TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
SEMA TEMİZ VE ÖZER TEMİZ BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2016/11069)
Karar Tarihi: 10/12/2019
Başkan
:
Hasan Tahsin GÖKCAN
Üyeler
Burhan ÜSTÜN
Hicabi DURSUN
Kadir ÖZKAYA
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
Raportör
Engin GÜNDÜZ
Başvurucular
1. Sema TEMİZ
2. Özer TEMİZ
Vekili
Av. Emre YÜKSEL
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; kamu görevlisine tahsis edilen lojmanın sağlığa uygun olmaması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının, mahkeme kararlarında yeterli gerekçe bulunmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 6/6/2016 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu Sema Temiz diğer başvurucunun eşi olup Yüksek Öğrenim Kredi ve Yurtlar Kurumu (Kurum) İstanbul Bölge Müdürlüğü (Bölge Müdürlüğü) emrinde yurt müdür yardımcısı olarak görev yapmaktadır. Bu görevi nedeniyle 1994 yılında başvurucuya Atatürk Öğrenci Yurdu Yerleşkesi içinde bulunan lojmanlardan görev tahsisli konut tahsis edilmiş, başvurucu uzun süre bu konutta ikamet etmiştir.
9. Kurumun 30/6/2010 tarihli onayı ile Edirnekapı Öğrenci Yurdu lojmanındaki 4 ve 5 numaralı konutlar görev tahsisli olarak tefrik edilmiştir. Bu arada başvurucu isteği doğrultusunda 12/10/2010 tarihinde Edirnekapı Yurt Müdürlüğü emrine atanmıştır. 10/3/2011 tarihinde görev tahsisli konutlar, Kurum Konut Talimatı hükümleri ile Bölücü Faaliyetlere Yönelik Eylem Planı Esasları dikkate alınarak yurt kampüsü içinde yer alan konutların öncelikle o yurtta görevli müdür ve müdür yardımcılarına tahsisinin sağlanması, yurttan uzak konutlarda ikamet edenlerin kendi yurt alanlarındaki konutlara, kampüs alanında konut bulunmayanların da görev alanlarına en yakın uygun konutlara taşınmalarının sağlanması amacıyla yeniden tahsis işlemine tabi kılınmıştır. Bu kapsamda başvurucunun yeni görev yeri esas alınarak Edirnekapı Öğrenci Yurdu'nda bulunan 4 numaralı konut kendisine tahsis edilmiştir.
10. Başvurucu Sema Temiz, oturmakta olduğu konutun görev yerine yakın olması nedeniyle yeni bir tahsise gerek bulunmadığını, ayrıca bodrum kat olan yeni tahsisli konutun oturmaya elverişli bulunmadığını ileri sürerek tahsis işlemine itiraz etmiştir. Başvurucunun oturmakta olduğu konutu boşaltmaması üzerine 29/3/2012 tarihinde hakkında tahliye kararı alınmış, 7/5/2012 tarihinde yapılan bildirim ile başvurucuya tahliye için bir hafta süre tanınmıştır.
11. Başvurucu Sema Temiz 7/5/2012 tarihinde 4 numaralı konutun görev tahsisli olarak tefrikine dair işlem ile tahliye işlemlerinin iptali istemiyle İstanbul 4. İdare Mahkemesinde dava açmıştır. Mahkeme 30/4/2013 tarihli kararıyla tefrik işlemine karşı dava süresinin geçirildiği, tahsis işlemine dava açılmaması nedeniyle yeni konuta taşınılması zorunlu olduğundan tahliye işlemlerinde de hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçeleriyle davayı reddetmiş ve karar bu hâliyle kesinleşmiştir.
12. Başvurucular neticede tahliye kararı doğrultusunda oturmakta oldukları konutu boşaltarak yeni tahsis edilen konuta taşınmışlardır. Başvurucu Sema Temiz 28/1/2013 tarihinde İstanbul 8. Asliye Hukuk Mahkemesine yaptığı başvuru ile konutun konumu ve olumsuz özelliklerinden dolayı kullanım durumu ve sağlık koşulları yönünden oturmaya elverişli olmadığının tespit edilmesi talebinde bulunmuştur. Mahkemece 1/2/2013 tarihinde mahallinde keşif ve bilirkişi incelemesi yaptırılmış; bilirkişi heyetince düzenlenen raporda konutun bodrum katta ve yol kotunun dört metre altında yer aldığı, konutun kapı ve penceresine iki buçuk metre mesafede istinat duvarı, bir metre mesafede ise kırık rögar kapağının bulunduğu, zeminin altından kanalizasyon sisteminin geçtiği, önceden depo olarak kullanılan dairenin konuta uygun olmayan iki penceresinin bulunduğu, tuvalet ve banyoda havalandırma penceresinin bulunmadığı, bunun yerine mutfaktan geçirilen PVC boruyla açık havaya bağlantı sağlandığı, taşınmazın iskân ruhsatının bulunmadığı, mahallinde ölçülen çevresel gürültü ve partikül değerlerinin sınırın üzerinde çıktığı, sonuç itibarıyla konutun gürültü ve partikül madde değerleri açısından yapılan inceleme ve analizler sonucunda konut olarak kullanılmasının ilgili yönetmeliklere göre uygun olmadığı tespitine yer verilmiştir.
13. Başvurucular 10/2/2014 tarihli dilekçe ile Kuruma başvurarak taraflarına tahsis edilen konutun sağlık yönünden oturmaya uygun olmadığı hâlde iki yıla yakın süredir burada yaşamaya çalıştıklarını ileri sürmüş, daha elverişli bir konutun tahsis edilmesini ve uygunsuz konut tahsisinden kaynaklanan maddi ve manevi zararlarının tazminini talep etmişlerdir. Kurum tarafından başvurucuların dilekçesine cevap verilmemiştir.
14. Başvurucular, dilekçelerine cevap verilmemekle oluşan zımni ret işleminin iptali ile tahsis edilen konutun oturmaya elverişli olmaması, bu durumu kanıtlamak için mahkemeye başvurması ve önceki konutundan taşınırken nakliye giderlerine katlanması nedeniyle ortaya çıkan maddi ve manevi zararlarının tazmini istemiyle 21/5/2014 tarihinde İstanbul 10. İdare Mahkemesinde dava açmışlardır. Dava dilekçesinde bilirkişi raporunda yer alan tespitlerden hareketle tahsis işlemiyle yaşamaya elverişli olmayan konutta oturmaya zorlanılmasının hukuka ve temel insan haklarına aykırı olduğu belirtilmiş, konutun olumsuz özelliklerinden dolayı beden ve ruh sağlığının bozulduğu ileri sürülerek tam yargı davasına yönelik maddi ve manevi zarar unsurları ayrıntılı biçimde gösterilmiştir.
15. Mahkeme 14/5/2015 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir. Karar gerekçesinde; başvurucu Sema Temiz'in daha önce oturduğu lojmana ilişkin tahsis işleminin kendi isteği ile tayin olduğu yurt müdürlüğü yerleşkesi içinde bulunan lojmanın tahsis edilmesi nedeniyle iptal edildiği, başvurucunun tahsis edilen yeni lojmanı kabul ettiği, başvuruya konu edilen Atatürk Öğrenci Sitesi'nde durumuna uygun boş lojman bulunmadığı gerekçesiyle başvurunun zımmen reddine ilişkin dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı belirtilmiştir.
16. Başvurucuların karara yaptığı itiraz İstanbul Bölge İdare Mahkemesi Birinci Kurulunun 28/10/2015 tarihli kararıyla reddedilmiş, aynı Kurulun 13/4/2016 tarihli kararıyla karar düzeltme isteminin reddine karar verilmiştir.
17. Nihai karar 6/5/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
18. Başvurucu 6/6/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
19. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısımları şöyledir:
“İdari dava türleri şunlardır:
a) İdarî işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için men-faatleri ihlâl edilenler tarafından açılan iptal davaları,
b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları, ...”
20. 2577 sayılı Kanun’un 10. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
"1. İlgililer, haklarında idari davaya konu olabilecek bir işlem veya eylemin yapılması için idari makamlara başvurabilirler.
2. Altmış gün içinde bir cevap verilmezse istek redde-dilmiş sayılır. İlgililer altmış günün bittiği tarihten itibaren dava açma süresi içinde, konusuna göre Danıştaya, idare ve vergi mahkemelerine dava açabilirler..."
21. 2577 sayılı Kanun’un 12. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"İlgililer haklarını ihlal eden bir idari işlem dolayısıyla Danıştaya ve idare ve vergi mahkemelerine doğrudan doğruya tam yargı davası veya iptal ve tam yargı davalarını birlik-te açabilecekleri gibi ilk önce iptal davası açarak bu davanın karara bağlanması üzerine, bu husus-taki kararın veya kanun yollarına başvurulması halinde verilecek kararın tebliği veya bir işlemin icrası sebebiyle doğan zararlardan dolayı icra tarihinden itibaren dava süresi içinde tam yargı davası açabilirler..."
B. Uluslararası Hukuk
22. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin(Sözleşme) “Özel ve aile hayatına saygı hakkı” kenar başlıklı 8. maddesi şöyledir:
“(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.
(2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir.”
23. Çevresel meselelerin sıklıkla çevresel kirlilik bağlamında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) önüne taşındığı ve AİHM tarafından söz konusu çevresel rahatsızlığın devletin veya özel kişilerin faaliyetleri sonucunda oluşması arasında bir ayrım gözetilmeksizin Sözleşme’nin 8. maddesi kapsamında güvence altına alınan hukuksal çıkarlarla bağlantı kurulmak suretiyle incelendiği anlaşılmaktadır (Bor/Macaristan, B. No: 50474/08, 18/6/2013, § 25). Belirtilen değerlendirmeler kapsamında AİHM iddiaya konu çevresel kirliliğin özel yaşamın veya aile yaşamının nitelik ve kalitesini veya konutu keyif alarak kullanma şeklindeki hukuksal çıkarı olumsuz etkilediğini tespit ederek özel yaşam kavramının alt kategorileri olan özel yaşam, aile yaşamı ve konuta saygı hakkı ile sağlıklı bir çevrede yaşama hakkı arasında bir bağ kurmuştur (Powell ve Rayner/Birleşik Krallık, B. No: 9310/81, 21/2/1990; Hatton ve diğerleri/Birleşik Krallık [BD], B. No: 36022/97, 2/7/2003; López Ostra/İspanya, B. No: 16798/90, 9/12/1994).
24. Özel yaşama saygı hakkı alt kategorisinde geçen özel yaşam kavramı AİHM tarafından oldukça geniş yorumlanmakta ve bu kavrama ilişkin tüketici bir tanım yapmaktan özellikle kaçınılmaktadır. Bununla birlikte Sözleşme’nin denetim organlarının içtihatlarında bireyin kişiliğini geliştirmesi ve gerçekleştirmesi kavramının özel yaşama saygı hakkının kapsamının belirlenmesinde temel alındığı anlaşılmaktadır (Koch/Almanya, B. No: 497/09, 19/7/2012, § 51).
25. Bunun yanı sıra konuta saygı hakkı, sadece fiziksel alanın korunması olarak değerlendirilmemektedir. Aynı zamanda ikametten huzurlu biçimde yararlanma hakkını da içerdiği ifade edilen bu hakka yönelen gürültü, koku, emisyonlar gibi somut veya fiziksel olmayan ve söz konusu kullanım biçimini etkileyen müdahaleler de konuta saygı hakkı bağlamında değerlendirilmektedir. AİHM içtihadında ayrıca çevresel meselelerin özel yaşam kavramının alt kategorilerinden olan aile yaşamına saygı hakkı ile ilişkilendirildiği dava örneklerine de sıklıkla rastlamak mümkündür (Powell ve Rayner/Birleşik Krallık, § 40; Hatton ve diğerleri/Birleşik Krallık, § 118).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
26. Mahkemenin 10/12/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Kişinin Maddi ve Manevi Varlığını Koruma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucuların İddiaları
27. Başvurucular; tahsis edilen yerin konut kullanımına uygun olmadığının analiz sonuçları ve bilirkişi raporuyla tespit edildiğini, yeni bir konut istemelerinin keyfî olmayıp zorunluluktan kaynaklandığını, devletin çalışanlarına tahsis ettiği konutun yaşamlarını nitelikli olarak sürdürebilmeleri için gerekli şartları taşıması gerektiğini belirtmişlerdir. Başvurucular bu gerekçelerle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme, konut hakkına saygı ve sağlıklı çevrede yaşam haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
2. Değerlendirme
28. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 1879/2013, § 16). Başvurucular lojman olarak kendilerine tahsis edilen konutun sağlıklı yaşamaya uygun olmadığını ve bu nedenle zarara uğradıklarını ileri sürmüşlerdir. Anılan şikâyet bireyin beden ve ruh sağlığının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Bu nedenle başvurunun Anayasa'nın 17. maddesi kapsamında ele alınması gerekmekle birlikte öncelikle olayda Anayasa'nın 17. maddesi kapsamındaki güvenceleri harekete geçirecek asgari ağırlıkta bir müdahalenin mevcut olup olmadığı incelenmelidir (Müjdat Gürbüz, B. No: 2017/36529, 23/5/2018, § 81).
29. Anayasa'nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” kenar başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir."
30. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu belirtilmekte olup söz konusu düzenleme, Sözleşme’nin 8. maddesinde düzenlenen özel hayata saygı hakkı kapsamında güvence altına alınan fiziksel ve zihinsel bütünlüğün korunması hakkına karşılık gelmektedir (Sevim Akat Eşki, B. No: 2013/2187, 19/12/2013, § 30).
31. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Anayasa Mahkemesince kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Bu bağlamda başvurucunun ihlal iddialarını kanıtlayamadığı, temel haklara yönelik bir müdahalenin olmadığı veya müdahalenin meşru olduğu açık olan başvurular ile karmaşık ya da zorlama şikâyetlerden ibaret başvurular açıkça dayanaktan yoksun kabul edilebilir (Hikmet Balabanoğlu, B. No: 2012/1334, 17/9/2013, § 24).
32. Temel haklara yönelen bir müdahalenin Anayasa'nın 17. maddesi kapsamındaki güvenceleri harekete geçirecek asgari ağırlıkta olup olmadığı değerlendirilirken müdahalenin yoğunluğu, süresi, fiziksel ve ruhsal etkisi dikkate alınmalı; müdahaleye maruz kalan kişiler bakımından katlanılması mümkün ve muhtemel görülen etki ve rahatsızlıklara oranla nasıl bir çekilmezliğin oluştuğu ya da oluşma ihtimalinin bulunduğu hususu gözönüne alınmalıdır. Bu bağlamda aranan asgari ağırlık eşiği, söz konusu alana ilişkin incelenebilir bir sorunun bulunup bulunmadığının belirlenebilmesi açısından önemli bir kriterdir (Müjdat Gürbüz, § 81).
33. Belirtmek gerekir ki Anayasa'nın 17. maddesi devlete, kamu görevlilerine lojman sağlama gibi bir güvence içermemektedir. Bu nedenle kamu görevlisine lojman tahsis edilmemesinin ya da tahsis edilen lojmanın belli nitelikleri taşımamasının kişinin maddi ve manevi varlığı üzerinde bir etkiye yol açtığından söz edilemez. Diğer taraftan devletin başvurucuları lojmanda oturmaya zorlama şeklinde bir müdahalesinin olmadığı, ayrıca tahsis işleminden sonraki süreçte konutun kullanım, çevre ve sağlık şartlarının kötüleşmesine yol açan kamusal makamlara ait bir eylem veya işlemden de başvurucular tarafından söz edilmediği dikkate alındığında somut olayda kamu makamlarının Anayasa'nın 17. maddesi kapsamındaki güvenceleri harekete geçirecek asgari ağırlıkta bir müdahalede bulunduklarından söz edilemeyeceği sonucuna varılmıştır.
34. Açıklanan gerekçelerle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına yönelik ihlal iddialarının Anayasa'nın 17. maddesi bağlamında inceleme yapılmasını gerektirecek ağırlıkta olmadığı anlaşıldığından başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Gerekçeli Karar Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
35. Başvurucular; mahkeme kararının gerekçesinde iddialarının tartışılmadığını, tazminat taleplerinin hangi nedenle reddedildiğinin açıklanmadığını belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
36.Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiş ancak gerekçeli karar hakkından açıkça söz edilmemiştir. Bununla birlikte Anayasa'nın 36. maddesine "...adil yargılanma" ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılanma hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasındaki hakkaniyete uygun yargılanma hakkının kapsamına gerekçeli karar hakkının da dâhil olduğu AİHM'in birçok kararında vurgulanmıştır. Dolayısıyla Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının gerekçeli karar hakkı güvencesini de kapsadığının kabul edilmesi gerekir (Abdullah Topçu, B. No: 2014/8868, 19/4/2017, § 75).
37. Anayasa'nın 141. maddesinin üçüncü fıkrasında da “Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır.” denilerek mahkemelere kararlarını gerekçeli yazma yükümlülüğü yüklenmiştir. Anayasa’nın bütünlüğü ilkesi gereği anılan Anayasa kuralı da gerekçeli karar hakkının değerlendirilmesinde gözönünde bulundurulmalıdır (Abdullah Topçu, § 76).
38. Gerekçeli karar hakkı, kişilerin adil bir şekilde yargılanmalarını sağlamayı ve denetlemeyi amaçlamakta; tarafların muhakeme sırasında ileri sürdükleri iddiaların kurallara uygun biçimde incelenip incelenmediğini bilmeleri ve ayrıca demokratik bir toplumda kendi adlarına verilen yargı kararlarının sebeplerini toplumun öğrenmesinin sağlanması için de gerekli görülmektedir (Sencer Başat ve diğerleri [GK], B. No: 2013/7800, 18/6/2014, §§ 31, 34).
39. Mahkemelerin anılan yükümlülüğü, yargılamada ileri sürülen her türlü iddia ve savunmaya karar gerekçesinde ayrıntılı şekilde cevap verilmesi gerektiği şeklinde anlaşılamaz. Ancak derece mahkemeleri, kendilerine sunulan tüm iddialara cevap vermek zorunda değilseler de (Yasemin Ekşi, B. No: 2013/5486, 4/12/2013, § 56) davanın esas sorunlarının incelenmiş olduğu gerekçeli karardan anlaşılmalıdır.
40. Bir kararda tam olarak hangi unsurların bulunması gerektiği davanın niteliğine ve koşullarına bağlıdır. Muhakeme sırasında açık ve somut bir biçimde öne sürülen iddia ve savunmaların davanın sonucuna etkili olması, başka bir deyişle davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte bulunması hâlinde davayla doğrudan ilgili olan bu hususlara mahkemelerce makul bir gerekçe ile yanıt verilmesi gerekir (Sencer Başat ve diğerleri, § 35).
41.Aksi bir tutumla mahkemenin davanın sonucuna etkili olduğunu kabul ettiği bir husus hakkında ilgili ve yeterli bir yanıt vermemesi veya yanıt verilmesini gerektiren usul ya da esasa dair iddiaların cevapsız bırakılmış olması hak ihlaline neden olabilecektir (Sencer Başat ve diğerleri, § 39).
42. Öte yandan temyiz merciinin yargılamayı yapan mahkemenin kararını uygun bulması hâlinde bunu ya aynı gerekçeyi kullanarak ya da bir atıfla kararına yansıtması yeterlidir. Burada önemli olan husus, temyiz merciinin bir şekilde temyizde dile getirilmiş ana unsurları incelediğini, derece mahkemesinin kararını inceleyerek onadığını ya da bozduğunu göstermesidir (Yasemin Ekşi, § 57).
43. Somut olayda başvurucular İdare Mahkemesinden yeni konut taleplerinin reddine dair işlemin iptali ile önceki tahsis nedeniyle uğradıkları zararın tazmini yönünde karar verilmesini istemişlerdir. Mahkeme, bu talepleri başvurucuların tahsis edilen yeni lojmanı kabul ettikleri ve tercihlerine uygun boş lojman bulunmadığı gerekçesiyle reddetmiştir. Bu bağlamda yapılan açık yargılama sonunda tarafların davanın sonucuna etkili olabilecek tüm iddia ve savunmaları tartışılarak verilen kararda hükme ulaşılması için yeterli gerekçe bulunduğu görülmektedir. Ayrıca itiraz ve karar düzeltme aşamalarında değerlendirme konusu hüküm ve gerekçesinin uygun bulunduğu belirtilmiştir. Bu hâle göre gerekçeli karar hakkına yönelik bir ihlal olmadığının açık olduğu anlaşılmaktadır.
44. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucular üzerinde BIRAKILMASINA 10/12/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.