TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
AHU YÜRÜYEN VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2015/9698)
|
|
Karar Tarihi: 28/11/2018
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin
YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Celal Mümtaz
AKINCI
|
|
|
Muammer
TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
|
|
Recai AKYEL
|
Raportör
|
:
|
Eşref Uğur
ŞENOL
|
Başvurucular
|
:
|
1. Ahu
YÜRÜYEN
|
|
|
2. Ali ŞANLI
|
|
|
3. Aynur
ŞANLI
|
|
|
4. Ayşe
DOĞRU
|
|
|
5. Ayşe Ece
ÖNOCAK
|
|
|
6. Ayşe
Hülya BESEN
|
|
|
7. Ayten
BEZCİ
|
|
|
8. Birgül
KİRACIOĞLU
|
|
|
9. Bülent
ŞANLI
|
|
|
10. Canan
ŞEKERCİ
|
|
|
11. Didar
Ebru KAÇMAZ
|
|
|
12. Dudu
GÜLER
|
|
|
13. Dursun
ŞANLI
|
|
|
14. Era ŞANLI
|
|
|
15. Esma
KÖSTELİ
|
|
|
16. Fatma
ŞANLI
|
|
|
17. Hadiye Zübeyde Candan ÖZPINAR
|
|
|
18. Halil
ADALI
|
|
|
19. Hüseyin
ŞANLI
|
|
|
20. İbrahim
ŞANLI
|
|
|
21. Kemal
ŞANLI
|
|
|
22. Mazhar
Acar ÖNOCAK
|
|
|
23. Mediha
ARI
|
|
|
24. Mehmet
Fuat KARDAM
|
|
|
25. Melek
KARTOP
|
|
|
26. Melih
İNCİ
|
|
|
27. Mürvet
TAYLAN
|
|
|
28. Nevin
Esra ÖNOCAK
|
|
|
29. Sedef
BESEN ÖZTEKİN
|
|
|
30. Semih
ERTURUL
|
|
|
31. Sevil
İNAL
|
|
|
32. Suna
ERTEN
|
|
|
33. Süleyman
Faruk ÖNOCAK
|
|
|
34. Şadiye
SÖNMEZ
|
|
|
35. Şadiye
Filiz GÜRCÜOĞLU
|
|
|
36. Şükriye
ŞANLI
|
|
|
37. Taylan
ACAR
|
|
|
38. Tülay
GÜVEN
|
|
|
39. Türkan
SELVİ
|
|
|
40. Yıldız
ALAKAVUK
|
|
|
41. Zehra
ÖNOCAK
|
|
|
42. Zekiye
ŞANLI
|
Vekili
|
:
|
Av.Atiye ÜLKÜ
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, başvuruculara ait taşınmazın bir kısmının kamu
hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına
ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 5/6/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve
bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağını
bildirmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar
özetle şöyledir:
7. Başvurucular, Antalya ili Merkez ilçesi Bahçelievler
mahallesi 4520 ada 105 parsel (eski 556 ada 2 parsel) sayılı taşınmazın
paydaşlarındandır. Bu taşınmaza ilişkin kadastro tespitine itiraz davası uzun
yıllar devam etmiş, dava sonucunda taşınmaz başvurucular adına tapuya kayıt ve
tescil edilmiştir.
8. Başvurucular; kamulaştırma işlemi yapılmaksızın taşınmazın
bir kısmından yol geçirildiği, diğer kısmının kamu hizmetine tahsis edildiği,
bu şekilde taşınmaza el atıldığı gerekçesiyle Antalya Büyükşehir Belediyesi ve Muratpaşa Belediyesi aleyhine Antalya 4. Asliye Hukuk
Mahkemesinde (Mahkeme) 12/11/2007 tarihinde kamulaştırmasız el atma nedeniyle
tazminat davası açmışlardır.
9. Mahkemece 5/11/2008 tarihinde mahallinde keşif yapılmış ve
uzman bilirkişiden konu hakkında teknik rapor alınmıştır. Bilirkişi raporunda
özetle şu hususlara yer verilmiştir:
i. Uyuşmazlık konusu taşınmazın bulunduğu alanda çeşitli
tarihlerde imar uygulamaları yapılmıştır. Bu uygulamalara dayalı olarak yapılan
kamulaştırma sonucu söz konusu taşınmaz 4520 ada 105 parsel sayılı taşınmaza şuyulandırılmıştır.
ii. Rapora ekli krokide ''A'' harfiyle gösterilen taşınmazın
2422 m2lik kısmı kurban kesim alanı olarak
kullanılmıştır. Ancak keşif tarihi itibarıyla bu yerin yıkılmış olduğu
gözlemlenmiştir.
iii. Rapora ekli krokide ''B'' harfiyle gösterilen taşınmazın
15812 m2lik kısmının imar planında ilkokul
alanı ve oyun alanı olarak ayrıldığı gözlemlenmiştir.
iv. Rapora ekli krokide ''C'' harfiyle gösterilen taşınmazın
16866 m2lik kısmının imar yolu olarak
kullanıldığı gözlenmiştir.
v. Rapora ekli krokide ''D'' harfiyle gösterilen taşınmazın 38 m2lik kısmı içerisinde iki katlı imam
evinin kaldığı belirtilmiştir.
10. Mahkeme 9/12/2009 tarihinde davanın reddine karar vermiştir.
Kararda, bilirkişi raporuna atıfta bulunularak taşınmazın ekli krokide ''B''
harfiyle gösterilen kısmının imar planında ilkokul ve oyun alanı olarak
ayrıldığı, idare tarafından bu alana el atılmasının söz konusu olmadığı
belirtilmiştir. Mahkeme, ekli krokide ''A'' harfiyle gösterilen kısmın, önceden
kurban kesim alanı olarak kullanılmasına rağmen bu tesisin keşif tarihinden
önce yıkılmış olduğunun tespit edildiğini, dolayısıyla bu kısım yönünden de
idarenin fiilî müdahalesinin dava tarihinden önce son bulduğunu vurgulamıştır.
Sonuç olarak Mahkeme, taşınmazın ''A'' ve ''B'' kısımlarına yönelik olarak
idarenin fiilî müdahalesi bulunmadığından kamulaştırmasız el atma nedeniyle
tazminat davasının bu kısımlar yönünden sübut bulmadığı kanaatine varmıştır.
11. Temyiz edilen karar, Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin 23/9/2014
tarihli ilamıyla harç ve vekâlet ücretleri yönünden düzeltilerek onanmıştır.
Aynı Dairenin 17/3/2015 tarihli kararıyla karar düzeltme isteminin de reddedilmesiyle
karar kesinleşmiştir.
12. Nihai karar başvurucular vekiline 7/5/2015 tarihinde tebliğ
edilmiştir.
13. Başvurucular 5/6/2015 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuşlardır.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
1. İlgili Mevzuat
14. 13/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanunu’nun "İmar programları, kamulaştırma ve kısıtlılık
hali" kenar başlıklı 10. maddesi şöyledir:
"Belediyeler; imar planlarının yürürlüğe
girmesinden en geç 3 ay içinde, bu planı tatbik etmek üzere 5 yıllık imar
programlarını hazırlarlar. Beş yıllık imar programlarının görüşülmesi sırasında
ilgili yatırımcı kamu kuruluşlarının temsilcileri görüşleri esas alınmak üzere
Meclis toplantısına katılır. Bu programlar, belediye meclisinde kabul
edildikten sonra kesinleşir. Bu program içinde bulunan kamu kuruluşlarına
tahsis edilen alanlar, ilgili kamu kuruluşlarına bildirilir. Beş yıllık imar
programları sınırları içinde kalan alanlardaki kamu hizmet tesislerine tahsis
edilmiş olan yerleri ilgili kamu kuruluşları, bu program süresi içinde
kamulaştırırlar. Bu amaçla gerekli ödenek, kamu kuruluşlarının yıllık
bütçelerine konulur.
İmar programlarında, umumi hizmetlere ayrılan
yerler ile özel kanunları gereğince kısıtlama konulan gayrimenkuller
kamulaştırılıncaya veya umumi hizmetlerle ilgili projeler gerçekleştirilinceye
kadar bu yerlerle ilgili olarak diğer kanunlarla verilen haklar devam
eder."
15. 3194 sayılı Kanun'un“İmar planlarında umumi hizmetlere ayrılan yerler" kenar
başlıklı 13. maddesi şöyledir:
"(Birinci
fıkra iptal: Ana.Mah.nin 29/12/1999 tarihli ve
E.:1999/33, K.:1999/51 sayılı Kararı ile)
İmar programına alınan alanlarda kamulaştırma
yapılıncaya kadar emlak vergisi ödenmesi durdurulur. Kamulaştırmanın yapılması
halinde durdurma tarihi ile kamulaştırma tarihi arasında tahakkuk edecek olan
emlak vergisi, kamulaştırmayı yapan idare tarafından ödenir. Birinci fıkrada
yazılı yerlerin kamulaştırma yapılmadan önce plan değişikliği ile
kamulaştırmayı gerektirmeyen bir maksada ayrılması halinde ise durdurma
tarihinden itibaren geçen sürenin emlak vergisini mal sahibi öder.
(Üçüncü fıkra iptal: Ana.Mah.nin
29/12/1999 tarihli ve E.:1999/33, K.:1999/51 sayılı Kararı ile)
Onaylanmış imar planlarında, birinci fıkrada
yazılı yerlerdeki arsa ve arazilerin, bu Kanunda öngörülen düzenleme ortaklık
payı oranı üzerindeki miktarlarının mal sahiplerince ilgili idarelere bedelsiz
olarak terk edilmesi halinde bu terk işlemlerinden ayrıca emlak alım ve satım
vergisi alınmaz."
16. 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'na
20/8/2016 tarihli ve 6745 sayılı Yatırımların Proje Bazında Desteklenmesi ile
Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun'un 33. maddesi ile eklenen ek 1. madde şöyledir:
"Uygulama imar planlarında umumi
hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılmak suretiyle mülkiyet hakkının özüne
dokunacak şekilde tasarrufu hukuken kısıtlanan taşınmazlar hakkında, uygulama
imar planlarının yürürlüğe girmesinden itibaren beş yıllık süre içerisinde imar
programları veya imar uygulamaları yapılır ve bütçe imkânları dâhilinde bu
taşınmazlar ilgili idarelerce kamulaştırılır veya her hâlde mülkiyet hakkını
kullanmasına engel teşkil edecek kısıtlılığı kaldıracak şekilde imar planı
değişikliği yapılır/yaptırılır. Bu süre içerisinde belirtilen işlemlerin
yapılmaması hâlinde taşınmazların malikleri tarafından, bu Kanunun geçici 6 ncı maddesindeki uzlaşma
sürecini ve 3194 sayılı İmar Kanununda öngörülen idari başvuru ve işlemleri tamamlandıktan
sonra taşınmazın kamulaştırmasından sorumlu idare aleyhine idari yargıda dava
açılabilir.
Birinci fıkra uyarınca dava açılması hâlinde
taşınmazın ya da üzerinde tesis edilen irtifak hakkının dava tarihindeki
değeri, mahkemece; bu Kanunun 15 inci maddesine göre bilirkişi incelemesi
yapılarak, taşınmazın hukuken tasarrufunun kısıtlandığı veya fiilen el
konulduğu tarihteki nitelikleri esas alınmak suretiyle tespit edilir ve
taşınmazın veya hakkın idare adına tesciline veya terkinine hükmedilir.
Bu madde kapsamında kalan taşınmazlar hakkında
açılacak dava ve takiplerde, bu Kanunun geçici 6 ncı maddesinin üçüncü, yedinci, sekizinci ve on
birinci fıkra hükümleri, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce açılan
ancak henüz karara bağlanmayan veya kararı kesinleşmeyen davalara bu madde
hükümleri, kesinleşen ancak henüz ödemesi yapılmayan kararlar hakkında ise
geçici 6 ncı maddenin üçüncü, sekizinci ve on birinci
fıkra hükümleri uygulanır.
Bu Kanunun geçici 6 ncı maddesinin sekizinci fıkrası uyarınca ayrılması
gereken yüzde iki oranındaki ödenekler, yüzde dört olarak ayrılır. İlave olarak
ayrılan yüzde iki oranındaki ödenekler, münhasıran bu ek madde ile geçici 11
inci ve geçici 12 nci
maddeler kapsamında yapılacak ödemelerde kullanılır. Yapılacak ödemelerin
toplam tutarının ilave olarak ayrılan ödeneğin toplamını aşması hâlinde,
ödemeler, en fazla on yılda ve geçici 6 ncı
maddenin sekizinci fıkrası hükmüne göre yapılır."
2. Yargı Kararları
17. Uyuşmazlık Mahkemesinin 2/7/2012 tarihli veE.2012/117,K.2012/157 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
''3194 sayılı İmar Kanunu’nun 18. maddesinde,
“İmar hududu içinde bulunan binalı veya binasız arsa ve arazileri malikleri
veya diğer hak sahiplerinin muvafakatı aranmaksızın,
birbirleri ile, yol fazlaları ile, kamu kurumlarına veya belediyelere ait
bulunan yerlerle birleştirmeye, bunları yeniden imar planına uygun ada veya
parsellere ayırmaya, müstakil, hisseli veya kat mülkiyeti esaslarına göre hak
sahiplerine dağıtmaya ve re'sen tescil işlemlerini
yaptırmaya belediyeler yetkilidir. Sözü edilen yerler belediye ve mücavir alan
dışında ise yukarıda belirtilen yetkiler valilikçe kullanılır.
Belediyeler veya valiliklerce düzenlemeye tabi
tutulan arazi ve arsaların dağıtımı sırasında bunların yüzölçümlerinden yeteri
kadar saha, düzenleme dolayısıyla meydana gelen değer artışları karşılığında
"düzenleme ortaklık payı" olarak düşülebilir. Ancak, bu maddeye göre
alınacak düzenleme ortaklık payları, düzenlemeye tabi tutulan arazi ve
arsaların düzenlemeden önceki yüzölçümlerinin yüzde kırkını geçemez.
...
Anılan madde uyarınca yapılan imar düzenlemesi
sonucunda “...resen tescil işlemlerini yaptırmaya belediyeler yetkilidir...”
denildiğine göre, idarenin “resen tescil işlemlerini yaptırmak” şeklindeki bu
yetkilerini idari nitelik taşıyan uygulama işlemlerinin doğrudan sonucu olarak
kullandığı; bir başka ifadeyle, tapuya yapılan tescilin idari işlemlerin icrası
niteliğinde olduğu açıktır.
Olayda, davacılar vekili tarafından
davacıların taşınmazlarına kamulaştırmasız elatıldığından
bahisle taşınmazın bedelinin şimdilik 10.000,00 TL’lik kısmının yasal faiziyle
birlikte tahsilinin talep edildiği, imar uygulaması sonucu sözkonusu
parselin imar planında okul alanına ayrılmış olduğu anlaşılmaktadır.
Dava konusu uyuşmazlıkta, idarenin 2942 sayılı
Kamulaştırma Kanunu kapsamında bir işleminin bulunmaması karşısında, davanın
anılan Kanun'un 14. maddesinde işaret edilen bedel artırma davası niteliğinde
olduğunun kabulüne olanak bulunmadığı; davacının davayı idarenin uygulamasından
doğan zararlarının giderilmesi istemiyle açtığı görülmektedir.
Bu durumda, 3194 sayılı İmar Kanunu'nun arazi
ve arsa düzenlenmesine ilişkin 18. maddesinin uygulamasından kaynaklanan ve
imar planı ile buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın
tazminine yönelik bulunan uyuşmazlığın, 2577 sayılı Kanun'un 2/1-b maddesinde
yer alan idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan zarar görenler
tarafından açılan tam yargı davaları kapsamında idari yargı yerince
çözümlenmesi gerekmektedir...''
18. Danıştay Altıncı Dairesinin 22/4/2015 tarihli ve
E.2014/9101, K.2015/2572 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"İmar planlarında kamu hizmet tesislerine
tahsis edilmiş olan yerlerde kalan taşınmazlar üzerinde maliklerin tasarruf
hakları kısıtlanmakta, bu yerler kamulaştırma işlemine konu teşkil edeceğinden
satış değerleri düşmekte,rayiç
değerinden satılamamakta, ancak kamulaştırma bedeli alınmak suretiyle yarar
sağlanabilmektedir. Kamulaştırma yapılmadığı takdirde, kişilerin temel
haklarından biri olan mülkiyet hakkı süresi belirsiz bir zaman diliminde
kısıtlanmakta ve bu durum mülkiyet hakkının özünün zedelemesine neden
olmaktadır.
Yukarıda yer verilen İmar Kanununun 10.
maddesi hükmüyle, belediyelere imar planının yürürlüğe girmesinden itibaren en
geç üç ay içinde imar programını hazırlama, yatırımcı kuruluşlara imar
planlarında kamu hizmetine ayrılan arsaları imar programı süresi içerisinde
kamulaştırma, yine yetkili idari makamlara kamulaştırmaya ilişkin ödeneği
yatırımcı kuruluşun bütçesine koyma mükellefiyeti yüklenmek suretiyle kanun
koyucu tarafından kamu yararı adına fedakarlığa katlanmak durumunda kalan
taşınmaz maliklerinin mülkiyet haklarının ihlal edilmesi sonucunu doğuracak
şekilde uzun süre taşınmazlarının imar programlarına alınmadan bekletilmesi
uygun görülmemiş ve idareye herhangi bir takdir yetkisi tanınmaksızın bağlayıcı
sürelerle gerekli işlemleri yapma görevi yüklenmiştir.
...
Davacıya ait uyuşmazlık konusu parselin, imar
planında okul alanı olarak ayrılması nedeniyle bu parselde artık yapılaşmaya
gidilemeyeceği ve bu nedenle davacının tasarruf hakkının kısıtlandığı açıktır.
Bu fonksiyonun imar planına işlenmesinden itibaren beş yıldan fazla bir süre
geçmiş olmasına karşın davalı idarece imar programına alınmadığı gibi, ne zaman
imar programına alınacağı yahut söz konusu taşınmazın kamulaştırma kapsamına
alınıp alınmayacağı yahut bölgede parselasyon uygulamasının yapılıp
yapılmayacağı konusunda bir bilgi de davacıya verilmemiştir. Bu nedenle,
davacının maliki olduğu parselin durumu ve mülkiyet hakkından yararlanma
olanakları belirsizlik içindedir.
...
Uyuşmazlık konusu olayda da,
davacının mülkiyet hakkının belirsiz bir süre ile kısıtlandığı açık olup,
taşınmazın imar programına alınmayarak kamulaştırılmaması veya imar uygulaması
yapılmaması nedeniyle kısıtlamanın devam ettirildiği anlaşılmaktadır.
Bu kapsamda, imar planı sonucunda taşınmaz
üzerinde meydana gelen kısıtlılık halinin kamulaştırma ya da parselasyon
yapılarak kaldırılmaması sonucu mülkiyet hakkının ihlal edildiği saptanmıştır.
Bu durumda, davacının taşınmaz üzerindeki
kısıtlama nedeniyle, imar planının taşınmazda doğurduğu sonuçların ortadan
kaldırılması yönündeki isteminin reddine dair işlemde hukuka uyarlık
görülmemiştir..."
19. Danıştay Altıncı Dairesinin 22/4/2014 tarihli ve
E.2010/6020, K.2014/3357 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"...İmar planlarında kamu hizmet
tesislerine tahsis edilmiş olan yerlerde kalan taşınmazlar üzerinde, maliklerin
tasarruf hakları kısıtlanmakta; bu yerler kamulaştırma işlemine konu teşkil
edeceğinden satış değerleri düşmekte, rayiç değerinden satılamamakta, ancak
kamulaştırma bedeli alınmak suretiyle yarar sağlanabilmektedir. Kamulaştırma
yapılmadığı takdirde, kişilerin temel haklarından biri olan mülkiyet hakkı
süresi belirsiz bir zaman diliminde kısıtlanmakta ve bu durum mülkiyet hakkının
özünün zedelenmesine neden olmaktadır.
Yukarıda yer verilen İmar Kanununun 10.
maddesi hükmüyle, belediyelere imar planının yürürlüğe girmesinden itibaren en
geç üç ay içinde imar programını hazırlama, yatırımcı kuruluşlara imar
planlarında kamu hizmetine ayrılan arsaları imar programı süresi içerisinde
kamulaştırma, yine yetkili idari makamlara kamulaştırmaya ilişkin ödeneği
yatırımcı kuruluşun bütçesine koyma mükellefiyeti yüklenmek suretiyle kanun
koyucu tarafından, kamu yararı adına fedakarlığa katlanmak durumunda kalan
taşınmaz maliklerinin mülkiyet haklarının ihlal edilmesi sonucunu doğuracak
şekilde uzun süre taşınmazlarının imar programlarına alınmadan bekletilmesi
uygun görülmemiş ve idareye herhangi bir takdir yetkisi tanınmaksızın bağlayıcı
sürelerle gerekli işlemleri yapma görevi yüklenmiştir.
Bu durumda, yukarıda belirtilen açıklamalar
doğrultusunda davacıya ait taşınmazın kamulaştırılması istemiyle yapılan
başvurunun geciktirilmeksizin sonuçlandırılması gerekirken, söz konusu
taşınmazın önümüzdeki yıllarda ödenekler çerçevesinde değerlendirileceğinden
bahisle başvurunun reddine ilişkin Ankara Valiliğinin 15.09.2008 tarih ve 1763
sayılı işleminin bu kısmında ve davanın bu kısmının reddine ilişkin mahkeme
kararında hukuka uyarlık görülmemiştir..."
B. Uluslararası Hukuk
20. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar
başlıklı 1. maddesi şöyledir:
"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk
dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak
kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun
genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.
Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin
kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da
başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli
gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez.
21. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), taşınmazın imar
planında kamu hizmetine ayrılmasının ve bu çerçevede kamu makamlarının süre
sınırlaması olmaksızın herhangi bir zamanda taşınmazı kamulaştırmaya yetkili
olmalarının, mülkiyet hakkının kullanımını belirsiz ve kullanılamaz hâle
getireceğini vurgulamıştır (Sporrong ve Lönnroth/İsveç [GK],
B. No: 7151/75-7152/75, 23/9/1982, § 60; Hakan
Arı/Türkiye, B. No: 13331/07, 11/1/2011, § 35).
22. Sporrong ve Lönnroth/İsveç kararına
konu olayda başvurucuların taşınmazlarının imar planı çerçevesinde
kamulaştırılması öngörülerek on iki ve yirmi beş yıl süren inşaat yasakları
uygulanmıştır. AİHM, bu taşınmazlar henüz kamulaştırılmadığından mülkten yoksun
bırakmanın söz konusu olmadığını, gerçek anlamda bir kamulaştırmanın olmadığı
ve dolayısıyla mülkiyetin devredilmediği bu gibi durumlarda, görünenin arkasına
bakılması ve şikâyet edilen hususta gerçek durumun ne olduğunun araştırılması
gerektiğini belirtmiştir. AİHM bu bağlamda, getirilen kamulaştırma
tedbirlerinin taşınmazlar üzerindeki sınırlandırıcı etkilerinden söz etmiş ve
bu tedbirlerin taşınmazların değerinde olumsuz etkiye yol açtığını,
başvurucuların taşınmazlarından dilediği gibi yararlanmaları veya
kullanmalarının önemli ölçüde kısıtlandığını vurgulamıştır. AİHM bu gibi
kamulaştırma izinlerinin genel kamulaştırma sürecinin ilk aşaması olması
nedeniyle kontrol amacı da gütmediğini belirterek müdahaleyi mülkiyetten
barışçıl yararlanma ilkesine ilişkin birinci kural çerçevesinde incelemiştir.
AİHM sonuç olarak kamulaştırma tedbirlerinin uygulandığı sürenin uzunluğu ve bu
süre içinde getirilen kısıtlamalar nedeniyle başvuruculara şahsi olarak aşırı
bir külfet yüklendiği kanaatiyle mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin ölçülü
olmadığı sonucuna varmıştır(Sporrong ve Lönnroth/İsveç, §§ 56-74).
23. Hakan Arı/Türkiye
kararına konu olayda, taşınmazı 2002 yılında yapılan uygulama imar planında
okul alanı olarak ayrılan başvurucu, taşınmazın imar durumunun değiştirilmesi
istemiyle Mersin Belediyesine başvurmuştur. Belediye, taşınmazın kamu hizmetine
ayrıldığını ve kamulaştırılmasına dair karar alındığını, imar durumunun
değiştirilmesinin mümkün olmadığını belirterek talebin reddine karar vermiştir.
Başvurucu bunun üzerine, mülkiyet hakkından dilediği gibi yararlanamaması
nedeniyle oluşan maddi ve manevi zararlarının tazmini amacıyla 2003 yılında
tazminat davası açmıştır. Derece mahkemeleri, taşınmazın okul alanı olarak
ayrılmasına rağmen dava tarihi itibarıyla taşınmaz üzerinde idarenin fiilî bir
müdahalesinin bulunmadığını, bu bağlamda tazminat ödenmesinin hukuken mümkün
olmadığını belirterek davanın reddine karar vermiştir. Başvuru yollarının
tüketilmesi sonucu verilen nihai karar 2007 yılında kesinleşmiş, bu arada 2005
yılında yapılan yeni imar planında da başvurucunun taşınmazının durumunda
değişiklik yapılmamıştır (Hakan Arı/Türkiye,
§§ 6-24).
24. AİHM Hakan Arı/Türkiye
kararında, iç hukuk yollarının tüketilmesi kuralının aşırı şekilciliğe
kaçılmaksızın belirli bir esneklik payıyla uygulanması gerektiğini
vurgulamıştır. AİHM'e göre iç hukuk yollarından
birinin başvurucu tarafından kullanılması durumunda, amacı hemen hemen aynı
olan başka bir yolun kullanılması ayrıca gerekli görülmemelidir. AİHM somut
başvuru açısından taşınmazı kamu hizmet alanına ayrılan başvurucunun, zararının
tazmini amacıyla açtığı maddi ve manevi tazminat davasıyla iç hukuk yollarının
tüketilmiş olduğu sonucuna varmıştır (Hakan
Arı/Türkiye, §§ 28-29).
25. AİHM öncelikle taşınmazın imar planında okul alanı olarak ayrılmış
olmasının getirdiği inşaat yasağı ve taşınmazdan dilediği gibi yararlanılmasına
engel olacak nitelikteki sınırlamalara dikkati çekerek somut olayda mülkiyet
hakkına müdahale edilmiş olduğunu kabul etmiştir. AİHM mülkten yoksun bırakma
sonucunu doğurmadığını tespit ettiği müdahaleyi yine birinci kural çerçevesinde
incelemiş ve başvurucunun taşınmazının kamulaştırılmamasının, mülkiyetinin
akıbeti konusunda belirsizliğe yol açtığını, bu süreçte söz konusu belirsizliği
telafi edecek herhangi bir işlemin de yapılmadığını belirtmiştir. AİHM
özellikle bu durumun başvurucunun mülkiyet hakkından tam anlamıyla
yararlanmasının önünde engel teşkil ettiğini ve taşınmazın satış imkânını
azalttığını, sonucu itibarıyla taşınmazın değerini hatırı sayılır ölçüde düşürdüğünü,
başvurucunun uğradığı kaybın tazminatla giderilmemiş olduğunu vurgulamıştır.
AİHM sonuç olarak, imar değişikliği tarihi ile kendi karar tarihi arasında
geçen süreyi dikkate alarak kamu yararının gerekleri ile bireyin mülkiyet
hakkının korunması arasında gözetilmesi gereken adil dengenin bozulduğuna ve
aşırı bir yüke katlanmak zorunda kalan başvurucunun mülkiyet hakkının ihlal
edildiğine karar vermiştir (Hakan
Arı/Türkiye, §§ 35-47).
26. AİHM'in Hüseyin Kaplan/Türkiye (B. No: 24508/09, 1/10/2013), Ziya Çevik (B. No: 19145/08, 21/6/2011) ve Elia Srl/İtalya
(B. No: 37710/97, 2/8/2001) kararları da benzer yöndedir.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
27. Mahkemenin 28/11/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların
İddiaları
28. Başvurucular; taşınmazlarının imar planında ilkokul ve oyun
alanı olarak ayrılmasının mülkiyet haklarına müdahale teşkil ettiğini, bu
müdahale sebebiyle taşınmazlarını diledikleri gibi kullanamadıklarını
belirtmişlerdir. Başvurucular; taşınmazın kamulaştırılmamasının mülkiyet
hakkının ihlaline yol açtığının AİHM, Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay
kararlarıyla da kabul edildiğini ifade etmişlerdir. Başvuruculara göre aynı
taşınmazın diğer paydaşları tarafından açılan kamulaştırmasız el atma
davalarının kabul edilmesine rağmen, kendilerinin açmış olduğu davanın derece
mahkemelerince reddedilmesi nedeniyle eşitlik ilkesi ve adil yargılanma hakları
da ihlal edilmiştir.
B. Değerlendirme
29. Anayasa'nın "Mülkiyet
hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:
"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına
sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla
sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına
aykırı olamaz."
30. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucular mülkiyet hakkı dışında adil
yargılanma hakkı ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmektedir. Ancak
somut olayda eşitlik ilkesinin ihlaline yol açabilecek farklı muamelenin
varlığı başvurucular tarafından somut olarak ortaya konulmamıştır. Diğer
taraftan başvurucuların asıl şikâyetinin imar uygulamasında kamu hizmeti alanı
olarak ayrılması sebebiyle maliki oldukları taşınmazdan diledikleri gibi
yararlanamadıklarına, taşınmazı kullanamadıklarına ve tasarruf edemediklerine
yönelik olduğu anlaşıldığından, başvurucuların bütün şikâyetleri mülkiyet
hakkının ihlal edildiği iddiası kapsamında incelenmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
a. Başvurucu Suna Erten
Yönünden
31. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 51. maddesi ile Anayasa
Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) 83. maddesi gereği
başvurucunun istismar edici, yanıltıcı ve benzeri nitelikteki davranışlarıyla
bireysel başvuru hakkını açıkça kötüye kullandığının tespit edilmesi hâlinde
başvuru reddedilir ve ilgilinin yargılama giderleri dışında 2.000 Türk
lirasından fazla olmamak üzere disiplin para cezasıyla cezalandırılmasına karar
verilir.
32. Genel hukuk teorisinde bir kamu düzeni kuralı olarak ele
alınan ve genel olarak bir hakkın açıkça öngörüldüğü amaç dışında ve
başkalarını zarara sokacak şekilde kullanılmasının hukuk düzenince himaye
edilmeyeceğini ifade eden hakkın kötüye kullanılmasının yukarıda belirtilen
düzenlemelerle bireysel başvuru alanında özel olarak ele alındığı
görülmektedir. Bu bağlamda bireysel başvuru usulünün amacına açıkça aykırı olan
ve Anayasa Mahkemesinin başvuruyu gereği gibi değerlendirmesini engelleyen
davranışların başvuru hakkının kötüye kullanılması olarak değerlendirilmesi
mümkündür (S.Ö., B. No:
2013/7087, 18/9/2014, § 28).
33. Bu kapsamda özellikle Anayasa Mahkemesini yanıltmak amacıyla
gerçek olmayan maddi vakıalara dayanılması veya Anayasa Mahmesine
bu nitelikte bilgi ve belge sunulması, başvurunun değerlendirilmesi noktasında
esaslı olan bir unsur hakkında bilgi verilmemesi, başvurunun değerlendirilmesi
sürecinde vuku bulan ve söz konusu değerlendirmeyi etkileyecek nitelikteki yeni
ve önemli gelişmeler hakkında Anayasa Mahkemesinin bilgilendirilmemesi
suretiyle başvuru hakkında doğru bir kanaat oluşturulmasının engellenmesi,
medeni ve meşru eleştiri sınırları saklı kalmak kaydıyla bireysel başvuru
amacıyla bağdaşmayacak surette hakaret, tehdit veya tahrik edici bir üslup
kullanılması ile söz konusu başvuru yolu kapsamında ihlalin tespiti ile ihlal
ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına ilişkin amaçla bağdaşmayacak surette
içeriksiz bir başvuruda bulunulması durumunda başvuru hakkının kötüye
kullanıldığı kabul edilebilecektir (S.Ö.,
§ 29; Mehmet Güven Ulusoy [GK],
B. No: 2013/1013, 2/7/2015; Osman Sandıkçı,
B. No: 2013/6297, 10/3/2016; Selman Kapan ve
diğerleri, B. No: 2013/7302, 20/4/2016).
34. Merkezî Nüfus İdaresi Sistemi'nden yapılan sorgulama
neticesinde başvuruculardan Suna Erten'in bireysel başvuru tarihinden önce
21/3/2012 tarihinde öldüğü tespit edilmiş, ancak Av. Atiye Ülkü tarafından
başvurucunun anayasal haklarının ihlal edildiğinden bahisle verilen 5/6/2015
tarihli başvuru formunda başvurucunun öldüğü konusunda bir bilgiye yer
verilmeden bireysel başvuru yapıldığı anlaşılmıştır.
35. Kamu gücü tarafından hakkı ihlal edilen kişinin bireysel başvuru
yapmadan önce ölmesi durumunda ölen kişi adına bir başkası tarafından bireysel
başvuru yapma imkânı bulunmamaktadır (Abdurrehman Uray, B. No: 2013/6140, 5/11/2014, § 30).
36. Açıklanan gerekçelerle başvuru tarihinden önce vefat etmiş
olan başvurucu adına vekâlet ilişkisi sona ermiş olan avukat tarafından yapılan
bireysel başvurunun başvuru hakkının kötüye
kullanımı nedeniyle reddine karar verilmesi gerekir.
37. Bu durumda Av. Atiye Ülkü hakkında Anayasa Mahkemesini
yanıltıcı nitelikte başvuru yapması nedeniyle 6216 sayılı Kanun'un 51. maddesi
ve İçtüzük’ün 83. maddesi uyarınca takdiren 2.000 TL disiplin para cezasına hükmedilmesi
gerekir.
b. Başvurucular Yıldız Alakavuk ve Zehra Önocak Yönünden
38. Anayasa
Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) 80. maddesinin (1)
numaralı fıkrasının (ç) bendine göre başvurunun incelenmesinin sürdürülmesini
haklı kılan bir sebebin olmadığı kanaatine varılması hâlinde başvurunun
düşmesine karar verilebilir. Bununla birlikte İçtüzük'ün
80. maddesinin (2) numaralı fıkrası gereği Anayasa'nın uygulanması ve
yorumlanması veya temel hakların kapsamının ve sınırlarının belirlenmesi ya da
insan haklarına saygının gerekli kıldığı hâllerde başvurunun incelenmesine
devam edilebileceği öngörülmüştür.
39. Başvuru tarihinden sonra ölen başvurucuların mirasçılarının
makul bir süre içinde başvuruyu devam ettirme yönündeki iradelerini Anayasa
Mahkemesine bildirmemeleri hâlinde anılan İçtüzük hükümleri uyarınca başvurunun
incelenmesinin sürdürülmesini haklı kılan bir sebebin olmadığı kanaatine
varılabilir (İskender Kaya ve diğerleri,
B. No: 2014/7674, 23/3/2017, §§ 18-21). Somut olayda başvurucu Yıldız Alakavuk başvuru tarihinden sonra 18/6/2016 tarihinde;
başvurucu Zehra Önocak başvuru tarihinden sonra
31/1/2016 tarihinde vefat etmişler ancak mirasçıları makul bir süre içinde
başvuruya devam etme yönünde iradelerini bildirmemişlerdir. Bu başvurucular
yönünden başvurunun incelenmesine devam etmeyi gerekli kılan ve İçtüzük'ün 80. maddesinin (2) numaralı fıkrasında öngörülen
nedenlerden biri de bulunmamaktadır.
40. Açıklanan nedenlerle başvurucular Yıldız Alakavuk
ve Zehra Önocak açısından başvurunun düşmesine karar verilmesi gerekir.
c. Diğer Başvurucular
Yönünden
41. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/3/2011
tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri
Hakkında Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca bireysel başvuru
yoluyla Anayasa Mahkemesine başvurabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş
olması gerekir.
42. Bireysel başvuru, iddia edilen hak ihlallerinin derece
mahkemelerince düzeltilmemesi hâlinde başvurulabilecek ikincil nitelikte bir
kanun yoludur. Bireysel başvuru yolunun bu niteliği gereği Anayasa Mahkemesine
bireysel başvuruda bulunabilmek için öncelikle olağan kanun yollarının
tüketilmesi zorunludur. Bu ilke uyarınca; başvurucunun Anayasa Mahkemesi önüne
getirdiği şikâyetini öncelikle ve süresinde yetkili idari ve yargısal mercilere
usulüne uygun olarak iletmesi, bu konudaki bilgi ve kanıtlarını zamanında bu
makamlara sunması ve aynı zamanda bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek
için gerekli özeni göstermiş olması gerekir (İsmail
Buğra İşlek, B. No: 2013/1177, 26/3/2013, § 17).
43. Başvuru yollarının tüketilmesi gereğinden söz edilebilmesi
için öncelikle hukuk sisteminde, hakkının ihlal edildiğini iddia eden kişinin
başvurabileceği idari veya yargısal bir hukuki yolun öngörülmüş olması
gerekmektedir. Ayrıca bu hukuki yolun iddia edilen ihlalin sonuçlarını
giderici, etkili ve başvurucu açısından makul bir çabayla ulaşılabilir
nitelikte olması ve sadece kâğıt üzerinde kalmayıp fiilen de işlerliğe sahip
bulunması gerekmektedir. Olmayan bir hukuki yolun tüketilmesi başvurucudan
beklenemeyeceği gibi hukuken veya fiilen etkili bulunmayan, ihlalin sonuçlarını
düzeltici bir vasıf taşımayan veya aşırı ve olağan olmayan birtakım şeklî
koşulların öngörülmesi nedeniyle fiilen erişilebilir ve kullanılabilir olmaktan
uzaklaşan başvuru yollarının tüketilmesi zorunluluğu bulunmamaktadır (Fatma Yıldırım, B. No: 2014/6577,
16/2/2017, § 39).
44. Somut olayda başvurucular imar planında kamu hizmet alanına
ayrılan taşınmazın kamulaştırılmamasından kaynaklanan zararlarının tazmini
amacıyla adli yargı mercileri önünde tazminat davası açmışlardır. Derece
mahkemelerince, imar planında yol olarak ayrılan fiilen de yol olarak
kullanılan kısım yönünden davanın kabulüne karar verilmiştir. İmar planında
ilkokul ve oyun alanı olarak ayrılan ve idarenin fiilî müdahalesinin dava
tarihi itibarıyla son bulduğu kurban kesim alanına yönelik olarak ise idare
tarafından bu kısımlara fiilî bir müdahalede bulunulmadığı, bu nedenle idarenin
tazminat ödemesinin hukuken mümkün olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar
verilmiştir.
45. Yukarıda bahsedilen Uyuşmazlık Mahkemesi içtihadına göre
3194 sayılı İmar Kanunu'nun arazi ve arsa düzenlenmesine ilişkin 18. maddesinin
uygulamasından kaynaklanan ve imar planı ile buna dayalı imar uygulaması
sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik uyuşmazlıkların, 2577 sayılı
Kanun'un 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendinde yer alan idari
eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan zarar görenler tarafından
açılan tam yargı davaları kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi gerektiği
belirtilmiştir (bkz. § 18). Ne var ki adli yargı mercilerince, fiilî el atmanın
söz konusu olmadığı kısımlar yönünden görevsizlik kararı verilmeyerek esas
yönünden bir inceleme yapılmış ve sonuç olarak davanın reddine karar
verilmiştir.
46. AİHM'in konuya ilişkin
içtihadında, iç hukuk yollarının tüketilmesi kuralının aşırı bir şekilciliğe
kaçılmaksızın belirli bir esneklik payıyla uygulanması gerektiği
belirtilmektedir. AİHM'e göre iç hukuk yollarından
birinin başvurucu tarafından kullanılması durumunda, amacı hemen hemen aynı
olan başka bir yolun kullanılmasının gerekmediği kabul edilmelidir (bkz. § 24).
Başvuru konusu olayda başvurucular imar kısıtlamaları nedeniyle oluşan
zararının tazmini için derece mahkemeleri önünde dava açmalarına rağmen bir
sonuç elde edememişlerdir. Bu durumda başvurucuların ihlal iddialarını öne
sürebilecekleri iç hukuk yollarını tüketmiş olduklarının kabulü gerekir.
47. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de bulunmadığı anlaşılan
mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna
karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
48. Anayasa Mahkemesi aynı konu ile ilgili şikâyetleri daha önce
incelemiş ve uygulanacak ilkeleri ortaya koymuştur (Hüseyin Ünal, B. No: 2017/24715, 20/9/2018, §§ 34-62).
a. Mülkün Varlığı
49. Somut olayda imar uygulamasına konu taşınmaz tapuda
başvurucular adına tescillidir. Bu bağlamda tapuda kayıtlı olan taşınmazın Anayasa'nın
35. maddesi bağlamında mülk teşkil ettiği açıktır.
b. Müdahalenin Varlığı
50. Başvuruya konu taşınmazın uygulama imar planında kamu
hizmeti alanı olarak ayrılmasının mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiği kabul
edilmiş, söz konusu müdahalenin niteliği sebebiyle mülkiyetten barışçıl
yararlanmaya ilişkin genel kural çerçevesinde incelenmesi gerektiği
değerlendirilmiştir.
c. Müdahalenin İhlal
Oluşturup Oluşturmadığı
51. Anayasa’nın 13. maddesi şöyledir:
“Temel
hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili
maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir.
Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve
lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
52. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak
olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla
sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken
temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri
düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin de gözönünde
bulundurulması gerekmektedir. Anılan madde uyarınca temel hak ve özgürlükler,
demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmaksızın
Anayasa'nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak
kanunla sınırlanabilir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin
Anayasa'ya uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı
amacı taşıması ve ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, § 62).
i. Kanunilik
53. 3194 sayılı Kanun'un 1. maddesinde Kanun'un, yerleşim
yerleri ile bu yerlerdeki yapılaşmaların plan, fen, sağlık ve çevre şartlarına
uygun gerçekleşmesini sağlamayı amaçladığı belirtilmiştir. Kanun, imar
uygulamaları sırasında kamu hizmetleri ve tesisleri için yeterli yerlerin
ayrılması konusunda hükümler de içermektedir. Bu bağlamda taşınmazın
kamulaştırılmaması sonucu mülkiyet hakkı üzerinde oluşan müdahalenin temel
dayanağını oluşturan taşınmazın kamu hizmeti alanına ayrılması işleminin kanuni
dayanağının bulunduğu kuşkusuzdur.
ii. Meşru Amaç
54. 3194 sayılı Kanun'un amacı çerçevesinde arazi ve arsaların
düzenlemesi sırasında bir kısım taşınmazların kamu hizmetine tahsis edilmesi,bu bağlamda somut olayda
olduğu gibi bazı taşınmazların ilkokul ve oyun alanı olarak ayrılması
noktasında kamusal hizmetlerden herkesin istifade edebileceği
değerlendirildiğinde müdahalenin kamu yararına dayalı meşru bir amacının
bulunduğu kabul edilmiştir.
iii. Ölçülülük
55. Somut olayda başvurucular, taşınmazın kısmen kamu hizmetine
ayrılmasına rağmen kamulaştırılmamasından yakınmaktadır. Dolayısıyla
başvurucuların temel şikâyetleri bu kısıtlamalar nedeniyle uğradıkları
zararların giderilmesi taleplerine yöneliktir. Ne var ki taşınmazın bir kısmı
imar planında ilkokul ve oyun alanı olarak olarak
ayrılmasına rağmen bu güne kadar kamulaştırma işlemi
yapılmamış, başvuruculara hiçbir tazminat ödenmemiştir. Taşınmaz üzerinde imar
kısıtlılığının devam ettiği bu süre zarfında başvurucuların mülkiyet hakkından
dilediği gibi yararlanabilmesi, kullanabilmesi veya tasarruf edebilmesi de
mümkün olamamıştır.
56. Başvurucuların imar kısıtlılığından kaynaklanan zararın
tazmini amacıyla dava açmaları üzerine Mahkeme, taşınmazın yol olarak
kullanılan kısmına kamulaştırma olmaksızın idare tarafından müdahale edildiğini
belirterek bu kısım yönünden tazminata hükmetmiştir. Mahkeme, taşınmazın diğer
kısımlarının okul ve oyun alanı olarak ayrılmasına rağmen idarenin bu kısımlara
yönelik fiilî bir müdahalesinin olmadığını, diğer taraftan dava açılmadan önce
kurban kesim alanı olarak kullanılan kısım da dava tarihi itibarıyla tahliye
edildiğinden bu kısma yönelik müdahalenin de son bulduğunu, bu nedenle idarenin
tazminat ödeme yükümlülüğünün bulunmadığı kanaatine varmıştır. Temyiz ve karar
düzeltme istemlerinin de aynı gerekçelerle reddedilmesi sonucunda başvurucular
bu yoldan bir sonuç elde edememişlerdir.
57. Başvurucuların taşınmazının bir kısmının imar planında
ilkokul ve oyun alanı olarak ayrılması, büyüyen ve gelişen bir toplumda oluşan
ihtiyaçların giderilmesine yöneliktir. Düzenli ve planlı bir kentleşmenin
sağlanabilmesi, planlama yapılmasını zorunlu kıldığından amacı bakımından
müdahalenin elverişli ve gerekli olduğunu belirtmek gerekir.
58. Müdahalenin ölçülülüğünün değerlendirilmesi bakımından asıl
önem taşıyan ölçüt orantılılıktır. Öngörülen tedbirin maliki olağan dışı ve
aşırı bir yük altına sokması durumunda müdahalenin orantılı ve dolayısıyla
ölçülü olduğundan söz edilemez. Bu itibarla, uygulanan tedbirle başvuruculara
aşırı ve orantısız bir yük yüklenip yüklenmediğinin tespiti gerekmektedir.
59. Yukarıda da değinildiği üzere 3194 sayılı Kanun'un 10. maddesi
kapsamında belediyelerin, imar planının yürürlüğe girdiği tarihten itibaren en
geç üç ay içinde bu planı tatbik etmek üzere beş yıllık imar programlarını
hazırlama sorumluluğu bulunmaktadır. İmar planlarının kesinleşmesi üzerine de
kamu hizmetine tahsis edilmiş olan yerlerin, ilgili kamu kuruluşları tarafından
imar programı dahilinde beş yıl içerisinde kamulaştırılması gerekmektedir. Bu
amaçla gerekli ödeneğin kamu kuruluşlarının yıllık bütçelerine konulacağı da
aynı maddede hüküm altına alınmıştır. Getirilen bu düzenlemeyle, imar planında
kamu hizmetlerine ayrılan taşınmazların bir an önce kamulaştırılmasıyla
taşınmaz malikleri üzerinde oluşan külfetin hafifletilmesi amaçlanmaktadır.
60. Diğer taraftan 3194 sayılı Kanun'un 18. maddesi kapsamında
belediyelerin, arsa ve arazi düzenlemesi sırasında taşınmazlardan, düzenleme
ortaklık payı adı altında yüzde kırka kadar kesinti yapma hakkı da
bulunmaktadır. Bu yönüyle kamulaştırma yapılmadan da kişilerin ve kamunun
taşınmazlarının kamu yararı amacıyla bedelsiz olarak devrine ilişkin hükümlerin
varlığı dikkate alınmalıdır. Kamusal hizmet alanı olarak belirlenen yerlerin
düzenleme ortaklık payı kesintileriyle karşılanmasının mümkün olmadığı
durumlarda ise, bazı taşınmazların temininin kamulaştırma yoluyla sağlanabilmesi
de mümkündür. Özel mülkiyette bulunan taşınmazların imar uygulamasında kamu
hizmeti alanı olarak ayrılmasında kamusal yarar bulunmakla birlikte bu yolla
malike aşırı ve orantısız bir külfet yüklenmemelidir.
61. İmar uygulamalarının geniş alanları kapsaması ve
kamulaştırma işlemleri öncesinde bütçeye yeterli ödeneğin konulması amacıyla
kanun koyucu tarafından idarelere, kamulaştırma sürecinin beş yıl içinde
tamamlanması imkanı tanınmıştır. Kamu yararı amacının
gerçekleştirilebilmesi adına malikin, makul ve belirli bir süre boyunca imar
uygulamaları nedeniyle oluşabilecek birtakım hukukî ve fiilî kısıtlamalara
katlanması beklenebilir. Ancak bu sürenin uzaması durumunda taşınmaz malikine
yüklenen külfet ağırlaştıracaktır. Böyle bir durumda kısıtlılık süresinin
uzamasına bağlı olarak malikin zararını karşılayabilecek herhangi bir giderim
imkânının getirilmemesinin de malike aşırı bir külfet yüklenmesine sebep
olacağı kuşkusuzdur.
62. Somut olayda başvuruculara ait taşınmazın bir kısmı, imar
planında ilkokul ve oyun alanı olarak ayrılmasına rağmen başvurucuların zararın
tazmini amacıyla dava açtıkları 12/11/2007 tarihinden bugüne kadar yaklaşık on
bir yıldır kamulaştırma işlemleri yapılmamış, başvuruculara hiçbir tazminat ödenmemiştir.
Taşınmaz üzerinde imar kısıtlılığının devam ettiği süre zarfında başvurucuların
mülkiyet hakkından dilediği gibi yararlanabilmeleri, taşınmazı kullanabilmeleri
veya üzerinde tasarruf edebilmeleri de mümkün olmamıştır. Diğer yandan söz
konusu taşınmazın kamulaştırma kapsamına alınıp alınmayacağı hususu hâlen
belirsizliğini korumaktadır.
63. Sonuç olarak imar planında ilkokul ve oyun alanı olarak kamu
hizmetine ayrılan taşınmazın kamulaştırılmaması başvuruculara şahsi olarak
aşırı ve olağan dışı bir külfet yüklemektedir.Bu
durumda başvurucuların mülkiyet hakkının korunması ile kamunun yararı arasında
olması gereken adil dengenin başvurucular aleyhine bozulduğu ve müdahalenin
ölçülü olmadığı sonucuna varılmıştır.
64. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence
altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
65. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2)
numaralı fıkraları şöyledir:
“(1)
Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da
edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesi'nin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
66. Anayasa Mahkemesinin
Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında, ihlal
sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi
hususunda genel ilkeler belirlenmiştir.
67. Buna göre bireysel başvuru kapsamında bir temel hak ve
hürriyetin ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının
ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca
eski hâle getirmenin, yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır.
Bunun için ise öncelikle devam eden ihlalin durdurulması, ihlale konu kararın
veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa
ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda
uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, § 55).
68. Anayasa Mahkemesi ihlalin ve sonuçlarının nasıl
giderileceğine hükmederken idarenin, yargısal makamların veya yasama organının
yerine geçerek işlem tesis edemez. Anayasa Mahkemesi, ihlalin ve sonuçlarının
nasıl giderileceğine hükmederek gerekli işlemlerin tesis edilmesi için kararı
ilgili mercilere gönderir (Mehmet Doğan, §
56).
69. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilmeden önce ihlalin kaynağının belirlenmesi gerekir. Buna
göre ihlal; idari eylem ve işlemler, yargısal işlemler veya yasama
işlemlerinden kaynaklanabilir. İhlalin kaynağının belirlenmesi uygun giderim
yolunun belirlenebilmesi bakımından önem taşımaktadır (Mehmet Doğan, § 57).
70. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda 6216
sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile İçtüzük’ün
79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca kural olarak ihlali
ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın
bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmedilir (Mehmet Doğan, § 58).
71. Buna göre; Anayasa Mahkemesince ihlalin tespit edildiği
hâllerde yargılamanın yenilenmesinin gerekliliği hususundaki takdir derece
mahkemelerine değil ihlalin varlığını tespit eden Anayasa Mahkemesine
bırakılmıştır. Derece mahkemeleri ise Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında
belirttiği doğrultuda ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yapmakla
yükümlüdür (Mehmet Doğan, § 59).
72. Bu bağlamda derece mahkemesinin öncelikle yapması gereken
şey, bir temel hak veya özgürlüğü ihlal ettiği veya idari makamlar tarafından
bir temel hak veya özgürlüğe yönelik olarak gerçekleştirilen ihlali gideremediği
tespit edilen önceki kararını kaldırmaktır. Derece mahkemesi, kararın
kaldırılmasından sonraki aşamada ise Anayasa Mahkemesi kararında tespit edilen
ihlalin sonuçlarını gidermek için gereken işlemleri yapmak durumundadır (Mehmet Doğan, § 60).
73. Başvurucular, maddi ve manevi tazminat talebinde
bulunmuşlardır.
74. Somut olayda başvuruculara ait taşınmaz imar planında kamu
hizmeti alanına ayrılmıştır. Müdahalenin temeli olan taşınmazın imar planında
kamu hizmetine ayrılması idari bir işlem niteliğindedir. Başvurucuların
mülkiyet hakkının idari bir işlem nedeniyle ihlal edildiği anlaşılmaktadır.
75. Bu durumda mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır.
Buna göre yapılacak yeniden yargılama ise 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin
(2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına
yöneliktir. Bu kapsamda derece mahkemelerince yapılması gereken iş, ihlal
sonucuna uygun olarak tazminata hükmedilmesinden ibarettir. Tazminat miktarının
belirlenmesi hususu ise bu konuda uzmanlaşmış derece mahkemelerinin
takdirindedir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak
üzere ilk derece mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
76. Yeniden yargılama yapılmak üzere dosyanın yetkili yargı
merciine gönderilmesine karar verilmesinin ihlal sonucu açısından yeterli bir
giderim sağladığı anlaşıldığından başvurucuların tazminat taleplerinin reddine
karar verilmesi gerekir.
77. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,90 TL harç ve 1.980 TL
vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.206,90 TL yargılama giderinin başvuruculara
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Suna Erten'e vekâleten Av. Atiye Ülkü tarafından yapılan
başvurunun başvuru hakkının kötüye
kullanılması nedeniyle REDDİNE,
B. Başvurucular Yıldız
Alakavuk ve Zehra Önocak
tarafından yapılan başvurunun DÜŞMESİNE,
C. Diğer başvurucuların iddiaları yönünden mülkiyet hakkının
ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
D. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet
hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
E. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Antalya
4. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2007/390, K.2019/470) GÖNDERİLMESİNE,
F. Başvurucuların tazminat taleplerinin REDDİNE,
G. 226,90 TL harç ve 1.980
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.206,90
TL yargılama giderinin Suna Erten, Yıldız Alakavuk ve
Zehra Önocak dışındaki BAŞVURUCULARA MÜŞTEREKEN
ÖDENMESİNE,
H. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve
Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına,
ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine
kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
I. 6216 sayılı Kanun'un 51. maddesi ve Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 83. maddesi uyarınca 2.000 TL disiplin para
cezasının Av. Atiye Ülkü'den TAHSİLİNE,
İ. Kararın birer örneğinin İstanbul Barosu ve Türkiye Barolar
Birliğine GÖNDERİLMESİNE,
J. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
28/11/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.