TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
HÜSEYİN CANTAYAN VE ŞÜKRAN CANTAYAN BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2015/8800)
|
|
Karar Tarihi: 18/4/2019
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Burhan ÜSTÜN
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
Raportör
|
:
|
Şermin BİRTANE
|
Başvurucular
|
:
|
1. Hüseyin CANTAYAN
|
|
|
2. Şükran CANTAYAN
|
Vekili
|
:
|
Av. Erol BİNGÖL
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle
kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının, yargılamanın uzun sürmesi
nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının, aleyhe vekâlet ücretine
hükmedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddialarına
ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 20/5/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, başvuru hakkında görüş sunulmayacağını
bildirmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Başvuru Tarihine Kadar
Yaşanan Gelişmeler
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar
özetle şöyledir:
7. Birinci başvurucu Şükran Cantayan
hamile olduğu sırada meydana gelen kanama nedeniyle 6/3/2004 tarihinde Erciş
Devlet Hastanesine (Hastane) müracaat etmiş ve kadın doğum servisine yatışı
sağlanmıştır. Aynı tarihte uygulanan tedavi sırasında başvurucuya enjeksiyon
yapılmış daha sonra birinci başvurucunun sol bacağında ağrı ve uyuşma
şikâyetleri ortaya çıkmıştır. Başvurucu 18/3/2004 tarihinde taburcu edilmiştir.
8. Başvurucular, hizmet kusuru nedeniyle birinci başvurucunun
sol bacağında incelme ve kısalma şeklinde kalıcı sakatlık meydana geldiğinden
bahisle Sağlık Bakanlığı aleyhine 7/10/2005 tarihinde Van 1. İdare Mahkemesinde
maddi ve manevi tazminat davası açmışlardır.
9. Mahkeme konuyla ilgili olarak Adli Tıp Kurumundan (ATK)
bilirkişi raporu istemiştir. ATK'nın 25/5/2009
tarihli raporunda; enjeksiyonun kim tarafından ne zaman yapıldığına dair tıbbi
delil bulunmadığı, bu nedenle görüş bildirilemeyeceği belirtilmiştir.
10. Mahkemece söz konusu rapor yeterli görülmeyerek yeniden
bilirkişi raporu verilmesi istenmiştir. ATK'nın
8/2/2010 tarihli raporunda; birinci başvurucuya Erciş Devlet Hastanesinde düşük
riski nedeniyle gördüğü tedavi sırasında enjeksiyon yapılmış olduğu, ancak
Hastanedeki tedavi sırasında veya taburcu işlemleri sırasında kişinin bacağında
veya ayağında herhangi bir şikâyet olduğuna dair tıbbi belgelerde kayıt
bulunmadığından siyatik sinir zedelenmesine neden olan olayın hangi tarihte
meydana geldiği ve neye bağlı olduğunun eldeki mevcut verilerle bilinemeyeceği
bildirilmiştir.
11. Mahkeme tarafından 7/10/2010 tarihli ara kararla önceki
raporlar arasında çelişkiler bulunduğu belirtilerek ATK Genel Kurulundan
bilirkişi raporu istenilmiştir. Mahkemenin söz konusu ara kararında birinci
başvurucuya Erciş Devlet Hastanesindeki tedavisi sırasında 6/3/2004 tarihinde
enjeksiyon yapıldığının açık ve taraflar arasında tartışmasız olduğu
belirtilmiştir. Aynı şekilde taburcu olmasından on altı gün sonra yapılan
muayene raporunda hastanın şikâyeti kısmında "yaklaşık
20 gün önce sol kalça bölgesinden iğne yapılmış, ayakta uyuşma başlamış"
ifadesiyle başvurucunun şikâyetlerinin tıbbi belgelerde kayda geçmiş olduğu
vurgulanmıştır. Mahkeme, aşağıda belirtilen şu hususlar hakkında rapor
düzenlenmesini talep etmiştir:
a) Birinci başvurucunun sol bacağında meydana gelen incelme ve
kısalma şeklindeki kalıcı sakatlığın 6/3/2004 tarihinde yapılan enjeksiyondan
ya da enjekte edilen ilacın etken maddesinden kaynaklanmış olup olamayacağı
(ilacın içerdiği etken maddenin niteliği ve muhtemel komplikasyonları,
enjeksiyonun hatalı uygulanmış olması hâlinde böyle bir sakatlığa sebebiyet
verip vermeyeceği gibi konular etraflıca değerlendirilmek suretiyle),
b) Enjeksiyonun tıp kurallarına uygun şekilde yapılmış olması
hâlinde bile böyle bir sakatlığın gerçekleşmesinin mümkün olup olmadığı,
c) Birinci başvurucudaki sakatlık ile 6/3/2004 tarihli
enjeksiyon arasında uygun illiyet bağı kurulamıyor ise bu türden sakatlığın
sebeplerinin neler olabileceği, başvurucunun bacağında meydana gelen sakatlığın
sebepleri ortaya konulamıyorsa bunun nedenlerinin ne olduğu.
12. ATK Genel Kurulunun 3/2/2011 tarihli raporunda şunlar
belirtilmiştir:
a) Birinci başvurucunun taburcu olmasından on altı gün sonra
yapılan elektromiyografi
(EMG) tetkiklerinde tespit edilen enjeksiyon nöropatisiyle
uyumlu bulguların EMG çekiminden en az beş gün öncesine ait olması gerektiği,
kişinin hastanede yattığı dönemi de içine alan dönemde sinir hasarının
oluştuğunun kabul edildiği ancak ne zaman oluştuğunun kesin olarak tespit
edilemeyeceği,
b) Enjeksiyon doğru yere yapılsa dahi sinir hasarının ödem, hematom gibi kitle oluşturan nedenlerle
olabileceği gibi sinire nüfuz ederek toksik
sebeplerle de oluşabileceği,
c) Birinci başvurucuya enjekte edilen P. isimli ilacın toksik etkilerinin araştırıldığına dair literatür bilgisi
saptanmadığı, olayın bir komplikasyon olarak değerlendirildiği.
13. Başvurucu anılan rapora itiraz etmiştir. Ancak Mahkemece
itiraz yerinde görülmeyerek ATK Genel Kurulunun 3/2/2011 tarihli raporu esas
alınmak suretiyle 17/4/2012 tarihinde dava reddedilmiştir. Karar gerekçesinde
olayda idareye yüklenebilir ağır bir hizmet kusurunun bulunmadığı ve meydana
gelen zararla sağlık hizmeti arasında nedensellik bağlantısı kurulamadığı ifade
edilmiştir.
14. Temyiz incelemesinde Danıştay Onbeşinci
Dairesinin 20/5/2014 tarihli ilamıyla derece mahkemesi kararının tazminat
talebinin reddine ilişkin kısmı onanmış, idare lehine maktu vekâlet ücretine
hükmedilmesi gerektiği gerekçesiyle vekâlet ücretine ilişkin kısmı bozulmuştur.
Başvurucuların karar düzeltme istemi aynı Dairenin 18/2/2015 tarihli kararıyla
reddedilmiştir. Bu karar başvurucular vekiline 21/4/2015 tarihinde tebliğ
edilmiştir.
15. Başvurucular 20/5/2015 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuşlardır.
B. Başvuru Tarihinden
Sonra Yaşanan Gelişmeler
16. Mahkeme tarafından bozma kararına uyulmuş ve 19/6/2015
tarihli kararla idare lehine 600 TL maktu vekâlet ücretine hükmedilmiştir. Söz
konusu karar Danıştay Onbeşinci Dairesinin 8/2/2016
tarihli kararıyla onanmıştır. Karar düzeltme istemi 15/11/2016 tarihinde
reddedilmiştir.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
17. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu’nun 12. maddesi.
18. Anayasa Mahkemesi, yargılamaların makul sürede
sonuçlandırılmadığı ya da yargı kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da
hiç icra edilmediği iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce gerçekleştirilen
bireysel başvurulara ilişkin olarak Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat
Komisyonu Başkanlığına (Tazminat Komisyonu) başvuru imkânının getirilmesine ilişkin
mevzuata önceki içtihadında yer vermiştir (ilgili hukuk için bkz. Ferat Yüksel, B. No: 2014/13828, 12/9/2018, §§
11-14).
B. Uluslararası Hukuk
19. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özel ve aile hayatına saygı hakkı" kenar
başlıklı 8. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"(1) Herkes özel ve aile hayatına,
konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir."
20. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), kişilerin fiziksel ve
ruhsal bütünlüklerinin korunması, kendilerine uygulanan tedaviye dâhil
olmaları, bu hususta rıza göstermeleri ve maruz kaldıkları sağlık risklerini
değerlendirmelerine yardımcı olan bilgilere erişimlerinin Sözleşme'nin 8.
maddesi kapsamı içerisinde yer aldığını kabul etmektedir (Trocellier/Fransa (k.k.), B. No: 75725/01, 5/10/2006; İclal Karakoca ve Hüseyin Karakoca/Türkiye
(k.k.), B. No: 46156/11, 21/5/2013).
21. AİHM kararlarına göre devletler -ister kamu isterse özel
sağlık kuruluşları tarafından yerine getirilsin- sağlık hizmetlerini,
hastaların yaşamları ile fiziksel ve ruhsal bütünlüğünün korunmasına yönelik
gerekli tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır (Vo/Fransa [BD], 53924/00, 8/7/2004, § 90; Calvelli ve Ciglio/İtalya [BD], 32967/96, 17/1/2002, § 49).
22. AİHM'e göre taraf devletler,
uygulanması planlanan tıbbi işlemin öngörülebilir sonuçları hakkında
doktorların hastalara önceden bilgi vermelerini sağlayacak gerekli düzenleyici
tedbirleri almak zorundadır. Bunun bir sonucu olarak hastanın önceden
bilgilendirilmesi söz konusu olmadan öngörülebilir nitelikte bir riskin ortaya
çıkması durumunda, ilgili devlet hastaya bilgi verilmemesinden doğrudan sorumlu
tutulabilmektedir (Şerif Gecekuşu/Türkiye
(k.k.),
B. No: 28870/05, 25/5/2010).
23. Tıbbi bir hatanın ve hastane hizmetlerindeki eksikliklerin
sorumluluğunun Sözleşme'nin 8. maddesi kapsamında doğrudan devlete atfedilmesi
için yeterli olup olmadığı hususunda AİHM, farklı tıbbi bilirkişi raporlarında
ve hatta iç yargı organlarının kararlarında her türlü tıbbi hata ve ihmalin
ihtimal dışı bırakıldığı bir davada (Yardımcı/Türkiye,
B. No: 25266/05, 5/1/2010, § 59) her halükârda bu sonuçları sorgulamanın veya
sahip olduğu tıbbi bilgilerden hareketle bilirkişilerin vardığı sonuçların
doğruluğu hakkında tahminlere dayalı olarak fikir yürütmenin görevleri arasında
olmadığına işaret etmiştir (Tysiąc/Polonya, B. No: 5410/03, 20/3/2007, §
119, Yardımcı/Türkiye, § 59).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
24. Mahkemenin 18/4/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Kişinin Maddi ve
Manevi Varlığını Koruma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucuların
İddiaları
25. Başvurucular; yanlış enjeksiyon sebebiyle yaşam hakkının
ihlal edildiğini, bilirkişi raporlarının gerçeği yansıtmadığını ve meslektaş
olan doktorları koruma amacıyla hazırlanmış olduğunu ileri sürmüşlerdir.
2. Değerlendirme
26. İddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı”
kenar başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, yaşama, maddî ve manevî
varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir."
27. Anayasa'nın 56. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
"Devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh
sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi
artırarak, işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden
planlayıp hizmet vermesini düzenler."
28. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).
29. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin
maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu
belirtilmekte olup söz konusu düzenleme, Sözleşme’nin 8. maddesi çerçevesinde
özel hayata saygı hakkı kapsamında güvence altına alınan fiziksel ve zihinsel
bütünlüğün korunması hakkına karşılık gelmektedir.
30. Anayasa Mahkemesi daha önceki kararlarında, kasıt söz konusu
olmaksızın hekim kusuru nedeniyle vücut bütünlüğünün zarar gördüğü şeklindeki
tıbbi ihmale dair şikâyetleri Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında
düzenlenen kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında
incelemiştir (Melahat Sönmez, B.
No: 2013/7528, 9/9/2015; Ahmet Sevim,
B. No: 2013/474, 9/9/2015; Hilmi Düzgüner, B. No: 2014/9690, 11/5/2017).
31. Anılan kararlar doğrultusunda somut olayda başvurucuların tıbbi
ihmale dayalı tüm şikâyetlerinin Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında
düzenlenen kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında
incelenmesi gerekmektedir.
a. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
32. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan kişinin
maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın
kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
(1)
Genel İlkeler
33. Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında herkesin maddi
ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu belirtilmektedir.
Bu kapsamda anılan Anayasa hükmü ile kişinin maddi ve manevi varlığının
bütünlüğü gerek kamusal yetkilerle donatılmış kişilerin gerekse özel kişilerin
müdahalelerine karşı güvence altına alınmıştır (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 40).
34. Anayasa’nın 17. maddesinin amacı, esas olarak bireylerin
maddi ve manevi varlığına karşı devlet tarafından yapılabilecek keyfî
müdahalelerin önlenmesidir. Bunun yanı sıra devletin tıbbi müdahaleler
nedeniyle kişilerin maddi ve manevi varlığını etkili olarak koruma ve maddi ve
manevi varlığına saygı gösterme şeklinde pozitif yükümlülüğü de bulunmaktadır (Ahmet Acartürk, B. No: 2013/2084,
15/10/2015, § 49). Nitekim
Anayasa’nın 56. maddesinde de belirtildiği üzere pozitif yükümlülük, sağlık
alanında yürütülen faaliyetleri de kapsamaktadır (İlker Başer ve diğerleri, B. No: 2013/1943, 9/9/2015, § 44).
35. Devlet, bireylerin yaşam hakkı ile maddi ve manevi
varlıklarını koruma hakkı kapsamında ister kamu isterse özel sağlık kuruluşları
tarafından yerine getirilsin sağlık hizmetlerini hastaların yaşamları ile maddi
ve manevi varlıklarının korunmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınabilmesini
sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır (Ahmet
Acartürk,§ 51).
36. İlke olarak tıbbi ihmallere ilişkin şikâyetler konusunda
temel başvuru yolu, hukuki sorumluluğu tespit adına takip edilecek olan hukuk
veya idari tazminat davası yoludur (Nail Artuç, B. No: 2013/2839, 3/4/2014, § 38).
37. Maddi ve manevi varlığı koruma hakkı kapsamında hukuki
sorumluluğu ortaya koymak adına adli ve idari yargıda açılacak tazminat
davalarının makul derecede dikkatli ve özenli inceleme şartını yerine getirmesi
gerekmektedir. Derece mahkemelerinin bu tür olaylara ilişkin yürüttükleri
yargılamalarda Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği seviyede derinlik ve
özenle bir inceleme yapıp yapmadıklarının ya da ne ölçüde yaptıklarının da
Anayasa Mahkemesi tarafından değerlendirilmesi gerekmektedir. Zira derece
mahkemeleri tarafından bu konuda gösterilecek hassasiyet, yürürlükteki yargı
sisteminin daha sonra ortaya çıkabilecek benzer hak ihlallerinin önlenmesinde sahip
olduğu önemli rolün zarar görmesine engel olacaktır (Yasin Çıldır, B. No: 2013/8147, 14/4/2016, § 57; Tevfik Gayretli, B. No: 2014/18266,
25/1/2018, § 32).
38. Diğer taraftan belirtmek gerekir ki olayların oluşumuna
ilişkin delillerin değerlendirilmesi öncelikle idari ve yargısal makamların
ödevidir. Aynı şekilde başvuru dosyasında bulunan tıbbi bilgi ve belgelerden
hareketle bilirkişilerin vardığı sonuçların doğruluğu hakkında fikir yürütmek
Anayasa Mahkemesinin görevi değildir (Mehmet
Çolakoğlu, B. No: 2014/15355, 21/2/2018, § 47). Ancak kişinin maddi
ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında yerine getirmek zorunda olduğu usul
yükümlülüklerinin somut olayda yerine getirilip getirilmediğinin nesnel bir
şekilde değerlendirilmesi için ilgili anayasal kurallar bağlamında derece
mahkemelerinin kendilerine tanınmış takdir yetkileri çerçevesinde hareket edip
etmediklerinin denetlenmesi gerekir. Bu bağlamda müdahaleyi haklı göstermek
için öne sürülen gerekçelerin ilgili ve yeterli olup olmadığı incelenmelidir (Murat Atılgan, B. No: 2013/9047, 7/5/2015,
§ 44).
39. Bu bağlamda derece mahkemelerinin gerekçeleri, tarafların
kanun yoluna başvuru imkânını etkili şekilde kullanabilmesini sağlayacak
surette ayrıntılı olarak ortaya konulmalı; ulaşılan sonuçlar yeterli
açıklıktaki bilimsel görüş ve raporlar gibi somut, nesnel verilere
dayandırılmalıdır (Murat Atılgan,
§ 45).
(2) İlkelerin
Olaya Uygulanması
40. Anayasa Mahkemesi yukarıda değinilen Anayasa'nın 17. maddesi
kapsamında devlete düşen pozitif yükümlülüklerin somut olay bağlamında yerine
getirilip getirilmediğini denetlemek durumundadır (Tevfik Gayretli, § 36). Bu sebeple başvuruya konu olay,
devletin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkına ilişkin pozitif
yükümlülüğü kapsamında incelenmiştir.
41. Somut olayda derece mahkemesi tarafından bilirkişi raporları
arasındaki çelişkilerin giderilmesi için ATK Genel Kurulundan bilirkişi raporu
alındığı görülmektedir. Derece mahkemesinin çelişkileri gidermeye yönelik
ayrıntılı sorular yönelttiği, ATK Genel Kurulunda hazırlanan raporda bu
soruların tümüne detaylı yanıtlar verilmiş olduğu anlaşılmaktadır. Bu bilirkişi
raporunda karşılaşılan durum komplikasyon olarak değerlendirilmiş ve idarenin
eyleminin tıp kurallarına uygun olduğu yönünde görüş bildirilmiştir. Mahkeme
tarafından da anılan bilirkişi raporuna dayanılarak davanın reddine karar
verildiği görülmektedir.
42. Buna göre derece mahkemesince yapılan yargılamada tıbbi
ihmal iddialarının araştırılması ve durumun açıklığa kavuşturulması için alınan
uzman bilirkişi raporunda yeterli somut bulgu ve tespitlere yer verilerek,
başvurucuların iddialarının ayrıntılı bir biçimde tartışıldığı ve karşılandığı
görülmektedir. Derece mahkemesi önceki bilirkişi raporları arasındaki
çelişkileri giderdiğini, bilimsel veri ve içeriğe sahip olduğunu belirterek ATK
Genel Kurulunun raporunu karar vermeye elverişli bulduğunu açıklamış ve rapor
doğrultusunda davanın reddine karar vermiştir.
43. Buna göre derece mahkemesince yapılan yargılamada tıbbi
ihmal iddialarının araştırılması ve durumun açıklığa kavuşturulması için alınan
uzman bilirkişi raporunda yeterli somut bulgu ve tespitlere yer verilerek
başvurucuların iddialarının ayrıntılı bir biçimde tartışıldığı ve karşılandığı
görülmektedir. Aynı zamanda derece mahkemesinin kararında ATK Genel Kurulunun
raporuna itibar edilmesinin sebeplerinin de belirtilmiş olduğu anlaşılmaktadır.
44. Yargılama sürecinde bir avukat tarafından temsil edilen
başvurucuların, bilirkişi raporlarına ve kararlara karşı kanuni yollara
başvurabildikleri ve bu surette meşru çıkarlarının korunması için söz konusu
davaya gerekli olduğu ölçüde etkili katılımlarının sağlandığı, dava dosyasını
inceleyip ayrıca bilgi ve belge sunabildikleri, toplanan delillerden haberdar
edildikleri anlaşılmaktadır.
45. Sonuç olarak başvurucuların ileri sürdüğü iddialar hakkında
alınan ATK Genel Kurulunun raporuna dayanılarak verilen derece mahkemesi
kararı, konuyla ilgili ve yeterli bir gerekçe içermektedir. Bu durumda
uyuşmazlığın çözümü için esaslı olan iddiaların derece mahkemelerince
Anayasa'nın 17. maddesinin gerektirdiği özen ve derinlikte incelendiği
anlaşılmaktadır. Somut olay bakımından kamu makamlarının pozitif yükümlülüklerinin
yerine getirilmediği söylenemeyeceğinden kişinin maddi ve manevi varlığını
koruma hakkının ihlal edilmediği sonucuna varılmıştır.
46. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence
altına alınan kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal
edilmediğine karar verilmesi gerekir.
B. Makul Sürede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucuların
İddiaları
47. Başvurucular, yargılamanın çok uzun sürmesi nedeniyle makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.
2. Değerlendirme
48. 31/7/2018 tarihli ve 30495 sayılı Resmî Gazete'de
yayımlanan 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un 20. maddesiyle 9/1/2013
tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı
Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'a geçici madde
eklenmiştir.
49. 6384 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddeye göre
yargılamaların uzun sürmesi ve yargı kararlarının geç veya eksik icra edilmesi
ya da icra edilmemesi şikâyetiyle Anayasa Mahkemesine yapılan ve bu maddenin
yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesi önünde derdest olan
bireysel başvuruların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul
edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat
üzerine Tazminat Komisyonu tarafından incelenmesi öngörülmüştür.
50. Anayasa Mahkemesi Ferat Yüksel kararında; yargılamaların makul sürede
sonuçlandırılmadığı ya da yargı kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da
hiç icra edilmediği iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce gerçekleştirilen
bireysel başvurulara ilişkin olarak Tazminat Komisyonuna başvuru imkânının
getirilmesine ilişkin yolu, ulaşılabilir olma, başarı şansı sunma ve yeterli
giderim sağlama kapasitesinin bulunup bulunmadığı yönlerinden inceleyerek
etkililiğini tartışmıştır (Ferat Yüksel, § 26).
51. Ferat Yüksel kararında özetle; anılan başvuru yolunun
kişileri mali külfet altına sokmaması ve başvuruda kolaylık sağlaması
nedenleriyle ulaşılabilir olduğu, düzenleniş şekli itibarıyla ihlal iddialarına
makul bir başarı şansı sunma kapasitesinden mahrum olmadığı ve tazminat
ödenmesine imkân tanıması ve/veya bu mümkün olmadığında başka türlü telafi
olanakları sunması nedenleriyle potansiyel olarak yeterli giderim sağlama
imkanına sahip olduğu hususunda değerlendirmelerde bulunulmuştur (Ferat Yüksel, §§ 27-34). Bu gerekçeler
doğrultusunda Anayasa Mahkemesi, ilk bakışta ulaşılabilir olan ve ihlal
iddialarıyla ilgili başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesi
olduğu görülen Tazminat Komisyonuna başvuru yolu tüketilmeden yapılan
başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil
niteliği ile bağdaşmayacağı sonucuna vararak başvuru yollarının
tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermiştir (Ferat Yüksel, §§ 35, 36).
52. Mevcut başvurunun bu kısmı yönünden söz konusu karardan
ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.
53. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
C. Mahkemeye Erişim
Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucuların
İddiaları
54. Başvurucular, aleyhlerine maktu vekâlet ücretine
hükmedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmüşlerdir.
2. Değerlendirme
55. Somut olayda başvurucu aleyhine hükmedilen vekâlet ücretinin
kanuni dayanağının bulunduğu, gözetilen meşru amaç ile korunmak istenen hak
açısından orantılı olduğu, başvurucular üzerinde dava açmayı imkânsız kılacak
veya aşırı derecede zorlaştıracak ağır bir ekonomik yük oluşturmadığı
anlaşıldığından mahkemeye erişim hakkına yönelik bir ihlal olmadığının açık
olduğu sonucuna varılmıştır (Ş.Ç.,
B. No: 2012/1061, 21/11/2013, §§ 28-33; Serkan
Acar, B. No: 2013/1613, 2/10/2013, §§ 38-39).
56. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal
edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın başvuru yollarının tüketilmemiş
olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan kişinin
maddi ve manevi varlığını koruma hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
C. Yargılama giderlerinin başvurucular üzerinde BIRAKILMASINA,
D. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
18/4/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.