mahkemeye sunmuş ise de Mahkeme 5/2/2014 tarihli kararı ile vukuatlı aile nüfus kayıt tablosu ile veraset makamından alınmış izin belgesi eklenmediği gerekçesiyle dava dilekçesini üçüncü kez reddetmiştir.
18. Başvurucu, Erzurum 1. Sulh Hukuk Mahkemesinin 17/3/2014 tarihli kararı ile vasisinin kendi adına dava açabilmesi için gerekli olan husumet iznini alarak 24/3/2014 tarihinde dilekçesini yenilemiştir. Mahkeme bu dilekçeyi usulüne uygun bulmuş ve yargılama başlatılarak dosya tekemmül ettirilmiştir.
19. Mahkeme 24/9/2014 tarihli kararıyla davayı süre aşımı yönünden reddetmiştir.
20. Ret gerekçesinde öncelikle 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı mülga Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun dava açma süresine ilişkin hükümlerine yer verilerek AYİM'in görevine giren uyuşmazlıklarda adli yargı mercilerine açılan davaların görev noktasından reddi hâlinde, bu husustaki kararların tebliği tarihinden itibaren otuz gün içinde AYİM nezdinde dava açılabileceği hatırlatılmıştır. Erzurum 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 29/1/2013 tarihli davanın görev yönünden reddine dair kararının kesinleştiği 23/5/2013 tarihini takiben otuz günlük yasal süre aşılarak 30/10/2013 tarihinde AYİM nezdinde dava açıldığı vurgulanmıştır. Sonuç olarak görev yönünden ret kararı üzerine otuz günlük yasal sürenin aşılması suretiyle açılan davanın süre aşımına uğradığı ifade edilmiş ve ret gerekçesi oluşturulmuştur.
21. Karar düzeltme istemi Mahkemenin 1/4/2015 tarihli hükmü ile reddedilmiştir. Başvurucu, nihai kararı 14/4/2015 tarihinde tebellüğ etmesinin ardından 11/5/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
22. 1602 sayılı mülga Kanun’un "Görevli olmayan yerlere başvurma" kenar başlıklı 41. maddesinin birinci fıkrasının ilk cümlesi şöyledir:
"Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin görevine giren uyuşmazlıklarda, askeri, idari ve adli yargı mercilerine açılan davaların görev noktasından reddi halinde, bu husustaki kararların ve bunlara karşı kanun yolları varsa süresi içinde olmak şartıyla bu yollara başvurulması üzerine, verilen kararların tebliği tarihinden itibaren otuz gün içinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesine dava açılabilir."
23. 1602 sayılı mülga Kanun'un 37. ve 39. maddeleri sırasıyla şöyledir;
"Dilekçeler ile savunmalar ve davalara ilişkin her türlü evrak, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başkanlığına gönderilmek üzere en yakın amirlere, bölge ve idare mahkemesi başkanlıklarına, bölge ve idare mahkemesi bulunmayan yerlerde asliye hukuk hakimliklerine, yabancı memleketlerde Türk konsolosluklarına verilebilir.'
'Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başkanlığına veya 37 nci maddede yazılı yerlere verilen dilekçelerin harç ile posta ücretleri alındıktan sonra defter kayıtları derhal yapılır ve kayıt tarihi ve sayısı dilekçenin üzerine yazılır. Dava bu kaydın yapıldığı tarihte açılmış sayılır."
V. İNCELEME VE GEREKÇE
24. Mahkemenin 8/1/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
25. Başvurucu; görevsizlik kararının kesinleşmesinin ardından otuz günlük yasal süre içinde dava açıldığını ve bu durumun karar düzeltme dilekçesinde de belirtildiğini ancak buna karşın davanın süre ret kararı ile sonuçlanmasının Anayasa'nın 36., 38., 138. ve 142. maddelerini ihlal ettiğini ileri sürmektedir.
B. Değerlendirme
26. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."
27. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun şikâyetinin özü, Mahkemenin dava açma süresine dair hukuk kurallarını ve somut olayı hatalı değerlendirdiği iddiasına ilişkin olduğundan başvuru mahkemeye erişim hakkı kapsamında incelenmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
28. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
M. Emin KUZ bu görüşe katılmamıştır.
2. Esas Yönünden
a. Hakkın Kapsamı ve Müdahalenin Varlığı
29. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir unsurudur. Diğer yandan Anayasa'nın 36. maddesine adil yargılanma ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılanma hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ni (Sözleşme) yorumlayan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının mahkemeye erişim hakkını içerdiğini belirtmektedir (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur. San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2014/13156, 20/4/2017,§ 34).
30. Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru kapsamında yaptığı değerlendirmelerde mahkemeye erişim hakkının bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına geldiğini ifade etmiştir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52).
31. Somut olayda maddi ve manevi tazminat istemiyle açılan davanın süre aşımından reddedilerek uyuşmazlığın esasının incelenmemesi nedeniyle başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yönelik bir müdahalenin bulunduğu görülmektedir.
b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
32. Anayasa'nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, ... yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ... ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."
33. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşullara uygun olmadığı takdirde Anayasa’nın 36. maddesinin ihlalini teşkil edecektir.
34. Bu sebeple müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, haklı bir sebebe dayanma, ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.
i. Kanunilik
35. Başvuruya konu davanın süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesine ilişkin mahkeme kararının 1602 sayılı mülga Kanun'un 41. maddesine dayandığı görülmektedir. Dolayısıyla somut olayda başvurucuların mahkemeye erişim hakkına yönelik müdahalenin kanuni dayanağının mevcut olduğu anlaşılmıştır.
ii. Meşru Amaç
36. Dava açmanın bir süreye bağlanmasının meşru amacının ne olduğu hususu benzer nitelikteki başvurularda Anayasa Mahkemesi tarafından müteaddit defa incelenmiştir. Anayasa Mahkemesi bu incelemelerinde, idari işlem ya da eylemlere karşı açılacak davalarda süre koşulu öngörülmesinin en genel ifadesiyle idari istikrarın sağlanması şeklinde bir meşru amacı bulunduğuna işaret etmiştir (daha ayrıntılı değerlendirme için bkz. Ayşe Yıldırım, B. No: 2014/5, 25/10/2017, §§ 54, 55; Fatma Altuner, B. No: 2014/17714, 26/10/2017, §§ 48, 49; Çölbeyi Lojistik Nakliyat Gümrükleme Denizcilik İnşaat Turizm Sanayii ve Ticaret Limitet Şirketi, B. No: 2014/12354, 9/11/2017, § 52).
iii. Ölçülülük
(1)Genel İlkeler
37. Dava açmayı imkânsız kılacak ölçüde kısa olmadıkça dava açma ya da kanun yollarına başvuru için belli sürelerin öngörülmesi, hukuki belirlilik ilkesinin bir gereğidir ve tek başına bu durum mahkemeye erişim hakkına aykırılık oluşturmaz (Remzi Durmaz, B. No: 2013/1718, 2/10/2013, § 27).
38. Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru kapsamında yaptığı değerlendirmelerde kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya mahkeme kararını anlamsız hâle getiren, bir başka anlatımla mahkeme kararını önemli ölçüde etkisizleştiren sınırlamaların mahkemeye erişim hakkını ihlal edebileceğini ifade etmiştir (Özkan Şen,§ 52).
39. Bu nedenle mahkemelerin usul kurallarını uygularken yargılamanın hakkaniyetine zarar getirecek ölçüde katı şekilcilikten kaçınmaları gerektiği gibi kanunla öngörülmüş usul şartlarının ortadan kalkmasına neden olacak ölçüde aşırı esneklikten de kaçınmaları gerekir (Kamil Koç, B. No: 2012/660, 7/11/2013, § 65). Bu kapsamda mevzuatta öngörülen dava açma süresine ilişkin kuralların hukuka açıkça aykırı olarak yanlış uygulanması veya bu sürelerin hatalı hesaplanması nedenleriyle kişilerin dava açma ya da kanun yollarına başvuru haklarını kullanmasına engel olunması mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur. San. ve Tic. Ltd. Şti., § 38).
40. Mahkemelerin dilekçelerin sunulması yöntemine ilişkin usul kurallarını uygularken kişilerin mahkemeye erişimlerini engelleyecek veya aşırı derecede zorlaştıracak ölçüde aşırı şekilcilikten kaçınmaları gerekir. Ayrıca mahkemelerin iç işleyişlerine ilişkin süreçlerdeki aksama ve hatalardan kaynaklanan sorumluluk, yargısal koruma talep eden bireylere yüklenmemelidir. Bu bakımdan yargısal başvurulara dair dilekçelerini ilgili mevzuatta öngörülen usule uygun olarak yetkili yargı merciine sunan kişilerin kendilerine atfedilemeyen ve tamamen mahkemelerin iç işleyişinden kaynaklanan hata ve aksamalardan sorumlu tutularak mahkemeye erişimlerinin engellenmesi bu hakka yapılan müdahaleyi ölçüsüz kılabilir (Hasan İşten, B.No:2015/1950, 22/2/2018, § 46 ).
(2)İlkelerin Olaya Uygulanması
41. Somut olayda başvurucunun ihlal iddiası Erzurum 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin verdiği görevsizlik kararının kesinleşmesinin ardından süresi içinde (29/5/2013 tarihinde) dava açılmasına karşın AYİM tarafından hatalı bir şekilde 30/10/2013 tarihinde davanın açıldığı değerlendirmesinde bulunularak karar verildiği olgusuna dayanmaktadır. Söz konusu iddianın değerlendirilebilmesi amacıyla Millî Savunma Bakanlığı Arşiv Müdürlüğünden AYİM İkinci Dairesinin 24/9/2014 tarihli ve E.2014/1465, K.2014/1454 sayılı kararına konu dava dosyası içeriği temin edilmiştir. Belgelerin içeriğinden tespit edilen hususlar olay ve olgular başlığı altında aktarılmıştır (bkz. §§ 14-18).
42. Temin edilen belgeler uyarınca, Erzurum 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin verdiği görevsizlik kararının 23/5/2013 tarihinde kesinleşmesinin ardından başvurucunun otuz günlük yasal süre sona ermeden 29/5/2013 tarihinde Erzurum Bölge İdare Mahkemesi kayıtlarına giren dilekçesi ile AYİM nezdinde tazminat davası açtığı açıkça anlaşılmaktadır.
43. Mahkemenin 29/5/2013 tarihinde Erzurum Bölge İdare Mahkemesine sunulan, 3/6/2013 tarihinde AYİM kayıtlarına giren ve 11/9/2013 tarihli dilekçe ret kararına konu olan 29/5/2013 tarihli ilk dava dilekçesini göz ardı etmek suretiyle bu dilekçeyi değerlendirmeye almadan sonuca ulaştığı ve davayı süre aşımı yönünden reddettiği görülmektedir.
44. Bu bağlamda 29/5/2013 tarihli ilk dava dilekçesini gözardı etmek suretiyle hüküm kuran Mahkemenin davanın açıldığı tarihe ilişkin değerlendirmesinin yanlış bir olguya dayalı olarak açık bir hata ile yapıldığı anlaşılmıştır. Açıkça hatalı olan bu değerlendirme ile davanın süre aşımından reddedilmesinin mahkemeye erişim hakkına yönelik ölçüsüz bir müdahale olduğu sonucuna varılmıştır.
45. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
46. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
47. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 57-60) kararında, Anayasa Mahkemesince bir temel hakkın ihlal edildiği sonucuna varıldığında ihlalin ve sonuçlarının nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi hususunda genel ilkelere yer verilmiştir.
48. Başvurucu, yeniden yargılama yapılmasına hükmedilerek ihlalin giderilmesi talebinde bulunmuştur.
49. Anayasa Mahkemesi, AYİM kararında davanın açıldığı tarihe ilişkin değerlendirmenin açıkça hatalı olması nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
50. Bu durumda mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise usul hukukunda yer alan benzer kurumlardan farklı ve bireysel başvuruya özgü bir düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yeniden yargılama sürecinde mahkemelerce yapılması gereken iş, öncelikle hak ihlaline yol açan mahkeme kararının ortadan kaldırılmasından ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere ilgili mahkemeye gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
51. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,90 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.226,90 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA M. Emin KUZ'un karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE OYBİRLİĞİYLE,
C. Kararın bir örneğinin mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere -Anayasa'nın geçici 21. maddesinin birinci fıkrasının (E) bendinin (b) alt bendi gereğince- yetkili idari yargı merciine GÖNDERİLMESİNE OYBİRLİĞİYLE (AYİM İkinci Dairesinin 24/9/2014 tarihli ve E.2014/1465, K.2014/1454 sayılı kararı ile ilgilidir),
D. 226,90 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.226,90 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 8/1/2020 tarihinde karar verildi.
KARŞIOY GEREKÇESİ
Bölümümüz çoğunluğu, açılan tam yargı davasının süre aşımı yönünden reddedilmesinden dolayı adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkin bireysel başvurunun kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek bir neden bulunmadığını belirterek (§ 28) kabul edilebilir olduğuna karar vermiştir.
Bilindiği gibi, 6216 sayılı Kanunun 46. maddesinin (1) numaralı fıkrasında, bireysel başvurunun ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem veya ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenler tarafından yapılabileceği; 47. maddesinin (3) numaralı fıkrasında ise “başvurucu ve varsa temsilcisinin” kimlik bilgileri ile fıkrada sayılan hususların belirtilmesi gerektiği hükme bağlanmaktadır.
Anayasa Mahkemesi İçtüzüğünün 59. maddesinde de aynı hususlar daha ayrıntılı olarak düzenlenmekte; maddenin (2) numaralı fıkrasının (a) bendinde “Başvurucunun T.C. kimlik numarası, adı, soyadı, anne adı, baba adı, doğum tarihi” ile bentte belirtilen diğer bilgilerin; (c) bendinde, kanunî temsilcisi varsa kanunî temsilcinin bentte sayılan bilgilerinin; (d) bendinde “güncel ve kişisel haklardan hangisinin hangi nedenle ihlal edildiği ve buna ilişkin gerekçeler ve delillere ait özlü açıklamalar”ın ve (e) bendinde “İhlal edildiği iddia edilen temel haklar ve bunlara ilişkin açıklamaların birbirleriyle ilişkilendirilerek ayrı ayrı yapılması” ile bu hususların başvuru formunda yer alması gerektiği hükme bağlanmaktadır. İçtüzüğün 59. maddesinin bireysel başvuru tarihindeki hükümleri de aynı yöndedir. İçtüzüğün 61. maddesinde de bireysel başvurunun, bizzat başvurucu veya başvurucunun kanunî temsilcisi varsa onun tarafından yapılabileceği belirtilerek buna ilişkin hükümlere yer verilmektedir.
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun, dava ehliyetinin medenî hakları kullanma ehliyetine göre belirleneceği ve medenî hakları kullanma ehliyetine sahip olmayanların kanunî temsilcileri tarafından temsil edileceği yönündeki 51. ve 52. maddeleri hükümlerinin bireysel başvuru konusunda somutlaştırılması anlamına gelen kanunî temsile ilişkin yukarıdaki hükümlere göre, vesayet altına alınan kişi adına da ancak bu sıfatı belirtilmek suretiyle kanunî temsilcisi (vasisi) tarafından bireysel başvuruda bulunulabilir.
Oysa incelenen başvuruda, askerlik görevini yaparken rahatsızlandığı ve açtığı davanın reddedilmesinden dolayı temel hakkının ihlal edildiği iddia edilen kişi yerine başvuru formunda başvurucu olarak bu kişinin vasisinin gösterildiği ve kanunî temsilcilik sıfatı belirtilmeden, başvurucu olarak doğrudan kendi adı, soyadı ve diğer bilgileri belirtilmek suretiyle bireysel başvuruda bulunulduğu, başvuru formunun “Kişisel Bilgiler” ve “Açıklamalar” kısmı da dahil olmak üzere hiçbir yerinde, başvurucu olması gereken kişinin adı dışında kimlik bilgilerine yer verilmediği görülmektedir.
Başvuru formunun, hangi temel hakların hangi nedenlerle ihlal edildiğinin açıklanması gereken bölümlerinde yeterli açıklamaya yer verilmediği gibi asıl başvurucu ile ilgili olarak da herhangi bir bilginin bulunmadığı anlaşılmaktadır.
6216 sayılı Kanunun 49. maddesinin (7) numaralı fıkrasında, bireysel başvuruların incelenmesinde bu Kanunda ve İçtüzükte hüküm bulunmayan hâllerde ilgili usul kanunlarının bireysel başvurunun niteliğine uygun hükümlerinin uygulanacağı hükme bağlanmaktadır. 6100 sayılı Kanunda da bu konuda bir hüküm bulunmamakla birlikte, kanunî temsilci, (temsil ettiği kişinin adını yazmadan ve temsilci sıfatını bildirmeden) davayı kendi adına açarsa, böyle bir davanın sıfat yokluğundan reddedileceği kabul edilmektedir (Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, C.I, 4. bs., Ankara 1979, s. 686 ve bu bölümdeki dipnotlarda atıf yapılan Yargıtay kararları).
Yukarıda da ifade edildiği üzere, kararda başvurucu olarak kabul edilen kişi başvuru formunda başvurucu olarak gösterilmemekte, hatta açıkça güncel ve kişisel bir hakkının ihlal edildiği bile ileri sürülmemekte; buna karşılık vasisinin bu yönde iddialarla ve “başvurucu” olarak kendi kimlik bilgileriyle başvuruda bulunduğu görülmektedir. Üstelik başvuru dilekçesinin tamamından, başvurunun temsil edilen kişi adına yapıldığı da anlaşılamamakta; 6100 ve 6216 sayılı Kanunlar ile İçtüzükte böyle bir durumda Mahkememizce re’sen düzeltme yapılmasına imkân veren bir hüküm de bulunmamaktadır.
Bu itibarla başvurunun vesayet altındaki kişi adına yapıldığının anlaşıldığı ve başvuru formunda başvurucu olarak gösterilen kişinin başvurucunun temsilcisi olarak kabul edilmesi gerektiği yönündeki zımnî bir kabulle başvurunun kabul edilebilir bulunmasının ve bu sıfatların düzeltilerek bireysel başvurunun incelenmesinin, yukarıda belirtilen Kanunların ve İçtüzüğün ilgili hükümleriyle bağdaşmadığını düşünüyorum.
Kuşkusuz, Anayasa Mahkemesi ve AİHM’in bazı kararlarında da belirtildiği üzere, usul kuralları uygulanırken mahkemeye erişim hakkını engelleyecek şekilde katı şekilcilikten de, kanunla öngörülmüş olan usul şartlarının ortadan kalkmasına neden olacak şekilde aşırı esneklikten de kaçınmak gerekmektedir. Ancak başvurunun sıfat yokluğundan reddedilmesi yukarıda belirtilen usul kurallarının uygulanmasında “katı şekilci” bir yaklaşım olarak değerlendirilemeyeceği gibi, çoğunluğun kabulü, başvuru şartı olarak belirlenen usul şartlarının ortadan kalkmasına yol açacak esneklikte bir yoruma yol açmaktadır.
Diğer taraftan, yukarıda da açıklandığı üzere, başvurucunun ihlal iddiasına ilişkin delillerini sunma ve temel haklarının ihlal edildiğine ilişkin açıklamalarda bulunma yükümlülüğü altında olmasına ve avukatının da bulunmasına rağmen, bu konularda gerekli özenin gösterilmediği, ihlal iddialarına ilişkin bilgi ve belgelerin sunulmadığı, hatta başvuru formunun ilgili başlıkları altında hangi güncel ve kişisel hakkın hangi nedenlerle ihlal edildiğinin de açıklanmadığı görülmektedir.
Bu nedenlerle, kendi adına bireysel başvuruda bulunan kanunî temsilcinin mezkûr mahkeme kararından dolayı güncel ve kişisel bir hakkının doğrudan etkilenmesi söz konusu olmadığından, incelenen başvurunun öncelikle kişi bakımından yetkisizlik sebebiyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerektiği ve kendi adına başvuruda bulunan kişinin başvurucunun temsilcisi olarak, kardeşinin de başvurucu olarak gösterilmesi suretiyle başvurunun incelenmesine devam edilmesinin yukarıda belirtilen hükümlere göre mümkün olmadığı düşüncesiyle; ayrıca Mahkememizce temin edilen bilgi ve belgelere dayanılarak yapılan esas incelemesi sonucunda ihlal sonucuna ulaşılmışsa da başvuru formunda iddiaların temellendirilememesinden dolayı başvurunun açıkça dayanaktan olması sebebiyle çoğunluğun kabul edilebilirlik kararına katılmıyorum.
Üye