TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
MUZAFFER UZUN BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2016/12626)
|
|
Karar Tarihi: 16/1/2020
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Recep KÖMÜRCÜ
|
Üyeler
|
:
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
|
|
Recai AKYEL
|
Raportör
|
:
|
Olcay ÖZCAN
|
Başvurucu
|
:
|
Muzaffer UZUN
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, ücret farkının ödenmesi istemiyle açılan davanın
yerleşik içtihada aykırı karar verilerek reddedilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi
nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 30/6/2016 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar
özetle şöyledir:
8. 1964 doğum tarihli ve Adana'da ikamet etmekte olan başvurucu,
iki yıllık Meslek Yüksek Okulu mezunudur.
9. Başvurucu, T. Elektrik Dağıtım A.Ş. (Şirket) bünyesinde
20/11/1998-5/5/2003 tarihleri arasında sözleşmeli teknik şef olarak görev
yapmış ve 5/5/2003 tarihinden sonra görevine sözleşmeli teknik uzman olarak
devam etmiştir.
10. Başvurucu 5/11/2009 tarihinde, aynı kurumda ve aynı unvanla
çalışan dört yıllık yüksek okul mezunu kişilere eğitim durumu dikkate alınarak
daha fazla ücret ödenmesinin mevzuata aykırı olduğu gerekçesiyle Şirkete
başvurmuş ve geriye yönelik ücret farklarının ödenmesini istemiştir.
11. Başvurucu, talebinin zımnen reddedildiği gerekçesiyle anılan
işlemin iptali ile geriye dönük (1998-2009 dönemi) 29.676 TL ücret farkının
ödenmesi istemiyle 21/1/2010 tarihinde dava açmıştır. Dava dilekçesinde,
22/1/1990 tarihli ve 399 sayılı Kamu İktisadi Teşebbüsleri Personel Rejiminin
Düzenlenmesi ve 233 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Bazı Maddelerinin
Yürürlükten Kaldırılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname'nin (399 sayılı KHK)
26. maddesinde ve Tedaş Görevde Yükselme ve Unvan Değişikliği Yönetmeliği'nde
belirlenecek ücretin hesabında öğrenim durumunun esas alınmasına yönelik bir
düzenleme bulunmadığı, 399 sayılı KHK'nın 26. maddesinde 2007 yılında yapılan
değişiklikle ücret hesabında eğitim düzeyinin esas alınacağının belirlendiği,
ancak kanun değişikliğinden önceki kazanılmış hakların saklı tutulması
gerektiği ileri sürülmüştür. Şirket, başvurucunun 5/11/2009 tarihli başvurusuna
davanın açılmasından sonra 25/1/2010 tarihinde cevap vermiş ve talebi
reddetmiştir.
12. Adana 1. İdare Mahkemesi (Mahkeme) 12/11/2010 tarihinde
davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesi özetle şöyledir:
i. 399 sayılı KHK'nın değişik 25. maddesinin (c) bendinde,
Kararname'ye ekli (1) sayılı cetvel kapsamı dışında kalan sözleşmeli personele
ödenecek sözleşme ücretinin temel ücret, başarı ve kıdem ücreti toplamından
oluşacağı ve 26. maddesinde temel ücret tutarının sözleşmeli personelin unvanı,
eğitim düzeyi, iş gerekleri,
işyeri ve çalışma şartları dikkate alınmak suretiyle belirleneceği belirtilerek
eğitim düzeyi kıstasına açıkça yer verildiği, bu nedenle personelin eğitim
seviyesine göre farklı miktarlarda temel ücret belirlenerek bu doğrultuda ödeme
yapılacağı açıktır.
ii. İşlem tarihi itibarıyla 399 sayılı KHK'nın 26. maddesinde
yapılan değişiklikle sözleşmeli personelin temel ücretinin belirlenmesinde
eğitim düzeyi kıstası getirilmiştir. Mevzuatta yapılan değişiklikle eğitim
düzeyinin ölçü alınarak temel ücretin belirlenmesinde ve bu nedenle başvurucu
isteğinin reddedilmesinde hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
iii. Anayasa'nın 125. maddesinde, idarenin işlem ve
eylemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olması ve davalı idarece tesis
edilen işlemin hukuka uygun olması nedeniyle tazminat isteminin de reddi
gerektiği açıktır.
13. Temyiz edilen karar Danıştay Onbirinci Dairesince (Daire)
6/5/2014 tarihinde onanmıştır.
14. Yapılan karar düzeltme istemi de aynı Daire tarafından
28/3/2016 tarihinde reddedilmiş ve karar kesinleşmiştir. Nihai karar 8/6/2016
tarihinde tebliğ edilmiştir.
15. Başvurucu 30/6/2016 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
1. İlgili Mevzuat
16. 399 sayılı KHK'nın başvurucunun iddiasına konu dönemde
yürürlükte bulunan "Aylık ve
ücretler" kenar başlıklı 25. maddesi şöyledir:
"a) Ekli 1 sayılı cetvelde kadro unvan ve
dereceleri gösterilen personel aylık ve özlük hakları bakımından 657 sayılı
Devlet Memurları Kanunu hükümlerine tabidir.
Bu personel, 657 sayılı Devlet Memurları
Kanununun ek geçici 21 nci maddesinde öngörülen ikramiyelerden yararlandırılır.
İkramiyelerle ilgili olarak kuruluşların özel kanunlarındaki hükümler saklıdır.
b) Bakanlar Kurulu teşebbüs ve bağlı
ortaklıkların iş ve hizmet özelliklerini dikkate alarak bunları en çok üç gruba
ayırmak suretiyle gruplandırmaya ve gruplar itibarıyla 3 ncü maddenin (b)
bendine göre kadrolarında sözleşmeli çalıştırılacak personele ödenecek sözleşme
ücretlerini kadro aylıklarının (ek gösterge ve her türlü zam ve tazminatlar
dahil) en çok altı katını geçmemek üzere tespite yetkilidir.
Sözleşmeleri feshedilenler kadro aylıklarını
almaya devam ederler.
c) Ekli 1 sayılı cetvelin dışında kalan
sözleşmeli personele ödenecek sözleşme ücreti; temel ücret ile başarı ve kıdem
ücretleri toplamından oluşur ve bu ücret asgari ücretin altında olamaz.
Sözleşme ücretlerinim tavanı her yıl bütçe kanunları ile belirlenir. Kamu
personeli için uygulanan aylık katsayısının mali yılın ikinci yarısı için
değiştirilmesi halinde Bakanlar Kurulu sözleşmeli personel ücretlerinin
tavanını mali yılın ikinci yarısı için değiştirilmeye yetkilidir.''
17. 399 sayılı KHK'nın başvurucunun iddiasına konu dönemde
yürürlükte bulunan "Temel ücret"
kenar başlıklı 26. maddesi şöyledir:
"Temel ücret tutarları, sözleşmeli
personelin unvanı iş gerekleri, işyeri ve çalışma şartları dikkate alınmak
suretiyle teşebbüs ve bağlı ortaklıklarca tespit edilir.
Teşebbüs ve bağlı ortaklıklar, sözleşmeli
personeline unvanları itibarıyla uygulayacakları azami temel ücret miktarlarına
ilişkin tekliflerini 15 Kasım tarihine kadar Devlet Personel Başkanlığına
gönderirler. Bu teklifler Devlet Personel Başkanlığınca teşebbüs ve bağlı
ortaklıklar arasında ücret dengesi ve uygulama birliği sağlamaya yönelik
önerilerle birlikte Yüksek Planlama Kurulunun onayına sunulur.''
18. 399 sayılı KHK'nın hâlen yürürlükte bulunan "Aylık ve ücretler" kenar
başlıklı 25. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"a) Ekli 1 sayılı cetvelde kadro unvan ve
dereceleri gösterilen personel aylık ve özlük hakları bakımından 657 sayılı
Devlet Memurları Kanunu hükümlerine tabidir.
(Mülga ikinci paragraf: 11/10/2011-KHK-666/1
md.)
b) (Mülga : 11/10/2011-KHK-666/1 md.)
c) (Değişik: 13/3/1995 - KHK - 549/1 md.) Ekli
1 sayılı cetvelin dışında kalan sözleşmeli personele ödenecek sözleşme ücreti;
temel ücret ile başarı ve kıdem ücretleri toplamından oluşur ve bu ücret asgari
ücretin altında olamaz. Sözleşme ücretlerinin tavanı her yıl bütçe kanunları
ile belirle-nir. Kamu personeli için uygulanan aylık katsayısının mali yılın
ikinci yarısı için değiştirilmesi veya mali yıl içinde 657 sayılı Devlet
Memurları Kanununun mali ve sosyal haklara ilişkin hükümlerinde değişiklik
yapılması halinde sözleşmeli personel ücretlerinin tavanını değiştirmeye
Cumhurbaşkanı yetkilidir...''
19. 399 sayılı KHK'nın hâlen yürürlükte bulunan "Temel ücret" kenar başlıklı 26.
maddesi şöyledir:
"(Değişik birinci fıkra: 4/4/2007-5620/4
md.) Temel ücret tutarları, sözleşmeli personelin unvanı, eğitim düzeyi, iş
gerekleri, işyeri ve çalışma şartları dikkate alınmak suretiyle teşebbüs ve
bağlı ortaklıklarca tespit edilir.
Teşebbüs ve bağlı ortaklıklar, sözleşmeli
personeline unvanları itibarıyla uygulayacakları azami temel ücret miktarlarına
ilişkin tekliflerini 15 Kasım tarihine kadar Devlet Personel Başkanlığına gönderirler.
Bu teklifler Devlet Personel Başkanlığınca teşebbüs ve bağlı ortaklıklar
arasında ücret dengesi ve uygulama birliği sağlamaya yönelik önerilerle
birlikte Cumhurbaşkanının onayına sunulur.''
2. Yargı Kararları
20. Danıştay Onbirinci Dairesinin 31/10/2003 tarihli ve
E.2000/9670, K.2003/4400 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"...Dosyanın incelenmesinden, Yüksek
Planlama Kurulunun Kamu İktisadi Teşebbüslerinde çalışan sözleşmeli personele
1997 yılının birinci yarısında uygulanacak ücretlerle ilgili 20.2.1997 tarih ve
97/T-7 sayılı Karara ekli (II) sayılı Cetvele tabi personelin temel ücret
gruplarını gösteren listede yüksek öğrenimli müdür yardımcılarının 1. grupta,
diğer müdür yardımcılarının 2. grupta yer aldığı, 1. ve 2. gruptakilerin en
düşük ve en yüksek temel ücretlerinin farklı olarak tespit edildiği, 29.4.1997
tarih ve 97/3352 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile 399 sayılı Kanun Hükmünde
Kararnameye ekli (II) sayılı Cetvele dahil pozisyonlarda sözleşmeli olarak
çalışan personelin sözleşme ücretlerinin tavanının 126.000.000.-liradan
152.000.000.-liraya çıkarılması üzerine Yüksek Planlama Kurulunun 9.5.1997 gün
ve 97/T-20 sayılı Kararı ile (II) sayılı Cetvele tabi personelin sözleşme temel
ücretlerinin yeniden belirlendiği, bu belirlemede; dört yıllık yükseköğrenim
gören müdür yardımcılarının 1. grupta, iki yıllık yükseköğrenim gören müdür
yardımcılarının 2. grupta, davacının da dahil olduğu diğer müdür
yardımcılarının da 3. grupta yer aldığı, Devlet Personel Başkanlığının 27.5.1997
tarih ve 5456 sayılı Tebliğ ile söz konusu Bakanlar Kurulu Kararı ve Yüksek
Planlama Kurulunun 9.5.1997 tarih ve 97/T-20 sayılı Kararları uyarınca unvan
grupları itibarıyla tespit edilen ve en yüksek temel ücret miktarlarının
gönderilmesini istediği, TCDD İşletmesi Yönetim Kurulu'nun 26.6.1997 tarih ve
17/303 sayılı Kararıyla Devlet Planlama Teşkilatının tebliği ve Yüksek Planlama
Kurulunun yukarıda belirtilen kararı uyarınca (II) sayılı Cetvelde yer alan
sözleşmeli personel ücretlerinin artırılarak ödenmesine karar verildiği,
davacının da lise mezunu olduğu için öğrenim durumu itibarıyla 3. grupta yer
alması nedeniyle mağdur olduğunu öne sürerek davalı idarenin sözleşmeli ücret
uygulamasının gar müdür yardımcıları ile ilgili kısmının iptali ve 1.7.1997 tarihinden
önceki ücret eşitliği sağlanarak ücret farklarının ödenmesi istemiyle dava
açtığı anlaşılmaktadır.
Bu durumda 399 sayılı Kanun Hükmünde
Kararnamenin 25. maddesinde (I) sayılı Cetvel dışında kalan sözleşmeli
personele uygulanacak sözleşme ücretinin temel ücret, başarı ve kıdem ücreti
toplamından oluşacağının belirtilmesi ve 26. maddesinde de temel ücretin
personelin unvanı, çalışma şartları, iş yeri çalışma şartları dikkate alınarak
kabul edilerek bu kriterler arasında öğrenim unsuruna yer verilmemesi
karşısında davalı idarece 9.5.1997 tarih ve 97/T-20 sayılı Yüksek Planlama
Kurulu Kararı esas alınarak temel ücret gruplarının görev, yetki ve
sorumlulukları yönünden fark bulunmayan aynı unvanla aynı yerde görev yapan gar
müdür yardımcılarının mevzuatta yer almayan öğrenim durumları esas alınarak
belirlenmesi ve farklı ücret uygulamasına yol açılmasında Anayasanın ücretle
ilgili 55. maddesi ile 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 26. maddesine ve
hakkaniyet ilkelerine uyarlık bulunmamaktadır.
Davanın ücret farklarının tazminine ilişkin
kısmına gelince; hukuka aykırılığı saptanan uygulama nedeniyle davacının temel
ücret yönünden yoksun kaldığı ücret farklarının idarece hesaplanarak ödenmesi
gerekmektedir...''
21. Danıştay Onbirinci Dairesinin 24/3/2008 tarihli ve
E.2005/2000, K.2008/2806 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:
"...Davanın ücret farklarının tazmini
istemine ilişkin kısmına gelince;
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun
12. maddesinde idari işlemlerden, 13.maddesinde ise, idari eylemlerden doğan
zararların karşılanması amacıyla açılacak tam yargı davalarının açılma yöntem
ve süreleri düzenlenmiş bulunmaktadır.
"İptal ve Tam Yargı Davaları"
başlığını taşıyan ve "İlgililer haklarını ihlal eden bir idari işlem
dolayısıyla Danıştaya ve idare ve vergi mahkemelerine doğrudan doğruya tam
yargı davası veya iptal ve tam yargı davalarını birlikte açabilecekleri gibi
ilk önce iptal davası açarak bu davanın karara bağlanması üzerine, bu husustaki
kararın veya kanun yollarına başvurulması halinde verilecek kararın tebliği
veya bir işlemin icrası sebebiyle doğan zararlardan dolayı icra tarihinden
itibaren dava süresi içinde tam yargı davası açabilirler. Bu halde de
ilgililerin 11 nci madde uyarınca idareye başvurma hakları saklıdır." hükmünü
içeren 12.maddeye göre, maddi ve manevi zararlara neden olan idari işlemlerden
dolayı ilgili tarafından doğrudan doğruya tam yargı davası açılabileceği gibi
iptal ve tam yargı davaları birlikte de açılabilecek, ya da önce iptal davası
açılarak bu davanın karara bağlanması üzerine, bu husustaki kararın tebliğinden
itibaren de dava süresi içinde tam yargı davası açma yoluna da
gidilebilecektir.
...
Bu hükümler karşısında sözleşme ücretinin
artırılması (ücret farkının giderilmesi) yönünden belli bir uygulama tarihi
esas alınarak istekte bulunulan davalarda, İdari Yargılama Usulü Kanununun 7.
maddesine göre uygulama tarihinden itibaren altmış gün içinde; uygulama üzerine
davacı idareye başvurmuş ise, 12. maddenin yollamada bulunduğu 11.maddeye göre
idarenin bu başvuruya cevap vermemiş olduğu hallerde uygulama tarihinden
itibaren en geç 120 gün, idarenin cevap verdiği durumlarda ise, uygulama
tarihine kadar geçen süre de hesaba katılmak koşuluyla cevabın davacıya tebliğ
tarihinden itibaren 60 gün içinde idari davanın açılmış olması gerekir.
Başka bir anlatımla dava, davacının idareye
başvurduğu tarihten itibaren 120 gün içinde açılmış ise ilgiliye, davanın
açıldığı tarihten geriye doğru 120 günü geçmemek üzere, başvuru tarihinden
geriye doğru 60 günlük süre içindeki ilk uygulama esas alınarak ücret
farklarının verilmesi gerekeceği; idareye başvuru tarihinden itibaren 120
günlük ya daidarenin cevabının tebliğ tarihinden itibaren 60 günlük süreler
geçtikten sonra açılmış olan davalarda ise, ancak dava tarihinden geriye doğru
60 günlük süre içinde kalan ilk uygulamadan doğan sözleşme ücretinin ödenmesi
mümkündür.
Öte yandan, 399 sayılı Kanun Hükmünde
Kararnamenin 21.4.2007 gün ve 26500 sayılı Resmi gazetede yayımlanarak
yürürlüğe giren 5620 sayılı Yasanın 4. maddesinin (b/3) fıkrasıyla değişik 26.
maddesinin 1. fıkrasında, temel ücret tutarlarının, sözleşmeli personelin
unvanı, eğitim düzeyi, iş gerekleri, işyeri ve çalışma şartları dikkate alınmak
suretiyle teşebbüs ve bağlı ortaklıklarca tespit edileceği hükmüne yer
verilmiştir.
Bu durumda, 399 sayılı Kanun Hükmünde
Kararnamenin 21.4.2007 gün ve 26500 sayılı Resmi gazetede yayımlanarak
yürürlüğe giren 5620 sayılı Yasanın 4. maddesinin (b/3) fıkrasıyla değişik 26.
maddesinin 1. fıkrasında, teşebbüs ve bağlı ortaklıklarca temel ücret
tutarlarının belirlenmesinde esas alınacak kriterler arasında, sözleşmeli
personelin eğitim düzeyine de yer verildiği dikkate alındığında, davacının,
17.2.2005 tarihli başvurusunun 17.3.2005 günlü işlemle reddedilmesi üzerine
25.5.2005 tarihinde açılan bu davada, davanın açıldığı tarihten geriye doğru
120 günü geçmemek üzere başvuru tarihinden geriye doğru 60 gün içinde kalan ilk
uygulamanın yapıldığı 15.2.2005 tarihinden itibaren 399 sayılı Kanun Hükmünde
Kararnamenin 5620 sayılı Yasa ile değişik 26. maddesinin 1. fıkrasının yürürlük
tarihi olan 21.4.2007 tarihine kadar geçen süreye ilişkinücret farklarının
davalı idarece hesaplanarak davacıya ödenmesi, bu tarihten önceki döneme ait
ücret farklarının ise, süre aşımı nedeniyle incelenmesine imkan
bulunmamaktadır...''
22. Danıştay Onbirinci Dairesinin 30/12/2008 tarihli ve
E.2007/9053, K.2008/10619 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"...TCDD İşletmesi Genel Müdürlüğü,
Personel ve İdari işler Dairesi Başkanlığında sözleşmeli personel statüsünde
şube müdür yardımcısı olarak görev yapan davacı tarafından, sözleşme temel
ücretinin, eğitim durumu nedeniyle aynı görevi yapan ve aynı unvana sahip olan
personele nazaran düşük belirlendiği, eğitim durumuna göre farklı ücret tespiti
yoluna gidilmesinin mevzuata aykırı olduğu ileri sürülerek, ücretinin
düzeltilmesi (yükseltilmesi) yolunda yapılan başvurunun reddi üzerine bakılan
davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin değişik
25/c maddesinde, ekli (I) sayılı Cetvelin dışında kalan sözleşmeli personele
ödenecek sözleşme ücretinin, temel ücret ile başarı ve kıdem ücretleri
toplamından oluşacağı, bu ücretin asgari ücretin altında olamayacağı, sözleşme
ücretlerinin tavanının her yıl bütçe kanunları ile belirleneceği, kamu
personeli için uygulanan aylık katsayının mali yılın ikinci yarısı için
değiştirilmesi veya mali yıl içinde 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun mali
ve sosyal haklara ilişkin hükümlerinde değişiklik yapılması halinde sözleşmeli
personel ücretlerinin tavanını değiştirmeye Bakanlar Kurulunun yetkili olduğu
kuralına yer verilmiştir.
Anılan Kanun Hükmünde Kararnamenin uyuşmazlık
tarihinde yürürlükte bulunan "Temel Ücret"başlıklı 26. maddesinde
ise; temelücrettutarlarınınsözleşmelipersonelin unvanı, iş gerekleri, iş yeri
ve çalışma şartları dikkate alınmak suretiyle teşebbüs ve bağlı ortaklıklarca
tespit edileceği, teşebbüs ve bağlı ortaklıkların sözleşmeli personeline
unvanları itibarıyla uygulayacakları azami temel ücret miktarlarına ilişkin
tekliflerini 15 Kasım tarihine kadar Devlet Personel Başkanlığına
gönderecekleri, bu tespitlerin Devlet Personel Başkanlığınca teşebbüs ve bağlı
ortaklıklar arasında ücret dengesi ve uygulama birliği sağlamaya yönelik
önerilerle birlikte Yüksek Planlama Kurulunun onayına sunulacağı hükme
bağlanmıştır.
Görüleceği üzere, 399 sayılı Kanun Hükmünde
Kararnamenin değişik 25/c maddesinde, Kararnameye ekli (I) sayılı Cetvel
kapsamı dışında kalan sözleşmeli personele ödenecek sözleşme ücretinin; temel
ücret, başarı ve kıdem ücreti toplamından oluşacağı belirtilmiş, aynı Kanun
Hükmünde Kararnamenin, uyuşmazlık tarihi itibariyle yürürlükte 26. maddesinde
de, temel ücret tutarının, sözleşmeli personelin unvanı, iş gerekleri, iş yeri
ve çalışma şartları dikkate alınarak belirleneceği hükmüne yer verilmiş, buna
karşın ücret tespitine esas alınacak kriterler arasında "eğitim
düzeyi" kriterine yer verilmemiştir.
Olayda ise, TCDD Yönetim Kurulunca, Yüksek
Planlama Kurulu kararlarıyla verilen yetkiye istinaden 399 sayılı Kanun
Hükmünde Kararnameye ekli (II) sayılı Cetvele tabi sözleşmeli personlin temel
ücretleri belirlenirken, Kanun Hükmünde Kararnamede sayılan kriterlerin yanı
sıra, işlem tarihi itibariyle anılan KHK'de yer almayan "eğitim
düzeyi" kriteri de baz alınarak aynı görevi yapan ve aynı unvanda çalışan
personel bakımından farklı temel ücret tespiti yoluna gidildiği anlaşılmıştır.
Bu durumda, görev, yetki ve sorumlulukları
yönünden aralarında fark bulunmayan, aynı unvanla aynı yerde görev yapan şube
müdür yardımcısı temel ücretinin, mevzuatta yer almayan eğitim düzeyi (durumu)
kriteri esas alınarak belirlenmesi ve bu nedenle farklı ücret uygulamasına yol
açılmasında, 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin olay tarihinde yürürlükte
olan 26.maddesi hükmüne uyarlık bulunmamıştır.
Bununla birlikte; 21.4.2007 tarih ve 26500
sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 5620 sayılı Kamuda Geçici
İş Pozisyonlarında Çalışanların Sürekli İşçi Kadrolarına veya Sözleşmeli
Personel Statüsüne Geçirilmeleri, Geçici İşçi Çalıştırılması ile Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun'un "Çeşitli Hükümler"
başlıklı 4. maddesinin (b) fıkrasının 3. bendinde; 22.1.1990 tarihli ve 399
sayılı Kamu İktisadi Teşebbüsleri Personel Rejiminin Düzenlenmesi ve 233 sayılı
Kanun Hükmünde Kararnamenin Bazı Maddelerinin Yürürlükten Kaldırılmasına Dair
Kanun Hükmünde Kararname'nin 26. maddesinin 1. fıkrası "Temel ücret
tutarları, sözleşmeli personelin unvanı, eğitim düzeyi, iş gerekleri, işyeri ve
çalışma şartları dikkate alınmak suretiyle teşebbüs ve bağlı ortaklıklarca
tespit edilir." şeklinde değiştirilmiştir. Bu durumda, anılan KHK'nin 26.
maddesinde değişiklik öngören ve bu değişiklikle temel ücretlerin
belirlenmesinde esas alınacak kriterler arasına eğitim düzeyini de dahil eden yasal
düzenlemenin yürürlük tarihi olan 21.4.2007 tarihinin dikkate alınarak ücret
farklarının tazminine karar verilmesi gerekeceği açıktır...''
23. Danıştay Onbirinci Dairesinin 27/1/2010 tarihli ve
E.2007/11122, K.2010/508 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"...Olayda ise, TCDD Yönetim Kurulunca,
Yüksek Planlama Kurulu kararlarıyla verilen yetkiye istinaden 399 sayılı Kanun
Hükmünde Kararnameye ekli (II) sayılı Cetvele tabi sözleşmeli personlin temel
ücretleri belirlenirken, Kanun Hükmünde Kararnamede sayılan kıstasların yanı
sıra, işleme esas alınan olay tarihi itibariyle anılan KHK'de yer almayan
"eğitim düzeyi" gözetilerek aynı görevi yapan ve aynı unvanda çalışan
personel arasında farklı temel ücret tespiti yoluna gidilmiştir.
Bu durumda, görev, yetki ve sorumlulukları
yönünden aralarında fark bulunmayan, aynı unvanla aynı yerde görev yapan
tesisler şeflerinin temel ücretinin, mevzuatta yer almayan eğitim düzeyi esas
alınmak suretiyle farklı ücret uygulamasına yol açılmasında, 399 sayılı Kanun
Hükmünde Kararname'nin olay tarihinde yürürlükte olan 26. maddesine uyarlık
bulunmadığından, davacının sözleşme temel ücretinin düzeltilmesi yolundaki
başvurusunun reddine ilişkin işlem ile bu işleme karşı açılan davayı reddeden
İdare Mahkemesi kararında hukuka uyarlıkbulunmamıştır.
Öte yandan, 21.4.2007 tarih ve 26500 sayılı
Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 5620 sayılı Kamuda Geçici İş
Pozisyonlarında Çalışanların Sürekli İşçi Kadrolarına veya Sözleşmeli Personel
Statüsüne Geçirilmeleri, Geçici İşçi Çalıştırılması ile Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun'un "Çeşitli Hükümler" başlıklı 4.
maddesinin (b) fıkrasının 3. bendi ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kamu İktisadi
Teşebbüsleri Personel Rejiminin Düzenlenmesi ve 233 sayılı Kanun Hükmünde
Kararnamenin Bazı Maddelerinin Yürürlükten Kaldırılmasına Dair Kanun Hükmünde
Kararname'nin 26. maddesinin 1. fıkrası "Temel ücret tutarları, sözleşmeli
personelin unvanı, eğitim düzeyi, iş gerekleri, işyeri ve çalışma şartları
dikkate alınmak suretiyle teşebbüs ve bağlı ortaklıklarca tespit edilir."
şeklinde değiştirildiğinden, temel ücretin belirlenmesinde esas alınacak
kıstaslar arasına eğitim düzeyini de dahil eden yasal düzenlemenin yürürlük
tarihi (21.4.2007) dikkate alınarak ücret farklarının tazminine karar verilmesi
gerekeceği de açıktır...''
24. Danıştay Onbirinci Dairesinin 27/6/2012 tarihli ve
E.2009/310, K.2012/4928 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"...Dosyanın incelenmesinden; Kırıkkale
Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi kimya bölümü mezunu olan ve davalı İdarede
sözleşmeli tekniker olarak görev yapan davacı tarafından, 21.4.2007 tarihli
Resmi Gazete'de yayınlanarak yürürlüğe giren 5620 sayılı Kanunun 4. maddesi ile
399 sayılı KHK'nin ''Temel ücret'' başlıklı 26. maddesine eğitim durumu kriteri
getirildiğinden ücretinin buna göre yeniden belirlenmesi için yaptığı
başvurunun reddine dair işlem ile 17.10.2008 tarihli ve 3041 sayılı Temel Ücret
Skalası'nda yer alan tekniker unvanlı çalışanların ücret düzenlemesinin eğitim
durumu dikkate alınarak belirlenmemesine ilişkin eksik düzenlemenin iptaline,
aynı Skalada bulunan teknik şeflik unvanı için eğitim düzeyi dikkate alınarak
yapılan düzenlemenin tekniker unvanı içinde yapılmasına ve eksik düzenlemeden
kaynaklanan parasal kayıplarının yasal faizi ile birlikte ödenmesine karar
verilmesi istemiyle görülmekte olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
Bu durumda; yukarıda yer verilen düzenlemeler
kapsamında, görev yapılan birim ve iş hacmi, görevin önem ve güçlüğü, görev
yerinin özelliği, çalışma süresi, personelin sınıfı, rütbesi, kadro ve görev
unvanı, derecesi, atanma usulü ile emsali veya benzer görev ve unvanlarda
bulunan personele mali haklar kapsamında yapılan her türlü ödemeler dahil,
almakta oldukları toplam ödeme tutarları gibi kriterleri birlikte veya ayrı
ayrı dikkate alarak belirleme konusunda takdir yetkisi bulunan İdare tarafından
yapılan, 17.10.2008 tarihli ve 3041 sayılı Temel Ücret Skalası'nda yer alan
tekniker unvanlı çalışanların ücret düzenlemesinde ve buna bağlı olarak
davacının sözleşme temel ücretinin yeniden belirlenmesi için yaptığı başvurunun
reddine dair işlemde kamu yararı ve hizmetin gerekleri yönünden hukuka
aykırılık görülmemiştir...''
25. Danıştay Onbirinci Dairesinin 23/5/2018 tarihli ve
E.2013/1249, K.2018/2555 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:
"...Anılan Kanun Hükmünde Kararname'nin
"Temel Ücret" başlıklı 26. maddesinde ise; temel ücret tutarlarının,
sözleşmeli personelin unvanı, iş gerekleri, iş yeri ve çalışma şartları dikkate
alınmak suretiyle teşebbüs ve bağlı ortaklıklarca tespit edileceği; teşebbüs ve
bağlı ortaklıkların, sözleşmeli personelin unvanları itibarıyla uygulayacakları
azami temel ücret miktarlarına ilişkin tekliflerini, 15 Kasım tarihine kadar
Devlet Personel Başkanlığına gönderecekleri; bu tekliflerin Devlet Personel
Başkanlığınca teşebbüs ve bağlı ortaklıklar arasında ücret dengesi ve uygulama
birliği sağlamaya yönelik önerilerle birlikte Yüksek Planlama Kurulunun onayına
sunulacağı düzenlenmiş olup, bu düzenlemede 21.4.2007 gün ve 26500 sayılı Resmi
Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 5620 sayılı Kanunun 4. maddesinin (b/3)
bendiyle yapılan değişiklikle teşebbüs ve bağlı ortaklıklarca temel ücret
tutarlarının belirlenmesinde esas alınacak kriterler arasında, sözleşmeli
personelin eğitim düzeyine de yer verilmiştir..
...
Bu durumda, görev, yetki ve sorumlulukları
yönünden aralarında fark bulunmayan ve aynı unvanla aynı yerde görev yapan,
fakat eğitim düzeyleri farklı olan personele ilişkin temel ücretin, 21.04.2007
tarihli mevzuat değişikliği uyarınca eğitim düzeyi kriteri esas alınarak farklı
belirlenmesinde hukuka aykırılık bulunmadığı açık olmakla birlikte, uyuşmazlık,
yüksekokul mezunu olan personel arasında, mezuniyetin teknik ya da idari
bölümlerden ve mühendislik bölümlerinden olmasına göre farklı sözleşme ücreti
belirlenmesinde, idarenin takdir hakkı bulunup bulunmadığı ve takdir hakkı var
ise, bu hakkın 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'nin 26. maddesinde öngörülen
ölçütlere ve eşitlik ilkesine uygun kullanılıp kullanılmadığı hususunda
çıkmaktadır.
...
Bu durumda, teknik bir kamu hizmeti yürüten
davalı idarenin, istihdam ettiği personelin eğitim seviyesi ve niteliği
itibarıyla değerlendirme suretiyle, yüksekokul mezunları arasında, teknik,
idari bölüm ve mühendislik fakültesi mezunları yönünden ayrıştırmaya giderek,
işletme açısından önem taşıyan bazı unvanlarda teknik bölüm mezunlarının
istihdamının teşvik edilebilmesi amacına yönelik olarak, teknik bölüm mezunları
ve mühendisler lehine daha yüksek sözleşme ücreti belirlemesinde, kamu
yararına, hizmet gereklerine ve eşitlik ilkesine aykırılık bulunmadığı sonucuna
varılmıştır.
...''
B. Uluslararası Hukuk
26. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6. maddesinin
(1) numaralı fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:
"Herkes davasının, medeni hak ve
yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen
suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve
tarafsız bir mahkeme tarafından, hakkaniyete uygun ve kamuya açık olarak makul
bir süre içinde, görülmesini isteme hakkına sahiptir."
27. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre mahkeme
içtihatlarındaki değişim yargı organlarının takdir yetkisi kapsamında kalmakta
olup böyle bir değişiklik özü itibarıyla önceki çözümün tatminkâr bulunmaması
anlamına gelir (S.S. Balıklıçeşme Beldesi
Tarım Kalkınma Kooperatifi ve diğerleri/Türkiye, B. No: 3573/05...,
30/11/2010, § 28). Ancak yerleşmiş yargısal pratiğin de içtihat değişikliğinin
gerekçelendirildiği kararda dikkate alınması gerekir (Atanasovski/Makedonya Eski Yugoslav Cumhuriyeti,
B. No: 36815/03, 14/1/2010, § 38). Bu bağlamda aynı hususta daha önce çıkan
kararlardan farklı bir hüküm kurulması hâlinde mahkemelerce bu farklılaşmaya
ilişkin makul bir açıklama getirilmesi gerekmektedir (Stoilkovska/Makedonya Eski Yugoslav Cumhuriyeti,
B. No: 29784/07, 18/7/2013, § 49).
28. AİHM, hukuki belirlilik şartının ve meşru beklentilerin
korunması gereğinin yerleşik içtihadın sürdürülmesi zorunluluğunu içermediğinin
altını çizmekte, ancak iyi temellere oturmuş yerleşik bir içtihadın varlığının
yüksek mahkemeye içtihattan ayrılmayı haklılaştıran daha sağlam gerekçeler
açıklama görevi yüklediğini ifade etmektedir. AİHM'e göre yüksek mahkemenin
yerleşik içtihattan farklı karar verilmesinin sebebi hakkında başvurucuya
detaylı açıklama yapma sorumluluğu bulunmaktadır (Atanasovski/Makedonya Eski Yugoslav Cumhuriyeti, § 38).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
29. Mahkemenin 16/1/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Makul Sürede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
30. Başvurucu, yargılamanın uzun sürdüğünü belirterek makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
2. Değerlendirme
31. Bireysel başvuru yapıldıktan sonra 31/7/2018 tarihli ve
30495 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 25/7/2018 tarihli ve
7145 sayılı Kanun'un 20. maddesiyle 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle
Çözümüne Dair Kanun'a geçici madde eklenmiştir.
32. 6384 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddeye göre
yargılamaların uzun sürmesi ve yargı kararlarının geç veya eksik icra edilmesi
ya da icra edilmemesi şikâyetiyle Anayasa Mahkemesine yapılan ve bu maddenin
yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesi önünde derdest olan
bireysel başvuruların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul
edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat
üzerine Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığı (Tazminat
Komisyonu) tarafından incelenmesi öngörülmüştür.
33. Ferat Yüksel
(B. No: 2014/13828, 12/9/2018,§§ 27-36) kararında Anayasa Mahkemesi;
yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı ya da yargı kararlarının geç
veya eksik icra edildiği ya da hiç icra edilmediği iddiasıyla 31/7/2018
tarihinden önce gerçekleştirilen bireysel başvurulara ilişkin olarak Tazminat
Komisyonuna başvuru imkânının getirilmesine ilişkin yolu ulaşılabilir olma,
başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesinin bulunup bulunmadığı
yönlerinden inceleyerek bu yolun etkililiğini tartışmıştır.
34. Ferat Yüksel
kararında özetle anılan başvuru yolunun kişileri mali külfet altına sokmaması
ve başvuruda kolaylık sağlaması nedenleriyle ulaşılabilir olduğu, düzenleniş
şekli itibarıyla ihlal iddialarına makul bir başarı şansı sunma kapasitesinden
mahrum olmadığı ve tazminat ödenmesine imkân tanıması ve/veya bu mümkün
olmadığında başka türlü telafi olanakları sunması nedenleriyle potansiyel
olarak yeterli giderim sağlama imkânına sahip olduğu hususunda
değerlendirmelerde bulunulmuştur (Ferat
Yüksel, §§ 27-34). Bu gerekçeler doğrultusunda Anayasa Mahkemesi,
ilk bakışta ulaşılabilir olan ve ihlal iddialarıyla ilgili başarı şansı sunma
ve yeterli giderim sağlama kapasitesi olduğu görülen Tazminat Komisyonuna
başvuru yolu tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun
ikincil niteliği ile bağdaşmayacağı sonucuna vararak başvuru yollarının
tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermiştir (Ferat Yüksel, §§ 35, 36).
35. Mevcut başvuruda söz konusu karardan ayrılmayı gerektiren
bir durum bulunmamaktadır.
36. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının, diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez
olduklarına karar verilmesi gerekir.
B. Hakkaniyete Uygun
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
37. Başvurucu; ilk derece mahkemesinin kararında 4/4/2007
tarihinden önce yapılan eksik ödemelerle ilgili herhangi bir açıklamaya yer
verilmediğini, işlem tarihi olarak hangi tarihin belirtildiğinin
açıklanmadığını ve anılan tarihte yapılan değişiklikten önce eğitim durumuna
göre temel ücretin farklı belirlenemeyeceğine dair Danıştay Onbirinci Dairesi
kararları olduğu hâlde ilk derece mahkemesi kararının onandığını belirterek
eşitlik ilkesi ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
2. Değerlendirme
38. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36.
maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan
faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve
savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
39. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).
40. Başvurucu, eşitlik ilkesinin de ihlal edildiğini ileri
sürmüştür. Bu iddianın dikkate alınabilmesi için başvurucunun kendisi ile
benzer durumdaki başka kişilere yapılan muamele ile kendisine yapılan muamele
arasında bir farklılığın bulunduğunu ve bu farklılığın meşru bir temeli
olmaksızın sırf ırk, renk, cinsiyet, din, dil, cinsel yönelim vb. ayrımcı bir
nedene dayandığını makul delillerle ortaya koyması gerekmektedir. Somut olayda
başvurucunun bu yöndeki iddialarını temellendirecek somut bulgu ve kanıtları
ortaya koyamadığı anlaşılmaktadır.
41. Somut başvuruda başvurucunun şikâyetlerinin özünün, 4/4/2007
tarihinde yapılan değişiklikten önce eğitim durumuna göre temel ücretin farklı
belirlenemeyeceğine dair Danıştay Onbirinci Dairesi kararları bulunduğu hâlde
Mahkeme ve Dairenin benzer davalarda sergilediği yaklaşımının aksine bir
değerlendirme yapmasına ve bu konuda makul, açıklayıcı bir gerekçe
belirtmediklerine yönelik olduğundan şikâyet adil yargılanma hakkının
güvencelerinden biri olan hakkaniyete uygun yargılanma hakkı kapsamında
değerlendirilmiştir.
a. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
42. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan
hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul
edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Genel İlkeler
43. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında, kanun
yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda
incelenemeyeceği belirtilmiştir. Bu kapsamda ilke olarak mahkemeler önünde dava
konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin
değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile
uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun adil olup olmaması bireysel başvuru konusu
olamaz. Ancak bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlüklere müdahale teşkil
eden, bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik içeren tespit ve sonuçlar bu
kapsamda değildir (Ahmet Sağlam,
B. No: 2013/3351, 18/9/2013, § 42).
44. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında; herkesin
yargı organlarına davacı ve davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu
olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır.
3/10/2001 tarihli ve 4709 sayılı Kanun'un, Anayasa'nın 36. maddesinin birinci
fıkrasına adil yargılanma hakkı
ibaresinin eklenmesine ilişkin 14. maddesinin gerekçesine göre değişiklikle
Türkiye Cumhuriyeti’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence
altına alınmış olan adil yargılanma hakkı metne dâhil edilmiştir. Dolayısıyla
Anayasa'nın 36. maddesinde herkesin adil yargılanma hakkına sahip olduğu
ibaresinin eklenmesinin amacının Sözleşme'de düzenlenen adil yargılanma hakkını
anayasal güvence altına almak olduğu anlaşılmaktadır (Yaşar Çoban [GK], B. No: 2014/6673,
25/7/2017,§ 53).
45. Adil yargılanma hakkı uyuşmazlıkların çözümlenmesinde hukuk
devleti ilkesinin gözetilmesini gerektirmektedir. Anayasa'nın 2. maddesinde
Cumhuriyet'in nitelikleri arasında sayılan hukuk devleti, Anayasa'nın tüm
maddelerinin yorumlanması ve uygulanmasında gözönünde bulundurulması zorunlu
olan bir ilkedir.
46. Bu noktada hukuk devletinin gereklerinden birini de hukuk
güvenliği ilkesi oluşturmaktadır (AYM, E.2008/50, K.2010/84, 24/6/2010 ve
E.2012/65, K.2012/128, 20/9/2012). Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı
amaçlayan hukuki güvenlik ilkesi hukuk normlarının öngörülebilir olmasını,
bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de
yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını
gerekli kılar. Belirlilik ilkesi ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de
idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık,
net, anlaşılır ve uygulanabilir olmasını, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî
uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir (AYM,
E.2013/39, K.2013/65, 22/5/2013).
47. Hukuk kurallarının ne şekilde yorumlanacağı veya birden
fazla yorumunun mümkün olduğu durumlarda bu yorumlardan hangisinin
benimseneceği derece mahkemelerinin yetkisinde olan bir husustur. Anayasa
Mahkemesinin, bireysel başvuruda derece mahkemelerince benimsenen yorumlardan
birine üstünlük tanıması veya derece mahkemelerinin yerine geçerek hukuk
kurallarını yorumlaması bireysel başvurunun amacıyla bağdaşmaz. Anayasa
Mahkemesinin kanunilik ilkesi bağlamındaki görevi, hukuk kurallarının birden
fazla yorumunun hukuki belirlilik ve öngörülebilirliği etkileyip etkilemediğini
tespit etmektir(Mehmet Arif Madenci,
B. No: 2014/13916, 12/1/2017, § 81).
48. Yargı yetkisini kullanan mahkemeler, aynı mahiyetteki
davalarda uyuşmazlığın çözümü için gerekli olan bir yasa hükmünü uygularken bir
hukuki müesseseyi değerlendirirken ya da uyuşmazlığın çözümünde takip edilecek
usulü belirlerken birbirinden farklı ilke ve yorumlar benimseyebilir; bunun
doğal sonucu olarak da farklı bir içtihat geliştirebilirler. İçtihat
farklılığından söz edilebilmesinin ön koşulu, dava konusu edilen
uyuşmazlıkların özü itibarıyla aynı mahiyette olmasıdır. Dolayısıyla
uyuşmazlıkların içeriğinin ve niteliğinin örtüşmediği, esaslı noktalarda
ayrıldığı durumlarda verilen kararlar arasındaki farklılık da içtihat
farklılığı olarak değerlendirilemez (Engin
Selek, B. No: 2015/19816, 8/11/2017, § 54).
49. Birbiriyle çelişen kararlar, belirli bir yargı kolundaki tek
yüksek mahkemenin farklı daireleri tarafından ya da yine aynı yargı kolu içinde
fakat son derece mahkemesi sıfatını haiz, nihai hüküm veren çeşitli mahkemeler
tarafından verilebilir (Engin Selek,
§ 56).
50. Yargısal kararlardaki değişiklikler, hukukun dinamizmini ve
mahkemelerin yaklaşımlarını yaşanan gelişmelere uyarlama kabiliyetlerini
yansıtması yönüyle olumludur. Ancak uygulamadaki birlikteliği sağlamaları
beklenen yüksek mahkemelerin dairelerinin benzer davalarda tatmin edici bir
gerekçe göstermeksizin farklı sonuçlara ulaşmaları, bir kararın belirli bir
daireye düştüğü takdirde onanacağı, başka bir daire tarafından ele alındığı
takdirde bozulacağı gibi ihtimale dayalı ve birbirine zıt sonuçları ortaya
çıkarır. Bu ise hukuki belirlilik ve öngörülebilirlik ilkelerine ters
düşecektir. Ayrıca böyle bir algının toplumda yerleşmesi hâlinde bireylerin
yargı sistemine ve mahkeme kararlarına duymaları beklenen güven zarar görebilir
(Türkan Bal [GK], B. No:
2013/6932, 6/1/2015, § 64).
51. Hukukun üstünlüğü ilkesi gereği yargı sistemine olan güveni
sağlamak ve korumakla yükümlü olan devlet, aynı yargı koluna dâhil mahkemeler
arasındaki derin ve süregelen içtihat farklılıklarını ortadan kaldırabilecek
nitelikte bir mekanizmayı kurmak ve bu mekanizmanın etkin bir şekilde
işleyişini sağlayacak düzenlemeler yapmakla yükümlüdür. Bu yükümlülük, adil
yargılanma hakkının güvencelerinden biri olarak kabul edilmelidir. (Engin Selek, § 58).
ii. İlkelerin Olaya
Uygulanması
52. Somut olayda 399 sayılı KHK'da temel ücretin belirlenmesine
ilişkin kıstaslar arasına eğitim düzeyinin
bulunmadığı ve bu kıstasın 4/4/2007 tarihinde yapılan değişiklikle eklendiği
hususunda uyuşmazlık bulunmamaktadır. Başvurucu 5/11/2009 tarihinde 1998-2009
dönemine ilişkin ücret farkının ödenmesi istemiyle Şirkete başvurmuş ve
başvurunun zımnen reddi üzerine 21/1/2010 tarihinde dava açmıştır. İlk derece
mahkemesi, işlem tarihi itibariyle 399 sayılı KHK'nın 26. maddesinde yapılan
değişiklikle sözleşmeli personelin temel ücretinin belirlenmesinde eğitim
düzeyi kıstası getirildiğinden temel ücretin belirlenmesinde ve bu nedenle
başvurucunun isteğinin reddedilmesinde hukuka aykırılık bulunmadığı
gerekçesiyle davayı reddetmiştir. İlk derece mahkemesi kararının gerekçesinde başvurucunun
anılan kanun değişikliğinden önceki döneme ilişkin talebi yönünden Daire
tarafından verilen kararlardan farklı sonuca varılıp varılmadığına yönelik
olarak ayrı bir açıklamaya yer verilmemiştir. Temyiz ve karar düzeltme
incelemesini yapan Daire kararlarında da ilk derece mahkemesi karar ve
gerekçesinin uygun bulunduğu dışında bir gerekçe yer almamıştır.
53. Başvuruya konu yargılama sürecinde Daire tarafından kanun
değişikliğinden önceki döneme ilişkin benzer durumlarda verilen kararlar (bkz.
§§ 20, 23) incelendiğinde 399 sayılı KHK'nın temel ücretlerin belirlenmesinde
esas alınacak kriterler arasına eğitim düzeyini de dâhil eden yasal
düzenlemenin yürürlük tarihi olan 21/4/2007 tarihi ve işlem tarihi dikkate
alınarak ücret farklarının tazminine karar verilmesi gerektiği sonucuna
varıldığı görülmektedir. Ancak yine aynı Daire tarafından (bkz. § 21) kanun
değişikliğinden önceki döneme ilişkin ücret taleplerinde idareye başvurulduğu
tarihten itibaren 120 gün içinde açılan davalarda ilgiliye, davanın açıldığı
tarihten geriye doğru 120 günü geçmemek üzere başvuru tarihinden geriye doğru
60 günlük süre içindeki ilk uygulama esas alınarak ücret farklarının verilmesi
gerekeceği; idareye başvuru tarihinden itibaren 120 günlük ya da idarenin
cevabının tebliğ tarihinden itibaren 60 günlük süreler geçtikten sonra açılmış
olan davalarda ise, ancak dava tarihinden geriye doğru 60 günlük süre içinde
kalan ilk uygulamadan doğan sözleşme ücretinin ödenmesinin mümkün olacağı
benimsenmiştir.
54. Bu kapsamda 4/4/2007 tarihinde yapılan kanun değişikliğini
dikkate alan Daire, kanun değişikliği öncesi ve sonrası dönemler yönünden
farklı sonuçlara varmıştır. Kanun değişikliğinden önceki dönem yönünden ücret
farkının talep edilebileceğini belirten Daire, talep edilebilecek ücret
farkının ne şekilde belirleneceğine ilişkin olarak da somut ve öngörülebilir
kıstaslara yer vermiştir.Somut olayda başvurucu, Şirkete 5/11/2009 tarihinde
başvurmuş ve talebinin zımnen reddedildiği gerekçesiyle anılan işlemin iptali
ile geriye dönük ücret farkının ödenmesi istemiyle 21/1/2010 tarihinde dava
açmıştır. Dolayısıyla, başvuru ve dava tarihleri dikkate alındığında, derece
mahkemelerince verilen kararların yukarıda yer verilen yargısal içtihatlarda
belirlenen kıstaslardan ayrıldığından, başka bir deyişle hukuki belirlilik ve
öngörülebilirlik ilkelerine ters düştüğünden söz etmek mümkün değildir.
55. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa'nın 36.
maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamında hakkaniyete
uygun yargılanma hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Adil yargılanma hakkı kapsamında makul sürede yargılanma
hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru
yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Adil yargılanma hakkı kapsamında hakkaniyete uygun yargılanma
hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde hüküm altına alınan adil
yargılanma hakkı kapsamında hakkaniyete uygun yargılanma hakkının İHLAL
EDİLMEDİĞİNE,
C. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA,
D. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
16/1/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.