logo
Bireysel Başvuru Kararları Kullanıcı Kılavuzu English

(Tasfiye Halinde Domino Medya Bil. İlt. Rek. Yayın İnş. Tic. Ltd. Şti. [2.B.], B. No: 2016/14948, 26/2/2020, § …)
Kararlar Bilgi Bankasında yayınlanan karar metni
editöryal düzeltmelere tabi tutulmuş olabilir.
   


 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

TASFİYE HALİNDE DOMİNO MEDYA BİL. İLT. REK. YAYIN İNŞ. TİC. LTD. ŞTİ. BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2016/14948)

 

Karar Tarihi: 26/2/2020

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Recep KÖMÜRCÜ

Üyeler

:

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Muammer TOPAL

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

Raportörler

:

Zeynep KARAKOÇ

 

 

Mehmet Sadık YAMLI

Başvurucu

:

Tasfiye Halinde Domino Medya Bil. İlt. Rek. Yayın İnş. Tic. Ltd. Şti.

Vekili

:

Av. Aydın AYANOĞLU

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, ödeme emrine karşı açılan davada şirketin tasfiye edildiği gerekçesiyle davanın ehliyet yönünden reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 18/8/2016 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.

7. Başvurucu Şirket, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

9. Başvurucu Şirketin 24/9/2007 tarihinde tasfiye işlemlerine başlanmış, 26/12/2008 tarihi itibarıyla tasfiye kapanışı gerçekleşmiştir. Şirketin tasfiye işlemlerinin tamamlandığı ve kaydının ticaret sicilinden silindiği, 31/12/2008 tarihli ve 7218 sayılı Ticaret Sicili Gazetesi'nde ilan edilmiştir.

10. Başvurucu Şirketin müşterisi olan bir şirket tarafından Şirketin ihyası istemiyle Ankara 8. Asliye Ticaret Mahkemesinde (Ticaret Mahkemesi) dava açılmıştır. Ticaret Mahkemesi 28/12/2010 tarihli kararı ile süre ve sebep (konu) bakımından bir sınırlama yapmaksızın başvurucu Şirketin tasfiye hâlinde ihyasına karar vermiştir.

11. Başvurucu Şirket adına 2006 ve 2008 yıllarının çeşitli dönemlerine ait vergi borçlarının tahsili amacıyla 8/7/2011 tarihli ödeme emirleri düzenlenmiştir.

12. Başvurucu Şirket, anılan ödeme emirlerinin iptali istemiyle Ankara 5. Vergi Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır.

13. Mahkeme 20/11/2014 tarihinde davanın ehliyet yönünden reddine karar vermiştir.Kararın ilgili kısmı şöyledir:

" Kişilerin davada taraf olabilmeleri için öncelikle hak ehliyetine sahip olmaları gerekmektedir. Şirketler için ise hak ehliyeti, tüzel kişiliklerine bağlıdır. Yani, şirketlerin hak ehliyetine sahip olabilmeleri için öncelikle tüzel kişiliğe sahip olmaları gerekmektedir.

Türk Ticaret Kanunu hükümlerine göre, şirketlerin tüzel kişilikleri, ticaret sicilinden silinmeleriyle sona erer. Olayda adına ödeme emri düzenlenen şirketin tüzel kişiliği de ticaret sicilinden silindiği tarihte sona ermiş bulunmaktadır. Bu tarihten sonra, adı geçen şirketin haklara sahip olması, borçlu kılınması ve temsili hukuken olanaklı değildir. Bunun sonucu olarak, tüzel kişiliğin sona ermesinden önceki dönemlerle ilgili olsa dahi, olmayan şirket adına tarh ve ceza kesmeve ödeme emri düzenlenme işlemleri tesis edilemez; tesis edilen işlemler de herhangi bir hukuki sonuç doğurmaz. Hukuki sonuç doğurmayan; başka deyişle, hukuk düzeninde varlık kazanmayan işlemlerin ise, herhangi bir kişinin menfaatini ihlal etmesi söz konusu olamaz.

Bu durumda, tasfiyesi tamamlanıp ticaret sicilinden silinmek suretiyle hukuk alemindeki varlığı sona eren (münfesih) şirketin, taraf olma ve dava açma ehliyeti bulunmadığı açık olduğundan davanın ehliyet yönünden reddi gerekmektedir."

14. Başvurucu Şirket, Ticaret Mahkemesi kararı ile Şirketin ihya edildiğini, bu hususun gözönünde bulundurularak uyuşmazlığın esası hakkında bir karar verilmesi gerektiğini belirterek kararı temyiz etmiştir. Danıştay Dördüncü Dairesi (Daire) 16/11/2015 tarihli kararıyla mahkeme kararının onanmasına karar vermiştir.

15. Başvurucu Şirket karar düzeltme isteminde bulunmuştur. Başvurucu Şirket, temyiz aşamasında ileri sürdüğü iddiaların yanı sıra vergi borçları dolayısıyla düzenlenen ödeme emrinin iptali istemiyle açılan başka bir davada verilen davanın ehliyet yönünden reddine dair karara yapılan itiraz üzerine Ankara Bölge İdare Mahkemesi 2. Kurulunca verilen 12/10/2015 tarihli itirazın kabulüne dair karardan bahsetmiştir. Anılan kararda, şirketin ihyasına karar verilmesi nedeniyle şirketin tüzel kişiliğinin bulunduğu gerekçesi vurgulanmıştır.

16. Daire, 13/6/2016 tarihli kararıyla karar düzeltme isteminin oyçokluğuyla reddine karar vermiştir. Kararın karşıoy gerekçesi şöyledir:

"Bilindiği üzere, ticari ortaklıklar ticaret siciline tescille tüzel kişilik kazanırlar, sicilden kaydı silinince kişiliklerini kaybederler ve bundan sonrada ticari faaliyet yürütemezler.

6102 sayılı Türk Ticaret Kanununun Geçici 7/15.maddesinin son cümlesinde, Ticaret sicilinden kaydı silinen şirketin alacaklıları ile hukuki menfaatleri bulunan diğer kişi ve kuruluşların haklı sebeplere dayanarak sicilden silinme tarihinden itibaren 5 yıl içinde mahkemeye başvurarak şirketin ihyasını isteyebilecekleri, hükme bağlanarak;terkin edildiği halde alacağı veya menfaati olanlaraihya seçeneği sunularak olası mağduriyetler engellenmek istenmiştir. 6102 sayılı TTK’da düzenlenmezden evvel ise, belli koşulların varlığı halinde kaydı silinmiş şirketin ihyası hususu, hukuk uygulamamızda Yargıtay içtihatları ile doktrince kabul görmüş ve böylelikle diriltilen şirketin yeniden ticaret siciline kaydı yapılmakla, hukuksal anlamda tüzel kişiliğin yeniden vücut bulacağınitelendirilmesi yapılmıştır.

Bu süreç içerisinde ise ek tasfiye işlemleri yanında diğer hukuksal işlemler son tasfiye memuru tarafından yürütülmekte ve ticaret siciline yeniden kaydın, vergi dairesine de bildirilmesi sonucu ihya sebebine göre yeniden mükellefiyet tesisi söz konusu olabilmektedir.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 14.maddesinde ise, davada husumet dava şartlarından sayılmıştır. Buna göre, dava açılmazdan önce veya davanın devamı sırasında tasfiyesi sona eren sermaye şirketlerinin aktif husumet ehliyeti kalmayacaktır. Ancak aynı sermaye şirketlerinin, ek tasfiye(veya alacaklıların alacağını takip amaçlı) amacıyla sınırlı olarakihyasının sağlandığı durumlarda tekrar husumet konumunagelebilecek ve aktif dava ehliyeti kazanacaktır.

Olayda, 24/09/2007tarihinde tasfiye giren ve 26/12/2008 tarihi itibariyle tasfiyesi kapanan şirketin Ankara 8. Asliye Ticaret Mahkemesinin 28/12/2010 tarih ve E:2010/373, K:2010/735 sayılı kararıyla ''şirketin tasfiye halinde ihyasına'' karar verildiği, dava konusu vergi/ceza ihbarnamelerinin düzenlenerek davacı şirkete tebliğ edildiği tarih itibariyle de ihya nedenininsona ermesiyle şirket kaydının tekrar silinmesi söz konusu olmadığı gibi iddia dahi edilmediği anlaşılmakla, dava açıldığı tarihte davalı idare açısından ''husumet'' konumuna alınma imkanı bulunan davacı şirket adına davayı açan tasfiye memurunun ehliyetli olduğu dolayısıyla, davanın esası hakkında karar verilmesi gerekirken ehliyet yönünden reddi yolundaki temyize konu Mahkeme kararının bozulması gerektiği görüşüyle Dairemiz kararına katılmıyoruz."

17. Nihai karar 1/8/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir.

18. Başvurucu 18/8/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

1. İlgili Kanunlar

19. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun "İdari dava türleri ve idari yargı yetkisinin sınırı" kenar başlıklı 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

" 1. İdari dava türleri şunlardır:

a) İdarî işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlâl edilenler tarafından açılan iptal davaları "

20. 2577 sayılı Kanunu'nun "Dilekçeler üzerine ilk inceleme" kenar başlıklı 14. maddesinin (3) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

"Dilekçeler,

...

c) Ehliyet,

...

yönlerinden sırasıyla incelenir."

21. 2577 sayılı Kanun'un "İlk inceleme üzerine verilecek kararlar" kenar başlıklı 15. maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

"Danıştay veya idare ve vergi mahkemelerince yukarıdaki maddenin 3 üncü fıkrasında yazılı hususlarda kanuna aykırılık görülürse, 14 üncü maddenin;

...

b) 3/c, 3/d ve 3/e bentlerinde yazılı hallerde davanın reddine,

...

Karar verilir."

22. 13/1/2011 tarihli ve 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu'nun geçici 7. maddesinin onbeşinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

"...Ticaret sicilinden kaydı silinen şirket veya kooperatifin alacaklıları ile hukuki menfaatleri bulunanlar haklı sebeplere dayanarak silinme tarihinden itibaren beş yıl içinde mahkemeye başvurarak şirket veya kooperatifin ihyasını isteyebilir."

2. Danıştay İçtihadı

23. Danıştay Dördüncü Dairesinin 1/11/2017 tarihli ve E.2016/1728, K.2017/724 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:

" Davacı adına, kanuni temsilcisi olduğu Şirketin tasfiyesi sonuçlanmadan evvel, şirket tarafından 2001 ve 2002 yıllarından kaynaklanan KDV iade alacaklarının mahsuben iadesi talebinin reddi işleminin iptali ile ihtirazi kayıtla ödenen verginin iadesi istemli açılan davada,İstanbul 8. Vergi Mahkemesi'nin 29.09.2011 gün ve E:2008/346, K:2011/3457 sayılı dava kabul kararı verildiği, bunun üzerine davacı tarafından, iadeye karar verilen tutarların şirketin tasfiyesinin kapanmış olması nedeniyle ortaklara hissesi oranında dağıtılması istemiyle davalı idareye başvuruda bulunulduğu, bu başvurunun davalı idarece 08.03.2012 gün ve 4454 sayılı işlemle reddedilmesi üzerine, ret işleminin iptali istemiyle açılan davayı kabul eden Vergi Mahkemesi kararı taraflarca temyiz edilmiştir.

...

6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu'nun geçici 7/15.maddesinin son cümlesinde, Ticaret sicilinden kaydı silinen şirketin alacaklıları ile hukuki menfaatleri bulunan diğer kişi ve kuruluşların haklı sebeplere dayanarak sicilden silinme tarihinden itibaren 5 yıl içinde mahkemeye başvurarak şirketin ihyasını isteyebilecekleri, hükme bağlanarak; terkin edildiği halde alacağı veya menfaati olanlara ihya seçeneği sunularak olası mağduriyetler engellenmek istenmiştir. 6102 sayılı TTK’da düzenlenmezden evvel ise, belli koşulların varlığı halinde kaydı silinmiş şirketin ihyası hususu, hukuk uygulamamızda Yargıtay içtihatları ile doktrince kabul görmüş ve böylelikle diriltilen şirketin yeniden ticaret siciline kaydı yapılmakla, hukuksal anlamda tüzel kişiliğin yeniden vücut bulacağınitelendirilmesi yapılmıştır.

Bu süreç içerisinde ise ek tasfiye işlemleri yanında diğer hukuksal işlemler son tasfiye memuru tarafından yürütülmekte ve ticaret siciline yeniden kaydın, vergi dairesine de bildirilmesi sonucu ihya sebebine göre yeniden mükellefiyet tesisi söz konusu olabilmektedir.

Dava dosyasının incelenmesinden, davacının ortağı ve kanuni temsilcisi olduğu ... Şti.'nin 2001 ve 2002 yılı KDV mahsup talebinin idare tarafından reddedilmesi üzerine, davacı şirket tarafından dava açıldığı ve ihtirazi kayıt ile söz konusu vergilerin ödendiği, açılan davanın İstanbul 8. Vergi Mahkemesi'nin 29.09.2011 gün veE:2008/346, K:2011/3457 sayılı kararı ile kabul edilmesi üzerine, davacı tarafından şirketin 30.09.2010 tarihinde Ticaret Sicil Gazetesinde ilan edilerek tasfiyesinin tamamlanmış olduğu belirtilerek, hisseleri oranında ihtirazi kayıtla ödenen vergilerin iadesinin istenildiği, davalı idare tarafından bu başvurunun 08.03.2012 gün ve 4454 sayılı işlemi ile ret edilmesi üzerine bakılmakta olan davanın açıldığı ve Mahkeme tarafından şirketin tasfiyesi tamamlandığından ilgili dönem şirket ortaklarına hisseleri oranında iade işlemlerinin gerçekleştirilmesi gerektiği gerekçesiyle davanın kabulüne karar verildiği anlaşılmaktadır.

Yukarıda yer verilen mevzuat hükümleri gereğince tasfiyesi tamamlanan şirketin ticaret sicilinden terkin edildikten sonra şirkete ait hak veya borçların ortaya çıkması halinde bu hakkın öncelikle şirket uhdesine alınması ve sonrasında varsa vergisel bir yönü giderildikten sonra ortaklar arasında dağıtılması ancak tasfiye olunan şirketin merkezinin bulunduğu yer Asliye Ticaret Mahkemesinden ihyasının istenmesi ile şirketin canlandırılması, mümkün bulunmaktadır.

Bu anlamda, ortak olan davacı tarafından değil, şirketin ihyası sağlandıktan sonra şirket yetkilisinin veya ortaklar kurulunun vergi dairesine başvurarak, şirkete ait alacağı şirket adına talep etmesi mümkün iken, esasen şirket tüzel kişiliğine ait alacağın hissesi oranında tarafına ödenmesini talep etmesinin hukuki dayanağı bulunmamaktadır."

24. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 21/10/2015 tarihli ve E.2015/3921, K.2015/3665 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"...Danıştay Onuncu Dairesince yapılan araştırma üzerine, Ağrı Ticaret Sicili Müdürlüğünce, davacı şirketin 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu'nun Geçici 7. maddesi uyarınca 03/04/2015 tarihindeticaret sicilinden resen silindiği hususunun bildirildiği, Danıştay Onuncu Dairesince tebligatın Yönetim Kurulu Üyesi [...]'nın kayıtlı adresine tebliğ edildikten sonra dosyanın Kurulumuza gönderildiği anlaşılmaktadır.

 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu'nun Geçici 7. maddesinin 1. fıkrasında, " 1/7/2015 tarihine kadar aşağıdaki hâlleri tespit edilen ya da bildirilen anonim ve limited şirketler ile kooperatiflerin tasfiyeleri ve ticaret sicilinden kayıtlarının silinmesi, ilgili kanunlardaki tasfiye usulüne uyulmaksızın bu madde uyarınca yapılır." denilerek, devamında bu madde uyarınca tasfiye ve ticaret sicilinden kayıtların silinmesi konusunda ayrıntılı hükümlere yer verilmiş; 15. fıkrasında ise "Bu maddede düzenlenmeyen hususlarda ilgili kanun ve esas sözleşmelerde öngörülen usullere göre hareket edilir. Bu madde gereğince tasfiye edilmeksizin unvanı silinen şirket veya kooperatiflerin ortaya çıkabilecek malvarlığı, unvana ilişkin kaydın silindiği tarihten itibaren on yıl sonra Hazineye intikal eder. Hazine bu şirket ve kooperatiflerin borçlarından sorumlu tutulmaz. Tasfiye memurlarının sorumlulukları konusunda, özel kanunlardaki sorumluluğa ilişkin hükümler saklı kalmak kaydıyla bu Kanun veya Kooperatifler Kanunu hükümleri uygulanır. Ticaret sicilinden kaydı silinen şirket veya kooperatifin alacaklıları ile hukuki menfaatleri bulunanlar haklı sebeplere dayanarak silinme tarihinden itibaren beş yıl içinde mahkemeye başvurarak şirket veya kooperatifin ihyasını isteyebilir." düzenlemesi yer almıştır.

Anılan madde uyarınca, 08/04/2015 günlü, 8796 sayılı Ticaret Sicili Gazetesi'nde, 03/04/2015 tarihinden geçerli olarak ticaret sicilinden resen silindiği ilan edilen davacı şirketin, maddenin 15. fıkrası uyarınca ihya edilip edilmediği hususu, 2577 sayılı Kanun'un 26. maddesinin uygulanması bakımından önem taşımaktadır.

Bu durumda, Dairece davacı şirketin ihya edilip edilmediği, diğer bir deyişle taraf sıfatını halen koruyup korumadığı hususu araştırılarak ve yukarıda metnine yer verilen 2577 sayılı Yasa' nın 26. maddesi hükmü gözetilerek yeniden bir karar verilmesi gerekmektedir."

3. Yargıtay İçtihadı

25. Yargıtay 12. Dairesinin 12/6/2017 tarihli ve E.2017/3770, K.2017/9184 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:

"Kural olarak dava hakkı, o hakkın sahibi olan kimseye aittir. Başvuru tarihinde yürürlüğe girmiş bulunan HMK'nun 71. maddesinde, dava açmaya ehil olan kişinin davasını bizzat yahut atayacağı vekil aracılığıyla ikame ve takip edeceği açıklanmıştır. Anılan hüküm uyarınca hak sahibi davayı bizzat açabileceği gibi vekil aracılığıyla da açabilir. 1136 Sayılı Avukatlık Kanunu'nun 35.maddesine göre de, dava açmak hakkının yalnız baroya kayıtlı avukata ait olduğu hususu düzenlenmiştir. Somut olayda; borçlu şirketin kaydının 08.10.2015 tarihinde Ticaret Sicilinden resen silindiği ve tescil ve ilan edildiği bildirilmiş olup, dava tarihi itibari ile borçlu şirketin Ticaret Sicili'nden terkini sağlandığından, terkinle beraber tüzelkişiliği sona erdiğinden, tüzelkişiliği sona eren şirketin, medeni haklardan yararlanma ve bu hakları kullanma ehliyeti de son bulacağından, münfesih tüzel kişiliğin gerek yargıda gerekse diğer resmi merciler önünde temsil edilebileceğinden bahsetmek olanaklı değildir. Borçlu şirketin dava açma ehliyeti ve dava açma konusunda vekalet ehliyeti yoktur, bu sebeple icra mahkemesinde şikayette bulunma, borca itiraz etme yetkisi bulunmamaktadır.

HMK'nun 114. maddesinde dava şartları düzenlenmiş olup, maddenin 1.fıkrasının ( e ) bendinde; “dava takip yetkisine sahip olunması”na yer verilmiştir. Aynı Kanunun 115/1 ve 2. maddesinde de; “Mahkeme, dava şartlarının mevcut olup olmadığını, davanın her aşamasında kendiliğinden araştırır. Taraflar da dava şartı noksanlığını her zaman ileri sürebilirler. Mahkeme, dava şartı noksanlığını tespit ederse davanın usulden reddine karar verir. Ancak, dava şartı noksanlığının giderilmesi mümkün ise bunun tamamlanması için kesin süre verir. Bu süre içinde dava şartı noksanlığı giderilmemişse davayı dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddeder” düzenlemesine yer verilmiştir.

HMK'nın 115/3. maddesinde ise; dava şartı noksanlığı, mahkemece davanın esasına girilmesinden evvel fark edilmemiş, taraflarca ileri sürülmemiş ancak hüküm anında noksanlık giderilmiş ise, başlangıçtaki dava şartı noksanlığı nedeni ile davanın usulden reddedilemeyeceği belirtilmektedir.

Yukarıda belirtilen hususlar icra mahkemesinde dava açma ehliyeti ile ilgili olup, icra takibi başlatma yönünden ise: takip tarihi itibari ile de borçlu şirketin terkini sağlanmış olduğundan, tüzelkişiliği sona ermiş olup, 6102 Sayılı TTK'nun geçici 7. maddesi uyarınca sicilden terkin edilen şirketin aynı maddenin 15. bendine göre ihyası mümkündür; bu bentte, “... Ticaret sicilinden kaydı silinen şirket veya kooperatifin alacaklıları ile hukuki menfaatleri bulunanlar haklı sebeplere dayanarak silinme tarihinden itibaren beş yıl içinde mahkemeye başvurarak şirket veya kooperatifin ihyasını isteyebilir...” düzenlemesine yer verilmiştir.

6102 Sayılı TTK'nun 547. maddesinde de; Tasfiyenin kapanmasından sonra ek tasfiye işlemlerinin yapılmasının zorunlu olduğu anlaşılırsa, son tasfiye memurları, yönetim kurulu üyeleri, pay sahipleri veya alacaklıların, şirket merkezinin bulunduğu yerdeki asliye ticaret mahkemesinden, bu ek işlemler sonuçlandırılıncaya kadar, şirketin yeniden tescilini isteyebilecekleri belirtilmiştir. Dolayısıyla, tasfiyesi tamamlanıp ticaret sicilinden silinmek suretiyle hukuk alemindeki varlığı sona eren ( münfesih ) şirketin takibin tarafı olmak ehliyeti de bulunmamaktadır. Ticaret sicilinden terkin edilmiş şirket hakkında takip işlemlerine başlanması ve yürütülmesi tasfiye memuru ile ticaret sicile yöneltilecek dava sonucunda tüzel kişiliğin yeniden ihyası ile mümkündür.

Somut olayda, borçlu şirketin dava takip yetkisi olmadığı alacaklı tarafça ileri sürülmüş, yargılama boyunca mahkemece fark edilmemiştir. Bu durumda, mahkemece HMK'nın 115. maddesi uyarınca dava şartı noksanlığı sebebiyle istemin usulden reddine karar verilmesi gerekirken, işin esasının incelenerek kabulüne karar verilmesi isabetsizdir."

B. Uluslararası Hukuk

1. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi

26. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

"Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ... konusunda karar verecek olan,... bir mahkeme tarafından ... görülmesini isteme hakkına sahiptir..."

2. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı

27. İlgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadı için bkz. Ali Diren, B. No: 2015/13108, 18/4/2018, §§ 26-29.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

28. Mahkemenin 26/2/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Mahkemeye Erişim Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

29. Başvurucu Şirket, Ticaret Mahkemesinin Şirketin tasfiye hâlinde ihyasına karar verdiğini, bu husus gözönünde bulundurulduğunda dava ehliyetinin olduğunun kabul edilerek uyuşmazlığın esası hakkında bir karar verilmesi gerektiğini, Mahkemenin davanın ehliyet yönünden reddi yolundaki yorumunun katı bir yorum olduğunu belirterek, bu yaklaşımdan hareketle idari işlemlerin yargısal denetiminin yapılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

30. Bakanlık görüşünde, ticaret sicilinden kaydı silinen şirketlerin alacaklıları ile hukuki menfaatleri bulunan diğer kişi ve kuruluşların haklı sebeplere dayanarak sicilden silinme tarihinden itibaren beş yıl içinde mahkemeye başvurarak şirketin ihyasını isteyebilecekleri, bu şekilde terkin edildiği hâlde alacağı veya menfaati olanlara ihya seçeneği sunularak olası mağduriyetlerin engellenmek istendiği belirtilmiştir. Ticaret sicilinden kaydı silinmiş şirketlerin ihyası ile hukuksal anlamda tüzel kişiliklerinin yeniden vücut bulacağı, ek tasfiye işlemlerinin yanında diğer hukuksal işlemlerinin de son tasfiye memuru tarafından yürütüleceği, ticaret siciline yeniden kaydın vergi dairesine bildirilmesi sonucu ihya sebebine göre yeniden mükellefiyet tesisinin söz konusu olabileceği vurgulanan görüş yazısında ihya kararı verilen başvurucu Şirketin de yeniden ticaret siciline tescil edilmekle tüzel kişiliğini kazanacağı ancak ihyadan sonra Şirketin yalnızca ihya sebebiyle ilgili işlemleri yapabilme ehliyetine sahip olacağı, bu ihya sebebiyle ilgili işlemlerin sonuçlanmasıyla birlikte Şirketin yeniden ticaret sicilinden silineceği ifade edilmiştir.

31. Başvurucu Bakanlık görüşüne karşı verdikleri cevapta Bakanlık görüşüne katılmadıklarını belirterek ihlalin tespitine karar verilmesini istemiştir.

2. Değerlendirme

32. Anayasa'nın "Hak arama hürriyeti" kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."

33. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun yukarıda yer verilen şikâyetlerinin özü, idari işlemin iptali istemiyle açtığı davanın esasının dava ehliyetinin bulunmadığı gerekçesiyle incelenmemesidir. Bu itibarla başvurucunun ihlal iddiaları adil yargılanma hakkının güvencelerinden biri olan mahkemeye erişim hakkı kapsamında incelenmiştir.

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

34. Başvuruya konu olayda derece mahkemesine göre, başvurucu Şirket tasfiye edilerek hukuk alemindeki varlığı sona erdiğinden hukuken var olmayan bu Şirket adına ödeme emri düzenlenmez, düzenlense dahi herhangi bir hukuki sonuç doğurmaz. Hukuki sonuç doğurmayan, başka bir deyişle, hukuk düzeninde varlık kazanmayan işlemlerin ise, Şirketin menfaatini ihlal etmeyeceği belirtilen mahkeme kararında menfaati ihlal edilmediğine göre Şirketin idari davada taraf olamayacağı ve Şirketin tüzel kişiliği sonlandırıldığından hak ehliyetinin de bulunmadığı, hak ehliyeti bulunmadığından dava açabilmesinin mümkün olmadığı ifade edilmiştir.

35. Görüldüğü üzere derece mahkemesi, başvurucu şirketin tasfiye edilmiş olması olgusuna bağlı olarak gerçekleşen iki sonuca (şirketin menfaatinin ve hak ehliyetinin bulunmaması) dayalı olarak hem taraf hem dava ehliyeti bulunmadığı gerekçesiyle davayı reddetmiştir.

36. Bireyin menfaatini etkilemeyen idari işlemlerin esasen herhangi bir uyuşmazlığa sebebiyet verme imkân ve kabiliyeti bulunmayan nitelikte işlemler olduğu söylenebilir. Diğer taraftan kural olarak Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının medeni hak ve yükümlülüklerin karara bağlanmasıyla ilgili bir yargılama usulünde uygulanabilmesi için öncelikle ortada bir uyuşmazlığın bulunması gerekmektedir (İsmail Taşpınar, B. No: 2013/3912, 6/2/2014, § 21). Bu çerçevede somut başvuruda idari işlemin iptali istemiyle açılan davanın başvurucunun idari işlemin iptalini istemekte menfaatinin olmadığı belirtildiğinden somut olayda Sözleşme'nin 6. maddesi anlamında bir uyuşmazlığın bulunup bulunmadığının ortaya konulması önem arz etmektedir. Ancak bu mesele başvurunun doğrudan esasını ilgilendirdiğinden, kabul edilebilirlik değerlendirmesinin işin esasıyla birlikte yapılmasına karar verilmesi gerekir.

37. Öte yandan açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Hakkın Kapsamı ve Müdahalenin Varlığı

38. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı, Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir unsurudur (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur. San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2014/13156, 20/4/2017, § 34).

39. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, bir temel hak olmanın yanında diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanmayı ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir. Bu bakımdan davanın bir mahkeme tarafından görülebilmesi ve kişinin adil yargılanma hakkı kapsamına giren güvencelerden faydalanabilmesi için ilk olarak kişiye iddialarını ortaya koyma imkânının tanınması gerekir. Diğer bir ifadeyle dava yoksa adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelerden yararlanmak mümkün olmaz (Mohammed Aynosah, B. No: 2013/8896, 23/2/2016, § 33).

40. Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru kapsamında yaptığı değerlendirmelerde mahkemeye erişim hakkının bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına geldiğini ifade etmiştir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52).

41. Bireysel başvuruya konu olayda başvurucu Şirketin vergi borçlarına ilişkin ödeme emrinin uyuşmazlık konusu edildiği bir idari dava söz konusudur. Başvurucu Şirketin söz konusu idari işlemin iptali istemiyle açtığı davada, dava konusu işlemin iptali konusunda dava ve taraf ehliyeti bulunmadığı gerekçesiyle uyuşmazlığın esasının incelenmemesi nedeniyle başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yönelik bir müdahalenin bulunduğu görülmektedir.

ii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

42. Anayasa'nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, ... yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ... ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

43. Anayasa'nın 36. maddesinde, hak arama özgürlüğü için herhangi bir sınırlama nedeni öngörülmemiş olmakla birlikte bunun hiçbir şekilde sınırlandırılması mümkün olmayan mutlak bir hak olduğu söylenemez. Özel sınırlama nedeni öngörülmemiş hakların da hakkın doğasından kaynaklanan bazı sınırlarının bulunduğu kabul edilmektedir. Ayrıca hakkı düzenleyen maddede herhangi bir sınırlama nedenine yer verilmemiş olsa da Anayasa'nın başka maddelerinde yer alan kurallara dayanılarak bu hakların sınırlandırılması da mümkün olabilir. Dava açma hakkının kapsamına ve kullanım koşullarına ilişkin bir kısım düzenlemenin hak arama özgürlüğünün doğasından kaynaklanan sınırları ortaya koyan ve hakkın norm alanını belirleyen kurallar olduğu açıktır. Ancak bu sınırlamalar, Anayasa'nın 13. maddesinde yer alan güvencelere aykırı olamaz (Özkan Şen, § 58; Tahir Gökatalay, B. No: 2013/1780, 20/3/2014, § 39; İbrahim Can Kişi, B. No: 2012/1052, 23/7/2014, § 33).

44. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa'nın 13. maddesinde belirtilen koşullara uygun olmadığı takdirde Anayasa'nın 36. maddesinin ihlalini teşkil edecektir.

45. Sonuç itibarıyla mutlak olmayan ve sınırlandırılabilen mahkemeye erişim hakkına ilişkin müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, haklı bir sebebe dayanma (meşru amaç) ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.

 (1) Kanunilik

46. Somut başvuruda davanın esasının incelenmemesi yönündeki mahkeme kararının idari işlemlere karşı iptal davası açılabilmesi için öngörülen ehliyet koşulunun bulunmadığı gerekçesine dayandığı görülmektedir. İdari yargıya ilişkin usul hukuku kuralları kapsamında davanın ehliyet yönünden reddi şeklindeki müdahalenin 2577 sayılı Kanun'un 2., 14. ve 15. maddelerine dayandığı ve dolayısıyla başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yönelik müdahalenin kanuni dayanağının mevcut olduğu anlaşılmıştır.

 (2) Meşru Amaç

47. Ehliyet kavramı, taraf ehliyeti ve dava ehliyeti kurumlarını kapsamaktadır. Öğretide ve uygulamada birleşildiği üzere dava ehliyeti; gerçek ve tüzel kişilerin medeni hakları kullanma yeterliğinin usul hukukunda somutlaşması, biçime dönüşmesidir. Taraf ehliyeti ise davada bir yan olma yeterliğini anlatır ve medeni haklardan yararlanma yeterliğinin usul hukukunda biçimlenişidir (AYM, E.1987/30, K.1988/5, 15/3/1988).

48. İdari makamlar tarafından gerçekleştirilen ancak bireyin menfaatini etkilemeyen, bir başka ifadeyle birey üzerinde herhangi bir hukuksal sonuç doğurmayan işlemlerin uyuşmazlık konusu yapılarak hem yargının hem de idarenin sürekli ve gereksiz bir biçimde meşgul edilip işleyemez hâle gelmesini engellemek, bu suretle gerek yargı hizmetinin gerekse idarenin asli görevi olan kamu hizmetlerinin hızlı, düzenli ve etkin biçimde yürütülmesini sağlamak düşüncesiyle davacı ile arasında menfaat bağı kurulamayan işlemlerden doğan uyuşmazlıkların esasının incelenmemesi idari yargıya ilişkin bir usul kuralı olarak düzenlenmiştir.

49. Benzer şekilde dava ehliyeti bulunmayan kişilerin dava açamamaları yargının gereksiz bir biçimde meşgul edilmesini önleyerek kamu yararını sağlamak amacıyla bir usul kuralı olarak düzenlenmiştir.

50. Yargılama usullerinin düzenlenmesinde usul ekonomisinin gözetilmesi, bu suretle iyi adalet yönetiminin de sağlanarak kamu yararının gerçekleştirilmesi Anayasa'nın 2. maddesinde düzenlenen hukuk devleti ilkesinin gereklerinden biridir. Dolayısıyla usul ekonomisi ile iyi adalet yönetimi ilkesi gözetilerek idari işlemlerin dava konusu edilebilirliğinin belli koşullara bağlanması mümkündür (Levent Tütüncü, B. No: 2015/3690, 18/7/2018, § 48).

51. Somut olayda usul kurallarını yorumlayan derece mahkemesinin başvurucunun dava konusu işlemlerin iptalini istemekte dava ve taraf olma ehliyetinin bulunmadığı gerekçesiyle idari işleme karşı açılan iptal davasının esasını incelememesinin yukarıda değinilen kamu yararının gerçekleştirilmesine yönelik meşru bir amaca dayandığı sonucuna ulaşılmıştır.

 (3) Ölçülülük

 (a) Genel İlkeler

52. Anayasa Mahkemesi; bireysel başvuru kapsamında yaptığı değerlendirmelerde kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya mahkeme kararını anlamsız hâle getiren, bir başka anlatımla mahkeme kararını önemli ölçüde etkisizleştiren sınırlamaların mahkemeye erişim hakkını ihlal edebileceğini ifade etmiştir (Özkan Şen, § 52).

53. Ölçülülük ilkesi elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2016/16, K.2016/37, 5/5/2016; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 38).

54. Ölçülülüğün üçüncü alt ilkesi olan orantılılık, hakkın sınırlandırılması hâlinde elde edilmek istenen kamu yararı ile bireyin hak ve özgürlükleri arasında adil bir dengenin sağlanmasını gerektirmektedir. Öngörülen tedbirin bireyi olağan dışı ve aşırı bir yük altına sokması durumunda müdahalenin orantılı ve dolayısıyla ölçülü olduğundan söz edilemez. Bu itibarla uygulanan tedbirle başvuruculara aşırı ve orantısız bir yük yüklenmemesi gerekmektedir (Levent Tütüncü, B. No: 2015/3690, 18/7/2018, § 52).

55. Dava konusu edilen bir idari işlemin bireyin menfaatini ihlal edip etmediğini belirleme ve mevzuatı bu yönüyle yorumlama görevi esasen derece mahkemelerine aittir. Derece mahkemeleri, önlerindeki uyuşmazlığın niteliğini ve ilgili mevzuat hükümlerini gözönünde bulundurarak dava konusu işlemin davacının hukuki durumu üzerinde yaratabileceği etki ve sonuçlardan hareketle menfaatini ihlal edip etmediğini değerlendirirler. Bireysel başvurunun ikincillik ilkesi gereği, dava konusu edilen işlemin başvurucunun menfaatini ihlal edip etmediğinin belirlenmesi noktasında Anayasa Mahkemesinin bir görevi bulunmamaktadır. Anayasa Mahkemesinin bu hususta üstleneceği rol, idari işlemin bireyin menfaatini etkilemediğiyle ilgili derece mahkemelerinin yorumlarının mahkemeye erişim hakkına etkisini somut olayın koşulları ışığında incelemektir (Levent Tütüncü, § 53).

56. Derece mahkemeleri, bireyin taraf ehliyetinin bulunup bulunmadığını irdelerken ve buna dair usul kurallarını uygularken söz konusu düzenlemenin getirilmesiyle ulaşılmak istenen kamu yararı ile bireyin menfaatleri arasında adil bir denge gözetmelidir. Bu bağlamda taraf ehliyeti koşulundan hareketle uyuşmazlığın esasının incelenebilirliğinin değerlendirilmesinde kamu yararı ile bireyin menfaatleri arasındaki denge kurulurken dava konusu edilen işlemin mahiyeti, başvurucunun hukuki durumuna ve gelecek yaşantısına ne şekilde etkilerinin olduğu, işlemin hukuka uygunluk denetiminin gerçekleştirilmemiş olması dolayısıyla bertaraf edilemeyen bu etkilerin başvurucuya bir külfet yükleyip yüklemediği gibi hususlar gözönünde bulundurulabilir(Levent Tütüncü, § 54).

57. Bu kapsamda bireyin, hukuki durumu üzerinde birtakım etki ve sonuçlar doğurduğu, dolayısıyla hak ve menfaatlerini etkilediği çok açık olan bir idari işlemi yargı mercileri önünde uyuşmazlık konusu etme olanağından yoksun bırakılması bu konuda mahkemeye erişimini imkânsız hâle getirebileceğinden ölçülülük ilkesini zedeleyebilir (Levent Tütüncü, § 55).

 (b) İlkelerin Olaya Uygulanması

58. Bireysel başvuruya esas olan davada uyuşmazlık konusu edilen işlem, başvurucu Şirketin vergi borçları nedeniyle düzenlenen ödeme emrine ilişkin işlemdir. Mahkeme, başvurucu Şirketin tasfiye edilmiş olmasını dayanak göstererek hem dava konusu işlemle olan menfaat ilişkisinin ortadan kalktığı hem de dava ehliyeti bulunmadığı gerekçesiyle uyuşmazlığın esasını incelememiştir.

59. Bireyin dava ve taraf ehliyeti bulunmayan uyuşmazlıkların esası hakkında karar verilmemesi suretiyle mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalenin usul ekonomisi ile iyi adalet yönetimi ilkesinin sağlanarak kamu yararı amacının gerçekleştirilmesi bakımından elverişli ve gerekli olmadığı ifade edilemez. Somut olaydaki müdahalenin ölçülülüğünün değerlendirilmesi bakımından asıl önem taşıyan ölçüt ise orantılılıktır. Bu itibarla, uygulanan tedbirle başvurucuya aşırı ve orantısız bir külfet yüklenip yüklenmediğinin tespiti gerekmektedir.

60. Yukarıda yer verilen (bkz. §§ 23-25) Danıştay ve Yargıtay içtihadında ortaya konulduğu üzere şirketlerin tasfiye edilmelerinden sonra ihya edilmelerine karar verilmesi hâlinde haklarında tesis edilen ve hukuki durumları üzerinde birtakım etki ve sonuçlar doğuran muhtelif mahiyetteki idari işlemlere karşı açtıkları davalarda taraf sıfatlarını devam ettirdikleri kabul edilmektedir.

61. Anılan içtihattaki yaklaşımın kaybedilen tüzel kişiliğin belirli koşullar altında ihya ile yeniden kazanılmasına imkân sağlanmasıyla şirketlerin maddi ve manevi varlıkları üzerinde birtakım etki ve sonuçlar doğuran işlemlerin hukuki denetiminin yolunun açılması gerekliliğinden doğduğu anlaşılmaktadır. Buna göre Danıştay ve Yargıtayın söz konusu içtihadının idari işlemin bireyin mevcut ve gelecekteki hukuki durumu üzerindeki olası tüm etki ve sonuçlarını dikkate almak suretiyle taraf ehliyeti koşulundan hareketle uyuşmazlığın esasının incelenebilirliğinin tespitinde kamu yararı ile bireyin çıkarları arasındaki adil dengeyi gözeten, objektif ve hukuken kabul edilebilir ölçütler içerdiği görülmektedir.

62. Somut olayda vergi borçları nedeniyle düzenlenen ödeme emirlerinin, sebep ve konu sınırlaması olmaksızın ihyasına karar verilmiş olan başvurucu Şirketin parasal hakları üzerinde birtakım hukuksal sonuçlar doğurma kapasitesinin olduğu, bu hâliyle söz konusu işlemin başvurucu Şirketin menfaatini etkilediği ve ihyasına karar verilen Şirketin dava açma ehliyetine sahip olması gerektiği açık bir şekilde anlaşılmaktadır. Bireysel başvuruya konu derece mahkemesi kararında ise şirketin ihyasına karar verilmiş olmasının anılan ödeme emirlerinin Şirketin menfaatini ihlal edip edemeyeceği yönünde herhangi bir incelemeye gidilmeksizin Şirketin ihya edilmesine karar verilmiş olduğu görmezden gelinerek şekilci bir yaklaşımla hareket edilmek suretiyle söz konusu işlemin hukuka uygunluk denetiminin yapılmadığı görülmektedir. Belirtilen işlemin hâlen hukuken mevcut olduğu da bu noktada gözardı edilemez.

63. Yukarıda yer verilen tespitlere göre derece mahkemesinin somut davada başvurucu Şirketin dava konusu edilen işlemin iptal edilmesinde taraf ehliyetinin bulunup bulunmadığını değerlendirmesiyle ve buna dair usul kurallarını uygulamasıyla ilgili bu şekilci yorumunun başvurucunun hukuksal durumunu etkileyebilecek idari işlemden doğan uyuşmazlığın mahkeme önünde karara bağlanmasını engellediği görülmektedir. Bu suretle belirtilen işlemlerin hukuka uygun olup olmadığının yargı denetimi yolu ile ortaya konulması imkânından yoksun bırakılmasının ise söz konusu işlemlerin yukarıda yer verilen etki ve sonuçları dikkate alındığında başvurucuya ağır bir külfet yüklediği değerlendirilmiştir.

64. Bu sebeple başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalenin ölçüsüz olduğu sonucuna varılmıştır.

65. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

B. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

66. Başvurucu, başvuru konusu yargılamanın uzun sürdüğünü belirterek makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

67. Bakanlık bu konuda görüş bildirmemiştir.

2. Değerlendirme

68. Bireysel başvuru sonrasında 31/7/2018 tarihli ve 30495 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Kanun'un 20. maddesiyle 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'a geçici madde eklenmiştir.

69. 6384 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddeye göre yargılamaların uzun sürmesi ve yargı kararlarının geç veya eksik icra edilmesi ya da icra edilmemesi şikâyetiyle Anayasa Mahkemesine yapılan ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesi önünde derdest olan bireysel başvuruların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat üzerine Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığı (Tazminat Komisyonu) tarafından incelenmesi öngörülmüştür.

70. Ferat Yüksel (B. No: 2014/13828, 12/9/2018) kararında Anayasa Mahkemesi; yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı ya da yargı kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da hiç icra edilmediği iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce gerçekleştirilen bireysel başvurulara ilişkin olarak Tazminat Komisyonuna başvuru imkânının getirilmesine ilişkin yolu ulaşılabilir olma, başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesinin bulunup bulunmadığı yönlerinden inceleyerek bu yolun etkililiğini tartışmıştır.

71. Anılan kararda özetle öngörülen başvuru yolunun kişileri mali külfet altına sokmaması ve başvuruda kolaylık sağlaması nedenleriyle ulaşılabilir olduğu, düzenleniş şekli itibarıyla ihlal iddialarına makul bir başarı şansı sunma kapasitesinden mahrum olmadığı vetazminat ödenmesine imkân tanıması ve/veya bu mümkün olmadığında başka türlü telafi olanakları sunması nedenleriyle potansiyel olarak yeterli giderim sağlama imkânına sahip olduğu hususunda değerlendirmelerde bulunulmuştur (Ferat Yüksel, §§ 27-34). Bu gerekçeler doğrultusunda Anayasa Mahkemesi, ilk bakışta ulaşılabilir olan ve ihlal iddialarıyla ilgilibaşarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesi olduğu görülen Tazminat Komisyonuna başvuru yolu tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil niteliği ile bağdaşmayacağı sonucuna vararak başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermiştir (Ferat Yüksel, §§ 35, 36).

72. Somut başvuru yönünden de söz konusu karardan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.

73. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduklarına karar verilmesi gerekir.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

74. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

75. Başvurucu, yeniden yargılama yapılmasına hükmedilerek ihlalin giderilmesi ve uğradığı zararın tazminine karar verilmesi talebinde bulunmuştur.

76. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Mahkeme diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

77. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

78. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak, ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir karar kendisine ulaşan mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).

79. İncelenen başvuruda başvurucu Şirketin ödeme emrine karşı açtığı davanın 2577 sayılı Kanun'un katı bir şekilde yorumlanması sonucu ehliyet yönünden reddedilmesi nedeniyle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmıştır.

80. Bu durumda mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere ilgili mahkemeye gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.

81. Öte yandan ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

82. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 239,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.239,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

B. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 5. Vergi Mahkemesine (E.2014/2056, K.2014/1899) GÖNDERİLMESİNE,

D. 239,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.239,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin bilgi için Danıştay Dördüncü Dairesine GÖNDERİLMESİNE,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 26/2/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

I. KARAR KİMLİK BİLGİLERİ

Kararı Veren Birim İkinci Bölüm
Karar Türü (Başvuru Sonucu) Esas (İhlal)
Künye
(Tasfiye Halinde Domino Medya Bil. İlt. Rek. Yayın İnş. Tic. Ltd. Şti. [2.B.], B. No: 2016/14948, 26/2/2020, § …)
   
Başvuru Adı TASFİYE HALİNDE DOMİNO MEDYA BİL. İLT. REK. YAYIN İNŞ. TİC. LTD. ŞTİ.
Başvuru No 2016/14948
Başvuru Tarihi 18/8/2016
Karar Tarihi 26/2/2020

II. BAŞVURU KONUSU


Başvuru, ödeme emrine karşı açılan davada şirketin tasfiye edildiği gerekçesiyle davanın ehliyet yönünden reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

III. İNCELEME SONUÇLARI


Hak Müdahale İddiası Sonuç Giderim
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) Mahkemeye erişim hakkı (idare) İhlal Yeniden yargılama
Makul sürede yargılanma hakkı (idare) Başvuru Yollarının Tüketilmemesi

IV. İLGİLİ HUKUK



Mevzuat Türü Mevzuat Tarihi/Numarası - İsmi Madde Numarası
Kanun 2577 İdari Yargılama Usulü Kanunu 2
14
15
6102 Türk Ticaret Kanunu geçici 7
  • pdf
  • udf
  • word
  • whatsapp
  • yazdir
T.C. Anayasa Mahkemesi