TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
A.A.Y. BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2016/13011)
|
|
Karar Tarihi: 29/9/2020
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
GİZLİLİK TALEBİ KABUL
Başkan
|
:
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Burhan ÜSTÜN
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
Selahaddin MENTEŞ
|
Raportör
|
:
|
Ali KOZAN
|
Başvurucu
|
:
|
A.A.Y.
|
Vekili
|
:
|
Av. Türker YÖNDEM
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, özel bir şirkette çalışan başvurucunun
kurumsal e-posta hesabı içeriğinin işveren tarafından incelenmesi ve bu
yazışmalar gerekçe gösterilerek iş akdinin feshedilmesi nedeniyle özel hayata
saygı hakkı kapsamındaki kişisel verilerin korunmasını isteme hakkı ve
haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru 15/7/2016 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet
Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle
olaylar özetle şöyledir:
A. Uyuşmazlığın
Arka Planı
7. Başvurucu 4/1/2012 tarihinden bir Avukatlık
Ortaklığında avukat olarak çalışmaya başlamıştır. Başvurucuya ortaklık ismiyle
"av.tr." uzantılı kurumsal bir e-posta verilmiştir. Kurumsal
e-posta bilgi, trafik ve içerikleri işverene ait sunucu üzerinde saklı
tutulmaktadır. Başvurucu, beş kişilik bir ekipte ekip yöneticisi olarak
görevlidir. İşyerinde 15/12/2014 tarihinde yaşanan tartışma sonrasında ekipte
görevli üç kişi yönetime şikâyet dilekçeleri vermiştir. Dilekçelerde, bir buçuk
yıldır ekip yöneticisi olan başvurucunun ekibin kıdemli üyesi olan E.Ü. ile iş
ilişkisinde nesnelliği kaybettiği, her olayda onu destekleyerek diğer ekip
üyelerini zor durumda bıraktığı, E.Ü.nün diğer ekip üyelerine karşı kaba
davranışlarının ekip içinde ciddi sıkıntılara yol açmasına rağmen başvurucunun
olumsuzlukları gidermek için bir adım atmadığı, barışçıl çalışma ortamının
kaybolduğu hususlarının dile getirildiği ifade edilmiştir.
8. Başvurucunun iş sözleşmesi 22/5/2003 tarihli ve 4857
sayılı İş Kanunu’nun 18. maddesine dayanılarak 16/1/2015 tarihinde işveren
tarafından feshedilmiştir. Fesih bildiriminde; işyerinde Avukat E.Ü. ile başka
bir çalışan arasında yaşanan sözlü tartışma sonrası başvurucu hakkında ekip
arkadaşları tarafından verilen şikâyet dilekçelerindeki iddiaları araştırmak
amacıyla inceleme başlatıldığı belirtilmiştir.
9. Fesih bildiriminde ayrıca yukarıda belirtilen şikâyet
dilekçelerindeki suçlamaların sözlü iddialar niteliğinde olması nedeniyle somut
olayın ve ekip üyeleri arasındaki ilişkilerin aydınlatılması amacıyla işlerin
sürekliliğinin sağlanması için kullanılan ve güvenlik gerekçeleriyle internet
ortamında saklı tutulan -her an kontrol edilebileceği de bilinen- kurumsal
e-posta yazışmalarının incelendiği ifade edilmiştir. İnceleme sonucu elde
edilen mesajlarda E.Ü.nün başvurucu ve iş arkadaşları hakkında ağır ithamlarda
bulunduğu, hakaretamiz ifadeler kullandığı, başvurucuyu rahatsız edecek ve
psikolojik taciz sayılabilecek yazışmalar yaptığı, ekip yöneticisi olan
başvurucunun da bu durumu kabullendiği, bu üsluba karşı caydırıcı adımlar
atmayı reddettiği hususlarının tespit edildiği belirtilmiştir. Anılan inceleme
ile başvurucuyla yapılan mülakat ve başvurucudan alınan yazılı savunma
sonucunda, başvurucunun ekip yönetiminde nesnelliği kaybettiği ve bu durumu
bilerek düzeltmediği, diğer çalışanlar hakkında hasmane, tutarsız, ön yargılı
davranışlar sergilediği hususlarının sabit olduğu bu durumun işyerindeki
barışçıl çalışma ortamını bozacak nitelikte olduğu vurgulanarak, iş akdinin
feshedildiği ve işçilik haklarının ödeneceği ifade edilmiştir.
10. İşverenin ilk derece mahkemesine sunduğu yazışma
içerikleri incelendiğinde; başvurucu ile E.Ü. arasında geçen ve genellikle
birbirleriyle ve işyeri ile ilgili düşüncelerin açıklandığı yer yer karşılıklı
tartışma şeklinde diyalogların mevcut olduğu görülmüştür. Ayrıca başvurucu ve
E.Ü.nün dışında, birlikte çalıştıkları başka bir avukatla yapılan yazışmalara
da yer verilmiştir. Yazışmaların bir kısmı şu şekildedir: E.Ü.den başvurucuya;
"hayatımdan çık ve geri dönme senden bıktım", "annenle
konuşacağım merak etme tüm rezilliklerini anlatacağım", "her şey
ortaya çıkacak, kendi hırsların için neler yaptığını en yakınlarında
bilsin", "senin yarattığın tipler bunlar ama adam ederim",
"sana ıspatı olsun, kendisi bulamadığı için sevgilisi A.yı seferber etmiş...nasıl
bir örgütlenme olduğunu gör", "adam kendisi benim belgelerime
giremeyecek kadar aciz, kız arkadaşını sokuyor, şımarıklığın hadsizliğin dik
boyutu". Başvurucu cevaplarında: "Ben senin hayatında değilim,
çok oldu çıkalı dönmek gibi bir niyetim de yok, beni böyle taciz ederek İ.E ile
konuşturamazsın", "rezil sensin, buyur konuş, bana bir daha böyle
mail atma", "benim üzerime bu kadar gelme, kendini kontrol etmeyi
öğren", "seni bu grupta tutacağım seninle anlaşamadığım algısı
yarattırmayacağım", "yoruldum maillerinden, aşırı derecede asabım
bozuluyor, çalışamıyorum. Kimsenin kimseye bu tip bir tavır sergilemeye ve
eziyet etmeye hakkı yok..."
B. İşe İade
Davası Süreci
11. Başvurucu, işveren aleyhine İstanbul 8. İş
Mahkemesinde işe iade istemli tespit davası açmıştır. Dava dilekçesinde
başvurucu özetle; davalılar tarafından birlikte istihdam edildiğini,
çalışmaya başladıktan on sekiz ay sonra çalışma performansı ve iş
arkadaşlarıyla sosyal ilişkileri gözetilerek ekip yöneticisi olarak
görevlendirildiğini belirtmiştir. Fesih sebebi olarak gösterilen ofiste iki
ekip arkadaşı arasında yaşanan sözlü tartışmanın tarafı olmadığını, tartışmaya
müdahale ederek sonlandırdığını, yoğun ve stresli çalışma ortamında zaman zaman
yaşanan bu tartışmaların fesih nedeni olamayacağını ifade etmiştir. Ayrıca
fesih nedeni olarak gösterilen e-posta yazışmalarının ise o dönemdeki işlerin
gerginliği ile söylenen, ekip arkadaşı ile yaptığı şahsi ve dışarıya yansımayan
görüşmeler olduğunu, geriye dönük inceleme yapılacak olsa benzer e-postaların
diğer çalışanlar arasında da geçtiğinin tespit edilebileceğini ifade ederek, iş
akdinin feshinin kötü niyetli olduğunu, haklı bir gerekçeye dayanmadığını ileri
sürmüştür.
12. İşveren davaya cevabında özetle; başvurucuyla aynı
ekipte çalışan Avukat E.Ü. ile başka bir çalışan arasında işyerinde tartışma
yaşanması sonrasında ekip arkadaşlarının başvurucu ve E.Ü. hakkında şikâyet
dilekçeleri verdiklerini belirtmiştir. İddiaların araştırılması sırasında
başvurucu ve diğer çalışanlar ile mülakat yapıldığını, başvurucunun savunmasının
alındığını; çalışma ekibinde yaşanan sıkıntıların temelinde olayların değil
söylemlerin ve ispatı neredeyse imkânsız olan anlık hareketlerin bulunması
nedeniyle başvurucunun kurum e-posta hesabı üzerinden yaptığı yazışmaların
incelendiği belirtilmiştir. Anılan incelemenin başvurucu ile diğer ekip üyeleri
arasında geçen yazışmalar ile sınırlı tutulduğunu, inceleme sonucunda E.Ü.nün
ekip yöneticisi olan başvurucuya yönelik tehdit ve taciz içerikli mesajları ile
diğer çalışma arkadaşlarına yönelik hakaret içerikli mesajlarının tespit
edildiği, bu şekilde yönetici olan başvurucunun objektifliğini ve yönetim
yetkisini kaybettiğinin anlaşıldığı vurgulanarak ilgili mesaj içerikleri
dilekçede sunulmuştur. Ayrıca sözlü savunmanın gerçekleştirilmesine rağmen başvurucu
ile ilgili iddiaların gerçek olup olmadığı yönünde somut veri olmaması
nedeniyle e-postaların incelendiği, kurumsal e-posta olması nedeniyle
başvurucunun e-postasının işveren tarafından her zaman incelenebileceği ifade
edilmiştir.
13. Mahkeme 20/8/2015 tarihinde davanın reddine karar
vermiştir. Kararın gerekçesinde; tanık beyanları, dosyaya sunulan belgeler ile
e-posta içerikleri değerlendirilerek başvurucunun davalılar tarafından birlikte
istihdam edildiğinin anlaşıldığı öte yandan iş akdinin feshine dayanak edilen
olayların ve nedenlerin fesih bildiriminde açık bir şekilde gösterildiği
belirtilmiştir. Bununla birlikte ekip lideri olarak çalışan başvurucunun ekipte
yaşanan tartışmalarda ekip arkadaşları arasında eşit mesafede durarak
sorunların çözümü yönünde girişimde bulunmadığı, uzun süredir devam ettiği
anlaşılan olaylara zamanında müdahale etmeyerek iş barışının bozulmasına neden
olduğu hususlarının sabit olduğu vurgulanmıştır. Ayrıca işvereni hakkında
eleştiri boyutunu aşacak nitelikte ifadelerle organik bağ bulunan diğer
davalılara mesajlar gönderdiği belirtilerek anılan tutum ve davranışlar
nedeniyle iş akdinin devamının işverenden beklenemeyeceği vurgulanarak geçerli
nedene dayalı feshin yerinde olduğu sonucuna varılmıştır.
14. Başvurucu vekili tarafından anılan karar temyiz
edilmiştir. Temyiz dilekçesinde, kişisel hesaplar üzerinden gerçekleştirilen
yazışmalardan oluşan e-postaların fesih gerekçesi olarak gösterilmesiyle özel
hayatın gizliliği hakkı ile haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği, buna rağmen
Mahkeme tarafından söz konusu mesajların delil olarak değerlendirildiği
belirtilmiştir. Başvurucunun e-postasının şifreli olduğu ve işveren tarafından
şifre kırılmadan inceleme yapılamayacağı, ayrıca işyerinde kurumsal e-posta
yazışmalarının okunabileceğine veya incelenebileceğine dair yazılı bir kural
olmadığı vurgulanmış ve e-posta içeriklerinin işveren tarafından okunamayacağı
düşünülerek iki kişi arasında geçen kişisel yazışmalardan oluştuğu
belirtilmiştir.
15. Temyiz nedenlerine karşı cevap dilekçesi sunan davalı
işveren vekilince yazışmaların Şirket tarafından çalışanlar adına açılmış ve
tüm hakları işverene ait olan e-posta hesapları üzerinden gerçekleştirildiği,
bu e-posta adreslerinin herhangi bir şifresinin olmadığı ve bu iletişim adreslerinden
yapılan tüm mesajların işverene ait sunucuda biriktirildiği ifade edilmiştir.
Ayrıca Yargıtay içtihatlarına yer verilerek işverenin işçiye tahsis ettiği
bilgisayar ve kurumsal e-posta adreslerini her zaman denetleyebileceği
vurgulanarak feshin haklı nedenlere dayandığı iddiası yinelenmiştir.
16. Yargıtay 9. Hukuk Dairesi 12/5/2016 tarihli ilamıyla
ilk derece mahkemesinin kararını, başvurucuyu davalıların birlikte istihdam
ettiğine ilişkin kısmı gerekçeden çıkararak onamıştır.
17. Nihai karar 17/6/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ
edilmiştir.
18. Başvurucu 15/7/2016 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
IV. İLGİLİ
HUKUK
19. İlgili hukuk (ulusal mevzuat, uluslararası
düzenlemeler ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları) için bkz. E.Ü.
[GK], B. No: 2016/1310, 17/9/2020, §§ 22-51.
20. Ayrıca 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu’nun
"Feshin geçerli sebeplere dayandırılması" kenar başlıklı 18.
maddesi şöyledir:
"Otuz veya daha fazla işçi
çalıştıran işyerlerinde en az altı aylık kıdemi olan işçinin belirsiz süreli iş
sözleşmesini fesheden işveren, işçinin yeterliliğinden veya davranışlarından ya
da işletmenin, işyerinin veya işin gereklerinden kaynaklanan geçerli bir sebebe
dayanmak zorundadır. (Ek cümle: 10/9/2014-6552/2 md.) Yer altı işlerinde
çalışan işçilerde kıdem şartı aranmaz.
Altı aylık kıdem hesabında bu Kanunun 66
ncı maddesindeki süreler dikkate alınır.
Özellikle aşağıdaki hususlar fesih için
geçerli bir sebep oluşturmaz:
a) Sendika üyeliği veya çalışma saatleri
dışında veya işverenin rızası ile çalışma saatleri içinde sendikal faaliyetlere
katılmak.
b) İşyeri sendika temsilciliği yapmak.
c) Mevzuattan veya sözleşmeden doğan
haklarını takip veya yükümlülüklerini yerine getirmek için işveren aleyhine
idari veya adli makamlara başvurmak veya bu hususta başlatılmış sürece
katılmak.
d) Irk, renk, cinsiyet, medeni hal, aile
yükümlülükleri, hamilelik, doğum, din, siyasi görüş ve benzeri nedenler.
e) 74 üncü maddede öngörülen ve kadın
işçilerin çalıştırılmasının yasak olduğu sürelerde işe gelmemek.
f) Hastalık veya kaza nedeniyle 25 inci
maddenin (I) numaralı bendinin (b) alt bendinde öngörülen bekleme süresinde işe
geçici devamsızlık.
İşçinin altı aylık kıdemi, aynı
işverenin bir veya değişik işyerlerinde geçen süreler birleştirilerek hesap edilir.
İşverenin aynı işkolunda birden fazla işyerinin bulunması halinde, işyerinde
çalışan işçi sayısı, bu işyerlerinde çalışan toplam işçi sayısına göre
belirlenir.
V. İNCELEME VE
GEREKÇE
21. Mahkemenin 29/9/2020 tarihinde yapmış olduğu
toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
22. Başvurucu; kurumsal e-posta hesapları üzerinden
gerçekleştirdiği kişisel yazışmaların işveren tarafından rızası olmaksızın
incelendiğini, çalışanların e-postaların incelenebileceğine, denetleneceğine
dair yazılı ya da sözlü işyeri kuralının mevcut olmadığını, işverenin iş
sözleşmesinin feshine gerekçe bulmak amacıyla tüm e-posta yazışmaları üzerinde
inceleme yaptığını belirtmiştir. İşveren tarafından okunacağını beklemeden
yazdığı ve inceleme anına kadar işverenin bilmediği kişisel yazışma
niteliğindeki e-postalardaki ifadelerin fesih gerekçesi yapıldığını, işveren
tarafından yazışmalarının alenileştirildiğini, açtıkları işe iade istemli
tespit davasında da söz konusu yazışmaların delil olarak kabul edildiğini ifade
etmiştir. Ayrıca, feshin haklı ya da geçerli bir sebebe dayanmadığını,
Mahkemenin itirazlarını ve delillerini karşılayacak şekilde gerekçe sunmadığını
belirterek, adil yargılanma ve özel hayata saygı hakkı ile haberleşme
hürriyetinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu ayrıca meslek
kariyerini gerekçe göstererek, kamuya açık belgelerde kimlik bilgilerinin gizli
tutulmasını talep etmiştir.
B. Değerlendirme
23. Anayasa'nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak
alınacak "Özel hayatın gizliliği" kenar başlıklı 20.
maddesinin birinci ve üçüncü fıkrası şöyledir:
"Herkes, özel hayatına ve aile
hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile
hayatının gizliliğine dokunulamaz.
...
Herkes, kendisiyle ilgili kişisel verilerin
korunmasını isteme hakkına sahiptir. Bu hak; kişinin kendisiyle ilgili kişisel
veriler hakkında bilgilendirilme, bu verilere erişme, bunların düzeltilmesini
veya silinmesini talep etme ve amaçları doğrultusunda kullanılıp
kullanılmadığını öğrenmeyi de kapsar. Kişisel veriler, ancak kanunda öngörülen
hallerde veya kişinin açık rızasıyla işlenebilir. Kişisel verilerin korunmasına
ilişkin esas ve usuller kanunla düzenlenir."
24. Anayasa'nın “Haberleşme hürriyeti” kenar
başlıklı 22. maddesi şöyledir:
"Herkes, haberleşme hürriyetine
sahiptir. Haberleşmenin gizliliği esastır.
Millî güvenlik, kamu düzeni, suç
işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlâkın korunması veya
başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması sebeplerinden biri veya birkaçına
bağlı olarak usulüne göre verilmiş hâkim kararı olmadıkça; yine bu sebeplere
bağlı olarak gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunla yetkili kılınmış
merciin yazılı emri bulunmadıkça; haberleşme engellenemez ve gizliliğine
dokunulamaz. Yetkili merciin kararı yirmi dört saat içinde görevli hâkimin
onayına sunulur. Hâkim, kararını kırk sekiz saat içinde açıklar; aksi halde,
karar kendiliğinden kalkar.
İstisnaların uygulanacağı kamu kurum ve
kuruluşları kanunda belirtilir."
25. Özel hayata saygı hakkı Anayasa'nın 20. maddesinde
koruma altına alınmıştır. Devlet, kişilerin özel ve aile hayatına keyfî olarak
müdahale etmemek ve üçüncü kişilerin haksız saldırılarını önlemekle yükümlüdür.
Anayasa'nın 20. maddesinin üçüncü fıkrasında ise herkesin kendisiyle ilgili
kişisel verilerin korunmasını isteme hakkı ayrıca düzenlenmiş ve güvence altına
alınmıştır. Söz konusu anayasal güvence, Sözleşme'nin 8. maddesinde koruma
altına alınan özel hayata saygı hakkına karşılık gelmektedir. Kişisel verilerin
korunması hakkı, kişinin insan onurunun korunmasının ve kişiliğini serbestçe
geliştirebilmesi hakkının özel bir biçimi olarak bireyin hak ve özgürlüklerini
kişisel verilerin işlenmesi sırasında korumayı amaçlamaktadır (AYM, E.2014/122,
K.2015/123, 30/12/2015, §§ 19, 20).
26. Anayasa Mahkemesi kararlarında da belirtildiği üzere
kişisel veri -belirli veya kimliği belirlenebilir olmak şartıyla- bir kişiye
ilişkin bütün bilgileri ifade etmekte olup bireyin adı, soyadı, doğum tarihi ve
doğum yeri gibi sadece kimliğini ortaya koyan bilgileri değil telefon numarası,
motorlu taşıt plakası, sosyal güvenlik numarası, pasaport numarası, öz geçmiş,
resim, görüntü ve ses kayıtları, parmak izleri, sağlık bilgileri, genetik
bilgiler, IP adresi, e-posta adresi, alışveriş alışkanlıkları, hobiler,
tercihler, etkileşimde bulunulan kişiler, grup üyelikleri, aile bilgileri gibi
kişiyi doğrudan veya dolaylı olarak belirlenebilir kılan tüm veriler kişisel
veri kapsamındadır (AYM, E.2014/74, K.2014/201, 25/12/2014; E.2014/180,
K.2015/30, 19/3/2015).
27. Anayasa’nın 20. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence
altına alınan kişisel verilerin korunmasını isteme hakkı yönünden inceleme
yapılabilmesi için öncelikle anılan hak kapsamında korunması gereken bir
kişisel verinin olup olmadığı belirlenmelidir. Anayasa hükmünün lafzı, konuya
ilişkin uluslararası belgeler ve karşılaştırmalı hukuk dikkate alındığında
belirli veya belirlenebilir bir gerçek veya tüzel kişi hakkındaki her türlü
bilgi kişisel veri olarak değerlendirilir. Ancak her davada ya da başvuruda
Anayasa’nın 20. maddesinin üçüncü fıkrası anlamında bir kişisel veri bulunup
bulunmadığı davanın ve başvurunun kendine özgü koşulları dikkate alınarak
otonom olarak tespit edilir. Bir kişisel verinin bulunduğu tespit edildiğinde
bu veriye yönelik her türlü sınırlama ve müdahale Anayasa’nın anılan hükmü
kapsamındaki güvenceleri harekete geçirir (E.Ü. [GK], § 59).
28. Ayrıca Anayasa'nın 22. maddesinde güvence altına
alınan haberleşme hürriyeti, haberleşmenin yanında içeriği ve biçimi ne olursa
olsun haberleşmenin içeriğinin gizliliğini de güvence altına almaktadır.
Haberleşme bağlamında bireylerin karşılıklı ve toplu olarak sözlü, yazılı ve
görsel iletişimlerine konu olan ifadelerinin gizliliğinin sağlanması ve
haberleşmeye yönelik haksız müdahalelerde bulunulmaması gerekir (Yasemin
Çongar ve diğerleri, B. No: 2013/7054, 6/1/2015, § 49).
29. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından
yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki
tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013,
§ 16). Somut olayda işverenin başvurucunun kurumsal e-posta hesabını kullanarak
yaptığı mesajlaşmalarını denetlemesi ve içeriğinin geriye dönük olarak
incelemesi sonucu elde ettiği bilgileri iş akdinin feshine dayanak yapması söz
konusudur. Ayrıca e-posta bilgilerinin internet ortamında saklı tutulduğu, bu
verilere erişildiği ve içeriğinin denetlenerek kullanıldığı dikkate alındığında
veri işlemenin söz konusu olduğu da söylenebilir. Bu durumla birlikte
başvurucunun e-posta bilgileri ve yazışmalarının belirli bir gerçek kişi
hakkındaki bilgi kapsamında olduğu gözetildiğinde bu bilgilere
erişilmesinin, bunların kullanılmasının ve işlenmesinin özel hayata saygı hakkı
kapsamında kişisel verilerin korunmasını isteme hakkı ve haberleşme hürriyeti
yönünden incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
30. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul
edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı
anlaşılan özel hayata saygı hakkı kapsamında kişisel verilerin korunmasını
isteme hakkı ile haberleşme hürriyetinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın
kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Genel İlkeler
31. Anayasa’nın 20. maddesinin üçüncü fıkrasının birinci
cümlesinde genel olarak herkesin kendisiyle ilgili kişisel verilerin
korunmasını isteme hakkına sahip olduğu belirtilmiş, ikinci cümlesinde kişisel
veriler bağlamında bazı özel güvenceler sayılmış, üçüncü cümlesinde kişisel
verilerin ancak kanunda öngörülen hâllerde veya kişinin açık rızasıyla
işlenebileceği düzenlenmiş, dördüncü cümlesinde ise kişisel verilerin
korunmasına ilişkin esas ve usullerin kanunla düzenleneceği hüküm altına
alınmıştır. Buna göre lafzı dikkate alındığında Anayasa’nın 20. maddesinin üçüncü
fıkrasının kişisel verilerin korunmasını isteme hakkı kapsamında sadece işleme
şeklindeki sınırlama ya da müdahalelere karşı değil kişisel verilere yönelik
her türlü müdahale ve sınırlamalara karşı güvence getirdiği anlaşılmaktadır
(E.Ü. [GK], § 63).
32. Öte yandan Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı
kapsamında kalan temel haklar, yalnızca kamusal gücün doğrudan uygulanmasıyla
değil kimi zaman da özel hukuk kişileri arasındaki uyuşmazlıklara konu olacak
şekilde üçüncü kişilerin müdahaleleriyle zedelenebilmektedir. İlkinde söz
konusu güvencelerin sağlanması adına kamusal makamlara yüklenen negatif ve
pozitif tüm yükümlülüklerin doğrudan yerine getirilmesi konusunda tereddüt
bulunmamakta ise de ikinci durumda devletin üçüncü kişilerin müdahalelerine
karşı bireylere ne tür bir koruma imkânı sunması gerektiği ve hangi çerçevede
yükümlülükler taşıdığı hususunda her olayın kendine özgü koşullarına göre
değerlendirmelerde bulunulması gerekmektedir (Ömür Kara ve Onursal Özbek,
B. No: 2013/4825, 24/3/2016, § 45).
33. Yine Anayasa'nın 12. ve 5. maddesindeki düzenlemeler
ışığında devletin bireyin temel hak ve özgürlüklerine keyfî olarak müdahale
etmemenin yanında üçüncü kişilerin saldırılarını önlemekle yükümlü kılındığı,
bu bağlamda pozitif yükümlülüklerinin de bulunduğu söylenebilir.
Uyuşmazlıkların özel hukuk kişileri arasında gerçekleştiği durumlarda da temel
hak ve özgürlüklerin sağladığı güvencelerin yerine getirilip getirilmediği
denetlenirken Anayasa’nın kamusal makamlara yüklediği sorumluluklardan doğrudan
özel hukuk kişileri sorumlu tutulamayacağı için taşıdığı koşulların
özelliklerine göre bu tür başvuruların devletin pozitif yükümlülükleri
bağlamında ele alınması gerekebilir. Dolayısıyla özel hayatın korunması
kapsamında kişisel verilerin korunmasını isteme hakkı ve haberleşme hürriyeti
yönünden de devletin pozitif bir yükümlülük olarak yetki alanında bulunan tüm
bireyleri gerek kamusal makamların ve diğer bireylerin gerekse kişinin
kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü
bulunmaktadır (Ömür Kara ve Onursal Özbek, § 46; Ali Çığır, B.
No: 2015/19298, 8/5/2019, §§ 32, 33; Erol Kumcu, B. No: 2015/18988,
9/5/2019, §§ 32, 33; U.B., B. No: 2015/3175, 10/10/2019, §§ 33, 34; E.Ü.
[GK], § 65).
34. Pozitif yükümlülükler özel hukuk kişilerinin
birbirleri ile olan uyuşmazlıklarının çözümüne ilişkin yasal altyapının
oluşturulmasını, söz konusu uyuşmazlıkların adil yargılama gereklerine uygun ve
usul yönünden güvenceleri haiz bir yargılama kapsamında incelenmesini ve bu
yargılamalarda temel haklara ilişkin anayasal güvencelerin gözetilip
gözetilmediğinin denetlenmesini gerektirir. Bu doğrultuda derece mahkemelerince
söz konusu güvenceler gözardı edilmemeli, işveren ve çalışanlar arasındaki
çatışan çıkarlar adil biçimde dengelenmeli, başvuranların temel haklarına
yönelik müdahalenin meşru amaca dayalı ve ölçülü olup olmadığı
değerlendirilmeli, ulaşılan sonuç hakkında hüküm kurulurken ilgili ve yeterli
gerekçeler sunulmalıdır (Ömür Kara ve Onursal Özbek, §§ 47-50; E.Ü.
[GK], § 66).
35. Anayasa Mahkemesi iletişim araçlarının işveren
tarafından denetlenmesi kapsamındaki uyuşmazlıklarda derece mahkemeleri
tarafından devletin pozitif yükümlülükleri bağlamında çıkarların dengelenmesi
ve müdahalenin ölçülülüğünün irdelenmesi kapsamında gözetilmesi gereken
hususları genel olarak belirlemiş; buna göre somut olayın koşullarına göre iş
sözleşmelerinde kısıtlayıcı ve zorlayıcı düzenlemelerin ne şekilde
belirlendiği, tarafların bu düzenlemeler hakkında bilgilendirilip bilgilendirilmediği,
çalışanların temel haklarına yönelik müdahalede bulunulmasına neden olan meşru
amacın müdahale ile ölçülü olup olmadığı, sözleşmenin feshinin çalışanların
eylem ya da eylemsizlikleri karşısında makul ve orantılı bir işlem olup
olmadığı hususlarının uyuşmazlığın çözümünde gözetilmesi gerektiğini tespit
etmiştir (Ömür Kara ve Onursal Özbek, § 50).
36. Yukarıda belirtilen hususlar gözetilerek işverenin
işçinin iletişimini denetlemesi yetkisini kişisel verilerin korunmasını isteme
hakkı ve haberleşme hürriyeti bağlamında devletin pozitif yükümlülükleri
kapsamında irdelemek gerekmektedir. Öncelikle somut olayda olduğu gibi
teknolojik gelişmelerin imkânlarından yararlanmak isteyen işverenlerin
bilgisayar, internet, e-posta gibi iletişim araç ve gereçlerini çalışanın
kullanıma sunması nedeniyle oluşan uyuşmazlıklarda işverenin menfaatleri ile
işçinin temel hak ve özgürlükleri arasında bir dengeleme yapma gerekliliği
doğmaktadır. Bu bağlamda işveren ile çalışan arasındaki ilişkinin iki taraf
açısından da belirli hak ve yükümlülükler öngören ve esasen güven ilişkisi
üzerine kurulu iş sözleşmesiyle şekillendiği unutulmamalıdır. Somut
uyuşmazlığın ilgili olduğu iş hukukunun dinamik bir niteliğinin olduğu, ayrıca
iş ilişkilerinin genel kurallardan farklı, kendine özgü bazı hukuki kurallar
içerdiği de dikkate alınmalıdır (E.Ü. [GK], § 68)
37. Bu bağlamda işlerin etkin bir şekilde yürütülmesi ile
bilgi akışının kontrolünü sağlamak, işçinin eylemlerine bağlı cezai ve hukuki
sorumluluğa karşı korunmak, verimliliği ölçmek veya güvenlik endişeleri gibi
haklı ve meşru görülebilecek nedenlerle işverenin yönetim yetkisi kapsamında
kural olarak işçinin kullanımına sunduğu iletişim araçlarını denetleyebileceği
ve kullanıma ilişkin sınırlamalar öngörebileceği söylenebilir. Ancak işverenin
yönetim yetkisinin işyerinde işin yürütülmesi, işyerinin düzeninin ve
güvenliğinin sağlanmasıyla sınırlı olduğu unutulmamalıdır. Bu bağlamda
işverenin yetki ve haklarının sınırsız olmadığı, çalışana tanınan temel hak ve
özgürlüklerin somut olayda haberleşme hürriyeti ve kişisel verilerin
korunmasını isteme hakkının işyeri sınırları dâhilinde de korunduğu, aynı
zamanda kısıtlayıcı ve uyulması zorunlu işyeri kurallarının çalışanların temel
haklarının özünü zedeleyecek nitelikte olmaması gerektiği vurgulanmalıdır. Bu
çerçevede işyerinde kullanıma sunulan iletişim araçlarının işverene ait olduğu
gözetilerek sırf bu nedenle bile işverenin iletişim araçları üzerinde sınırsız
ve mutlak bir gözetleme ve denetleme yetkisinin olduğunu kabul etmek, işçinin
demokratik bir toplumda temel hak ve özgürlüklerine işyerinde de saygı
gösterilmesi gerektiği yönündeki haklı beklentisiyle uyuşmayacaktır (E.Ü.
[GK], § 69).
38. Tüm bu açıklamalar çerçevesinde devletin pozitif
yükümlülükleri kapsamında Anayasa Mahkemesinin özellikle derece mahkemelerinin
-somut olayın koşullarına uygun düştüğü ölçüde- aşağıda belirtilen güvencelerin
somut olayda hakka müdahale eden üçüncü kişi tarafından sağlanıp sağlanmadığını
gereği gibi denetleyip denetlemediğini incelemesi gerekir:
i. İşverenin çalışanın kullanımına sunduğu
iletişim araçlarının ve iletişim içeriklerinin incelenmesinin haklı olduğunu
gösteren meşru gerekçeleri olup olmadığı denetlenmelidir. Bu durumda işverenin
gerekçelerinin ifa edilen işin ve işyerinin özellikleri de gözetilerek meşru
olup olmadığı irdelenmelidir. Bu denetlemede iletişim akışı ile iletişim
içeriklerinin incelenmesi arasında ayrım yapılarak içeriklerin incelenmesi
yönünden daha ciddi gerekçeler aranmalıdır.
ii. Demokratik bir toplumda iletişimin denetlenmesi ve
kişisel verilerin işlenmesi süreci şeffaf bir şekilde gerçekleştirilmeli ve
bunun bir gereği olarak da süreçle ilgili olarak çalışanlar işveren tarafından
önceden bilgilendirilmelidir. Uluslararası hukuk ve karşılaştırmalı hukuk
dikkate alındığında bu bilgilendirmenin -somut olayın özelliklerine uygun
düştüğü ölçüde- en azından iletişimin denetlenmesi ile kişisel verilerin
işlenmesinin hukuki dayanağı ve amaçları, denetlemenin ve veri işlemenin
kapsamı, verilerin saklanacağı süre, veri sahibinin hakları, denetlemenin ve
işlemenin sonuçları ile verilerin muhtemel yararlanıcıları hususlarını
kapsaması gerekir. Ayrıca bildirimde iletişim araçlarının kullanımına ilişkin
olarak işveren tarafından öngörülen sınırlamalara da yer verilmelidir. Bilgilendirmenin
mutlaka belli şekilde yapılması şart olmayıp şeffaflığı sağlamak bakımından
bireylere, kişisel verilerin işlenmesine ve iletişimin denetlenmesine ilişkin
süreçten yukarıda belirtilen kapsamda haberdar olma imkânı sağlayan uygun bir
yöntem tercih edilebilir.
iii. Çalışanın kişisel verilerinin korunmasını
isteme hakkına ve haberleşme hürriyetine işveren tarafından yapılan müdahale,
ulaşılmak istenen amaç ile ilgili ve bu amacı gerçekleştirmeye elverişli
olmalıdır. Ayrıca inceleme faaliyetiyle elde edilen verilerin işveren
tarafından hedeflenen amaç doğrultusunda kullanılması gerekir.
iv. İşveren tarafından çalışanın kişisel verilerinin
korunmasını isteme hakkına ve haberleşme hürriyetine işveren tarafından yapılan
müdahalenin gerekli kabul edilebilmesi için aynı amaca daha hafif bir müdahale
ile ulaşılması mümkün olmamalı, müdahale ulaşılmak istenen amaç bakımından
zorunlu olmalıdır. Çalışanın iletişiminin içeriğine girilmesi yerine onun
kişisel verilerine daha az müdahale eden yöntem ve tedbirlerin uygulanmasının
mümkün olup olmadığı denetlenmelidir. Bu kapsamda işverenin ulaşmak istediği
amaca çalışanın iletişimi incelenmeden de erişilme imkânı olup olmadığı her bir
vakıanın somut özellikleri ışığında değerlendirilmelidir.
v. İşveren tarafından başvurucunun kişisel
verilerinin korunmasını isteme hakkına ve haberleşme hürriyetine yönelik
müdahalenin orantılı kabul edilebilmesi için ise iletişimin denetlenmesi ile
işlenecek veya herhangi bir şekilde yararlanılacak veriler ulaşılmak istenen
amaçla sınırlı olmalı, bu amacı aşacak şekilde sınırlama ya da müdahaleye izin
verilmemelidir.
vi. Ayrıca iletişimin incelenmesinin muhatabı olan
çalışan üzerindeki etkisi ve çalışan bakımından sonuçları gözönünde tutularak
tarafların çatışan menfaat ve haklarının adil bir biçimde dengelenip
dengelenmediğine bakılması gerekmektedir. Taraflardan birine şahsi olarak aşırı
bir külfet yüklendiğinin tespiti hâlinde devletin pozitif yükümlülüklerini
yerine getirmediği sonucuna varılabilir (E.Ü. [GK], § 70).
b. İlkelerin Uygulanması
39. Başvurucu; e-posta hesabının incelenmesinin özel
hayat alanına ve haberleşme hürriyetine haksız bir müdahale oluşturmasına
rağmen açtığı işe iade davasında bu yönde bir tespit yapılmadığını,
yazışmalarının işveren tarafından alenileştirildiğini, mahkemelerce verilen
kararlar nedeniyle söz konusu müdahalelerin meşru hâle getirildiğini iddia
etmiştir. Bu kapsamdaki iddiaların, yukarıda belirtilen esaslar gözetilerek
değerlendirilmesi gerekmektedir.
40. Öncelikle işverenin işçinin kullanımına sunulan
iletişim araçlarını denetlemesi ve çalışanın kişisel verilerinin işlemesine
ilişkin olarak 4857 sayılı Kanun'da özel bir düzenleme olmadığı görülmüştür.
Ancak Anayasa'nın 20. ve 22. maddelerinde yer bulan özel hayata saygı hakkı kapsamında
kişisel verilerin korunmasını isteme hakkı ve haberleşme hürriyetine ilişkin
güvenceler ile 6698 sayılı Kanun ve hukuk sistemimizde mevcut olan genel
düzenlemelerin iş hukuku uyuşmazlıklarında uygulanması yönünde bir engel
olmadığı anlaşılmıştır. Bu durumda yasal altyapı oluşturmak bağlamında pozitif
yükümlülüklerin yerine getirilmiş olduğu söylenebilir (E.Ü. [GK], § 69).
41. Başvuru konusu olayda başvurucu, çok sayıda çalışanı
istihdam eden bir avukatlık ortaklığı bünyesinde avukat ve ekip yöneticisi
olarak görev yapmaktadır. İşveren işyerinde yaşanan sorunlar ile ilgili
yürütülen disiplin soruşturması kapsamında somut delil elde etmek amacıyla
işlerin yürütülmesini kolaylaştırmak üzere oluşturulan ve çalışanın kullanımına
sunulan kurumsal e-posta hesaplarının incelendiğini belirtmiştir. Başvurucu
adına tanımlanmış kurumsal e-posta hesabının mevcut olduğu ve başvurucunun kullanımına
sunulan bu e-posta hesabının işveren tarafından incelendiği hususlarında
başvuran ile işveren arasında bir ihtilaf olmadığı görülmüştür. Çok sayıda
çalışanı olduğu ve kurumsal olarak avukatlık hizmeti verdiği anlaşılan
işverenin çalışanlarına kurumsal e-posta hesabı oluşturmak suretiyle kişisel
verileri işlemesinin ve iletişim akışını denetim altında tutmasının işlerin
etkin bir şekilde yürütülmesini sağlama amacına yönelik olduğu anlaşılmaktadır.
Bu durumda kurumsal e-posta hesabının iletişim akışına ve içeriğine erişilecek
şekilde kullanıma sunulmasının somut olayda işyerinin yönetimi bakımından meşru
bir menfaat teşkil ettiği, ayrıca hedeflenen amacı sağlamaya elverişli bir
yöntem olduğu söylenebilir (aynı yönde değerlendirmeler için bkz. E.Ü.
[GK], § 73).
42. Öte yandan e-posta hesabı üzerinden yapılan
iletişimin denetlenebileceğine ve iletişim araçlarının kullanım koşullarına
ilişkin olarak önceden tam ve açık bir bilgilendirme yapılmadığı hâllerde temel
hak ve özgürlüklerinin işyerinde de korunacağı yönündeki haklı beklentiyle
çalışan kişinin kurumsal e-posta üzerinden kişisel yazışmalar yapabileceğinin
işveren tarafından da öngörülebilecek bir durum olduğu vurgulanmalıdır. Buradan
hareketle çalışana açık bir bilgilendirmenin yapılmadığı hâllerde hak ve
özgürlüklerine bir müdahalede bulunulmayacağı hususunda çalışanların makul bir
beklenti içinde olacaklarının kabul edilmesi, temel hak ve özgürlüklerin
sağladığı güvencelerden yararlandırılması gerektiği söylenebilir (E.Ü.
[GK], § 75).
43. Somut olayda E.Ü. ile başvurucu arasında geçen ve
başvurucu ya da E.Ü. tarafından alenileştirilmediği anlaşılan kişisel
yazışmaların iş sözleşmesinin feshine dayanak oluşturduğu, İstanbul 8. İş
Mahkemesinde yürütülen işe iade davasında da davanın reddine ilişkin kararın
gerekçeleri arasında sayıldığı görülmüştür. Ancak başvurucunun iş sözleşmesinde
işverenin kurumsal e-postayı inceleme yetkisi ile kapsamını gösteren bir
düzenleme olmadığı sabittir. Bu durumla birlikte yargılama sürecinde işverenin
kurumsal e-postayı inceleme yetkisi ile kapsamını gösteren bir bildirimin
başvurucuya yapıldığına ilişkin bilgi ve belge sunmadığı hususu da
değerlendirildiğinde; işveren tarafından kurumsal e-posta hesabı üzerinden
yapılan iletişimin izlenebileceği ve denetlenebileceği yönünde açık bir
bilgilendirme yapılmadığı değerlendirilmektedir. Öte yandan e-posta iletişim
içerikleri gerekçe gösterilerek başvurucunun iş akdi feshedilmiştir. Ancak
işveren davalı taraf olarak yargılama sürecinde kişisel verilerin
işlenmesinin hukuki dayanağı ve işlemenin amaçları, işlenecek verilerin
kapsamı, verilerin saklanacağı süre, veri sahibinin hakları, işlemenin
sonuçları ve verilerin muhtemel yararlanıcılarını gösterir bir
bilgilendirme yapıldığını ortaya koyamamıştır. Bu bağlamda yargılama sürecinde
feshin temel sebebini oluşturan e-posta iletişimine yönelik olarak böyle bir
bilgilendirmenin yapılıp yapılmadığı derece mahkemelerince tartışılmamış,
başvurucunun kendisi alenileştirmediği hâlde onun rızası alınmadan ve önceden
bir bilgilendirme yapılmadan e-posta içeriklerine erişildiği yönündeki esaslı
iddialarının karşılanmadığı anlaşılmıştır.
44. Ayrıca başvurucunun çalışma ekibindeki diğer üyelerin
disiplin soruşturmasına dayanak oluşturan şikâyet dilekçelerinde yakındıkları
hususlar gözetildiğinde (bkz. § 7) başvurucunun e-posta iletişiminin içeriğine
erişilmesini zorunlu kılan bir durumun mevcut olduğunun işveren tarafından
açıklanmadığı, fesih bildiriminde ise "iddiaların araştırılması ve ekip
üyeleri arasındaki ilişkilerin anlaşılabilmesi" amaçlarının
belirtilmesiyle yetinildiği görülmüştür. Ancak aynı amaca ulaşılabilmesi
bakımından tarafların şikâyet ve savunmalarının analizi, tanıkların
dinlenilmesi, işyeri kayıtları ile yürütülen projelerin süreç ve sonuçlarının
incelenmesi gibi araçlar da mevcut olduğu hâlde niçin e-posta içeriklerinin
incelenmesinin zorunlu ve gerekli görüldüğü işveren tarafından açık bir şekilde
ortaya konulamadığı gibi derece mahkemeleri tarafından da somut olay bu yönüyle
tartışılmamıştır.
45. Öte yandan somut olayda işverenin yaptığı müdahalenin
kapsamının tartışılması gerekir. Bu bağlamda yargılama kapsamında işveren
tarafından sunulan başvurucunun yazışmaları ve yargılama süreci bir bütün
hâlinde değerlendirildiğinde işverenin yazışma içeriklerine E.Ü.nün ve başvurucunun
rızası hilafına erişim sağladığı, E.Ü. ile başvurucu arasında geçen yazışmalar
dışında üçüncü kişilerle olan yazışmaların da incelendiği, ayrıca incelemeye
dayanak gösterilen iddialarla sınırlı bir denetim yapılmayarak konu ile ilgili
olup olmadığı belirsiz içeriklere de erişildiği ve bu içeriklerin de iş akdinin
feshine dayanak yapıldığı görülmüştür. Dolayısıyla başvurucunun kişisel verisi
kapsamında olan e-postaları ile ilgili olarak trafik bilgisi ile yetinilmediği
gibi içeriklerine de kapsamı belirsiz olacak şekilde erişildiği ve bunların
kullanıldığı anlaşılmıştır (Aynı yönde değerlendirmeler için bkz. E.Ü.
[GK], §§ 76-79).
46. Açıklanan gerekçelerle özel hukuk iş ilişkilerinden
doğan uyuşmazlığı karara bağlayan derece mahkemeleri tarafından yukarıda
belirtilen anayasal güvenceleri gözeten özenli bir yargılama yapılarak pozitif
yükümlülüklerin yerine getirilmediği anlaşıldığından başvurucunun Anayasa’nın
20. maddesinde güvence altına alınan kişisel verilerin korunmasını isteme hakkı
ile Anayasa’nın 22. maddesinde güvence altına alınan haberleşme hürriyetinin
ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı
Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
47. 30/11/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa
Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin
ilgili kısmı şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda,
başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal
kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme
kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden
yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama
yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata
hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir.
Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal
kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse
dosya üzerinden karar verir.”
48. Başvurucu, ihlalin tespit edilmesini istemiş; 10.000
TL manevi tazminat ve zararların giderilmesi talebinde bulunmuştur.
49. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan kararında ihlal
sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel
ilkeler belirlenmiştir (B. No: 2014/8875, 7/6/2018, [GK]). Mahkeme diğer bir
kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin
sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi
ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir
(Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).
50. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal
edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından
söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani
ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle
ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan
karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması,
varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu
bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet
Doğan, §§ 55, 57).
51. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya
mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı
Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile İçtüzük’ün 79. maddesinin (1)
numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması
için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye
gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki
kurumlardan farklı olarak, ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama
sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu
öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı
olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde, usul hukukundaki yargılamanın
yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama
sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi
bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir karar kendisine ulaşan mahkemenin yasal
yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı
nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını
gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§
58-59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66-67).
52. İncelenen başvuruda kişisel verilerin korunmasını
isteme hakkı ve haberleşme hürriyetiyle ilgili anayasal güvenceleri gözeten bir
yargılama yapılmaması nedeniyle anılan hak ve özgürlüğün ihlal edildiği
sonucuna varılmıştır. Dolayısıyla ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı
anlaşılmaktadır.
53. Bu durumda kişisel verilerin korunmasını isteme hakkı
ile haberleşme hürriyetinin ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden
yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50.
maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş, yeniden yargılama
kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri
gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden
ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere
ilgili mahkemeye gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.
54. Öte yandan somut olayda ihlalin tespit edilmesinin
başvurucunun uğradığı zararların giderilmesi bakımından yetersiz kalacağı
açıktır. Dolayısıyla eski hâle getirme kuralı çerçevesinde ihlalin bütün
sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için kişisel verilerin korunmasını isteme
hakkı ile haberleşme hürriyetinin ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle
giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 8.000 TL
manevi tazminat ödenmesine, tazminata ilişkin diğer taleplerin reddine karar
verilmesi gerekir.
55. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 239,50 TL harç ve
3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.239,50 TL yargılama giderinin
başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurucunun kamuya açık belgelerde kimlik
bilgilerinin gizli tutulmasına ilişkin talebinin KABULÜNE,
B. Kişisel verilerin korunmasını isteme hakkı ile
haberleşme hürriyetinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR
OLDUĞUNA,
C. Anayasa'nın 20. maddesinde güvence altına alınan
kişisel verilerin korunmasını isteme hakkı ve Anayasa'nın 22. maddesinde
güvence altına alınan haberleşme hürriyetinin İHLAL EDİLDİĞİNE,
D. Kararın bir örneğinin kişisel verilerin korunmasını
isteme hakkı ile haberleşme hürriyetinin ihlalinin sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul 8. İş Mahkemesine
(E.2015/104, K.2015/565) GÖNDERİLMESİNE,
E. Başvurucuya net 8.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,
tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
F. 239,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan
toplam 3.239,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
G. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun
Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde
yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme
tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
H. Kararın bir örneğinin bilgi için Yargıtay 9. Hukuk
Dairesine GÖNDERİLMESİNE,
İ. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına
GÖNDERİLMESİNE 29/9/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.