TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
MUZAFFER UZUN BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2016/12626)
Karar Tarihi: 16/1/2020
Başkan
:
Recep KÖMÜRCÜ
Üyeler
Celal Mümtaz AKINCI
Muammer TOPAL
M. Emin KUZ
Recai AKYEL
Raportör
Olcay ÖZCAN
Başvurucu
Muzaffer UZUN
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, ücret farkının ödenmesi istemiyle açılan davanın yerleşik içtihada aykırı karar verilerek reddedilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 30/6/2016 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
8. 1964 doğum tarihli ve Adana'da ikamet etmekte olan başvurucu, iki yıllık Meslek Yüksek Okulu mezunudur.
9. Başvurucu, T. Elektrik Dağıtım A.Ş. (Şirket) bünyesinde 20/11/1998-5/5/2003 tarihleri arasında sözleşmeli teknik şef olarak görev yapmış ve 5/5/2003 tarihinden sonra görevine sözleşmeli teknik uzman olarak devam etmiştir.
10. Başvurucu 5/11/2009 tarihinde, aynı kurumda ve aynı unvanla çalışan dört yıllık yüksek okul mezunu kişilere eğitim durumu dikkate alınarak daha fazla ücret ödenmesinin mevzuata aykırı olduğu gerekçesiyle Şirkete başvurmuş ve geriye yönelik ücret farklarının ödenmesini istemiştir.
11. Başvurucu, talebinin zımnen reddedildiği gerekçesiyle anılan işlemin iptali ile geriye dönük (1998-2009 dönemi) 29.676 TL ücret farkının ödenmesi istemiyle 21/1/2010 tarihinde dava açmıştır. Dava dilekçesinde, 22/1/1990 tarihli ve 399 sayılı Kamu İktisadi Teşebbüsleri Personel Rejiminin Düzenlenmesi ve 233 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Bazı Maddelerinin Yürürlükten Kaldırılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname'nin (399 sayılı KHK) 26. maddesinde ve Tedaş Görevde Yükselme ve Unvan Değişikliği Yönetmeliği'nde belirlenecek ücretin hesabında öğrenim durumunun esas alınmasına yönelik bir düzenleme bulunmadığı, 399 sayılı KHK'nın 26. maddesinde 2007 yılında yapılan değişiklikle ücret hesabında eğitim düzeyinin esas alınacağının belirlendiği, ancak kanun değişikliğinden önceki kazanılmış hakların saklı tutulması gerektiği ileri sürülmüştür. Şirket, başvurucunun 5/11/2009 tarihli başvurusuna davanın açılmasından sonra 25/1/2010 tarihinde cevap vermiş ve talebi reddetmiştir.
12. Adana 1. İdare Mahkemesi (Mahkeme) 12/11/2010 tarihinde davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesi özetle şöyledir:
i. 399 sayılı KHK'nın değişik 25. maddesinin (c) bendinde, Kararname'ye ekli (1) sayılı cetvel kapsamı dışında kalan sözleşmeli personele ödenecek sözleşme ücretinin temel ücret, başarı ve kıdem ücreti toplamından oluşacağı ve 26. maddesinde temel ücret tutarının sözleşmeli personelin unvanı, eğitim düzeyi, iş gerekleri, işyeri ve çalışma şartları dikkate alınmak suretiyle belirleneceği belirtilerek eğitim düzeyi kıstasına açıkça yer verildiği, bu nedenle personelin eğitim seviyesine göre farklı miktarlarda temel ücret belirlenerek bu doğrultuda ödeme yapılacağı açıktır.
ii. İşlem tarihi itibarıyla 399 sayılı KHK'nın 26. maddesinde yapılan değişiklikle sözleşmeli personelin temel ücretinin belirlenmesinde eğitim düzeyi kıstası getirilmiştir. Mevzuatta yapılan değişiklikle eğitim düzeyinin ölçü alınarak temel ücretin belirlenmesinde ve bu nedenle başvurucu isteğinin reddedilmesinde hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
iii. Anayasa'nın 125. maddesinde, idarenin işlem ve eylemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olması ve davalı idarece tesis edilen işlemin hukuka uygun olması nedeniyle tazminat isteminin de reddi gerektiği açıktır.
13. Temyiz edilen karar Danıştay Onbirinci Dairesince (Daire) 6/5/2014 tarihinde onanmıştır.
14. Yapılan karar düzeltme istemi de aynı Daire tarafından 28/3/2016 tarihinde reddedilmiş ve karar kesinleşmiştir. Nihai karar 8/6/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir.
15. Başvurucu 30/6/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
1. İlgili Mevzuat
16. 399 sayılı KHK'nın başvurucunun iddiasına konu dönemde yürürlükte bulunan "Aylık ve ücretler" kenar başlıklı 25. maddesi şöyledir:
"a) Ekli 1 sayılı cetvelde kadro unvan ve dereceleri gösterilen personel aylık ve özlük hakları bakımından 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu hükümlerine tabidir.
Bu personel, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun ek geçici 21 nci maddesinde öngörülen ikramiyelerden yararlandırılır. İkramiyelerle ilgili olarak kuruluşların özel kanunlarındaki hükümler saklıdır.
b) Bakanlar Kurulu teşebbüs ve bağlı ortaklıkların iş ve hizmet özelliklerini dikkate alarak bunları en çok üç gruba ayırmak suretiyle gruplandırmaya ve gruplar itibarıyla 3 ncü maddenin (b) bendine göre kadrolarında sözleşmeli çalıştırılacak personele ödenecek sözleşme ücretlerini kadro aylıklarının (ek gösterge ve her türlü zam ve tazminatlar dahil) en çok altı katını geçmemek üzere tespite yetkilidir.
Sözleşmeleri feshedilenler kadro aylıklarını almaya devam ederler.
c) Ekli 1 sayılı cetvelin dışında kalan sözleşmeli personele ödenecek sözleşme ücreti; temel ücret ile başarı ve kıdem ücretleri toplamından oluşur ve bu ücret asgari ücretin altında olamaz. Sözleşme ücretlerinim tavanı her yıl bütçe kanunları ile belirlenir. Kamu personeli için uygulanan aylık katsayısının mali yılın ikinci yarısı için değiştirilmesi halinde Bakanlar Kurulu sözleşmeli personel ücretlerinin tavanını mali yılın ikinci yarısı için değiştirilmeye yetkilidir.''
17. 399 sayılı KHK'nın başvurucunun iddiasına konu dönemde yürürlükte bulunan "Temel ücret" kenar başlıklı 26. maddesi şöyledir:
"Temel ücret tutarları, sözleşmeli personelin unvanı iş gerekleri, işyeri ve çalışma şartları dikkate alınmak suretiyle teşebbüs ve bağlı ortaklıklarca tespit edilir.
Teşebbüs ve bağlı ortaklıklar, sözleşmeli personeline unvanları itibarıyla uygulayacakları azami temel ücret miktarlarına ilişkin tekliflerini 15 Kasım tarihine kadar Devlet Personel Başkanlığına gönderirler. Bu teklifler Devlet Personel Başkanlığınca teşebbüs ve bağlı ortaklıklar arasında ücret dengesi ve uygulama birliği sağlamaya yönelik önerilerle birlikte Yüksek Planlama Kurulunun onayına sunulur.''
18. 399 sayılı KHK'nın hâlen yürürlükte bulunan "Aylık ve ücretler" kenar başlıklı 25. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
(Mülga ikinci paragraf: 11/10/2011-KHK-666/1 md.)
b) (Mülga : 11/10/2011-KHK-666/1 md.)
c) (Değişik: 13/3/1995 - KHK - 549/1 md.) Ekli 1 sayılı cetvelin dışında kalan sözleşmeli personele ödenecek sözleşme ücreti; temel ücret ile başarı ve kıdem ücretleri toplamından oluşur ve bu ücret asgari ücretin altında olamaz. Sözleşme ücretlerinin tavanı her yıl bütçe kanunları ile belirle-nir. Kamu personeli için uygulanan aylık katsayısının mali yılın ikinci yarısı için değiştirilmesi veya mali yıl içinde 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun mali ve sosyal haklara ilişkin hükümlerinde değişiklik yapılması halinde sözleşmeli personel ücretlerinin tavanını değiştirmeye Cumhurbaşkanı yetkilidir...''
19. 399 sayılı KHK'nın hâlen yürürlükte bulunan "Temel ücret" kenar başlıklı 26. maddesi şöyledir:
"(Değişik birinci fıkra: 4/4/2007-5620/4 md.) Temel ücret tutarları, sözleşmeli personelin unvanı, eğitim düzeyi, iş gerekleri, işyeri ve çalışma şartları dikkate alınmak suretiyle teşebbüs ve bağlı ortaklıklarca tespit edilir.
Teşebbüs ve bağlı ortaklıklar, sözleşmeli personeline unvanları itibarıyla uygulayacakları azami temel ücret miktarlarına ilişkin tekliflerini 15 Kasım tarihine kadar Devlet Personel Başkanlığına gönderirler. Bu teklifler Devlet Personel Başkanlığınca teşebbüs ve bağlı ortaklıklar arasında ücret dengesi ve uygulama birliği sağlamaya yönelik önerilerle birlikte Cumhurbaşkanının onayına sunulur.''
2. Yargı Kararları
20. Danıştay Onbirinci Dairesinin 31/10/2003 tarihli ve E.2000/9670, K.2003/4400 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"...Dosyanın incelenmesinden, Yüksek Planlama Kurulunun Kamu İktisadi Teşebbüslerinde çalışan sözleşmeli personele 1997 yılının birinci yarısında uygulanacak ücretlerle ilgili 20.2.1997 tarih ve 97/T-7 sayılı Karara ekli (II) sayılı Cetvele tabi personelin temel ücret gruplarını gösteren listede yüksek öğrenimli müdür yardımcılarının 1. grupta, diğer müdür yardımcılarının 2. grupta yer aldığı, 1. ve 2. gruptakilerin en düşük ve en yüksek temel ücretlerinin farklı olarak tespit edildiği, 29.4.1997 tarih ve 97/3352 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye ekli (II) sayılı Cetvele dahil pozisyonlarda sözleşmeli olarak çalışan personelin sözleşme ücretlerinin tavanının 126.000.000.-liradan 152.000.000.-liraya çıkarılması üzerine Yüksek Planlama Kurulunun 9.5.1997 gün ve 97/T-20 sayılı Kararı ile (II) sayılı Cetvele tabi personelin sözleşme temel ücretlerinin yeniden belirlendiği, bu belirlemede; dört yıllık yükseköğrenim gören müdür yardımcılarının 1. grupta, iki yıllık yükseköğrenim gören müdür yardımcılarının 2. grupta, davacının da dahil olduğu diğer müdür yardımcılarının da 3. grupta yer aldığı, Devlet Personel Başkanlığının 27.5.1997 tarih ve 5456 sayılı Tebliğ ile söz konusu Bakanlar Kurulu Kararı ve Yüksek Planlama Kurulunun 9.5.1997 tarih ve 97/T-20 sayılı Kararları uyarınca unvan grupları itibarıyla tespit edilen ve en yüksek temel ücret miktarlarının gönderilmesini istediği, TCDD İşletmesi Yönetim Kurulu'nun 26.6.1997 tarih ve 17/303 sayılı Kararıyla Devlet Planlama Teşkilatının tebliği ve Yüksek Planlama Kurulunun yukarıda belirtilen kararı uyarınca (II) sayılı Cetvelde yer alan sözleşmeli personel ücretlerinin artırılarak ödenmesine karar verildiği, davacının da lise mezunu olduğu için öğrenim durumu itibarıyla 3. grupta yer alması nedeniyle mağdur olduğunu öne sürerek davalı idarenin sözleşmeli ücret uygulamasının gar müdür yardımcıları ile ilgili kısmının iptali ve 1.7.1997 tarihinden önceki ücret eşitliği sağlanarak ücret farklarının ödenmesi istemiyle dava açtığı anlaşılmaktadır.
Bu durumda 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 25. maddesinde (I) sayılı Cetvel dışında kalan sözleşmeli personele uygulanacak sözleşme ücretinin temel ücret, başarı ve kıdem ücreti toplamından oluşacağının belirtilmesi ve 26. maddesinde de temel ücretin personelin unvanı, çalışma şartları, iş yeri çalışma şartları dikkate alınarak kabul edilerek bu kriterler arasında öğrenim unsuruna yer verilmemesi karşısında davalı idarece 9.5.1997 tarih ve 97/T-20 sayılı Yüksek Planlama Kurulu Kararı esas alınarak temel ücret gruplarının görev, yetki ve sorumlulukları yönünden fark bulunmayan aynı unvanla aynı yerde görev yapan gar müdür yardımcılarının mevzuatta yer almayan öğrenim durumları esas alınarak belirlenmesi ve farklı ücret uygulamasına yol açılmasında Anayasanın ücretle ilgili 55. maddesi ile 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 26. maddesine ve hakkaniyet ilkelerine uyarlık bulunmamaktadır.
Davanın ücret farklarının tazminine ilişkin kısmına gelince; hukuka aykırılığı saptanan uygulama nedeniyle davacının temel ücret yönünden yoksun kaldığı ücret farklarının idarece hesaplanarak ödenmesi gerekmektedir...''
21. Danıştay Onbirinci Dairesinin 24/3/2008 tarihli ve E.2005/2000, K.2008/2806 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:
"...Davanın ücret farklarının tazmini istemine ilişkin kısmına gelince;
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 12. maddesinde idari işlemlerden, 13.maddesinde ise, idari eylemlerden doğan zararların karşılanması amacıyla açılacak tam yargı davalarının açılma yöntem ve süreleri düzenlenmiş bulunmaktadır.
"İptal ve Tam Yargı Davaları" başlığını taşıyan ve "İlgililer haklarını ihlal eden bir idari işlem dolayısıyla Danıştaya ve idare ve vergi mahkemelerine doğrudan doğruya tam yargı davası veya iptal ve tam yargı davalarını birlikte açabilecekleri gibi ilk önce iptal davası açarak bu davanın karara bağlanması üzerine, bu husustaki kararın veya kanun yollarına başvurulması halinde verilecek kararın tebliği veya bir işlemin icrası sebebiyle doğan zararlardan dolayı icra tarihinden itibaren dava süresi içinde tam yargı davası açabilirler. Bu halde de ilgililerin 11 nci madde uyarınca idareye başvurma hakları saklıdır." hükmünü içeren 12.maddeye göre, maddi ve manevi zararlara neden olan idari işlemlerden dolayı ilgili tarafından doğrudan doğruya tam yargı davası açılabileceği gibi iptal ve tam yargı davaları birlikte de açılabilecek, ya da önce iptal davası açılarak bu davanın karara bağlanması üzerine, bu husustaki kararın tebliğinden itibaren de dava süresi içinde tam yargı davası açma yoluna da gidilebilecektir.
...
Bu hükümler karşısında sözleşme ücretinin artırılması (ücret farkının giderilmesi) yönünden belli bir uygulama tarihi esas alınarak istekte bulunulan davalarda, İdari Yargılama Usulü Kanununun 7. maddesine göre uygulama tarihinden itibaren altmış gün içinde; uygulama üzerine davacı idareye başvurmuş ise, 12. maddenin yollamada bulunduğu 11.maddeye göre idarenin bu başvuruya cevap vermemiş olduğu hallerde uygulama tarihinden itibaren en geç 120 gün, idarenin cevap verdiği durumlarda ise, uygulama tarihine kadar geçen süre de hesaba katılmak koşuluyla cevabın davacıya tebliğ tarihinden itibaren 60 gün içinde idari davanın açılmış olması gerekir.
Başka bir anlatımla dava, davacının idareye başvurduğu tarihten itibaren 120 gün içinde açılmış ise ilgiliye, davanın açıldığı tarihten geriye doğru 120 günü geçmemek üzere, başvuru tarihinden geriye doğru 60 günlük süre içindeki ilk uygulama esas alınarak ücret farklarının verilmesi gerekeceği; idareye başvuru tarihinden itibaren 120 günlük ya daidarenin cevabının tebliğ tarihinden itibaren 60 günlük süreler geçtikten sonra açılmış olan davalarda ise, ancak dava tarihinden geriye doğru 60 günlük süre içinde kalan ilk uygulamadan doğan sözleşme ücretinin ödenmesi mümkündür.
Öte yandan, 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 21.4.2007 gün ve 26500 sayılı Resmi gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 5620 sayılı Yasanın 4. maddesinin (b/3) fıkrasıyla değişik 26. maddesinin 1. fıkrasında, temel ücret tutarlarının, sözleşmeli personelin unvanı, eğitim düzeyi, iş gerekleri, işyeri ve çalışma şartları dikkate alınmak suretiyle teşebbüs ve bağlı ortaklıklarca tespit edileceği hükmüne yer verilmiştir.
Bu durumda, 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 21.4.2007 gün ve 26500 sayılı Resmi gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 5620 sayılı Yasanın 4. maddesinin (b/3) fıkrasıyla değişik 26. maddesinin 1. fıkrasında, teşebbüs ve bağlı ortaklıklarca temel ücret tutarlarının belirlenmesinde esas alınacak kriterler arasında, sözleşmeli personelin eğitim düzeyine de yer verildiği dikkate alındığında, davacının, 17.2.2005 tarihli başvurusunun 17.3.2005 günlü işlemle reddedilmesi üzerine 25.5.2005 tarihinde açılan bu davada, davanın açıldığı tarihten geriye doğru 120 günü geçmemek üzere başvuru tarihinden geriye doğru 60 gün içinde kalan ilk uygulamanın yapıldığı 15.2.2005 tarihinden itibaren 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 5620 sayılı Yasa ile değişik 26. maddesinin 1. fıkrasının yürürlük tarihi olan 21.4.2007 tarihine kadar geçen süreye ilişkinücret farklarının davalı idarece hesaplanarak davacıya ödenmesi, bu tarihten önceki döneme ait ücret farklarının ise, süre aşımı nedeniyle incelenmesine imkan bulunmamaktadır...''
22. Danıştay Onbirinci Dairesinin 30/12/2008 tarihli ve E.2007/9053, K.2008/10619 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"...TCDD İşletmesi Genel Müdürlüğü, Personel ve İdari işler Dairesi Başkanlığında sözleşmeli personel statüsünde şube müdür yardımcısı olarak görev yapan davacı tarafından, sözleşme temel ücretinin, eğitim durumu nedeniyle aynı görevi yapan ve aynı unvana sahip olan personele nazaran düşük belirlendiği, eğitim durumuna göre farklı ücret tespiti yoluna gidilmesinin mevzuata aykırı olduğu ileri sürülerek, ücretinin düzeltilmesi (yükseltilmesi) yolunda yapılan başvurunun reddi üzerine bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin değişik 25/c maddesinde, ekli (I) sayılı Cetvelin dışında kalan sözleşmeli personele ödenecek sözleşme ücretinin, temel ücret ile başarı ve kıdem ücretleri toplamından oluşacağı, bu ücretin asgari ücretin altında olamayacağı, sözleşme ücretlerinin tavanının her yıl bütçe kanunları ile belirleneceği, kamu personeli için uygulanan aylık katsayının mali yılın ikinci yarısı için değiştirilmesi veya mali yıl içinde 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun mali ve sosyal haklara ilişkin hükümlerinde değişiklik yapılması halinde sözleşmeli personel ücretlerinin tavanını değiştirmeye Bakanlar Kurulunun yetkili olduğu kuralına yer verilmiştir.
Anılan Kanun Hükmünde Kararnamenin uyuşmazlık tarihinde yürürlükte bulunan "Temel Ücret"başlıklı 26. maddesinde ise; temelücrettutarlarınınsözleşmelipersonelin unvanı, iş gerekleri, iş yeri ve çalışma şartları dikkate alınmak suretiyle teşebbüs ve bağlı ortaklıklarca tespit edileceği, teşebbüs ve bağlı ortaklıkların sözleşmeli personeline unvanları itibarıyla uygulayacakları azami temel ücret miktarlarına ilişkin tekliflerini 15 Kasım tarihine kadar Devlet Personel Başkanlığına gönderecekleri, bu tespitlerin Devlet Personel Başkanlığınca teşebbüs ve bağlı ortaklıklar arasında ücret dengesi ve uygulama birliği sağlamaya yönelik önerilerle birlikte Yüksek Planlama Kurulunun onayına sunulacağı hükme bağlanmıştır.
Görüleceği üzere, 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin değişik 25/c maddesinde, Kararnameye ekli (I) sayılı Cetvel kapsamı dışında kalan sözleşmeli personele ödenecek sözleşme ücretinin; temel ücret, başarı ve kıdem ücreti toplamından oluşacağı belirtilmiş, aynı Kanun Hükmünde Kararnamenin, uyuşmazlık tarihi itibariyle yürürlükte 26. maddesinde de, temel ücret tutarının, sözleşmeli personelin unvanı, iş gerekleri, iş yeri ve çalışma şartları dikkate alınarak belirleneceği hükmüne yer verilmiş, buna karşın ücret tespitine esas alınacak kriterler arasında "eğitim düzeyi" kriterine yer verilmemiştir.
Olayda ise, TCDD Yönetim Kurulunca, Yüksek Planlama Kurulu kararlarıyla verilen yetkiye istinaden 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye ekli (II) sayılı Cetvele tabi sözleşmeli personlin temel ücretleri belirlenirken, Kanun Hükmünde Kararnamede sayılan kriterlerin yanı sıra, işlem tarihi itibariyle anılan KHK'de yer almayan "eğitim düzeyi" kriteri de baz alınarak aynı görevi yapan ve aynı unvanda çalışan personel bakımından farklı temel ücret tespiti yoluna gidildiği anlaşılmıştır.
Bu durumda, görev, yetki ve sorumlulukları yönünden aralarında fark bulunmayan, aynı unvanla aynı yerde görev yapan şube müdür yardımcısı temel ücretinin, mevzuatta yer almayan eğitim düzeyi (durumu) kriteri esas alınarak belirlenmesi ve bu nedenle farklı ücret uygulamasına yol açılmasında, 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin olay tarihinde yürürlükte olan 26.maddesi hükmüne uyarlık bulunmamıştır.
Bununla birlikte; 21.4.2007 tarih ve 26500 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 5620 sayılı Kamuda Geçici İş Pozisyonlarında Çalışanların Sürekli İşçi Kadrolarına veya Sözleşmeli Personel Statüsüne Geçirilmeleri, Geçici İşçi Çalıştırılması ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun'un "Çeşitli Hükümler" başlıklı 4. maddesinin (b) fıkrasının 3. bendinde; 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kamu İktisadi Teşebbüsleri Personel Rejiminin Düzenlenmesi ve 233 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Bazı Maddelerinin Yürürlükten Kaldırılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname'nin 26. maddesinin 1. fıkrası "Temel ücret tutarları, sözleşmeli personelin unvanı, eğitim düzeyi, iş gerekleri, işyeri ve çalışma şartları dikkate alınmak suretiyle teşebbüs ve bağlı ortaklıklarca tespit edilir." şeklinde değiştirilmiştir. Bu durumda, anılan KHK'nin 26. maddesinde değişiklik öngören ve bu değişiklikle temel ücretlerin belirlenmesinde esas alınacak kriterler arasına eğitim düzeyini de dahil eden yasal düzenlemenin yürürlük tarihi olan 21.4.2007 tarihinin dikkate alınarak ücret farklarının tazminine karar verilmesi gerekeceği açıktır...''
23. Danıştay Onbirinci Dairesinin 27/1/2010 tarihli ve E.2007/11122, K.2010/508 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"...Olayda ise, TCDD Yönetim Kurulunca, Yüksek Planlama Kurulu kararlarıyla verilen yetkiye istinaden 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye ekli (II) sayılı Cetvele tabi sözleşmeli personlin temel ücretleri belirlenirken, Kanun Hükmünde Kararnamede sayılan kıstasların yanı sıra, işleme esas alınan olay tarihi itibariyle anılan KHK'de yer almayan "eğitim düzeyi" gözetilerek aynı görevi yapan ve aynı unvanda çalışan personel arasında farklı temel ücret tespiti yoluna gidilmiştir.
Bu durumda, görev, yetki ve sorumlulukları yönünden aralarında fark bulunmayan, aynı unvanla aynı yerde görev yapan tesisler şeflerinin temel ücretinin, mevzuatta yer almayan eğitim düzeyi esas alınmak suretiyle farklı ücret uygulamasına yol açılmasında, 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'nin olay tarihinde yürürlükte olan 26. maddesine uyarlık bulunmadığından, davacının sözleşme temel ücretinin düzeltilmesi yolundaki başvurusunun reddine ilişkin işlem ile bu işleme karşı açılan davayı reddeden İdare Mahkemesi kararında hukuka uyarlıkbulunmamıştır.
Öte yandan, 21.4.2007 tarih ve 26500 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 5620 sayılı Kamuda Geçici İş Pozisyonlarında Çalışanların Sürekli İşçi Kadrolarına veya Sözleşmeli Personel Statüsüne Geçirilmeleri, Geçici İşçi Çalıştırılması ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun'un "Çeşitli Hükümler" başlıklı 4. maddesinin (b) fıkrasının 3. bendi ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kamu İktisadi Teşebbüsleri Personel Rejiminin Düzenlenmesi ve 233 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Bazı Maddelerinin Yürürlükten Kaldırılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname'nin 26. maddesinin 1. fıkrası "Temel ücret tutarları, sözleşmeli personelin unvanı, eğitim düzeyi, iş gerekleri, işyeri ve çalışma şartları dikkate alınmak suretiyle teşebbüs ve bağlı ortaklıklarca tespit edilir." şeklinde değiştirildiğinden, temel ücretin belirlenmesinde esas alınacak kıstaslar arasına eğitim düzeyini de dahil eden yasal düzenlemenin yürürlük tarihi (21.4.2007) dikkate alınarak ücret farklarının tazminine karar verilmesi gerekeceği de açıktır...''
24. Danıştay Onbirinci Dairesinin 27/6/2012 tarihli ve E.2009/310, K.2012/4928 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"...Dosyanın incelenmesinden; Kırıkkale Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi kimya bölümü mezunu olan ve davalı İdarede sözleşmeli tekniker olarak görev yapan davacı tarafından, 21.4.2007 tarihli Resmi Gazete'de yayınlanarak yürürlüğe giren 5620 sayılı Kanunun 4. maddesi ile 399 sayılı KHK'nin ''Temel ücret'' başlıklı 26. maddesine eğitim durumu kriteri getirildiğinden ücretinin buna göre yeniden belirlenmesi için yaptığı başvurunun reddine dair işlem ile 17.10.2008 tarihli ve 3041 sayılı Temel Ücret Skalası'nda yer alan tekniker unvanlı çalışanların ücret düzenlemesinin eğitim durumu dikkate alınarak belirlenmemesine ilişkin eksik düzenlemenin iptaline, aynı Skalada bulunan teknik şeflik unvanı için eğitim düzeyi dikkate alınarak yapılan düzenlemenin tekniker unvanı içinde yapılmasına ve eksik düzenlemeden kaynaklanan parasal kayıplarının yasal faizi ile birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle görülmekte olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
Bu durumda; yukarıda yer verilen düzenlemeler kapsamında, görev yapılan birim ve iş hacmi, görevin önem ve güçlüğü, görev yerinin özelliği, çalışma süresi, personelin sınıfı, rütbesi, kadro ve görev unvanı, derecesi, atanma usulü ile emsali veya benzer görev ve unvanlarda bulunan personele mali haklar kapsamında yapılan her türlü ödemeler dahil, almakta oldukları toplam ödeme tutarları gibi kriterleri birlikte veya ayrı ayrı dikkate alarak belirleme konusunda takdir yetkisi bulunan İdare tarafından yapılan, 17.10.2008 tarihli ve 3041 sayılı Temel Ücret Skalası'nda yer alan tekniker unvanlı çalışanların ücret düzenlemesinde ve buna bağlı olarak davacının sözleşme temel ücretinin yeniden belirlenmesi için yaptığı başvurunun reddine dair işlemde kamu yararı ve hizmetin gerekleri yönünden hukuka aykırılık görülmemiştir...''
25. Danıştay Onbirinci Dairesinin 23/5/2018 tarihli ve E.2013/1249, K.2018/2555 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:
"...Anılan Kanun Hükmünde Kararname'nin "Temel Ücret" başlıklı 26. maddesinde ise; temel ücret tutarlarının, sözleşmeli personelin unvanı, iş gerekleri, iş yeri ve çalışma şartları dikkate alınmak suretiyle teşebbüs ve bağlı ortaklıklarca tespit edileceği; teşebbüs ve bağlı ortaklıkların, sözleşmeli personelin unvanları itibarıyla uygulayacakları azami temel ücret miktarlarına ilişkin tekliflerini, 15 Kasım tarihine kadar Devlet Personel Başkanlığına gönderecekleri; bu tekliflerin Devlet Personel Başkanlığınca teşebbüs ve bağlı ortaklıklar arasında ücret dengesi ve uygulama birliği sağlamaya yönelik önerilerle birlikte Yüksek Planlama Kurulunun onayına sunulacağı düzenlenmiş olup, bu düzenlemede 21.4.2007 gün ve 26500 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 5620 sayılı Kanunun 4. maddesinin (b/3) bendiyle yapılan değişiklikle teşebbüs ve bağlı ortaklıklarca temel ücret tutarlarının belirlenmesinde esas alınacak kriterler arasında, sözleşmeli personelin eğitim düzeyine de yer verilmiştir..
Bu durumda, görev, yetki ve sorumlulukları yönünden aralarında fark bulunmayan ve aynı unvanla aynı yerde görev yapan, fakat eğitim düzeyleri farklı olan personele ilişkin temel ücretin, 21.04.2007 tarihli mevzuat değişikliği uyarınca eğitim düzeyi kriteri esas alınarak farklı belirlenmesinde hukuka aykırılık bulunmadığı açık olmakla birlikte, uyuşmazlık, yüksekokul mezunu olan personel arasında, mezuniyetin teknik ya da idari bölümlerden ve mühendislik bölümlerinden olmasına göre farklı sözleşme ücreti belirlenmesinde, idarenin takdir hakkı bulunup bulunmadığı ve takdir hakkı var ise, bu hakkın 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'nin 26. maddesinde öngörülen ölçütlere ve eşitlik ilkesine uygun kullanılıp kullanılmadığı hususunda çıkmaktadır.
Bu durumda, teknik bir kamu hizmeti yürüten davalı idarenin, istihdam ettiği personelin eğitim seviyesi ve niteliği itibarıyla değerlendirme suretiyle, yüksekokul mezunları arasında, teknik, idari bölüm ve mühendislik fakültesi mezunları yönünden ayrıştırmaya giderek, işletme açısından önem taşıyan bazı unvanlarda teknik bölüm mezunlarının istihdamının teşvik edilebilmesi amacına yönelik olarak, teknik bölüm mezunları ve mühendisler lehine daha yüksek sözleşme ücreti belirlemesinde, kamu yararına, hizmet gereklerine ve eşitlik ilkesine aykırılık bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
...''
B. Uluslararası Hukuk
26. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:
"Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, hakkaniyete uygun ve kamuya açık olarak makul bir süre içinde, görülmesini isteme hakkına sahiptir."
27. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre mahkeme içtihatlarındaki değişim yargı organlarının takdir yetkisi kapsamında kalmakta olup böyle bir değişiklik özü itibarıyla önceki çözümün tatminkâr bulunmaması anlamına gelir (S.S. Balıklıçeşme Beldesi Tarım Kalkınma Kooperatifi ve diğerleri/Türkiye, B. No: 3573/05..., 30/11/2010, § 28). Ancak yerleşmiş yargısal pratiğin de içtihat değişikliğinin gerekçelendirildiği kararda dikkate alınması gerekir (Atanasovski/Makedonya Eski Yugoslav Cumhuriyeti, B. No: 36815/03, 14/1/2010, § 38). Bu bağlamda aynı hususta daha önce çıkan kararlardan farklı bir hüküm kurulması hâlinde mahkemelerce bu farklılaşmaya ilişkin makul bir açıklama getirilmesi gerekmektedir (Stoilkovska/Makedonya Eski Yugoslav Cumhuriyeti, B. No: 29784/07, 18/7/2013, § 49).
28. AİHM, hukuki belirlilik şartının ve meşru beklentilerin korunması gereğinin yerleşik içtihadın sürdürülmesi zorunluluğunu içermediğinin altını çizmekte, ancak iyi temellere oturmuş yerleşik bir içtihadın varlığının yüksek mahkemeye içtihattan ayrılmayı haklılaştıran daha sağlam gerekçeler açıklama görevi yüklediğini ifade etmektedir. AİHM'e göre yüksek mahkemenin yerleşik içtihattan farklı karar verilmesinin sebebi hakkında başvurucuya detaylı açıklama yapma sorumluluğu bulunmaktadır (Atanasovski/Makedonya Eski Yugoslav Cumhuriyeti, § 38).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
29. Mahkemenin 16/1/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
30. Başvurucu, yargılamanın uzun sürdüğünü belirterek makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
2. Değerlendirme
31. Bireysel başvuru yapıldıktan sonra 31/7/2018 tarihli ve 30495 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Kanun'un 20. maddesiyle 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'a geçici madde eklenmiştir.
32. 6384 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddeye göre yargılamaların uzun sürmesi ve yargı kararlarının geç veya eksik icra edilmesi ya da icra edilmemesi şikâyetiyle Anayasa Mahkemesine yapılan ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesi önünde derdest olan bireysel başvuruların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat üzerine Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığı (Tazminat Komisyonu) tarafından incelenmesi öngörülmüştür.
33. Ferat Yüksel (B. No: 2014/13828, 12/9/2018,§§ 27-36) kararında Anayasa Mahkemesi; yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı ya da yargı kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da hiç icra edilmediği iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce gerçekleştirilen bireysel başvurulara ilişkin olarak Tazminat Komisyonuna başvuru imkânının getirilmesine ilişkin yolu ulaşılabilir olma, başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesinin bulunup bulunmadığı yönlerinden inceleyerek bu yolun etkililiğini tartışmıştır.
34. Ferat Yüksel kararında özetle anılan başvuru yolunun kişileri mali külfet altına sokmaması ve başvuruda kolaylık sağlaması nedenleriyle ulaşılabilir olduğu, düzenleniş şekli itibarıyla ihlal iddialarına makul bir başarı şansı sunma kapasitesinden mahrum olmadığı ve tazminat ödenmesine imkân tanıması ve/veya bu mümkün olmadığında başka türlü telafi olanakları sunması nedenleriyle potansiyel olarak yeterli giderim sağlama imkânına sahip olduğu hususunda değerlendirmelerde bulunulmuştur (Ferat Yüksel, §§ 27-34). Bu gerekçeler doğrultusunda Anayasa Mahkemesi, ilk bakışta ulaşılabilir olan ve ihlal iddialarıyla ilgili başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesi olduğu görülen Tazminat Komisyonuna başvuru yolu tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil niteliği ile bağdaşmayacağı sonucuna vararak başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermiştir (Ferat Yüksel, §§ 35, 36).
35. Mevcut başvuruda söz konusu karardan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.
36. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduklarına karar verilmesi gerekir.
B. Hakkaniyete Uygun Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
37. Başvurucu; ilk derece mahkemesinin kararında 4/4/2007 tarihinden önce yapılan eksik ödemelerle ilgili herhangi bir açıklamaya yer verilmediğini, işlem tarihi olarak hangi tarihin belirtildiğinin açıklanmadığını ve anılan tarihte yapılan değişiklikten önce eğitim durumuna göre temel ücretin farklı belirlenemeyeceğine dair Danıştay Onbirinci Dairesi kararları olduğu hâlde ilk derece mahkemesi kararının onandığını belirterek eşitlik ilkesi ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
38. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
39. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).
40. Başvurucu, eşitlik ilkesinin de ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Bu iddianın dikkate alınabilmesi için başvurucunun kendisi ile benzer durumdaki başka kişilere yapılan muamele ile kendisine yapılan muamele arasında bir farklılığın bulunduğunu ve bu farklılığın meşru bir temeli olmaksızın sırf ırk, renk, cinsiyet, din, dil, cinsel yönelim vb. ayrımcı bir nedene dayandığını makul delillerle ortaya koyması gerekmektedir. Somut olayda başvurucunun bu yöndeki iddialarını temellendirecek somut bulgu ve kanıtları ortaya koyamadığı anlaşılmaktadır.
41. Somut başvuruda başvurucunun şikâyetlerinin özünün, 4/4/2007 tarihinde yapılan değişiklikten önce eğitim durumuna göre temel ücretin farklı belirlenemeyeceğine dair Danıştay Onbirinci Dairesi kararları bulunduğu hâlde Mahkeme ve Dairenin benzer davalarda sergilediği yaklaşımının aksine bir değerlendirme yapmasına ve bu konuda makul, açıklayıcı bir gerekçe belirtmediklerine yönelik olduğundan şikâyet adil yargılanma hakkının güvencelerinden biri olan hakkaniyete uygun yargılanma hakkı kapsamında değerlendirilmiştir.
a. Kabul Edilebilirlik Yönünden
42. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Genel İlkeler
43. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği belirtilmiştir. Bu kapsamda ilke olarak mahkemeler önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun adil olup olmaması bireysel başvuru konusu olamaz. Ancak bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlüklere müdahale teşkil eden, bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik içeren tespit ve sonuçlar bu kapsamda değildir (Ahmet Sağlam, B. No: 2013/3351, 18/9/2013, § 42).
44. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında; herkesin yargı organlarına davacı ve davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. 3/10/2001 tarihli ve 4709 sayılı Kanun'un, Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasına adil yargılanma hakkı ibaresinin eklenmesine ilişkin 14. maddesinin gerekçesine göre değişiklikle Türkiye Cumhuriyeti’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınmış olan adil yargılanma hakkı metne dâhil edilmiştir. Dolayısıyla Anayasa'nın 36. maddesinde herkesin adil yargılanma hakkına sahip olduğu ibaresinin eklenmesinin amacının Sözleşme'de düzenlenen adil yargılanma hakkını anayasal güvence altına almak olduğu anlaşılmaktadır (Yaşar Çoban [GK], B. No: 2014/6673, 25/7/2017,§ 53).
45. Adil yargılanma hakkı uyuşmazlıkların çözümlenmesinde hukuk devleti ilkesinin gözetilmesini gerektirmektedir. Anayasa'nın 2. maddesinde Cumhuriyet'in nitelikleri arasında sayılan hukuk devleti, Anayasa'nın tüm maddelerinin yorumlanması ve uygulanmasında gözönünde bulundurulması zorunlu olan bir ilkedir.
46. Bu noktada hukuk devletinin gereklerinden birini de hukuk güvenliği ilkesi oluşturmaktadır (AYM, E.2008/50, K.2010/84, 24/6/2010 ve E.2012/65, K.2012/128, 20/9/2012). Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki güvenlik ilkesi hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Belirlilik ilkesi ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olmasını, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir (AYM, E.2013/39, K.2013/65, 22/5/2013).
47. Hukuk kurallarının ne şekilde yorumlanacağı veya birden fazla yorumunun mümkün olduğu durumlarda bu yorumlardan hangisinin benimseneceği derece mahkemelerinin yetkisinde olan bir husustur. Anayasa Mahkemesinin, bireysel başvuruda derece mahkemelerince benimsenen yorumlardan birine üstünlük tanıması veya derece mahkemelerinin yerine geçerek hukuk kurallarını yorumlaması bireysel başvurunun amacıyla bağdaşmaz. Anayasa Mahkemesinin kanunilik ilkesi bağlamındaki görevi, hukuk kurallarının birden fazla yorumunun hukuki belirlilik ve öngörülebilirliği etkileyip etkilemediğini tespit etmektir(Mehmet Arif Madenci, B. No: 2014/13916, 12/1/2017, § 81).
48. Yargı yetkisini kullanan mahkemeler, aynı mahiyetteki davalarda uyuşmazlığın çözümü için gerekli olan bir yasa hükmünü uygularken bir hukuki müesseseyi değerlendirirken ya da uyuşmazlığın çözümünde takip edilecek usulü belirlerken birbirinden farklı ilke ve yorumlar benimseyebilir; bunun doğal sonucu olarak da farklı bir içtihat geliştirebilirler. İçtihat farklılığından söz edilebilmesinin ön koşulu, dava konusu edilen uyuşmazlıkların özü itibarıyla aynı mahiyette olmasıdır. Dolayısıyla uyuşmazlıkların içeriğinin ve niteliğinin örtüşmediği, esaslı noktalarda ayrıldığı durumlarda verilen kararlar arasındaki farklılık da içtihat farklılığı olarak değerlendirilemez (Engin Selek, B. No: 2015/19816, 8/11/2017, § 54).
49. Birbiriyle çelişen kararlar, belirli bir yargı kolundaki tek yüksek mahkemenin farklı daireleri tarafından ya da yine aynı yargı kolu içinde fakat son derece mahkemesi sıfatını haiz, nihai hüküm veren çeşitli mahkemeler tarafından verilebilir (Engin Selek, § 56).
50. Yargısal kararlardaki değişiklikler, hukukun dinamizmini ve mahkemelerin yaklaşımlarını yaşanan gelişmelere uyarlama kabiliyetlerini yansıtması yönüyle olumludur. Ancak uygulamadaki birlikteliği sağlamaları beklenen yüksek mahkemelerin dairelerinin benzer davalarda tatmin edici bir gerekçe göstermeksizin farklı sonuçlara ulaşmaları, bir kararın belirli bir daireye düştüğü takdirde onanacağı, başka bir daire tarafından ele alındığı takdirde bozulacağı gibi ihtimale dayalı ve birbirine zıt sonuçları ortaya çıkarır. Bu ise hukuki belirlilik ve öngörülebilirlik ilkelerine ters düşecektir. Ayrıca böyle bir algının toplumda yerleşmesi hâlinde bireylerin yargı sistemine ve mahkeme kararlarına duymaları beklenen güven zarar görebilir (Türkan Bal [GK], B. No: 2013/6932, 6/1/2015, § 64).
51. Hukukun üstünlüğü ilkesi gereği yargı sistemine olan güveni sağlamak ve korumakla yükümlü olan devlet, aynı yargı koluna dâhil mahkemeler arasındaki derin ve süregelen içtihat farklılıklarını ortadan kaldırabilecek nitelikte bir mekanizmayı kurmak ve bu mekanizmanın etkin bir şekilde işleyişini sağlayacak düzenlemeler yapmakla yükümlüdür. Bu yükümlülük, adil yargılanma hakkının güvencelerinden biri olarak kabul edilmelidir. (Engin Selek, § 58).
ii. İlkelerin Olaya Uygulanması
52. Somut olayda 399 sayılı KHK'da temel ücretin belirlenmesine ilişkin kıstaslar arasına eğitim düzeyinin bulunmadığı ve bu kıstasın 4/4/2007 tarihinde yapılan değişiklikle eklendiği hususunda uyuşmazlık bulunmamaktadır. Başvurucu 5/11/2009 tarihinde 1998-2009 dönemine ilişkin ücret farkının ödenmesi istemiyle Şirkete başvurmuş ve başvurunun zımnen reddi üzerine 21/1/2010 tarihinde dava açmıştır. İlk derece mahkemesi, işlem tarihi itibariyle 399 sayılı KHK'nın 26. maddesinde yapılan değişiklikle sözleşmeli personelin temel ücretinin belirlenmesinde eğitim düzeyi kıstası getirildiğinden temel ücretin belirlenmesinde ve bu nedenle başvurucunun isteğinin reddedilmesinde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davayı reddetmiştir. İlk derece mahkemesi kararının gerekçesinde başvurucunun anılan kanun değişikliğinden önceki döneme ilişkin talebi yönünden Daire tarafından verilen kararlardan farklı sonuca varılıp varılmadığına yönelik olarak ayrı bir açıklamaya yer verilmemiştir. Temyiz ve karar düzeltme incelemesini yapan Daire kararlarında da ilk derece mahkemesi karar ve gerekçesinin uygun bulunduğu dışında bir gerekçe yer almamıştır.
53. Başvuruya konu yargılama sürecinde Daire tarafından kanun değişikliğinden önceki döneme ilişkin benzer durumlarda verilen kararlar (bkz. §§ 20, 23) incelendiğinde 399 sayılı KHK'nın temel ücretlerin belirlenmesinde esas alınacak kriterler arasına eğitim düzeyini de dâhil eden yasal düzenlemenin yürürlük tarihi olan 21/4/2007 tarihi ve işlem tarihi dikkate alınarak ücret farklarının tazminine karar verilmesi gerektiği sonucuna varıldığı görülmektedir. Ancak yine aynı Daire tarafından (bkz. § 21) kanun değişikliğinden önceki döneme ilişkin ücret taleplerinde idareye başvurulduğu tarihten itibaren 120 gün içinde açılan davalarda ilgiliye, davanın açıldığı tarihten geriye doğru 120 günü geçmemek üzere başvuru tarihinden geriye doğru 60 günlük süre içindeki ilk uygulama esas alınarak ücret farklarının verilmesi gerekeceği; idareye başvuru tarihinden itibaren 120 günlük ya da idarenin cevabının tebliğ tarihinden itibaren 60 günlük süreler geçtikten sonra açılmış olan davalarda ise, ancak dava tarihinden geriye doğru 60 günlük süre içinde kalan ilk uygulamadan doğan sözleşme ücretinin ödenmesinin mümkün olacağı benimsenmiştir.
54. Bu kapsamda 4/4/2007 tarihinde yapılan kanun değişikliğini dikkate alan Daire, kanun değişikliği öncesi ve sonrası dönemler yönünden farklı sonuçlara varmıştır. Kanun değişikliğinden önceki dönem yönünden ücret farkının talep edilebileceğini belirten Daire, talep edilebilecek ücret farkının ne şekilde belirleneceğine ilişkin olarak da somut ve öngörülebilir kıstaslara yer vermiştir.Somut olayda başvurucu, Şirkete 5/11/2009 tarihinde başvurmuş ve talebinin zımnen reddedildiği gerekçesiyle anılan işlemin iptali ile geriye dönük ücret farkının ödenmesi istemiyle 21/1/2010 tarihinde dava açmıştır. Dolayısıyla, başvuru ve dava tarihleri dikkate alındığında, derece mahkemelerince verilen kararların yukarıda yer verilen yargısal içtihatlarda belirlenen kıstaslardan ayrıldığından, başka bir deyişle hukuki belirlilik ve öngörülebilirlik ilkelerine ters düştüğünden söz etmek mümkün değildir.
55. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamında hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Adil yargılanma hakkı kapsamında makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Adil yargılanma hakkı kapsamında hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde hüküm altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamında hakkaniyete uygun yargılanma hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
C. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA,
D. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 16/1/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.