TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
AYFER ERGÜN VE YEKTEN ERGÜN BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2016/9796)
|
|
Karar Tarihi: 26/2/2020
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Recep KÖMÜRCÜ
|
Üyeler
|
:
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
|
|
Yıldız SEFERİNOĞLU
|
Raportör
|
:
|
Mustafa ARI
|
Başvurucular
|
:
|
1. Ayfer ERGÜN
|
|
|
2. Yekten ERGÜN
|
Vekili
|
:
|
Av. Yaşar KÖMÜRCÜ
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, bir polis memurunun mesai saati dışında sivil
kıyafetli iken tartıştığı kişiye karşı beylik silahını kullanması neticesinde
meydana gelen ölüm olayıyla ilgili olarak devletin gerekli önlemleri almaması
ve etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının; açılan
tam yargı davasının makul sürede neticelendirilmemesi ve yargılamanın sonucu
itibariyle adil olmaması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği
iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 17/5/2016 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal
Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden elde edilen bilgi ve belgeler
çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucuların oğlu olan M.E. olay tarihinde 20 yaşındadır.
9. E.Y. ise Bağcılar İlçe Emniyet Müdürlüğü Bilgi İşlem Büro
Amirliğinde polis memuru olarak görev yapmaktadır.
10. 25/6/2007 tarihinde M.E.nin işyeri önünde M.E. ile E.Y.
arasında tartışma çıkmış, mesai saati dışında ve sivil giyimli olarak olay
yerinde bulunan E.Y. beylik silahı ile ateş etmek suretiyle M.E.nin ölümüne
neden olmuştur.
A. Ceza Soruşturması
Süreci
11. Olayla ilgili olarak (kapatılan) Bağcılar Cumhuriyet
Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından derhâl soruşturmaya başlanmıştır.
12. Soruşturma kapsamında olay yeri incelemesi yapılmış, olay
yerinde bulunan ve delil niteliği taşıyabilecek materyallere el konulmuş,
materyaller ile suç silah ve aletleri üzerinde laboratuvar ve kriminal
incelemeler yaptırılmış, olay yeri ve çevresini gören güvenlik kamera
görüntüleri temin edilmiş, bu görüntülerin çözümlemeleri yapılmış, olayı gören
kişilerin tanık sıfatıyla ifadeleri alınmış, ölü muayene ve otopsi işlemleri
gerçekleştirilmiştir.
13. Yapılan ölü muayene ve otopsi işlemi üzerine düzenlenen
25/6/2007 tarihli tutanakta, gerekli tahlillerin yapılıp müteveffanın kesin
ölüm sebebinin tayin ve tespit edilebilmesi için cesedin Adli Tıp Kurumu Morg
İhtisas Dairesine gönderilmesine karar verildiği belirtilmiştir.
14. Adli Tıp Kurumu Morg İhtisas Dairesinin 18/7/2007 tarihli
otopsi raporunun sonuç bölümünün ilgili kısmı şu şekildedir:
"...1- Kimya İhtisas Dairesi'nin raporuna
göre; kanda alkol (etanol, metanol) bulunmadığı, kanda ve idrarda
sistematiğimizdeki uyutucu uyuşturucu maddeleri bulunmadığı,
2- Kişinin vücuduna iki (2) adet ateşli silah
mermi çekirdeği isabet etmiş olup, sol kol dış yandan girip sol kol iç yandan
çıkarak kolun uygun pozisyonunda göğüs sol dış yandan tekrar vücuda girerek
göğüs sol dış yandan vücudu terk eden mermi çekirdeğinin meydana getirdiği
yaralanmanın tek başına ölüm meydana getirir nitelikte olduğu, sağ gluteal
bölgedeki yaralanmanın öldürücü nitelikte olmadığı,
3- Ateşli silah mermi çekirdeği giriş
delikleri cilt cilt altı bulgularına göre; sol kola isabet eden atışın yakın
atış mesafesinden yapılmış olduğu, sağ gluteal bölgedeki yaralardan hangisinin
giriş olduğu tespit edilmemiş olmakla birlikte bu yaralanmayı oluşturan atışın
bitişik atış mesafesi dışından yapılmış olduğu, ancak atış elbiseli bölgeye
isabet etmiş olduklarından kesin atış mesafesi tayini yapılamadığı, kesin atış
mesafesi tayini isteniyorsa olay anında kişinin üzerinde bulunan ve delik
ihtiva eden giysilerin yıkanmadan incelenmek üzere Adli Tıp Kurumu Fizik
İhtisas Dairesi'ne gönderilmesi gerektiği,
4- Cesetten mermi çekirdeği elde edilemediği,
5- Kişinin ölümünün ateşli silah mermi
çekirdeği yaralanmasına bağlı kot ve omur kırığıyla birlikte iç organ ve büyük
damar delinmesinden gelişen iç ve dış kanama sonucu meydana gelmiş olduğu
kanaatini bildirir rapordur."
15. Olay sırasında kesici aletle kollarından yaralanan E.Y.,
İstanbul Tıp Fakültesi ve Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesinde yapılan
tedavisinin ardından 26/6/2007 tarihinde gözaltına alınmıştır.
16. E.Y. alınan ifadesinde özetle; olay günü mesai bitiminde
evine yakın bir yerdeyemek yedikten sonra dinlenmek için evine çıkacağı sırada
internet kafe önünde 10-15 kişilik genç grubun yüksek sesle konuştuğunu
duyduğunu, bu şahısları ikaz etmektense internet kafe sahibi M.E. ile konuşmayı
tercih ettiğini, oturduğu apartmanın girişine ait ara boşlukta M.E. ile
konuşmaya başladıklarını, "Seni
dinlerler ya internet kafeye girsinler ya da uzak bir yere giderek muhabbet
etsinler" dediği M.E.nin kendisini "Sana ne lan, sen kimsin, niye karışıyorsun?"
diyerek terslemesinin ardından aralarında tartışma çıktığını, ilk olarak
M.E.nin kendisine yumruk attığını, kendisinin de ona yumrukla vurarak onu yere
düşürdüğünü, aralarında geçen arbedeyi gören M.E.nin arkadaşlarının bir anda
kendisine saldırdıklarını, bu sırada M.E.nin döner bıçağını kafasına doğru
savurduğunu, döner bıçağını tutmak isterken sağ el avuç içinden yaralandığını,
ikinci kez döner bıçağını savurduğunda bu kez de sağ kolundan yaralandığını,
her yerinin kanlar içinde kalması üzerine bir fırsatını bulup yemek yediği
dükkâna sığındığını belirtmiştir.
17. E.Y. ifadesinin devamında özetle; dükkânda iken üzerindeki
gömleği çıkararak kanayan yaralarını sarmaya çalıştığını, dükkânda
bulunanlardan ambulans ve polise haber vermelerini istediğini, o anda aklına
50-100 metre ileride sabit duran polislere sığınmak geldiğini, dükkândan dışarı
çıktığında kalabalığın içinde olan M.E.nin elinde döner bıçağı ile üzerine
saldırdığını, döner bıçağı ile kafasına vurmak istediği sırada siper ettiği sol
kolu ile yaralandığını, bunun üzerine M.E.yi ittirip yeniden kendisine
saldıracağı düşüncesiyle beylik silahı ile önce iki üç el yere, M.E.nin
korkmadan üzerine doğru gelmesi üzerine de bu defa koluna ateş ettiğini,
M.E.nin yere düşmesini fırsat bilip koşarak polislerin bulunduğu alana
sığındığını beyan etmiştir.
18. E.Y. şüpheli sıfatıyla alınan ifadesinin ardından
Başsavcılık tarafından kasten
adam öldürme suçunu işlendiğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren
olguların ve tutuklama nedeninin bulunduğu gerekçesiyle aynı tarihte
tutuklanması talebiyle (kapatılan) Bağcılar 2. Sulh Ceza Mahkemesine (Sulh Ceza
Mahkemesi) sevk edilmiş ve Sulh Ceza Mahkemesi 26/6/2007 tarihli kararıyla
tutuklama talebini reddederek E.Y. hakkında adli kontrol hükümlerinin
uygulanmasına karar vermiştir.
19. Anılan karara Başsavcılık tarafından itiraz edilmesi üzerine
itirazı inceleyen (kapatılan) Bağcılar 5. Asliye Ceza Mahkemesi 29/6/2007
tarihli kararıyla itirazın kabulüne ve E.Y. hakkında tutuklamaya yönelik
yakalama emri çıkarılmasına karar vermiştir. Yakalama emri üzerine E.Y.
17/7/2007 tarihinde kasten adam öldürme suçundan tutuklanmıştır.
20. Başsavcılık 25/7/2007 tarihli iddianame ile, şüpheli E.Y.nin
üzerine atılı haksız tahrik altında kasten adam öldürme suçundan
cezalandırılması talebiyle Bakırköy 7. Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası
açmıştır.
21. Yargılama sırasında olayı gören N.A., A.D. ve K.Ö.nün tanık
sıfatıyla ifadeleri alınmıştır. İfadelerin ilgili kısmı özetle şöyledir:
- N. A olay yerinin yakınında dükkânının olduğunu, bir ara
dükkândan dışarı çıktığı esnada M.E.yi elinde döner bıçağı ile kafasından kan
gelir hâlde gördüğünü, M.E.nin elindeki döner bıçağını karşısındaki şahsın
koluna vurduğunu, o şahsın da M.E.ye direkt önce iki kere, sonra da arkasından
beş altı el ateş ettiğini, ateş eden şahsın sivil giyimli olduğunu, olayın
başlangıcını görmediğini beyan etmiştir.
- A.D. mahallede işyerinin olduğunu, olay günü E.Y.nin burada
yemek yediğini, bir ara dışarıdan bağrışma seslerinin geldiğini duyması üzerine
dışarıya çıktığını, kaldırımda kanlar gördüğünü, dükkâna girdiğinde E.Y. ile
karşılaştığını, E.Y.nin sağ eliyle kolunun kanlar içinde olduğunu, gömleği ile
kolunu sardığını gördüğünü, kendisine "Hastaneye
gitmem gerekir, iç kanama geçiriyorum" diyerek dükkândan
çıktığında M.E. ile karşılaştığını, arkadaşlarının M.E.ye "Vur, vur" diye bağırdıklarını,
M.E.nin E.Y.ye kendisini kaybetmiş şekilde saldırması üzerine E.Y.nin de M.E.ye
ateş ettiğini, ardından M.E.nin yere yığıldığını, E.Y.nin de olay yerinden
ayrıldığını beyan etmiştir.
- K.Ö. olay günü arkadaşları ile kafede oturduğunu, gelen sesler
üzerine dışarıya çıktığını, dışarı çıktığında M.E.yi yüzü kanlı, elinde döner
bıçağı bulunduğu hâlde, E.Y.yi ise elinde silahla gördüğünü, olay yerinin çok
kalabalık olduğunu, E.Y.nin elindeki silahın kabzası ile M.E.ye vurduğunu,
M.E.nin de döner bıçağı ile E.Y.nin eline vurduğunu, ardından E.Y.nin kafeye
girdiğini, oradan eli sarılı vaziyette çıktığını ve "Ambulans!" diye bağırdığını, dışarı
çıkması üzerine M.E.nin döner bıçağı ile yeniden E.Y.nin koluna vurduğunu, daha
sonra E.Y.nin silahı M.E.nin üzerine boşalttığını, beş altı el ateş ettiğini,
en son M.E.nin yere düştüğünü gördüğünü beyan etmiştir.
22. Bakırköy 7. Ağır Ceza Mahkemesi 26/12/2007 tarihli kararıyla
E.Y.nin döner bıçağı ile elinden ve kolundan yaralanması, kendisini kanlar
içinde görmesinin yarattığı üzüntünün meydana getirdiği hiddet ve şiddetin
etkisi ile M.E.ye öldürme kastı olmaksızın ateş ettiği, eyleminin kasten
yaralama niteliğinde olduğu ve bu yaralama sonucu M.E.nin hayatını kaybettiği
gerekçesiyle E.Y.nin üzerine atılı haksız tahrik altında, neticesi sebebiyle
ağırlaşmış yaralama suçunu işlediğini sabit görerek neticeten 2 yıl 6 ay hapis
cezası ile cezalandırılmasına ve hükümle birlikte tahliyesine karar vermiştir.
23. Anılan karar temyiz edilmiştir. Temyiz incelemesini yapan
Yargıtay 1. Ceza Dairesi 17/5/2012 tarihli ilamında "...Sanığın, kendisine yönelmiş ve halen devam eden saldırıyı o
andaki hal ve koşullara göre saldırı ile orantılı biçimde defetme zorunluluğu
ile eylemini meşru savunma koşulları altında gerçekleştirdiği ve meşru
savunmada aşırıya kaçılmadığı anlaşıldığı halde, 5237 sayılı TCK.nun 25 ve
CMK.nun 223. Maddeleri uyarınca ceza verilmesine yer olmadığına ve sanığın
beraatine karar verilmesi yerine..." şeklindeki gerekçeyle
hükmün bozulmasına karar vermiştir.
24. Bozma ilamına uyulmasına karar veren Bakırköy 7. Ağır Ceza
Mahkemesi 18/9/2012 tarihli kararıyla E.Y.nin eylemini meşru savunma koşulları
altında gerçekleştirdiği ve meşru savunmada aşırıya kaçmadığı gerekçesiyle E.Y.
hakkında ceza verilmesine yer olmadığına ve atılı suçtan beraatine karar
vermiştir.
25. Anılan karara karşı temyiz yoluna başvurulması üzerine
Yargıtay 1. Ceza Dairesi 25/12/2013 tarihli ilamıyla, Bakırköy 7. Ağır Ceza
Mahkemesinin 18/9/2012 tarihli kararının düzeltilerek onanmasına karar
vermiştir.
26. Başvurucular, Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 25/12/2013 tarihli
ilamının kendilerine tebliğ edilmediğini belirtmiştir.
B. Tam Yargı Davası
Süreci
27. Başvurucu Ayfer Ergün, oğlu M.E.nin 25/6/2007 tarihinde
işyeri önünde polis memuru tarafından öldürülmesi olayında idarenin hizmet
kusuru bulunduğunu, keza idarenin kamu görevlilerinin mesleğe kabulünü yaparken
gerekli özeni göstermek zorunda olduğunu, bu suretle ölüm nedeniyle uğradığı maddi
ve manevi zararın tazmin edilmesi için İstanbul 7. İdare Mahkemesinde tam yargı
davası açmıştır.
28. İstanbul 7. İdaresi Mahkemesi 28/7/2009 tarihli kararıyla
M.E.nin ölümünün polis memurunun şahsi kusurundan kaynaklandığı, olayda
idarenin hizmet kusuru bulunmadığından davalı idareyi maddi ve manevi tazminat
ödemekle yükümlü kılmaya hukuken imkân bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine
karar vermiştir.
29. Başvurucu anılan karara karşı temyiz yoluna başvurmuştur.
30. Temyiz incelemesini yapan Danıştay Onuncu Dairesi 16/9/2014
tarihli kararıyla M.E.nin polis memurunca görev silahı kullanılmak suretiyle
öldürüldüğünün açık olduğu, olayın meydana gelmesinde idare ajanının görev
kusurunun bulunduğu, ancak Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 17/5/2012 tarihli ilamında
eylemin meşru savunma koşulları altında gerçekleştirdiği şeklindeki bozma
kararı dikkate alındığında meşru savunma kapsamında kabul edilen öldürme
eyleminden doğan zararın idarece tazmin edilmesine hukuken imkân bulunmadığı
gerekçesiyle İstanbul 7. İdare Mahkemesinin 28/07/2009 tarihli kararının
onanmasına karar vermiştir.
31. Başvurucu 19/1/2015 tarihinde anılan karara karşı karar
düzeltme yoluna başvurmuştur.
32. Karar düzeltme talebini inceleyen Danıştay Onuncu Dairesi
9/3/2016 tarihli kararıyla E.Y.nin ceza hukuku açısından meşru müdafaa
nedeniyle beraat ettirilmesine yönelik Yargıtay kararı çerçevesinde, M.E.nin
öldürülmesi olayında idarenin hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk
ilkeleriyle başvurucu Ayfer Ergün'ün zararının giderilmesine hukuken olanak
bulunmadığı gerekçesiyle karar düzeltme isteminin reddine karar vermiştir.
33. Anılan nihai karar 3/5/2016 tarihinde tebliğ edilmiş olup
başvurucular 17/5/2016 tarihinde bireysel başvuru yapmıştır.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
34. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Meşru savunma ve zorunluluk hali” kenar başlıklı 25. maddesinin (1) numaralı
fıkrası şöyledir:
“Gerek kendisine ve gerek başkasına ait bir
hakka yönelmiş, gerçekleşen, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan haksız
bir saldırıyı o anda hal ve koşullara göre saldırı ile orantılı biçimde
defetmek zorunluluğu ile işlenen fiillerden dolayı faile ceza verilmez.”
35. 5237 sayılı Kanun'un
"Sınırın aşılması" kenar başlıklı 27. maddesi şöyledir:
"(1) Ceza sorumluluğunu kaldıran
nedenlerde sınırın kast olmaksızın aşılması hâlinde, fiil taksirle işlendiğinde
de cezalandırılıyorsa, taksirli suç için kanunda yazılı cezanın altıda birinden
üçte birine kadarı indirilerek hükmolunur.
(2) Meşru savunmada sınırın aşılması mazur
görülebilecek bir heyecan, korku veya telaştan ileri gelmiş ise faile ceza
verilmez."
B. Uluslararası Hukuk
36. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Yaşam hakkı" kenar başlıklı 2.
maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"1. Herkesin yaşam hakkı yasayla
korunur... hiç kimsenin yaşamına kasten son verilemez.
2. Ölüm, aşağıdaki durumlardan birinde mutlak
zorunlu olanı aşmayacak bir güç kullanımı sonucunda meydana gelmişse, bu
maddenin ihlaline neden olmuş sayılmaz:
a) Bir kimsenin yasa dışı şiddete karşı
korunmasının sağlanması;
b) Bir kimsenin usulüne uygun olarak
yakalanmasını gerçekleştirme veya usulüne uygun olarak tutulu bulunan bir
kişinin kaçmasını önleme;
c) Bir ayaklanma veya isyanın yasaya uygun
olarak bastırılması."
37. Sözleşme'nin 2. maddesinin tümü gözönüne alındığında ikinci
fıkrasının öncelikle kişinin kasten öldürülmesine izin verilen durumları
belirtmediği, ancak taksirle ölüme yol açabilecek şekilde güç kullanımının mümkün olduğu koşulları
tarif ettiği görülmektedir. Bununla birlikte (a), (b) veya (c) bentlerinde
belirtilen amaçlardan birine ulaşmak için güç kullanımının mutlaka gerekli olandan daha fazla
olmaması gerekmektedir (McCann ve
diğerleri/Birleşik Krallık [BD], B. No: 18984/91, 27/9/1995, § 148).
38. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin 2.
maddesinin ikinci fıkrasında açıklanan amaçlardan birine ulaşılması amacıyla
devlet görevlileri tarafından güç kullanılmasının -haklı gerekçelerle- olayın
meydana geldiği anda geçerli olarak algılanan ancak daha sonra yanlış olduğu
anlaşılan samimi bir inanca dayalı olduğunda haklı gösterilebileceği
kanısındadır. Aksini ifade etmek devlete ve yasaları uygulamakla görevli
memurlarına, görevlerini yerine getirirken kendilerinin ve başkalarının
hayatlarına zarar verecek şekilde gerçekçi olmayan bir sorumluluk yüklemek
olacaktır (McCann ve diğerleri, §
200).
39. O hâlde gerek anılan maddenin lafzı gerekse AİHM'in
yaklaşımı Sözleşme'nin 2. maddesinde yazılı istisnaların yalnızca kamu
görevlilerince gerçekleştirilen güç kullanımına ilişkin olduğu yönündedir.
40. Öte yandan AİHM, Sözleşme'nin 2. maddesini 1. maddesiyle
birlikte yorumlayarak devletin yaşama hakkı kapsamındaki bir olayı etkili
soruşturma yükümlülüğünün bulunduğunu kabul etmiştir (McCann ve diğerleri, § 161).
41. AİHM'e göre bu yükümlülük, sadece bir kamu görevlisinin
eylemi veya ihmali sonucu meydana gelen ölüm olayları açısından geçerli
değildir (Can ve diğerleri/Türkiye (k.k.),
B. No: 27446/12, 25/11/2014, § 37). Devletin doğal olmayan her ölüm olayında
-öldürmeme ya da yaşamı korumama yükümlülüklerini ihlal etmemiş olsa da-
gerçekleşen ölümün sebebini ve varsa sorumlularını ortaya çıkarmaya yönelik
etkili bir soruşturma yapma yükümlülüğü vardır. Ayrıca devletin etkili
soruşturma yapma şeklindeki usul yükümlülüğü, maddi yükümlülükten ayrı ve
bağımsız bir yükümlülük hâline gelmiştir.
42. AİHM, Sözleşme'nin 2. maddesi kapsamındaki şikâyetler
bakımından kasti müdahale sonucu gerçekleşen ölüm olaylarında olayın
aydınlatılmasını ve sorumlular hakkında ceza tayin edilmesini temin etmekten
ziyade verilen zararın giderilmesini amaçlayan hukuk yargılamasının ya da idari
yargılamanın giderim sağlama kapasitesini haiz, etkili ve yeterli bir başvuru
yolu olamayacağını ifade etmekte (Mocanu ve
diğerleri/Romanya [BD], B. No: 10865/09, 45886/07, 32431/08,
17/9/2014, § 227; Jeronovičs/Letonya
[BD], B. No: 44898/10, 5/7/2016, § 76), ayrıca mağdur statüsünün sadece
tazminat verilerek telafi edilmesi durumunda etkili soruşturma yürütme
yükümlüğünün ortadan kalkacağı şeklindeki değerlendirmenin aldatıcı olacağına
işaret etmektedir (Alkın/Türkiye,
B. No: 7558801, 13/10/2009, § 33, Mehmet
Erkan ve diğerleri/Türkiye (k.k.), B. No: 41792/10, 28/1/2014,§§ 64,
65; Zekine Tercan ve diğerleri/Türkiye (k.k.),
B. No: 64964/09, 19/9/2017, §§ 14,15).
43. AİHM; hangi soruşturma yönteminin Sözleşme'nin 2. maddesinin
amacını gerçekleştireceğinin somut olayın koşullarına bağlı olarak değiştiğini,
bununla birlikte hangi yol kullanılırsa kullanılsın olaydan haberdar olur olmaz
yetkililerin kendiliğinden (resen) harekete geçmelerinin gerektiğini
belirtmektedir. AİHM'e göre yetkililer, resmî bir şikâyette bulunma ya da
herhangi bir soruşturma prosedürünün yürütülmesi sorumluluğunu almayı
yakınların inisiyatifine bırakamaz. Yetkililerin değil yakınların girişimi
üzerine başlatılan ve failin tespitini ve cezalandırılmasını içermeyen hukuk
davaları, Sözleşme'nin 2. maddesi anlamında devletin prosedürel (usul)
yükümlülüklerine uyumunun değerlendirilmesinde dikkate alınamaz. Dahası
Sözleşme'nin 2. maddesi gereğince devletin usule ilişkin yükümlülüğü yalnızca
tazminat ödenerek karşılanamaz (Al-Skeini ve
diğerleri/Birleşik Krallık [BD], B. No: 55721/07, 7/7/2011, § 165).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
44. Mahkemenin 26/2/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Yaşam Hakkının İhlal
Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucuların
İddiaları
45. Başvurucular; devletin kamu hizmetini gördürdüğü kişileri
iyi bir eğitimden geçirmek, denetlemek ve teslim edilen silahın hangi hâllerde
kullanılacağını belirlemekle yükümlü olduğunu, bu nedenle devletin hem kusur
hem de kusursuz sorumluluk ilkesi gereğince kusurlu olduğunu, olayla ilgili
etkili bir soruşturma yürütülmediğini, lehe olan delillerin toplanmadığını,
taleplerinin dikkate alınmadığını ve kararların gerekçesiz olduğunu belirterek
yaşam ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
2. Değerlendirme
46. Anayasa'nın "Kişinin
dokunulmazlığı, maddî ve manevî varlığı" kenar başlıklı 17.
maddesinin birinci ve dördüncü fıkralarının ilgili kısımları şöyledir:
"Herkes, yaşama ... hakkına sahiptir.
...Meşrû müdafaa hali, yakalama ve tutuklama
kararlarının yerine getirilmesi, bir tutuklu veya hükümlünün kaçmasının
önlenmesi, bir ayaklanma veya isyanın bastırılması, sıkıyönetim veya olağanüstü
hallerde yetkili merciin verdiği emirlerin uygulanması sırasında silah
kullanılmasına kanunun cevaz verdiği zorunlu durumlarda meydana gelen öldürme
fiilleri, birinci fıkra hükmü dışındadır."
47. Anayasa’nın "Devletin
temel amaç ve görevleri" kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili
kısmı şöyledir:
“Devletin temel amaç ve görevleri, …
Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve
mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti
ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve
sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için
gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”
a. İncelemenin Kapsamı
Yönünden
48. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucular meydana gelen ölüm olayıyla
ilgili olarak yürütülen ceza soruşturmasını ve açtıkları tam yargı davasını
bireysel başvuruya konu etmişler, bu kapsamda da ceza soruşturması ve tam yargı
davası ile ilgili ihlal iddialarını ayrı ayrı dile getirmişlerdir. Başvuru
formu incelendiğinde, başvurucuların ceza soruşturması yönünden dile
getirdikleri iddialarının özünü, oğullarının polis memuru tarafından
öldürülmesi olayıyla ilgili etkili bir ceza soruşturması yürütülmediğinin
oluşturduğu görülmüştür. Bu nedenle başvurucuların ileri sürdükleri bu iddialar
bir bütün olarak yaşam hakkı kapsamında incelenmiştir.
b. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
49. Öte yandan yaşam hakkının doğal niteliği gereği, bu hakka
yönelik bir başvuru ancak ölen kişinin mağdur olan yakınları tarafından yapılabilecektir
(Serpil Kerimoğlu ve diğerleri,
B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 41). Başvurucular, olayda yaşamını yitiren
kişinin anne ve babasıdır. Bu nedenle başvuruda başvuru ehliyeti açısından bir
eksiklik bulunmamaktadır.
50. Başvuruda başvuru ehliyeti ile ilgili bir eksiklik
bulunmamakla birlikte başvurunun diğer kabul edilebilirlik koşulları bakımından
da incelenmesi gerekir.
51. Anayasa'nın 17. maddesinde düzenlenen yaşam hakkı
Anayasa'nın 5. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde devlete negatif
yükümlülükler yanında pozitif yükümlülükler de yükler (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 50).
52. Pozitif yükümlülükler kapsamında devletin yetki alanında
bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını kamu görevlilerinin, diğer bireylerin ve
hatta kişinin kendi eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma ödevi
vardır. Devlet, öncelikle yaşam hakkına yönelen tehdit ve risklere karşı
caydırıcı ve koruyucu yasal düzenlemeler yapmalı; bununla da yetinmeyerek
gerekli idari tedbirleri almalıdır. Bu ödev ayrıca bireyin yaşamını her türlü
tehlike, tehdit ve şiddetten koruma yükümlülüğünü de içerir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 51).
53. Devletin yaşam hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüklerinin
ayrıca usule ilişkin bir yönü de bulunmaktadır. Devletin bu hak kapsamındaki
pozitif yükümlülüklerinin usule ilişkin yönü, ölümle veya ölüm tehlikesiyle
sonuçlanan olayın sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa
cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili bir soruşturma yürütülmesini
gerektirmektedir. Yürütülecek bu soruşturmanın temel amacı, yaşam hakkını
koruyan hukukun etkili bir şekilde uygulanmasını ve kamu görevlilerinin
müdahalesiyle veya onların sorumlulukları altında meydana gelen ya da diğer
bireylerin fiilleriyle gerçekleşen ölümler nedeniyle ilgililerin hesap
vermelerini sağlamaktır (Serpil Kerimoğlu ve
diğerleri, § 54).
54. Yaşam hakkına ilişkin usule yönelik bu yükümlülük olayın
niteliğine bağlı olarak cezai, hukuki ve idari nitelikte soruşturmalarla yerine
getirilebilir. Kasten veya kötü muamele sonucu meydana gelen ölüm olaylarında
veya ölüm tehlikesi doğuran olaylarda Anayasa'nın 17. maddesi gereğince
devletin sorumluların tespitini ve cezalandırılmalarını sağlayabilecek
nitelikte bir cezai soruşturma yürütme yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu tür olaylarda
idari soruşturmalar ve tazminat davaları sonucunda idari bir yaptırım veya
tazminata hükmedilmesi, ihlali gidermek ve dolayısıyla mağdur sıfatını ortadan
kaldırmak için yeterli değildir (Serpil
Kerimoğlu ve diğerleri, § 55).
55. Bu durumda somut olayda ileri sürülen söz konusu iddialar
dikkate alındığında başvurucuların şikâyetleri açısından makul bir başarı şansı
sunabilecek, başka bir ifade ile olayın gerçekleşme koşullarını aydınlatıp bu
şekilde maddi gerçeği ortaya çıkarabilecek ve gerektiğinde varsa olayın
sorumlularının cezai yaptırımlar ile hesap vermesini sağlayabilecek başvuru
yolunun ceza soruşturması yolu olduğu sonucuna varılmıştır.
56. Somut olayda, E.Y. hakkında yürütülen ceza soruşturması
23/12/2013 tarihinde kesinleşmiştir. Ancak başvurucular anılan kararın
kendilerine tebliğ edilmediğini belirterek nihai kararı tam yargı davası
sonucunda verilen kararla öğrendiklerini ileri sürmüşlerdir.
57. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Bireysel başvuru usulü” kenar başlıklı 47. maddesinin (5)
numaralı fıkrası şöyledir:
"Bireysel başvurunun, başvuru yollarının
tüketildiği tarihten; başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten
itibaren otuz gün içinde yapılması gerekir. Haklı bir mazereti nedeniyle süresi
içinde başvuramayanlar, mazeretin kalktığı tarihten itibaren onbeş gün içinde
ve mazeretlerini belgeleyen delillerle birlikte başvurabilirler…"
58. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) "Başvuru süresi ve mazeret" kenar
başlıklı 64. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"Bireysel başvurunun, başvuru yollarının
tüketildiği tarihten, başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten
itibaren otuz gün içinde yapılması gerekir."
59. Bireysel başvurunun ön şartlarından biri de otuz günlük süre
kuralıdır. Sürenin başvurunun her aşamasında dikkate alınması gerekir (Deniz Baykal, B. No: 2013/7521, 4/12/2013,
§ 32).
60. Dava açma ya da kanun yollarına başvuru için belli sürelerin
öngörülmesi -bu süreler dava açmayı imkânsız kılacak ölçüde kısa olmadıkça-
hukuki belirlilik ilkesinin bir gereğidir ve mahkemeye erişim hakkına aykırı
değildir (Remzi Durmaz, B. No:
2013/1718, 2/10/2013, § 27).
61. Anılan Kanun ve İçtüzük düzenlemelerinde başvuru yolu öngörülen
durumlarda bireysel başvuru süresinin başlangıcına ilişkin olarak başvuru yollarının tüketildiği tarihten
söz edilmekte ise de haberdar olunmayan bir hususta başvuru yapılamayacağı
dikkate alınarak bu ibarenin nihai kararın
gerekçesinin öğrenilebildiği tarih olarak anlaşılması gerekir. Bu
öğrenme, somut olayın özelliklerine göre farklı şekillerde gerçekleşebilir.
62. Bireysel başvuru süresi bakımından nihai kararın gerekçesinin tebliği öğrenme
şekillerinden biridir (Mehmet Ali Kurtuldu,
B. No: 2013/5504, 28/5/2014, § 27). Ancak öğrenme, gerekçeli kararın tebliği
ile sınırlı olarak gerçekleşmez; başka şekillerde de öğrenme söz konusu
olabilir. Bu kapsamda nihai kararın gerekçesinin dosyadan suret alınması gibi hâllerde öğrenilmesi de
mümkündür. Başvurucuların nihai kararın gerekçesini öğrendiklerini beyan ettikleri tarih de bireysel başvuru
süresinin başlangıcı olarak ele alınabilir (İlyas
Türedi, B. No: 2013/1267, 13/6/2013, §§ 21, 22).
63. Diğer yandan nihai kararın gerekçesi öğrenilmemiş olmakla
birlikte sonucunun öğrenildiği durumlar da söz konusu olabilir. Böyle bir
durumda sonucu öğrenilen nihai kararın gerekçesine derece mahkemesinden kesin
olarak erişilebilmesi mümkün ise bireysel başvuru süresinin sonucun öğrenildiği
tarihten itibaren başlatılması gerekir (Aydın
Selçuk, B. No: 2014/3194, 20/11/2014, § 24; Özgür Çapkın, B. No: 2014/2546,
30/12/2014, § 24; Halil Aslan, B.
No: 2014/3038, 10/12/2014, § 38).
64. Nihai kararın gerekçesinin öğrenilemediği veya nihai kararın
sonucunun öğrenilip gerekçesinin kesin olarak öğrenilme imkânının elde
edilemediği hâllerde başvuru süresinin hangi tarihten başlayacağının
belirlenmesi gerekir. Aksi hâlde sınırsız bir başvuru süresi söz konusu
olabilecektir. Bu kapsamda yapılacak değerlendirmede sürenin başlangıç
tarihinin, başvurucuların özen yükümlükleri ile mahkemeye erişim haklarının
aşırı sınırlanmaması hususlarının birlikte dikkate alınması gerekir.
65. Diğer taraftan başvurucuların bireysel başvuruda bulunmak
amacıyla dava ve başvurularını takip etmek için gerekli özeni gösterme
yükümlülüğü vardır. Bu yükümlülük kapsamında ilk derece mahkemesine fiilen
ulaşan nihai kararın gerekçesini öğrenme konusunda gerekli özeni gösterme
sorumluluğu başvuruculara aittir. Diğer bir ifadeyle başvurucular veya vekillerinin
ilk derece mahkemesine ulaşan kararın bir örneğini almak için özenli
davrandıklarını kanıtlamaları gerekir (Fatma
Gökot, B. No: 2013/5697, 21/4/2016, § 50).
66. Yargıtay ceza daireleri tarafından verilen kararların
taraflara tebliğine ilişkin bir düzenleme mevzuatta bulunmamaktadır. Ceza
yargılamasında nihai kararın tebliğ edilmediği durumlarda kararın derece
mahkemesine ulaşmasından ve böylece gerekçesinin erişilebilir olmasından sonra
özen yükümlülüğü kapsamında makul bir süre içinde bireysel başvuru yapmak
isteyen ilgililerden karara erişmeleri ve karar gerekçesini öğrenmeleri
beklenir. Bu kapsamda erişilebilir olan nihai kararın en geç üç ay içinde
ilgilileri tarafından bilindiği ve gerekçesinin öğrenildiği kabul edilmelidir.
Aksi tespit edilmediği sürece bireysel başvuru için 6216 sayılı Kanun'da
öngörülen otuz günlük başvuru süresi bu tarihten itibaren başlayacaktır (A. C. ve diğerleri [GK], B. No: 2013/1827,
25/2/2016, § 30; Fatma Gökot, §
51).
67. Başvuru dosyasında, Yargıtay kararının ilk derece
mahkemesine hangi tarihte ulaştığına dair kesin bir bilgi veya belge
bulunmamaktadır. Bununla birlikte UYAP üzerinden ilgili dava dosyasının
incelenmesi neticesinde Yargıtay karar evrakının ilk derece mahkemesine ulaşma
tarihinin en geç mahkeme tarafından kesinleşme şerhinin düzenlendiği 29/1/2014
tarihi olduğu anlaşılmaktadır.
68. Bu nedenle en geç 29/1/2014 tarihinde ilk derece
mahkemesinin dosyasına girmiş olan nihai karara erişilmesinin ve gerekçesinin
öğrenilmesinin -başvurucuların özen yükümlülüğü kapsamında- bu tarihten
itibaren en geç üç ay içinde gerçekleştiğinin kabul edilmesi gerekmektedir.
Başvuru tarihinin 17/5/2016 olduğu dikkate alındığında başvurunun otuz günlük
yasal süresi içinde yapılmadığı sonucuna varılmıştır.
69. Açıklanan gerekçelerle başvurunun diğer kabul edilebilirlik
koşulları yönünden incelenmeksizin süre
aşımı nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Makul Sürede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
70. Başvurucular, tam yargı davanın makul sürede
sonuçlandırılmadığını ve mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
71. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucular tam yargı davası yönünden yaşam
hakkı ile ilgili herhangi bir ihlal iddiası dile getirmemiş, bu dava ile ilgili
sadece yargılamanın uzun sürdüğünü ve mülkiyet haklarının ihlal edildiğini
ileri sürmüşlerdir. Fakat mülkiyet hakkının hangi işlem ve eylem nedeniyle ve
ne şekilde ihlal edildiğini de açıklamamışlardır. Ölüm olayıyla ilgili ceza
soruşturmasının kabul edilebilir bulunmaması ve başvurucuların tam yargı
davasında şikâyetlerini yargılamanın uzun sürmesine özgülemeleri nedeniyle
inceleme, makul sürede yargılanma hakkı kapsamında yapılmıştır.
72. Bireysel başvuru sonrasında 31/7/2018 tarihli ve 30495
sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Kanun'un 20.
maddesiyle 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine
Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'a
geçici madde eklenmiştir.
73. 6384 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddeye göre yargılamaların
uzun sürmesi, yargı kararlarının geç veya eksik icra edilmesi ya da icra
edilmemesi şikâyetiyle Anayasa Mahkemesine yapılan ve bu maddenin yürürlüğe
girdiği tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesi önünde derdest olan bireysel
başvuruların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul
edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat
üzerine Bakanlık İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığı (Tazminat
Komisyonu) tarafından incelenmesi öngörülmüştür.
74. Ferat Yüksel
(B. No: 2014/13828, 12/9/2018) kararında Anayasa Mahkemesi yargılamaların makul
sürede sonuçlandırılmadığı ya da yargı kararlarının geç veya eksik icra
edildiği ya da hiç icra edilmediği iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce
gerçekleştirilen bireysel başvurulara ilişkin olarak Tazminat Komisyonuna
başvuru imkânının getirilmesine ilişkin yolu ulaşılabilir olma, başarı şansı
sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesinin bulunup bulunmadığı yönlerinden
inceleyerek bu yolun etkililiğini tartışmıştır (Ferat Yüksel, §§ 26-36).
75. Ferat Yüksel
kararında özetle anılan başvuru yolunun kişileri mali külfet altına sokmaması
ve başvuruda kolaylık sağlaması nedenleriyle ulaşılabilir olduğu, düzenleniş
şekli itibarıyla ihlal iddialarına makul bir başarı şansı sunma kapasitesinden
mahrum olmadığı vetazminat ödenmesine imkân tanıması ve/veya bu mümkün
olmadığında başka türlü telafi olanakları sunması nedenleriyle potansiyel
olarak yeterli giderim sağlama imkânına sahip olduğu hususunda
değerlendirmelerde bulunulmuştur (Ferat
Yüksel, §§ 33-36). Bu gerekçeler doğrultusunda Anayasa Mahkemesi,
ilk bakışta ulaşılabilir olan ve ihlal iddialarıyla ilgilibaşarı şansı sunma ve
yeterli giderim sağlama kapasitesi olduğu görülen Tazminat Komisyonuna başvuru
yolu tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil
niteliği ile bağdaşmayacağı sonucuna vararak başvuru yollarının tüketilmemiş
olması nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermiştir (Ferat Yüksel, §§ 35, 36).
76. Somut başvuru yönünden de söz konusu karardan ayrılmayı
gerektiren bir durum bulunmamaktadır.
77. Açıklanan gerekçelerle makul sürede yargılanma hakkının
ihlal edildiğine ilişkin iddianın diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden
incelenmeksizin başvuru yollarının
tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
C. Diğer İhlal İddiaları
78. Başvurucular tam yargı davasının haksız olarak
reddedildiğini iddia etmişlerdir.
79. Başvurucular kararın hakkaniyetten uzak olduğunu belirtmiş
ancak hangi yönlerden ve hangi anayasal güvencelere aykırılık teşkil ettiği
hususunda detaylı açıklamalarda bulunmamışlardır. Bu hâliyle başvurucuların
anılan şikâyetlerinin yargılamanın sonucuna yönelik olduğu
değerlendirilmektedir.
80. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında, kanun
yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda
incelenemeyeceği belirtilmiştir. Bu kapsamda ilke olarak mahkemeler önünde dava
konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi,
hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile uyuşmazlıkla ilgili varılan
sonucun adil olup olmaması bireysel başvuru konusu olamaz. Ancak bireysel
başvuru kapsamındaki hak ve özgürlüklere müdahale teşkil eden, bariz takdir
hatası veya açık bir keyfîlik içeren tespit ve sonuçlar bu kapsamda değildir (Ahmet Sağlam, B. No: 2013/3351, 18/9/2013,
§ 42).
81. Somut olayda Danıştay Onuncu Dairesi 9/3/2016 tarihli
kararıyla M.E.nin öldürülmesi olayında idarenin hizmet kusuru veya kusursuz
sorumluluk ilkeleriyle başvurucu Ayfer Ergün'ün zararının giderilmesine hukuken
olanak bulunmadığını belirterek karar düzeltme talebini reddetmiş, netice
itibarıyla İstanbul 7. İdaresi Mahkemesinin 28/7/2009 tarihli kararıyla
ulaştığı sonucu hukuka uygun bulmuştur.
82. Başvurucular tarafından ileri sürülen iddialar, delillerin
değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının yorumlanmasına ilişkin olup kararda
bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik oluşturan bir durumun da bulunmadığı
dikkate alındığında ihlal iddialarının kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu
anlaşılmaktadır.
83. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın süre aşımı nedeniyle KABUL EDİLEMEZ
OLDUĞUNA,
2. Tam yargı davasında makul sürede yargılanma hakkının ihlal
edildiğine ilişkin iddianın başvuru
yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Tam yargı davasına ilişkin diğer ihlal iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucular üzerinde BIRAKILMASINA
26/2/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.