TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
İBRAHİM TELLİ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2016/1085)
|
|
Karar Tarihi: 12/11/2019
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Recep
KÖMÜRCÜ
|
Üyeler
|
:
|
Engin
YILDIRIM
|
|
|
Celal Mümtaz
AKINCI
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
|
|
Recai AKYEL
|
Raportör
|
:
|
Ali KOZAN
|
Başvurucu
|
:
|
İbrahim
TELLİ
|
Vekili
|
:
|
Av. Alişan
SERTEL
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; gerçek maluliyet oranı üzerinden tazminata
hükmedilmemesi sebebiyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının, makul sürede yargılama yapılmaması
nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 14/1/2016 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin
Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar
özetle şöyledir:
7. Bir mobilya fabrikasında işçi olarak çalışan başvurucu
20/4/2001 tarihinde geçirdiği iş kazası nedeniyle sağ elinden yaralanmış ve
parmakları kopmuştur. Sosyal Güvenlik Kurumu Tedavi Hizmetleri ve Maluliyet
Daire Başkanlığı 19/7/2003 tarihinde maluliyet oranını %16 olarak
belirlemiştir.
8. Başvurucu vekili 29/9/2016 tarihinde anılan iş kazası
nedeniyle oluşan maddi ve manevi zararların tazmini istemiyle dava açmıştır.
Dava dilekçesinde; iş kazası olarak kabul edilmesi gereken olayın, işverenin
işyerinde işçi sağlığı ve güvenliği ile ilgili mevzuatın öngördüğü önlemleri
almaması nedeniyle meydana geldiği, kazanın oluşumunda başvurucunun kusurunun
olmadığı belirtilerek 1.000 TL maddi, 15.000 TL manevi tazminat talep
edilmiştir. Ayrıca maddi tazminat yönünden fazlaya dair taleplerin saklı
tutulduğu vurgulanmıştır.
9. Davalı vekili davaya cevabında; başvurucunun geçirdiği iş
kazası ile ilgili olarak işverenin kusurunun bulunmadığını başvurucunun
kendisine verilen eldiven, gözlük ve buna benzer koruyucu malzemeleri
kullanmayarak kazaya sebebiyet verdiğini, işverenin gereken tüm koruyucu
tedbirleri aldığını beyanla davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
10. Kartal 3. İş Mahkemesi nezdinde devam eden yargılama
sırasında alınan 14/5/2007 tarihli rapor ile kazanın gerçekleşmesinde işverenin
%80, başvurucunun ise %20 kusurlu olduğu tespit edilmiştir. 6/10/2007 tarihli
bilirkişi raporunda anılan kusur ve %16 maluliyet oranları üzerinden yapılan
hesapla başvurucu lehine 45.238,10 TL maddi tazminat tespit edilmiştir.
Başvurucu vekili bu rapor doğrultusunda 5/12/2007 tarihinde davayı, maddi
tazminat yönünden ıslah etmiştir. Islah dilekçesinde, dava açılırken fazlaya
dair hakların saklı tutulduğu belirtilerek maddi tazminata dair talep edilen
miktar yükseltilmiştir.
11. Yargılama sürecinde davalı işverenin maluliyet oranına
itiraz etmesi üzerine Sosyal Sigorta Yüksek Sağlık Kurulu 1/7/2008 tarihli
raporu ile maluliyet oranının %33 olduğu ve başvurucunun sürekli bakıma muhtaç
durumda olmadığı ve kontrol muayenesinin gerekmediği tespitleri yapılmıştır.
Davalının anılan maluliyet oranına itiraz etmesi üzerine Adli Tıp Kurumu 3.
Adli Tıp İhtisas Kurulu (ATK) tarafından hazırlanan 2/7/2010 tarihli rapor ile
maluliyet oranı %31,2 olarak belirlenmiştir. Anılan son rapora tarafların
itiraz etmemeleri üzerine, %80 kusur ve %31.2
maluliyet oranlarına göre hazırlanan ek bilirkişi raporu ile başvurucuya
yapılan ödemeler düşüldükten sonra başvurucunun 91.746.51 TL maddi zararının
olduğu sonucuna varılmıştır.
12. Başvurucu vekili belirlenen bu maddi tazminat miktarını esas
alarak 30/3/2011 tarihinde maddi tazminat talebiyle ek dava açmıştır. Dava dilekçesinde,
fazlaya ilişkin haklar saklı tutulan ilk davada ıslah ile birlikte zararın bir
kısmının talep edildiği ancak işverenin itirazı üzerine ATK tarafından
düzenlenen rapor ile maluliyet oranın yükseltildiği, bu durumun yeni bir olgu
olduğu belirtilerek zararın kalan bölümü olan 85.565 TL'nin işverenden tahsili
talep edilmiştir.
13. Kartal 3. İş Mahkemesi her iki davanın birleştirilmesine
karar vermiştir. Mahkeme ıslah ve ek dava dilekçelerini de gözeterek 24/5/2011
tarihinde, % 31.2 maluliyet ve %80 kusur oranlarına
göre belirlenen maddi tazminatın aynen kabulüne, manevi tazminat talebinin ise
kısmen kabulüne karar vermiştir.
14. İşveren anılan karara yönelik temyiz yoluna başvurmuştur.
Yargıtay 21. Hukuk Dairesi 15/11/2102 tarihinde anılan hükmün bozulmasına karar
vermiştir. Kararda; usulü kazanılmış hak kavramının davaların uzamasını
önlemek, hukuki alanda istikrar sağlamak ve kararlara karşı genel güvenin
sarsılmasını önlemek amacıyla Yargıtay uygulamaları ile geliştirildiği, bu
kavramın öğretide kabul gördüğü ve usul hukukunun vazgeçilmez ana ilkelerinden
biri hâline geldiği vurgulanmıştır. Bir davada mahkemenin ya da tarafların
yapmış olduğu bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine
uyulması zorunlu olan hakkı ifade eden usule ilişkin kazanılmış hakkın hukuki
sonuç doğurabilmesi için bir davada ya taraflar ya mahkeme ya da Yargıtay
tarafından açık biçimde yapılmış olan ve istisnalar arasında sayılmayan bir
usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu
olan bir hakkın varlığından söz edilebilmesi gerektiği belirtilmiştir. Usulü
kazanılmış hak ilkesinin kamu düzeniyle ilgili olduğu ifade edildikten sonra
başvurucunun Tedavi Hizmetleri ve Maluliyet Daire Başkanlığınca %16 olarak
belirlenen maluliyet oranına itiraz etmemesi ve hatta bu oran üzerinden
hesaplanan zarar miktarını baz alarak davayı ıslah etmiş olması nedeniyle
işveren yararına usulü kazanılmış hak oluştuğunu ve %16 maluliyet oranı
üzerinden maddi tazminat hesabı yapılarak karar verilmesi gerektiği, diğer
temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik gerek olmadığı belirtilmiştir.
15.Yargıtayın bozma kararına uyularak yapılan yargılamada
İstanbul Anadolu 7. İş Mahkemesi, %16 maluliyet oranına göre maddi zararı
belirleyen yeni bir bilirkişi raporu hazırlatmış ve 20/3/2014 tarihli kararıyla
anılan rapor ile belirlenen maddi zarara uygun olarak davanın kısmen kabulüne
hükmetmiştir.
16. Davalının bu kararı da temyiz etmesi üzerine Yargıtay 21.
Hukuk Dairesi 11/9/2014 tarihinde anılan hükmün bozulmasına karar vermiştir.
Kararda, fazlaya ilişkin haklar saklı tutulmadan açılan davada davacının geriye
kalan haktan zımnen feragat etmiş sayılacağı hatırlatıldıktan sonra
başvurucunun 5/12/2007 tarihli ıslah dilekçesi ile fazlaya ilişkin haklarını
saklı tutmadığından ek dava ile fazlaya ilişkin hakkı talep edemeyeceği
vurgulanmıştır.
17. Derece mahkemesi 27/1/2015 tarihinde anılan bozma kararına
uygun olarak davanın kısmen kabulüne ve 10.000TL manevi, 6.180,94 TL maddi
tazminatın kaza tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile tahsiline karar
vermiştir. Anılan karar Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin 10/12/2015 tarihli onama
kararıyla kesinleşmiştir.
18. Nihai karar 5/1/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ
edilmiştir.
19. Başvurucu 14/1/2016 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
20. 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu'nun "Amaç ve kapsam" kenar başlıklı
1. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Bu Kanunun amacı işverenler ile bir iş
sözleşmesine dayanarak çalıştırılan işçilerin çalışma şartları ve çalışma
ortamına ilişkin hak ve sorumluluklarını düzenlemektir."
21. 4857 sayılı Kanun'un olayın meydana geldiği tarihte
yürürlükte bulunan "İşverenlerin ve
işçilerin yükümlülükleri" kenar
başlıklı 77. maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:
"İşverenler işyerlerinde iş sağlığı ve
güvenliğinin sağlanması için gerekli her türlü önlemi almak, araç ve gereçleri
noksansız bulundurmak, işçiler de iş sağlığı ve güvenliği konusunda alınan her
türlü önleme uymakla yükümlüdürler.
İşverenler işyerinde alınan iş sağlığı ve
güvenliği önlemlerine uyulup uyulmadığını denetlemek, işçileri karşı karşıya
bulundukları mesleki riskler, alınması gerekli tedbirler, yasal hak ve
sorumlulukları konusunda bilgilendirmek ve gerekli iş sağlığı ve güvenliği
eğitimini vermek zorundadırlar. Yapılacak eğitimin usul ve esasları Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanlığınca çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir."
22. 31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel
Sağlık Sigortası Kanunu'nun "İş
kazasının tanımı, bildirilmesi ve soruşturulması" kenar
başlıklı 13. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
"İş kazası;
a) Sigortalının işyerinde bulunduğu sırada,
(...)
meydana gelen ve sigortalıyı hemen veya sonradan bedenen ya da ruhen engelli
hâle getiren olaydır."
23.4/2/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 49.
maddesi şöyledir:
"Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille
başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür."
24.6098 sayılı Kanun'un 54. maddesi şöyledir:
"Hâkim, tazminatın kapsamını ve ödenme
biçimini, durumun gereğini ve özellikle kusurun ağırlığını göz önüne alarak
belirler."
25.6098 sayılı Kanun'un 56. maddesi şöyledir:
"Hâkim, bir kimsenin bedensel
bütünlüğünün zedelenmesi durumunda, olayın özelliklerini göz önünde tutarak,
zarar görene uygun bir miktar paranın manevi tazminat olarak ödenmesine karar
verebilir.
Ağır bedensel zarar veya ölüm hâlinde, zarar
görenin veya ölenin yakınlarına da manevi tazminat olarak uygun bir miktar
paranın ödenmesine karar verilebilir."
V. İNCELEME VE GEREKÇE
26. Mahkemenin 12/11/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Kişinin Maddi ve
Manevi Varlığını Koruma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
27. Başvurucu; bilirkişi raporuyla maluliyet oranının %31,2
olduğunun kesin olarak tespit edildiğini, maluliyet yükselmesinin yeni bir olgu
olduğu gözetilmeden %16'lık maluliyet oranı üzerinden karar verildiğini
belirtmiştir. Temyiz mercinin usulü kazanılmış hak ve zımni feragat
ilkelerini zorlama yorumlarla Dairenin kendi içtihatlarına aykırı olarak
uyguladığını, ayrıca uyuşmazlıkların çözümünde tereddüt hâlinde işçi lehine
olan durumun kabul edileceğini öngören yerleşik içtihata
uyulmayarak kendisine farklı muamele yapıldığını ifade etmiştir. İş kazalarında
maluliyet oranının tespitinin kamu düzenine ilişkin olduğu ve kaza sonucu vücut
bütünlüğünün ihlal edildiği hususları gözetildiğinde usulü kazanılmış hakkın
oluşmayacağını, ancak maluliyet oranına itiraz edilmediği gerekçesiyle hatalı
bir yorum ile işveren lehine usulü kazanılmış hakkın mevcut olduğuna karar
verildiğini vurgulamıştır. Mahkemenin Anayasa'nın 17. maddesinde öngörülen
güvencelere uygun olarak özenli bir yargılama yapmadığını, fazlaya ilişkin
hakların saklı tutulmadığı şeklindeki hatalı tespit ile ek davasının
reddedildiğini ve işçi aleyhine işveren lehine yorum yapılmak suretiyle maddi
tazminat miktarını aşan vekâlet ücretine hükmedildiğini belirtmiştir. Başvurucu
sonuç olarak bu gerekçelerle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve
geliştirme, hakkaniyete uygun yargılanma hakları ile eşitlik ilkesinin ihlal
edildiğini ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
28. İddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak Anayasa’nın "Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi
varlığı" kenar başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
"Herkes,
yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir."
29. Anayasa’nın 5. maddesinin ilgili bölümü şöyledir:
"Devletin temel amaç ve görevleri, (...)
kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle
bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri
kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları
hazırlamaya çalışmaktır."
30. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun şikâyetlerinin özünün gerçek
maluliyet oranının esas alınarak tazminata hükmedilmemesi iddiasının
oluşturduğu anlaşılmakla, başvurucunun eşitlik ve hakkaniyet uygun yargılama
yapılmadığı yönündeki iddiaları da Anayasa'nın 17. maddesinin birinci
fıkrasında düzenlenen kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme
hakkı kapsamında incelenmiştir.
31. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı
fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Anayasa Mahkemesince kabul
edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Bu bağlamda başvurucunun
ihlal iddialarını kanıtlayamadığı, temel haklara yönelik bir müdahalenin
olmadığı veya müdahalenin meşru olduğu açık olan başvurular ile karmaşık ya da
zorlama şikâyetlerden ibaret başvurular açıkça dayanaktan yoksun kabul
edilebilir (Hikmet Balabanoğlu,
B. No: 2012/1334, 17/9/2013, § 24).
32. Kişinin maddi ve manevi varlığının koruması hakkı,
Anayasa'nın 5. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde devlete pozitif ve
negatif ödevler yükler (Serpil Kerimoğlu ve
diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, §§ 50, 51). Söz konusu
pozitif yükümlülükler, bireyler arası ilişkiler alanında olsa da belirtilen
haklara saygıyı sağlamaya yönelik tedbirlerin alınmasını zorunlu kılar (Marcus Frank Cerny
[GK], B. No: 2013/5126, 2/7/2015, §§ 36, 40).
33. Devletin söz konusu pozitif yükümlülüğü, etkili mekanizmalar
kurmak, bu kapsamda gerekli usule ilişkin güvenceleri sunan yargısal
prosedürleri sağlamak, bu suretle yargısal ve idari makamların bireylerin idare
ve özel kişilerle olan uyuşmazlıklarında etkili ve adil bir karar vermelerini
temin etmek sorumluluğunu da içermektedir (Semra
Özel Üner, B. No: 2014/12009, 26/10/2016, § 36).
34. Bununla birlikte söz konusu yükümlülükler, belirtilen
düzenlemelerin hayata geçirilmesi ile tamamlanacağından yargı makamlarınca
temel hak ve özgürlüklerin özel hukuk kişileri arasındaki uyuşmazlıklar
incelenirken de gözönünde bulundurulması, gerekli
usule ilişkin güvenceleri haiz olan bir yargılama yapılması gerekmektedir (Melahat Karkin, [GK],
B. No: 2014/17751, 13/10/2016, § 60).
35. Bu bağlamda usule ilişkin güvencelerin somut olayda yerine getirildiğinden
söz edilebilmesi için derece mahkemelerinin kararlarında konu ile ilgili ve
yeterli gerekçe bulunmalıdır. Ayrıca belirtmek gerekir ki bu zorunluluk
davacının bütün iddialarına cevap verilmesi anlamına gelmemekle birlikte
kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkını ilgilendiren
davanın sonucuna etkili esasa ilişkin temel iddia ve itirazların yargı
makamlarınca özenli bir şekilde değerlendirilerek karşılanması gerekmektedir
(benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Fındık
Kılıçaslan, B. No: 2015/97, 11/10/2018, § 53).
36. Diğer taraftan belirtmek gerekir ki olayların oluşumuna
ilişkin delillerin değerlendirilmesi öncelikle idari ve yargısal makamların
ödevidir (Murat Atılgan, B. No:
2013/9047, 7/5/2015, § 43). Ayrıca mevzuatın yorumlanmasıyla ilgili sorunları
çözmek öncelikle derece mahkemelerinin yetki ve sorumluluk alanındadır. Olayın
tüm tarafları ile doğrudan temas hâlinde bulunan derece mahkemelerinin olayın
koşullarını değerlendirmek açısından daha avantajlı konumda bulunduğu da
tartışmasızdır. Anayasa Mahkemesinin rolü ise bu kuralların yorumunun temel hak
ve özgürlüklere etkilerini değerlendirmekle sınırlıdır (Melahat Karkin,§ 61).
37.Bunun yanı sıra derece mahkemelerinin özel kişiler arasındaki
uyuşmazlıklarda takdir yetkilerini kullanırken tarafların çatışan menfaatleri
arasında adil bir denge sağlayıp sağlamadıklarının belirlenmesi gerekmektedir.
Her iki tarafın menfaatlerinin mümkün olduğunca dengelenmesi ve sürecin
taraflardan biri aleyhine ölçüsüz bir sonuca yol açmaması gerekir. Menfaatler
dengesinin kurulmasında taraflardan biri aleyhine bireysel olarak aşırı ve
olağan dışı bir külfetin yüklenmesi, pozitif yükümlülüklerin ihlali sonucunu
doğurabilir. Olayın bütün koşulları ve taraflara tanınan tüm imkânlar ile
tarafların tutum ve davranışları gözönünde
bulundurularak menfaatlerin adil bir şekilde dengelenip dengelenmediği
değerlendirilmelidir. Bu adil dengenin kurulup kurulmadığının denetiminde
derece mahkemelerinin ortaya koyduğu gerekçeler büyük önem taşımaktadır (benzer
yöndeki değerlendirmeler için bkz. Marcus Frank Cerny [GK], B. No:
2013/5126, 2/7/2015, § 73; T.AA.,
B. No: 2014/19081, 1/2/2017, § 99).
38. Somut olayda başvurucunun maluliyet oranına itiraz ve
fazlaya ilişkin haklarını saklı tutma şeklindeki usulü işlemlerin yerine
getirilmesinin başvurucunun davasını özenli bir şekilde takip etmesinin gereği
olarak vurgulandığı anlaşılmaktadır. Başvurucudan yerine getirmesi beklenen
anılan usul işlemlerinin, başvurucuya aşırı ve olağan dışı bir külfet yüklediği
söylenemez. Öte yandan yargı süreci bir bütün hâlinde değerlendirildiğinde,
başvurucunun avukat ile temsil edildiği, itirazlarını ve iddialarını sunma
imkânının sağlandığı, konuyla ilgili bilirkişi raporlarının alındığı, mevzuat
ve içtihatlar gözetilerek delilerin değerlendirildiği, kararlarda yeterli
gerekçe sunulduğu hususları gözetildiğinde derece mahkemelerinin tazminat
davasına ilişkin yürüttükleri yargılamalarda Anayasa’nın 17. maddesinin
gerektirdiği seviyede derinlik ve özenle bir inceleme yapmadıkları söylenemez.
39. Ayrıca söz konusu yargılamada tarafların katılım haklarına
riayet edilerek iddia, savunma ve delillerin değerlendirildiği ve takdirin
gerekçelerinin ayrıntılı şekilde ortaya konulduğu görülmektedir. Derece
mahkemesinin karar gerekçelerinin incelenmesinden tarafların hukuki menfaatleri
arasında bir dengeleme yapıldığı ve yargısal makamlarca takdirlerinin
gerekçelerinin ayrıntılı şekilde ortaya konulduğu, bu kapsamda kararlarda yer
verilen tespit ve unsurlar itibarıyla kişinin maddi ve manevi varlığını koruma
hakkı yönünden yargısal makamların takdir yetkilerinin sınırının aşıldığına
ilişkin bir bulguya rastlanılmadığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla kişinin maddi
ve manevi varlığını koruma hakkına ilişkin devletin pozitif yükümlülüklerinin
somut olayda yerine getirildiği, başvurucunun söz konusu hakkına yönelik açık
bir ihlalin bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
40. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal
Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
41. Başvurucu davanın dokuz yıldan fazla sürdüğünü belirterek
makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
42.1/7/2018 tarihli ve 30495 sayılı Resmî Gazete'de
yayımlanan 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Kanun'un 20. maddesiyle 9/1/2013
tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı
Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'a geçici madde
eklenmiştir.
43. 6384 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddeye göre
yargılamaların uzun sürmesi ve yargı kararlarının geç veya eksik icra edilmesi
ya da icra edilmemesi şikâyetiyle Anayasa Mahkemesine yapılan ve bu maddenin
yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesi önünde derdest olan
bireysel başvuruların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul
edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat
üzerine Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığı (Tazminat
Komisyonu) tarafından incelenmesi öngörülmüştür.
44.Ferat Yüksel (B.
No: 2014/13828, 12/9/2018) kararında
Anayasa Mahkemesi, yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı ya da yargı
kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da hiç icra edilmediği iddiasıyla
31/7/2018 tarihinden önce gerçekleştirilen bireysel başvurulara ilişkin olarak
Tazminat Komisyonuna başvuru imkânının getirilmesine ilişkin yolu, ulaşılabilir
olma, başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesinin bulunup
bulunmadığı yönlerinden inceleyerek etkililiğini tartışmıştır (Ferat Yüksel, § 26).
45. Ferat Yüksel kararında özetle; anılan başvuru
yolunun kişileri mali külfet altına sokmaması ve başvuruda kolaylık sağlaması
nedenleriyle ulaşılabilir olduğu, düzenleniş şekli itibarıyla ihlal iddialarına
makul bir başarı şansı sunma kapasitesinden mahrum olmadığı ve tazminat
ödenmesine imkân tanıması ve/veya bu mümkün olmadığında başka türlü telafi
olanakları sunması nedenleriyle potansiyel olarak yeterli giderim sağlama
imkânına sahip olduğu hususunda değerlendirmelerde bulunulmuştur (Ferat Yüksel, §§ 27-34). Bu gerekçeler
doğrultusunda Anayasa Mahkemesi, ilk bakışta ulaşılabilir olan ve ihlal
iddialarıyla ilgili başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesi
olduğu görülen Tazminat Komisyonuna başvuru yolu tüketilmeden yapılan
başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil
niteliği ile bağdaşmayacağı sonucuna vararak başvuru yollarının
tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermiştir (Ferat Yüksel, §§ 35, 36).
46. Mevcut başvuruda da söz konusu karardan ayrılmayı gerektiren
bir durum bulunmamaktadır.
47. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının da diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez
olduklarına karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme
hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın
açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA,
C. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
12/11/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.