TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
HAKAN TAŞDELEN BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2016/9452)
|
|
Karar Tarihi: 7/11/2019
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Hasan Tahsin
GÖKCAN
|
Üyeler
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Yusuf Şevki
HAKYEMEZ
|
|
|
Selahaddin
MENTEŞ
|
Raportör
|
:
|
Heysem KOCAÇİNAR
|
Başvurucu
|
:
|
Hakan
TAŞDELEN
|
Vekili
|
:
|
Av. Akgül
PEKER
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; terör örgütü kurma ve yönetme, terör propagandası
yapma ve terörizmin finansmanı suçlarından dolayı başlatılan ceza soruşturması
sırasında verilen kayyum atama kararı nedeniyle mülkiyet hakkı ile basın
hürriyetinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 12/5/2016 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
5. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
A. FETÖ/PDY ve Darbe
Girişimine İlişkin Genel Bilgiler
6. Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve
son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya
Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanma
bulunmaktadır (Aydın Yavuz ve diğerleri
[GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 21-25).
7. Yetkili makamlarca ve soruşturma mercilerince 15 Temmuz darbe
teşebbüsünün faili olduğu belirtilen FETÖ/PDY'ye
ilişkin olarak özellikle son yıllarda yürütülen soruşturma ve kovuşturmalarda
bu yapılanmanın özellikleri ve faaliyetleriyle ilgili birçok tespit ve
değerlendirmeye yer verilmiştir. Buna göre devletin anayasal kurumlarını ele
geçirmek, sonrasında devleti, toplumu ve fertleri kendi ideolojisi
doğrultusunda yeniden şekillendirmek ve oligarşik
özellikler taşıyan bir zümre eliyle ekonomiyi, toplumsal ve siyasal gücü
yönetmek amacıyla mevcut idari sisteme paralel şekilde örgütlenen, ulusal ve
uluslararası düzeyde siyasi ve ekonomik ittifaklar kuran FETÖ/PDY devlet ve
toplum üzerinde bir vesayet
kurumu hâline gelmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri,
§ 26).
8. Türk yargı organları, yakın dönemde verdikleri birçok kararda
FETÖ/PDY'nin silahlı bir terör örgütü olduğunu kabul
etmiştir. Bu kapsamda Yargıtay Ceza Genel Kurulu 26/9/2017 tarihinde
(E.2017/16.MD-956, K.2017/370) ve -terör suçlarına ilişkin davaların temyiz
mercii olan- Yargıtay 16. Ceza Dairesi 24/4/2017 ve 14/7/2017 tarihlerinde
verdiği kararlarda (Selçuk Özdemir
[GK], B. No: 2016/49158, 26/7/2017, §§ 20, 21) FETÖ/PDY'nin
silahlı bir terör örgütü olduğu sonucuna varmıştır.
9. FETÖ/PDY'nin ulusal güvenlik
üzerinde oluşturduğu tehdit; idari organların karar, açıklama ve uygulamalarına
da konu olmuştur. Bu bağlamda devlet yetkilileri sürekli olarak anılan
yapılanmanın ülke güvenliği için bir tehdit olduğuna dair açıklamalarda bulunmuşlardır.
Bu değerlendirmeler Millî Güvenlik Kurulu (MGK) kararlarında da ifade
edilmiştir. MGK; söz konusu yapılanmayı 2014 yılı başından itibaren sırasıyla halkımızın huzurunu ve ulusal güvenliğimizi tehdit
eden yapılanma, devlet içindeki
illegal yapılanma, kamu düzenini
bozan iç ve dış legal görünüm altında illegal faaliyet yürüten paralel
yapılanma, paralel devlet
yapılanması, terör örgütleriyle
iş birliği içinde hareket eden paralel devlet yapılanması ve bir terör örgütü olarak kabul etmiştir. Söz konusu
MGK kararlarının her biri basın duyuruları aracılığıyla kamuoyuyla
paylaşılmıştır. Yine FETÖ/PDY 2014 yılında, Millî Güvenlik Siyaset Belgesi'nde Legal Görünümlü İllegal Yapılar başlığı
altında Paralel Devlet Yapılanması
adıyla yer almış; Jandarma Genel Komutanlığı ise 8/1/2016 tarihinde FETÖ/PDY'yi mevcut terör örgütleri listesine dâhil etmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 33).
10. Türkiye 15/7/2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle
karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü
hâl ilan edilmesine karar verilmiş ve olağanüstü hâl bugüne kadar birçok kez
uzatılmıştır. Kamu makamları ve soruşturma mercileri -olgusal temellere
dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine
devam eden FETÖ/PDY yapılanmasının olduğunu değerlendirmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 12-25).
11. Darbe girişiminin engellenmesinden sonra başta yargı
mensupları ve polis görevlileri olmak üzere çok sayıda kamu görevlisiyle ilgili
disiplin soruşturmaları yürütülmüş, birçok kamu görevlisi hakkında kamu
görevinden çıkarma da dâhil olmak üzere disiplin yaptırımları veya idari
tedbirler uygulanmıştır. Ayrıca FETÖ/PDY ile irtibatlı olduğu değerlendirilen
bazı ticari kuruluşlara, finans kuruluşlarına ve medya organlarına yönelik
idari birtakım tedbirlere de başvurulmuştur (Aydın
Yavuz ve diğerleri, §§ 34, 35).
B. FETÖ/PDY'nin Mali Yapılanmasına İlişkin Genel Bilgiler
12. FETÖ/PDY'nin mali yapılanması ve
finans kaynakları çok sayıda yargı kararı ile idari işlem ve raporlarda ortaya konulmuştur(Aydın Yavuz
ve diğerleri, § 26; Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 10/7/2017 tarihli
ve E.2017/1517, K.2017/4830 sayılı, 28/12/2017 tarihli ve E.2017/2999,
K.2017/5811 sayılı kararları; Mali Suçları Araştırma Kurulu (MASAK) tarafından
düzenlenen 5/8/2016 ve 5/10/2016 tarihli raporlar). Bu kararlar ile raporlara
göre örgütün mali yapılanmasına ilişkin tespitler şöyle özetlenebilir:
i. FETÖ/PDY; bünyesinde bulunan ışık (talebe) evleri, okullar,
yurtlar ve dershaneler aracılığıyla ulaştığı gençleri amaçları doğrultusunda
yetiştirmiş ve bu kişiler yapılanmanın insan kaynağını oluşturmuştur.
Yapılanmaya mensup kişilerin gelirlerinin belli bir oranı himmet adı altında alınmış, yapılanmadan
ayrılmak isteyen kişilere baskı ve çeşitli yaptırımlar uygulanmıştır. Çeşitli
yargı kararlarında, örgüt üyelerinin gelirlerinin bir miktarını himmet olarak
örgüte verdikleri belirtilmiştir. Bu bağlamda örgüt üyesi devlet memurları ve
diğer kamu görevlilerinin ilk maaşlarının tamamını, sonraki maaşlarının da
%10-15 gibi bir bölümünü himmet
olarak örgüte verdikleri ifade edilmiştir. İkinci olarak örgüte bağlı
şirketlerin de gelirlerinin bir bölümünü himmet
adı altında örgüte transfer ettiği vurgulanmıştır. Ankara Cumhuriyet
Başsavcılığının 25/1/2018 tarihli iddianamesinde himmet uygulaması ile ilgili şu bilgilere yer verilmiştir:
"Örgütün himmet yolu ile sağladığı
gelirler genel olarak mütevelli heyetleri vasıtası ile toplanmaktadır. Örgütün
sohbet gruplarında yer alan kişilerden; sohbet toplantılarına düzenli olarak
katılıp verilen görevleri yerine getiren, örgütün verdiği talimatları
sorgulamaksızın itaat eden ve maddi gücü yerinde olan kimseler seçilerek
mütevelli heyeti üyesi yapılmaktadır. Sohbet gruplarında zekât, burs, kurban ve
himmet adı altında paralar toplanırken; mütevelli heyeti üyesi kişiler ayrıca
bir ışık evinin maddi ihtiyaçlarından sorumlu tutulmaktadır. Mütevelliler
topladıkları parayı sohbet hocasının yanında getirdiği muhasebecilere
vermektedir. Örgütün mali kayıtlarını bu muhasebeciler tutmaktadır. İl imamının
da bir muhasebecisi bulunmakta ve il genelinde mali kayıt tutmaktadır.
Mütevellide yer alanlar arasından her üç mütevelli heyetinden bir mali heyet
teşekkül edecek şekilde isimler seçilmektedir. Mali heyetler yurtdışında bulunan
örgüte ait yurt ve okulların yapımı için ihtiyaç duyulan paranın, hangi
mütevelli heyetinden ne kadar toplanacağına karar vermektedir. Mali heyet
toplantıları dünyanın her yerinde Salı günleri sabah
namazından sonra gerçekleştirilmekte ve bu toplantılara mütevelli heyet sohbet
hocaları da katılmaktadır. İlçe imamlarının sorumluluğu altında bulunan
mütevelli heyetlerinin üstünde, il imamlarının sorumluluğundaki il mütevelli
heyeti yer almaktadır. İl genelinde ne kadar para toplanacağına ise ilin bağlı bulunduğu
bölgenin toplantısında karar verilmektedir. Burada alınan karar mütevelli heyet
toplantısı adı altında yılda bir kez düzenlenen gizli toplantıda mensuplara
aktarılmaktadır. Kişilerden alınan himmet vaadi nakit, çek, senet karşılığı
olarak tahsil edilmekte; çek ve senetlerin ödenememesi halinde icra yoluna
başvurulmaktadır. İl imamının koordinesinde yılda en az bir kez mütevelli
heyeti üyelerinin katılımı ile kamp düzenlenmektedir. Kamplar esnasında dini
duygular istismar edilerek himmet, zekat, kurban ve
öğrenci bursu adı altında toplanan paraların artırılması sağlanmakta, toplanan
paraların karşılığının Cennet ile mükafatlandırılmak olacağı vurgulanmaktadır.
Mütevelli heyeti mensupları, iş adamlarının kurduğu sivil toplum kuruluşlarına
üye yapılmakta, kimin hangi STK’ya üye olacağı sohbet abisi tarafından
belirlenmektedir. Örgüt bu kuruluşların başkan ve üye seçimlerinde söz sahibi
olmayı böylelikle de hükümete baskı yapabilmeyi hedeflemektedir."
ii. FETÖ/PDY, zamanla faaliyetlerini birçok alanda genişletmiş
ve Türkiye'nin yanı sıra yüz elliyi aşkın ülkede yaygınlaştırmıştır. Nitekim
söz konusu yapılanmanın yurt içinde ve yurt dışında eğitim, sağlık, medya,
finans, ticaret, sivil toplum gibi farklı alanlarda faaliyet gösteren çok
sayıda kuruluşu bulunmaktadır. Özellikle ülkemizdeki bazı dershane ve okullar
ile çok sayıda ülkede örgütle ilişkili eğitim kurumlarından toplanan paralar
ile burs adı altında toplanan paralar örgütün önemli bir gelir kaynağını
oluşturmaktadır.
iii. FETÖ/PDY'nin sosyal, kültürel ve
ekonomik alanda yürüttüğü yasal faaliyetleri; dershaneler, okullar,
üniversiteler, dernekler, vakıflar, sendikalar, meslek odaları, iktisadi
kuruluşlar, finans kuruluşları, gazeteler, dergiler, TV kanalları, radyolar,
internet siteleri, hastaneler gibi sivil alanlara ilişkindir. Bunun yanında
bazen bu yasal kuruluşların içinde gizlenmiş olan bazen de yasal yapıdan
tamamen farklı şekilde konumlanan ve hareket eden, özellikle de kamusal alana
yönelik faaliyetlerde bulunan illegal bir yapılanma söz konusudur. Bu kapsamda
kamu kaynaklarının örgüte bağlı şirket, dernek ve vakıflar yoluyla örgüt
birimlerine aktarılması sağlanmıştır.
iv. Ayrıca kişilerin dinî duygularını istismar etmek suretiyle kurban bedeli, sadaka, zekât
gibi adlar altında para veya ayni yardım toplandığı tespit edilmiştir. Kimi
durumlarda tehdit ve cebir yoluna gidilerek gazete ve dergilere abonelik ücreti
alınması, örgüte yakın dernek ve vakıflara bağışlar toplanması da önemli
finansal kaynaklardan biri olarak gösterilmektedir.
C. Başvurucuya İlişkin
Süreç
13. Başvurucu, Fia Prodüksiyon Radyo
Televizyon Reklam Organizasyon İletişim ve Sanayi Ticaret Limitet Şirketinin
(Şirket) ortağıdır.
14. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının FETÖ/PDY hakkında
başlatmış olduğu soruşturma kapsamında terör örgütü ile organik bağı mevcut
olup bu örgütün amacı doğrultusunda faaliyette bulunan ve doğrudan terör örgütü
lideri tarafından yönetilen başta Zaman gazetesi olmak üzere birçok yayını
bünyesinde bulunduran Feza Gazetecilik A.Ş.ye İstanbul 6. Sulh Ceza Hâkimliği
4/3/2016 tarihli kararı ile 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi
Kanunu'nun 133. maddesi uyarınca kayyum atanmıştır.
15. Yine İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının FETÖ/PDY hakkında
başlatmış olduğu soruşturma kapsamında Feza Gazetecilik A.Ş.ye atanan kayyumlar
tarafından yapılan inceleme sonucunda Feza Gazetecilik A.Ş.nin
Cihan Medya Dağıtım A.Ş. ile 23/12/2010 tarihinden beri ortak olduğu, her iki
Şirket arasında hisse ve taşınmaz alım satımı yapıldığı, Zaman gazetesinin
dağıtımı, satışı ve abonelik işlemlerinin Cihan Medya Dağıtım A.Ş. üzerinden
yapıldığı tespit edilmiştir. Bu tespitler ışığında İstanbul 9. Sulh Ceza
Hâkimliği 11/3/2016 tarihinde Cihan Medya Dağıtım A.Ş.ye kayyum atanmasına
karar vermiştir.
16. Hâl böyle iken Cihan Medya A.Ş.ye atanan kayyumlar
tarafından Cihan Medya A.Ş.ye ait bir kısım emlak ile canlı yayın araçları,
teknik alet ve araçlar, matbaalar vb. mal varlığının bedeli alınmadığı hâlde
başvurucunun ortağı olduğu Şirkete satılmış gibi gösterilerek devredildiği
saptanmıştır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı bu tespitlerden hareketle terör
örgütü hakkında başlatılan soruşturma kapsamında Şirkete kayyum atanması
talebinde bulunmuştur.
17. İstanbul 2. Sulh Ceza Hâkimliği 21/3/2016 tarihli karar ile
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının tespitleri doğrultusunda terör örgütü ile
olan bağlantısı nedeniyle başvurucunun ortağı olduğu Şirkete 5271 sayılı
Kanun'un 133. maddesi uyarınca kayyum atanmasına karar vermiştir.
18. Kayyum atama kararı başvurucu ile birlikte diğer ortaklara
da tebliğ edilmiştir. Başvurucu 25/3/2016 tarihinde karara itiraz etmiştir. Söz
konusu itiraz dilekçesinde; terör örgütünün varlığının hukuki bir kararla
tespit edilmediği, Şirket ile Feza Gazetecilik A.Ş. ve diğer şirketlerle
herhangi bir ilişkinin olmadığı, soruşturma açılması için yeterli delil
bulunmadığı gibi savunmalara yer verilmiştir.
19. İtiraz mercii İstanbul 3. Sulh Ceza Hâkimliği 31/3/2016
tarihli kararla başvurucunun itirazını ilk derece mahkemesince verilen kararın
usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle reddetmiştir.
20. Bu karar, başvurucu vekiline 12/4/2016 tarihinde tebliğ
edilmiştir.
21. Başvurucu 12/5/2016 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
22. Konu hakkında ilgili hukuk için bkz. Hamdi Akın İpek (B. No: 2015/17763,
24/5/2018 §§ 35-61) başvurusu hakkında verilen karar.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
23. Mahkemenin 7/11/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Mülkiyet Hakkının
İhlal Edildiğine İlişkin İddia
24. Başvurucu, kayyum atanmasına ilişkin olarak 5271 sayılı
Kanun'da öngörülen koşulların somut olayda gerçekleşmediğini ifade etmiştir.
Başvurucuya göre ticari şirkete 5271 sayılı Kanun kapsamında kayyum atanması
mümkün olmayıp ticaret ve borçlar hukuku kapsamında kayyum atama nedenleri de
gerçekleşmiş değildir.
25. Başvurucu, Şirketle bağlantısı olduğu ileri sürülen terör
örgütü mevcut olmadığı gibi bu konuda makul bir şüphenin dahi bulunmadığını ve
bu itibarla Şirkete kayyum atanmasının hukuki dayanaktan yoksun olduğunu
belirtmiştir.
26. Başvurucu; hukuka aykırı olarak verilen kayyum kararı
sonrasında bütün müşterilerini kaybettiğini, demirbaşlarına el konulduğunu ve
maddi zarara uğradığını belirterek mülkiyet hakkı ile çalışma ve sözleşme
hürriyetinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
27. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu; mülkiyet hakkı yanında çalışma ve
sözleşme hürriyetinin ihlal edildiğini ileri sürmüşse de şikâyetlerinin özü,
ortağı ve yöneticisi olduğu Şirketin yönetiminin kayyuma devredilmesi nedeniyle
mal varlığı bakımından önemli zararlara yol açıldığı şikâyetine bağlı olarak
mülkiyet hakkının ihlali iddiasına ilişkindir. Bu nedenle başvurucunun
belirtilen ihlal iddiaları mülkiyet hakkı kapsamında incelenmiştir.
28. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı
fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Anayasa Mahkemesince kabul
edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Bu bağlamda başvurucunun
ihlal iddialarını kanıtlayamadığı, temel haklara yönelik bir müdahalenin
olmadığı veya müdahalenin meşru olduğu açık olan başvurular ile karmaşık veya
zorlama şikâyetlerden ibaret başvurular açıkça dayanaktan yoksun kabul
edilebilir (Hikmet Balabanoğlu,
B. No: 2012/1334, 17/9/2013, § 24).
29. Anayasa Mahkemesi benzer şikâyetleri incelediği Hamdi Akın İpek başvurusunda, yönetimin
kamu gücü kullanılarak kayyuma devredilmesinin şirket ortağı ve yöneticisi
konumundaki başvurucu yönünden mülkiyet hakkı kapsamında tanınan tasarruf
yetkisini kısıtladığını belirterek kayyum atama şeklindeki tedbirin suç isnadı
kapsamında uygulanan geçici bir koruma tedbiri mahiyetinde olduğuna işaret
etmiştir. Anayasa Mahkemesi bu tespitten hareketle başvurucunun bu aşama
itibarıyla mülkünden yoksun bırakılmadığı ancak toplum yararına aykırı olarak
suçta kullanılmasının önlenmesi amacıyla mülkün kontrolü nedeniyle mülkiyet
hakkına yapılan müdahalenin mülkiyetin kullanımının kontrolüne veya
düzenlenmesine ilişkin üçüncü kural çerçevesinde incelenmesi gerektiği
değerlendirmesini yapmıştır (Hamdi Akın İpek,
§ 87).
30. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak
olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla
sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken,
temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri
düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin de gözönünde
bulundurulması gerekmektedir. Anılan madde uyarınca temel hak ve özgürlükler,
demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmaksızın
Anayasa'nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak
kanunla sınırlanabilir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin
Anayasa'ya uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı
amacı taşıması ve ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No:
2014/1546, 2/2/2017, § 62).
31. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 314.
maddesi ve 7/2/2014 tarihli ve 6415 sayılı Terörizmin Finansmanının Önlenmesi
Hakkında Kanun'un 4. maddesi uyarınca başlatılan soruşturma kapsamında terör
örgütü ile bağlantısı bulunduğu ve terörün finansmanında rolü bulunduğu
gerekçesiyle Şirkete kayyum atanması şeklindeki müdahalenin kanunilik unsurunu
taşıdığı anlaşılmıştır.
32. Terörizmin finansmanının önlenmesi amacıyla ve suçtan elde
edildiği gerekçe gösterilerek muhtemel bir müsaderenin sonuçsuz kalmaması için
terörizme mali kaynak sağlayan kişi veya kurumların mal varlıklarının geçici
olarak dondurulması ya da somut olayda olduğu gibi şirketlerin yönetiminin
tedbir amacıyla kamu gözetimi veya denetimine alınması gibi tedbirlerin
uygulanmasının kamu yararına dayalı meşru bir amacı bulunmaktadır (benzer yönde
bkz. Hamdi Akın İpek, §§ 99,
100).
33. Mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin kanuni olması ve kamu
yararına dayalı meşru bir amacının bulunması yeterli olmayıp ayrıca müdahalenin
ölçülü olması da gerekmektedir. Hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasında
dikkate alınacak ölçütlerden biri olan Anayasa'nın 13. maddesinde öngörülen ölçülülük
ilkesi uyarınca mülkiyet hakkının sınırlandırılması suretiyle elde edilmek
istenen kamu yararı ile bireyin hakları arasında adil bir dengenin sağlanması
zorunludur. Bu adil denge, başvurucunun şahsi olarak olağan dışı ve aşırı bir
yüke katlandığının tespit edilmesi durumunda bozulmuş olacaktır.
34. Mülkiyet hakkına yapılan bir müdahalenin Anayasa'nın 13. ve
35. maddelerine göre ölçülü olabilmesi için her şeyden önce bu tedbirin
öngörülen kamu yararı amacını gerçekleştirmeye elverişli olması zorunludur.
Diğer taraftan müdahalede bulunulurken takip edilen kamu yararı amacını
gerçekleştirmeye en uygun aracın seçilmesi gerekmektedir. Bu alanda hangi
araçların tercih edileceği ise öncelikli olarak daha isabetli karar verebilecek
konumda olan ilgili kamu makamlarının yetkisindedir. Bu nedenle hangi aracın
tercih edileceğinin belirlenmesi hususunda idarelerin belli ölçüde takdir
yetkisi bulunmaktadır. Ne var ki seçilen aracın gerekliliğine ilişkin olarak
idarelerin sahip olduğu takdir yetkisi sınırsız değildir. Tercih edilen aracın
müdahaleyi ulaşılmak istenen amaca nazaran bariz bir biçimde ağırlaştırması
durumunda Anayasa Mahkemesince müdahalenin gerekli olmadığı sonucuna ulaşılması
mümkündür. Ancak Anayasa Mahkemesinin bu kapsamda yapacağı denetim, seçilen
aracın isabet derecesine yönelik olmayıp hak ve özgürlükler üzerinde
oluşturduğu müdahalenin ağırlığına dönüktür (bazı değişikliklerle birlikte bkz.
Hamdi Akın İpek, § 108; Hanife Ensaroğlu,
B. No: 2014/14195, 20/9/2017, § 67).
35. Ayrıca mülkiyet hakkına müdahaleye yol açan tedbirlerin
keyfî veya öngörülemez biçimde uygulanmaması gerekmektedir. Aksi takdirde
mülkiyet hakkının etkin bir biçimde korunması mümkün olmaz. Bu sebeple kamu
makamlarınca başvurucunun eylemi ile tedbire yol açan kanuna aykırılık arasında
bağlantı olduğunu gösterir makul bir değerlendirme yapılmalıdır. Bu bağlamda elkoyma veya müsadere gibi tedbirler yoluyla mülkiyet
hakkına yapılan müdahalelerin bireyin menfaatleri ile kamunun yararı arasında
olması gereken adil dengeyi bozmaması için suça veya kabahate konu eşyanın
malikinin davranışı ile kanunun ihlali arasında uygun bir illiyet bağının
olması ve iyi niyetli eşya
malikine eşyasını -tehlikeli olmaması kaydıyla- geri kazanabilme olanağının
tanınması veya iyi niyetli malikin bu nedenle oluşan zararının tazmin edilmesi
gerekmektedir (Bekir Yazıcı [GK],
B. No: 2013/3044, 17/12/2015, §§ 31-80; Hanife
Ensaroğlu, § 66; Hamdi Akın İpek, § 115).
36. Bunun yanında söz konusu tedbir gerek kapsamı gerekse de
süresi itibarıyla orantılı olarak uygulanmalıdır. Kamu yararı amacı
doğrultusunda mülkle ilgili olarak bu ve benzeri tedbirlerin uygulanmasının
zarara yol açması ise kaçınılmazdır. Ancak bu zararın kaçınılmaz olandan ağır
veya aşırı sonuçlara da yol açmaması ya da oluşması durumunda böyle bir zararın
kamu makamlarınca makul bir sürede, uygun bir yöntem ve vasıtalarla gideriminin sağlanması gerekmektedir. Buna göre kamu
makamlarının kanuna dayalı olarak ve ilgili kamu yararı amacı doğrultusunda
mülkiyet hakkına müdahale teşkil eden tedbirler uygulaması ve bu tedbirlerin
belirli bir süre de devam etmesi ancak bireyin mülkiyet hakkının korunmasının
gerekliliklerine uyulduğu takdirde ölçülü görülebilir (Hanife Ensaroğlu,
§ 67).
37. Başvurucunun ortağı ve yöneticisi olduğu Şirkete
gelirlerinin suçtan elde edildiği veya suçta kullanılacağı şüphesiyle
terörizmin finansmanının önlenmesi ve muhtemel bir müsaderenin güvence altına
alınması amacıyla kayyum atanmıştır.
38. Suçla ve özellikle de örgütlü suçlarla mücadele gibi zor bir
alanda hangi tedbirlerin gerekli olup olmadığının değerlendirilmesi öncelikli
olarak ilgili kamu makamlarının yetkisindedir. Bu alanda ne gibi tedbirlerin
alınması gerektiği hakkında sorumlu ve yetkili otoriteler daha isabetli karar
verebilecek konumdadır. Bu nedenle hangi tedbirin uygulanacağının belirlenmesi
hususunda idarelerin belli ölçüde takdir yetkisi bulunmaktadır. Ne var ki
seçilen aracın gerekliliğine ilişkin olarak idarelerin sahip olduğu takdir yetkisi
sınırsız değildir. Tercih edilen aracın müdahaleyi ulaşılmak istenen amaca
nazaran bariz bir biçimde ağırlaştırması durumunda Anayasa Mahkemesince
müdahalenin gerekli olmadığı sonucuna ulaşılması mümkündür. Ancak Anayasa
Mahkemesinin bu kapsamda yapacağı denetim, seçilen aracın isabet derecesine
yönelik olmayıp hak ve özgürlükler üzerinde oluşturduğu müdahalenin ağırlığına
dönüktür (Hamdi Akın İpek, § 108).
39. Somut olayda müdahalenin ölçülülüğünün değerlendirilmesi
bakımından asıl önem taşıyan ölçüt orantılılıktır. Öngörülen tedbirin maliki
olağan dışı ve aşırı bir yük altına sokması durumunda müdahalenin orantılı ve
dolayısıyla ölçülü olduğundan söz edilemez. Bu itibarla, uygulanan tedbirle
başvuruculara aşırı ve orantısız bir yük yüklenip yüklenmediğinin tespiti
gerekmektedir.
40. Bu kapsamda uygulanan tedbire karşı iddia ve savunmalarını
etkin bir biçimde ortaya koyabilme olanağının başvurucuya tanındığı, derece
mahkemelerinin kayyum atanması ve bu atamaya yönelik itirazın reddi kararlarının
konuya ilişkin olarak ayrıntılı tespit ve değerlendirmeler içerdiği
görülmüştür. Şöyle ki yukarıda anlatılan hukuki süreç nazara alındığında
başvurucunun ortağı olduğu Şirketin yürütülen soruşturma ile olan ilişkisi ve
hangi nedenlerle buraya kayyum atanması yoluna gidildiğinin ilgili yargı
mercilerince tereddüte yer vermeyecek şekilde
açıklandığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla başvurucunun ortağı olduğu Şirketin
yönetiminin kayyuma devredilmesine dayanak olarak kuvvetli bir suç şüphesinin
bulunduğu ve yargısal makamların vermiş olduğu kararların keyfîliğinden
söz edilemeyeceği açıktır (benzer yönde bkz.
Hamdi Akın İpek, §§ 115, 116).
41. Öte yandan sulh ceza hâkimliği tarafından başlatılan bir
ceza soruşturması içinde verilen kayyum kararları nedeniyle şirket veya
ortaklarının meydana gelecek zararlarını telafi edecek birtakım koruyucu
düzenlemeler de mevcuttur. Buna göre 5271 sayılı Kanun'un 133. maddesinin (2)
numaralı fıkrasında, kayyuma şirket bütçesinden ödenen ücretin tamamının
soruşturma veya kovuşturma konusu suçtan dolayı kovuşturmaya yer olmadığı veya
beraat kararının verilmesi hâlinde kanuni faiziyle birlikte ödeneceği hüküm
altına alınmıştır. Ayrıca aynı maddenin (3) numaralı fıkrasında, ilgililerin
atanan kayyumun işlemlerine karşı görevli mahkemeye 22/11/2001 tarihli ve 4721
sayılı Türk Medeni Kanunu ve 29/6/1956 tarihli ve 6762 sayılı Türk Ticaret
Kanunu hükümlerine göre başvurabilecekleri belirtilmiştir. Dolayısıyla
başvurucunun bu maddeye göre şirketlerin yönetimi ile ilgili olarak kayyumun
işlemlerine karşı her zaman dava açabilme hakkı bulunmaktadır. Bunun yanında
yine bu maddenin (4) numaralı fıkrasında, kayyumların görevleriyle ilgili iş ve
işlemlerinden dolayı 5271 sayılı Kanun'un 142. ila 144. maddeleri uyarınca
devlet aleyhine tazminat davası açılabileceği düzenlenmiştir.
42. Bu itibarla özellikle örgütlü suçlarla mücadele alanında
kamu makamlarının sahip olduğu geniş takdir yetkisinin bulunduğu ve somut
olayda şikâyet edilen tedbirin niteliği ile bu tedbire ilişkin olarak başvurucuya
sağlanan güvenceler dikkate alındığında müdahalenin başvurucuya şahsi olarak
aşırı ve olağan dışı bir külfet yüklemediği değerlendirilmiştir. Bu sebeple
başvuruya konu müdahalenin kamu yararı ile başvurucunun mülkiyet hakkının
korunması arasında olması gereken adil dengeyi bozmadığı ve ölçülü olduğu
sonucuna varılmıştır.
43. Açıklanan gerekçelerle başvurunun diğer kabul edilebilirlik
koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
B. Basın Hürriyetinin
İhlal Edildiğine İlişkin İddia
44. Başvurucu, ortağı olduğu Şirkete basın yayın ve habercilik
işi yapması nedeniyle kayyum atanmasının aynı zamanda basın hürriyeti ile
haberleşme hürriyetini ihlal ettiğini ileri sürmüştür.
45. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
§ 16). Başvurucu; basın hürriyetinin yanında haberleşme hürriyetinin ihlal edildiğini
ileri sürmüşse de şikâyetlerinin özü, ortağı ve yöneticisi olduğu Şirketin
yönetiminin kayyuma devredilmesi nedeniyle basın faaliyetini yerine
getiremediğine ilişkindir. Bu nedenle başvurucunun belirtilen ihlal iddiaları
basın hürriyeti kapsamında incelenmiştir.
46. Anayasa Mahkemesi Hülya
Kar ([GK], B. No: 2015/20360, 27/2/2019) kararında, koruma
tedbirlerinin maddi hakları ihlal ettiği iddiaları yönünden bireysel başvuruda
yapılması gereken denetimin sınırlarını çizmiştir. Koruma tedbirine karar veren
makamların tedbir uygulanmasının gerekliliğine dair daha iyi değerlendirme
yapabilecek konumda olmaları nedeniyle geniş takdir yetkisine sahip oldukları
kabul edilmiştir. Bu doğrultuda ancak koruma tedbiri nedeniyle uğranılan
zararın kaçınılmaz olandan ağır sonuçlara yol açtığının veya keyfî
uygulandığının ilk bakışta anlaşılacak kadar açık olduğu hâllerde esas yönünden
makamların daha ileri bir değerlendirme yapması gerektiği kabul edilmiştir
(ilkeler için bkz. Hülya Kar, §§
21-46).
47. Somut olayda İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının FETÖ/PDY
hakkında başlatmış olduğu soruşturma kapsamında terör örgütü ile organik bağı
mevcut olup bu örgütün amacı doğrultusunda faaliyette bulunduğu ve doğrudan
terör örgütü lideri tarafından yönetildiği iddia olunan Cihan Medya Dağıtım A.Ş.nin sahip olduğu bir kısım emlak ile canlı yayın
araçları, teknik alet ve araçlar, matbaalar vb. mal varlığını bedelsiz olarak
başvurucunun ortağı olduğu Şirkete devretmesi nedeniyle kayyum atandığı
saptanmıştır (bkz. §§ 14-16).
48. Başvurucunun ortağı ve yöneticisi olduğu şirketlere kayyum
atanması tedbiri altın madenciliğinden enerji, gıda, medya, bilişim, sigorta,
tedarik, turizm, seyahat sektörlerine uzanan geniş bir alanda faaliyet gösteren
şirketler grubunun bütünü yönünden uygulanmıştır. Buna göre söz konusu tedbir,
bu şirketler grubunda yer alan bazı basın yayın organları yönünden münferit
olarak uygulanmış değildir. Somut olayda bu tedbirin uygulandığı şirketler
grubunun genel olarak faaliyetlerinin terörizmin finansmanı ve diğer bazı
suçlar çerçevesinde soruşturma ve kovuşturmaya konu edildiği dikkate
alınmalıdır. Başvurucunun bu çerçevedeki ihlal iddiaları ise mülkiyet hakkı
kapsamında incelenmiştir. Diğer bir deyişle şikâyet edilen tedbirin münhasıran
basın ve yayın kuruluşlarına yönelik olarak değil mülkiyetin kullanımının kamu
yararına kontrolü çerçevesinde pek çok sektörde faaliyet gösteren şirketler
grubu yönünden genel bir uygulamanın parçası olarak uygulandığı
değerlendirilmiştir.
49. Koruma tedbirine yönelik şikâyetlerde Anayasa Mahkemesi
kararın verildiği dönemin şartlarını dikkate alır. Başvuruya konu koruma
tedbiri maddi gerçeğin ortaya çıkmasını temin etmek amacıyla ve suç şüphesi
bulunan hâllerde uygulanmıştır. Söz konusu tedbir öngörülebilir, kesin bir
hukuki düzenlemeye dayanmaktadır ve başvurucuya itirazlarını sorumlu makamlar
önünde etkin bir biçimde ortaya koyabilme olanağı tanınmıştır.
50. Başvuru konusu koruma tedbirinin türü, süresi, uygulanma
tarzı ve uygulandığı şirket ortakları üzerindeki etkileri birlikte
değerlendirildiğinde başvurucunun uğradığı zararın kaçınılmaz olandan ağır
olduğu veya koruma tedbirinin keyfî uygulandığı değerlendirilmemiş; başvurucu
da bireysel başvuru formunda aksini kanıtlayacak bir açıklamada bulunmamıştır.
51. Basın hürriyetine yönelik bir ihlalin bulunmadığının açık
olmasından dolayı başvurunun bu kısmının açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Basın ve haberleşme hürriyetinin ihlal edildiğine ilişkin
iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA
7/11/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.