TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
DURAN EREN ŞAHİN BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2016/11928)
Karar Tarihi: 20/11/2019
Başkan
:
Recep KÖMÜRCÜ
Üyeler
Engin YILDIRIM
Celal Mümtaz AKINCI
Rıdvan GÜLEÇ
Recai AKYEL
Raportör
Hüseyin KAYA
Başvurucu
Duran Eren ŞAHİN
Vekili
Av. Doğukan Tonguç CANKURT
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, kamuoyunda Gezi Parkı eylemleri olarak bilinen bir protesto eylemine kolluk görevlilerince güç kullanılarak yapılan müdahale sırasında; orantısız güç kullanımı sonucu meydana gelen yaralanma ve bu olaya ilişkin etkili soruşma yürütülmemesi nedeniyle insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının, toplantının hukuka aykırı şekilde dağıtılması nedeniyle de toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 24/6/2016 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca, başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir.
5. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
6. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş sunmamıştır.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:
9. Başvurucu 11/12/1990 doğumlu olup olay tarihinde Ankara'da üniversite öğrencisidir.
10. 2/6/2013 tarihinde Kızılay Meydanı'nda gerçekleştirilen protesto eylemine katılan başvurucu, eylem sırasında kolluk görevlisi tarafından kullanılan göz yaşartıcı gaz tüfeğinden atılan bir kapsül ile baş bölgesinden yaralanmış ve aynı tarihte Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesinde (Hastane) tedavi edilerek hakkında genel adli muayene raporu düzenlenmiştir. Raporda " ...sağ temporal lob medial [sağ kulak üstü alanın ortası] kesimde 16x12 mm boyutlarında düzgün sınırlı kistik[içeriği sıvı formda olan kesecik] lezyon..." şeklinde bir tespit bulunmakta olup bunun dışında herhangi bir yaralanma tespiti yapılmamıştır.
11. Başvurucu 12/7/2013 tarihinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına (Cumhuriyet Başsavcılığı) yaptığı suç duyurusunda ilgili kolluk görevlilerinin ve kolluk amirlerinin yanı sıra Çevik Kuvvet biriminden sorumlu İl Emniyet Müdür Yardımcısı ile İl Emniyet Müdürü ve Vali'den de şikâyetçi olmuştur. Başvurucu, katılmış olduğu protesto gösterisinde kolluk görevlilerine veya başka bir kimseye karşı herhangi bir suç işlemediği, barışçıl bir tutum içinde hareket ettiği hâlde bir polis memurunun elindeki gaz tüfeği ile üzerine nişan alarak kasıtlı biçimde atış yapması sonucu baş bölgesinden yaralandığını iddia etmektedir. Başvurucu ayrıca kolluk görevlileri tarafından kullanılan yoğun göz yaşartıcı gaza maruz kalmasından da yakınmaktadır. Başvurucu suç duyurusu dilekçesinde, meydana gelen yaralanma nedeniyle ilgili kolluk görevlileri ve amirlerinden şikâyetçi olduğunu detaylı şekilde açıklarken İl Emniyet Müdürü ve Vali'den neden şikâyetçi olduğuna dair özel bir gerekçe belirtmemiştir. Başvurucu açılacak adli soruşturmada, İl Emniyet Müdürlüğü görevlilerinden şikâyetçi olduğundan soruşturmanın bağımsız ve tarafsızlığının temini için adli kolluk olarak polis yerine jandarma görevlilerinin kullanılmasını da talep etmiştir.
12. Cumhuriyet Başsavcılığınca aynı tarihte soruşturma başlatılmış, kolluğa müzekkere yazılarak başvurucunun iddiaları kapsamında toplumsal bir olaya müdahale edilip edilmediği, edildiyse gerekli uyarıların yapılıp yapılmadığına ilişkin bilgi istenmiştir. Yazılan müzekkerede ayrıca olay anına ilişkin varsa kolluğa ait kamera kaydı temini ile olay yerini gören kamu ya da özel kişilere ait kamera kaydı araştırması yapılması istenmiştir. Bunun dışında başvurucu hakkında 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na muhalefet suçu kapsamında adli/idari bir işlem yapılıp yapılmadığı da kolluktan sorulmuştur. Ayrıca başvurucunun yaralanmasına neden olduğu iddia edilen polis memurunun kimlik bilgilerinin tespiti, bu mümkün değilse olay yerinde gaz mühimmatı kullanmaya yetkili kolluk personelinin kimlik bilgilerinin tespiti ve gönderilmesi istenmiştir.
13. Kolluğun Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği cevapta, önceden haber vermeksizin 2/6/2013 tarihinde gerçekleştirilen protesto eyleminde sayıları gittikçe artan bir gösterici grubun Kızılay Meydanı'na çıkan ana yolları araç ve yaya trafiğine kapattığı, göstericilerden bazılarının yüzlerini bezle kapattığı ve yapılan tüm ikazlara rağmen dağılmadığı belirtilmiştir. Göstericilerden bazılarının kolluk görevlileri ile kolluk araçlarına, çevrede bulunan kamu ve şahıs mallarına taş, sopa, soda şişesi vb. gibi cisimlerle saldırıda bulunup zarar verdikleri, bazı kolluk görevlilerinin bu saldırılarda yaralandığı da verilen bilgiler arasındadır. Cevap yazısında kamu düzeninin tesisi amacıyla bu göstericilere karşı orantılı şekilde tazyikli su ve göz yaşartıcı gazla müdahalede bulunulduğu, birçok göstericinin yakalanarak hakkında adli işlem yapıldığı, ancak başvurucu hakkında herhangi bir adli işlem yapılmadığı belirtilmiştir.
14. Cumhuriyet Başsavcılığı olaya ilişkin olarak kolluğun ilgili birimi tarafından kayda alınan kamera kayıtlarını temin ederek veri hazırlama ve kontrol işletmeni olan bir bilirkişi marifeti ile kayıtlar üzerinde inceleme yaptırmıştır. Bilirkişi raporunda, kolluk tarafından kayda alınan ve biri fotoğraf, yedisi görüntü kaydı içeren toplam sekiz DVD üzerinde inceleme yapıldığı görülmektedir. Raporda, DVD'lerin tamamının kolluk tarafından 2/6/2013 tarihinde Kızılay Meydanı ve çevresinde kayda alınan görüntü ve fotoğraflardan oluştuğu, görüntülerin muhtelif sürelerde ve sürekli olmadığı, başvurucunun iddiasına konu olayı doğrulayan bir görüntü ya da fotoğrafa dair tespitin yapılamadığı belirtilmiştir. Ayrıca her DVD içeriğine ilişkin görüntülerden çeşitli kesitler barındıran fotoğraflara da raporda yer verilmiştir. Bu fotoğraflarda yüzleri maskeli ve taş atan bazı göstericilerin olduğu, yollara çeşitli barikatların kurulduğu, ateş yakıldığı, kolluk görevlilerinin göz yaşartıcı gaz kullanarak göstericilere müdahale ettiği görülmektedir.
15. Olay yerini gösterebilecek trafik kamera kaydına (MOBESE) ilişkin olarak Çankaya İlçe Emniyet Müdürlüğü görevlileri tarafından düzenlenen 30/7/2013 tarihli tutanakta; söz konusu kaydın otuz gün süre ile saklandığı, bu nedenle olay tarihine ilişkin görüntüye ulaşılamadığı bilgisine yer verilmiştir. Bir özel işletmenin güvenlik kamera sisteminin ise yirmi iki günlük kayıt tuttuğu, bu sebeple olay tarihine ilişkin görüntülere ulaşılamadığı aynı kolluk birimi tarafından düzenlenen 19/8/2013 tarihli başka bir tutanakta ifade edilmiştir. Kent Güvenliği Yönetim Sistemi (KGYS) kapsamında yapılan araştırmada ise sisteme ait ilgili kameraya 2/6/2013 tarihinde göstericiler tarafından zarar verildiğinden istenen görüntülere erişilemediği belirtilmiştir.
16. Başvurucunun yaralandığı olayda gaz mühimmatı kullanan personelin tespit edilemediği kolluk tarafından Cumhuriyet Başsavcılığına bildirilmiştir. Bunun nedeni ise olay tarihinde -daha hassas korunması gerektiği ifade edilen Başbakanlık binasının da bulunduğu- Kızılay Meydanı'nda yoğun protesto eylemlerinin düzenlenmesi ve bu gösterilerde il dışından takviye kolluk personelinin görevlendirilmesi olarak gösterilmiştir. Bu nedenle gaz mühimmatı kullanmakla görevli personelin muhtelif zaman ve yerlerde, değişen şekillerde görev aldığı, dolayısıyla başvurucunun şikâyetine konu yer ve zaman diliminde tam olarak hangi personelin görev yaptığının tespit edilemediği belirtilmiştir. Bu kapsamda olay tarihinde ve yerinde görev alan tüm kolluk görevlilerinin listesi Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir. Bu bilgi sonrası Cumhuriyet Başsavcılığınca şüpheli kimlik tespitine yönelik başkaca bir girişimde bulunulduğu yönünde bir bilgi ya da belgeye dosya kapsamından erişilememiştir.
17. Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucunun muayenesinin yapıldığı tıbbi kayıtlar Hastaneye yazılan müzekkere ile temin edilmiş ve bu doğrultuda Adli Tıp Kurumunca (ATK) düzenlenen kati adli rapor da dosya arasına alınmıştır. ATK tarafından düzenlenen adli raporun ilgili kısmı şöyledir:
"...
Darp nedeniyle geldiği;sağ saçlı deri içinde sağ tempora pariatelde [kulak üstü kafatası çeperi] 2 cm'lik deriden hafif kabarıklık gösteren, deriden koyu renkli nedbe tespit edildiğine, raporunda; sağ pariatelde 2 cm'lik kesi sütüre [dikiş] edildiği, sistem muayenelerinin doğal olduğu, BT'sinde [Bilgisayarlı Tomografi] acil patoloji saptanmadığı, hayati tehlikesinin bulunmadığı, beyin cerrahi konsültasyon raporunda; acil beyin cerrahi patoloji düşünülmediği kayıtlı olup, ek patoloji bildirilmediğine göre;
Yaralanmasının;
1-Kişinin yaşamını tehlikeye sokan bir durum OLMADIĞINI,
2-Basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte OLDUĞUNU,
Bildirir rapordur."
18. Cumhuriyet Başsavcılığınca 26/3/2014 tarihinde başvurucunun müşteki sıfatıyla ifadesi alınmıştır. Başvurucu ifadesinde protesto amacıyla Kızılay Meydanı'nda bulunduğunu, ortamın çok kalabalık ve kargaşa içinde olduğunu, bir üst geçidin camlarının birden kırıldığını, burada üniformalı ve kasklı iki polisin belirdiğini, polislerden birinin kalabalık içindeki göstericileri hedef olarak gösterdiğini, diğerinin ise gaz tüfeği ile bu kişilere doğru atış yaptığını iddia etmiştir. Kendisinin de bu şekilde hedef alınmak suretiyle atılan bir gaz mühimmatı ile başından yaralandığını ileri süren başvurucu, yaralanmasına neden olan kolluk görevlilerinden ve tüm sorumlulardan şikâyetçi olmuştur.
19. Cumhuriyet Başsavcılığınca 29/3/2016 tarihinde başvurucunun şikâyetine ilişkin olarak kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmiştir. Kararda şüpheli olarak sadece "Ankara Emniyet Müdürlüğü Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü personelleri" ibaresine yer verilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:
Başsavcılığımızca yapılan soruşturma kapsamında, olay tarih ve saatinde belirtilen alana ilişkin temin edilen görüntü kayıtlarının 8/6/2015 tarihinde yaptırılan bilirkişi incelemesinde müşteki Eren Şahin'in [Başvurucu] kolluk görevlilerince veya herhangi bir kimse tarafından darp edildiğine ilişkin görüntü tespit edilememiştir.
Ankara Emniyet Müdürlüğünün Ekim 2013 tarih ve 58604142-6738.62399- 12508/2013 sayılı cevabi yazısında '2.6.2013 Pazar günü çeşitli sivil toplum örgütleri ve marjinal gruplar organizesinde “İstanbul Taksim Gezi Parkı AVM Projesini Protesto Etmek' amacıyla Kızılay Bölgesi, Kolej, Tunalı Hilmi Caddesi ve İlimizin muhtelif yerlerinde toplanan eylemci gruplar ana arterleri araç ile yaya trafiğine kapatmak suretiyle, içlerinden bazı şahıslar da tanınmamak için de yüzlerini bez parçaları ile gizledikten ve kendilerine sıkılan tazyikli su ile gazdan etkilenmemek için yüzlerini deniz gözlüğü ile inşaatlarda kullanılan baretler ile kapattıktan sonra yapılan tüm ikazlara rağmen dağılmayarak görevli bulunan emniyet mensuplan ile araçlarına, akabinde de çevrede bulunan kamu ve özel mallara taş, sopa, soda şişesi, sapan vb. sert cisimlerle saldırmışlardır. Bunun üzerine yapılan şiddet içerikli kanuna aykırı eylemi sonlandırarak kamu düzeninin ve güvenliğinin yeniden tesis edilebilmesi amacıyla orantılı olarak tazyikli su ve gaz sıkılmak suretiyle eylemci gruplara müdahale edilmiştir. bununla birilkte Eren Şahin isimli şahıs hakkında olay tarihinde şubemizce herhangi bir işlem yapılmadığı anlaşılmıştır.' şeklinde bilgi verilmiştir.
Başsavcılığımızca Müşteki Eren Şahin'in iddiaları ve dosya kapsamındaki deliller birlikte değerlendirildiğinde 2.6.2013 tarihinde Kızılay bölgesinde 'İstanbul-Taksim Gezi Parkı AVM projesini Potesto etmek' amacıyla toplanan eylemci grupların ana arterleri araç ile yaya trafiğine kapatmaları ve kolluk görevlilerince yapılan tüm ikazlara rağmen dağılmayarak görevli bulunan kolluk görevlileri ile araçlarına ayrıca çevrelerinde bulunan kamu ve özel mülkiyeti konu mallara taş, sopa, soda şişesi, sapan vb. sert cisimlerle saldırmaları üzerine, şiddet içerikli kanuna aykırı eyleme dönüşen gösteri ve yürüyüşe kamu düzeni ve güvenliğini tesir etmek amacıyla kolluk güçlerinin biber gazı ve jopla müdahalede bulunması sırasında müştekinin basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek şekilde yaralanmasında, TCK 256 md.sinde düzenlenen kolluk görevlilerinin zor kullanma sınırlarını aşmak suretiyle kasten yaralama suçunun yasal unsurları oluşmadığı anlaşılmakla yasal unsurları oluşmayan kasten yaralama suçundan 2.6.2013 tarihli gösteriye müdahale eden Ankara Emniyet Müd. Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü personeli hakkında kamu adına kovuşturma yer olmadığına... [karar verildi.]"
20. Başvurucu kovuşturmaya yer olmadığı kararına itiraz etmiş, karar gerekçesinin usul ve yasaya uygun olduğunu belirten Ankara 1. Sulh Ceza Hâkimliğinin (Hâkimlik) 11/5/2016 tarihli kararıyla itiraz reddedilmiştir. Ret kararı 26/5/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
21. Başvurucu 24/6/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
22. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Kasten yaralama" kenar başlıklı 86. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
"(1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması halinde, mağdurun şikayeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adli para cezasına hükmolunur.
(3) Kasten yaralama suçunun;
…
d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,
işlenmesi halinde şikayet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır."
23. 5237 sayılı Kanun'un "Zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması" kenar başlıklı 256. maddesi şöyledir:
"(1) Zor kullanma yetkisine sahip kamu görevlisinin, görevini yaptığı sırada, kişilere karşı görevinin gerektirdiği ölçünün dışında kuvvet kullanması halinde, kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır."
24. 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu'nun "Zor ve silah kullanma" kenar başlıklı 16. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
"Polis, görevini yaparken direnişle karşılaşması halinde, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde zor kullanmaya yetkilidir.
Zor kullanma yetkisi kapsamında, direnmenin mahiyetine ve derecesine göre ve direnenleri etkisiz hale getirecek şekilde kademeli olarak artan nispette bedenî kuvvet, maddî güç ve kanunî şartları gerçekleştiğinde silah kullanılabilir.
İkinci fıkrada yer alan;
a) Bedenî kuvvet; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde doğrudan doğruya kullandığı bedenî gücü,
b) Maddî güç; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde bedenî kuvvetin dışında kullandığı kelepçe, cop, basınçlı ve/veya boyalı su, göz yaşartıcı gazlar veya tozlar, fizikî engeller, polis köpekleri ve atları ile sair hizmet araçlarını,
ifade eder.
Zor kullanmadan önce, ilgililere direnmeye devam etmeleri halinde doğrudan doğruya zor kullanılacağı ihtarı yapılır. Ancak, direnmenin mahiyeti ve derecesi göz önünde bulundurularak, ihtar yapılmadan da zor kullanılabilir.
Polis, zor kullanma yetkisi kapsamında direnmeyi etkisiz kılmak amacıyla kullanacağı araç ve gereç ile kullanacağı zorun derecesini kendisi takdir ve tayin eder. Ancak, toplu kuvvet olarak müdahale edilen durumlarda, zor kullanmanın derecesi ile kullanılacak araç ve gereçler müdahale eden kuvvetin amiri tarafından tayin ve tespit edilir.
..."
25. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun "Bir suçun işlendiğini öğrenen Cumhuriyet savcısının görevi" kenar başlıklı 160. maddesi şöyledir:
"(1) Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlar.
(2) Cumhuriyet savcısı, maddî gerçeğin araştırılması ve adil bir yargılamanın yapılabilmesi için, emrindeki adlî kolluk görevlileri marifetiyle, şüphelinin lehine ve aleyhine olan delilleri toplayarak muhafaza altına almakla ve şüphelinin haklarını korumakla yükümlüdür."
26. Anayasa Mahkemesi Ali Ulvi Atunelli (B. No: 2014/11172, 12/6/2018, §§ 25-27) ve Özlem Kır (B. No: 2014/5097, 28/9/2016, §§ 28-30) kararlarında 30/12/1982 tarihli ve 17914 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Polis Çevik Kuvvet Yönetmeliği’nin 25. maddesinin ilgili kısımlarına, İçişleri Bakanlığının yayımladığı 25/8/2011 tarihli Toplumsal Olaylarda Görevlendirilen Personelin Hareket Usul ve Esaslarına Dair Yönerge'nin 10. ve 12. maddelerinin ilgili kısımlarına, Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından 26/6/2013 ve 22/7/2013 tarihlerinde çıkarılan iki ayrı genelgeyle daha ayrıntılı hâle getirilen, Emniyet Genel Müdürlüğünün Aralık 2008 tarihinde hazırladığı Göz Yaşartıcı Gaz Silahları ve Mühimmatları Kullanım Talimatı'nın ilgili bölümlerine yer vermiştir.
B. Uluslararası Hukuk
27. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) ilgili maddelerine ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) konuya ilişkin içtihatlarına Ali Ulvi Atunelli (aynı kararda bkz. §§ 29-45) kararında yer verilmiştir.
28. Anayasa Mahkemesi Ali Rıza Özer ve diğerleri ([GK], B. No: 2013/3924, 6/1/2015, §§ 47-51) ve Özlem Kır (aynı kararda bkz. §§ 31-35) kararlarında 13/1/1993 tarihli Kimyasal Silahların Geliştirilmesi, Üretimi, Stoklanması ve Kullanımının Yasaklanması ve Bunların İmhası ile İlgili Sözleşme’ye, Kolluk Görevlileri Tarafından Zor ve Ateşli Silah Kullanılması Hakkında Temel İlkelerin [Birleşmiş Milletler (BM) Suçun Önlenmesi ve Suçluların Islahı Sekizinci Kongresi, Havana, 27/8/1990-7/9/1990, BM, A/CONF.144/28/Rev.1, 1990, s. 112-115] ilgili bölümlerine, BM barışçıl toplanma ve gösteri yapma özgürlüğü özel raportörü tarafından hazırlanan raporun (BM İnsan Hakları Komisyonu A/HRC/20/27, 21/5/2012) 35. maddesine, Avrupa İşkencenin ve İnsanlık Dışı veya Onur Kırıcı Ceza veya Muamelenin Önlenmesi Komitesinin (CPT) biber gazına ilişkin görüş ve tavsiyelerine yer vermiştir.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
29. Mahkemenin 20/11/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Adli Yardım Talebi Yönünden
30. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Şerif Ay (B. No: 2012/1181, 17/9/2013) kararında belirtilen ilkeler dikkate alınarak, geçimini önemli ölçüde zor duruma düşürmeksizin yargılama giderlerini ödeme gücünden yoksun olduğu anlaşılan başvurucunun açıkça dayanaktan yoksun olmayan adli yardım talebinin kabulüne karar verilmesi gerekir.
B. İnsan Haysiyetiyle Bağdaşmayan Muamele Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
31. Başvurucu, katılmış olduğu bir protesto gösterisinde barışçıl bir tutum içinde olmasına rağmen kolluk görevlisi tarafından kasten ve hedef alınmak sureti ile atılan göz yaşartıcı gaz mühimmatı ile başından yaralandığını iddia etmektedir. Başvurucu olay hakkında yürütülen adli soruşturma kapsamında şikâyetçi olduğu İl Emniyet Müdürü ve Vali hakkında bir karar verilmemesi ile hakkında düzenlenen adli rapora rağmen kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmesiyle etkili soruşturma yükümlülüğünün ihlal edildiğini ileri sürmektedir. Başvurucuya göre kolluk görevlisinin eylemi sonucu yaralanması ve akabinde yapılan ceza soruşturmasının yetersizliği Anayasa'nın 17. maddesini ve Sözleşme'nin 3. maddesini ihlal etmiştir.
32. Başvurucu; Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yazılan müzekkereler ile alınan bilirkişi raporunun olayı aydınlatmaktan uzak olduğunu, adli kolluk olarak jandarma yerine polisin soruşturmada görevlendirilmesinin soruşturmanın bağımsız ve tarafsızlığını bozduğunu iddia etmiştir. Başvurucu ayrıca kolluk amirleri ve Vali hakkında herhangi bir işlem yapılmamasından da yakınmaktadır. Başvurucu bu iddiaları kapsamında Anayasa'nın 40. maddesi ile Sözleşme'nin 13. maddesinde güvence altına alınan etkili başvuru hakkının da ihlal edildiğini ileri sürmektedir.
33. Başvurucu, kolluk görevlilerinin göstericilere karşı göz yaşartıcı gaz tüfeğini orantısız şekilde kullandığını ve bu uygulamanın sistematik bir hâl aldığını iddia etmiştir. Başvurucu bu iddiası kapsamında başvuru formu ekinde 1/6/2013 tarihindeki başka bir protesto eylemine ait olduğunu belirttiği iki adet CD sunmuştur. Bu görüntülerde kolluk görevlilerinin göz yaşartıcı gazla yaptığı müdahale sırasında yaralanan bir gösterici bulunduğu belirtilmiştir. Eldeki başvuruyla bir ilgisi bulunmadığından söz konusu CD içeriği incelenmemiştir.
2. Değerlendirme
34. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun kolluk görevlisinin eylemi sonucu yaralandığı ve bu olay hakkında yapılan ceza soruşturmasının etkili olmadığı yönündeki iddiasının Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı çerçevesinde incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir. Öte yandan başvurucunun soruşturmanın bağımsız ve tarafsız şekilde yürütülmediği ve olayın maddi koşullarını aydınlatmaktan uzak kaldığı yönündeki şikâyetleri ise anılan yasağın usul boyutu içerisinde inceleneceğinden bu şikâyetler açısından ayrıca etkili başvuru hakkı kapsamında bir inceleme yapılmasına gerek duyulmamıştır.
a. Kabul Edilebilirlik Yönünden
35. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
36. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
"Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz."
37. İşkence ve kötü muamele yasağına ilişkin şikâyetlerin devletin negatif ve pozitif yükümlülükleri dikkate alınarak maddi boyutlar ve usul boyutları bakımından ayrı ayrı incelenmesi gerekmektedir. Devletin negatif yükümlülüğü bireyleri işkence, insanlık dışı, aşağılayıcı muameleye ya da cezaya tabi tutmama sorumluluğunu içerirken devletin pozitif yükümlülüğü hem bireyleri bu tür muamelelerden korumayı (önleyici yükümlülük) hem de etkili bir soruşturma yoluyla sorumluların tespiti ve cezalandırılması sorumluluğunu (soruşturma yükümlülüğü) içermektedir. İşkence ve kötü muamele yasağının maddi boyutu, negatif yükümlülük ile önleyici yükümlülüğü kapsamakta; pozitif yükümlülüğün alanında kalan soruşturma yükümlülüğü ise usul boyutunu oluşturmaktadır (benzer yöndeki inceleme usulünü içeren kararlar için bkz. Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 75; Mehmet Şah Araş ve diğerleri, B. No: 2014/798, 28/9/2016, §64; Mustafa Rollas, B. No: 2014/7703, 2/2/2017, § 49).
38. Başvurucunun şikâyetine konu eylem bir devlet görevlisinden sâdır olduğu için kural olarak devletin negatif yükümlülüğü kapsamında bir hak ihlali olup olmadığının incelenmesi gerekir. Ayrıca başvurucunun kolluk görevlileri hakkında kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilerek etkili soruşturma yapılmadığı iddiası da bulunduğundan pozitif yükümlülükler kapsamında etkili soruşturma yapma yükümlülüğü açısından da bir değerlendirme yapılmalıdır.
i. İnsan Haysiyetiyle Bağdaşmayan Muamele Yasağının Maddi Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia Yönünden
(1) Genel İlkeler
39. Herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınmıştır. Anılan maddenin birinci fıkrasında insan onurunun korunması amaçlanmıştır. Üçüncü fıkrasında ise kimseye işkence ve eziyet yapılamayacağı, kimsenin insan haysiyetiyle bağdaşmayan ceza veya muameleye tabi tutulamayacağı hüküm altına alınmıştır.
40. Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası ve Sözleşme'nin 3. maddesi istisna öngörmemekte ve işkence, insanlık dışı ve onur kırıcı muamele ve cezaların yasaklanmasının mutlak mahiyetini belirtmektedir. Kötü muamele yasağının mutlak mahiyeti Anayasa'nın 15. maddesi kapsamında belirtilen savaş veya ulusun varlığını tehdit eden başka bir genel tehlike hâlinde dahi istisna öngörmemiştir. Aynı şekilde Sözleşme'nin 15. maddesi kapsamında da benzer bir düzenleme ile kötü muamele yasağına ilişkin herhangi bir istisna öngörülmemiştir (Turan Günana, B. No: 2013/3550, 19/11/2014, § 33).
41. Devletin bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu hakka müdahale etmemelerini yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal zarar görmelerine neden olmamasını gerektirir. Bu, devletin bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 81).
42. Öte yandan kötü muamele konusundaki iddialar, uygun delillerle desteklenmelidir. İddia edilen olayların gerçekliğini tespit etmek için, her türlü şüpheden uzak, makul kanıtların varlığı gerekir. Bu nitelikteki bir kanıt, yeterince ciddi, açık ve tutarlı emarelerden ya da aksi ispat edilemeyen birtakım karinelerden de oluşabilir. Bu bağlamda kanıtlar toplanırken tarafların takındıkları tutumlar dikkate alınmalıdır. Ancak bu uygun koşulların tespiti hâlinde bir kötü muamelenin varlığından bahsedilebilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 95).
43. Bir muamelenin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının kapsamına girebilmesi için asgari bir ağırlık derecesine ulaşmış olması gerekmektedir. Bu asgari eşik göreceli olup her olayda asgari eşiğin aşılıp aşılmadığı somut olayın özellikleri dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Bu bağlamda muamelenin süresi, fiziksel ve ruhsal etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler önem taşımaktadır (Tahir Canan, § 23). Değerlendirmeye alınacak bu unsurlara muamelenin amacı ve kastı ile ardındaki saik de eklenebilir. Ayrıca kötü muamelenin, heyecanın ve duyguların yükseldiği bağlamda meydana gelip gelmediğinin tespiti de dikkate alınması gereken diğer faktörlerdir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 83).
44. Anayasa ve Sözleşme tarafından kötü muamele, kişi üzerindeki etkisi gözetilerek derecelendirilmiş ve farklı kavramlarla ifade edilmiştir. Dolayısıyla Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında geçen ifadeler arasında bir yoğunluk farkının bulunduğu görülmektedir. Bir muamelenin işkence olarak nitelendirilip nitelendirilmeyeceğini belirleyebilmek için anılan fıkrada geçen eziyet ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele kavramları ile işkence arasındaki ayrıma bakmak gerekmektedir. Bu ayrımın özellikle çok ağır ve zalimane acılara neden olan kasti insanlık dışı muamelelerdeki özel duruma işaret etmek ve bir derecelendirme yapmak amacıyla Anayasa tarafından getirildiği ve anılan ifadelerin 5237 sayılı Kanun’da düzenleme altına alınmış olan işkence, eziyet ve hakaret suçlarının unsurlarından daha geniş ve farklı bir anlam taşıdığı anlaşılmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 84).
45. Buna göre anayasal düzenleme bağlamında kişinin maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne en fazla zarar veren muamelelerin işkence olarak belirlenmesi mümkündür (Tahir Canan, § 22). Muamelelerin ağırlığının yanı sıra İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı Muamele veya Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin 1. maddesinde işkence teriminin özellikle bilgi almak, cezalandırmak veya yıldırmak amacıyla ya da ayrımcı bir nedenle kasten ağır acı veya ızdırap vermeyi kapsadığı belirtilerek kasıt unsuruna da yer verilmiştir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 85).
46. İşkence seviyesine varmayan fakat yine de önceden tasarlanmış, uzun bir dönem içinde saatlerce uygulanmış, fiziki yaralanmaya veya yoğun maddi veya manevi ızdıraba sebep olan insanlık dışı muameleler eziyet olarak tanımlanabilir (Tahir Canan, § 22). Bu hâllerde meydana gelen acı, meşru bir muamele ya da cezada kaçınılmaz bir unsur olarak bulunan acının ötesine geçmelidir. İşkenceden farklı olarak eziyette, ızdırap verme kastının belli bir amaç doğrultusunda yapılması şartı aranmaz. Fiziksel saldırı, darp, psikolojik sorgu teknikleri, kötü şartlarda tutma, kişiyi kötü muamele göreceği bir yere sınır dışı ya da iade etme, devletin gözetimi altında kişinin kaybolması, kişinin evinin yok edilmesi, ölüm cezasının infazının uzunca bir süre beklenmesinin doğurduğu korku ve sıkıntı, çocuk istismarı gibi muameleler Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamında eziyet olarak nitelendirilebilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 88).
47. Mağdurları küçük düşürebilecek ve utandırabilecek şekilde kendilerinde korku, küçültülme, elem ve aşağılanma duygusu uyandıran veya mağduru kendi iradesine ve vicdanına aykırı bir şekilde hareket etmeye sürükleyen aşağılayıcı nitelikteki daha hafif muamelelerin ise insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele veya ceza olarak tanımlanması mümkündür (Tahir Canan, § 22). Burada eziyetten farklı olarak kişi üzerinde uygulanan muamele, fiziksel ya da ruhsal acıdan öte küçük düşürücü veya alçaltıcı bir etki oluşturmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 89).
48. Bir muamelenin bu kavramlardan hangisini oluşturduğunun belirlenebilmesi için her somut olay kendi özel koşulları içinde değerlendirilmelidir. Muamelenin kamuya açık olarak yapılması onun aşağılayıcı ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan nitelikte olup olmamasında rol oynasa da bazı durumlarda kişinin kendi gözünde küçük düşmesi de bu seviyedeki bir kötü muamele için yeterli olabilmektedir. Ayrıca muamelenin küçük düşürme ya da alçaltma kastı ile yapılıp yapılmadığı dikkate alınsa da böyle bir amacın belirlenememesi, kötü muamele ihlali olmadığı anlamına gelmeyecektir. Bir muamele hem insanlık dışı/eziyet hem de aşağılayıcı/insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele niteliğinde olabilir. Her türlü işkence, aynı zamanda insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele oluştururken insan haysiyetiyle bağdaşmayan her aşağılayıcı muamele insanlık dışı/eziyet niteliğinde olmayabilir. Tutulma koşulları, tutulanlara yapılan uygulamalar, ayrımcı davranışlar, devlet görevlileri tarafından sarf edilen hakaretamiz ifadeler, engelli kimselerin karşılaştığı kimi olumsuz durumlar, kişiye normal olmayan bazı şeyleri yedirme içirme gibi aşağılayıcı muameleler insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele olarak ortaya çıkabilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 90).
49. Kişinin kendi davranışından veya tutumundan dolayı fiziksel güce başvurmak kesinlikle zorunlu hâle gelmedikçe bu neviden fiiller, prensip olarak Sözleşme’nin 3. maddesinde belirtilen yasağı ihlal edecektir. Bu bağlamda AİHM, suçla mücadeleye özgü inkâr edilemez zorlukların bireylerin vücut dokunulmazlığı açısından sağlanacak korumaya sınırlar koymasını haklı kılamayacağını belirtmektedir (Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 81).
(2) İlkelerin Olaya Uygulanması
50. Başvurucu, katılmış olduğu bir protesto eylemi sırasında herhangi bir şiddet eylemine karışmadığı ve barışçıl bir tutum içinde olduğu hâlde kolluk kuvvetince kullanılan gaz tüfeği mühimmatı ile yaralandığından yakınmaktadır. Başvurucu bu iddiasını aynı gün tedavi gördüğü Hastane tarafından düzenlenen adli raporla da desteklemektedir. Bu adli raporla bağlantılı olarak Cumhuriyet Başsavcılığınca ayrıca ATK tarafından düzenlenen rapor da temin edilmiş durumdadır. Şu hâlde başvurucunun iddiasını makul birtakım delillerle destekleyemediği söylenemeyecektir. Kaldı ki kovuşturmaya yer olmadığı kararında da başvurucunun iddiası dışında başkaca bir şekilde yaralandığı yönünde yargısal bir değerlendirme yapılmamış, aksine kolluk kuvvetinin kullandığı gücün orantılı olduğunun kabulü ile soruşturma sonuçlandırılmıştır.
51. Başvurucuda meydana gelen yaralanmanın ağırlığı, yeri ve olayın meydana geliş şekline ilişkin iddia bir bütün hâlinde değerlendirildiğinde somut olayın kötü muamele yasağının kapsamı alanında incelenmesi için aranan asgari ağırlık eşiğini aşmadığı da söylenemez.
52. Kolluk görevlilerinin protesto gösterileri gibi toplumsal olaylara nasıl ve ne şekilde müdahale etmesi gerektiğine ilişkin kurallar kanuni düzenleme ile belirlenmiştir (bkz. § 24). Somut olayda, başvurucunun da katıldığı protesto eyleminde bazı göstericilerin barışçıl tutum içinde olmadıkları, kolluk görevlilerine şiddet içeren saldırıda bulundukları, kamu ve özel şahıs mallarına zarar verdikleri kolluk tarafından düzenlenen tutanaklarda belirtilmiştir (bkz. § 13). Ayrıca olaya ilişkin görüntüleri inceleyen bilirkişi tarafından da benzer yönde tespitlerin yapıldığı görülmektedir (bkz. § 14). Ancak başvurucunun kendisine karşı güç kullanılmasını gerekli kılan bir tutum içerisinde olduğuna dair kolluk görevlilerince bir gerekçe ileri sürülmediği gibi bilirkişi incelemesinde de başvurucuya karşı güç kullanılmasını meşrulaştıracak bir tespit yapılmamıştır. Dahası Cumhuriyet Başsavcılığınca kolluğa başvurucu hakkında -gösteri sırasında işlediği bir suç nedeniyle- adli işlem yapılıp yapılmadığı sorulmuş, kolluk tarafından yapılmadığı bildirilmiştir. Kovuşturmaya yer olmadığı kararında ise başvurucuya karşı kolluğun güç kullandığı hususu kabul edilmekle birlikte bu gücün orantılı olduğunun belirtilmesiyle yetinilmiş, başvurucunun yaralanmasının başkaca bir olaydan kaynaklandığı yönünde bir değerlendirme de yapılmamıştır. Şu hâlde başvurucuya karşı kolluk görevlileri tarafından güç kullanıldığı ve bu güç kullanımının nedeninin bizatihi başvurucunun eyleminden kaynaklandığının ortaya konulamadığı anlaşılmaktadır.
53. Toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde polisin müdahalesi esnasında ortaya çıkan panik ve karmaşada gösteriye katılan ancak müdahale edilmesi gerekmeyen kişilerin de müdahaleden etkilenmesi mümkündür. Bu durumda polisten kontrollü hareket etmesi ve müdahaleyi gerektiren durumu yaratan kişiler dışındakilerin müdahaleden etkilenmemesi için gerekli tedbirleri alması beklenir. Ancak müdahalenin oluşturduğu karmaşa ve panik ortamında bu tedbirlerin polis tarafından mutlak olarak uygulanmasının zorluğunu da kabul etmek gerekir (Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 94). Öncelikle belirtilmelidir ki göz yaşartıcı gaz fişeğinin bir atım aleti (silahı) vasıtasıyla ateşlenmesi, bu silahın uygun olmayan bir tarzda kullanılması durumunda ciddi yaralanmalara hatta ölümlere sebebiyet verme potansiyelini taşımaktadır (Özlem Kır, § 63). Başvurucunun -başına isabet eden göz yaşartıcı gaz mühimmatı ile yaralanmış olduğu yönündeki savunulabilir iddiası karşısında- toplantı hakkını kullanırken barışçıl olmadığının kamu makamlarınca açıkça ortaya konulamadığı görülmektedir. Bu durumda başvurucuya karşı kullanılan gücün gerekli olduğu söylenemez.Güç kullanımının gerekli olmadığı sonucuna varıldığından somut olay özelinde ayrıca orantılılık hususunda bir inceleme yapma gereği duyulmamıştır.
54. Diğer bir husus ise kolluğun Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği cevapta başvurucunun yaralandığı yerde gaz mühimmatı kullanmakla görevli polis memurunun kim olduğunu tam olarak tespit edememesine dair sunduğu gerekçedir (bkz. § 16). Burada belirtilen hususlar kolluğun toplumsal olaya müdahalesi sırasında gerekli olan organizasyon ve planlamadaki eksikliği ile doğrudan bağlantılı olarak yorumlanabilecektir (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Cemil Danışman, B. No: 2013/6319, 16/7/2014, § 57; Özlem Kır, § 65; Pınar Durko, B. No: 2015/16449, 28/6/2018, § 83). Bu yönüyle de kolluğun güç kullanımının bağlı olması gerektiği sıkı denetim mekanizmasının zayıfladığı ve buna bağlı olarak sadece gerekli olduğu hâl ve koşullarda güç kullanılmasının temininin zorlaştığı söylenebilecektir.
55. Başvurucuya karşı kolluk görevlilerince gerekli olmadan kullanılan gücünözellikle bilgi almak, cezalandırmak veya yıldırmak amacıyla ya da ayrımcı bir nedenle kasten ağır acı veya ızdırap verme şeklinde gerçekleştirildiği söylenememektedir. Eylemin uzun bir dönem içinde saatlerce uygulanmış, fiziki yaralanmaya ya da yoğun maddi veya manevi ızdıraba sebep olacak şekilde ortaya çıkmış olduğu da iddia edilemez. Bu durumda söz konusu eylemin işkence veya eziyet boyutuna varmadığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla başvurucuya uygulanan şiddetin düzeyi, süresi, şekli ve eylem nedeniyle başvurucuda meydana gelen yaralanmanın basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte olması hususları birlikte dikkate alındığında eylemin insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele olarak tanımlanması mümkündür.
56. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
ii. İnsan Haysiyetiyle Bağdaşmayan Muamale Yasağının Usul Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia Yönünden
57. Devletin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında sahip olduğu pozitif yükümlülüğünün usule ilişkin bir boyutu bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, her türlü fiziksel ve ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve karıştıkları olaylarda kamu görevlilerinin ya da kurumlarının kendi sorumlulukları altında meydana gelen olaylar için hesap vermelerini sağlamaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 110).
58. Buna göre bireyin bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde Anayasa’nın 17. maddesi -“Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddesindeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında- etkili resmî bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır. Bu mümkün olmazsa bu madde sahip olduğu öneme rağmen pratikte etkisiz hâle gelecek ve bazı hâllerde devlet görevlilerinin fiilî dokunulmazlıktan yararlanarak kontrolleri altında bulunan kişilerin haklarını istismar etmeleri mümkün olacaktır (Tahir Canan,§ 25).
59. Devletin pozitif yükümlülüğü kapsamında bazen tek başına soruşturma yapılmamış olması yahut da yeterli soruşturma yapılmamış olması kötü muamele teşkil edebilmektedir. Dolayısıyla şartlar ne olursa olsun yetkililer, resmî şikâyet yapılır yapılmaz harekete geçmelidirler. Şikâyet yapılmadığında bile işkence veya kötü muamele olduğunu gösteren yeterli, kesin belirtiler olduğunda soruşturma açılması sağlanmalıdır. Bu bağlamda soruşturmanın derhâl başlaması, bağımsız biçimde, kamu denetimine tabi olarak, özenli ve süratli yürütülmesi ve bir bütün olarak etkili olması gerekir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 116).
60. Yürütülecek ceza soruşturmaları, sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli olmalıdır. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edilebilmesi için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir. Dolayısıyla kötümuamele iddialarının gerektirdiği soruşturma bağımsız bir şekilde hızlı ve derinlikli yürütülmelidir. Diğer bir ifadeyle yetkililer, olay ve olguları ciddiyetle öğrenmeye çalışmalı; soruşturmayı sonlandırmak ya da kararlarını temellendirmek için çabuk ve temelden yoksun sonuçlara dayanmamalıdırlar (Cezmi Demir ve diğerleri, § 114).
61. Devlet memurları tarafından yapılan işkence ve kötü muamele hakkında yürütülen soruşturmanın etkili olması için soruşturmadan sorumlu ve tetkikleri yapan kişilerin olaylara karışan kişilerden bağımsız olması gerekir. Soruşturmanın bağımsızlığı sadece hiyerarşik ya da kurumsal bağlantının olmamasını değil ama aynı zamanda somut bir bağımsızlığı da gerektirir. Dolayısıyla etkili bir soruşturmadan söz edilebilmesi için öncelikle soruşturmanın bağımsız yürütülebilir bir niteliğe sahip olması gerekir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 117).
62. Başvurucunun 2/6/2013 tarihinde katılmış olduğu toplantıda yaralanması üzerine Hastaneye müracaat ederek tedavi olduğu ve aynı tarihte hakkında genel adli muayene raporu tanzim edildiği anlaşılmaktadır (bkz. § 10). Başvurucu hakkında düzenlenen bu adli rapor sonrası kamu otoritelerinin olaydan haberdar olduğu ve bu kapsamda derhâl resmî bir soruşturma açılması gerektiği söylenebilir (bkz. § 58). Ancak başvurucunun 12/7/2013 tarihinde (olaydan yaklaşık kırk gün sonra) Cumhuriyet Başsavcılığına başvuruda bulunmasına kadar herhangi bir resmî soruşturmanın başlatılmadığı görülmektedir. Bu gecikme iki açıdan önem arz etmektedir: İlki devletin kötü muamele iddiası içeren şikâyetler karşısında derhâl verdiği tepki ile bu gibi olaylara müsamahakâr davranmadığını göstermesi, ikincisi ise belli bir zaman dâhilinde kaybolma olasılığı olan delillerin bir an önce toplanmasının sağlanmasıdır. Nitekim soruşturmanın başlamasındaki anılan gecikme olay anına ilişkin MOBESE görüntüleri ile özel bir işletmeye ait görüntülerin elde edilememesine neden olmuştur (bkz. § 15). Dolayısıyla derhâl resmî soruşturma başlatılması zorunluluğu açısından gerekli özenin gösterildiği söylenemeyecektir.
63. Başvurucunun İl Emniyet Müdürü ve Vali hakkında da şikâyetçi olmasına rağmen bu kişiler hakkında Cumhuriyet Başsavcılığınca bir karar verilmemesi şikâyeti de derhâl resmî soruşturma başlatılması ilkesi çerçevesinde ele alınmalıdır. Başvurucunun Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği şikâyet dilekçesinde İl Emniyet Müdürü ve Yardımcısı ile Vali'nin sadece ismen zikredildiği, bu kişiler hakkında neden ve hangi eylemleri doğrultusunda şikâyetçi olunduğunun belirtilmediği görülmektedir (bkz. § 11). Esasen bu kişiler hakkında sadece belli bir iddianın öne sürülmesi de yeterli olmayıp bu iddianın makul bazı delillerle savunulabilir şekilde ileri sürülmesi de resmî bir soruşturma başlatılması için ön şarttır (bkz. § 57). Dolayısıyla anılan kişiler açısından başvurucu, Cumhuriyet Başsavcılığına yeterli düzeyde açıklama ve makul delillerle desteklenmiş savunulabilir bir iddia sunmadığından bu hususta resmî bir soruşturma yürütülmemesi Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağı bağlamında bir ihlal sonucunu gerekli kılmamaktadır.
64. Başvurucu jandarma yerine polisin adli kolluk olarak soruşturmada yer almasının soruşturmanın bağımsız ve tarafsızlığını ihlal ettiğini ileri sürmüştür. Başvurucunun yaralanmasına neden olduğu ileri sürülen kolluk görevlisinin Ankara İl Emniyet Müdürlüğü Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü biriminde görevli olduğunda şüphe bulunmamaktadır. Nitekim başvurucu da suç duyurusunda bu birimden bahsetmiş ve bu birimde görevli olan kolluk görevlilerinden şikâyetçi olmuştur. Cumhuriyet Başsavcılığınca kolluğun ilgili birimi tarafından kayda alınan görüntüler ile toplantıya yapılan müdahaleye ilişkin kolluk evrakı zorunlu olarak şikâyet edilen kolluk birimlerinden istenmiştir. Zira ilgili kayıtların tutulduğu birim Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğüdür. Kamera kaydının incelenmesini ise kolluktan bağımsız bir bilirkişi yapmıştır (bkz. § 14). Olaya ilişkin kamera kaydı araştırmasını yapan görevliler ise şikâyet edilen Ankara Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü görevlileri değil Çankaya İlçe Emniyet Müdürlüğü görevlileridir. Dolayısıyla olaya karışan kolluk görevlilerinin soruşturmada delil toplama faaliyetinde bulunan adli kolluk görevlileri ile aynı kişiler olmadığı anlaşıldığından soruşturmanın bağımsız ve tarafsız olmadığı yönünde bir izlenim yaratıldığı söylenemez.
65. Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucunun yaralanmasına neden olan ilgili kolluk görevlisi ya da görevlilerinin tespiti yönünde yaptığı tek girişimin kolluğa yazdığı müzekkere ile sınırlı kaldığı görülmektedir. Kolluğun bu konuda net bir yanıt vermemesi ve birçok kolluk görevlisinin kimlik bilgilerini içeren uzun bir listeyi Cumhuriyet Başsavcılığına göndermesi sonrası şüpheli kimlik tespiti yapılması yönünde daha ileri bir araştırma yapılmadığı, soruşturmanın, şüpheli bilgisi "Ankara Emniyet Müdürlüğü Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü personelleri" şeklinde gösterilerek sonlandırıldığı görülmektedir. Oysa kolluğa yeni bir müzekkere yazılarak olağan şüpheli isim listesinin daraltılması ya da müştekiden olaya ilişkin tanıklarının bulunup bulunmadığının sorulması yoluna da gidilebilir. Bu açıdan da delillerin toplanmasında gerekli özenle hareket edildiği söylenemeyecektir.
66. Son olarak kovuşturmaya yer olmadığı kararında başvurucunun da katıldığı eylemde bazı göstericilerin barışçıl olmayan tutum ve davranışlarda bulunmaları nedeniyle toplantıya yapılan müdahalenin gerekli olduğu ve bu kapsamda kullanılan gücün de orantılı olup herhangi bir suça vücut vermediği belirtilmiştir. Ancak kararda başvurucu hakkında herhangi bir adli işlem yapılmadığı da belirtilmesine karşın başvurucuya karşı güç kullanımının neden gerekli ve orantılı olduğu hususunda bir kişiselleştirme yapılmamıştır. Oysa genel olarak olayın anlatılmasının yanı sıra başvurucu açısından da kendisine karşı kullanılan gücün gerekli ve orantılı olup olmadığının değerlendirilmesi Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağı kapsamındaki usul yükümlülüğünün bir gereğidir. Bu açıdan da soruşturmanın etkili olması için gerekli olan özenin gösterildiği söylenemeyecektir.
67. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
C. Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
68. Başvurucu, barışçıl bir biçimde katılmış olduğu protesto eyleminin kolluk görevlilerinin kullandığı orantısız güçle dağıtıldığını iddia ederek Sözleşme'nin 11. maddesi ile Anayasa'nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
69. Anayasa’nın "Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı" kenar başlıklı 34. maddesi şöyledir:
"Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.
Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ancak, milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla ve kanunla sınırlanabilir.
Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir."
70. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
i. Müdahalenin Varlığı
71. Başvurucunun katılmış olduğu bir protesto eylemi sırasında kolluk görevlileri tarafından güç kullanılması ile yaralandığı, bunun da toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına bir müdahale olduğu kabul edilmelidir.
ii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
72. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşullara uygun olmadığı müddetçe Anayasa’nın 34. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Anayasa’nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, ...yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ...demokratik toplum düzeninin ...gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."
73. Bu sebeple müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanunlar tarafından öngörülme, Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilen nedenlere dayanma ve demokratik toplum düzeninin gereklerine uygunluk koşullarını sağlayıp sağlamadığının belirlenmesi gerekir.
(1) Kanunilik
74. 2559 sayılı Kanun'un 16. maddesinin kanunla sınırlama ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır (bkz. § 24).
(2) Meşru Amaç
75. Başvurucuya toplantı sırasında müdahale edilmesinin Anayasa'nın 34. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan sebeplerden kamu düzeninin korunmasına yönelik önlemlerin bir parçası olduğu ve meşru bir amaç taşıdığı sonucuna varılmıştır.
(3)Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygunluk
(a) Genel İlkeler
76. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı, demokratik toplumun en temel değerleri arasında yer almakta olup bireylerin ortak fikirlerini birlikte savunmak ve başkalarına duyurmak için bir araya gelebilme imkânını korumayı amaçlamaktadır. Kolektif bir şekilde kullanılan ve düşüncelerini ifade etmek isteyen kişilere şiddeti dışlayan yöntemlerle düşüncelerini açıklama imkânı veren bu hak, çoğulcu demokrasilerin gelişmesinde zorunlu olan farklı düşüncelerin ortaya çıkması, korunması ve yayılmasını güvence altına almaktadır (Ferhat Üstündağ, B. No: 2014/15428, 17/7/2018, § 40; Dilan Ögüz Canan [GK], B. No: 2014/20411, 30/11/2017, § 36; Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 115; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, [GK], B. No: 2014/920, 25/5/2017, § 79; Osman Erbil, B. No: 2013/2394, 25/3/2015, § 45).
77. Temel hak ve özgürlüklere yönelik bir müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun kabul edilebilmesi için zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılaması (Tayfun Cengiz, B. No: 2013/8463, 18/9/2014, § 56; Adalet Mehtap Buluryer, B. No: 2013/5447, 16/10/2014, §§ 103-105; Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, 7/7/2015, § 51) ve orantılı (bazı farklılıklarla birlikte bkz. Dilan Ögüz Canan § 33, 56; Ferhat Üstündağ, § 48) olması gerekir.
78. Anayasa’nın 34. maddesi fikirlerin silahsız ve saldırısız, başka bir ifade ile barışçıl bir şekilde ortaya konulabilmesi için toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını güvence altına almıştır. Dolayısıyla toplantı hakkının amacı, şiddete başvurmayan ve fikirlerini barışçıl bir şekilde ortaya koyan bireylerin haklarının korunmasıdır. Demokratik bir toplumda, mevcut düzene itiraz eden ve barışçıl yöntemlerle değiştirilmesi ve gerçekleştirilmesi savunulan siyasi fikirlerin toplantı özgürlüğü ve diğer yasal araçlarla kendisini ifade edebilme imkânı sunulmalıdır. Şiddet kullanma niyetinde olan kişilerin katıldığı veya düzenlediği gösteriler barışçıl toplanma kavramı dışındadır. Dolayısıyla toplantı hakkının amacı, şiddete karışmayan ve fikirlerini barışçıl bir şekilde ortaya koyan bireylerin haklarının korunmasıdır (Dilan Ögüz Canan, § 37; Ali Rıza Özer ve diğerleri, §§ 117, 118; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 80; Osman Erbil, § 47; Gülşah Öztürk ve diğerleri, B. No: 2013/3936, 17/2/2016, §§ 67, 68; Ömer Faruk Akyüz, B. No:2015/9247, 4/4/2018, § 54). Barışçıl amaçlarla bir araya gelmiş kişilerin toplantı hakkını kullanırken kamu düzeni açısından tehlike oluşturmayan ve şiddet içermeyen davranışlarına devletin sabır ve hoşgörü göstermesi çoğulcu demokrasinin gereğidir (Dilan Ögüz Canan, § 36; Osman Erbil, § 54).
79. Barışçıl şekilde toplanan kişilere yapılan müdahalelerin demokratik toplumda kamu düzeninin korunması açısından gerekli olduğunun, müdahalenin kamu düzeninin bozulması veya bozulma tehlikesinin ortaya çıkması sebebiyle yapıldığının veya katılımcıların bu anayasal haklarını kullanırlarken sahip oldukları hak ve özgürlüklerin gerektirdiği ödev ve sorumluluklara uygun davranmadıklarının yetkili mercilerce (polis raporlarında, iddianamelerde veya derece mahkemelerinin gerekçelerinde) gösterilmesi gerekir (Dilan Ögüz Canan, § 53).
80. Toplanma hakkının barışçıl niteliği genel olarak bir bütün hâlinde değerlendirilerek ortaya konulmalıdır. Bunun dışında toplantı veya gösteri yürüyüşüne katılanların bir kısmının şiddete başvurması diğerleri açısından bu hakka müdahaleyi meşru kılmaz (Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 119). Genel olarak polisin müdahalesi orantılı kabul edilse de somut olayın özellikleri gözetildiğinde kolektif olarak kullanılan ancak bireysel hak olan toplanma hakkının başvurucuların eylemdeki tutumları çerçevesinde polisin müdahalesinin ölçülülüğü ayrı ayrı değerlendirilmelidir (Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 145).
(b) İlkelerin Olaya Uygulanması
81. Başvurucunun da katıldığı bir protesto gösterisinin kolluk görevlilerinin yaptığı müdahale ile dağıtılması sırasında başvurucu baş bölgesinden yaralanmıştır. Söz konusu protesto gösterisinde bir kısım gösterici tarafından kolluk görevlilerine taş, soda şişesi vb. cisimler atıldığı, kamu ve özel şahıs mallarına zarar verildiği kolluk tarafından düzenlenen tutanaklara ve bilirkişi raporuna yansımıştır (bkz. §§ 13, 14). Başka bir ifadeyle göstericiler arasında barışçıl olmayan birtakım kişilerin bulunduğu anlaşılmaktadır.
82. Öte yandan başvurucu hakkında söz konusu gösteriye katılması ve/veya burada bir suç işlemesi nedeniyle herhangi bir adli/idari işlemin yapılmadığı görülmektedir. Olay anına ilişkin görüntüler üzerinde yapılan inceleme sonucunda düzenlenen bilirkişi raporunda da aynı yönde bir tespitin bulunduğu görülmektedir. Ayrıca kovuşturmaya yer olmadığı kararında da aksi bir iddia ileri sürülmemektedir. Şu hâlde başvurucunun toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına kolluk görevlilerince yapılan müdahalenin zorunlu sosyal bir ihtiyaca karşılık geldiği kamu otoritesince gösterilememiştir. Buna göre başvurucunun toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına yapılan müdahale demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun değildir.
D. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
83. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı ile (2) numaralı fıkrası şöyledir:
"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."
84. Başvurucu kötü muamele yasağı ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğinin tespit edilmesi ve 20.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
85. Anayasa Mahkemesi Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60) başvurusuna dair vermiş olduğu kararda, bireysel başvuruya konu olayın incelenmesi sonucunda ihlal kararı verilmesi durumunda ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenler hususunda detaylı açıklamalarda bulunmuştur. Anılan içtihat doğrultusunda, 6216 sayılı Kanun uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için temel kural olan eski hâle getirmenin başvuruya konu olayda uygulanması gerektiği sonucuna varılmıştır.
86. Anayasa Mahkemesinin tespit edilen ihlalin giderilmesi amacıyla yeniden yargılama yapılmasına hükmettiği hâllerde ilgili usul kanunlarında düzenlenen yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak yargılamanın yenilenmesi sebebinin varlığının kabulü ve önceki kararın kaldırılması hususunda derece mahkemesinin herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Zira ihlal kararı verilen hâllerde yargılamanın yenilenmesinin gerekliliği hususundaki takdir derece mahkemelerine değil ihlalin varlığını tespit eden Anayasa Mahkemesine bırakılmıştır. Derece mahkemesi Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında belirttiği doğrultuda ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yapmakla yükümlüdür (Mehmet Doğan, § 59).
87. Başvuruda, Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi ve usul boyutunun ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin bir kısım delilin toplanmayarak gerekli olan kamu davasının açılmamasından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
88. Bu durumda insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağına ilişkin ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden etkin bir adli soruşturma yapılmasında ve sorumlu kolluk görevlisi ya da görevlileri hakkında kamu davası açılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Buna göre yapılacak yeniden soruşturma ise 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılması gereken iş, öncelikle ihlale yol açan kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın ortadan kaldırılması ve nihayet ihlal sonucuna uygun eksikliği belirtilen birtakım delillerin toplanmasının ardından sorumlu kolluk görevlisi ya da görevlileri hakkında kamu davası açmaktan ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden soruşturma yapılmak üzere Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına (Soruşturma No: 2013/91922) gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
89. Başvuruda, insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi ve usul boyutları ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
90. Anılan hakların ihlal edilmesi sonucu yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya -talebi de gözetilerek- net 20.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
91. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Adli yardım talebinin KABULÜNE,
B. 1. İnsan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA
C. 1. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi ve usul boyutlarının İHLAL EDİLDİĞİNE,
2. Anayasa’nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
D. Kararın bir örneğinin insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağına ilişkin ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmak üzere Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına GÖNDERİLMESİNE,
E. Başvurucuya net 20.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,
F. 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
G. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 20/11/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.