TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
AHU YÜRÜYEN VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2015/9698)
Karar Tarihi: 28/11/2018
Başkan
:
Engin YILDIRIM
Üyeler
Celal Mümtaz AKINCI
Muammer TOPAL
M. Emin KUZ
Recai AKYEL
Raportör
Eşref Uğur ŞENOL
Başvurucular
1. Ahu YÜRÜYEN
2. Ali ŞANLI
3. Aynur ŞANLI
4. Ayşe DOĞRU
5. Ayşe Ece ÖNOCAK
6. Ayşe Hülya BESEN
7. Ayten BEZCİ
8. Birgül KİRACIOĞLU
9. Bülent ŞANLI
10. Canan ŞEKERCİ
11. Didar Ebru KAÇMAZ
12. Dudu GÜLER
13. Dursun ŞANLI
14. Era ŞANLI
15. Esma KÖSTELİ
16. Fatma ŞANLI
17. Hadiye Zübeyde Candan ÖZPINAR
18. Halil ADALI
19. Hüseyin ŞANLI
20. İbrahim ŞANLI
21. Kemal ŞANLI
22. Mazhar Acar ÖNOCAK
23. Mediha ARI
24. Mehmet Fuat KARDAM
25. Melek KARTOP
26. Melih İNCİ
27. Mürvet TAYLAN
28. Nevin Esra ÖNOCAK
29. Sedef BESEN ÖZTEKİN
30. Semih ERTURUL
31. Sevil İNAL
32. Suna ERTEN
33. Süleyman Faruk ÖNOCAK
34. Şadiye SÖNMEZ
35. Şadiye Filiz GÜRCÜOĞLU
36. Şükriye ŞANLI
37. Taylan ACAR
38. Tülay GÜVEN
39. Türkan SELVİ
40. Yıldız ALAKAVUK
41. Zehra ÖNOCAK
42. Zekiye ŞANLI
Vekili
Av.Atiye ÜLKÜ
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, başvuruculara ait taşınmazın bir kısmının kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 5/6/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağını bildirmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucular, Antalya ili Merkez ilçesi Bahçelievler mahallesi 4520 ada 105 parsel (eski 556 ada 2 parsel) sayılı taşınmazın paydaşlarındandır. Bu taşınmaza ilişkin kadastro tespitine itiraz davası uzun yıllar devam etmiş, dava sonucunda taşınmaz başvurucular adına tapuya kayıt ve tescil edilmiştir.
8. Başvurucular; kamulaştırma işlemi yapılmaksızın taşınmazın bir kısmından yol geçirildiği, diğer kısmının kamu hizmetine tahsis edildiği, bu şekilde taşınmaza el atıldığı gerekçesiyle Antalya Büyükşehir Belediyesi ve Muratpaşa Belediyesi aleyhine Antalya 4. Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) 12/11/2007 tarihinde kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davası açmışlardır.
9. Mahkemece 5/11/2008 tarihinde mahallinde keşif yapılmış ve uzman bilirkişiden konu hakkında teknik rapor alınmıştır. Bilirkişi raporunda özetle şu hususlara yer verilmiştir:
i. Uyuşmazlık konusu taşınmazın bulunduğu alanda çeşitli tarihlerde imar uygulamaları yapılmıştır. Bu uygulamalara dayalı olarak yapılan kamulaştırma sonucu söz konusu taşınmaz 4520 ada 105 parsel sayılı taşınmaza şuyulandırılmıştır.
ii. Rapora ekli krokide ''A'' harfiyle gösterilen taşınmazın 2422 m2lik kısmı kurban kesim alanı olarak kullanılmıştır. Ancak keşif tarihi itibarıyla bu yerin yıkılmış olduğu gözlemlenmiştir.
iii. Rapora ekli krokide ''B'' harfiyle gösterilen taşınmazın 15812 m2lik kısmının imar planında ilkokul alanı ve oyun alanı olarak ayrıldığı gözlemlenmiştir.
iv. Rapora ekli krokide ''C'' harfiyle gösterilen taşınmazın 16866 m2lik kısmının imar yolu olarak kullanıldığı gözlenmiştir.
v. Rapora ekli krokide ''D'' harfiyle gösterilen taşınmazın 38 m2lik kısmı içerisinde iki katlı imam evinin kaldığı belirtilmiştir.
10. Mahkeme 9/12/2009 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararda, bilirkişi raporuna atıfta bulunularak taşınmazın ekli krokide ''B'' harfiyle gösterilen kısmının imar planında ilkokul ve oyun alanı olarak ayrıldığı, idare tarafından bu alana el atılmasının söz konusu olmadığı belirtilmiştir. Mahkeme, ekli krokide ''A'' harfiyle gösterilen kısmın, önceden kurban kesim alanı olarak kullanılmasına rağmen bu tesisin keşif tarihinden önce yıkılmış olduğunun tespit edildiğini, dolayısıyla bu kısım yönünden de idarenin fiilî müdahalesinin dava tarihinden önce son bulduğunu vurgulamıştır. Sonuç olarak Mahkeme, taşınmazın ''A'' ve ''B'' kısımlarına yönelik olarak idarenin fiilî müdahalesi bulunmadığından kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davasının bu kısımlar yönünden sübut bulmadığı kanaatine varmıştır.
11. Temyiz edilen karar, Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin 23/9/2014 tarihli ilamıyla harç ve vekâlet ücretleri yönünden düzeltilerek onanmıştır. Aynı Dairenin 17/3/2015 tarihli kararıyla karar düzeltme isteminin de reddedilmesiyle karar kesinleşmiştir.
12. Nihai karar başvurucular vekiline 7/5/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir.
13. Başvurucular 5/6/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
1. İlgili Mevzuat
14. 13/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanunu’nun "İmar programları, kamulaştırma ve kısıtlılık hali" kenar başlıklı 10. maddesi şöyledir:
"Belediyeler; imar planlarının yürürlüğe girmesinden en geç 3 ay içinde, bu planı tatbik etmek üzere 5 yıllık imar programlarını hazırlarlar. Beş yıllık imar programlarının görüşülmesi sırasında ilgili yatırımcı kamu kuruluşlarının temsilcileri görüşleri esas alınmak üzere Meclis toplantısına katılır. Bu programlar, belediye meclisinde kabul edildikten sonra kesinleşir. Bu program içinde bulunan kamu kuruluşlarına tahsis edilen alanlar, ilgili kamu kuruluşlarına bildirilir. Beş yıllık imar programları sınırları içinde kalan alanlardaki kamu hizmet tesislerine tahsis edilmiş olan yerleri ilgili kamu kuruluşları, bu program süresi içinde kamulaştırırlar. Bu amaçla gerekli ödenek, kamu kuruluşlarının yıllık bütçelerine konulur.
İmar programlarında, umumi hizmetlere ayrılan yerler ile özel kanunları gereğince kısıtlama konulan gayrimenkuller kamulaştırılıncaya veya umumi hizmetlerle ilgili projeler gerçekleştirilinceye kadar bu yerlerle ilgili olarak diğer kanunlarla verilen haklar devam eder."
15. 3194 sayılı Kanun'un“İmar planlarında umumi hizmetlere ayrılan yerler" kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
"(Birinci fıkra iptal: Ana.Mah.nin 29/12/1999 tarihli ve E.:1999/33, K.:1999/51 sayılı Kararı ile)
İmar programına alınan alanlarda kamulaştırma yapılıncaya kadar emlak vergisi ödenmesi durdurulur. Kamulaştırmanın yapılması halinde durdurma tarihi ile kamulaştırma tarihi arasında tahakkuk edecek olan emlak vergisi, kamulaştırmayı yapan idare tarafından ödenir. Birinci fıkrada yazılı yerlerin kamulaştırma yapılmadan önce plan değişikliği ile kamulaştırmayı gerektirmeyen bir maksada ayrılması halinde ise durdurma tarihinden itibaren geçen sürenin emlak vergisini mal sahibi öder.
(Üçüncü fıkra iptal: Ana.Mah.nin 29/12/1999 tarihli ve E.:1999/33, K.:1999/51 sayılı Kararı ile)
Onaylanmış imar planlarında, birinci fıkrada yazılı yerlerdeki arsa ve arazilerin, bu Kanunda öngörülen düzenleme ortaklık payı oranı üzerindeki miktarlarının mal sahiplerince ilgili idarelere bedelsiz olarak terk edilmesi halinde bu terk işlemlerinden ayrıca emlak alım ve satım vergisi alınmaz."
16. 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'na 20/8/2016 tarihli ve 6745 sayılı Yatırımların Proje Bazında Desteklenmesi ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un 33. maddesi ile eklenen ek 1. madde şöyledir:
"Uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılmak suretiyle mülkiyet hakkının özüne dokunacak şekilde tasarrufu hukuken kısıtlanan taşınmazlar hakkında, uygulama imar planlarının yürürlüğe girmesinden itibaren beş yıllık süre içerisinde imar programları veya imar uygulamaları yapılır ve bütçe imkânları dâhilinde bu taşınmazlar ilgili idarelerce kamulaştırılır veya her hâlde mülkiyet hakkını kullanmasına engel teşkil edecek kısıtlılığı kaldıracak şekilde imar planı değişikliği yapılır/yaptırılır. Bu süre içerisinde belirtilen işlemlerin yapılmaması hâlinde taşınmazların malikleri tarafından, bu Kanunun geçici 6 ncı maddesindeki uzlaşma sürecini ve 3194 sayılı İmar Kanununda öngörülen idari başvuru ve işlemleri tamamlandıktan sonra taşınmazın kamulaştırmasından sorumlu idare aleyhine idari yargıda dava açılabilir.
Birinci fıkra uyarınca dava açılması hâlinde taşınmazın ya da üzerinde tesis edilen irtifak hakkının dava tarihindeki değeri, mahkemece; bu Kanunun 15 inci maddesine göre bilirkişi incelemesi yapılarak, taşınmazın hukuken tasarrufunun kısıtlandığı veya fiilen el konulduğu tarihteki nitelikleri esas alınmak suretiyle tespit edilir ve taşınmazın veya hakkın idare adına tesciline veya terkinine hükmedilir.
Bu madde kapsamında kalan taşınmazlar hakkında açılacak dava ve takiplerde, bu Kanunun geçici 6 ncı maddesinin üçüncü, yedinci, sekizinci ve on birinci fıkra hükümleri, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce açılan ancak henüz karara bağlanmayan veya kararı kesinleşmeyen davalara bu madde hükümleri, kesinleşen ancak henüz ödemesi yapılmayan kararlar hakkında ise geçici 6 ncı maddenin üçüncü, sekizinci ve on birinci fıkra hükümleri uygulanır.
Bu Kanunun geçici 6 ncı maddesinin sekizinci fıkrası uyarınca ayrılması gereken yüzde iki oranındaki ödenekler, yüzde dört olarak ayrılır. İlave olarak ayrılan yüzde iki oranındaki ödenekler, münhasıran bu ek madde ile geçici 11 inci ve geçici 12 nci maddeler kapsamında yapılacak ödemelerde kullanılır. Yapılacak ödemelerin toplam tutarının ilave olarak ayrılan ödeneğin toplamını aşması hâlinde, ödemeler, en fazla on yılda ve geçici 6 ncı maddenin sekizinci fıkrası hükmüne göre yapılır."
2. Yargı Kararları
17. Uyuşmazlık Mahkemesinin 2/7/2012 tarihli veE.2012/117,K.2012/157 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
''3194 sayılı İmar Kanunu’nun 18. maddesinde, “İmar hududu içinde bulunan binalı veya binasız arsa ve arazileri malikleri veya diğer hak sahiplerinin muvafakatı aranmaksızın, birbirleri ile, yol fazlaları ile, kamu kurumlarına veya belediyelere ait bulunan yerlerle birleştirmeye, bunları yeniden imar planına uygun ada veya parsellere ayırmaya, müstakil, hisseli veya kat mülkiyeti esaslarına göre hak sahiplerine dağıtmaya ve re'sen tescil işlemlerini yaptırmaya belediyeler yetkilidir. Sözü edilen yerler belediye ve mücavir alan dışında ise yukarıda belirtilen yetkiler valilikçe kullanılır.
Belediyeler veya valiliklerce düzenlemeye tabi tutulan arazi ve arsaların dağıtımı sırasında bunların yüzölçümlerinden yeteri kadar saha, düzenleme dolayısıyla meydana gelen değer artışları karşılığında "düzenleme ortaklık payı" olarak düşülebilir. Ancak, bu maddeye göre alınacak düzenleme ortaklık payları, düzenlemeye tabi tutulan arazi ve arsaların düzenlemeden önceki yüzölçümlerinin yüzde kırkını geçemez.
...
Anılan madde uyarınca yapılan imar düzenlemesi sonucunda “...resen tescil işlemlerini yaptırmaya belediyeler yetkilidir...” denildiğine göre, idarenin “resen tescil işlemlerini yaptırmak” şeklindeki bu yetkilerini idari nitelik taşıyan uygulama işlemlerinin doğrudan sonucu olarak kullandığı; bir başka ifadeyle, tapuya yapılan tescilin idari işlemlerin icrası niteliğinde olduğu açıktır.
Olayda, davacılar vekili tarafından davacıların taşınmazlarına kamulaştırmasız elatıldığından bahisle taşınmazın bedelinin şimdilik 10.000,00 TL’lik kısmının yasal faiziyle birlikte tahsilinin talep edildiği, imar uygulaması sonucu sözkonusu parselin imar planında okul alanına ayrılmış olduğu anlaşılmaktadır.
Dava konusu uyuşmazlıkta, idarenin 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu kapsamında bir işleminin bulunmaması karşısında, davanın anılan Kanun'un 14. maddesinde işaret edilen bedel artırma davası niteliğinde olduğunun kabulüne olanak bulunmadığı; davacının davayı idarenin uygulamasından doğan zararlarının giderilmesi istemiyle açtığı görülmektedir.
Bu durumda, 3194 sayılı İmar Kanunu'nun arazi ve arsa düzenlenmesine ilişkin 18. maddesinin uygulamasından kaynaklanan ve imar planı ile buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan uyuşmazlığın, 2577 sayılı Kanun'un 2/1-b maddesinde yer alan idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan zarar görenler tarafından açılan tam yargı davaları kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir...''
18. Danıştay Altıncı Dairesinin 22/4/2015 tarihli ve E.2014/9101, K.2015/2572 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"İmar planlarında kamu hizmet tesislerine tahsis edilmiş olan yerlerde kalan taşınmazlar üzerinde maliklerin tasarruf hakları kısıtlanmakta, bu yerler kamulaştırma işlemine konu teşkil edeceğinden satış değerleri düşmekte,rayiç değerinden satılamamakta, ancak kamulaştırma bedeli alınmak suretiyle yarar sağlanabilmektedir. Kamulaştırma yapılmadığı takdirde, kişilerin temel haklarından biri olan mülkiyet hakkı süresi belirsiz bir zaman diliminde kısıtlanmakta ve bu durum mülkiyet hakkının özünün zedelemesine neden olmaktadır.
Yukarıda yer verilen İmar Kanununun 10. maddesi hükmüyle, belediyelere imar planının yürürlüğe girmesinden itibaren en geç üç ay içinde imar programını hazırlama, yatırımcı kuruluşlara imar planlarında kamu hizmetine ayrılan arsaları imar programı süresi içerisinde kamulaştırma, yine yetkili idari makamlara kamulaştırmaya ilişkin ödeneği yatırımcı kuruluşun bütçesine koyma mükellefiyeti yüklenmek suretiyle kanun koyucu tarafından kamu yararı adına fedakarlığa katlanmak durumunda kalan taşınmaz maliklerinin mülkiyet haklarının ihlal edilmesi sonucunu doğuracak şekilde uzun süre taşınmazlarının imar programlarına alınmadan bekletilmesi uygun görülmemiş ve idareye herhangi bir takdir yetkisi tanınmaksızın bağlayıcı sürelerle gerekli işlemleri yapma görevi yüklenmiştir.
Davacıya ait uyuşmazlık konusu parselin, imar planında okul alanı olarak ayrılması nedeniyle bu parselde artık yapılaşmaya gidilemeyeceği ve bu nedenle davacının tasarruf hakkının kısıtlandığı açıktır. Bu fonksiyonun imar planına işlenmesinden itibaren beş yıldan fazla bir süre geçmiş olmasına karşın davalı idarece imar programına alınmadığı gibi, ne zaman imar programına alınacağı yahut söz konusu taşınmazın kamulaştırma kapsamına alınıp alınmayacağı yahut bölgede parselasyon uygulamasının yapılıp yapılmayacağı konusunda bir bilgi de davacıya verilmemiştir. Bu nedenle, davacının maliki olduğu parselin durumu ve mülkiyet hakkından yararlanma olanakları belirsizlik içindedir.
Uyuşmazlık konusu olayda da, davacının mülkiyet hakkının belirsiz bir süre ile kısıtlandığı açık olup, taşınmazın imar programına alınmayarak kamulaştırılmaması veya imar uygulaması yapılmaması nedeniyle kısıtlamanın devam ettirildiği anlaşılmaktadır.
Bu kapsamda, imar planı sonucunda taşınmaz üzerinde meydana gelen kısıtlılık halinin kamulaştırma ya da parselasyon yapılarak kaldırılmaması sonucu mülkiyet hakkının ihlal edildiği saptanmıştır.
Bu durumda, davacının taşınmaz üzerindeki kısıtlama nedeniyle, imar planının taşınmazda doğurduğu sonuçların ortadan kaldırılması yönündeki isteminin reddine dair işlemde hukuka uyarlık görülmemiştir..."
19. Danıştay Altıncı Dairesinin 22/4/2014 tarihli ve E.2010/6020, K.2014/3357 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"...İmar planlarında kamu hizmet tesislerine tahsis edilmiş olan yerlerde kalan taşınmazlar üzerinde, maliklerin tasarruf hakları kısıtlanmakta; bu yerler kamulaştırma işlemine konu teşkil edeceğinden satış değerleri düşmekte, rayiç değerinden satılamamakta, ancak kamulaştırma bedeli alınmak suretiyle yarar sağlanabilmektedir. Kamulaştırma yapılmadığı takdirde, kişilerin temel haklarından biri olan mülkiyet hakkı süresi belirsiz bir zaman diliminde kısıtlanmakta ve bu durum mülkiyet hakkının özünün zedelenmesine neden olmaktadır.
Yukarıda yer verilen İmar Kanununun 10. maddesi hükmüyle, belediyelere imar planının yürürlüğe girmesinden itibaren en geç üç ay içinde imar programını hazırlama, yatırımcı kuruluşlara imar planlarında kamu hizmetine ayrılan arsaları imar programı süresi içerisinde kamulaştırma, yine yetkili idari makamlara kamulaştırmaya ilişkin ödeneği yatırımcı kuruluşun bütçesine koyma mükellefiyeti yüklenmek suretiyle kanun koyucu tarafından, kamu yararı adına fedakarlığa katlanmak durumunda kalan taşınmaz maliklerinin mülkiyet haklarının ihlal edilmesi sonucunu doğuracak şekilde uzun süre taşınmazlarının imar programlarına alınmadan bekletilmesi uygun görülmemiş ve idareye herhangi bir takdir yetkisi tanınmaksızın bağlayıcı sürelerle gerekli işlemleri yapma görevi yüklenmiştir.
Bu durumda, yukarıda belirtilen açıklamalar doğrultusunda davacıya ait taşınmazın kamulaştırılması istemiyle yapılan başvurunun geciktirilmeksizin sonuçlandırılması gerekirken, söz konusu taşınmazın önümüzdeki yıllarda ödenekler çerçevesinde değerlendirileceğinden bahisle başvurunun reddine ilişkin Ankara Valiliğinin 15.09.2008 tarih ve 1763 sayılı işleminin bu kısmında ve davanın bu kısmının reddine ilişkin mahkeme kararında hukuka uyarlık görülmemiştir..."
B. Uluslararası Hukuk
20. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:
"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.
Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez.
21. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), taşınmazın imar planında kamu hizmetine ayrılmasının ve bu çerçevede kamu makamlarının süre sınırlaması olmaksızın herhangi bir zamanda taşınmazı kamulaştırmaya yetkili olmalarının, mülkiyet hakkının kullanımını belirsiz ve kullanılamaz hâle getireceğini vurgulamıştır (Sporrong ve Lönnroth/İsveç [GK], B. No: 7151/75-7152/75, 23/9/1982, § 60; Hakan Arı/Türkiye, B. No: 13331/07, 11/1/2011, § 35).
22. Sporrong ve Lönnroth/İsveç kararına konu olayda başvurucuların taşınmazlarının imar planı çerçevesinde kamulaştırılması öngörülerek on iki ve yirmi beş yıl süren inşaat yasakları uygulanmıştır. AİHM, bu taşınmazlar henüz kamulaştırılmadığından mülkten yoksun bırakmanın söz konusu olmadığını, gerçek anlamda bir kamulaştırmanın olmadığı ve dolayısıyla mülkiyetin devredilmediği bu gibi durumlarda, görünenin arkasına bakılması ve şikâyet edilen hususta gerçek durumun ne olduğunun araştırılması gerektiğini belirtmiştir. AİHM bu bağlamda, getirilen kamulaştırma tedbirlerinin taşınmazlar üzerindeki sınırlandırıcı etkilerinden söz etmiş ve bu tedbirlerin taşınmazların değerinde olumsuz etkiye yol açtığını, başvurucuların taşınmazlarından dilediği gibi yararlanmaları veya kullanmalarının önemli ölçüde kısıtlandığını vurgulamıştır. AİHM bu gibi kamulaştırma izinlerinin genel kamulaştırma sürecinin ilk aşaması olması nedeniyle kontrol amacı da gütmediğini belirterek müdahaleyi mülkiyetten barışçıl yararlanma ilkesine ilişkin birinci kural çerçevesinde incelemiştir. AİHM sonuç olarak kamulaştırma tedbirlerinin uygulandığı sürenin uzunluğu ve bu süre içinde getirilen kısıtlamalar nedeniyle başvuruculara şahsi olarak aşırı bir külfet yüklendiği kanaatiyle mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin ölçülü olmadığı sonucuna varmıştır(Sporrong ve Lönnroth/İsveç, §§ 56-74).
23. Hakan Arı/Türkiye kararına konu olayda, taşınmazı 2002 yılında yapılan uygulama imar planında okul alanı olarak ayrılan başvurucu, taşınmazın imar durumunun değiştirilmesi istemiyle Mersin Belediyesine başvurmuştur. Belediye, taşınmazın kamu hizmetine ayrıldığını ve kamulaştırılmasına dair karar alındığını, imar durumunun değiştirilmesinin mümkün olmadığını belirterek talebin reddine karar vermiştir. Başvurucu bunun üzerine, mülkiyet hakkından dilediği gibi yararlanamaması nedeniyle oluşan maddi ve manevi zararlarının tazmini amacıyla 2003 yılında tazminat davası açmıştır. Derece mahkemeleri, taşınmazın okul alanı olarak ayrılmasına rağmen dava tarihi itibarıyla taşınmaz üzerinde idarenin fiilî bir müdahalesinin bulunmadığını, bu bağlamda tazminat ödenmesinin hukuken mümkün olmadığını belirterek davanın reddine karar vermiştir. Başvuru yollarının tüketilmesi sonucu verilen nihai karar 2007 yılında kesinleşmiş, bu arada 2005 yılında yapılan yeni imar planında da başvurucunun taşınmazının durumunda değişiklik yapılmamıştır (Hakan Arı/Türkiye, §§ 6-24).
24. AİHM Hakan Arı/Türkiye kararında, iç hukuk yollarının tüketilmesi kuralının aşırı şekilciliğe kaçılmaksızın belirli bir esneklik payıyla uygulanması gerektiğini vurgulamıştır. AİHM'e göre iç hukuk yollarından birinin başvurucu tarafından kullanılması durumunda, amacı hemen hemen aynı olan başka bir yolun kullanılması ayrıca gerekli görülmemelidir. AİHM somut başvuru açısından taşınmazı kamu hizmet alanına ayrılan başvurucunun, zararının tazmini amacıyla açtığı maddi ve manevi tazminat davasıyla iç hukuk yollarının tüketilmiş olduğu sonucuna varmıştır (Hakan Arı/Türkiye, §§ 28-29).
25. AİHM öncelikle taşınmazın imar planında okul alanı olarak ayrılmış olmasının getirdiği inşaat yasağı ve taşınmazdan dilediği gibi yararlanılmasına engel olacak nitelikteki sınırlamalara dikkati çekerek somut olayda mülkiyet hakkına müdahale edilmiş olduğunu kabul etmiştir. AİHM mülkten yoksun bırakma sonucunu doğurmadığını tespit ettiği müdahaleyi yine birinci kural çerçevesinde incelemiş ve başvurucunun taşınmazının kamulaştırılmamasının, mülkiyetinin akıbeti konusunda belirsizliğe yol açtığını, bu süreçte söz konusu belirsizliği telafi edecek herhangi bir işlemin de yapılmadığını belirtmiştir. AİHM özellikle bu durumun başvurucunun mülkiyet hakkından tam anlamıyla yararlanmasının önünde engel teşkil ettiğini ve taşınmazın satış imkânını azalttığını, sonucu itibarıyla taşınmazın değerini hatırı sayılır ölçüde düşürdüğünü, başvurucunun uğradığı kaybın tazminatla giderilmemiş olduğunu vurgulamıştır. AİHM sonuç olarak, imar değişikliği tarihi ile kendi karar tarihi arasında geçen süreyi dikkate alarak kamu yararının gerekleri ile bireyin mülkiyet hakkının korunması arasında gözetilmesi gereken adil dengenin bozulduğuna ve aşırı bir yüke katlanmak zorunda kalan başvurucunun mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir (Hakan Arı/Türkiye, §§ 35-47).
26. AİHM'in Hüseyin Kaplan/Türkiye (B. No: 24508/09, 1/10/2013), Ziya Çevik (B. No: 19145/08, 21/6/2011) ve Elia Srl/İtalya (B. No: 37710/97, 2/8/2001) kararları da benzer yöndedir.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
27. Mahkemenin 28/11/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların İddiaları
28. Başvurucular; taşınmazlarının imar planında ilkokul ve oyun alanı olarak ayrılmasının mülkiyet haklarına müdahale teşkil ettiğini, bu müdahale sebebiyle taşınmazlarını diledikleri gibi kullanamadıklarını belirtmişlerdir. Başvurucular; taşınmazın kamulaştırılmamasının mülkiyet hakkının ihlaline yol açtığının AİHM, Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay kararlarıyla da kabul edildiğini ifade etmişlerdir. Başvuruculara göre aynı taşınmazın diğer paydaşları tarafından açılan kamulaştırmasız el atma davalarının kabul edilmesine rağmen, kendilerinin açmış olduğu davanın derece mahkemelerince reddedilmesi nedeniyle eşitlik ilkesi ve adil yargılanma hakları da ihlal edilmiştir.
B. Değerlendirme
29. Anayasa'nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:
"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."
30. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucular mülkiyet hakkı dışında adil yargılanma hakkı ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmektedir. Ancak somut olayda eşitlik ilkesinin ihlaline yol açabilecek farklı muamelenin varlığı başvurucular tarafından somut olarak ortaya konulmamıştır. Diğer taraftan başvurucuların asıl şikâyetinin imar uygulamasında kamu hizmeti alanı olarak ayrılması sebebiyle maliki oldukları taşınmazdan diledikleri gibi yararlanamadıklarına, taşınmazı kullanamadıklarına ve tasarruf edemediklerine yönelik olduğu anlaşıldığından, başvurucuların bütün şikâyetleri mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiası kapsamında incelenmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Başvurucu Suna Erten Yönünden
31. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 51. maddesi ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) 83. maddesi gereği başvurucunun istismar edici, yanıltıcı ve benzeri nitelikteki davranışlarıyla bireysel başvuru hakkını açıkça kötüye kullandığının tespit edilmesi hâlinde başvuru reddedilir ve ilgilinin yargılama giderleri dışında 2.000 Türk lirasından fazla olmamak üzere disiplin para cezasıyla cezalandırılmasına karar verilir.
32. Genel hukuk teorisinde bir kamu düzeni kuralı olarak ele alınan ve genel olarak bir hakkın açıkça öngörüldüğü amaç dışında ve başkalarını zarara sokacak şekilde kullanılmasının hukuk düzenince himaye edilmeyeceğini ifade eden hakkın kötüye kullanılmasının yukarıda belirtilen düzenlemelerle bireysel başvuru alanında özel olarak ele alındığı görülmektedir. Bu bağlamda bireysel başvuru usulünün amacına açıkça aykırı olan ve Anayasa Mahkemesinin başvuruyu gereği gibi değerlendirmesini engelleyen davranışların başvuru hakkının kötüye kullanılması olarak değerlendirilmesi mümkündür (S.Ö., B. No: 2013/7087, 18/9/2014, § 28).
33. Bu kapsamda özellikle Anayasa Mahkemesini yanıltmak amacıyla gerçek olmayan maddi vakıalara dayanılması veya Anayasa Mahmesine bu nitelikte bilgi ve belge sunulması, başvurunun değerlendirilmesi noktasında esaslı olan bir unsur hakkında bilgi verilmemesi, başvurunun değerlendirilmesi sürecinde vuku bulan ve söz konusu değerlendirmeyi etkileyecek nitelikteki yeni ve önemli gelişmeler hakkında Anayasa Mahkemesinin bilgilendirilmemesi suretiyle başvuru hakkında doğru bir kanaat oluşturulmasının engellenmesi, medeni ve meşru eleştiri sınırları saklı kalmak kaydıyla bireysel başvuru amacıyla bağdaşmayacak surette hakaret, tehdit veya tahrik edici bir üslup kullanılması ile söz konusu başvuru yolu kapsamında ihlalin tespiti ile ihlal ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına ilişkin amaçla bağdaşmayacak surette içeriksiz bir başvuruda bulunulması durumunda başvuru hakkının kötüye kullanıldığı kabul edilebilecektir (S.Ö., § 29; Mehmet Güven Ulusoy [GK], B. No: 2013/1013, 2/7/2015; Osman Sandıkçı, B. No: 2013/6297, 10/3/2016; Selman Kapan ve diğerleri, B. No: 2013/7302, 20/4/2016).
34. Merkezî Nüfus İdaresi Sistemi'nden yapılan sorgulama neticesinde başvuruculardan Suna Erten'in bireysel başvuru tarihinden önce 21/3/2012 tarihinde öldüğü tespit edilmiş, ancak Av. Atiye Ülkü tarafından başvurucunun anayasal haklarının ihlal edildiğinden bahisle verilen 5/6/2015 tarihli başvuru formunda başvurucunun öldüğü konusunda bir bilgiye yer verilmeden bireysel başvuru yapıldığı anlaşılmıştır.
35. Kamu gücü tarafından hakkı ihlal edilen kişinin bireysel başvuru yapmadan önce ölmesi durumunda ölen kişi adına bir başkası tarafından bireysel başvuru yapma imkânı bulunmamaktadır (Abdurrehman Uray, B. No: 2013/6140, 5/11/2014, § 30).
36. Açıklanan gerekçelerle başvuru tarihinden önce vefat etmiş olan başvurucu adına vekâlet ilişkisi sona ermiş olan avukat tarafından yapılan bireysel başvurunun başvuru hakkının kötüye kullanımı nedeniyle reddine karar verilmesi gerekir.
37. Bu durumda Av. Atiye Ülkü hakkında Anayasa Mahkemesini yanıltıcı nitelikte başvuru yapması nedeniyle 6216 sayılı Kanun'un 51. maddesi ve İçtüzük’ün 83. maddesi uyarınca takdiren 2.000 TL disiplin para cezasına hükmedilmesi gerekir.
b. Başvurucular Yıldız Alakavuk ve Zehra Önocak Yönünden
38. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) 80. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (ç) bendine göre başvurunun incelenmesinin sürdürülmesini haklı kılan bir sebebin olmadığı kanaatine varılması hâlinde başvurunun düşmesine karar verilebilir. Bununla birlikte İçtüzük'ün 80. maddesinin (2) numaralı fıkrası gereği Anayasa'nın uygulanması ve yorumlanması veya temel hakların kapsamının ve sınırlarının belirlenmesi ya da insan haklarına saygının gerekli kıldığı hâllerde başvurunun incelenmesine devam edilebileceği öngörülmüştür.
39. Başvuru tarihinden sonra ölen başvurucuların mirasçılarının makul bir süre içinde başvuruyu devam ettirme yönündeki iradelerini Anayasa Mahkemesine bildirmemeleri hâlinde anılan İçtüzük hükümleri uyarınca başvurunun incelenmesinin sürdürülmesini haklı kılan bir sebebin olmadığı kanaatine varılabilir (İskender Kaya ve diğerleri, B. No: 2014/7674, 23/3/2017, §§ 18-21). Somut olayda başvurucu Yıldız Alakavuk başvuru tarihinden sonra 18/6/2016 tarihinde; başvurucu Zehra Önocak başvuru tarihinden sonra 31/1/2016 tarihinde vefat etmişler ancak mirasçıları makul bir süre içinde başvuruya devam etme yönünde iradelerini bildirmemişlerdir. Bu başvurucular yönünden başvurunun incelenmesine devam etmeyi gerekli kılan ve İçtüzük'ün 80. maddesinin (2) numaralı fıkrasında öngörülen nedenlerden biri de bulunmamaktadır.
40. Açıklanan nedenlerle başvurucular Yıldız Alakavuk ve Zehra Önocak açısından başvurunun düşmesine karar verilmesi gerekir.
c. Diğer Başvurucular Yönünden
41. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca bireysel başvuru yoluyla Anayasa Mahkemesine başvurabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması gerekir.
42. Bireysel başvuru, iddia edilen hak ihlallerinin derece mahkemelerince düzeltilmemesi hâlinde başvurulabilecek ikincil nitelikte bir kanun yoludur. Bireysel başvuru yolunun bu niteliği gereği Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için öncelikle olağan kanun yollarının tüketilmesi zorunludur. Bu ilke uyarınca; başvurucunun Anayasa Mahkemesi önüne getirdiği şikâyetini öncelikle ve süresinde yetkili idari ve yargısal mercilere usulüne uygun olarak iletmesi, bu konudaki bilgi ve kanıtlarını zamanında bu makamlara sunması ve aynı zamanda bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni göstermiş olması gerekir (İsmail Buğra İşlek, B. No: 2013/1177, 26/3/2013, § 17).
43. Başvuru yollarının tüketilmesi gereğinden söz edilebilmesi için öncelikle hukuk sisteminde, hakkının ihlal edildiğini iddia eden kişinin başvurabileceği idari veya yargısal bir hukuki yolun öngörülmüş olması gerekmektedir. Ayrıca bu hukuki yolun iddia edilen ihlalin sonuçlarını giderici, etkili ve başvurucu açısından makul bir çabayla ulaşılabilir nitelikte olması ve sadece kâğıt üzerinde kalmayıp fiilen de işlerliğe sahip bulunması gerekmektedir. Olmayan bir hukuki yolun tüketilmesi başvurucudan beklenemeyeceği gibi hukuken veya fiilen etkili bulunmayan, ihlalin sonuçlarını düzeltici bir vasıf taşımayan veya aşırı ve olağan olmayan birtakım şeklî koşulların öngörülmesi nedeniyle fiilen erişilebilir ve kullanılabilir olmaktan uzaklaşan başvuru yollarının tüketilmesi zorunluluğu bulunmamaktadır (Fatma Yıldırım, B. No: 2014/6577, 16/2/2017, § 39).
44. Somut olayda başvurucular imar planında kamu hizmet alanına ayrılan taşınmazın kamulaştırılmamasından kaynaklanan zararlarının tazmini amacıyla adli yargı mercileri önünde tazminat davası açmışlardır. Derece mahkemelerince, imar planında yol olarak ayrılan fiilen de yol olarak kullanılan kısım yönünden davanın kabulüne karar verilmiştir. İmar planında ilkokul ve oyun alanı olarak ayrılan ve idarenin fiilî müdahalesinin dava tarihi itibarıyla son bulduğu kurban kesim alanına yönelik olarak ise idare tarafından bu kısımlara fiilî bir müdahalede bulunulmadığı, bu nedenle idarenin tazminat ödemesinin hukuken mümkün olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
45. Yukarıda bahsedilen Uyuşmazlık Mahkemesi içtihadına göre 3194 sayılı İmar Kanunu'nun arazi ve arsa düzenlenmesine ilişkin 18. maddesinin uygulamasından kaynaklanan ve imar planı ile buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik uyuşmazlıkların, 2577 sayılı Kanun'un 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendinde yer alan idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan zarar görenler tarafından açılan tam yargı davaları kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi gerektiği belirtilmiştir (bkz. § 18). Ne var ki adli yargı mercilerince, fiilî el atmanın söz konusu olmadığı kısımlar yönünden görevsizlik kararı verilmeyerek esas yönünden bir inceleme yapılmış ve sonuç olarak davanın reddine karar verilmiştir.
46. AİHM'in konuya ilişkin içtihadında, iç hukuk yollarının tüketilmesi kuralının aşırı bir şekilciliğe kaçılmaksızın belirli bir esneklik payıyla uygulanması gerektiği belirtilmektedir. AİHM'e göre iç hukuk yollarından birinin başvurucu tarafından kullanılması durumunda, amacı hemen hemen aynı olan başka bir yolun kullanılmasının gerekmediği kabul edilmelidir (bkz. § 24). Başvuru konusu olayda başvurucular imar kısıtlamaları nedeniyle oluşan zararının tazmini için derece mahkemeleri önünde dava açmalarına rağmen bir sonuç elde edememişlerdir. Bu durumda başvurucuların ihlal iddialarını öne sürebilecekleri iç hukuk yollarını tüketmiş olduklarının kabulü gerekir.
47. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
48. Anayasa Mahkemesi aynı konu ile ilgili şikâyetleri daha önce incelemiş ve uygulanacak ilkeleri ortaya koymuştur (Hüseyin Ünal, B. No: 2017/24715, 20/9/2018, §§ 34-62).
a. Mülkün Varlığı
49. Somut olayda imar uygulamasına konu taşınmaz tapuda başvurucular adına tescillidir. Bu bağlamda tapuda kayıtlı olan taşınmazın Anayasa'nın 35. maddesi bağlamında mülk teşkil ettiği açıktır.
b. Müdahalenin Varlığı
50. Başvuruya konu taşınmazın uygulama imar planında kamu hizmeti alanı olarak ayrılmasının mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiği kabul edilmiş, söz konusu müdahalenin niteliği sebebiyle mülkiyetten barışçıl yararlanmaya ilişkin genel kural çerçevesinde incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
c. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
51. Anayasa’nın 13. maddesi şöyledir:
“Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
52. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin de gözönünde bulundurulması gerekmektedir. Anılan madde uyarınca temel hak ve özgürlükler, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmaksızın Anayasa'nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa'ya uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, § 62).
i. Kanunilik
53. 3194 sayılı Kanun'un 1. maddesinde Kanun'un, yerleşim yerleri ile bu yerlerdeki yapılaşmaların plan, fen, sağlık ve çevre şartlarına uygun gerçekleşmesini sağlamayı amaçladığı belirtilmiştir. Kanun, imar uygulamaları sırasında kamu hizmetleri ve tesisleri için yeterli yerlerin ayrılması konusunda hükümler de içermektedir. Bu bağlamda taşınmazın kamulaştırılmaması sonucu mülkiyet hakkı üzerinde oluşan müdahalenin temel dayanağını oluşturan taşınmazın kamu hizmeti alanına ayrılması işleminin kanuni dayanağının bulunduğu kuşkusuzdur.
ii. Meşru Amaç
54. 3194 sayılı Kanun'un amacı çerçevesinde arazi ve arsaların düzenlemesi sırasında bir kısım taşınmazların kamu hizmetine tahsis edilmesi,bu bağlamda somut olayda olduğu gibi bazı taşınmazların ilkokul ve oyun alanı olarak ayrılması noktasında kamusal hizmetlerden herkesin istifade edebileceği değerlendirildiğinde müdahalenin kamu yararına dayalı meşru bir amacının bulunduğu kabul edilmiştir.
iii. Ölçülülük
55. Somut olayda başvurucular, taşınmazın kısmen kamu hizmetine ayrılmasına rağmen kamulaştırılmamasından yakınmaktadır. Dolayısıyla başvurucuların temel şikâyetleri bu kısıtlamalar nedeniyle uğradıkları zararların giderilmesi taleplerine yöneliktir. Ne var ki taşınmazın bir kısmı imar planında ilkokul ve oyun alanı olarak olarak ayrılmasına rağmen bu güne kadar kamulaştırma işlemi yapılmamış, başvuruculara hiçbir tazminat ödenmemiştir. Taşınmaz üzerinde imar kısıtlılığının devam ettiği bu süre zarfında başvurucuların mülkiyet hakkından dilediği gibi yararlanabilmesi, kullanabilmesi veya tasarruf edebilmesi de mümkün olamamıştır.
56. Başvurucuların imar kısıtlılığından kaynaklanan zararın tazmini amacıyla dava açmaları üzerine Mahkeme, taşınmazın yol olarak kullanılan kısmına kamulaştırma olmaksızın idare tarafından müdahale edildiğini belirterek bu kısım yönünden tazminata hükmetmiştir. Mahkeme, taşınmazın diğer kısımlarının okul ve oyun alanı olarak ayrılmasına rağmen idarenin bu kısımlara yönelik fiilî bir müdahalesinin olmadığını, diğer taraftan dava açılmadan önce kurban kesim alanı olarak kullanılan kısım da dava tarihi itibarıyla tahliye edildiğinden bu kısma yönelik müdahalenin de son bulduğunu, bu nedenle idarenin tazminat ödeme yükümlülüğünün bulunmadığı kanaatine varmıştır. Temyiz ve karar düzeltme istemlerinin de aynı gerekçelerle reddedilmesi sonucunda başvurucular bu yoldan bir sonuç elde edememişlerdir.
57. Başvurucuların taşınmazının bir kısmının imar planında ilkokul ve oyun alanı olarak ayrılması, büyüyen ve gelişen bir toplumda oluşan ihtiyaçların giderilmesine yöneliktir. Düzenli ve planlı bir kentleşmenin sağlanabilmesi, planlama yapılmasını zorunlu kıldığından amacı bakımından müdahalenin elverişli ve gerekli olduğunu belirtmek gerekir.
58. Müdahalenin ölçülülüğünün değerlendirilmesi bakımından asıl önem taşıyan ölçüt orantılılıktır. Öngörülen tedbirin maliki olağan dışı ve aşırı bir yük altına sokması durumunda müdahalenin orantılı ve dolayısıyla ölçülü olduğundan söz edilemez. Bu itibarla, uygulanan tedbirle başvuruculara aşırı ve orantısız bir yük yüklenip yüklenmediğinin tespiti gerekmektedir.
59. Yukarıda da değinildiği üzere 3194 sayılı Kanun'un 10. maddesi kapsamında belediyelerin, imar planının yürürlüğe girdiği tarihten itibaren en geç üç ay içinde bu planı tatbik etmek üzere beş yıllık imar programlarını hazırlama sorumluluğu bulunmaktadır. İmar planlarının kesinleşmesi üzerine de kamu hizmetine tahsis edilmiş olan yerlerin, ilgili kamu kuruluşları tarafından imar programı dahilinde beş yıl içerisinde kamulaştırılması gerekmektedir. Bu amaçla gerekli ödeneğin kamu kuruluşlarının yıllık bütçelerine konulacağı da aynı maddede hüküm altına alınmıştır. Getirilen bu düzenlemeyle, imar planında kamu hizmetlerine ayrılan taşınmazların bir an önce kamulaştırılmasıyla taşınmaz malikleri üzerinde oluşan külfetin hafifletilmesi amaçlanmaktadır.
60. Diğer taraftan 3194 sayılı Kanun'un 18. maddesi kapsamında belediyelerin, arsa ve arazi düzenlemesi sırasında taşınmazlardan, düzenleme ortaklık payı adı altında yüzde kırka kadar kesinti yapma hakkı da bulunmaktadır. Bu yönüyle kamulaştırma yapılmadan da kişilerin ve kamunun taşınmazlarının kamu yararı amacıyla bedelsiz olarak devrine ilişkin hükümlerin varlığı dikkate alınmalıdır. Kamusal hizmet alanı olarak belirlenen yerlerin düzenleme ortaklık payı kesintileriyle karşılanmasının mümkün olmadığı durumlarda ise, bazı taşınmazların temininin kamulaştırma yoluyla sağlanabilmesi de mümkündür. Özel mülkiyette bulunan taşınmazların imar uygulamasında kamu hizmeti alanı olarak ayrılmasında kamusal yarar bulunmakla birlikte bu yolla malike aşırı ve orantısız bir külfet yüklenmemelidir.
61. İmar uygulamalarının geniş alanları kapsaması ve kamulaştırma işlemleri öncesinde bütçeye yeterli ödeneğin konulması amacıyla kanun koyucu tarafından idarelere, kamulaştırma sürecinin beş yıl içinde tamamlanması imkanı tanınmıştır. Kamu yararı amacının gerçekleştirilebilmesi adına malikin, makul ve belirli bir süre boyunca imar uygulamaları nedeniyle oluşabilecek birtakım hukukî ve fiilî kısıtlamalara katlanması beklenebilir. Ancak bu sürenin uzaması durumunda taşınmaz malikine yüklenen külfet ağırlaştıracaktır. Böyle bir durumda kısıtlılık süresinin uzamasına bağlı olarak malikin zararını karşılayabilecek herhangi bir giderim imkânının getirilmemesinin de malike aşırı bir külfet yüklenmesine sebep olacağı kuşkusuzdur.
62. Somut olayda başvuruculara ait taşınmazın bir kısmı, imar planında ilkokul ve oyun alanı olarak ayrılmasına rağmen başvurucuların zararın tazmini amacıyla dava açtıkları 12/11/2007 tarihinden bugüne kadar yaklaşık on bir yıldır kamulaştırma işlemleri yapılmamış, başvuruculara hiçbir tazminat ödenmemiştir. Taşınmaz üzerinde imar kısıtlılığının devam ettiği süre zarfında başvurucuların mülkiyet hakkından dilediği gibi yararlanabilmeleri, taşınmazı kullanabilmeleri veya üzerinde tasarruf edebilmeleri de mümkün olmamıştır. Diğer yandan söz konusu taşınmazın kamulaştırma kapsamına alınıp alınmayacağı hususu hâlen belirsizliğini korumaktadır.
63. Sonuç olarak imar planında ilkokul ve oyun alanı olarak kamu hizmetine ayrılan taşınmazın kamulaştırılmaması başvuruculara şahsi olarak aşırı ve olağan dışı bir külfet yüklemektedir.Bu durumda başvurucuların mülkiyet hakkının korunması ile kamunun yararı arasında olması gereken adil dengenin başvurucular aleyhine bozulduğu ve müdahalenin ölçülü olmadığı sonucuna varılmıştır.
64. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
65. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesi'nin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
66. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında, ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi hususunda genel ilkeler belirlenmiştir.
67. Buna göre bireysel başvuru kapsamında bir temel hak ve hürriyetin ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin, yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle devam eden ihlalin durdurulması, ihlale konu kararın veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, § 55).
68. Anayasa Mahkemesi ihlalin ve sonuçlarının nasıl giderileceğine hükmederken idarenin, yargısal makamların veya yasama organının yerine geçerek işlem tesis edemez. Anayasa Mahkemesi, ihlalin ve sonuçlarının nasıl giderileceğine hükmederek gerekli işlemlerin tesis edilmesi için kararı ilgili mercilere gönderir (Mehmet Doğan, § 56).
69. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilmeden önce ihlalin kaynağının belirlenmesi gerekir. Buna göre ihlal; idari eylem ve işlemler, yargısal işlemler veya yasama işlemlerinden kaynaklanabilir. İhlalin kaynağının belirlenmesi uygun giderim yolunun belirlenebilmesi bakımından önem taşımaktadır (Mehmet Doğan, § 57).
70. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile İçtüzük’ün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca kural olarak ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmedilir (Mehmet Doğan, § 58).
71. Buna göre; Anayasa Mahkemesince ihlalin tespit edildiği hâllerde yargılamanın yenilenmesinin gerekliliği hususundaki takdir derece mahkemelerine değil ihlalin varlığını tespit eden Anayasa Mahkemesine bırakılmıştır. Derece mahkemeleri ise Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında belirttiği doğrultuda ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yapmakla yükümlüdür (Mehmet Doğan, § 59).
72. Bu bağlamda derece mahkemesinin öncelikle yapması gereken şey, bir temel hak veya özgürlüğü ihlal ettiği veya idari makamlar tarafından bir temel hak veya özgürlüğe yönelik olarak gerçekleştirilen ihlali gideremediği tespit edilen önceki kararını kaldırmaktır. Derece mahkemesi, kararın kaldırılmasından sonraki aşamada ise Anayasa Mahkemesi kararında tespit edilen ihlalin sonuçlarını gidermek için gereken işlemleri yapmak durumundadır (Mehmet Doğan, § 60).
73. Başvurucular, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuşlardır.
74. Somut olayda başvuruculara ait taşınmaz imar planında kamu hizmeti alanına ayrılmıştır. Müdahalenin temeli olan taşınmazın imar planında kamu hizmetine ayrılması idari bir işlem niteliğindedir. Başvurucuların mülkiyet hakkının idari bir işlem nedeniyle ihlal edildiği anlaşılmaktadır.
75. Bu durumda mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Buna göre yapılacak yeniden yargılama ise 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda derece mahkemelerince yapılması gereken iş, ihlal sonucuna uygun olarak tazminata hükmedilmesinden ibarettir. Tazminat miktarının belirlenmesi hususu ise bu konuda uzmanlaşmış derece mahkemelerinin takdirindedir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere ilk derece mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
76. Yeniden yargılama yapılmak üzere dosyanın yetkili yargı merciine gönderilmesine karar verilmesinin ihlal sonucu açısından yeterli bir giderim sağladığı anlaşıldığından başvurucuların tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.
77. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,90 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.206,90 TL yargılama giderinin başvuruculara ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Suna Erten'e vekâleten Av. Atiye Ülkü tarafından yapılan başvurunun başvuru hakkının kötüye kullanılması nedeniyle REDDİNE,
B. Başvurucular Yıldız Alakavuk ve Zehra Önocak tarafından yapılan başvurunun DÜŞMESİNE,
C. Diğer başvurucuların iddiaları yönünden mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
D. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
E. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Antalya 4. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2007/390, K.2019/470) GÖNDERİLMESİNE,
F. Başvurucuların tazminat taleplerinin REDDİNE,
G. 226,90 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.206,90 TL yargılama giderinin Suna Erten, Yıldız Alakavuk ve Zehra Önocak dışındaki BAŞVURUCULARA MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,
H. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
I. 6216 sayılı Kanun'un 51. maddesi ve Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 83. maddesi uyarınca 2.000 TL disiplin para cezasının Av. Atiye Ülkü'den TAHSİLİNE,
İ. Kararın birer örneğinin İstanbul Barosu ve Türkiye Barolar Birliğine GÖNDERİLMESİNE,
J. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 28/11/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.