TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
BİRCAN ÇELİK VE MERYEM ÇELİK BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2015/8572)
|
|
Karar Tarihi: 12/9/2018
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin
YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Celal Mümtaz
AKINCI
|
|
|
Muammer
TOPAL
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
|
|
Recai AKYEL
|
Raportör
|
:
|
Elif
ÇELİKDEMİR ANKITCI
|
Başvurucular
|
:
|
1. Bircan ÇELİK
|
|
|
2. Meryem
ÇELİK
|
Vekili
|
:
|
Av. Abdullah
TOĞAY
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; tıbbi ihmal sonucu doğum sırasında çocukta kalıcı
bir sakatlığa yol açılması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma
ve geliştirme hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 18/5/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. 2015/8574 numaralı bireysel başvuru
dosyası kişi yönünden hukuki irtibat bulunduğu gerekçesiyle 17/11/2015
tarihinde bu bireysel başvuru dosyasıyla birleştirilmiştir.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar
özetle şöyledir:
8. Başvurucular evli olup Antalya'da yaşamaktadır. İkinci
başvurucu Meryem Çelik, doğum sancılarının başlaması üzerine 22/8/2007
tarihinde (saat 3.00 civarı) Antalya Devlet Hastanesine (Hastane) başvurmuş,
Hastaneye yatırılarak başvurucunun muayenesi yapılmıştır. Başvurucu, Hastanede
nöbet değişimi nedeniyle Dr. O.D.ye devredilmiştir. Doğum, aynı gün öğle
saatlerine doğru (saat 11.30 civarında) ebe gözetiminde gerçekleşmiştir. Başvurucuların
oğlu Umutcan 4.600 g ağırlığında normal yolla dünyaya
gelmiştir. Doğumdan önce Umutcan'ın doğum ağırlığının
tespit edildiğine dair herhangi bir bilgi mevcut değildir.
9. Doğum sonrasında bebeğin sol kolunun morarmış olduğu ve sol
kolunu kullanamadığı gözlemlenmiştir. Yapılan tetkikler neticesinde bebeğin
sinir zedelenmesine bağlı olarak sol kolunda sakatlık oluştuğu tespit
edilmiştir.
10. Doğumundan itibaren fizik tedavi ve diğer yöntemlerle tedavi
gören çocuğun tüm bu tedavilere rağmen sol kolunu kullanamadığı başvuru
dosyasına yansıyan bilgiler arasındadır.
11. Başvurucuların doğum anında Hastanede görevli olan doktor ve
doğuma katılan ebeler hakkında Antalya Cumhuriyet Başsavcılığına yaptıkları
şikâyet sonucu, Antalya Valiliğinin 9/7/2008 tarihli kararıyla personelin
görevlerini yerine getirdikleri gerekçesine istinaden soruşturma izni
verilmemesine karar verilmiştir.
12. Başvurucular, idarenin ağır hizmet kusuru sonucunda çocuğun sakatlandığını
belirterek uğradıkları maddi ve manevi zararların tazmini talebiyle Antalya 3.
İdare Mahkemesine (Mahkeme) 19/12/2008 tarihinde tam yargı davası açmışlardır.
13. Yargılama sırasında Mahkeme tarafından Adli Tıp Kurumundan
(ATK) bilirkişi raporu alınmıştır. 29/6/2011 tarihli rapora göre;
- Başvurucunun travayda (doğum eyleminde) olması nedeniyle
sağlıklı doğum ağırlığı tahminin yapılmayacağı,
- Doğumun normal (vaginal) yolla
gerçekleşmesi kararının tıbben uygun olduğu,
- Brakiyel pleksus
zedelenmesinin (sinir zedelenmesi) doğum komplikasyonu olduğu tespitlerine yer
verilmiştir.
14. Mahkeme 17/10/2012 tarihinde davanın reddine karar
vermiştir. Kararın gerekçesinde ATK raporuna atıf yapılarak çocuğun doğum
esnasında sol kolunun sakat kalmasında davalı idarenin hizmet kusurunun
bulunmadığı belirtilmiştir.
15. Temyiz edilen karar, Danıştay Onbeşinci
Dairesinin (Daire) 3/4/2014 tarihli ilamıyla onanmıştır.
16. Başvurucuların, onama kararına karşı karar düzeltme
talepleri ise Dairece reddedilmiştir.
17. Nihai karar 16/4/2015 tarihinde başvurucular vekiline tebliğ
edilmiştir.
18. Başvurucular 18/5/2015 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuşlardır.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
19. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu’nun 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"İdari
dava türleri şunlardır:
a) İdarî işlemler hakkında yetki, şekil,
sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı
iptalleri için menfaatleri ihlâl edilenler tarafından açılan iptal davaları,
b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel
hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam
yargı davaları,
..."
20. 11/4/1928 tarihli ve 1219 sayılı Tababet ve Şuabatı San'atlarının Tarzı
İcrasına Dair Kanun'un 51. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Ebeler gebelerin muayenesiyle bunların hıfzıssıhhatlerine mütaallik tedabirin ifasına ve doğumun teshiline ve bu esnada
yapılacak basit manevraların ve çocuk için lazım gelen ilk tedbirlerin ifasına
salahiyettar iseler de her nevi alet ve saire tatbik etmeleri memnu ve sureti
avarızı velade vekayiinde behemahal bir tabip davetine mecburdurlar..."
21. 22/5/2017 tarihli ve 29007 sayılı Resmî Gazete'de
yayımlanarak yürürlüğe giren Sağlık Meslek Mensupları ile Sağlık Hizmetlerinde
Çalışan Diğer Meslek Mensuplarının İş ve Görev Tanımlarına Dair Yönetmelik'e
ekli tanımların ilgili kısmı şöyledir:
"Ebe
...
b) Gebelik tanısını koyar, normal gebe
izlemini ve gerekli muayenelerini yapar, riskli durumları erken dönemde
belirler, gerekli önlemleri alarak sevk eder.
c) Doğum sürecini yönetir; travay
sırasında anne ve bebeğin sağlığını izler, normal doğumları ve tabibin olmadığı
hallerde acil makat doğumları yaptırır, gerektiğinde epizyotomi
uygular. Doğum sürecinde normalden sapmaları belirler, acil durum tedbirlerini
alır ve tabibe haber verir, tabibin direktifleri doğrultusunda acil müdahalede
bulunur.
ç) Doğum sonrası dönemde; yenidoğanın ilk
bakım ve muayenesini yapar, gerektiğinde acil resüsitasyon
gerçekleştirir, anneye emzirme eğitimi verir, annenin bakım ve izlemini yapar,
normalden sapmaları tespit ederek sevk eder.
..."
B. Uluslararası Hukuk
1. Uluslararası Mevzuat
22. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özel ve aile hayatına saygı hakkı"
kenar başlıklı 8. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"(1)
Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına
sahiptir."
23. 3/12/2003 tarihli ve 5013 sayılı Kanun ile onaylanması uygun
bulunan Biyoloji ve Tıbbın Uygulanması Bakımından İnsan Hakları ve İnsan
Haysiyetinin Korunması Sözleşmesi'nin ( İnsan Hakları
ve Biyotıp Sözleşmesi) 3. maddesi şöyledir:
''Taraflar, sağlığa duyulan ihtiyaçları ve
kullanılabilir kaynakları gözönüne alarak, kendi
egemenlik alanlarında, uygun nitelikteki sağlık hizmetlerinden adil bir şekilde
yararlanılmasını sağlayacak uygun önlemleri alacaklardır.''
24. İnsan Hakları ve Biyotıp Sözleşmesi'nin 4. maddesi şöyledir:
''Araştırma dahil, sağlık alanında herhangi
bir müdahelenin, ilgili meslekî yükümlülükler ve
standartlara uygun olarak yapılması gerekir.''
2. Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi İçtihadı
25. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), kişilerin fiziksel ve
ruhsal bütünlüklerinin korunması, kendilerine uygulanan tedaviye dâhil
olmaları, bu hususta rıza göstermeleri ve maruz kaldıkları sağlık risklerini
değerlendirmelerine yardımcı olan bilgilere erişimlerinin Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 8. maddesi kapsamı içerisinde yer aldığını kabul
etmektedir (Trocellier
v. Fransa (k.k.), B. No: 75725/01,
5/10/2006; İclal Karakoca ve Hüseyin
Karakoca/Türkiye (k.k.), B. No: 46156/11,
21/5/2013).
26. AİHM kararlarına göre devletler, ister kamu isterse özel
sağlık kuruluşları tarafından yerine getirilsin, sağlık hizmetlerini,
hastaların yaşamları ile fiziksel ve ruhsal bütünlüğünün korunmasına yönelik
gerekli tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır (Vo/Fransa [BD], 53924/00, 8/7/2004, § 90; Calvelli ve Ciglio/İtalya [BD], 32967/96, 17/1/2002, § 51; İclal Karakoca ve Hüseyin Karakoca/Türkiye).
27. AİHM'e göre taraf devletler,uygulanması planlanan
tıbbi işlemin öngörülebilir sonuçları hakkında doktorların hastalara önceden
bilgi vermelerini sağlayacak gerekli düzenleyici tedbirleri almak zorundadır.
Bunun bir sonucu olarak hastanın önceden bilgilendirilmesi sözkonusu
olmadan öngörülebilir nitelikte bir riskin ortaya çıkması durumunda, ilgili
devlet hastaya bilgi verilmemesinden doğrudan sorumlu tutulabilmektedir (Şerif Gecekuşu/Türkiye (k.k.), B. No:
28870/05, 25/5/2010; Trocellier/Fransa).
28. Tıbbi bir hatanın ve hastane hizmetlerindeki eksikliklerin
sorumluluğunun Sözleşme'nin 8. maddesi kapsamında doğrudan devlete atfedilmesi
için yeterli olup olmaması hususunda AİHM, farklı tıbbi bilirkişi raporlarında
ve hatta iç yargı organlarının kararlarında her türlü tıbbi hata ve ihmalin
ihtimal dışı bırakıldığı bir davada (Yardımcı/Türkiye,
B. No: 25266/05, 5/1/2010, § 59) her hâlükârda bu sonuçları sorgulamanın veya
sahip olduğu tıbbi bilgilerden hareketle bilirkişilerin vardığı sonuçların
doğruluğu hakkında tahminlere dayalı olarak fikir yürütmenin görevleri arasında
olmadığına işaret etmiştir (Tysiac/Polonya, B. No: 5410/03, 20/3/2007, §
119; Yardımcı/Türkiye, § 59).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
29. Mahkemenin 12/9/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Kişinin Maddi ve
Manevi Varlığını Koruma ve Geliştirme Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucuların
İddiaları ve Bakanlık Görüşü
30. Başvurucular, normal yolla doğum yaptırılması sebebiyle
çocuklarının kolunun sakat kaldığını iddia etmişlerdir. Doğuma doktorun katılmadığını,
bebeğin büyük olmasına rağmen epizyo yönteminin uygulanmadığını, bu nedenle
bebeğin sol kolundaki sinirlerin zedelendiğini ileri sürmüşlerdir. Ayrıca,
Mahkeme kararlarının gerekçeli olmadığını belirterek adil yargılanma hakkının
ihlal edildiğinden şikâyet etmişlerdir.
2. Değerlendirme
31. İddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak Anayasa’nın "Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi
varlığı" kenar başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
"Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını
koruma ve geliştirme hakkına sahiptir."
32. Anayasa’nın 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Devletin temel amaç ve görevleri,
…kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; ...insanın maddî
ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya
çalışmaktır."
33. Anayasa'nın 56. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
"Devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh
sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi
artırarak, işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık
kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini düzenler."
34. Anayasa Mahkemesi daha önceki kararlarında, kasıt söz konusu
olmaksızın hekim kusuru nedeniyle vücut bütünlüğünün zarar gördüğü şeklindeki
tıbbi ihmale dair şikâyetleri Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında
düzenlenen kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında
incelemiştir (Melahat Sönmez, B.
No: 2013/7528, 9/9/2015; Ahmet Sevim,
B. No: 2013/474, 9/9/2015; Hilmi Düzgüner, B. No: 2014/9690, 11/5/2017).
35. Anılan kararlar doğrultusunda somut olayda, başvurucuların
tıbbi ihmale dayalı tüm şikâyetlerinin -yargı sürecine ilişkin gerekçeli karar
hakkına yönelik şikâyetlerin de- Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında
düzenlenen kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında
incelenmesi gerekmektedir. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında,
herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu
belirtilmekte olup söz konusu düzenleme, Sözleşme’nin 8. maddesi çerçevesinde
özel hayata saygı hakkı kapsamında güvence altına alınan fiziksel ve zihinsel
bütünlüğün korunması hakkına karşılık gelmektedir.
36. Anayasa Mahkemesi yukarıda değinilen Anayasa'nın 17. maddesi
kapsamında devlete düşen pozitif yükümlülüklerin somut olay bağlamında yerine
getirilip getirilmediğini denetlemek durumundadır (Tevfik Gayretli, B. No: 2014/18266, 25/1/2018, § 36). Bu
sebeple başvuruya konu olay, devletin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma
ve geliştirme hakkına ilişkin pozitif yükümlülüğü kapsamıyla sınırlı olarak
incelenmiştir.
a. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
37. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan maddi
ve manevi varlığın koruması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Genel İlkeler
38. Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin
maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu
belirtilmektedir. Bu kapsamda anılan Anayasa hükmü ile kişinin maddi ve manevi
varlığının bütünlüğü, gerek kamusal yetkilerle
donatılmış kişilerin gerekse özel kişilerin müdahalelerine karşı güvence altına
alınmıştır (Özkan Şen, B. No:
2012/791, 7/11/2013, § 40).
39. Devlet, bireylerin yaşam hakkı ile maddi ve manevi
varlıklarını koruma hakkı kapsamında sağlık hizmetlerini -ister kamu isterse
özel sağlık kuruluşları tarafından yerine getirilsin- hastaların yaşamları ile
maddi ve manevi varlıklarının korunmasına yönelik gerekli tedbirlerin
alınabilmesini sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır (Nail Artuç, B.
No: 2013/2839, 3/4/2014, § 35).
40. Bu çerçevede devletin egemenlik alanında yaşayan ve kontrolü
altında bulunan kişilerin maddi ve manevi varlıklarına yönelen müdahaleleri
önleme, önlenememiş olan müdahalelere yönelik olarak da gerekli soruşturma,
kovuşturma, failleri tespit edip cezalandırma ve gerektiğinde bundan doğan
zararları etkili bir şekilde bizzat karşılama veya sorumlularına karşılatma
yükümlülüğü bulunmaktadır. Kişilerin vücut bütünlüğüne yapılan bir müdahaleden
doğan zararlara yönelik etkili bir tazminin sağlanamadığı ve bu çerçevede
devletin Anayasa’nın 17. maddesinden doğan koruma yükümlülüğünü yerine
getirmediği durumlarda kişinin vücut bütünlüğünün korunduğundan söz edilemez (Özkan Şen, § 40; Yasin Çıldır, B. No: 2013/8147, 14/4/2016,
§ 37).
41. Söz konusu pozitif yükümlülük sağlık alanında yürütülen
faaliyetleri de kapsamaktadır. Nitekim Anayasa’nın 56. maddesinde herkesin
sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğu, devletin "herkesin hayatını beden ve ruh sağlığı içinde
sürdürmesini sağlamak (…) amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp
hizmet vermesini" düzenleyeceği, bu görevini kamu kesimleri ve
özel kesimlerdeki sağlık ve sosyal kurumlarından yararlanmak suretiyle onları
denetleyerek yerine getireceği kurala bağlanmıştır (İlker Başer ve diğerleri, B. No: 2013/1943, 9/9/2015, § 44).
42. İlke olarak tıbbi ihmallere ilişkin şikâyetler konusunda
temel başvuru yolu, hukuki sorumluluğu tespit adına takip edilecek olan hukuk
veya idari tazminat davası yoludur (Nail Artuç, § 38).
43. Etkili yargısal koruma sağlamada mağdurların kendi
inisiyatifleri ile hukuk veya idare mahkemesinde açtıkları dava yollarının
sadece hukuken mevcut bulunması yeterli olmayıp bu yolun uygulamada fiilen de
etkili olması ve başvurulan makamın ihlal iddiasının özünü ele alma yetkisine
sahip bulunması gereklidir. Başvuru yolunun ancak bir hak ihlali iddiasını
önleyebilmesi, devam etmekteyse sonlandırabilmesi veya sona ermiş bir hak
ihlalini karara bağlayabilmesi, bunun için uygun bir giderim sunabilmesi
hâlinde etkililiğinden söz etmek mümkün olabilir (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 26; Filiz Aka, B. No: 2013/8365, 10/6/2015, §
39).
44. Diğer taraftan bu yöndeki pozitif yükümlülüğünün sonuç
yükümlülüğü olmayıp uygun araçların kullanılması yükümlülüğü olması, her davada
başarılı olunması veya mağdurların olaylarla ilgili beyanlarıyla bağdaşan bir
sonuca varılması gerektiği anlamına gelmemektedir. Bununla beraber kural olarak
dava, olayın gerçekleştiği koşulları belirleyecek ve iddiaların doğruluğunun
kanıtlanması hâlinde sorumlularının tespit edilerek uygun telafi imkânlarını
sağlayacak nitelikte olmalıdır (Nail Artuç, § 45; Hilmi
Düzgüner, § 50).
45. Anayasa Mahkemesi için bu noktada önemli olan husus,
yürürlükteki yargısal sistemin ihmale yönelik davranışlar ve tıbbi hatalar
nedeniyle maddi ve manevi varlığa yapılan müdahalelerden doğan sorumluluğu
hiçbir durumda belirsizlik içinde bırakmamasıdır. Anayasa Mahkemesinin bu
noktadaki görevi, derece mahkemelerinin Anayasa'nın 17. maddesi ile öngörülen
dikkatli ve özenli inceleme şartını ne ölçüde yerine getirdiğini incelemektir (Aysun Okumuş ve Aytekin Okumuş, B. No:
2013/4086, 20/4/2016, § 72; Perihan Uçar ve
diğerleri, B. No: 2013/5860, 1/12/2015, § 57; Hilmi Düzgüner, §
51).
46. Olayların oluşumuna ilişkin delillerin değerlendirilmesi
öncelikle idari ve yargısal makamların ödevidir (Murat Atılgan, B. No: 2013/9047, 7/5/2015, § 43). Ayrıca
Anayasa Mahkemesinin görevi, herhangi bir davada bilirkişi raporu veya uzman
mütalaasının gerekli olup olmadığına karar vermek değildir. Bilirkişi raporu ve
benzeri delillerin kabul edilebilirliği ve değerlendirilmesi hususları derece
mahkemelerinin yetkisi dâhilindedir. Buna karşın Anayasa Mahkemesinin,
başvurucunun yargılama kapsamında alınan bilirkişi raporunun bir hükme ulaşılırken
dikkate alınması talebinin reddi kararının da tarafların haklarını koruma
amacına yönelik yeterli güvenceleri içeren bir usul çerçevesinde verilip
verilmediğini incelemesi gerekmektedir (Ahmet
Gökhan Rahtuvan, B. No: 2014/4991,
20/6/2014, §§ 59, 60).
47. Öte yandan Anayasa Mahkemesinin kural olarak bilirkişilerin
vardığı sonuçları, mevcut tıbbi bilgilerden hareketle birtakım tahminlere yer
vererek sahip olduğu bilimsel bakış açılarının doğru olup olmadığı yönünden
irdeleme görevi de bulunmamaktadır (Yasin
Çıldır, § 65).
48. Ancak kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı
kapsamında yerine getirmek zorunda olduğu usul yükümlülüklerinin somut olayda
yerine getirilip getirilmediğinin nesnel bir şekilde değerlendirilmesi, ilgili
anayasal kurallar bağlamında derece mahkemelerinin kendilerine tanınmış takdir
yetkileri çerçevesinde hareket edip etmediklerinin denetlenmesi gerekir. Bu
bağlamda müdahaleyi haklı göstermek için öne sürülen gerekçelerin ilgili ve
yeterli olup olmadığı incelenmelidir (Murat
Atılgan, § 44).
49. Tıbbi müdahaleden önce kişinin gerektiği şekilde
bilgilendirilerek rızasının alınmaması, kişinin maddi ve manevi varlığını
koruma hakkının ihlaline sebep olabilir. İstisnai hâller dışında tıbbi
müdahale, ilgili kişinin ancak bilgilendirilip rızası alındıktan sonra
yapılabilir. Hastaların durumun farkında olarak karar verebilmelerini sağlamak
için uygulanması düşünülen tedavi ve bununla bağlantılı riskler hakkında
kendilerine bilgi verilmiş; bunun yanı sıra yapılan bilgilendirme ile tıbbi
müdahale arasında hastanın sağlıklı bir kanaate varmasını sağlayacak kadar
uygun bir zaman aralığı bırakılmış olmalıdır (Ahmet
Acartürk, B. No: 2013/2084, 15/10/2015, § 56).
ii. İlkelerin Olaya Uygulanması
50. Başvuruya konu olayda başvurucu Meryem Çelik'in doğum
sancılarının başlaması nedeniyle Hastaneye gece saatlerinde başvurması üzerine
yatışı yapılarak doğuma hazırlanması sağlanmıştır. Doğum saat 11.30 civarında
gerçekleşmiştir.
51. Dünyaya gelen Umutcan, 4.600 g
ağırlığında olup doğumdan önce doğum ağırlığının tespit edildiğine dair
herhangi bir bilgi mevcut değildir. Bilirkişi raporunda, bu şekilde doğum
ağrısıyla birlikte hastaneye gelen gebelerin doğum ağırlıklarının tespit
edilemeyeceği belirtilmiş ancak sebebi açıklanmamıştır. Doğum öncesinde
başvurucu Meryem Çelik'in tetkiklerinin yapıldığı anlaşılsa da tetkiklerde
bebeğin sağlıklı gelişip gelişmediği, doktor tarafından başvurucunun muayene
edilip edilmediği hatta doğum ağırlığını belirleme konusunda herhangi bir
girişim yapılıp yapılmadığı açıklığa kavuşmamıştır.
52. Başvurucu Meryem Çelik, doğuma hazırlanma sürecinde
Hastanede yaklaşık sekiz dokuz saat yatılı olarak kalmıştır. Bu süre zarfında
diğer tetkikler yapılırken bebeğin doğum ağırlığının tespitinin yapılmamasının
sebebi anlaşılamamakla birlikte bu durum bilirkişi raporunda da
açıklanmamıştır. Ayrıca, çocuğun yaklaşık doğum kilosunun tespit edilmesi
hâlinde normal doğum yöntemiyle doğum yapılmasının risk taşıyıp taşımayacağına
dair bilgiye raporda yer verilmemiştir.
53. Doğumların zor gerçekleşip gerçekleşmeyeceğinin doğum öncesi
öngörülmesi beklenmemekle birlikte temel birkaç verinin elde edilmesi risk
gerçekleştiğinde gerekli tıbbi müdahalenin yapılması bakımından elzemdir.
Bebeğin doğum ağırlığı dâhil bazı bilgilerin varlığı hâlinde karşılaşılabilecek
riskli durumların öngörülmesi durumunda doğum şekline gösterilen rızanın
değişebilmesi mümkündür. Bu durumda karşılaşılabilecek riskler yönünden
bilgilendirme yapıldığı takdirde rızanın varlığı kabul edilmelidir.
54. Başvurucuların, çocuklarının muhtemel doğum kilosunu doğum
öncesi bilmedikleri ve bu yönde normal doğum yönteminin tercih edilmesinde
karşılaşılabilecek risklerden haberdar edilmedikleri anlaşılmaktadır. Ayrıca
başvurucular tarafından diğer doğum yöntemlerinin tercih edilmesi hâlinde
karşılaşılan sonucun gerçekleşme ihtimalinin ne ölçüde değişeceğine dair
bilgiye bilirkişi raporunda yer verilmemiştir. Diğer yandan söz konusu rapora
dayanılarak verilen derece mahkemeleri kararlarında da başvurucuların
aydınlatılarak rızalarının alınıp alınmadığı tartışılmamıştır.
55. Öte yandan başvurucular doğumun ebelerin yardımıyla
gerçekleştiğini, doktorun doğuma katılmadığını belirtmişlerdir. Doğuma katılan
ebeler veya diğer sağlık görevlileri aksi yönde bir iddiada bulunmamışlardır.
Doğuma doktor müdahalesinin olduğuna dair bir bilgi başvuru dosyasında
bulunmamaktadır. Ayrıca bilirkişi raporunda, rapora yansıyan tıbbi belgelerde
ve Mahkeme gerekçesinde doğumun zor ve müdahale gerektirir şekilde gerçekleşip
gerçekleşmediği anlaşılamamakla birlikte bu şekilde olmuş olsa bile doktor
müdahalesinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Doğum esnasında hastayı nöbeti
nedeniyle devralan Dr. O.D.nin doğuma müdahale etmeme
gerekçesi tıbbi kayıtlara yansımamış, bu husus Mahkeme gerekçelerinde
tartışılmamıştır.
56. Normal doğum yöntemiyle gerçekleşen doğumların ebelerin
refakatiyle gerçekleşmesi olağan ise de acil durumda veya tıbbi karar alma
süreçlerinde doktor bilgisi ve müdahalesine başvurulması gerektiği açıktır.
Böyle bir durumun mevcut olmadığı ancak Hastane kayıtlarıyla ispat edildiği
takdirde tıbbi teşhis ve tedavinin aksamadığı kabul edilebilir. Dolayısıyla
somut olayda derece mahkemelerinin gerekli müdahalenin yapılamamasından
kaynaklı hizmet kusurunun bulunmadığına dair gerekçelerinin yeterli kabul
edilmesi güçtür. Neticede, talep sonucunu etkileyen temel iddiaların gerekçede
karşılanmaması nedeniyle derece mahkemesi kararlarının konuyla ilgili ve
yeterli gerekçe içermediği kabul edilmelidir.
57. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin birinci
fıkrasında güvence altına alınan kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve
geliştirme hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
B. Makul Sürede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucuların İddiaları
58. Başvurucular, davanın açıldığı 19/12/2008 tarihinden karar
düzeltme talebinin reddedildiği 22/1/2015 tarihine kadar yargılamanın sürmesi
nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
2. Değerlendirme
59. Ferat Yüksel (B. No: 2014/13828, 12/9/2018, §
26) kararında Anayasa Mahkemesi; yargılamaların makul sürede
sonuçlandırılmadığı ya da yargı kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da
hiç icra edilmediği iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce gerçekleştirilen
bireysel başvurulara ilişkin olarak Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat
Komisyonu Başkanlığına (Tazminat Komisyonu) başvuru imkânının getirilmesine
ilişkin yolu, ulaşılabilir olma, başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama
kapasitesinin bulunup bulunmadığı yönlerinden inceleyerek etkililiğini
tartışmıştır.
60. Ferat Yüksel kararında özetle; anılan başvuru
yolunun kişileri mali külfet altına sokmaması ve başvuruda kolaylık sağlaması
nedenleriyle ulaşılabilir olduğu, düzenleniş şekli itibarıyla ihlal iddialarına
makul bir başarı şansı sunma kapasitesinden mahrum olmadığı ve tazminat
ödenmesine imkân tanıması ve/veya bu mümkün olmadığında başka türlü telafi
olanakları sunması nedenleriyle potansiyel olarak yeterli giderim sağlama
imkanına sahip olduğu hususunda değerlendirmelerde bulunulmuştur (Ferat Yüksel, §§ 27-34). Bu gerekçeler
doğrultusunda Anayasa Mahkemesi, ilk bakışta ulaşılabilir olan ve ihlal iddialarıyla
ilgili başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesi olduğu görülen
Tazminat Komisyonuna başvuru yolu tüketilmeden yapılan başvurunun
incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil
niteliği ile bağdaşmayacağı sonucuna vararak başvuru yollarının
tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermiştir (Ferat Yüksel, §§ 35, 36).
61. Mevcut başvurunun bu kısmı yönünden söz konusu karardan
ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.
62. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
63. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu
ve Yargılama Usulleri Hakkındaki Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı
fıkraları şöyledir:
“(1)
Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da
edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının
ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2)
Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve
sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili
mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan
hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava
açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme,
Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
64. Anayasa Mahkemesinin
Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında, ihlal
sonucuna varıldığında ihlalin ortadan nasıl kaldırılacağının belirlenmesi
hususunda genel ilkeler belirlenmiştir.
65. Mehmet Doğan
kararında özetle uygun giderim yolunun belirlenebilmesi açısından öncelikle
ihlalin kaynağının belirlenmesi gerektiği vurgulanmıştır. Buna göre ihlalin
mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin
(2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün
79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca kural olarak ihlali
ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın
bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmedilir (Mehmet Doğan, §§ 57, 58).
66. Anayasa Mahkemesinin tespit edilen ihlalin giderilmesi
amacıyla yeniden yargılama yapılmasına hükmettiği hâllerde ilgili usul
kanunlarında düzenlenen yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak
yargılamanın yenilenmesi sebebinin varlığının kabulü ve önceki kararın
kaldırılması hususunda derece mahkemesinin herhangi bir takdir yetkisi
bulunmamaktadır. Zira ihlal kararı verilen hâllerde yargılamanın yenilenmesinin
gerekliliği hususundaki takdir derece mahkemelerine değil ihlalin varlığını
tespit eden Anayasa Mahkemesine bırakılmıştır. Derece mahkemesi Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararında belirttiği doğrultuda ihlalin sonuçlarını gidermek
üzere gereken işlemleri yapmakla yükümlüdür (Mehmet
Doğan, § 59).
67. Başvurucular, ihlalin tespiti ve yargılamanın yenilenmesiyle
birlikte 40.000 TL tazminat talebinde bulunmuşlardır.
68. Anayasa Mahkemesi, doğumun şekline ilişkin olarak başvurucu
annenin aydınlatılmış olması ve rızasının alınması yolundaki ödevin icra
edildiğinin ilgili ve yeterli gerekçeyle ortaya konulamaması nedeniyle
başvurucuların maddi ve manevi varlıklarının korunması ve geliştirilmesi
hakkının devlete yüklediği pozitif yükümlülüklerin ihlal edildiği sonucuna
ulaşmıştır. Aydınlatma ödevinin idarenin bir yükümlülüğü olması sebebiyle
ihlalin asıl kaynağının idarenin eylemi olduğu söylenebilir. Bununla birlikte
idarenin bu eyleminden kaynaklanan ihlalin tespiti ve tazminat ödenmek
suretiyle giderilmesi amacıyla oluşturulmuş bir mekanizma olan tam yargı
davasında, devletin pozitif yükümlülüklerine uygun nitelikte bir inceleme
yapılmaması sebebiyle ihlalin aynı zamanda mahkeme kararından da kaynaklandığı
anlaşılmaktadır.
69. Bu durumda kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve
geliştirme hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden
yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Buna göre yapılacak yeniden
yargılama ise 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre
ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda derece
mahkemelerince yapılması gereken iş, öncelikle ihlale yol açan mahkeme
kararının ortadan kaldırılması ve nihayet ihlal sonucuna uygun yeni bir karar
verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama
yapılmak üzere Antalya 3. İdare Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi
gerekir.
70. Kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme
hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunduğu sonucuna varıldığından bu hakkın ihlali sebebiyle
uğranıldığı öne sürülen maddi ve manevi zarara yönelik tazminat talebinin
reddine karar verilmesi gerekir.
71. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,90 TL harç ve 1.980
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.206,90 TL yargılama giderinin
başvuruculara müşterek olarak ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme
hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın başvuru yollarının tüketilmemiş
olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında güvence altına
alınan kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının İHLAL
EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin kişinin maddi ve manevi varlığını
koruma ve geliştirme hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yeniden yargılama yapılmak üzere Antalya 3. İdare Mahkemesine (Anılan
Mahkemenin 17/10/2012 tarihli ve E.2008/265, K.2012/1386 sayılı kararına ait
dava dosyası ile ilgilidir.) GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucuların tazminat taleplerinin REDDİNE,
E. 226,90 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
2.206,90 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve
Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına,
ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine
kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
12/9/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.