TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
MUAMMER ÖZKOCA BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2016/1567)
Karar Tarihi: 27/11/2019
Başkan
:
Recep KÖMÜRCÜ
Üyeler
Engin YILDIRIM
Celal Mümtaz AKINCI
Rıdvan GÜLEÇ
Recai AKYEL
Raportör
Selçuk KILIÇ
Başvurucu
Muammer ÖZKOCA
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, tam yargı davasında hukuka aykırı karar verilmesi ve davalı lehine vekâlet ücretine hükmedilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 19/1/2016 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirilmesine gerek görülmediğini belirtmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, İstanbul Defterdarlığında vergi denetmeni olarak görev yapmaktayken 5/8/2003 tarihli Bakanlık Olur'u ile Tekirdağ'a atanmıştır. Bu işlemin iptali istemiyle açılan davada İstanbul 4. İdare Mahkemesinin 31/12/2003 tarihli kararı ile işlemin yürütmesinin durdurulmasına ve 9/12/2004 tarihli kararıyla da dava konusu işlemin iptaline karar verilmiş, söz konusu karar Danıştay Beşinci Dairesinin 11/12/2007 tarihli kararı ile onanmış ve kararın düzeltilmesi istemi de aynı Dairenin 26/6/2009 tarihli kararı ile reddedilmiştir.
9. Söz konusu mahkeme kararının uygulanması ile başvurucu 6/4/2004 tarihinde tekrar İstanbul'a atanmış ve ardından bu kez 30/7/2005 tarihli onay ile başvurucunun ataması Eskişehir'e yapılmıştır.
10. Başvurucu 7/9/2005 tarihinde kendi isteğiyle emekli olma talebinde bulunmuş ve 17/10/2005 tarihinde görevinden ayrılmıştır.
11. Başvurucu; Tekirdağ Defterdarlığına atanmasına yönelik işlemin mahkeme kararı ile iptal edildiğini, yapılan atama işlemleri dolayısıyla emekli olmak zorunda bırakıldığını ileri sürerek erken emekli olması nedeniyle oluşan 50.000 TL maddi ve 100.000 TL manevi zararının tazmini istemiyle 27/6/2011 tarihinde dava açmıştır.
12. İstanbul 2. İdare Mahkemesinin (Mahkeme) 31/5/2012 tarihli kararı ile davanın reddine karar verilmiş, ayrıca 26/9/2011 tarihli ve 659 sayılı Genel Bütçe Kapsamındaki Kamu İdareleri ve Özel Bütçeli İdarelerde Hukuk Hizmetlerinin Yürütülmesine İlişkin Kanun Hükmünde Kararname (659 sayılı KHK) uyarınca reddedilen tazminat miktarları üzerinden hüküm tarihinde yürürlükte bulunan tarife uyarınca 6.350,00 TL vekâlet ücretinin başvurucudan alınarak davalı idareye ödenmesine hükmedilmiştir. Kararın gerekçesinde; idarenin olağan işleyişi içinde tesis edilen atama işleminin sırf mahkeme kararı ile iptal edilmesi durumunun tazminat sorumluluğunu doğurmayacağı gibi davacının emekli olması ile naklen atama işlemi arasında da doğrudan illiyet bağı kurulamayacağından davacının maddi ve manevi tazminata ilişkin talep ve gerekçelerinin hukuki dayanağı bulunmadığı ifade edilmiştir.
13. Başvurucu tarafından temyiz edilen karar Danıştay Beşinci Dairesinin 11/12/2014 tarihli kararıyla onanmış, karar düzeltme istemi de aynı Dairenin 1/10/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir.
14. Nihai karar başvurucuya 22/12/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir.
15. Başvurucu 19/1/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
16. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakameleri Kanunu’nun 323. maddesinin ilgili bölümü şöyledir:
“(1) Yargılama giderleri şunlardır:
...
ğ) Vekille takip edilen davalarda kanun gereğince takdir olunacak vekâlet ücreti.
...”
17. 659 sayılı KHK'nın “Davalardaki temsilin niteliği ve vekalet ücretine hükmedilmesi ve dağıtımı” kenar başlıklı 14. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“(1) Tahkim usulüne tabi olanlar dahil adli ve idari davalar ile icra dairelerinde idarelerin vekili sıfatıyla hukuk birimi amirleri, muhakemat müdürleri, hukuk müşavirleri ve avukatlar tarafından yapılan takip ve duruşmalar için, bu davaların idareler lehine neticelenmesi halinde, bunlar tarafından temsil ve takip edilen dava ve işlerde ilgili mevzuata göre hükmedilmesi gereken tutar üzerinden idareler lehine vekalet ücreti takdir edilir.”
18. 21/12/2011 tarihli ve 28149 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 2012 yılı Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi'nin (AAÜT) 10. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
"(1) Manevi tazminat davalarında avukatlık ücreti, hüküm altına alınan miktar üzerinden Tarifenin üçüncü kısmına göre belirlenir.
(3) Bu davaların tamamının reddi durumunda avukatlık ücreti, Tarifenin ikinci kısmının ikinci bölümüne göre hükmolunur.
(4) Manevi tazminat davasının, maddi tazminat veya parayla değerlendirilmesi mümkün diğer taleplerle birlikte açılması durumunda; manevi tazminat açısından vekalet ücreti ayrı bir kalem olarak hükmedilir."
19. 2012 yılı AAÜT'nin 12. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tarifenin ikinci kısmının ikinci bölümünde gösterilen hukuki yardımların konusu para veya para ile değerlendirilebiliyor ise avukatlık ücreti, (yedinci maddenin ikinci fıkrası, dokuzuncu maddenin birinci fıkrasının son cümlesi ile onuncu maddenin son fıkrası hükümleri saklı kalmak kaydıyla,) Tarifenin üçüncü kısmına göre belirlenir.”
20. 2012 yılı AAÜT'nin ikinci kısmının ikinci bölümünün ilgili kısmı şöyledir:
“İdare ve Vergi Mahkemelerinde takip edilen davalar için
a) Duruşmasız ise 600,00 TL
b) Duruşmalı ise 1.200,00 TL"
21. 2012 yılı AAÜT'nin üçüncü kısmının ilgili bölümü şöyledir:
“Yargı Yerleri ile İcra ve İflas Dairelerinde Yapılan ve Konusu Para Olan veya Para ile Değerlendirilebilen Hukuki Yardımlara Ödenecek Ücret
1. İlk 25.000,00 TL için % 12
2. Sonra gelen 35.000,00 TL için % 11”
V. İNCELEME VE GEREKÇE
22. Mahkemenin 27/11/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. 6100 Sayılı Kanun'un 323. Maddesinin 1. Fıkrasının (ğ) Bendi ile 1136 Sayılı Kanun'un 164. Maddesinin İptal Edilmesi Gerektiğine ve Anayasa'ya Aykırılık İddiasının Temyiz Mercince Karşılanmadığına İlişkin İddialar
1. Başvurucunun İddiaları
23. Başvurucu; 6100 sayılı Kanun'un 323. maddesinin 1. fıkrasının (ğ) bendi ile 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun 164. maddesinin Anayasa'ya aykırı olduğunu iddia ederek iptalini talep etmiştir. Başvurucu ayrıca, temyiz dilekçesinin "Temyiz Nedenleri" başlıklı 3. bölümünün 4. maddesinde avukat vekâlet ücretlerinin hukuki olmadığı ve hususa dayanak teşkil eden yasa maddelerinin Anayasa'ya aykırı olduğu iddiasının mahkemece ciddiye alınmadığını, bu konuda görüş bildirilmediğini ve bu hususa gerekçede yer verilmediğini iddia etmiştir.
2. Değerlendirme
24. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 45. maddesinin (3) numaralı fıkrasında yasama işlemleri ile düzenleyici idari işlemlerin doğrudan bireysel başvuru konusu yapılamayacağı düzenlenmiştir. Bir yasama işleminin temel hak ve özgürlüğün ihlaline neden olması durumunda doğrudan yasama işlemi aleyhine değil ancak yasama işleminin uygulanması mahiyetindeki işlem, eylem ve ihmallere karşı bireysel başvuru yapılabilir (Süleyman Erte, B. No: 2013/469, 16/4/2013, § 17; Serkan Acar, B. No: 2013/1613, 2/10/2013, § 37).
25. Somut olayda başvurucu, yasama işlemlerinin Anayasa'ya aykırı olduğu ve iptal edilmesi gerektiği iddiasıyla bireysel başvuruda bulunmuştur. Bireysel başvuru kapsamında yasama işlemlerinin doğrudan ve soyut olarak Anayasa'ya aykırı olduğu iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvuru yapılamaz.
26. Diğer taraftan, bir hükmün Anayasa'ya aykırı olduğu gerekçesiyle Anayasa Mahkemesine başvuruda bulunma hakkı derece mahkemelerine tanınmış mutlak bir haktır ve taraflarca bu konuda ileri sürülen iddiaları değerlendirme ve gerekçelendirme yine derece mahkemelerinin yetkisi dâhilindedir.
27. Başvuru konusu olayda, medeni hak ve yükümlülükler ile ilgili olmayan ve kanunların Anayasa'ya aykırı olduğu iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvuru talebi hakkında mahkeme kararında gerekçeye yer verilmediğine yönelik ihlal iddialarının adil yargılanma hakkının kapsamına girmediği anlaşılmaktadır.
28. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin konu bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Kişinin Maddi ve Manevi Varlığını Koruma ve Geliştirme Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
29. Başvurucu; hakkında tesis edilen atama işlemleri nedeniyle aile bütünlüğünün bozulduğunu, ailesine karşı görev ve sorumluluklarını yerine getirmesinin engellendiğini, Tekirdağ'daki görevi sırasında kendisine şehir dışına çıkma izni verilmediğini, sürgün şeklinde atamalar nedeniyle maddi ve manevi varlığına zarar verildiğini, davasının haksız olarak reddedildiğini belirterek Anayasa'nın 17., 23., 36. ve 41. maddelerinde güvence altına alınan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
30. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Bu sebeple başvurucunun atama işlemleri nedeniyle çalışma ve aile hayatının olumsuz etkilendiğinden bahisle Anayasa'nın 23., 36. ve 41. maddelerinin ihlal edildiğine ilişkin şikâyetlerinin mahiyeti gereği bir bütün olarak Anayasa'nın 17. maddesi yönünden incelenmesi uygun görülmüştür.
31. Anayasa'nın 17. maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:
"Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.
Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz."
32. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "İşkence yasağı" kenar başlıklı 3. maddesi şöyledir:
"Hiç kimseye işkence veya insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele veya ceza uygulanamaz."
33. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu belirtilmekte olup bu düzenlemede yer verilen maddi ve manevi varlığı koruma ve geliştirme hakkı, Sözleşme'nin 8. maddesi çerçevesinde özel yaşama saygı hakkı kapsamında güvence altına alınan fiziksel ve zihinsel bütünlük hakkı ile bireyin kendisini gerçekleştirme ve kendisine ilişkin kararlar alabilme hakkına karşılık gelmektedir (Sevim Akat Eşki, B. No: 2013/2187, 19/12/2013, § 30).
34. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında ise kimseye işkence, eziyet yapılamayacağı ve kimsenin insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele ve cezaya tabi tutulamayacağı düzenlenmiş olup hüküm Sözleşme’nin 3. maddesi kapsamında güvence altına alınmış olan hukuksal çıkarları kapsamaktadır. Belirtilen düzenlemede yer alan ifadeler arasında bir yoğunluk farkı bulunmakta olup kişinin maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne en ağır şekilde zarar veren muamelelerin işkence, bu seviyeye varmayan fakat yine de vücutta zarar ya da yoğun fiziksel veya ruhsal ızdırap veren insanlık dışı muamelelerin eziyet, küçük düşürücü ve alçaltıcı nitelikteki daha hafif muamelelerin ise insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele veya ceza olarak belirlenmesi mümkündür (Tahir Canan, § 22).
35. Ancak bir eylemin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının kapsamına girebilmesi için asgari bir ağırlık düzeyine ulaşmış olması gerekir. Bu asgari eşiğin aşılıp aşılmadığının belirlenmesinde her somut olayın özellikleri dikkate alınarak bir değerlendirme yapılması esastır. Bu bağlamda muamelenin süresi, fiziksel ve manevi etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler önem taşımaktadır (Tahir Canan, § 23). Somut olaydaki veriler ışığında belirtilen ağırlık eşiğinin altında kalan muamele ve eylemlerin ise diğer haklar kapsamında değerlendirilmesi mümkündür.
36. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadında da başvuru konusu iddiaların Sözleşme'nin 3. maddesinin güvence kapsamında yer alması için minimum bir ağırlığa varması gerektiği kabul edilmekte; acımasız, insanlık dışı veya küçük düşürücü muamele veya cezanın ağır ve kasıt içeren şekli olarak kabul edilen işkencenin şiddetli acı veya eziyet uygulanması, acının kasıtlı olarak uygulanması ve bilgi almak, cezalandırmak veya korkutmak gibi amaçlı bir muameleyi içermesi gerektiği benimsenmektedir. Önceden tasarlanarak saatlerce uygulanan ve gerçek yaralar, en azından ağır fiziki ve ruhsal acılar çektiren muameleler ise insanlık dışı muamele olarak değerlendirilmektedir. Küçük düşürücü muamelenin ise mağdurlarda korku ve aşağılık duygusu oluşturan, küçük düşürücü ve alçaltıcı nitelikte olan muameleleri ifade ettiği kabul edilmekte ancak söz konusu muamelenin amacının ilgili kişiyi küçük düşürmek veya alçaltmak olup olmadığı ve sonuçları itibarıyla mağdurun kişiliğini Sözleşme'nin 3. maddesi ile uyuşmayan bir olumsuzlukta etkileyip etkilemediği üzerinde durulmaktadır (Işıl Yaykır, B. No: 2013/2284, 15/4/2014, § 34).
37. Yukarıda yer verilen tespitlerden de anlaşılacağı üzere doğası gereği cezaların veya menfi hareket ve eylemler ile olumsuz hayat deneyimlerinin kişinin fiziki ve ruhsal değerlerini etkilemesi ve kişide stres, üzüntü ve sair menfi tezahürlere yol açması, bu etkileri açısından özellikle küçük düşürücü muamele kavramını çağrıştırması mümkün olmakla birlikte belirtilen eylemlerin Sözleşme'nin 3. maddesi anlamında işkence, insanlık dışı veya küçük düşürücü muamele ve bu kavramların Anayasa'nın 17. maddesinde yer verilen muadilleri olan işkence, eziyet veya haysiyetle bağdaşmayan muamele veya ceza olarak nitelendirilebilmesi için mağdurun subjektif niteliklerinin yanı sıra muamelenin uygulanış şekli ve yöntemi ile özellikle meydana getirdiği fiziksel ve ruhsal etkiler açısından önemli bir ağırlığa ulaşmış olması gerekmektedir (Işıl Yaykır, § 35).
38. Somut olayda başvurucu, İstanbul Defterdarlığında vergi denetmeni olarak görev yapmaktayken 5/8/2003 tarihli Bakanlık Olur'u ile Tekirdağ'a atanmış; bu işleme karşı açtığı davada yürütmenin durdurulmasına karar verilmesi üzerine 6/4/2004 tarihinde başvurucunun ataması tekrar İstanbul'a yapılmıştır. Ardından 30/7/2005 tarihli onay ile başvurucunun ataması bu kez Eskişehir'e yapılmış, başvurucu tarafından bu atama işlemine karşı herhangi bir dava açılmamış ve 7/9/2005 tarihinde kendi isteğiyle emekli olma talebinde bulunarak 17/10/2005 tarihinde görevinden ayrılmıştır.
39. Başvurucunun İstanbul'dan Tekirdağ'a atanması işleminin iptaline yönelik İstanbul 4. İdare Mahkemesinin 9/12/2004 tarihli kararının gerekçesinde; başvurucunun 1. hizmet bölgesi olan İstanbul'da yedi yıllık hizmet süresini tamamladığından mevzuat gereğince yer değiştirme suretiyle atamasının yapılabileceği ancak bu atama işleminde 22/9/2000 tarihli ve 24178 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Maliye Bakanlığı Personelinin Yer Değiştirme Suretiyle Atanmalarına İlişkin Yönetmelik hükümleri uyarınca dikkate alınması gereken eş durumu mazeretinin dikkate alınmaması nedeniyle işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı belirtilerek dava konusu işlemin iptaline karar verilmiştir.
40. Başvuru konusu olaya bakıldığında başvurucu hakkında tesis edilen işlemin idarenin olağan işleyişi içinde tesis edilmiş bir atama işlemi olduğu, mahkemece verilen yürütmenin durdurulması kararı üzerine işlemin geciktirilmeksizin geri alındığı, yaklaşık on altı ay sonra başvurucunun bu kez Eskişehir'e atandığı ve ardından başvurucunun kendi isteğiyle emekli olduğu anlaşılmıştır.
41. Dolayısıyla idarenin olağan işleyişi içinde tesis edilmiş ve mahkemenin yürütmenin durdurulması kararı üzerine geciktirilmeksizin geri alınmış işlemin başvurucuya etkisinin çalışma ve aile hayatında zarar ortaya çıkaran boyutta olmadığı ve yaşamına etkisi bakımından çekilmez bir ağırlık ve yoğunluk derecesine ulaşmadığı değerlendirilmiştir. Ayrıca tam yargı davasını reddeden Mahkemenin 31/5/2012 tarihli gerekçeli kararında da, müdahalelerin başvurucunun maddi ve manevi varlığı üzerindeki etkilerinin tartışıldığı ve derece mahkemesinin gerekçesinin bu yönde ilgili ve yeterli şekilde oluşturduğu kanaatine varılmıştır.
42. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
C. Mahkemeye Erişim Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
43.Başvurucu; vekâlet ücretinin dava gideri olarak takdir edilmesi nedeniyle hak arama özgürlüğünün kısıtlandığını, yargı yollarının etkisizleştirildiğini ve işlevsizleştirildiğini belirtmiştir.
44. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, § 16). Başvurucunun iddiasının adil yargılanma hakkının güvenceleri arasında yer alan mahkemeye erişim hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
45. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
a. Kabul Edilebilirlik Yönünden
46. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Hakkın Kapsamı ve Müdahalenin Varlığı
47. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir unsurudur. Diğer yandan Anayasa'nın 36. maddesine adil yargılanma ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılanma hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Sözleşme'yi yorumlayan AİHM, Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının mahkemeye erişim hakkını içerdiğini belirtmektedir (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur. San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No:2014/13156, 20/4/2017,§ 34).
48. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, bir temel hak olmanın yanında diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmayı ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir. Bu bakımdan davanın bir mahkeme tarafından görülebilmesi ve kişinin adil yargılanma hakkı kapsamına giren güvencelerden faydalanabilmesi için ilk olarak kişiye iddialarını ortaya koyma imkânının tanınması gerekir. Diğer bir ifadeyle dava yoksa adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelerden yararlanmak mümkün olmaz (Mohammed Aynosah, B. No: 2013/8896, 23/2/2016, § 33).
49. Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru kapsamında yaptığı değerlendirmelerde mahkemeye erişim hakkının bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına geldiğini ifade etmiştir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52).
50. Başvurucuya konu davada İstanbul 2. İdare Mahkemesi tarafından başvurucu aleyhine 6.350 TL nispi vekâlet ücretine hükmedilmesinin başvurucunun mahkemeye erişim hakkına müdahale olduğu açıktır.
ii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
51. Adil yargılanma hakkının görünümlerinden biri olan mahkemeye erişim hakkı, mutlak bir hak olmayıp bu hakkın sınırlandırılması mümkündür. Ancak mahkemeye erişim hakkına müdahalede bulunulurken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin gözönünde bulundurulması gerekmektedir (Hüseyin Karaca, B. No: 2015/6160, 19/9/2018, § 38).
52. Anayasa'nın 13. maddesi şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."
53. Yukarıda anılan müdahale Anayasa'nın 13. maddesinde belirtilen koşullara uygun olmadığı müddetçe Anayasa'nın 36. maddesini ihlal eder.
54. Bu sebeple müdahalenin Anayasa'nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, haklı bir sebebe dayanma, ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir (Feridun Gülmez, B. No: 2014/11451, 19/7/2017, § 78).
(1) Kanunilik
55. Somut olayda 659 sayılı KHK'nın 14. maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca başvurucu aleyhine vekâlet ücretine hükmedilmiştir. Dolayısıyla müdahalenin kanuni dayanağının bulunduğu anlaşılmaktadır.
(2) Meşru Amaç
56. 659 sayılı KHK ile idarenin taraf olduğu davaların idarenin bünyesinde görev yapan kadrolu hukuk müşavirleri ve avukatlar tarafından takibi öngörülmüş olup davanın reddi hâlinde idare lehine avukatlık ücretine hükmedilmesi düzenleme altına alınmıştır (Feridun Gülmez, § 81).
57. 659 sayılı KHK'nın genel gerekçesinde KHK'nın amacının "hukuk hizmetlerinin, etkili, verimli ve usul ekonomisine uygun bir şekilde yerine getirilmesini sağlamak" olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla idare lehine vekâlet ücretine hükmedilmesinin amacının gereksiz başvuruların önlenerek dava sayısının azaltılması ve böylece kamu kaynaklarının etkili, verimli ve usul ekonomisine uygun bir şekilde kullanılmasının sağlanması olduğu ifade edilebilir. Kamu kaynaklarının etkili, verimli ve usul ekonomisine uygun bir şekilde kullanılmasının teminine yönelik düzenleme yapılması da hukuk devleti ilkesinin bir gereği olup bu sebeple yapılan müdahalenin meşru bir amaca yönelik olduğu anlaşılmıştır (Murat Kara ve diğerleri, B. No: 2014/6042, 9/3/2017, § 70).
(3) Ölçülülük
(a) Genel İlkeler
58. Anayasa'nın 13. maddesi uyarınca hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasında dikkate alınacak ölçütlerden biri olan ölçülülük, hukuk devleti ilkesinden doğmaktadır. Hukuk devletinde hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması istisnai bir yetki olduğundan bu yetki ancak durumun gerektirdiği ölçüde kullanılması koşuluyla haklı bir temele oturabilir. Bireylerin hak ve özgürlüklerinin somut koşulların gerektirdiğinden daha fazla sınırlandırılması, kamu otoritelerine tanınan yetkinin aşılması anlamına geleceğinden hukuk devletiyle bağdaşmaz (AYM, E.2013/95, K.2014/176, 13/11/2014).
59. Taraflardan birinin yargılamadaki başarı oranına göre kazanılan veya kaybedilen değer oranında lehine veya aleyhine mahkeme masraflarının hükmedilmesine yönelik düzenlemeler mahkemeye erişim hakkına müdahale oluşturmakta ise de abartılı, zorlama veya ciddiyetten yoksun talepleri disipline etmeye yönelik orantılı müdahaleler makul görülebilir. Ancak bu sınırlamaların hakkın özüne zarar vermeyecek nitelikte ve kullanılan aracın sınırlama amacı ile orantılı olması, kamu yararının gerekleri ile bireyin hakları arasında kurulmaya çalışılan adil dengeyi bozacak şekilde birey aleyhine katlanılması zor külfetler yüklememiş olması gerekir (Özkan Şen, §§ 61, 62).
60. Bir hukuki uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyan başvurucuların reddedilen dava konusu miktar üzerinden hesaplanan avukatlık ücretini karşı tarafa ödemeye mahkûm edilmeleri ihtimali veya olgusu, belirli dava koşulları çerçevesinde mahkemeye başvurmalarını engelleme ya da mahkemeye başvurmalarını anlamsız kılma riski taşımaktadır. Bu kapsamda davanın özel koşulları çerçevesinde masrafların makullüğü ve orantılılığı, mahkemeye erişim hakkının asgari sınırını teşkil etmektedir (Özkan Şen, § 54).
(b) İlkelerin Olaya Uygulanması
61. Başvuru konusu olayda başvurucu 50.000 TL maddi, 100.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Mahkeme, davayı reddederek başvurucu aleyhine 6.350 TL vekâlet ücretine hükmetmiştir.
62. Başvurucunun tam yargı (tazminat) davasını açtığı tarih itibarıyla yürürlükteki usul hükümlerinde, dava dilekçesinde belirtilen talep konusu miktarın sonradan ıslah yoluyla değiştirilmesini öngören bir düzenleme bulunmamaktadır.
63. Tazminat alacağının miktarı ancak bilirkişi incelemesi ve benzeri araştırmalardan sonra mahkemenin takdir yetkisi çerçevesinde belirlenebilen bir olgudur. Tazminat müessesesinin bu özelliği gereği, hak kazanılan tazminat miktarının dava açılmadan önce tam olarak bilinmesi veya öngörülmesi mümkün değildir. Dava açılması aşamasında karşı karşıya kalınan bu belirsizliğin talep edilen miktarın sonradan düzeltilmesi (ıslah) yoluyla aşılması da değişiklik yapılmadan önceki hâliyle 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu gereği mümkün olmadığından hak kaybına uğramak istemeyen davacının tazminat talebine ilişkin miktarı yüksek tutmaktan başka seçeneğinin olmadığı görülmektedir.
64. Somut olayın koşulları bir bütün hâlinde değerlendirildiğinde başvurucunun dava açtığı sırada ıslah imkânının olmaması nedeniyle hak kaybına uğramamak için talebini yüksek tuttuğu ve yargılama sonucunda davasının reddedilmesi nedeniyle 6.350 TL avukatlık ücretini davalı idareye ödemek zorunda kaldığı görülmüştür. Böylece ıslah imkânı olmaması nedeniyle yüksek tazminat talebinde bulunarak açılan davaya ilişkin yargılama sonucunda başvurucu aleyhine hükmedilen avukatlık ücretinin Anayasa Mahkemesinin emsal kararlarında belirlediği kriterlere göre ölçülü olmadığı saptandığından mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır (benzer yöndeki kararlar için bkz. Galip Kocuk, B. No: 2014/5639, 24/6/2015; Metin Taşdemir, B. No: 2014/6991, 26/2/2015; Lütfi Karaca, B. No: 2013/6808, 4/2/2016).
65. Açıklanan gerekçelerle başvuruya konu müdahale ölçülü olmadığından başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
D. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
66. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
67. Başvurucu, uğradığı zararların tazminini ve yargılamanın yenilenmesine karar verilmesini istemiştir.
68. Mevcut başvuruda Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
69. Başvuru konusu olayda tespit edilen ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması bakımından yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmadığından salt ihlalin tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında takdiren başvurucuya 5.150 TL tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir. Başvurucunun diğer taleplerinin reddi gerekir.
70. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 239,50 TL harçtan oluşan yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. 6100 sayılı Kanun'un 323. maddesinin 1. fıkrasının (ğ) bendi ile 1136 sayılı Kanun'un 164. maddesinin iptal edilmesi gerektiğine ve Anayasa'ya aykırılık iddiasının Temyiz Mercince karşılanmadığına ilişkin iddiaların konu bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya net 5.150 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, diğer taleplerin REDDİNE,
D. 239,50 TL harçtan oluşan yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin bilgi için İstanbul 2. İdare Mahkemesine (E.2011/1363, K.2012/1003) GÖNDERİLMESİNE,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 27/11/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.