TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
MEHMET ARSLANTAŞ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2016/15703)
|
|
Karar Tarihi: 28/5/2019
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin
YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Recep
KÖMÜRCÜ
|
|
|
Celal Mümtaz
AKINCI
|
|
|
Muammer
TOPAL
|
|
|
Recai AKYEL
|
Raportör
|
:
|
Umut FIRTINA
|
Başvurucu
|
:
|
Mehmet
ARSLANTAŞ
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, taşınmazın sit alanı ve anıt eser olarak tescil
edilmesine ilişkin idari işlemlerin yargı kararlarıyla iptal edilmesine rağmen
açılan tam yargı davasının reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal
edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 8/9/2016 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin
Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından, başvuruların kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar
özetle şöyledir:
A. Uyuşmazlığın Arka
Planı
8. Başvurucu, Muğla'nın Bodrum ilçesine bağlı Bitez Beldesi'ndeki 21 ada 1287 parsel sayılı taşınmazın
hisseli malikidir.
9. Bu taşınmaz, İzmir 2 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma Kurulunun 26/9/1990 tarihli kararı ile 1. derece doğal sit alanı olarak
belirlenmiştir.
10. Başvurucu 17/4/2000 tarihinde İzmir 2 Numaralı Kültür ve
Tabiat Varlıklarını Koruma Kuruluna başvurarak taşınmazıyla ilgili alınmış
herhangi bir karar olup olmadığını sormuş, aynı günlü işlemle 26/9/1990 tarihli
karar kendisine verilmiştir. Başvurucu bu kez taşınmazı için alınmış olan sit
kararının kaldırılması istemiyle 12/6/2001 tarihinde başvuruda bulunmuş,
başvuru 1/11/2001 tarihli işlemle reddedilmiştir.
B. 1/9/2003 Tarihli
Koruma Bölge Kurulu Kararına Karşı Açılan İptal Davası
11. Başvurucu daha sonra sit kararının tekrar gözden geçirilmesi
istemiyle Muğla Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kuruluna (Koruma
Bölge Kurulu) 1/9/2003 tarihinde başvuruda bulunmuş, talep reddedilmiştir.
12. Başvurucu, Koruma Bölge Kurulunun 1/9/2003 tarihli kararının
iptali istemiyle Kültür ve Turizm Bakanlığı aleyhine Muğla 1. İdare
Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır.
13. Mahkeme 19/4/2004 tarihinde davanın süre aşımı nedeniyle
reddine karar vermiş, bu karar Danıştay Altıncı Dairesince 9/6/2006 tarihinde
onanmıştır.
C. 27/2/2008 Tarihli
Koruma Bölge Kurulu Kararına Karşı Açılan İptal Davası
14. Başvurucu 12/11/2007 tarihinde ise günün şartlarının
değiştiğini belirterek anılan taşınmazın doğal sit alanından çıkarılması
talebiyle Kültür ve Turizm Bakanlığına bir başvuru daha yapmıştır. Koruma Bölge
Kurulu söz konusu parselde 1. derece doğal sit özelliğinin devam ettiği
hususuna vurgu yaparak 27/2/2008 tarihinde başvurunun reddine karar vermiştir.
15. Başvurucu, Koruma Bölge Kurulunun 27/2/2008 tarihli
kararının iptali istemiyle Kültür ve Turizm Bakanlığı aleyhine Mahkeme nezdinde
dava açmıştır.
16. Mahkemece 12/6/2009 tarihinde mahallinde teknik
bilirkişilerle birlikte keşif yapılmıştır. İkisi Peysaj
Mimarlığı Bölümü, biri de Coğrafya Bölümü öğretim üyesi olan üç akademisyenden
oluşan bilirkişi heyetince düzenlenen ve 29/6/2009 tarihinde Mahkemeye sunulan
raporda, bölgenin 1. derece doğal sit alanı tanımına uygun özelliklere sahip
olmadığı ve parselin sit derecesinin değiştirilerek 2. derece doğal sit alanı
kapsamına alınması durumunda doğal sit bütünlüğünün etkilenmeyeceği görüşü
ifade edilmiştir.
17. Mahkeme 28/9/2012 tarihinde bilirkişi raporundaki görüşe
istinaden dava konusu işlemin hukuka aykırı olduğunu belirterek davanın
kabulüne karar vermiş ve idari işlemin iptaline hükmetmiştir.
18. Karar, Danıştay Ondördüncü
Dairesince (Daire) 23/9/2014 tarihinde onanmış, karar düzeltme istemi de aynı
Dairece 3/2/2016 tarihinde reddedilmiştir.
D. 21/9/2008 Tarihli
Koruma Bölge Kurulu Kararına Karşı Açılan İptal Davası
19. Koruma Bölge Kurulu 21/9/2008 tarihinde mezkur
taşınmazda tespit edilen kült alanına ait kaya kütlelerinin anıt eser olarak
tescil edilmesine ve çevresinde 25 metrelik koruma alanı bırakılmasına karar
vermiştir.
20. Başvurucu, Koruma Bölge Kurulunun 21/9/2008 tarihli
kararının iptali istemiyle Kültür ve Turizm Bakanlığı aleyhine aynı Mahkeme
nezdinde bir dava daha açmıştır.
21. Mahkeme 24/6/2010 tarihinde bilirkişi raporundaki görüşe
istinaden taşınmaz üzerinde ve çevresinde arkeolojik bulguya rastlanmadığı ve
kaya kütlelerinin anıt eser olarak değerlendirilemeyeceği gerekçelerine yer
vererek davanın kabulüne karar vermiş ve dava konusu idari işlemin iptaline
hükmetmiştir.
22. Karar, Danıştay Dairesince 27/2/2013 tarihinde onanmıştır.
Bu karara karşı karar düzeltme talebinde bulunulmuş olup dava hâlen derdesttir.
E. Tam Yargı Davası
Süreci
23. Başvurucu bu defa Koruma Bölge Kurulunun 27/2/2008 ve
21/9/2008 tarihli kararlarına ilişkin tesis edilen işlemlerin yargı kararları
ile iptal edildiğinden bahisle maddi ve manevi tazminat talebiyle aynı
Mahkemede 12/9/2012 tarihinde Çevre ve Şehircilik Bakanlığı aleyhine tam yargı
davası açmıştır.
24. Mahkeme 28/9/2012 tarihinde davanın reddine karar vermiştir.
Kararın gerekçesinde, Koruma Bölge Kurulunun anılan kararlarıyla ilgili olarak
iptal kararları verilmiş ise de idari işlemlerin tesis edildikleri anda hukuka
uygunluk karinesinden yararlandığı belirtilmiştir. Mahkeme hukuka aykırılığın
ancak yargı kararlarıyla ortaya konulabileceğini kabul etmekle birlikte
idarelerin hukuka ve mevzuata aykırı bulunarak iptal edilen her işleminin
tazmin sorumluluğu yaratmayacağını ancak açık bir şekilde kişisel husumet veya
siyasi saiklerle işlem tesis edilmesi durumunda
tazmin sorumluluğunun gündeme gelebileceği hususuna vurgu yapmıştır.
25. Diğer taraftan Mahkeme, iptal kararı verilen dava
dosyasındaki bilirkişi raporunda taşınmazın 2. derece doğal sit özelliklerini
gösterdiğinin ortaya konulduğunu, bunun da idarenin başvurucunun iddia ettiği
gibi zarar kastı ile hareket etmediğinin kanıtı olduğunu ifade etmiştir.
Mahkeme başvurucunun mağdur edilmesi ya da doğrudan başvurucuya yönelik ağır
bir durumun varlığından söz edilemeyeceğini belirterek maddi tazminat ödemesini
gerektiren şartların oluşmadığı sonucuna varmıştır. Mahkeme ayrıca, kişilik
haklarına doğrudan bir saldırı ve başvurucunun anılan işlem nedeniyle acı ve
üzüntüye düştüğünden veya şeref ve haysiyetinin incindiğinden söz edilemeyeceği
gerekçesiyle manevi tazminatın da ödenmemesine karar vermiştir.
26. Karar, Dairece 18/2/2016 tarihinde onanmış, karar düzeltme
istemi de aynı Dairenin 12/4/2017 tarihli kararıyla reddedilmiştir.
27. Nihai karar 22/5/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ
edilmiştir.
28. Başvurucu 8/9/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
29. 21/7/1983 tarihli ve 2863 sayılı Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Kanunu'nun “Tanımlar ve
kısaltmalar” kenar başlıklı 3. maddesinin ilgili bölümü şöyledir:
"Kültür varlıkları; tarih öncesi ve
tarihi devirlere ait bilim, kültür, din ve güzel sanatlarla ilgili bulunan veya
tarih öncesi ya da tarihi devirlerde sosyal yaşama konu olmuş bilimsel ve
kültürel açıdan özgün değer taşıyan yer üstünde, yer altında veya su altındaki
bütün taşınır ve taşınmaz varlıklardır.
Sit; tarih öncesinden günümüze kadar gelen
çeşitli medeniyetlerin ürünü olup, yaşadıkları devirlerin sosyal, ekonomik,
mimari ve benzeri özelliklerini yansıtan kent ve kent kalıntıları, kültür
varlıklarının yoğun olarak bulunduğu sosyal yaşama konu olmuş veya önemli
tarihi hadiselerin cereyan ettiği yerler ve tespiti yapılmış tabiat özellikleri
ile korunması gerekli alanlardır.
Doğal (tabii) sit; jeolojik devirlere ait
olup, ender bulunmaları nedeniyle olağanüstü özelliklere sahip yer üstünde, yer
altında veya su altında bulunan korunması gerekli alanlardır"
30. 2863 sayılı Kanun'un “İzinsiz
müdahale ve kullanma yasağı” kenar başlıklı 9. maddesi şöyledir:
"Koruma Yüksek Kurulunun ilke kararları
çerçevesinde koruma bölge kurullarınca alınan kararlara aykırı olarak,
korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları ve koruma alanları ile
sit alanlarında inşaî ve fizikî müdahalede bulunulamaz,
bunlar yeniden kullanıma açılamaz veya kullanımları değiştirilemez. Esaslı
onarım, inşaat, tesisat, sondaj, kısmen veya tamamen yıkma, yakma, kazı veya
benzeri işler inşaî ve fizikî müdahale sayılır."
31. 2863 sayılı Kanun'un “Tespit
ve tescil” kenar başlıklı 7. maddesinin ilgili bölümü şöyledir:
"Korunması gerekli taşınmaz kültür ve
tabiat varlıklarının ve doğal sit alanlarının tespiti, Kültür ve Turizm
Bakanlığının koordinatörlüğünde ilgili ve faaliyetleri etkilenen kurum ve
kuruluşların görüşü alınarak yapılır.
Korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat
varlıkları ile ilgili yapılan tespitler koruma bölge kurulu kararı ile tescil
olunur.
Tespit ve tescil ile ilgili usul ve esaslar
yönetmelikle düzenlenir."
32. 2863 sayılı Kanun'un “Koruma
Bölge Kurullarının görev, yetki ve çalışma şekli” kenar başlıklı 57.
maddesinin ilgili bölümü şöyledir:
"Koruma bölge kurulları, Koruma Yüksek
Kurulunun ilke kararları çerçevesinde olmak kaydıyla aşağıdaki işleri yapmakla
görevli ve yetkilidir.
b) Korunması gerekli kültür varlıklarının
gruplandırılmasını yapmak,
c) Sit alanlarının tescilinden itibaren üç ay
içinde geçiş dönemi yapı şartlarını belirlemek,"
33. 10/12/1987 tarihli ve 19660 sayılı Resmî Gazete'de
yayımlanan Korunması Gerekli Taşınmaz Kültür ve Tabiat Varlıklarının Tespit ve
Tescili Hakkında Yönetmelik'in (Yönetmelik) “Kısaltmalar
ve Tanımlar” kenar başlıklı 3. maddesinin ilgili bölümü şöyledir:
"Tabii sit": ilginç özellik ve
güzelliklere sahip olan ve ender bulunan korunması gerekli alanları ve taşınmaz
tabiat varlıklarını
İfade eder"
34. Yönetmelik'in “Tespitlerde
değerlendirme kıstasları” kenar başlıklı 4. maddesinin ilgili bölümü
şöyledir:
"Taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarından
korunması gereklilerinin tespitinde aşağıdaki hususlar gözönünde
bulundurulur:
j) Tarihi sit'ler
için; yazılı bilgi ve tarihi araştırmalar sonucunda önemli tarihi olayların
cereyan ettiği hususunun sabit olması."
35. 5/1/1999 tarihli ve 658 sayılı Arkeolojik Sitler, Koruma ve
Kullanma Koşulları ile İlgili İlke Kararı'nın ilgili bölümleri şöyledir:
"Arkeolojik Sit: İnsanlığın varoluşundan
günümüze kadar ulaşan eski uygurlıkların yer altında,
yer üstünde ve su altındaki ürünlerini, yaşadıkları devirlerin sosyal, ekonomik
ve kültürel özelliklerini yansıtan her türlü kültür varlığının yer aldığı
yerleşmeler ve alanlardır.
I. Derece Arkeolojik Sit: Korumaya yönelik
bilimsel çalışmalar dışında aynen korunacak sit alanlarıdır."
36. 19/6/2007 tarihli ve 728 sayılı Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulunun Doğal (Tabii) Sitler, Koruma ve Kullanma
Koşulları ile İlgili İlke Kararı'nın (İlke Kararı) ilgili bölümleri şöyledir:
"Doğal (Tabii) Sit: Jeolojik devirlerle,
tarih öncesi ve tarihi devirlere ait olup, ender bulunmaları veya özellikleri
ve güzellikleri bakımından korunması gerekli yer üstünde, yer altında veya su
altında bulunan korunması gerekli alanlardır.
Bu alanlarda yapılacak tespit çalışmalarında,
alanın özelliğine göre ilgili kurum ve kuruluşların görüşlerinin alınması
esastır.
1- I. Derece Doğal (Tabii) Sit: Bilimsel
muhafaza açısından evrensel değeri olan, ilginç özellik ve güzelliklere sahip
olması ve ender bulunması nedeniyle kamu yararı açısından mutlaka korunması
gerekli olan, korumaya yönelik bilimsel çalışmalar dışında aynen korunacak
alanlardır.
Bu alanlarda, bitki örtüsü, topografya, silüet etkisini bozabilecek, tahribata yönelik hiçbir
eylemde bulunulamayacağına, ancak;
a) Kesin yapı yasağı olmakla birlikte, resmi
ve özel kuruluşlarca zorunlu olan alanlarda, teknik altyapı hizmetleri
(kanalizasyon, açık otopark, telesiyej, teleferik, içme suyu, enerji nakil
hattı, telefon hattı, doğalgaz hattı, GSM baz istasyonu ve benzeri)
uygulamalarının koruma bölge kurulunun uygun göreceği şekliyle
yapılabileceğine;
...
b) 1/25.000 ölçekli Çevre Düzeni Planı veya
1/5000 ölçekli Nazım İmar Planı doğrultusunda hazırlanacak projesine göre
ilgili koruma kurulundan izin almak koşulu ile halka açık rekreasyon amaçlı
günübirlik tesisler (lokanta, büfe, kafeterya, soyunma kabinleri, wc, gezi yolu, açık otopark ve benzeri) ile alanın ve
çevrenin özelliklerinden kaynaklanan faaliyetlerin korunması ve geliştirilmesi
amacına yönelik yapıların (iskele, balıkçı barınağı, bekçi kulübesi ve benzeri)
yapılabileceğine,
c) Alanın doğal bitki dokusunu değiştirmeden
Orman Genel Müdürlüğünün ilgili biriminden alınacak uygun görüş doğrultusunda
koruma kurulunca ağaçlandırmaya izin verilebileceğine,
ç) Kar ve rüzgar devrikleri, doğal afetlerden etkilenmiş, hastalanmış
veya kıymet ağacı olmayan ağaçlar ile ormanların bakımı ve doğal dengenin
korunmasını sağlamak amacıyla Orman Genel Müdürlüğünün ilgili biriminden
alınacak teknik rapor doğrultusunda ağaç kesimine koruma kurulunca izin
verilebileceğine,
d) Orman alanlarında yangın için gerekli
koruma önlemlerinin ilgili kuruluşlarca alınmasına,
e) Taş, toprak, kum alınmamasına, kireç, taş,
tuğla, mermer, kum, maden vb. ocakların açılmamasına, toprak, curuf, çöp, sanayi atığı ve benzeri malzemenin dökülmemesine,
ancak sit kararı ilanından önce ruhsat almış olan işletmelerde sahanın rehabilite edilerek yasal süresi içinde işlerinin
tasfiyesine,
f) Doğal dengenin devamlılığının sağlanması
amacıyla ilgili kamu kurum ve kuruluşlarının görüşleri doğrultusunda alanın
özelliğinden kaynaklanan faaliyetlerin koruma kurulu izni doğrultusunda
sürdürülebileceğine,
g) Bu alanların korunmasını sağlamak amacına
yönelik, hertürlü bilgi verici uyarı levhalarının
konulmasına, bu alanlardaki koruma önlemlerinin ilgili kuruluş ve yerel
yönetimlerce alınmasına,
ğ) Mevcut tescilli ve tescilsiz yapıların bakım ve onarımlarının
yürürlükteki ilke kararları doğrultusunda yapılabileceğine,
2 – II. Derece Doğal (Tabii) Sit: Doğal
yapının korunması ve geliştirilmesi yanında kamu yararı gözönüne
alınarak kullanıma açılabilecek alanlardır.
Bu alanlarda, turizm yatırım ve turizm işletme
belgeli turistik tesisler ile hizmete yönelik yapılar dışında herhangi bir
yapılaşmaya gidilemeyeceğine,
a) Kullanıma açılacak bölgelerde geçici dönem
yapılanma koşullarının ilgili kurumların görüşleri alınarak Koruma Kurullarınca
belirlenmesine, bu belirlemede varsa çevre düzeni planı veya nazım plan
kararları ile arazinin topografya, peyzaj, silüet vb.
karakteristiklerinin gözönünde tutulmasına, ancak
hazırlanacak Koruma Amaçlı İmar Planı kriterlerini etkileyebilecek nitelik ve
yoğunluktaki uygulamalara Koruma Amaçlı İmar Planı yaptırılmadan izin
verilemeyeceğine,
b) Taş, toprak, kum alınmamasına, kireç, taş,
tuğla, mermer, kum, maden vb. ocakların açılmamasına, toprak, curuf, çöp, sanayi artığı ve benzeri malzemenin
dökülmemesine, ancak sit kararı ilanından önce ruhsat almış olan işletmelerde
sahanın rehabilite edilerek yasal süresi içinde
işlerinin tasfiyesine,
c) Doğal dengenin devamlılığının sağlanması
amacıyla ilgili kamu kurum ve kuruluşlarının görüşleri doğrultusunda alanın
özelliğinden kaynaklanan faaliyetlerin Koruma Kurulu izni doğrultusunda
sürdürülebileceğine,
ç) Mevcut tarımsal ve hayvancılık faaliyetlerinin sürdürülebilmesinin yanısıra, koruma kurulundan izin almak koşuluyla yeni
tarımsal ve hayvancılık faaliyetlerinin yapılabileceğine,
...
karar verildi"
B. Uluslararası Hukuk
37. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar
başlıklı 1. maddesi şöyledir:
"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk
dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak
kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun
genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.
Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin
kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da
başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli
gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel
getirmez."
38. Sporrong ve Lönnroth/İsveç kararına
konu olayda başvurucuların taşınmazlarının imar planı çerçevesinde
kamulaştırılması öngörülerek on iki ve yirmi beş yıl süren inşaat yasakları
uygulanmıştır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) bu taşınmazlar henüz
kamulaştırılmadığından mülkten yoksun bırakmanın söz konusu olmadığını, gerçek
anlamda bir kamulaştırmanın olmadığı ve dolayısıyla mülkiyetin devredilmediği
bu gibi durumlarda, görünenin arkasına bakılması ve şikâyet edilen hususta
gerçek durumun ne olduğunun araştırılması gerektiğini belirtmiştir. AİHM bu
bağlamda, getirilen kamulaştırma tedbirlerinin taşınmazlar üzerindeki
sınırlandırıcı etkilerinden söz etmiş ve bu tedbirlerin taşınmazların değerinde
olumsuz etkiye yol açtığını, başvurucuların taşınmazlarından dilediği gibi
yararlanmaları veya kullanmalarının önemli ölçüde kısıtlandığını vurgulamıştır.
AİHM bu gibi kamulaştırma izinlerinin genel kamulaştırma sürecinin ilk aşaması
olması nedeniyle kontrol amacı da gütmediğini belirterek müdahaleyi mülkiyetten
barışçıl yararlanma ilkesine ilişkin birinci kural çerçevesinde incelemiştir.
AİHM sonuç olarak kamulaştırma tedbirlerinin uygulandığı sürenin uzunluğu ve bu
süre içinde getirilen kısıtlamalar nedeniyle başvuruculara şahsi olarak aşırı
bir külfet yüklendiği kanaatiyle mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin ölçülü
olmadığı sonucuna varmıştır (Sporrong ve Lönnroth/İsveç [GK], B. No: 7151/75-7152/75,
23/9/1982,§§ 56-74).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
39. Mahkemenin 28/5/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
40. Başvurucu 1990 yılından beri sürekli olarak taşınmazı
üzerinde mülkiyet hakkını engelleyen yasaklar konulduğunu belirterek başvuru
tarihi itibariyle yirmi altı senedir taşınmazını kullanamadığından yakınmıştır.
Diğer taşınmazlarda bu yasakların uygulanmadığını belirten başvurucu bilirkişi
raporunun dikkate alınmadığı hususuna vurgu yapmıştır. Başvurucu gerek Bakanlık
gerekse de Koruma Bölge Kurulu tarafından talep sahibinin gücüne göre
istenildiğinde parsel bazında değişiklik yapılabildiğini ifade etmiştir.
Başvurucu sonuç olarak bu gerekçelerle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
B. Değerlendirme
41. Anayasa’nın
"Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:
“Herkes,
mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla
sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına
aykırı olamaz.”
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
42. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de bulunmadığı anlaşılan
mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna
karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Mülkün Varlığı
43. Somut olayda uyuşmazlığa konu taşınmazın hisseli olarak
tapuda başvurucu adına kayıtlı olduğu anlaşıldığına göre mülkün mevcut
olduğunda kuşku bulunmamaktadır.
b. Müdahalenin Varlığı ve
Türü
44. Anayasa’nın 35. maddesinde bir temel hak olarak güvence
altına alınmış olan mülkiyet hakkı kişiye -başkasının hakkına zarar vermemek ve
yasaların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla- sahibi olduğu şeyi dilediği
gibi kullanma ve ondan tasarruf etme, onun ürünlerinden yararlanma olanağı
verir (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B.
No: 2013/817, 19/12/2013, § 32). Dolayısıyla malikin mülkünü kullanma, mülkün
semerelerinden yararlanma ve mülkü üzerinde tasarruf etme yetkilerinden
herhangi birinin sınırlanması mülkiyet hakkına müdahale teşkil eder (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No:
2014/1546, 2/2/2017, § 53).
45. Anayasa’nın 35. maddesi ile mülkiyet hakkına temas eden
diğer hükümleri birlikte değerlendirildiğinde Anayasa'nın mülkiyet hakkına
müdahaleyle ilgili üç kural ihtiva ettiği görülmektedir. Buna göre Anayasa'nın
35. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin mülkiyet hakkına sahip olduğu
belirtilmek suretiyle mülkten barışçıl
yararlanma hakkına yer verilmiş; ikinci fıkrasında da mülkten
barışçıl yararlanma hakkına müdahalenin çerçevesi belirlenmiştir. Maddenin
ikinci fıkrasında, genel olarak mülkiyet hakkının hangi koşullarda
sınırlanabileceği belirlenerek aynı zamanda mülkten
yoksun bırakmanın şartlarının genel çerçevesi de çizilmiştir.
Maddenin son fıkrasında ise mülkiyet hakkının kullanımının toplum yararına
aykırı olamayacağı kurala bağlanmak suretiyle devletin mülkiyetin kullanımını
kontrol etmesine ve düzenlemesine imkân sağlanmıştır. Anayasa'nın diğer bazı
maddelerinde de devlet tarafından mülkiyetin kontrolüne imkân tanıyan özel
hükümlere yer verilmiştir. Ayrıca belirtmek gerekir ki mülkten yoksun bırakma
ve mülkiyetin düzenlenmesi, mülkiyet hakkına müdahalenin özel biçimleridir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, §§ 55-58).
46. Başvuru konusu olayda, başvurucunun maliki bulunduğu
taşınmaz 1990 yılında 1. derece doğal sit alanı olarak tescil edilmiştir. Bu
bakımdan, başvurucunun taşınmaz üzerindeki mülkiyet hakları devam etmekte olup
başvurucunun mülkiyet hakkından yoksun kaldığı söylenemez. Diğer yandan
taşınmaz üzerindeki mülk sahipliği devam etmekle birlikte, taşınmazın 1. derece
doğal sit alanı olarak tescili sebebiyle başvurucunun taşınmaz üzerinde
mülkiyet hakkından doğan bir kısım hak ve yetkilerinin kısıtlandığı, 2863
sayılı Kanun ve ilgili mevzuat hükümleri kapsamında mülkiyetin kullanımına
birtakım sınırlamalar getirildiği ve mülkiyet hakkı kapsamında taşınmaz
üzerinde gerçekleştirilmesi mümkün bir kısım faaliyetlerin yerine
getirilmesinin belli şartlara bağlandığı anlaşılmaktadır. Bu bakımdan,
taşınmazın kültür varlığı olarak tescili şeklinde gerçekleşen ve taşınmazın
kullanım şekli, muhafazası, yapılabilecek inşai ve
fiziki muameleler ve benzer yönlerden kısıtlamaları da beraberinde getiren
müdahalenin mülkiyetin kamu yararına kullanımını kontrol/düzenleme suretiyle
mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiği değerlendirilmiştir (Benzer yöndeki
değerlendirmeler için bkz. Ahmet Bölge,
B. No: 2014/13133, 28/9/2016, § 48).
c. Müdahalenin İhlal
Oluşturup Oluşturmadığı
47. Anayasa'nın 13. maddesi şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."
48. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak
olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla
sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken
temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri
düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin de gözönünde
bulundurulması gerekmektedir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin
Anayasa'ya uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı
amacı taşıması ve ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir(Recep
Tarhan ve Afife Tarhan, § 62).
i. Kanunilik
49. Mülkiyet hakkına yönelik müdahalelerde ilk incelenmesi
gereken ölçüt kanuna dayalı olma ölçütüdür. Bu ölçütün sağlanmadığı tespit
edildiğinde diğer ölçütler bakımından inceleme yapılmaksızın mülkiyet hakkının
ihlal edildiği sonucuna varılacaktır. Müdahalenin kanuna dayalı olması,
müdahaleye ilişkin yeterince ulaşılabilir, belirli ve öngörülebilir kanun
hükümlerinin bulunmasını gerektirmektedir (Türkiye
İş Bankası A.Ş. [GK], B. No: 2014/6192, 12/11/2014, § 44; Ford Motor Company,
B. No: 2014/13518, 26/10/2017, § 49; Necmiye
Çiftçi ve diğerleri, B. No: 2013/1301, 30/12/2014, § 55).
50. İnsanlık tarihinin bir ürünü olan ve insanlığın ortak mirası
olarak kabul edilen kültür ve tabiat varlıklarının korunmasına Anayasa
düzeyinde önem atfedilmiş olup kültür ve tabiat varlıklarının korunması ve buna
ilişkin ana düzenlemeleri içeren 2863 sayılı Kanun'un 6. maddesinde tarihi
mağaralar, kaya sığınakları; özellik gösteren ağaç ve ağaç toplulukları ile
benzerleri; taşınmaz tabiat varlığı örnekleri olarak sayılmış aynı Kanun'un 7.
maddesinde, korunması gereken taşınmaz tabiat varlıklarının tespitinin Kültür
ve Turizm Bakanlığının koordinatörlüğünde ilgili ve faaliyetleri etkilenen
kurum ve kuruluşların görüşü alınarak yapılacağı, yapılacak tespitlerde tabiat
varlıklarının tarih, sanat, bölge ve diğer özelliklerinin dikkate alınacağı ve
korunması gereken taşınmaz tabiat varlıklarıyla ilgili tespitlerin Koruma Bölge
Kurulu kararı ile tescil edileceği düzenlenmiştir (Benzer yöndeki
değerlendirmeler için bkz. Ahmet Bölge,
§ 51).
51. Bu durumda başvuru konusu olayda başvurucunun maliki
bulunduğu taşınmazın Koruma Bölge Kurulunca tabiat varlığı olarak tescili
suretiyle gerçekleşen müdahalenin, 2863 sayılı Kanun'un 6. ve 7. maddelerinde
hukuki dayanağının bulunduğu ve başvuruya konu müdahalenin kanunilik unsurunu
taşıdığı anlaşılmaktadır (Ahmet Bölge,
§ 52).
ii. Meşru Amaç
52. Anayasa'nın 13. ve 35. maddeleri uyarınca mülkiyet hakkı
ancak kamu yararı amacıyla sınırlandırılabilmektedir. Kamu yararı kavramı,
mülkiyet hakkının kamu yararının gerektirdiği durumlarda sınırlandırılması
imkânı vermekle, bir sınırlandırma amacı olmasının yanı sıra mülkiyet hakkının
kamu yararı amacı dışında sınırlanamayacağını öngörerek ve bu anlamda bir
sınırlama sınırı oluşturarak mülkiyet hakkını etkin bir şekilde korumaktadır.
Kamu yararı kavramı, devlet organlarının takdir yetkisini de beraberinde
getiren bir kavram olup objektif bir tanıma elverişli olmayan bu ölçütün her
somut olay temelinde ayrıca değerlendirilmesi gerekir (Nusrat Külah,B. No:
2013/6151, 21/4/2016, §§ 53, 56; Yunis Ağlar,
B. No: 2013/1239, 20/3/2014, §§ 28, 29).
53. Anayasa'nın 63. maddesinde devletin, tarih, kültür ve tabiat
varlıklarının ve değerlerinin korunmasını sağlama ve bu amaçla destekleyici ve
teşvik edici tedbirleri alma ödevi düzenlenmiş, bu kapsamda özel mülkiyet
konusu olan varlık ve değerlere getirilecek sınırlamaların, bu nedenle hak
sahiplerine yapılacak yardımların ve tanınacak muafiyetlerin kanunda
düzenleneceği hüküm altına alınmıştır. Anayasa'nın 63. maddesi kapsamında
korunması gereken taşınır ve taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarını tanımlamak,
yapılacak işlem ve faaliyetleri düzenlemek, gerekli ilke ve uygulama
kararlarını alacak teşkilatın kuruluş ve görevlerini tespit etmek amaçlarına
yönelik düzenlemeler içeren 2863 sayılı Kanun'un kamu yararı amacı taşımadığı
söylenemez (Benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Ahmet Bölge, § 55).
54. Yine 2863 sayılı Kanun'un 6. ve 7. maddeleri kapsamında
kültür ve tabiat varlığı niteliği bulunduğu tespit edilen bir taşınmazın
tescili suretiyle korunması ve aslına uygun olarak muhafazası insanlık
tarihinin, millî kültürün ve kültürel mirasın korunarak gelecek nesillere
aktarılması bakımından son derece önemli olup bu kapsamda gerçekleşen
müdahalenin kamu yararı amacı taşıdığı kabul edilmelidir (Benzer yöndeki
değerlendirmeler için bkz. Ahmet Bölge,
§ 56).
iii. Ölçülülük
(1) Genel
İlkeler
55. Son olarak kamu makamlarınca başvurucunun mülkiyet hakkına
yapılan müdahaleyle gerçekleştirilmek istenen amaç ile bu amacı gerçekleştirmek
için kullanılan araçlar arasında makul bir ölçülülük ilişkisinin olup olmadığı
değerlendirilmelidir.
56. Ölçülülük ilkesi elverişlilik,
gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden
oluşmaktadır. Elverişlilik
öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli
olmasını, gereklilik ulaşılmak
istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif
bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile
ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini
ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2014/176, K.2015/53,
27/5/2015; E.2016/13, K.2016/127, 22/6/2016, § 18; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, §
38).
57. Orantılılık ilkesi gereği kişilerin mülkiyet hakkının
sınırlandırılması hâlinde elde edilmek istenen kamu yararı ile bireyin hakları
arasında adil bir dengenin kurulması gerekmektedir. Bu adil denge, başvurucunun
şahsi olarak aşırı bir yüke katlandığının tespit edilmesi durumunda bozulmuş
olacaktır. Müdahalenin orantılılığını değerlendirirken Anayasa Mahkemesi; bir
taraftan ulaşılmak istenen meşru amacın önemini, diğer taraftan da müdahalenin
niteliğini, başvurucunun ve kamu otoritelerinin davranışlarını gözönünde bulundurarak başvurucuya yüklenen külfeti dikkate
alacaktır (Arif Güven, B. No:
2014/13966, 15/2/2017, §§ 58, 60; Osman Ukav, B. No: 2014/12501, 6/7/2017, § 71).
(2) İlkelerin
Olaya Uygulanması
58. Başvurucu taşınmazının İzmir 2 Numaralı Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Kurulunun 26/9/1990 tarihli kararı ile 1. derece doğal sit
alanı olarak belirlendiğini 17/4/2000 tarihinde öğrenmiş, bu işlemin iptali
istemiyle 2003 yılında açtığı dava süre aşımı nedeniyle reddedilmiş ve bu karar
9/6/2006 tarihinde kesinleşmiştir. Dolayısıyla kararın kesinleşme tarihi
itibarıyla başvurucuya ait taşınmazın 1. derece doğal sit alanı olduğu konusunda
şüphe bulunmamaktadır. Başvurucu taşınmazının 1. derece doğal sit alanı olarak
belirlenmesi nedeniyle 1990 yılından itibaren mülkiyet hakkının ihlal
edildiğini ileri sürmekte ise de şikâyet konusu idari işlemin iptali istemiyle
açtığı dava süre aşımı nedeniyle reddedilerek 9/6/2006 tarihinde
kesinleşmiştir. Bu durumda başvurucunun 26/9/1990-9/6/2006 tarihleri arasındaki
dönem için geçerli olan ihlal iddiasını usulüne uygun olarak zamanında yargı
yoluna iletmediği ve bunun bir sonucu olarak davanın esastan inceleme
yapılmadan usul hükümlerinden reddedildiği anlaşılmaktadır. Başvurucunun
26/9/1990-9/6/2006 tarihleri arasındaki döneme ilişkin ihlal iddiası yönünden
bir değerlendirme yapılmasına gerek görülmemiştir.
59. Başvurucunun günün şartlarının değiştiğini belirterek
taşınmazının 1. derece doğal sit alanından çıkarılması istemiyle yaptığı
başvurunun Koruma Bölge Kurulunun 27/2/2008 tarihli kararı ile reddedilmesi
üzerine açtığı iptal davası Mahkemenin 28/9/2012 tarihli kararıyla kabul
edilmiş, hüküm bu şekilde 3/2/2016 tarihinde kesinleşmiştir.
60. Söz konusu süreçte Mahkemece mahallinde teknik
bilirkişilerle birlikte keşif yapılmış ve bilirkişi heyetince düzenlenen rapor
Mahkemeye sunulmuştur. Anılan raporda, bölgenin 1. derece doğal sit alanı
tanımına uygun özelliklere sahip olmadığı kanaatine varılmıştır. Raporda ayrıca
parselin sit derecesinin değiştirilerek 2. derece doğalsit
alanı kapsamına alınması durumunda doğal sit bütünlüğünün etkilenmeyeceği
hususuna vurgu yapılmıştır. Mahkeme ise rapordan hareketle taşınmazın 2. derece
doğalsit alanı olduğu tespitini yaparak dava konusu
işlemin iptaline karar vermiştir.
61. Başvuru konusu olayda idari işlem iptal edilerek idarenin
anayasal yükümlülüklerine aykırı hareket ettiği derece mahkemesince tespit
edilmiştir. Anayasa Mahkemesi bundan sonraki aşamada yeterli gideriminin sağlanıp sağlanmadığı meselesine odaklanacaktır.
62. Somut olayda başvurucuya ait taşınmaz, sonradan iptal
edilmiş olsa da 1. derece doğal sit alanı olarak tescil edilmiştir. 728 sayılı
İlke Kararı'nda 1., 2. ve 3. derece doğal sit alanlarına ilişkin kullanma ve
koruma koşullarına yer verilmiştir. Karara göre farklı derecelerde yer alan sit
alanlarının kullanma koşulları da değişmektedir.
63. Anılan 728 sayılı İlke Kararı'nın 1. maddesinde; 1. derece
doğal sit alanlarında bitki örtüsü, topografya, silüet
etkisini bozabilecek, tahribata yönelik hiçbir eylemde bulunulamayacağı
vurgulanmıştır. 728 sayılı İlke Kararı'nın aynı maddesinde Koruma Bölge Kurulu
veya ilgili kurumların izni veya uygun görüşüyle kullanma koşullarına da yer
verilmiştir. Buna göre 1. derece doğal sit alanlarında; kesin yapı yasağı
konulmuş ve yalnızca resmi ve özel kuruluşlarca zorunlu olan alanlarda teknik
altyapı hizmetleri uygulamalarına, halka açık rekreasyon amaçlı günübirlik
tesisler (lokanta, büfe, kafeterya, soyunma kabinleri, wc,
gezi yolu, açık otopark ve benzeri) ile alanın ve çevrenin özelliklerinden
kaynaklanan faaliyetlerin korunması ve geliştirilmesi amacına yönelik yapılara
(iskele, balıkçı barınağı, bekçi kulübesi ve benzeri), ağaçlandırmaya, ağaç
kesimine izin verilmiştir. Ayrıca anılan alanlarda mevcut tescilli ve tescilsiz
yapıların bakım ve onarımlarının yapılabileceği belirtilmiştir.
64. 728 sayılı İlke Kararı'nın 2. maddesinde ise 2. derece doğal
sit alanları, doğal yapının korunması ve geliştirilmesi yanında kamu yararı gözönüne alınarak kullanıma açılabilecek alanlar olarak
tanımlanmıştır. Aynı maddede bu alanlarda yukarıda belirtilen izin ve uygun
görüşlerin alınması durumunda; turizm yatırım ve turizm işletme belgeli
turistik tesisler ile hizmete yönelik yapılar yapılabileceği, alanın özelliğinden
kaynaklanan faaliyetlerin sürdürülebileceği, mevcut tarımsal ve hayvancılık
faaliyetlerinin sürdürülebilmesinin yanısıra yeni
tarımsal ve hayvancılık faaliyetlerinin yapılabileceği kurala bağlanmıştır.
65. Bireysel başvuru formu ve eki belgelerde başvurucunun
taşınmazın 1. derece sit alanından çıkarılmamasına ilişkin idari işlemin iptali
yönündeki kararlarının uygulanmadığı yönünde bir şikâyeti bulunmamaktadır.
Dolayısıyla başvurucunun günün şartlarının değiştiğini belirterek taşınmazının
1. derece doğal sit alanından çıkarılması istemiyle yaptığı 12/11/2007 tarihli
başvurudan bu idari işlemin Mahkemece iptal edildiği 28/9/2012 tarihi
arasındaki dönemde 1. derece sit alanı olması yüzünden getirilen kısıtlamalar
bağlamında mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin ölçülü olup olmadığının
incelenmesi gerekmektedir.
66. Başvurucunun taşınmazını bahsi geçen yaklaşık 4 yıl 11 aylık
dönemde 1. derece sit alanı olarak belirlenen kısıtlamalara tabi olarak
kullanmak durumunda kaldığı görülmektedir. Hâlbuki başvurucuya ait taşınmaz
Mahkemenin tespit ettiği gibi 2. derece doğal sit alanı olarak tescil edilseydi
taşınmazı üzerinde kesin yapılaşma yasağı bulunmayacak; taşınmazı üzerinde
turizm yatırım ve turizm işletme belgeli turistik tesisler ile hizmete yönelik
yapılar yapılabilecek, mevcut tarımsal ve hayvancılık faaliyetlerinin
sürdürülebilecek veya yeni tarımsal ve hayvancılık faaliyetlerine
başlayabilmesi mümkün olabilecektir. Buna rağmen başvurucu tarafından açılan
tazminat davası reddedilmiştir. Buna göre derece mahkemelerinin maddi ve manevi
tazminata ilişkin koşulları oldukça dar ve sadece kasta varan kusur ile sınırlı
olarak yorumlaması mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin ölçüsüz olmasına yol
açmaktadır.
67. Sonuç olarak başvurucunun payının olduğu taşınmazın 2.
derece sit alanı olarak tespit edilmesi bu yönden mağduriyetini gidermiş
olmakla birlikte yaklaşık 4 yıl 11 aylık kısıtlılık sebebiyle uğradığı
zararların giderilmemiş olması başvurucuya şahsi olarak aşırı bir külfet
yüklemektedir. Dolayısıyla müdahalenin kamu yararı ile başvurucunun mülkiyet
hakkının korunması arasında olması gereken adil dengenin başvurucu aleyhine
bozulduğu ve müdahalenin ölçülü olmadığı sonucuna varılmıştır.
68. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence
altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
69. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı
fıkraları şöyledir:
“(1)
Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da
edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir...
(2) Tespit
edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını
ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye
gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde
başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması
yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
70. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hak ve hürriyetin
ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından
söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin, yani
ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle
devam eden ihlalin durdurulması, ihlale konu kararın veya işlemin ve bunların
yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve
manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer
tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet
Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, § 55).
71. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilmeden önce ihlalin kaynağının belirlenmesi gerekir. Buna
göre ihlal; idari eylem ve işlemler, yargısal işlemler veya yasama
işlemlerinden kaynaklanabilir. İhlalin kaynağının belirlenmesi uygun giderim
yolunun belirlenebilmesi bakımından önem taşımaktadır (Mehmet Doğan, § 57).
72. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda 6216
sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile İçtüzük’ün
79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca kural olarak ihlali
ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın
bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmedilir (Mehmet Doğan, § 58).
73. Buna göre Anayasa Mahkemesince ihlalin tespit edildiği
hâllerde yargılamanın yenilenmesinin gerekliliği hususundaki takdir derece
mahkemelerine değil ihlalin varlığını tespit eden Anayasa Mahkemesine
bırakılmıştır. Derece mahkemeleri ise Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında
belirttiği doğrultuda ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri
yapmakla yükümlüdür (Mehmet Doğan,
§ 59).
74. Bu bağlamda derece mahkemesinin öncelikle yapması gereken
şey, bir temel hak veya özgürlüğü ihlal ettiği veya idari makamlar tarafından
bir temel hak veya özgürlüğe yönelik olarak gerçekleştirilen ihlali
gideremediği tespit edilen önceki kararını kaldırmaktır. Derece mahkemesi,
kararın kaldırılmasından sonraki aşamada ise Anayasa Mahkemesi kararında tespit
edilen ihlalin sonuçlarını gidermek için gereken işlemleri yapmak durumundadır
(Mehmet Doğan, § 60).
75. Başvurucu, maddi ve manevi tazminat verilmesi talebinde
bulunmuştur.
76. Anayasa Mahkemesi mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna
varmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı
anlaşılmaktadır.
77. Bu durumda mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır.
Buna göre yapılacak yeniden yargılama ise 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin
(2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına
yöneliktir. Bu kapsamda derece mahkemelerince yapılması gereken iş, öncelikle
ihlale yol açan mahkeme kararının ortadan kaldırılması ve nihayet ihlal
sonucuna uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir
örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Muğla 1. İdare Mahkemesine
(E.2012/1309) gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
78. Yeniden yargılama yapılmasına karar verilmesi mülkiyet
hakkının ihlalinin giderimi bakımından yeterli görüldüğünden başvurucunun
tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.
79. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 239,50 TL harç ve 2.475
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.714,50 TL tutarındaki yargılama giderinin
başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet
hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Muğla
1. İdare Mahkemesine (E.2012/1309, K.2013/1017) GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE,
E. 239,50 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
2.714,50 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve
Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına,
ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine
kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
28/5/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.