TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
DURAN EREN ŞAHİN BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2016/11928)
|
|
Karar Tarihi: 20/11/2019
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Recep
KÖMÜRCÜ
|
Üyeler
|
:
|
Engin
YILDIRIM
|
|
|
Celal Mümtaz
AKINCI
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
|
|
Recai AKYEL
|
Raportör
|
:
|
Hüseyin KAYA
|
Başvurucu
|
:
|
Duran Eren
ŞAHİN
|
Vekili
|
:
|
Av. Doğukan
Tonguç CANKURT
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, kamuoyunda Gezi Parkı eylemleri olarak bilinen bir
protesto eylemine kolluk görevlilerince güç kullanılarak yapılan müdahale
sırasında; orantısız güç kullanımı sonucu meydana gelen yaralanma ve bu olaya
ilişkin etkili soruşma yürütülmemesi nedeniyle insan haysiyetiyle bağdaşmayan
muamele yasağının, toplantının hukuka aykırı şekilde dağıtılması nedeniyle de
toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği iddialarına
ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 24/6/2016 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca, başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar
verilmiştir.
5. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
6. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş sunmamıştır.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal
Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler
çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:
9. Başvurucu 11/12/1990 doğumlu olup olay tarihinde Ankara'da
üniversite öğrencisidir.
10. 2/6/2013 tarihinde Kızılay Meydanı'nda gerçekleştirilen
protesto eylemine katılan başvurucu, eylem sırasında kolluk görevlisi
tarafından kullanılan göz yaşartıcı gaz tüfeğinden atılan bir kapsül ile baş
bölgesinden yaralanmış ve aynı tarihte Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesinde
(Hastane) tedavi edilerek hakkında genel adli muayene raporu düzenlenmiştir. Raporda
" ...sağ temporal
lob medial [sağ kulak üstü alanın ortası] kesimde 16x12 mm boyutlarında düzgün sınırlı kistik[içeriği sıvı formda olan kesecik] lezyon..." şeklinde bir tespit
bulunmakta olup bunun dışında herhangi bir yaralanma tespiti yapılmamıştır.
11. Başvurucu 12/7/2013 tarihinde Ankara Cumhuriyet
Başsavcılığına (Cumhuriyet Başsavcılığı) yaptığı suç duyurusunda ilgili kolluk
görevlilerinin ve kolluk amirlerinin yanı sıra Çevik Kuvvet biriminden sorumlu
İl Emniyet Müdür Yardımcısı ile İl Emniyet Müdürü ve Vali'den de şikâyetçi
olmuştur. Başvurucu, katılmış olduğu protesto gösterisinde kolluk görevlilerine
veya başka bir kimseye karşı herhangi bir suç işlemediği, barışçıl bir tutum
içinde hareket ettiği hâlde bir polis memurunun elindeki gaz tüfeği ile üzerine
nişan alarak kasıtlı biçimde atış yapması sonucu baş bölgesinden yaralandığını
iddia etmektedir. Başvurucu ayrıca kolluk görevlileri tarafından kullanılan
yoğun göz yaşartıcı gaza maruz kalmasından da yakınmaktadır. Başvurucu suç
duyurusu dilekçesinde, meydana gelen yaralanma nedeniyle ilgili kolluk
görevlileri ve amirlerinden şikâyetçi olduğunu detaylı şekilde açıklarken İl
Emniyet Müdürü ve Vali'den neden şikâyetçi olduğuna dair özel bir gerekçe
belirtmemiştir. Başvurucu açılacak adli soruşturmada, İl Emniyet Müdürlüğü
görevlilerinden şikâyetçi olduğundan soruşturmanın bağımsız ve tarafsızlığının
temini için adli kolluk olarak polis yerine jandarma görevlilerinin
kullanılmasını da talep etmiştir.
12. Cumhuriyet Başsavcılığınca aynı tarihte soruşturma başlatılmış,
kolluğa müzekkere yazılarak başvurucunun iddiaları kapsamında toplumsal bir
olaya müdahale edilip edilmediği, edildiyse gerekli uyarıların yapılıp
yapılmadığına ilişkin bilgi istenmiştir. Yazılan müzekkerede ayrıca olay anına
ilişkin varsa kolluğa ait kamera kaydı temini ile olay yerini gören kamu ya da
özel kişilere ait kamera kaydı araştırması yapılması istenmiştir. Bunun dışında
başvurucu hakkında 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri
Yürüyüşleri Kanunu'na muhalefet suçu kapsamında adli/idari bir işlem yapılıp
yapılmadığı da kolluktan sorulmuştur. Ayrıca başvurucunun yaralanmasına neden
olduğu iddia edilen polis memurunun kimlik bilgilerinin tespiti, bu mümkün
değilse olay yerinde gaz mühimmatı kullanmaya yetkili kolluk personelinin
kimlik bilgilerinin tespiti ve gönderilmesi istenmiştir.
13. Kolluğun Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği cevapta, önceden
haber vermeksizin 2/6/2013 tarihinde gerçekleştirilen protesto eyleminde
sayıları gittikçe artan bir gösterici grubun Kızılay Meydanı'na çıkan ana
yolları araç ve yaya trafiğine kapattığı, göstericilerden bazılarının yüzlerini
bezle kapattığı ve yapılan tüm ikazlara rağmen dağılmadığı belirtilmiştir.
Göstericilerden bazılarının kolluk görevlileri ile kolluk araçlarına, çevrede
bulunan kamu ve şahıs mallarına taş, sopa, soda şişesi vb. gibi cisimlerle
saldırıda bulunup zarar verdikleri, bazı kolluk görevlilerinin bu saldırılarda
yaralandığı da verilen bilgiler arasındadır. Cevap yazısında kamu düzeninin
tesisi amacıyla bu göstericilere karşı orantılı şekilde tazyikli su ve göz
yaşartıcı gazla müdahalede bulunulduğu, birçok göstericinin yakalanarak
hakkında adli işlem yapıldığı, ancak başvurucu hakkında herhangi bir adli işlem
yapılmadığı belirtilmiştir.
14. Cumhuriyet Başsavcılığı olaya ilişkin olarak kolluğun ilgili
birimi tarafından kayda alınan kamera kayıtlarını temin ederek veri hazırlama
ve kontrol işletmeni olan bir bilirkişi marifeti ile kayıtlar üzerinde inceleme
yaptırmıştır. Bilirkişi raporunda, kolluk tarafından kayda alınan ve biri
fotoğraf, yedisi görüntü kaydı içeren toplam sekiz DVD üzerinde inceleme
yapıldığı görülmektedir. Raporda, DVD'lerin tamamının kolluk tarafından
2/6/2013 tarihinde Kızılay Meydanı ve çevresinde kayda alınan görüntü ve
fotoğraflardan oluştuğu, görüntülerin muhtelif sürelerde ve sürekli olmadığı,
başvurucunun iddiasına konu olayı doğrulayan bir görüntü ya da fotoğrafa dair tespitin
yapılamadığı belirtilmiştir. Ayrıca her DVD içeriğine ilişkin görüntülerden
çeşitli kesitler barındıran fotoğraflara da raporda yer verilmiştir. Bu
fotoğraflarda yüzleri maskeli ve taş atan bazı göstericilerin olduğu, yollara
çeşitli barikatların kurulduğu, ateş yakıldığı, kolluk görevlilerinin göz
yaşartıcı gaz kullanarak göstericilere müdahale ettiği görülmektedir.
15. Olay yerini gösterebilecek trafik kamera kaydına (MOBESE)
ilişkin olarak Çankaya İlçe Emniyet Müdürlüğü görevlileri tarafından düzenlenen
30/7/2013 tarihli tutanakta; söz konusu kaydın otuz gün süre ile saklandığı, bu
nedenle olay tarihine ilişkin görüntüye ulaşılamadığı bilgisine yer
verilmiştir. Bir özel işletmenin güvenlik kamera sisteminin ise yirmi iki
günlük kayıt tuttuğu, bu sebeple olay tarihine ilişkin görüntülere
ulaşılamadığı aynı kolluk birimi tarafından düzenlenen 19/8/2013 tarihli başka
bir tutanakta ifade edilmiştir. Kent Güvenliği Yönetim Sistemi (KGYS)
kapsamında yapılan araştırmada ise sisteme ait ilgili kameraya 2/6/2013
tarihinde göstericiler tarafından zarar verildiğinden istenen görüntülere
erişilemediği belirtilmiştir.
16. Başvurucunun yaralandığı olayda gaz mühimmatı kullanan
personelin tespit edilemediği kolluk tarafından Cumhuriyet Başsavcılığına
bildirilmiştir. Bunun nedeni ise olay tarihinde -daha hassas korunması
gerektiği ifade edilen Başbakanlık binasının da bulunduğu- Kızılay Meydanı'nda
yoğun protesto eylemlerinin düzenlenmesi ve bu gösterilerde il dışından takviye
kolluk personelinin görevlendirilmesi olarak gösterilmiştir. Bu nedenle gaz
mühimmatı kullanmakla görevli personelin muhtelif zaman ve yerlerde, değişen
şekillerde görev aldığı, dolayısıyla başvurucunun şikâyetine konu yer ve zaman
diliminde tam olarak hangi personelin görev yaptığının tespit edilemediği
belirtilmiştir. Bu kapsamda olay tarihinde ve yerinde görev alan tüm kolluk
görevlilerinin listesi Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir. Bu bilgi
sonrası Cumhuriyet Başsavcılığınca şüpheli kimlik tespitine yönelik başkaca bir
girişimde bulunulduğu yönünde bir bilgi ya da belgeye dosya kapsamından
erişilememiştir.
17. Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucunun muayenesinin
yapıldığı tıbbi kayıtlar Hastaneye yazılan müzekkere ile temin edilmiş ve bu
doğrultuda Adli Tıp Kurumunca (ATK) düzenlenen kati adli rapor da dosya arasına
alınmıştır. ATK tarafından düzenlenen adli raporun ilgili kısmı şöyledir:
"...
Darp nedeniyle geldiği;sağ
saçlı deri içinde sağ tempora pariatelde
[kulak üstü kafatası çeperi]
2 cm'lik deriden hafif kabarıklık gösteren, deriden
koyu renkli nedbe tespit edildiğine, raporunda; sağ pariatelde
2 cm'lik kesi sütüre [dikiş] edildiği, sistem muayenelerinin doğal olduğu, BT'sinde [Bilgisayarlı Tomografi] acil patoloji saptanmadığı, hayati tehlikesinin
bulunmadığı, beyin cerrahi konsültasyon raporunda; acil beyin cerrahi patoloji
düşünülmediği kayıtlı olup, ek patoloji bildirilmediğine göre;
Yaralanmasının;
1-Kişinin yaşamını tehlikeye sokan bir durum
OLMADIĞINI,
2-Basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek
ölçüde hafif nitelikte OLDUĞUNU,
Bildirir rapordur."
18. Cumhuriyet Başsavcılığınca 26/3/2014 tarihinde başvurucunun
müşteki sıfatıyla ifadesi alınmıştır. Başvurucu ifadesinde protesto amacıyla
Kızılay Meydanı'nda bulunduğunu, ortamın çok kalabalık ve kargaşa içinde
olduğunu, bir üst geçidin camlarının birden kırıldığını, burada üniformalı ve
kasklı iki polisin belirdiğini, polislerden birinin kalabalık içindeki
göstericileri hedef olarak gösterdiğini, diğerinin ise gaz tüfeği ile bu
kişilere doğru atış yaptığını iddia etmiştir. Kendisinin de bu şekilde hedef
alınmak suretiyle atılan bir gaz mühimmatı ile başından yaralandığını ileri
süren başvurucu, yaralanmasına neden olan kolluk görevlilerinden ve tüm
sorumlulardan şikâyetçi olmuştur.
19. Cumhuriyet Başsavcılığınca 29/3/2016 tarihinde başvurucunun
şikâyetine ilişkin olarak kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmiştir. Kararda
şüpheli olarak sadece "Ankara Emniyet
Müdürlüğü Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü personelleri" ibaresine
yer verilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:
"...
Başsavcılığımızca yapılan soruşturma
kapsamında, olay tarih ve saatinde belirtilen alana ilişkin temin edilen
görüntü kayıtlarının 8/6/2015 tarihinde yaptırılan bilirkişi incelemesinde
müşteki Eren Şahin'in [Başvurucu] kolluk görevlilerince veya herhangi bir kimse tarafından darp
edildiğine ilişkin görüntü tespit edilememiştir.
Ankara Emniyet Müdürlüğünün Ekim 2013 tarih ve
58604142-6738.62399- 12508/2013 sayılı cevabi yazısında '2.6.2013 Pazar günü
çeşitli sivil toplum örgütleri ve marjinal gruplar organizesinde “İstanbul
Taksim Gezi Parkı AVM Projesini Protesto Etmek' amacıyla Kızılay Bölgesi,
Kolej, Tunalı Hilmi Caddesi ve İlimizin muhtelif yerlerinde toplanan eylemci
gruplar ana arterleri araç ile yaya trafiğine kapatmak suretiyle, içlerinden
bazı şahıslar da tanınmamak için de yüzlerini bez parçaları ile gizledikten ve
kendilerine sıkılan tazyikli su ile gazdan etkilenmemek için yüzlerini deniz
gözlüğü ile inşaatlarda kullanılan baretler ile kapattıktan sonra yapılan tüm
ikazlara rağmen dağılmayarak görevli bulunan emniyet mensuplan
ile araçlarına, akabinde de çevrede bulunan kamu ve özel mallara taş, sopa,
soda şişesi, sapan vb. sert cisimlerle saldırmışlardır. Bunun üzerine yapılan
şiddet içerikli kanuna aykırı eylemi sonlandırarak kamu düzeninin ve
güvenliğinin yeniden tesis edilebilmesi amacıyla orantılı olarak tazyikli su ve
gaz sıkılmak suretiyle eylemci gruplara müdahale edilmiştir. bununla
birilkte Eren Şahin isimli şahıs hakkında olay
tarihinde şubemizce herhangi bir işlem yapılmadığı anlaşılmıştır.' şeklinde
bilgi verilmiştir.
Başsavcılığımızca Müşteki Eren Şahin'in
iddiaları ve dosya kapsamındaki deliller birlikte değerlendirildiğinde 2.6.2013
tarihinde Kızılay bölgesinde 'İstanbul-Taksim Gezi Parkı AVM projesini Potesto etmek' amacıyla toplanan eylemci grupların ana
arterleri araç ile yaya trafiğine kapatmaları ve kolluk görevlilerince yapılan
tüm ikazlara rağmen dağılmayarak görevli bulunan kolluk görevlileri ile
araçlarına ayrıca çevrelerinde bulunan kamu ve özel mülkiyeti konu mallara taş,
sopa, soda şişesi, sapan vb. sert cisimlerle saldırmaları üzerine, şiddet
içerikli kanuna aykırı eyleme dönüşen gösteri ve yürüyüşe kamu düzeni ve
güvenliğini tesir etmek amacıyla kolluk güçlerinin biber gazı ve jopla müdahalede bulunması sırasında müştekinin basit tıbbi
müdahale ile giderilebilecek şekilde yaralanmasında, TCK 256 md.sinde düzenlenen kolluk görevlilerinin zor kullanma
sınırlarını aşmak suretiyle kasten yaralama suçunun yasal unsurları oluşmadığı
anlaşılmakla yasal unsurları oluşmayan kasten yaralama suçundan 2.6.2013
tarihli gösteriye müdahale eden Ankara Emniyet Müd.
Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü personeli hakkında kamu adına kovuşturma yer
olmadığına... [karar
verildi.]"
20. Başvurucu kovuşturmaya yer olmadığı kararına itiraz etmiş,
karar gerekçesinin usul ve yasaya uygun olduğunu belirten Ankara 1. Sulh Ceza
Hâkimliğinin (Hâkimlik) 11/5/2016 tarihli kararıyla itiraz reddedilmiştir. Ret
kararı 26/5/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
21. Başvurucu 24/6/2016 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
22. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Kasten yaralama" kenar başlıklı 86.
maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
"(1) Kasten başkasının
vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden
olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki
etkisinin basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması
halinde, mağdurun şikayeti üzerine, dört aydan bir
yıla kadar hapis veya adli para cezasına hükmolunur.
(3)
Kasten yaralama suçunun;
…
d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz
kötüye kullanılmak suretiyle,
…
işlenmesi halinde şikayet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır."
23. 5237 sayılı Kanun'un "Zor
kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması" kenar başlıklı 256.
maddesi şöyledir:
"(1) Zor kullanma
yetkisine sahip kamu görevlisinin, görevini yaptığı sırada, kişilere karşı
görevinin gerektirdiği ölçünün dışında kuvvet kullanması halinde, kasten
yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır."
24. 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet
Kanunu'nun "Zor ve silah kullanma" kenar
başlıklı 16. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
"Polis, görevini
yaparken direnişle karşılaşması halinde, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak
ölçüde zor kullanmaya yetkilidir.
Zor kullanma yetkisi kapsamında, direnmenin
mahiyetine ve derecesine göre ve direnenleri etkisiz hale getirecek şekilde
kademeli olarak artan nispette bedenî kuvvet, maddî güç ve kanunî şartları
gerçekleştiğinde silah kullanılabilir.
İkinci fıkrada yer alan;
a) Bedenî kuvvet; polisin direnen kişilere
karşı veya eşya üzerinde doğrudan doğruya kullandığı bedenî gücü,
b) Maddî güç; polisin direnen kişilere karşı
veya eşya üzerinde bedenî kuvvetin dışında kullandığı kelepçe, cop, basınçlı
ve/veya boyalı su, göz yaşartıcı gazlar veya tozlar, fizikî engeller, polis
köpekleri ve atları ile sair hizmet araçlarını,
ifade eder.
Zor kullanmadan önce, ilgililere direnmeye
devam etmeleri halinde doğrudan doğruya zor kullanılacağı ihtarı yapılır.
Ancak, direnmenin mahiyeti ve derecesi göz önünde bulundurularak, ihtar
yapılmadan da zor kullanılabilir.
Polis, zor kullanma yetkisi kapsamında
direnmeyi etkisiz kılmak amacıyla kullanacağı araç ve gereç ile kullanacağı
zorun derecesini kendisi takdir ve tayin eder. Ancak, toplu kuvvet olarak
müdahale edilen durumlarda, zor kullanmanın derecesi ile kullanılacak araç ve
gereçler müdahale eden kuvvetin amiri tarafından tayin ve tespit edilir.
..."
25. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun
"Bir suçun işlendiğini öğrenen
Cumhuriyet savcısının görevi"
kenar başlıklı 160. maddesi şöyledir:
"(1) Cumhuriyet
savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir
hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek
üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlar.
(2)
Cumhuriyet savcısı, maddî gerçeğin araştırılması ve adil bir yargılamanın
yapılabilmesi için, emrindeki adlî kolluk görevlileri marifetiyle, şüphelinin
lehine ve aleyhine olan delilleri toplayarak muhafaza altına almakla ve
şüphelinin haklarını korumakla yükümlüdür."
26. Anayasa Mahkemesi Ali
Ulvi Atunelli (B. No: 2014/11172,
12/6/2018, §§ 25-27) ve Özlem Kır (B.
No: 2014/5097, 28/9/2016, §§ 28-30) kararlarında
30/12/1982 tarihli ve 17914 sayılı Resmî Gazete’de
yayımlanan Polis Çevik Kuvvet Yönetmeliği’nin 25. maddesinin ilgili
kısımlarına, İçişleri Bakanlığının yayımladığı 25/8/2011 tarihli Toplumsal
Olaylarda Görevlendirilen Personelin Hareket Usul ve Esaslarına Dair Yönerge'nin 10. ve 12. maddelerinin ilgili kısımlarına,
Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından 26/6/2013 ve 22/7/2013 tarihlerinde
çıkarılan iki ayrı genelgeyle daha ayrıntılı hâle getirilen, Emniyet Genel
Müdürlüğünün Aralık 2008 tarihinde hazırladığı Göz Yaşartıcı Gaz Silahları ve
Mühimmatları Kullanım Talimatı'nın ilgili bölümlerine
yer vermiştir.
B. Uluslararası Hukuk
27. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) ilgili
maddelerine ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) konuya ilişkin
içtihatlarına Ali Ulvi Atunelli
(aynı kararda bkz. §§ 29-45) kararında yer verilmiştir.
28. Anayasa Mahkemesi Ali
Rıza Özer ve diğerleri ([GK], B. No: 2013/3924, 6/1/2015, §§ 47-51)
ve Özlem Kır (aynı kararda bkz.
§§ 31-35) kararlarında 13/1/1993
tarihli Kimyasal Silahların Geliştirilmesi, Üretimi, Stoklanması ve
Kullanımının Yasaklanması ve Bunların İmhası ile İlgili Sözleşme’ye,
Kolluk Görevlileri Tarafından Zor ve Ateşli Silah Kullanılması Hakkında Temel
İlkelerin [Birleşmiş Milletler (BM) Suçun Önlenmesi ve Suçluların Islahı
Sekizinci Kongresi, Havana, 27/8/1990-7/9/1990, BM, A/CONF.144/28/Rev.1, 1990,
s. 112-115] ilgili bölümlerine, BM barışçıl toplanma ve gösteri yapma
özgürlüğü özel raportörü tarafından hazırlanan raporun (BM İnsan Hakları
Komisyonu A/HRC/20/27, 21/5/2012) 35. maddesine, Avrupa İşkencenin ve İnsanlık
Dışı veya Onur Kırıcı Ceza veya Muamelenin Önlenmesi Komitesinin (CPT) biber
gazına ilişkin görüş ve tavsiyelerine yer vermiştir.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
29. Mahkemenin 20/11/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Adli Yardım Talebi
Yönünden
30. Anayasa Mahkemesinin Mehmet
Şerif Ay (B. No: 2012/1181, 17/9/2013) kararında belirtilen ilkeler
dikkate alınarak, geçimini önemli ölçüde zor duruma düşürmeksizin yargılama
giderlerini ödeme gücünden yoksun olduğu anlaşılan başvurucunun açıkça dayanaktan
yoksun olmayan adli yardım talebinin kabulüne karar verilmesi gerekir.
B. İnsan Haysiyetiyle
Bağdaşmayan Muamele Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
31. Başvurucu, katılmış olduğu bir protesto gösterisinde barışçıl
bir tutum içinde olmasına rağmen kolluk görevlisi tarafından kasten ve hedef
alınmak sureti ile atılan göz yaşartıcı gaz mühimmatı ile başından
yaralandığını iddia etmektedir. Başvurucu olay hakkında yürütülen adli
soruşturma kapsamında şikâyetçi olduğu İl Emniyet Müdürü ve Vali hakkında bir
karar verilmemesi ile hakkında düzenlenen adli rapora rağmen kovuşturmaya yer
olmadığı kararı verilmesiyle etkili soruşturma yükümlülüğünün ihlal edildiğini
ileri sürmektedir. Başvurucuya göre kolluk görevlisinin eylemi sonucu
yaralanması ve akabinde yapılan ceza soruşturmasının yetersizliği Anayasa'nın
17. maddesini ve Sözleşme'nin 3. maddesini ihlal etmiştir.
32. Başvurucu; Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yazılan
müzekkereler ile alınan bilirkişi raporunun olayı aydınlatmaktan uzak olduğunu,
adli kolluk olarak jandarma yerine polisin soruşturmada görevlendirilmesinin
soruşturmanın bağımsız ve tarafsızlığını bozduğunu iddia etmiştir. Başvurucu
ayrıca kolluk amirleri ve Vali hakkında herhangi bir işlem yapılmamasından da
yakınmaktadır. Başvurucu bu iddiaları kapsamında Anayasa'nın 40. maddesi ile
Sözleşme'nin 13. maddesinde güvence altına alınan etkili başvuru hakkının da
ihlal edildiğini ileri sürmektedir.
33. Başvurucu, kolluk görevlilerinin göstericilere karşı göz
yaşartıcı gaz tüfeğini orantısız şekilde kullandığını ve bu uygulamanın
sistematik bir hâl aldığını iddia etmiştir. Başvurucu bu iddiası kapsamında
başvuru formu ekinde 1/6/2013 tarihindeki başka bir protesto eylemine ait
olduğunu belirttiği iki adet CD sunmuştur. Bu görüntülerde kolluk
görevlilerinin göz yaşartıcı gazla yaptığı müdahale sırasında yaralanan bir
gösterici bulunduğu belirtilmiştir. Eldeki başvuruyla bir ilgisi
bulunmadığından söz konusu CD içeriği incelenmemiştir.
2. Değerlendirme
34. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun kolluk görevlisinin eylemi
sonucu yaralandığı ve bu olay hakkında yapılan ceza soruşturmasının etkili
olmadığı yönündeki iddiasının Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında
güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı
çerçevesinde incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir. Öte yandan başvurucunun
soruşturmanın bağımsız ve tarafsız şekilde yürütülmediği ve olayın maddi
koşullarını aydınlatmaktan uzak kaldığı yönündeki şikâyetleri ise anılan
yasağın usul boyutu içerisinde inceleneceğinden bu şikâyetler açısından ayrıca
etkili başvuru hakkı kapsamında bir inceleme yapılmasına gerek duyulmamıştır.
a. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
35. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan insan
haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın
kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
36. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
"Kimseye işkence ve
eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya
muameleye tabi tutulamaz."
37. İşkence ve kötü muamele yasağına ilişkin şikâyetlerin
devletin negatif ve pozitif yükümlülükleri dikkate alınarak maddi boyutlar ve
usul boyutları bakımından ayrı ayrı incelenmesi gerekmektedir. Devletin negatif
yükümlülüğü bireyleri işkence, insanlık dışı, aşağılayıcı muameleye ya da
cezaya tabi tutmama sorumluluğunu içerirken devletin pozitif yükümlülüğü hem
bireyleri bu tür muamelelerden korumayı (önleyici yükümlülük) hem de etkili bir
soruşturma yoluyla sorumluların tespiti ve cezalandırılması sorumluluğunu
(soruşturma yükümlülüğü) içermektedir. İşkence ve kötü muamele yasağının maddi
boyutu, negatif yükümlülük ile önleyici yükümlülüğü kapsamakta; pozitif
yükümlülüğün alanında kalan soruşturma yükümlülüğü ise usul boyutunu
oluşturmaktadır (benzer yöndeki inceleme usulünü içeren kararlar için bkz. Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293,
17/7/2014, § 75; Mehmet Şah Araş ve diğerleri, B. No: 2014/798, 28/9/2016,
§64; Mustafa Rollas,
B. No: 2014/7703, 2/2/2017, § 49).
38. Başvurucunun şikâyetine konu eylem bir devlet görevlisinden
sâdır olduğu için kural olarak devletin negatif yükümlülüğü kapsamında bir hak
ihlali olup olmadığının incelenmesi gerekir. Ayrıca başvurucunun kolluk
görevlileri hakkında kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilerek etkili
soruşturma yapılmadığı iddiası da bulunduğundan pozitif yükümlülükler kapsamında
etkili soruşturma yapma yükümlülüğü açısından da bir değerlendirme
yapılmalıdır.
i. İnsan Haysiyetiyle
Bağdaşmayan Muamele Yasağının Maddi Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia
Yönünden
(1) Genel
İlkeler
39. Herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme
hakkı Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınmıştır. Anılan maddenin
birinci fıkrasında insan onurunun korunması amaçlanmıştır. Üçüncü fıkrasında
ise kimseye işkence ve eziyet yapılamayacağı, kimsenin insan haysiyetiyle bağdaşmayan ceza veya
muameleye tabi tutulamayacağı hüküm altına alınmıştır.
40. Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası ve Sözleşme'nin 3.
maddesi istisna öngörmemekte ve işkence, insanlık dışı ve onur kırıcı muamele
ve cezaların yasaklanmasının mutlak mahiyetini belirtmektedir. Kötü muamele
yasağının mutlak mahiyeti Anayasa'nın 15. maddesi kapsamında belirtilen savaş
veya ulusun varlığını tehdit eden başka bir genel tehlike hâlinde dahi istisna
öngörmemiştir. Aynı şekilde Sözleşme'nin 15. maddesi kapsamında da benzer bir
düzenleme ile kötü muamele yasağına ilişkin herhangi bir istisna
öngörülmemiştir (Turan Günana,
B. No: 2013/3550, 19/11/2014, § 33).
41. Devletin bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve
geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu
hakka müdahale etmemelerini yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen
şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal zarar görmelerine neden olmamasını
gerektirir. Bu, devletin bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme
yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir (Cezmi
Demir ve diğerleri, § 81).
42. Öte yandan kötü muamele konusundaki iddialar, uygun
delillerle desteklenmelidir. İddia edilen olayların gerçekliğini tespit etmek
için, her türlü şüpheden uzak, makul kanıtların varlığı gerekir. Bu nitelikteki
bir kanıt, yeterince ciddi, açık ve tutarlı emarelerden ya da aksi ispat
edilemeyen birtakım karinelerden de oluşabilir. Bu bağlamda kanıtlar
toplanırken tarafların takındıkları tutumlar dikkate alınmalıdır. Ancak bu
uygun koşulların tespiti hâlinde bir kötü muamelenin varlığından bahsedilebilir
(Cezmi Demir ve diğerleri, § 95).
43. Bir muamelenin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının
kapsamına girebilmesi için asgari bir ağırlık derecesine ulaşmış olması
gerekmektedir. Bu asgari eşik göreceli olup her olayda asgari eşiğin aşılıp
aşılmadığı somut olayın özellikleri dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Bu
bağlamda muamelenin süresi, fiziksel ve ruhsal etkileri ile mağdurun cinsiyeti,
yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler önem taşımaktadır (Tahir Canan, § 23). Değerlendirmeye
alınacak bu unsurlara muamelenin amacı ve kastı ile ardındaki saik de
eklenebilir. Ayrıca kötü muamelenin, heyecanın ve duyguların yükseldiği
bağlamda meydana gelip gelmediğinin tespiti de dikkate alınması gereken diğer
faktörlerdir (Cezmi Demir ve diğerleri,
§ 83).
44. Anayasa ve Sözleşme tarafından kötü muamele, kişi üzerindeki
etkisi gözetilerek derecelendirilmiş ve farklı kavramlarla ifade edilmiştir.
Dolayısıyla Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında geçen ifadeler
arasında bir yoğunluk farkının bulunduğu görülmektedir. Bir muamelenin işkence olarak nitelendirilip nitelendirilmeyeceğini
belirleyebilmek için anılan fıkrada geçen eziyet
ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan
muamele kavramları ile işkence arasındaki ayrıma bakmak gerekmektedir. Bu
ayrımın özellikle çok ağır ve zalimane acılara neden olan kasti insanlık dışı
muamelelerdeki özel duruma işaret etmek ve bir derecelendirme yapmak amacıyla
Anayasa tarafından getirildiği ve anılan ifadelerin 5237 sayılı Kanun’da
düzenleme altına alınmış olan işkence,
eziyet ve hakaret suçlarının unsurlarından daha
geniş ve farklı bir anlam taşıdığı anlaşılmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 84).
45. Buna göre anayasal düzenleme bağlamında kişinin maddi ve
manevi varlığının bütünlüğüne en fazla zarar veren muamelelerin işkence olarak belirlenmesi mümkündür (Tahir Canan, § 22). Muamelelerin
ağırlığının yanı sıra İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı
Muamele veya Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin 1. maddesinde işkence teriminin özellikle bilgi almak,
cezalandırmak veya yıldırmak amacıyla ya da ayrımcı bir nedenle kasten ağır acı
veya ızdırap vermeyi kapsadığı belirtilerek kasıt unsuruna da yer verilmiştir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 85).
46. İşkence
seviyesine varmayan fakat yine de önceden tasarlanmış, uzun bir dönem içinde
saatlerce uygulanmış, fiziki yaralanmaya veya yoğun maddi veya manevi ızdıraba sebep olan insanlık dışı muameleler eziyet olarak tanımlanabilir (Tahir Canan, § 22). Bu hâllerde meydana
gelen acı, meşru bir muamele ya da cezada kaçınılmaz bir unsur olarak bulunan
acının ötesine geçmelidir. İşkenceden farklı olarak eziyette, ızdırap verme kastının
belli bir amaç doğrultusunda yapılması şartı aranmaz. Fiziksel saldırı, darp,
psikolojik sorgu teknikleri, kötü şartlarda tutma, kişiyi kötü muamele göreceği
bir yere sınır dışı ya da iade etme, devletin gözetimi altında kişinin
kaybolması, kişinin evinin yok edilmesi, ölüm cezasının infazının uzunca bir
süre beklenmesinin doğurduğu korku ve sıkıntı, çocuk istismarı gibi muameleler
Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamında eziyet olarak nitelendirilebilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 88).
47. Mağdurları küçük düşürebilecek ve utandırabilecek şekilde
kendilerinde korku, küçültülme, elem ve aşağılanma duygusu uyandıran veya
mağduru kendi iradesine ve vicdanına aykırı bir şekilde hareket etmeye
sürükleyen aşağılayıcı nitelikteki daha hafif muamelelerin ise insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele
veya ceza olarak tanımlanması mümkündür (Tahir
Canan, § 22). Burada eziyetten farklı
olarak kişi üzerinde uygulanan muamele, fiziksel ya da ruhsal acıdan öte küçük
düşürücü veya alçaltıcı bir etki oluşturmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 89).
48. Bir muamelenin bu kavramlardan hangisini oluşturduğunun
belirlenebilmesi için her somut olay kendi özel koşulları içinde
değerlendirilmelidir. Muamelenin kamuya açık olarak yapılması onun aşağılayıcı
ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan nitelikte olup olmamasında rol oynasa da bazı
durumlarda kişinin kendi gözünde küçük düşmesi de bu seviyedeki bir kötü
muamele için yeterli olabilmektedir. Ayrıca muamelenin küçük düşürme ya da
alçaltma kastı ile yapılıp yapılmadığı dikkate alınsa da böyle bir amacın
belirlenememesi, kötü muamele ihlali olmadığı anlamına gelmeyecektir. Bir
muamele hem insanlık dışı/eziyet hem de aşağılayıcı/insan haysiyetiyle
bağdaşmayan muamele niteliğinde olabilir. Her türlü işkence, aynı zamanda
insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele oluştururken insan haysiyetiyle
bağdaşmayan her aşağılayıcı muamele insanlık dışı/eziyet niteliğinde
olmayabilir. Tutulma koşulları, tutulanlara yapılan uygulamalar, ayrımcı
davranışlar, devlet görevlileri tarafından sarf edilen hakaretamiz ifadeler,
engelli kimselerin karşılaştığı kimi olumsuz durumlar, kişiye normal olmayan
bazı şeyleri yedirme içirme gibi aşağılayıcı muameleler insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele
olarak ortaya çıkabilir (Cezmi Demir ve
diğerleri, § 90).
49. Kişinin kendi davranışından veya tutumundan dolayı fiziksel
güce başvurmak kesinlikle zorunlu hâle gelmedikçe bu neviden fiiller, prensip
olarak Sözleşme’nin 3. maddesinde belirtilen yasağı ihlal edecektir. Bu
bağlamda AİHM, suçla mücadeleye özgü inkâr edilemez zorlukların bireylerin
vücut dokunulmazlığı açısından sağlanacak korumaya sınırlar koymasını haklı
kılamayacağını belirtmektedir (Ali Rıza Özer
ve diğerleri, § 81).
(2) İlkelerin
Olaya Uygulanması
50. Başvurucu, katılmış olduğu bir protesto eylemi sırasında
herhangi bir şiddet eylemine karışmadığı ve barışçıl bir tutum içinde olduğu
hâlde kolluk kuvvetince kullanılan gaz tüfeği mühimmatı ile yaralandığından
yakınmaktadır. Başvurucu bu iddiasını aynı gün tedavi gördüğü Hastane
tarafından düzenlenen adli raporla da desteklemektedir. Bu adli raporla
bağlantılı olarak Cumhuriyet Başsavcılığınca ayrıca ATK tarafından düzenlenen
rapor da temin edilmiş durumdadır. Şu hâlde başvurucunun iddiasını makul
birtakım delillerle destekleyemediği söylenemeyecektir. Kaldı ki kovuşturmaya
yer olmadığı kararında da başvurucunun iddiası dışında başkaca bir şekilde
yaralandığı yönünde yargısal bir değerlendirme yapılmamış, aksine kolluk
kuvvetinin kullandığı gücün orantılı olduğunun kabulü ile soruşturma
sonuçlandırılmıştır.
51. Başvurucuda meydana gelen yaralanmanın ağırlığı, yeri ve
olayın meydana geliş şekline ilişkin iddia bir bütün hâlinde
değerlendirildiğinde somut olayın kötü muamele yasağının kapsamı alanında
incelenmesi için aranan asgari ağırlık eşiğini aşmadığı da söylenemez.
52. Kolluk görevlilerinin protesto gösterileri gibi toplumsal
olaylara nasıl ve ne şekilde müdahale etmesi gerektiğine ilişkin kurallar
kanuni düzenleme ile belirlenmiştir (bkz. § 24). Somut olayda, başvurucunun da
katıldığı protesto eyleminde bazı göstericilerin barışçıl tutum içinde
olmadıkları, kolluk görevlilerine şiddet içeren saldırıda bulundukları, kamu ve
özel şahıs mallarına zarar verdikleri kolluk tarafından düzenlenen tutanaklarda
belirtilmiştir (bkz. § 13). Ayrıca olaya ilişkin görüntüleri inceleyen
bilirkişi tarafından da benzer yönde tespitlerin yapıldığı görülmektedir (bkz. §
14). Ancak başvurucunun kendisine karşı güç kullanılmasını gerekli kılan bir
tutum içerisinde olduğuna dair kolluk görevlilerince bir gerekçe ileri
sürülmediği gibi bilirkişi incelemesinde de başvurucuya karşı güç
kullanılmasını meşrulaştıracak bir tespit yapılmamıştır. Dahası Cumhuriyet
Başsavcılığınca kolluğa başvurucu hakkında -gösteri sırasında işlediği bir suç
nedeniyle- adli işlem yapılıp yapılmadığı sorulmuş, kolluk tarafından
yapılmadığı bildirilmiştir. Kovuşturmaya yer olmadığı kararında ise başvurucuya
karşı kolluğun güç kullandığı hususu kabul edilmekle birlikte bu gücün orantılı
olduğunun belirtilmesiyle yetinilmiş, başvurucunun yaralanmasının başkaca bir
olaydan kaynaklandığı yönünde bir değerlendirme de yapılmamıştır. Şu hâlde
başvurucuya karşı kolluk görevlileri tarafından güç kullanıldığı ve bu güç
kullanımının nedeninin bizatihi başvurucunun eyleminden kaynaklandığının ortaya
konulamadığı anlaşılmaktadır.
53. Toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde polisin müdahalesi
esnasında ortaya çıkan panik ve karmaşada gösteriye katılan ancak müdahale
edilmesi gerekmeyen kişilerin de müdahaleden etkilenmesi mümkündür. Bu durumda
polisten kontrollü hareket etmesi ve müdahaleyi gerektiren durumu yaratan
kişiler dışındakilerin müdahaleden etkilenmemesi için gerekli tedbirleri alması
beklenir. Ancak müdahalenin oluşturduğu karmaşa ve panik ortamında bu
tedbirlerin polis tarafından mutlak olarak uygulanmasının zorluğunu da kabul
etmek gerekir (Ali Rıza Özer ve diğerleri,
§ 94). Öncelikle belirtilmelidir ki göz yaşartıcı gaz fişeğinin bir atım aleti
(silahı) vasıtasıyla ateşlenmesi, bu silahın uygun olmayan bir tarzda
kullanılması durumunda ciddi yaralanmalara hatta ölümlere sebebiyet verme
potansiyelini taşımaktadır (Özlem Kır, §
63). Başvurucunun -başına isabet eden göz yaşartıcı gaz mühimmatı ile
yaralanmış olduğu yönündeki savunulabilir iddiası karşısında- toplantı hakkını
kullanırken barışçıl olmadığının kamu makamlarınca açıkça ortaya konulamadığı
görülmektedir. Bu durumda başvurucuya karşı kullanılan gücün gerekli olduğu söylenemez.Güç kullanımının
gerekli olmadığı sonucuna varıldığından somut olay özelinde ayrıca orantılılık
hususunda bir inceleme yapma gereği duyulmamıştır.
54. Diğer bir husus ise kolluğun Cumhuriyet Başsavcılığına
verdiği cevapta başvurucunun yaralandığı yerde gaz mühimmatı kullanmakla
görevli polis memurunun kim olduğunu tam olarak tespit edememesine dair sunduğu
gerekçedir (bkz. § 16). Burada belirtilen hususlar kolluğun toplumsal olaya
müdahalesi sırasında gerekli olan organizasyon ve planlamadaki eksikliği ile
doğrudan bağlantılı olarak yorumlanabilecektir (benzer yöndeki değerlendirmeler
için bkz. Cemil Danışman, B. No:
2013/6319, 16/7/2014, § 57; Özlem Kır, § 65; Pınar Durko, B.
No: 2015/16449, 28/6/2018, § 83). Bu yönüyle de kolluğun güç kullanımının bağlı
olması gerektiği sıkı denetim mekanizmasının zayıfladığı ve buna bağlı olarak
sadece gerekli olduğu hâl ve koşullarda güç kullanılmasının temininin
zorlaştığı söylenebilecektir.
55. Başvurucuya karşı kolluk görevlilerince gerekli olmadan
kullanılan gücünözellikle bilgi almak, cezalandırmak
veya yıldırmak amacıyla ya da ayrımcı bir nedenle kasten ağır acı veya ızdırap verme şeklinde gerçekleştirildiği
söylenememektedir. Eylemin uzun bir dönem içinde saatlerce uygulanmış, fiziki yaralanmaya
ya da yoğun maddi veya manevi ızdıraba sebep olacak
şekilde ortaya çıkmış olduğu da iddia edilemez. Bu durumda söz konusu eylemin
işkence veya eziyet boyutuna varmadığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla başvurucuya
uygulanan şiddetin düzeyi, süresi, şekli ve eylem nedeniyle başvurucuda meydana
gelen yaralanmanın basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte olması
hususları birlikte dikkate alındığında eylemin insan haysiyetiyle bağdaşmayan
muamele olarak tanımlanması mümkündür.
56. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü
fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele
yasağının maddi boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
ii. İnsan Haysiyetiyle
Bağdaşmayan Muamale Yasağının Usul Boyutunun İhlal
Edildiğine İlişkin İddia Yönünden
(1) Genel
İlkeler
57. Devletin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı
kapsamında sahip olduğu pozitif yükümlülüğünün usule ilişkin bir boyutu
bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, her türlü fiziksel ve
ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa
cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek
durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları önleyen
hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve karıştıkları
olaylarda kamu görevlilerinin ya da kurumlarının kendi sorumlulukları altında
meydana gelen olaylar için hesap vermelerini sağlamaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 110).
58. Buna göre bireyin bir devlet görevlisi tarafından hukuka
aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye
tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde
Anayasa’nın 17. maddesi -“Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5.
maddesindeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında- etkili resmî bir
soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma, sorumluların
belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır. Bu mümkün
olmazsa bu madde sahip olduğu öneme rağmen pratikte etkisiz hâle gelecek ve
bazı hâllerde devlet görevlilerinin fiilî dokunulmazlıktan yararlanarak
kontrolleri altında bulunan kişilerin haklarını istismar etmeleri mümkün
olacaktır (Tahir Canan,§ 25).
59. Devletin pozitif yükümlülüğü kapsamında bazen tek başına
soruşturma yapılmamış olması yahut da yeterli soruşturma yapılmamış olması kötü
muamele teşkil edebilmektedir. Dolayısıyla şartlar ne olursa olsun yetkililer,
resmî şikâyet yapılır yapılmaz harekete geçmelidirler. Şikâyet yapılmadığında
bile işkence veya kötü muamele olduğunu gösteren yeterli, kesin belirtiler
olduğunda soruşturma açılması sağlanmalıdır. Bu bağlamda soruşturmanın derhâl
başlaması, bağımsız biçimde, kamu denetimine tabi olarak, özenli ve süratli
yürütülmesi ve bir bütün olarak etkili olması gerekir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 116).
60. Yürütülecek ceza soruşturmaları, sorumluların tespitine ve
cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli olmalıdır.
Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edilebilmesi için soruşturma
makamlarının resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların
tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir. Dolayısıyla kötümuamele iddialarının gerektirdiği soruşturma bağımsız
bir şekilde hızlı ve derinlikli yürütülmelidir. Diğer bir ifadeyle yetkililer,
olay ve olguları ciddiyetle öğrenmeye çalışmalı; soruşturmayı sonlandırmak ya
da kararlarını temellendirmek için çabuk ve temelden yoksun sonuçlara
dayanmamalıdırlar (Cezmi Demir ve diğerleri,
§ 114).
61. Devlet memurları tarafından yapılan işkence ve kötü muamele
hakkında yürütülen soruşturmanın etkili olması için soruşturmadan sorumlu ve
tetkikleri yapan kişilerin olaylara karışan kişilerden bağımsız olması gerekir.
Soruşturmanın bağımsızlığı sadece hiyerarşik ya da kurumsal bağlantının
olmamasını değil ama aynı zamanda somut bir bağımsızlığı da gerektirir.
Dolayısıyla etkili bir soruşturmadan söz edilebilmesi için öncelikle
soruşturmanın bağımsız yürütülebilir bir niteliğe sahip olması gerekir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 117).
(2) İlkelerin Olaya
Uygulanması
62. Başvurucunun 2/6/2013 tarihinde katılmış olduğu toplantıda
yaralanması üzerine Hastaneye müracaat ederek tedavi olduğu ve aynı tarihte
hakkında genel adli muayene raporu tanzim edildiği anlaşılmaktadır (bkz. § 10).
Başvurucu hakkında düzenlenen bu adli rapor sonrası kamu otoritelerinin olaydan
haberdar olduğu ve bu kapsamda derhâl resmî bir soruşturma açılması gerektiği
söylenebilir (bkz. § 58). Ancak başvurucunun 12/7/2013 tarihinde (olaydan
yaklaşık kırk gün sonra) Cumhuriyet Başsavcılığına başvuruda bulunmasına kadar
herhangi bir resmî soruşturmanın başlatılmadığı görülmektedir. Bu gecikme iki
açıdan önem arz etmektedir: İlki devletin kötü muamele iddiası içeren
şikâyetler karşısında derhâl verdiği tepki ile bu gibi olaylara müsamahakâr
davranmadığını göstermesi, ikincisi ise belli bir zaman dâhilinde kaybolma
olasılığı olan delillerin bir an önce toplanmasının sağlanmasıdır. Nitekim
soruşturmanın başlamasındaki anılan gecikme olay anına ilişkin MOBESE
görüntüleri ile özel bir işletmeye ait görüntülerin elde edilememesine neden
olmuştur (bkz. § 15). Dolayısıyla derhâl resmî soruşturma başlatılması
zorunluluğu açısından gerekli özenin gösterildiği söylenemeyecektir.
63. Başvurucunun İl Emniyet Müdürü ve Vali hakkında da şikâyetçi
olmasına rağmen bu kişiler hakkında Cumhuriyet Başsavcılığınca bir karar
verilmemesi şikâyeti de derhâl resmî soruşturma başlatılması ilkesi
çerçevesinde ele alınmalıdır. Başvurucunun Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği
şikâyet dilekçesinde İl Emniyet Müdürü ve Yardımcısı ile Vali'nin sadece ismen
zikredildiği, bu kişiler hakkında neden ve hangi eylemleri doğrultusunda
şikâyetçi olunduğunun belirtilmediği görülmektedir (bkz. § 11). Esasen bu
kişiler hakkında sadece belli bir iddianın öne sürülmesi de yeterli olmayıp bu
iddianın makul bazı delillerle savunulabilir şekilde ileri sürülmesi de resmî
bir soruşturma başlatılması için ön şarttır (bkz. § 57). Dolayısıyla anılan
kişiler açısından başvurucu, Cumhuriyet Başsavcılığına yeterli düzeyde açıklama
ve makul delillerle desteklenmiş savunulabilir bir iddia sunmadığından bu
hususta resmî bir soruşturma yürütülmemesi Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü
fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağı bağlamında bir ihlal
sonucunu gerekli kılmamaktadır.
64. Başvurucu jandarma yerine polisin adli kolluk olarak
soruşturmada yer almasının soruşturmanın bağımsız ve tarafsızlığını ihlal
ettiğini ileri sürmüştür. Başvurucunun yaralanmasına neden olduğu ileri sürülen
kolluk görevlisinin Ankara İl Emniyet Müdürlüğü Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü
biriminde görevli olduğunda şüphe bulunmamaktadır. Nitekim başvurucu da suç
duyurusunda bu birimden bahsetmiş ve bu birimde görevli olan kolluk görevlilerinden
şikâyetçi olmuştur. Cumhuriyet Başsavcılığınca kolluğun ilgili birimi
tarafından kayda alınan görüntüler ile toplantıya yapılan müdahaleye ilişkin
kolluk evrakı zorunlu olarak şikâyet edilen kolluk birimlerinden istenmiştir.
Zira ilgili kayıtların tutulduğu birim Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğüdür. Kamera
kaydının incelenmesini ise kolluktan bağımsız bir bilirkişi yapmıştır (bkz. §
14). Olaya ilişkin kamera kaydı araştırmasını yapan görevliler ise şikâyet
edilen Ankara Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü görevlileri değil Çankaya İlçe
Emniyet Müdürlüğü görevlileridir. Dolayısıyla olaya karışan kolluk
görevlilerinin soruşturmada delil toplama faaliyetinde bulunan adli kolluk
görevlileri ile aynı kişiler olmadığı anlaşıldığından soruşturmanın bağımsız ve
tarafsız olmadığı yönünde bir izlenim yaratıldığı söylenemez.
65. Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucunun yaralanmasına neden
olan ilgili kolluk görevlisi ya da görevlilerinin tespiti yönünde yaptığı tek
girişimin kolluğa yazdığı müzekkere ile sınırlı kaldığı görülmektedir. Kolluğun
bu konuda net bir yanıt vermemesi ve birçok kolluk görevlisinin kimlik
bilgilerini içeren uzun bir listeyi Cumhuriyet Başsavcılığına göndermesi
sonrası şüpheli kimlik tespiti yapılması yönünde daha ileri bir araştırma
yapılmadığı, soruşturmanın, şüpheli bilgisi "Ankara Emniyet Müdürlüğü Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü personelleri"
şeklinde gösterilerek sonlandırıldığı görülmektedir. Oysa kolluğa yeni bir
müzekkere yazılarak olağan şüpheli isim listesinin daraltılması ya da
müştekiden olaya ilişkin tanıklarının bulunup bulunmadığının sorulması yoluna
da gidilebilir. Bu açıdan da delillerin toplanmasında gerekli özenle hareket
edildiği söylenemeyecektir.
66. Son olarak kovuşturmaya yer olmadığı kararında başvurucunun
da katıldığı eylemde bazı göstericilerin barışçıl olmayan tutum ve
davranışlarda bulunmaları nedeniyle toplantıya yapılan müdahalenin gerekli
olduğu ve bu kapsamda kullanılan gücün de orantılı olup herhangi bir suça vücut
vermediği belirtilmiştir. Ancak kararda başvurucu hakkında herhangi bir adli
işlem yapılmadığı da belirtilmesine karşın başvurucuya karşı güç kullanımının
neden gerekli ve orantılı olduğu hususunda bir kişiselleştirme yapılmamıştır.
Oysa genel olarak olayın anlatılmasının yanı sıra başvurucu açısından da kendisine
karşı kullanılan gücün gerekli ve orantılı olup olmadığının değerlendirilmesi
Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele
yasağı kapsamındaki usul yükümlülüğünün bir gereğidir. Bu açıdan da
soruşturmanın etkili olması için gerekli olan özenin gösterildiği
söylenemeyecektir.
67. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında
güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının usul
boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
C. Toplantı ve Gösteri
Yürüyüşü Düzenleme Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
68. Başvurucu, barışçıl bir biçimde katılmış olduğu protesto
eyleminin kolluk görevlilerinin kullandığı orantısız güçle dağıtıldığını iddia
ederek Sözleşme'nin 11. maddesi ile Anayasa'nın 34. maddesinde güvence altına
alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
2. Değerlendirme
69. Anayasa’nın "Toplantı
ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı" kenar başlıklı 34. maddesi
şöyledir:
"Herkes, önceden izin
almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına
sahiptir.
Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ancak,
milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve
genel ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla ve
kanunla sınırlanabilir.
Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme
hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir."
a. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
70. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan
toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Müdahalenin Varlığı
71. Başvurucunun katılmış olduğu bir protesto eylemi sırasında
kolluk görevlileri tarafından güç kullanılması ile yaralandığı, bunun da
toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına bir müdahale olduğu kabul
edilmelidir.
ii. Müdahalenin İhlal
Oluşturup Oluşturmadığı
72. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde
belirtilen koşullara uygun olmadığı müddetçe Anayasa’nın 34. maddesinin
ihlalini teşkil edecektir. Anayasa’nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Temel hak ve
hürriyetler, ...yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ...demokratik
toplum düzeninin ...gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."
73. Bu sebeple müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen
ve somut başvuruya uygun düşen, kanunlar tarafından öngörülme, Anayasa’nın
ilgili maddesinde belirtilen nedenlere dayanma ve demokratik toplum düzeninin
gereklerine uygunluk koşullarını sağlayıp sağlamadığının belirlenmesi gerekir.
(1) Kanunilik
74. 2559 sayılı Kanun'un 16. maddesinin kanunla sınırlama
ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır (bkz. § 24).
(2) Meşru
Amaç
75. Başvurucuya toplantı sırasında müdahale edilmesinin
Anayasa'nın 34. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan sebeplerden kamu düzeninin korunmasına yönelik
önlemlerin bir parçası olduğu ve meşru bir amaç taşıdığı sonucuna varılmıştır.
(3)Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygunluk
(a) Genel
İlkeler
76. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı, demokratik
toplumun en temel değerleri arasında yer almakta olup bireylerin ortak
fikirlerini birlikte savunmak ve başkalarına duyurmak için bir araya gelebilme
imkânını korumayı amaçlamaktadır. Kolektif bir şekilde kullanılan ve
düşüncelerini ifade etmek isteyen kişilere şiddeti dışlayan yöntemlerle
düşüncelerini açıklama imkânı veren bu hak, çoğulcu demokrasilerin gelişmesinde
zorunlu olan farklı düşüncelerin ortaya çıkması, korunması ve yayılmasını
güvence altına almaktadır (Ferhat Üstündağ,
B. No: 2014/15428, 17/7/2018, § 40; Dilan Ögüz Canan [GK], B. No: 2014/20411, 30/11/2017,
§ 36; Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 115; Eğitim
ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, [GK], B. No: 2014/920,
25/5/2017, § 79; Osman Erbil, B.
No: 2013/2394, 25/3/2015, § 45).
77. Temel hak ve özgürlüklere yönelik bir müdahalenin demokratik
toplum düzeninin gereklerine uygun
kabul edilebilmesi için zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılaması (Tayfun Cengiz, B. No: 2013/8463,
18/9/2014, § 56; Adalet Mehtap Buluryer, B. No: 2013/5447, 16/10/2014, §§
103-105; Tansel Çölaşan, B. No:
2014/6128, 7/7/2015, § 51) ve orantılı (bazı farklılıklarla birlikte bkz. Dilan Ögüz Canan
§ 33, 56; Ferhat Üstündağ, § 48) olması gerekir.
78. Anayasa’nın 34. maddesi fikirlerin silahsız ve saldırısız, başka bir ifade
ile barışçıl bir şekilde ortaya konulabilmesi için toplantı ve gösteri yürüyüşü
düzenleme hakkını güvence altına almıştır. Dolayısıyla toplantı hakkının amacı,
şiddete başvurmayan ve fikirlerini barışçıl bir şekilde ortaya koyan bireylerin
haklarının korunmasıdır. Demokratik bir toplumda, mevcut düzene itiraz eden ve
barışçıl yöntemlerle değiştirilmesi ve gerçekleştirilmesi savunulan siyasi
fikirlerin toplantı özgürlüğü ve diğer yasal araçlarla kendisini ifade edebilme
imkânı sunulmalıdır. Şiddet kullanma niyetinde olan kişilerin katıldığı veya
düzenlediği gösteriler barışçıl toplanma kavramı dışındadır. Dolayısıyla
toplantı hakkının amacı, şiddete karışmayan ve fikirlerini barışçıl bir şekilde
ortaya koyan bireylerin haklarının korunmasıdır (Dilan Ögüz Canan, § 37; Ali Rıza Özer ve diğerleri, §§ 117, 118; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri,
§ 80; Osman Erbil, § 47; Gülşah Öztürk ve diğerleri, B. No:
2013/3936, 17/2/2016, §§ 67, 68; Ömer Faruk
Akyüz, B. No:2015/9247, 4/4/2018, § 54). Barışçıl amaçlarla bir
araya gelmiş kişilerin toplantı hakkını kullanırken kamu düzeni açısından
tehlike oluşturmayan ve şiddet içermeyen davranışlarına devletin sabır ve
hoşgörü göstermesi çoğulcu demokrasinin gereğidir (Dilan Ögüz Canan, § 36; Osman Erbil, § 54).
79. Barışçıl şekilde toplanan kişilere yapılan müdahalelerin
demokratik toplumda kamu düzeninin korunması açısından gerekli olduğunun,
müdahalenin kamu düzeninin bozulması veya bozulma tehlikesinin ortaya çıkması
sebebiyle yapıldığının veya katılımcıların bu anayasal haklarını kullanırlarken
sahip oldukları hak ve özgürlüklerin gerektirdiği ödev ve sorumluluklara uygun
davranmadıklarının yetkili mercilerce (polis raporlarında, iddianamelerde veya
derece mahkemelerinin gerekçelerinde) gösterilmesi gerekir (Dilan Ögüz Canan,
§ 53).
80. Toplanma hakkının barışçıl niteliği genel olarak bir bütün
hâlinde değerlendirilerek ortaya konulmalıdır. Bunun dışında toplantı veya
gösteri yürüyüşüne katılanların bir kısmının şiddete başvurması diğerleri
açısından bu hakka müdahaleyi meşru kılmaz (Ali
Rıza Özer ve diğerleri, §
119). Genel olarak polisin müdahalesi orantılı kabul edilse de somut olayın
özellikleri gözetildiğinde kolektif olarak kullanılan ancak bireysel hak olan
toplanma hakkının başvurucuların eylemdeki tutumları çerçevesinde polisin
müdahalesinin ölçülülüğü ayrı ayrı değerlendirilmelidir (Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 145).
(b) İlkelerin
Olaya Uygulanması
81. Başvurucunun da katıldığı bir protesto gösterisinin kolluk
görevlilerinin yaptığı müdahale ile dağıtılması sırasında başvurucu baş
bölgesinden yaralanmıştır. Söz konusu protesto gösterisinde bir kısım gösterici
tarafından kolluk görevlilerine taş, soda şişesi vb. cisimler atıldığı, kamu ve
özel şahıs mallarına zarar verildiği kolluk tarafından düzenlenen tutanaklara
ve bilirkişi raporuna yansımıştır (bkz. §§ 13, 14). Başka bir ifadeyle göstericiler
arasında barışçıl olmayan birtakım kişilerin bulunduğu anlaşılmaktadır.
82. Öte yandan başvurucu hakkında söz konusu gösteriye katılması
ve/veya burada bir suç işlemesi nedeniyle herhangi bir adli/idari işlemin
yapılmadığı görülmektedir. Olay anına ilişkin görüntüler üzerinde yapılan
inceleme sonucunda düzenlenen bilirkişi raporunda da aynı yönde bir tespitin
bulunduğu görülmektedir. Ayrıca kovuşturmaya yer olmadığı kararında da aksi bir
iddia ileri sürülmemektedir. Şu hâlde başvurucunun toplantı ve gösteri yürüyüşü
düzenleme hakkına kolluk görevlilerince yapılan müdahalenin zorunlu sosyal bir
ihtiyaca karşılık geldiği kamu otoritesince gösterilememiştir. Buna göre
başvurucunun toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına yapılan müdahale demokratik
toplum düzeninin gereklerine uygun değildir.
D. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi
Yönünden
83. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının ilgili kısmı ile (2) numaralı fıkrası şöyledir:
"(1) Esas inceleme
sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar
verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2)
Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve
sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili
mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan
hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava
açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme,
Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."
84. Başvurucu kötü muamele yasağı ile toplantı ve gösteri
yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğinin tespit edilmesi ve 20.000 TL
manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
85. Anayasa Mahkemesi Mehmet
Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60) başvurusuna dair
vermiş olduğu kararda, bireysel başvuruya konu olayın incelenmesi sonucunda
ihlal kararı verilmesi durumunda ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması
için yapılması gerekenler hususunda detaylı açıklamalarda bulunmuştur. Anılan
içtihat doğrultusunda, 6216 sayılı Kanun uyarınca ihlalin ve sonuçlarının
ortadan kaldırılması için temel kural olan eski hâle getirmenin başvuruya konu
olayda uygulanması gerektiği sonucuna varılmıştır.
86. Anayasa Mahkemesinin tespit edilen ihlalin giderilmesi
amacıyla yeniden yargılama yapılmasına hükmettiği hâllerde ilgili usul
kanunlarında düzenlenen yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak yargılamanın
yenilenmesi sebebinin varlığının kabulü ve önceki kararın kaldırılması
hususunda derece mahkemesinin herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Zira
ihlal kararı verilen hâllerde yargılamanın yenilenmesinin gerekliliği
hususundaki takdir derece mahkemelerine değil ihlalin varlığını tespit eden
Anayasa Mahkemesine bırakılmıştır. Derece mahkemesi Anayasa Mahkemesinin ihlal
kararında belirttiği doğrultuda ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken
işlemleri yapmakla yükümlüdür (Mehmet Doğan,
§ 59).
87. Başvuruda, Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında
güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi ve
usul boyutunun ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda
ihlalin bir kısım delilin toplanmayarak gerekli olan kamu davasının
açılmamasından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
88. Bu durumda insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağına
ilişkin ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden etkin bir adli
soruşturma yapılmasında ve sorumlu kolluk görevlisi ya da görevlileri hakkında
kamu davası açılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Buna göre yapılacak yeniden
soruşturma ise 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre
ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda
Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılması gereken iş, öncelikle ihlale yol açan
kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın ortadan kaldırılması ve nihayet ihlal
sonucuna uygun eksikliği belirtilen birtakım delillerin toplanmasının ardından
sorumlu kolluk görevlisi ya da görevlileri hakkında kamu davası açmaktan
ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden soruşturma yapılmak üzere
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına (Soruşturma No: 2013/91922) gönderilmesine
karar verilmesi gerekir.
89. Başvuruda, insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının
maddi ve usul boyutları ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının
ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
90. Anılan hakların ihlal edilmesi sonucu yalnızca ihlal
tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya
-talebi de gözetilerek- net 20.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar
verilmesi gerekir.
91. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 2.475 TL vekâlet
ücretinden oluşan yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi
gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Adli yardım talebinin KABULÜNE,
B. 1. İnsan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal
edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA
C. 1. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence
altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi ve usul
boyutlarının İHLAL EDİLDİĞİNE,
2. Anayasa’nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve
gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
D. Kararın bir örneğinin insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele
yasağına ilişkin ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden
soruşturma yapılmak üzere Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına GÖNDERİLMESİNE,
E. Başvurucuya net 20.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,
F. 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderinin
BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
G. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve
Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına,
ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine
kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
20/11/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.