TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
MUAMMER ÖZKOCA BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2016/1567)
|
|
Karar Tarihi: 27/11/2019
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Recep
KÖMÜRCÜ
|
Üyeler
|
:
|
Engin
YILDIRIM
|
|
|
Celal Mümtaz
AKINCI
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
|
|
Recai AKYEL
|
Raportör
|
:
|
Selçuk KILIÇ
|
Başvurucu
|
:
|
Muammer
ÖZKOCA
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, tam yargı davasında hukuka aykırı karar verilmesi ve
davalı lehine vekâlet ücretine hükmedilmesi nedenleriyle adil yargılanma
hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 19/1/2016 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirilmesine gerek görülmediğini
belirtmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, İstanbul Defterdarlığında vergi denetmeni olarak
görev yapmaktayken 5/8/2003 tarihli Bakanlık Olur'u ile Tekirdağ'a atanmıştır.
Bu işlemin iptali istemiyle açılan davada İstanbul 4. İdare Mahkemesinin
31/12/2003 tarihli kararı ile işlemin yürütmesinin durdurulmasına ve 9/12/2004
tarihli kararıyla da dava konusu işlemin iptaline karar verilmiş, söz konusu
karar Danıştay Beşinci Dairesinin 11/12/2007 tarihli kararı ile onanmış ve
kararın düzeltilmesi istemi de aynı Dairenin 26/6/2009 tarihli kararı ile
reddedilmiştir.
9. Söz konusu mahkeme kararının uygulanması ile başvurucu
6/4/2004 tarihinde tekrar İstanbul'a atanmış ve ardından bu kez 30/7/2005
tarihli onay ile başvurucunun ataması Eskişehir'e yapılmıştır.
10. Başvurucu 7/9/2005 tarihinde kendi isteğiyle emekli olma
talebinde bulunmuş ve 17/10/2005 tarihinde görevinden ayrılmıştır.
11. Başvurucu; Tekirdağ Defterdarlığına atanmasına yönelik
işlemin mahkeme kararı ile iptal edildiğini, yapılan atama işlemleri
dolayısıyla emekli olmak zorunda bırakıldığını ileri sürerek erken emekli
olması nedeniyle oluşan 50.000 TL maddi ve 100.000 TL manevi zararının tazmini
istemiyle 27/6/2011 tarihinde dava açmıştır.
12. İstanbul 2. İdare Mahkemesinin (Mahkeme) 31/5/2012 tarihli
kararı ile davanın reddine karar verilmiş, ayrıca 26/9/2011 tarihli ve 659
sayılı Genel Bütçe Kapsamındaki Kamu İdareleri ve Özel Bütçeli İdarelerde Hukuk
Hizmetlerinin Yürütülmesine İlişkin Kanun Hükmünde Kararname (659 sayılı KHK)
uyarınca reddedilen tazminat miktarları üzerinden hüküm tarihinde yürürlükte
bulunan tarife uyarınca 6.350,00 TL vekâlet ücretinin başvurucudan alınarak
davalı idareye ödenmesine hükmedilmiştir. Kararın gerekçesinde; idarenin olağan
işleyişi içinde tesis edilen atama işleminin sırf mahkeme kararı ile iptal
edilmesi durumunun tazminat sorumluluğunu doğurmayacağı gibi davacının emekli
olması ile naklen atama işlemi arasında da doğrudan illiyet bağı
kurulamayacağından davacının maddi ve manevi tazminata ilişkin talep ve
gerekçelerinin hukuki dayanağı bulunmadığı ifade edilmiştir.
13. Başvurucu tarafından temyiz edilen karar Danıştay Beşinci
Dairesinin 11/12/2014 tarihli kararıyla onanmış, karar düzeltme istemi de aynı
Dairenin 1/10/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir.
14. Nihai karar başvurucuya 22/12/2015 tarihinde tebliğ
edilmiştir.
15. Başvurucu 19/1/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
16. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakameleri
Kanunu’nun 323. maddesinin ilgili bölümü şöyledir:
“(1)
Yargılama giderleri şunlardır:
...
ğ) Vekille takip edilen davalarda kanun gereğince takdir olunacak
vekâlet ücreti.
...”
17. 659 sayılı KHK'nın “Davalardaki
temsilin niteliği ve vekalet ücretine hükmedilmesi ve dağıtımı” kenar
başlıklı 14. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“(1)
Tahkim usulüne tabi olanlar dahil adli ve idari davalar ile icra dairelerinde
idarelerin vekili sıfatıyla hukuk birimi amirleri, muhakemat
müdürleri, hukuk müşavirleri ve avukatlar tarafından yapılan takip ve
duruşmalar için, bu davaların idareler lehine neticelenmesi halinde, bunlar
tarafından temsil ve takip edilen dava ve işlerde ilgili mevzuata göre
hükmedilmesi gereken tutar üzerinden idareler lehine vekalet ücreti takdir
edilir.”
18. 21/12/2011 tarihli ve 28149 sayılı Resmî Gazete’de
yayımlanan 2012 yılı Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi'nin
(AAÜT) 10. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
"(1) Manevi tazminat davalarında
avukatlık ücreti, hüküm altına alınan miktar üzerinden Tarifenin üçüncü kısmına
göre belirlenir.
...
(3) Bu
davaların tamamının reddi durumunda avukatlık ücreti, Tarifenin ikinci kısmının
ikinci bölümüne göre hükmolunur.
(4)
Manevi tazminat davasının, maddi tazminat veya parayla değerlendirilmesi mümkün
diğer taleplerle birlikte açılması durumunda; manevi tazminat açısından vekalet
ücreti ayrı bir kalem olarak hükmedilir."
19. 2012 yılı AAÜT'nin 12. maddesinin
(1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tarifenin
ikinci kısmının ikinci bölümünde gösterilen hukuki yardımların konusu para veya
para ile değerlendirilebiliyor ise avukatlık ücreti, (yedinci maddenin ikinci
fıkrası, dokuzuncu maddenin birinci fıkrasının son cümlesi ile onuncu maddenin
son fıkrası hükümleri saklı kalmak kaydıyla,) Tarifenin üçüncü kısmına göre
belirlenir.”
20. 2012 yılı AAÜT'nin ikinci kısmının
ikinci bölümünün ilgili kısmı şöyledir:
“İdare
ve Vergi Mahkemelerinde takip edilen davalar için
a) Duruşmasız ise 600,00
TL
b) Duruşmalı ise 1.200,00
TL"
21. 2012 yılı AAÜT'nin üçüncü kısmının
ilgili bölümü şöyledir:
“Yargı
Yerleri ile İcra ve İflas Dairelerinde Yapılan ve Konusu Para Olan veya Para
ile Değerlendirilebilen Hukuki Yardımlara Ödenecek Ücret
1. İlk 25.000,00 TL için % 12
2. Sonra gelen 35.000,00
TL için % 11”
V. İNCELEME VE GEREKÇE
22. Mahkemenin 27/11/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. 6100 Sayılı Kanun'un
323. Maddesinin 1. Fıkrasının (ğ) Bendi ile 1136 Sayılı Kanun'un 164.
Maddesinin İptal Edilmesi Gerektiğine ve Anayasa'ya Aykırılık İddiasının Temyiz
Mercince Karşılanmadığına İlişkin İddialar
1. Başvurucunun İddiaları
23. Başvurucu; 6100 sayılı Kanun'un 323. maddesinin 1.
fıkrasının (ğ) bendi ile 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun
164. maddesinin Anayasa'ya aykırı olduğunu iddia ederek iptalini talep
etmiştir. Başvurucu ayrıca, temyiz dilekçesinin "Temyiz Nedenleri" başlıklı 3.
bölümünün 4. maddesinde avukat vekâlet ücretlerinin hukuki olmadığı ve hususa
dayanak teşkil eden yasa maddelerinin Anayasa'ya aykırı olduğu iddiasının
mahkemece ciddiye alınmadığını, bu konuda görüş bildirilmediğini ve bu hususa
gerekçede yer verilmediğini iddia etmiştir.
2. Değerlendirme
24. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 45. maddesinin (3) numaralı
fıkrasında yasama işlemleri ile düzenleyici idari işlemlerin doğrudan bireysel
başvuru konusu yapılamayacağı düzenlenmiştir. Bir yasama işleminin temel hak ve
özgürlüğün ihlaline neden olması durumunda doğrudan yasama işlemi aleyhine
değil ancak yasama işleminin uygulanması mahiyetindeki işlem, eylem ve
ihmallere karşı bireysel başvuru yapılabilir (Süleyman
Erte, B. No: 2013/469, 16/4/2013, § 17; Serkan Acar, B. No: 2013/1613, 2/10/2013, § 37).
25. Somut olayda başvurucu, yasama işlemlerinin Anayasa'ya
aykırı olduğu ve iptal edilmesi gerektiği iddiasıyla bireysel başvuruda
bulunmuştur. Bireysel başvuru kapsamında yasama işlemlerinin doğrudan ve soyut
olarak Anayasa'ya aykırı olduğu iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvuru
yapılamaz.
26. Diğer taraftan, bir hükmün Anayasa'ya aykırı olduğu
gerekçesiyle Anayasa Mahkemesine başvuruda bulunma hakkı derece mahkemelerine
tanınmış mutlak bir haktır ve taraflarca bu konuda ileri sürülen iddiaları
değerlendirme ve gerekçelendirme yine derece mahkemelerinin yetkisi
dâhilindedir.
27. Başvuru konusu olayda, medeni hak ve yükümlülükler ile
ilgili olmayan ve kanunların Anayasa'ya aykırı olduğu iddiasıyla Anayasa
Mahkemesine başvuru talebi hakkında mahkeme kararında gerekçeye yer
verilmediğine yönelik ihlal iddialarının adil yargılanma hakkının kapsamına
girmediği anlaşılmaktadır.
28. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin konu bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Kişinin Maddi ve Manevi Varlığını Koruma ve
Geliştirme Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
29. Başvurucu; hakkında tesis edilen atama işlemleri nedeniyle
aile bütünlüğünün bozulduğunu, ailesine karşı görev ve sorumluluklarını yerine
getirmesinin engellendiğini, Tekirdağ'daki görevi sırasında kendisine şehir
dışına çıkma izni verilmediğini, sürgün şeklinde atamalar nedeniyle maddi ve
manevi varlığına zarar verildiğini, davasının haksız olarak reddedildiğini
belirterek Anayasa'nın 17., 23., 36. ve 41. maddelerinde güvence altına alınan
haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
30. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Bu sebeple başvurucunun atama işlemleri
nedeniyle çalışma ve aile hayatının olumsuz etkilendiğinden bahisle Anayasa'nın
23., 36. ve 41. maddelerinin ihlal edildiğine ilişkin şikâyetlerinin mahiyeti
gereği bir bütün olarak Anayasa'nın 17. maddesi yönünden incelenmesi uygun
görülmüştür.
31. Anayasa'nın 17. maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları
şöyledir:
"Herkes, yaşama, maddi ve manevi
varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.
...
Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse
insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz."
32. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "İşkence yasağı" kenar başlıklı
3. maddesi şöyledir:
"Hiç kimseye işkence veya insanlık dışı
ya da aşağılayıcı muamele veya ceza uygulanamaz."
33. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin
maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu
belirtilmekte olup bu düzenlemede yer verilen maddi ve manevi varlığı koruma ve
geliştirme hakkı, Sözleşme'nin 8. maddesi çerçevesinde özel yaşama saygı hakkı
kapsamında güvence altına alınan fiziksel ve zihinsel bütünlük hakkı ile
bireyin kendisini gerçekleştirme ve kendisine ilişkin kararlar alabilme hakkına
karşılık gelmektedir (Sevim Akat Eşki, B. No: 2013/2187, 19/12/2013, § 30).
34. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında ise kimseye işkence, eziyet
yapılamayacağı ve kimsenin insan
haysiyetiyle bağdaşmayan muamele ve cezaya tabi tutulamayacağı
düzenlenmiş olup hüküm Sözleşme’nin 3. maddesi kapsamında güvence altına
alınmış olan hukuksal çıkarları kapsamaktadır. Belirtilen düzenlemede yer alan
ifadeler arasında bir yoğunluk farkı bulunmakta olup kişinin maddi ve manevi
varlığının bütünlüğüne en ağır şekilde zarar veren muamelelerin işkence, bu seviyeye varmayan fakat yine
de vücutta zarar ya da yoğun fiziksel veya ruhsal ızdırap
veren insanlık dışı muamelelerin eziyet,
küçük düşürücü ve alçaltıcı nitelikteki daha hafif muamelelerin ise insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele
veya ceza olarak belirlenmesi mümkündür (Tahir
Canan, § 22).
35. Ancak bir eylemin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü
fıkrasının kapsamına girebilmesi için asgari bir ağırlık düzeyine ulaşmış
olması gerekir. Bu asgari eşiğin aşılıp aşılmadığının belirlenmesinde her somut
olayın özellikleri dikkate alınarak bir değerlendirme yapılması esastır. Bu
bağlamda muamelenin süresi, fiziksel ve manevi etkileri ile mağdurun cinsiyeti,
yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler önem taşımaktadır (Tahir Canan, § 23). Somut olaydaki veriler
ışığında belirtilen ağırlık eşiğinin altında kalan muamele ve eylemlerin ise
diğer haklar kapsamında değerlendirilmesi mümkündür.
36. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadında da başvuru
konusu iddiaların Sözleşme'nin 3. maddesinin güvence kapsamında yer alması için
minimum bir ağırlığa varması gerektiği kabul edilmekte; acımasız, insanlık dışı
veya küçük düşürücü muamele veya cezanın ağır ve kasıt içeren şekli olarak
kabul edilen işkencenin şiddetli acı veya eziyet uygulanması, acının kasıtlı
olarak uygulanması ve bilgi almak, cezalandırmak veya korkutmak gibi amaçlı bir
muameleyi içermesi gerektiği benimsenmektedir. Önceden tasarlanarak saatlerce
uygulanan ve gerçek yaralar, en azından ağır fiziki ve ruhsal acılar çektiren
muameleler ise insanlık dışı muamele olarak değerlendirilmektedir. Küçük
düşürücü muamelenin ise mağdurlarda korku ve aşağılık duygusu oluşturan, küçük
düşürücü ve alçaltıcı nitelikte olan muameleleri ifade ettiği kabul edilmekte
ancak söz konusu muamelenin amacının ilgili kişiyi küçük düşürmek veya
alçaltmak olup olmadığı ve sonuçları itibarıyla mağdurun kişiliğini
Sözleşme'nin 3. maddesi ile uyuşmayan bir olumsuzlukta etkileyip etkilemediği
üzerinde durulmaktadır (Işıl Yaykır, B. No: 2013/2284, 15/4/2014, § 34).
37. Yukarıda yer verilen tespitlerden de anlaşılacağı üzere
doğası gereği cezaların veya menfi hareket ve eylemler ile olumsuz hayat
deneyimlerinin kişinin fiziki ve ruhsal değerlerini etkilemesi ve kişide stres,
üzüntü ve sair menfi tezahürlere yol açması, bu etkileri açısından özellikle
küçük düşürücü muamele kavramını çağrıştırması mümkün olmakla birlikte
belirtilen eylemlerin Sözleşme'nin 3. maddesi anlamında işkence, insanlık dışı
veya küçük düşürücü muamele ve bu kavramların Anayasa'nın 17. maddesinde yer
verilen muadilleri olan işkence, eziyet veya haysiyetle bağdaşmayan muamele
veya ceza olarak nitelendirilebilmesi için mağdurun subjektif
niteliklerinin yanı sıra muamelenin uygulanış şekli ve yöntemi ile özellikle
meydana getirdiği fiziksel ve ruhsal etkiler açısından önemli bir ağırlığa
ulaşmış olması gerekmektedir (Işıl Yaykır, § 35).
38. Somut olayda başvurucu, İstanbul Defterdarlığında vergi
denetmeni olarak görev yapmaktayken 5/8/2003 tarihli Bakanlık Olur'u ile
Tekirdağ'a atanmış; bu işleme karşı açtığı davada yürütmenin durdurulmasına
karar verilmesi üzerine 6/4/2004 tarihinde başvurucunun ataması tekrar
İstanbul'a yapılmıştır. Ardından 30/7/2005 tarihli onay ile başvurucunun
ataması bu kez Eskişehir'e yapılmış, başvurucu tarafından bu atama işlemine
karşı herhangi bir dava açılmamış ve 7/9/2005 tarihinde kendi isteğiyle emekli
olma talebinde bulunarak 17/10/2005 tarihinde görevinden ayrılmıştır.
39. Başvurucunun İstanbul'dan Tekirdağ'a atanması işleminin
iptaline yönelik İstanbul 4. İdare Mahkemesinin 9/12/2004 tarihli kararının
gerekçesinde; başvurucunun 1. hizmet bölgesi olan İstanbul'da yedi yıllık
hizmet süresini tamamladığından mevzuat gereğince yer değiştirme suretiyle
atamasının yapılabileceği ancak bu atama işleminde 22/9/2000 tarihli ve 24178
sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren
Maliye Bakanlığı Personelinin Yer Değiştirme Suretiyle Atanmalarına İlişkin
Yönetmelik hükümleri uyarınca dikkate alınması gereken eş durumu mazeretinin
dikkate alınmaması nedeniyle işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı belirtilerek
dava konusu işlemin iptaline karar verilmiştir.
40. Başvuru konusu olaya bakıldığında başvurucu hakkında tesis
edilen işlemin idarenin olağan işleyişi içinde tesis edilmiş bir atama işlemi
olduğu, mahkemece verilen yürütmenin durdurulması kararı üzerine işlemin
geciktirilmeksizin geri alındığı, yaklaşık on altı ay sonra başvurucunun bu kez
Eskişehir'e atandığı ve ardından başvurucunun kendi isteğiyle emekli olduğu
anlaşılmıştır.
41. Dolayısıyla idarenin olağan işleyişi içinde tesis edilmiş ve
mahkemenin yürütmenin durdurulması kararı üzerine geciktirilmeksizin geri
alınmış işlemin başvurucuya etkisinin çalışma ve aile hayatında zarar ortaya
çıkaran boyutta olmadığı ve yaşamına etkisi bakımından çekilmez bir ağırlık ve
yoğunluk derecesine ulaşmadığı değerlendirilmiştir. Ayrıca tam yargı davasını
reddeden Mahkemenin 31/5/2012 tarihli gerekçeli kararında da,
müdahalelerin başvurucunun maddi ve manevi varlığı üzerindeki etkilerinin
tartışıldığı ve derece mahkemesinin gerekçesinin bu yönde ilgili ve yeterli
şekilde oluşturduğu kanaatine varılmıştır.
42. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
C. Mahkemeye Erişim Hakkının İhlal Edildiğine
İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
43.Başvurucu; vekâlet ücretinin dava gideri olarak takdir
edilmesi nedeniyle hak arama özgürlüğünün kısıtlandığını, yargı yollarının
etkisizleştirildiğini ve işlevsizleştirildiğini belirtmiştir.
2. Değerlendirme
44. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
§ 16). Başvurucunun iddiasının adil yargılanma hakkının güvenceleri arasında
yer alan mahkemeye erişim hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
45. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes,
meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı
veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
a. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
46. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan
mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Hakkın Kapsamı ve
Müdahalenin Varlığı
47. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin yargı
mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma hakkına
sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı, Anayasa’nın
36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir unsurudur.
Diğer yandan Anayasa'nın 36. maddesine adil
yargılanma ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin
taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil
yargılanma hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Sözleşme'yi yorumlayan AİHM, Sözleşme'nin 6. maddesinin (1)
numaralı fıkrasının mahkemeye erişim hakkını içerdiğini belirtmektedir (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur.
San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No:2014/13156, 20/4/2017,§
34).
48. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama
özgürlüğü, bir temel hak olmanın yanında diğer temel hak ve özgürlüklerden
gereken şekilde yararlanılmayı ve bunların korunmasını sağlayan en etkili
güvencelerden biridir. Bu bakımdan davanın bir mahkeme tarafından görülebilmesi
ve kişinin adil yargılanma hakkı kapsamına giren güvencelerden faydalanabilmesi
için ilk olarak kişiye iddialarını ortaya koyma imkânının tanınması gerekir.
Diğer bir ifadeyle dava yoksa adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelerden
yararlanmak mümkün olmaz (Mohammed Aynosah, B. No:
2013/8896, 23/2/2016, § 33).
49. Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru kapsamında yaptığı
değerlendirmelerde mahkemeye erişim hakkının bir uyuşmazlığı mahkeme önüne
taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını
isteyebilmek anlamına geldiğini ifade etmiştir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52).
50. Başvurucuya konu davada İstanbul 2. İdare Mahkemesi
tarafından başvurucu aleyhine 6.350 TL nispi vekâlet ücretine hükmedilmesinin
başvurucunun mahkemeye erişim hakkına müdahale olduğu açıktır.
ii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
51. Adil yargılanma hakkının görünümlerinden biri olan mahkemeye
erişim hakkı, mutlak bir hak olmayıp bu hakkın sınırlandırılması mümkündür.
Ancak mahkemeye erişim hakkına müdahalede bulunulurken temel hak ve
özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın
13. maddesinin gözönünde bulundurulması gerekmektedir
(Hüseyin Karaca, B. No:
2015/6160, 19/9/2018, § 38).
52. Anayasa'nın 13. maddesi şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."
53. Yukarıda anılan müdahale Anayasa'nın 13. maddesinde
belirtilen koşullara uygun olmadığı müddetçe Anayasa'nın 36. maddesini ihlal
eder.
54. Bu sebeple müdahalenin Anayasa'nın 13. maddesinde öngörülen
ve somut başvuruya uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, haklı bir sebebe
dayanma, ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının
belirlenmesi gerekir (Feridun Gülmez, B.
No: 2014/11451, 19/7/2017, § 78).
(1)
Kanunilik
55. Somut olayda 659 sayılı KHK'nın 14. maddesinin (1) numaralı
fıkrası uyarınca başvurucu aleyhine vekâlet ücretine hükmedilmiştir.
Dolayısıyla müdahalenin kanuni dayanağının bulunduğu anlaşılmaktadır.
(2) Meşru Amaç
56. 659 sayılı KHK ile idarenin taraf olduğu davaların idarenin
bünyesinde görev yapan kadrolu hukuk müşavirleri ve avukatlar tarafından takibi
öngörülmüş olup davanın reddi hâlinde idare lehine avukatlık ücretine
hükmedilmesi düzenleme altına alınmıştır (Feridun
Gülmez, § 81).
57. 659 sayılı KHK'nın genel gerekçesinde KHK'nın amacının "hukuk hizmetlerinin, etkili, verimli ve usul
ekonomisine uygun bir şekilde yerine getirilmesini sağlamak"
olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla idare lehine vekâlet ücretine
hükmedilmesinin amacının gereksiz başvuruların önlenerek dava sayısının
azaltılması ve böylece kamu kaynaklarının etkili, verimli ve usul ekonomisine
uygun bir şekilde kullanılmasının sağlanması olduğu ifade edilebilir. Kamu kaynaklarının
etkili, verimli ve usul ekonomisine uygun bir şekilde kullanılmasının teminine
yönelik düzenleme yapılması da hukuk devleti ilkesinin bir gereği olup bu
sebeple yapılan müdahalenin meşru bir amaca yönelik olduğu anlaşılmıştır (Murat Kara ve diğerleri, B. No: 2014/6042,
9/3/2017, § 70).
(3) Ölçülülük
(a) Genel
İlkeler
58. Anayasa'nın 13. maddesi uyarınca hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılmasında dikkate alınacak ölçütlerden biri olan ölçülülük, hukuk
devleti ilkesinden doğmaktadır. Hukuk devletinde hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılması istisnai bir yetki olduğundan bu yetki ancak durumun
gerektirdiği ölçüde kullanılması koşuluyla haklı bir temele oturabilir.
Bireylerin hak ve özgürlüklerinin somut koşulların gerektirdiğinden daha fazla
sınırlandırılması, kamu otoritelerine tanınan yetkinin aşılması anlamına
geleceğinden hukuk devletiyle bağdaşmaz (AYM, E.2013/95, K.2014/176,
13/11/2014).
59. Taraflardan birinin yargılamadaki başarı oranına göre
kazanılan veya kaybedilen değer oranında lehine veya aleyhine mahkeme
masraflarının hükmedilmesine yönelik düzenlemeler mahkemeye erişim hakkına
müdahale oluşturmakta ise de abartılı, zorlama veya ciddiyetten yoksun
talepleri disipline etmeye yönelik orantılı müdahaleler makul görülebilir. Ancak
bu sınırlamaların hakkın özüne zarar vermeyecek nitelikte ve kullanılan aracın
sınırlama amacı ile orantılı olması, kamu yararının gerekleri ile bireyin
hakları arasında kurulmaya çalışılan adil dengeyi bozacak şekilde birey
aleyhine katlanılması zor külfetler yüklememiş olması gerekir (Özkan Şen, §§ 61, 62).
60. Bir hukuki uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyan başvurucuların
reddedilen dava konusu miktar üzerinden hesaplanan avukatlık ücretini karşı
tarafa ödemeye mahkûm edilmeleri ihtimali veya olgusu, belirli dava koşulları
çerçevesinde mahkemeye başvurmalarını engelleme ya da mahkemeye başvurmalarını
anlamsız kılma riski taşımaktadır. Bu kapsamda davanın özel koşulları
çerçevesinde masrafların makullüğü ve orantılılığı, mahkemeye erişim hakkının
asgari sınırını teşkil etmektedir (Özkan Şen,
§ 54).
(b)
İlkelerin Olaya Uygulanması
61. Başvuru konusu olayda başvurucu 50.000 TL maddi, 100.000 TL
manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Mahkeme, davayı reddederek başvurucu
aleyhine 6.350 TL vekâlet ücretine hükmetmiştir.
62. Başvurucunun tam yargı (tazminat) davasını açtığı tarih
itibarıyla yürürlükteki usul hükümlerinde, dava dilekçesinde belirtilen talep
konusu miktarın sonradan ıslah yoluyla değiştirilmesini öngören bir düzenleme
bulunmamaktadır.
63. Tazminat alacağının miktarı ancak bilirkişi incelemesi ve
benzeri araştırmalardan sonra mahkemenin takdir yetkisi çerçevesinde belirlenebilen
bir olgudur. Tazminat müessesesinin bu özelliği gereği, hak kazanılan tazminat
miktarının dava açılmadan önce tam olarak bilinmesi veya öngörülmesi mümkün
değildir. Dava açılması aşamasında karşı karşıya kalınan bu belirsizliğin talep
edilen miktarın sonradan düzeltilmesi (ıslah) yoluyla aşılması da değişiklik
yapılmadan önceki hâliyle 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu gereği mümkün olmadığından hak kaybına uğramak istemeyen davacının
tazminat talebine ilişkin miktarı yüksek tutmaktan başka seçeneğinin olmadığı
görülmektedir.
64. Somut olayın koşulları bir bütün hâlinde
değerlendirildiğinde başvurucunun dava açtığı sırada ıslah imkânının olmaması
nedeniyle hak kaybına uğramamak için talebini yüksek tuttuğu ve yargılama sonucunda
davasının reddedilmesi nedeniyle 6.350 TL avukatlık ücretini davalı idareye
ödemek zorunda kaldığı görülmüştür. Böylece ıslah imkânı olmaması nedeniyle
yüksek tazminat talebinde bulunarak açılan davaya ilişkin yargılama sonucunda
başvurucu aleyhine hükmedilen avukatlık ücretinin Anayasa Mahkemesinin emsal
kararlarında belirlediği kriterlere göre ölçülü olmadığı saptandığından
mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır (benzer yöndeki
kararlar için bkz. Galip Kocuk,
B. No: 2014/5639, 24/6/2015; Metin Taşdemir,
B. No: 2014/6991, 26/2/2015; Lütfi Karaca,
B. No: 2013/6808, 4/2/2016).
65. Açıklanan gerekçelerle başvuruya konu müdahale ölçülü
olmadığından başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan
mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
D. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
66. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı
fıkraları şöyledir:
“(1)
Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da
edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2)
Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve
sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili
mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan
hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava
açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme,
Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
67. Başvurucu, uğradığı zararların tazminini ve yargılamanın
yenilenmesine karar verilmesini istemiştir.
68. Mevcut başvuruda Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına
alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal
edildiği sonucuna varılmıştır.
69. Başvuru konusu olayda tespit edilen ihlalin sonuçlarının
ortadan kaldırılması bakımından yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar
bulunmadığından salt ihlalin tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları
karşılığında takdiren başvurucuya 5.150 TL tazminat ödenmesine karar verilmesi
gerekir. Başvurucunun diğer taleplerinin reddi gerekir.
70. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 239,50 TL harçtan oluşan
yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. 6100 sayılı Kanun'un 323. maddesinin 1. fıkrasının (ğ)
bendi ile 1136 sayılı Kanun'un 164. maddesinin iptal edilmesi gerektiğine ve
Anayasa'ya aykırılık iddiasının Temyiz Mercince
karşılanmadığına ilişkin iddiaların konu
bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın
açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın
KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil
yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya net 5.150 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, diğer taleplerin
REDDİNE,
D. 239,50 TL harçtan oluşan yargılama giderinin BAŞVURUCUYA
ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve
Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına,
ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine
kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin bilgi için İstanbul 2. İdare
Mahkemesine (E.2011/1363, K.2012/1003) GÖNDERİLMESİNE,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
27/11/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.