TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
CİHANPA CİHANER İÇ VE DIŞ TİC. PAZ. A.Ş.
BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2016/15208)
|
|
Karar Tarihi: 23/10/2019
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin
YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Recep
KÖMÜRCÜ
|
|
|
Celal Mümtaz
AKINCI
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
|
|
Yıldız
SEFERİNOĞLU
|
Raportör
|
:
|
Zeynep
KARAKOÇ
|
Başvurucu
|
:
|
Cihanpa Cihaner
İç ve Dış Tic. Paz. A.Ş.
|
Vekili
|
:
|
Av. Fuat
Özcan TOKUŞ
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, tam yargı davasının süre aşımından reddedilmesi
nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 25/8/2016 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, başvuru hakkında görüş bildirmeyeceğini
belirtmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7.
Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
8.
Başvurucu, ithalat ve ihracat yapan bir anonim şirkettir. Başvurucu Şirket
28/10/1999 tarihli "Dahilde İşleme İzin
Belgesi" kapsamında deri ithal etmiştir.
9. İthal edilen deri, ihraç taahhüdü kapsamında işlenmesi için
verildiği firmanın fabrikasında çıkan yangında tümüyle telef olmuştur. Bu
nedenle başvurucu Şirket, ihracatın fiilen gerçekleştirilmesi koşulu
aranmaksızın taahhüdün kapatılmasını istemiştir. Başvurucu Şirket, isteminin
davalı idare tarafından reddedilmesi üzerine idari yargı yoluna gitmiştir.
Yangının mücbir sebep olarak kabulü ile dava konusu işlemin iptaline karar
verilmiş, anılan karar kesinleşmiştir.
10. Başvuru Şirkete teminat bedelinin 18/6/2009 tarihinde ödendiği
ancak yargı kararı uyarınca ödenen teminat bedeline aradan uzun bir süre
geçmesine karşın faiz tahakkuk ettirilmediği anlaşılmaktadır.
11.
Başvurucu Şirket 28/10/1999 tarihli "Dahilde
İşleme izin Belgesi" uyarınca davalı idare tarafından alınan
teminatın süresinde geri ödenmemesi nedeniyle 1.500.000,00 TL maddi zararın
ödenmesine karar verilmesi istemiyle dava açmıştır.
12. Ankara 4. İdare Mahkemesince (Mahkeme) 7/7/2010 tarihli
karar ile davanın süre aşımı nedeniyle reddine karar verilmiştir. Kararın
gerekçesinde, geçici teminatın 18/6/2009 tarihinde başvurucu Şirkete faizsiz
olarak ödenmesi üzerine faiz ya da yoksun kalınan kârın ödenmesi istemiyle ya
altmış gün içinde doğrudan dava açılması ya da davalı idareye başvuruda bulunulduktan
sonra başvuruya kadar geçen süre de hesaba katılarak altmış gün içinde dava
açılması gerektiği ifade edilmiş; 18/6/2009 tarihinde ödeme yapılması üzerine
altmış günlük dava açma süresinin son gününün adli tatile rastlaması nedeniyle
en geç 11/9/2009 tarihine kadar doğrudan dava açma yolunu seçen başvurucu
Şirket tarafından davanın açılması gerekirken bu süre geçirildikten sonra
14/9/2009 tarihinde açılan davada süre aşımı bulunduğu belirtilmiştir.
13. Başvurucu Şirket bu karara karşı temyiz yoluna başvurmuştur.
Başvurucu Şirket temyiz dilekçesinde; uygulamanın adli yılın 6 Eylül'de
başlaması şeklinde olduğunu, Danıştayın adli tatil
nedeniyle uzayan dava açma süresinin son gününün 12 Eylül olduğu yönünde çok
sayıda kararının bulunduğunu, bu sebeple yerleşik uygulamaya güvendiğini ifade
etmiştir. Dava açma süresinin son gününün adli tatile rastlaması ve 12 Eylül'ün
Cumartesi günü olması nedeniyle 14/9/2009 tarihinde
kayda giren dilekçeyle süresinde dava açtıklarını ileri sürmüştür. Temyiz istemini
inceleyen Danıştay Onuncu Dairesi (Daire) tarafından ilk derece mahkemesi
kararı 27/10/2014 tarihinde onanmıştır.
14. Başvurucunun karar düzeltme istemi de aynı Daire tarafından
13/6/2016 tarihli kararla reddedilmiştir.
15. Nihai karar 29/7/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ
edilmiştir.
16. Başvurucu 25/8/2016 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
1. İlgili Kanun
17. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu'nun "Sürelerle ilgili genel
esaslar" kenar başlıklı 8. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
"Bu Kanunda yazılı sürelerin bitmesi
çalışmaya ara verme zamanına rastlarsa bu süreler, ara vermenin sona erdiği
günü izleyen tarihten itibaren yedi gün uzamış sayılır."
18. 2577 sayılı Kanun'un "Çalışmaya
ara verme" kenar başlıklı 61. maddesinin birinci fıkrasının
birinci cümlesinin bireysel başvuruya dayanak davaların açıldığı tarihte
yürürlükte olan şekli şöyledir:
"(Değişik birinci cümle:
14/7/2004-5219/11 md.) Bölge idare, idare ve vergi
mahkemeleri her yıl ağustosun birinden eylülün beşine kadar çalışmaya ara
verirler."
19. Söz konusu cümlenin 2577 sayılı Kanun'un yürürlüğe ilk
girdiği 20/1/1982 tarihindeki şekli şöyledir:
"Bölge idare mahkemeleri, idare
mahkemeleri ve vergi mahkemeleri her yıl Temmuz ayının
yirmisinden Eylül ayının altısına kadar çalışmaya ara verirler."
20. Belirtilen cümlenin yürürlükte olan şekli şöyledir:
"(Yeniden düzenlenen birinci cümle:
27/6/2013-6494/18 md.) Bölge idare, idare ve vergi
mahkemeleri her yıl bir eylülde başlamak üzere, yirmi temmuzdan otuz bir
ağustosa kadar çalışmaya ara verirler."
2. Danıştay İçtihadı
21. Danıştay Dördüncü Dairesinin 15/10/2008 tarihli ve
E.2008/1080, K.2008/3641 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:
"[2577 sayılı
Kanun'un] 61. maddesinde de;
bölge idare, idare ve vergi mahkemelerinin her yıl Ağustos'un birinden Eylül'ün
beşine kadar çalışmaya ara verecekleri belirtilmiştir.
Yukarıda yer verilen yasal düzenlemeler
uyarınca idari yargı yerleri her yıl Ağustos ayının
birinci gününden Eylül ayının beşinci günü mesai saati bitimine kadar çalışmaya
ara vermektedirler. Bu nedenle sürenin son gününün anılan tarihler arasına
rastlaması hâlinde 12 Eylül günü mesai bitimine kadar sürenin uzadığı kabul
edilmektedir.
Dosyanın incelenmesinden, dava konusu işlemin
davacıya 23.7.2007 tarihinde tebliği üzerine davanın 12.9.2007 tarihinde
açıldığı anlaşılmaktadır.
Bu durumda, sürenin son gününün çalışmaya ara
verme zamanına rastlaması nedeniyle, 12.9.2007 tarihi mesai bitimine kadar dava
açılması mümkün olup dava bu tarihte açıldığından [davanın
süre aşımı nedeniyle reddine dair] vergi
mahkemesi kararında hukuka uyarlık bulunmamaktadır."
22. Danıştay Dördüncü Dairesinin 22/6/2010 tarihli ve E.2009/8980,
K.2010/3763 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:
"[2577 sayılı
Kanun'un 61. maddesinde] ara vermenin son
günü Eylül'ün dördü olarak belirlenmiştir.
Dava dosyasındaki tebliğ alındısının ve tebliğ
tarihlerine ilişkin kayıtların incelenmesinden, Dairemiz kararının davacı
vekilinin bizzat kendisine, 20.8.2009 tarihinde tebliğ edildiği, 15 günlük
karar düzeltme süresinin bitiminin çalışmaya ara verme süresi içinde kaldığı
Eylül ayının 4 ünü izleyen tarihten itibaren ve karar düzeltme süresinin
11.9.2009 gününe kadar uzamasına rağmen davacının bu süreyi geçirdikten sonra
14.9.2009 tarihinde karar düzeltme isteminde bulunduğu anlaşılmaktadır.
Bu durumda, tebliğ tarihini izleyen onbeş
günlük yasal süre geçirildiğinden süre aşımı nedeniyle karar düzeltme isteminin
incelenmesi mümkün değildir."
23. Danıştay Altıncı Dairesinin 3/3/2009 tarihli ve E.2007/3391,
K.2009/2028 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:
"Yukarıda anılan Yasa maddesinin
değerlendirilmesinden 'Eylül'ün beşine kadar' ibaresinden, Eylül'ün beşinin de
ara verme zamanına dâhil olarak, dolayısıyla dava açma süresinin son gününün
Eylül'ün beşine rastlaması hâlinde, dava açma süresinin altı Eylül'den itibaren
yedi gün uzamış sayılacağının kabulü gerekmektedir.
Bu durumda, 1/1000 ölçekli imar planının
8.4.2005-8.5.2005 tarihleri arasında askıya çıkarıldığı, davacının askı süresi
içinde 13.4.2005 tarihinde yaptığı itirazın askı tarihinin son gününden
itibaren 60 gün içinde cevaplandırılmayarak istemin zımnen reddi üzerine 60
günlük dava açma süresinin son günü çalışmaya ara verme zamanına (beş Eylül)
rastlaması nedeniyle dava açma süresi 12.9.2005 tarihine kadar uzayacağından
8.9.2005 tarihinde açılan davada süreaşımı bulunmadığı açıktır.
Bu itibarla uyuşmazlığın esası hakkında karar
verilmesi gerekeceğinden, davanın süreaşımı yönünden reddine ilişkin mahkeme
kararında isabet görülmemiştir."
24. Danıştay Dokuzuncu Dairesinin 14/6/2012 tarihli ve
E.2010/2825, K.2012/4080 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:
"...çalışmaya ara vermenin '...Eylül'ün
beşine kadar...' süreceği ifade edilerek, Eylül'ün beşi çalışmaya ara vermenin
sona erdiği gün olarak gösterilmiştir. Dolayısıyla Danıştay dairelerinin
Eylül'ün altısında çalışmaya başlayacakları hususunda duraksama
bulunmamaktadır. Nitekim sözü edilen düzenlemenin yürürlüğe girdiği tarihten bu
yana uygulamanın da bu doğrultuda olduğu bilinen gerçektir.
Diğer taraftan, Türk yargı sisteminin bir kolu
olan idari yargı kanadında çalışmaya ara vermenin Eylül ayının 5.günü,diğer kanadı olan adli yargı yerlerinde ise yıllardır
uygulanan ve tartışmasız olan Eylül'ün 6. günü biteceği şeklindeki bir yorum,
yargılama usulünde bir karmaşaya da yol açacaktır.
Bu durumda 12 Eylül tarihinde açılan dava
süresinde olduğundan, davanın esasının incelenmesi gerekirken süre aşımı
yönünden reddinde isabet görülmemiştir."
25. İdari Dava Daireleri Kurulunun (İDDK) 22/11/2016 tarihli ve
E.2014/111, K.2016/304 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:
"... davacı tarafından
başvurunun reddine ilişkin işlemin öğrenildiği ve itiraz edildiği 01/4/2011
tarihinden itibaren 60 gün içinde (en son 31/5/2011 tarihine kadar) cevap
verilmemesi nedeniyle itiraz reddedilmiş sayılacağından ve bu tarihten itibaren
60 gün içinde (30/07/2011 tarihinin hafta sonuna rastlaması nedeniyle 01/8/2011
tarihine kadar, bu tarihin de adli tatile rastlaması nedeniyle) en son
11/9/2011 tarihine kadar dava açılması gerekirken, bu süre geçirildikten sonra
12/9/2011 tarihinde açılan davanın süre aşımı nedeniyle esasının incelenmesine
hukuken olanak bulunmadığı gerekçesiyle 'davanın süre aşımı yönünden reddine'
karar verilmiştir.
Davacı, anılan kararı temyiz etmekte ve
bozulmasını istemektedir.
...
Dosyanın incelenmesinden; davacının, 01/4/2011
tarihinde, davalı idareye yaptığı başvurunun reddedildiğini öğrendiği ve aynı
tarihte davalı idareye itiraz ettiği;31/5/2011 tarihine kadar davalı idarenin
cevap vermemesi nedeniyle davacının itirazının zımnen reddedildiğinin kabul
edilmesi gerektiği ve davacının, bu tarihten itibaren 60 gün içinde (30/7/2011
tarihinin hafta sonuna rastlaması nedeniyle 01/8/2011 tarihine kadar, bu
tarihin de adli tatile rastlaması nedeniyle) en son 11/9/2011 tarihine kadar
dava açması gerektiği, fakat bu tarihin de tatil gününe yani pazar gününe rastladığı;bu nedenle dava açma süresinin 12/9/2011
tarihine uzadığı anlaşıldığından bu haliyle dava süresinde olduğu sonucuna
varıldığından temyize konu kararda, usul hükümlerine uygunluk
görülmemiştir."
26. Vergi Dava Daireleri Kurulunun (VDDK) 5/3/2014 tarihli ve
E.2013/111, K.2014/147 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:
"... Davayı inceleyen Antalya 1.Vergi
Mahkemesi, 8.10.2009 günlü ... kararıyla; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanununun 7 ve 8'inci maddeleri ile 14'üncü maddesinin 3. fıkrasının (e) bendi,
15'inci maddesinin 1'inci fıkrasının (b) bendi ve 61'inci maddesine değinerek;
dava konusu encümen kararının 21.7.2009 tarihinde tebliği üzerine 14.9.2009
tarihinde dava açıldığı, 2577 sayılı Kanunun sözü edilen hükümleri uyarınca,
davanın, otuz günlük dava açma süresinin bitiminin çalışmaya ara verme zamanına
rastlaması nedeniyle ara vermenin sona erdiği günü, yani Eylül ayının dördünü
izleyen tarihten itibaren yedi gün içinde olmak üzere, en son 11.9.2009 (Cuma
günü) tarihine kadar açılması gerekirken, bu sürenin bitiminden sonra 14.9.2009
tarihinde açılan davanın süreaşımı nedeniyle inceleme olanağı bulunmadığı
gerekçesiyle davayı süreaşımı nedeniyle reddetmiştir.
Davacının temyiz istemini inceleyen Danıştay
Dokuzuncu Dairesi 14.6.2012 günlü ... kararıyla; ... her sene Ağustos ayının
birinden Eylül'ün beşine kadar çalışmaya ara vermelerinin öngörüldüğü, bu
kuralda çalışmaya ara verme süresinin, bu sürenin başladığı ve sona erdiği gün
açıkça gösterilerek belirlendiği,... çalışmaya ara vermenin '...Eylül'ün beşine
kadar...' süreceği ifade edilerek, Eylül'ün beşi çalışmaya ara vermenin sona
erdiği gün olarak gösterildiği, dolayısıyla Danıştay dairelerinin Eylül'ün
altısında çalışmaya başlayacakları hususunda duraksama bulunmadığı, sözü edilen
düzenlemenin yürürlüğe girdiği tarihten bu yana uygulamanın da bu doğrultuda
olduğu, öte yandan, Türk yargı sisteminin bir kolu olan idari yargı kanadında
çalışmaya ara vermenin Eylül ayının 5'inci günü, diğer kanadı olan adli yargı
yerlerinde ise yıllardır uygulanan ve tartışmasız olan Eylül ayının 6'ncı günü
biteceği şeklindeki bir yorumun, yargılama usulünde bir karmaşaya da yol
açacağı, bu durumda 12 Eylül günü dava açma süresinin son günü olup bu tarihin
Cumartesi gününe rastlaması nedeniyle 14 Eylül tarihinde açılan dava süresinde
olduğundan, davanın esasının incelenmesi gerekirken süreaşımı yönünden reddinde
isabet görülmediği gerekçesiyle kararı bozmuştur.
Bozma kararına uymayan Antalya 1. Vergi
Mahkemesi ... ilk kararında ısrar etmiştir.
...
Dayandığı hukuksal nedenler ve gerekçesi
yukarıda açıklanan Antalya 1. Vergi Mahkemesinin... ısrar kararı, aynı hukuksal
nedenler ve gerekçe ile Kurulumuzca da uygun bulunmuş ve temyiz dilekçesinde
ileri sürülen iddialar, kararın bozulmasını gerektirecek durumda görülmemiştir."
3. Yargıtay İçtihadı
27. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 21/1/2009 tarihli ve
E.2008/14-831, K.2009/3 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:
"1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri
Kanunu’nun 175. maddesi 'Her sene bilumum mahkemeler Ağustos'un birinden
Eylül'ün beşine kadar tatil olunur.' hükmünü taşımakta; 177. maddede ise 'Bu
kanunun tayin ettiği mühletlerin bitmesi tatil zamanına tesadüf ederse bu
müddetler ayrıca bir karar vermeğe lüzum olmaksızın tatilin bittiği günden
itibaren yedi gün evvel uzatılmış addolunur.' hükmü bulunmaktadır.
(...)
Yukarıda belirtildiği üzere, Hukuk Usulü
Muhakemeleri Kanunu’nun 175.maddesi uyarınca adli tatil, her yılın Eylül ayının
beşinci günü sona erer. Dolayısıyla, yeni adli yıl, o yılın altı Eylül günü
başlar (...)"
B. Uluslararası Hukuk
1. Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi
28. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6. maddesinin
(1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"Herkes davasının,
medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ... konusunda karar
verecek olan, ... bir mahkeme tarafından, ... görülmesini isteme hakkına
sahiptir..."
2. Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi İçtihadı
29. İlgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadı için
bkz. E-Ba İnşaat
Taahhüt Ticaret Ltd. Şti. (B. No: 2015/13921, 27/6/2018, §§ 33-37)
başvurusuna ilişkin karar.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
30. Mahkemenin 23/10/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
31. Başvurucu Şirket; 5 Eylül gününün adli tatile dâhil olduğunu,
adli yılın 6 Eylül'de başladığını, nitekim adli tatilden faydalanan yargı
mensuplarının 6 Eylül itibarıyla görevlerinin başına döndüklerini
belirtmektedir. 2577 sayılı Kanun'da 14/7/2004 tarihinde yapılan düzenlemenin
yargı kolları arasında uygulama birliğinin sağlanması amacına matuf olduğunu
ifade eden başvurucu Şirket, Yargıtayın yerleşik
uygulamasının adli yılın 6 Eylül'de başlaması şeklinde olduğunu hatırlatarak Danıştayın adli tatil nedeniyle uzayan dava açma süresinin
son gününün 12 Eylül olduğu yönünde çok sayıda kararı olduğuna dikkat çekmekte
ve bu yöndeki yerleşik uygulamaya güvenerek 14 Eylül'de dava açtıklarını ifade
etmektedir. Davalı idare tarafından alınan teminatın süresinde geri ödenmemesi nedeniyleoluşan maddi zararın ödenmesine karar verilmesi
istemiyle açılan davanın süre aşımından reddedilmesi nedeniyle faiz ve kâr
gelirinden mahrum kaldıklarını belirten başvurucu Şirket mahkemeye erişim ve
mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürmektedir.
B. Değerlendirme
32. Anayasa’nın "Hak
arama hürriyeti" kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
"Herkes, meşru vasıta
ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı
olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."
33. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu Şirket her ne kadar mülkiyet
hakkının ihlal edildiğini ileri sürmekte ise de şikâyetlerinin özü teminatın
süresinde geri ödenmemesi nedeniyle oluşan maddi zararın ödenmesi istemiyle
açılan davanın süre aşımından reddedilmesi nedeniyle uyuşmazlığın esasının
incelenmemesidir. Bu itibarla belirtilen ihlal iddiası adil yargılanma hakkının
güvencelerinden biri olan mahkemeye erişim hakkı kapsamında incelenmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
34. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan
mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin başvurunun kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Hakkın Kapsamı ve
Müdahalenin Varlığı
35. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin
yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma
hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı,
Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir
unsurudur. Diğer yandan Anayasa'nın 36. maddesine adil yargılanma ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede,
Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan
adil yargılanma hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Sözleşme'yi yorumlayan AİHM, Sözleşme'nin 6. maddesinin (1)
numaralı fıkrasının mahkemeye erişim hakkını içerdiğini belirtmektedir (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur.
San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2014/13156, 20/4/2017,§
34).
36. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama
özgürlüğü, bir temel hak olmanın yanında diğer temel hak ve özgürlüklerden
gereken şekilde yararlanılmayı ve bunların korunmasını sağlayan en etkili
güvencelerden biridir. Bu bakımdan davanın bir mahkeme tarafından görülebilmesi
ve kişinin adil yargılanma hakkı kapsamına giren güvencelerden faydalanabilmesi
için ilk olarak kişiye iddialarını ortaya koyma imkânının tanınması gerekir.
Diğer bir ifadeyle dava yoksa adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelerden
yararlanmak mümkün olmaz (Mohammed Aynosah, B. No:
2013/8896, 23/2/2016, § 33).
37. Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru kapsamında yaptığı
değerlendirmelerde mahkemeye erişim hakkının bir uyuşmazlığı mahkeme önüne
taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını
isteyebilmek anlamına geldiğini ifade etmiştir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52).
38. Somut olayda davaların süre aşımından reddedilerek esasının
incelenmemesi nedeniyle başvurucu Şirketin mahkemeye erişim hakkına yönelik bir
müdahalede bulunulduğu görülmektedir.
b. Müdahalenin İhlal
Oluşturup Oluşturmadığı
39. Anayasa'nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler,
... yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak
ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ... ölçülülük ilkesine aykırı
olamaz."
40. Anayasa'nın 36. maddesinde, hak arama özgürlüğü için
herhangi bir sınırlama nedeni öngörülmemiş olmakla birlikte bunun hiçbir
şekilde sınırlandırılması mümkün olmayan mutlak bir hak olduğu söylenemez. Özel
sınırlama nedeni öngörülmemiş hakların da hakkın doğasından kaynaklanan bazı
sınırlarının bulunduğu kabul edilmektedir. Ayrıca hakkı düzenleyen maddede
herhangi bir sınırlama nedenine yer verilmemiş olsa da Anayasa'nın başka
maddelerinde yer alan kurallara dayanılarak bu hakların sınırlandırılması da mümkün
olabilir. Dava açma hakkının kapsamına ve kullanım koşullarına ilişkin bir
kısım düzenlemenin hak arama özgürlüğünün doğasından kaynaklanan sınırları
ortaya koyan ve hakkın norm alanını belirleyen kurallar olduğu açıktır. Ancak
bu sınırlamalar, Anayasa'nın 13. maddesinde yer alan güvencelere aykırı olamaz
(Özkan Şen, § 58; Tahir Gökatalay,
B. No: 2013/1780, 20/3/2014, § 39; İbrahim
Can Kişi, B. No: 2012/1052, 23/7/2014, § 33).
41. Sonuç itibarıyla mutlak olmayan ve sınırlandırılabilen
mahkemeye erişim hakkına ilişkin müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde
öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, haklı bir
sebebe dayanma (meşru amaç) ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına
uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.
i. Kanunilik
42. Başvuruya konu olayda mahkeme kararının 2577 sayılı Kanun’un
8. ve 61. maddelerine dayandığı ve buna göre yapılan müdahalenin kanun
tarafından öngörülme ölçütünü karşıladığı anlaşılmaktadır.
ii. Genel İlkeler
43. Anayasa'nın 36. maddesinde hak arama özgürlüğü güvence
altına alınmıştır. Anayasa'nın temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına
ilişkin genel ilkeleri düzenleyen13. maddesi ise "hak ve özgürlüklerin ancak kanunla sınırlanabileceğini"
temel bir ilke olarak benimsemiştir. Buna göre mahkemeye erişim hakkına yapılan
müdahalelerde dikkate alınacak öncelikli ölçüt, müdahalenin kanuna dayalı
olmasıdır. Bu ölçütün sağlanmadığı tespit edildiğinde diğer ölçütler bakımından
inceleme yapılmaksızın mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna
varılacaktır (benzer yöndeki değerlendirme için bkz. Ford Motor Company, B.No:2014/13518, 26/10/2017, § 49).
44. Hak ve özgürlüklerin, bunlara yapılacak müdahalelerin ve
sınırlandırmaların kanunla düzenlenmesi bu haklara ve özgürlüklere keyfî
müdahaleyi engelleyen, hukuk güvenliğini sağlayan demokratik hukuk devletinin
en önemli unsurlarından biridir (Tahsin
Erdoğan, B. No: 2012/1246, 6/2/2014, § 60).
45. Müdahalenin kanuna dayalı olması öncelikle şeklî manada bir
kanunun varlığını zorunlu kılar. Şeklî manada kanun, Türkiye Büyük Millet
Meclisi (TBMM) tarafından Anayasa'da belirtilen usule uygun olarak kanun adı
altında çıkarılan düzenleyici yasama işlemidir. Hak ve özgürlüklere müdahale
edilmesi ancak yasama organınca kanun adı altında çıkarılan düzenleyici
işlemlerde müdahaleye imkân tanıyan bir hükmün bulunması şartına bağlıdır. TBMM
tarafından çıkarılan şeklî anlamda bir kanun hükmünün bulunmaması hakka yapılan
müdahaleyi anayasal temelden yoksun bırakır (Ali
Hıdır Akyol ve diğerleri [GK], B. No: 2015/17510, 18/10/2017, § 56).
46. Kanunun varlığı kadar kanun metninin ve uygulamasının da
bireylerin davranışlarının sonucunu öngörebileceği kadar hukuki belirlilik
taşıması gerekir. Bir diğer ifadeyle kanunun kalitesi de kanunilik koşulunun
sağlanıp sağlanmadığının tespitinde önem arz etmektedir (Necmiye Çiftçi ve diğerleri, B. No:
2013/1301, 30/12/2014, § 55). Müdahalenin kanuna dayalı olması, iç hukukta
müdahaleye ilişkin yeterince ulaşılabilir ve öngörülebilir kuralların
bulunmasını gerektirmektedir (Türkiye İş
Bankası A.Ş. [GK], B. No: 2014/6192, 12/11/2014, § 44).
47. Dava açma süresine ilişkin kanun hükümlerinin belirliliği ve öngörülebilirliği bireylerin hukuki güvenliğinin sağlanması
bakımından önem arz etmektedir. Bu itibarla söz konusu ölçütler mahkemeye
erişim hakkına yönelik müdahalenin kanunla yapılması zorunluluğunun alt
ölçütleri olarak kabul edilebilir.
48. Hukuki güvenlik ile belirlilik ilkeleri, hukuk devletinin ön
koşullarındandır. Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki
güvenlik ilkesi hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem
ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde
bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar.
Belirlilik ilkesi ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden
herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır
ve uygulanabilir olmasını, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına
karşı koruyucu önlem içermeyi ifade etmektedir (AYM, E.2013/39, K.2013/65,
22/5/2013).
49. Hukuk kurallarının ne şekilde yorumlanacağı veya birden
fazla yorumunun mümkün olduğu durumlarda bu yorumlardan hangisinin
benimseneceği derece mahkemelerinin yetkisinde olan bir husustur. Anayasa
Mahkemesinin bireysel başvuruda derece mahkemelerince benimsenen yorumlardan
birine üstünlük tanıması veya derece mahkemelerinin yerine geçerek hukuk
kurallarını yorumlaması bireysel başvurunun amacıyla bağdaşmaz. Anayasa
Mahkemesinin kanunilik ilkesi bağlamındaki görevi, hukuk kurallarının birden
fazla yorumunun hukuki belirlilik ve öngörülebilirliği etkileyip etkilemediğini
tespit etmektir (Mehmet Arif Madenci,
B. No: 2014/13916, 12/1/2017, § 81).
50. İlgili mevzuatın ilk defa yorumlanmasında yetki ve görev
bakımından farklı durumda bulunan mahkemeler arasında farklılıklar oluşması
doğaldır. Diğer bir deyişle değişik yargı kademelerinde görev alan hâkimlerin
tamamının ilk defa uygulanan bir kuralı aynı şekilde yorumlamaları mümkün
olmayabilir. Ancak böylesi bir durumda mahkemelerin uygulamaları arasındaki
uyumu ve içtihat birliğini sağlamaya yönelik mekanizmalar önem taşımaktadır (İslam Şahin, B. No: 2014/7280, 21/1/2016,
§ 54; Uğur Çelik, B. No:
2015/20244, 15/6/2016, § 53). Yüksek mahkemelerin fonksiyonlarından biri de
yargı kararları arasında doğabilecek içtihat farklılıklarına bir çözüm
getirmektir. Bununla birlikte yeni kabul edilmiş bir yasanın yorumlanmasında
olduğu gibi bazı hâllerde içtihadın müstakar hâle gelmesinin belirli bir zamanı
gerektirdiği açıktır (Türkan Bal [GK],
B. No: 2013/6932, 6/1/2015, § 56).
51.Bir kanun hükmüne ilişkin içtihadın henüz yerleşik hâle gelmediği
bir aşamada o hükmün yargı organlarınca farklı biçimlerde yorumlanabilmesi
hukukun doğası gereğidir. Zira hukukta nesnelliğin sağlanabilmesi açısından
hukuk kurallarının belli ölçüde soyut kavramlar içermesi kaçınılmazdır. Nesnel
hukuk kurallarının maddi âlemde gerçekleşen olaylarla bire bir örtüşmesi ve
bunlara uygulanması ise her zaman mümkün olmayabilmektedir. Öte yandan hukuk
kurallarının kapsamının tespitinde kural koyucu ne kadar titiz davranırsa
davransın kuralın yürürlüğe girmesinden ve uygulanmaya başlanmasından sonra
öngörülemeyen bazı yeni durumların ortaya çıkması da mümkündür. Bu gibi
hâllerde kuralın yetkili otoritelerce ve özellikle yargı organlarınca
yorumlanması zorunlu hâle gelmektedir. Kuralı yorumlayan otoritelerin birden
fazla olması, bazı hâllerde kuralın birden fazla yorumlanmasını önlenemez
kılmaktadır. Dolayısıyla hukuk kurallarının bu niteliği dikkate alındığında bir
kanun hükmünün yargı organlarınca farklı biçimlerde yorumlanabilmesi ve kurala
ilişkin farklı içtihatların varlığı tek başına kuralın belirsiz ve öngörülemez
olduğu yargısına ulaşmayı haklı kılmaz. Bununla birlikte birden fazla içtihadın
varlığı hukuk kurallarının temel bir özelliği olan bireyin davranışını
yönlendirebilme gücünü zayıflatacak bir boyuta ulaşmışsa kamu düzeninin
bozulduğundan söz edilebilir. Bu durumda bireylerin davranışlarını hangi
içtihada göre yönlendirecekleri belirsizleşeceğinden öngörülebilirlik ortadan
kalkar (Mehmet Arif Madenci, §
84).
52. Yargısal kararlardaki değişiklikler, hukukun dinamizmini ve
mahkemelerin yaklaşımlarını yaşanan gelişmelere uyarlama kabiliyetlerini
yansıtması yönüyle olumludur. Ancak uygulamadaki birlikteliği sağlamaları
beklenen yüksek mahkemeler içinde yer alan dairelerin benzer davalarda tatmin
edici bir gerekçe göstermeksizin farklı sonuçlara ulaşmaları, bir kararın
belirli bir daireye düştüğü takdirde onanacağı, başka bir daire tarafından ele
alındığı takdirde bozulacağı gibi ihtimale dayalı ve birbirine zıt sonuçları
ortaya çıkarır. Bu ise hukuki belirlilik ve öngörülebilirlik ilkelerine ters
düşecektir. Ayrıca böyle bir algının toplumda yerleşmesi hâlinde bireylerin
yargı sistemine ve mahkeme kararlarına duymaları beklenen güven zarar görebilir
(Türkan Bal, § 64).
iii. İlkelerin Olaya
Uygulanması
53. Olayda başvurucu Şirket, uyuşmazlık konusu tazminat
isteminin kendisine ödeme yapıldığı tarih itibarıyla başlayan dava açma
süresinin son gününün adli tatile rastlaması ve 12 Eylül'ün Cumartesi
günü olması nedeniyle 14/9/2009 tarihindekayda giren
dilekçe ile dava açmıştır. Derece mahkemesi adli tatilin son gününün 4 Eylül
olduğu, sürenin adli tatilin sona erdiği 4 Eylül'ü izleyen günden itibaren yedi
gün uzaması nedeniyle en geç 11 Eylül'de dava açılması gerektiği gerekçesiyle
davaları süre aşımından reddetmiştir.
54. Yukarıda yer verilen Danıştay kararları değerlendirildiğinde
başvurucu Şirketin bireysel başvuruya dayanak davanın açtığı tarih itibarıyla
idari yargıda çalışmaya ara verme zamanın hangi tarihte sona erdiği hususunda
bir uygulama belirsizliği bulunduğu görülmektedir (bkz. §§ 21-27). Söz konusu
uygulama belirsizliğinin 2577 sayılı Kanun'un 61. maddesinin adli tatilin sona
erdiği tarihi belirleyen "Eylül'ün
beşine kadar" ibaresinden hangi tarihin anlaşılması gerektiğine
ilişkin yorum farklılığından kaynaklandığı, bu yorum farklılığının ise kadar kelimesinin anlamlandırılmasına
bağlı olarak ortaya çıktığı anlaşılmaktadır. Bu bağlamda Danıştayın
bazı dairelerinin adli tatilin 4 Eylül'de sona erdiği, buna göre son günün adli
tatile denk gelmesi nedeniyle yedi gün uzayan dava açma süresinin son gününün
11 Eylül olduğu yaklaşımını benimserken bazı dairelerinin ise 5 Eylül'ün de
adli tatile dâhil olduğu, buna göre uzayan dava açma süresinin son gününün 12
Eylül olduğu yaklaşımını kabul ettiği görülmektedir. Öte yandan 27/6/2013
tarihinde maddenin yeniden düzenlenen şeklinde (bkz. § 20) kanun koyucu
tarafından adli tatil sonrasında çalışmaya başlama tarihi net bir şekilde ifade
edilmek suretiyle kadar
kelimesinden kaynaklanan tartışmalı duruma son verildiği not edilmelidir.
55. Anayasa Mahkemesi, anılan maddenin 27/6/2013 tarihinde
yeniden düzenlenmeden önce yürürlükte olan ve somut davalara uygulanan şeklinin
yorumlanmasıyla ilgili olarak yukarıda yer verilen görüşlerden hangisinin daha
isabetli olduğu hususunda bir değerlendirme yapmayacaktır. Esasen Anayasa
Mahkemesinin böyle bir görevi bulunmadığı gibi bu yöndeki bir saptama Anayasa
Mahkemesinin bireysel başvuru kapsamındaki yetkisinin de dışındadır. Ancak
Anayasa Mahkemesi bu yorum farklılığının hukuk sistemi üzerinde meydana
getirdiği sonuçları ve etkileri görmezden gelemez. Anayasa Mahkemesi Danıştayın farklı dairelerinin aynı kanun hükmüne ilişkin
farklı yorumlarının hukuk kuralının belirliliği ve öngörülebilirliğini
etkileyip etkilemediğini inceler. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesinin bu
yöndeki denetimi sırasında belirlilik ve öngörülebilirlik ilkeleri bakımından
değerlendirme yapması bu yorumlardan birini benimsediği veya bunlardan birine
üstünlük tanıdığı biçiminde anlaşılmamalıdır (benzer yöndeki değerlendirme için
bkz. Ford Motor Company,
§ 66).
56. Bu noktada 61. maddenin 1982 yılından itibaren yürürlükte
olan ilk şeklinde de (bkz. § 19) adli tatil tarihleri farklı belirlenmiş olsa
da kadar kelimesi bağlamında aynı
nitelikte bir düzenleme bulunduğu hatırlanmalıdır. Bu itibarla anılan Kanun
hükmünün yeni uygulanmaya başlanan bir düzenleme içerdiği söylenemez. Anılan
maddenin bireysel başvurunun temelindeki davaların açıldığı tarih itibarıyla
yaklaşık yirmi beş yıllık bir uygulamasının olduğu görülmektedir. Belirtilen
süre, söz konusu ibarenin yorumuna ilişkin içtihadın yerleşmesi ve yeknesaklık
kazanması bakımından yeterli uzunluktadır. Bu süre zarfında kanunun yorumunda
yeknesaklığın sağlanamamış olması, dairelerin görev sahasına bağlı olarak
farklı kararların verilmesi sonucunu doğurmaktadır (benzer yöndeki
değerlendirme için bkz. Ford Motor Company, § 68).
57. Aynı Kanun hükmüne ilişkin iki farklı yorumun başvuruya
dayanak davaların açıldığı tarih itibarıyla mevcut olması ve bu yorumlardan
birine geçerlilik sağlayacak şekilde içtihadın birleştirilememiş olması hukuk
kurallarının muhataplarının davranışlarına yön verme kapasitesini ve
dolayısıyla öngörülebilirliğini zayıflatmaktadır. Bitimi adli tatil dönemine
rastlayan dava açma süresinin uzayacağı son tarihin ne olduğu hususunda bir
kesinliğin bulunmaması, hangi tarih esas alınarak davaların açılacağı
noktasında belirsizliklerin oluşmasına neden olmaktadır. Bu durum hukuki
belirlilik ve öngörülebilirlik ilkelerine ters düşeceği gibi bireylerin yargı
sistemine ve mahkeme kararlarına olan güvenini de sarsmaktadır (E-Ba İnşaat Taahhüt Ticaret
Ltd. Şti., § 64).
58. Buna göre anılan Kanun hükmünün yorumundan hareketle dava
açma süresinin uygulanmasına ilişkin farklı içtihatların bulunması ve Kanun'un
yürürlüğe girmesinin üzerinden uzun süre geçmesine rağmen ilgili hükmün
yorumunda yeknesaklığın sağlanamaması nedeniyle hukuki belirlilik ve
öngörülebilirlik ilkeleri zedelenmiştir. Bu durumda mahkemeye erişim hakkına
yapılan müdahalenin belirlilik ve öngörülebilirlik kriterlerini taşıyan bir
kanuna dayanmadığı sonucuna ulaşılmıştır (aynı yöndeki karar için bkz. Muharrem Kılıç, B. No: 2012/1071,
11/3/2015, §§ 33-35).
59. Açıklanan gerekçelerle başvurucu Şirketin Anayasa’nın 36.
maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye
erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
60. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (1) ve (2)
numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas
inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine
karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2)
Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve
sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili
mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan
hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava
açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme,
Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
61. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hak ve hürriyetin
ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle
getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için
ise öncelikle devam eden ihlalin durdurulması, ihlale konu kararın veya işlemin
ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep
olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen
diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet
Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, § 55).
62. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilmeden önce ihlalin kaynağının belirlenmesi gerekir. Buna
göre ihlal idari eylem ve işlemler, yargısal işlemler veya yasama işlemlerinden
kaynaklanabilir. İhlalin kaynağının belirlenmesi uygun giderim yolunun
belirlenebilmesi bakımından önem taşımaktadır (Mehmet
Doğan, § 57).
63. Başvurucu, yeniden yargılama yapılmasına hükmedilerek
ihlalin giderilmesi ve uğradığı zararın tazminine karar verilmesi talebinde
bulunmuştur.
64. Adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının
ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
65. Mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan
kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere ilgili mahkemeye
gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
66. Mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğu
sonucuna varıldığından tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
67. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 239,50 TL harç ve 2.475
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.714,50 TL yargılama giderinin başvurucu
Şirkete ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının
ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil
yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması
için yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 4. İdare Mahkemesine (Anılan
Mahkemenin 7/7/2010 tarihli ve E.2009/1393, K.2010/1078 sayılı kararına ait
dava dosyası ile ilgilidir.) GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucunun tazminat talebinin REDDİNE,
E. 239,50 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
2.714,50 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve
Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına,
ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine
kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin bilgi için Danıştay Onuncu Dairesine
GÖNDERİLMESİNE,
H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
23/10/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.