logo
Bireysel Başvuru Kararları Kullanıcı Kılavuzu English

(N.D. [1.B.], B. No: 2016/21990, 9/1/2020, § …)
Kararlar Bilgi Bankasında yayınlanan karar metni
editöryal düzeltmelere tabi tutulmuş olabilir.
   


 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

N.D. BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2016/21990)

 

Karar Tarihi: 9/1/2020

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

GİZLİLİK TALEBİ KABUL

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Kadir ÖZKAYA

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

Raportör

:

Burak Cenk İLHAN

Başvurucu

:

N.D.

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, tutuklama tedbiri için mevzuatta öngörülen koşullar gerçekleşmemesine rağmen hiçbir somut delil bulunmadan verilen hukuka aykırı tutuklama kararı nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 6/9/2016 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Komisyon tarafından başvurucunun tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiası dışındaki diğer temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiğine yönelik iddiaların kabul edilemez olduğuna, tutuklamanın hukuki olmadığı iddiası yönünden başvurunun Bölüme gönderilmesine ve başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne 19/2/2019 tarihinde karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.

7. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:

9. Türkiye 15/7/2016 tarihinde askerî darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmiştir. Olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25).

10. Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da darbe girişimiyle doğrudan bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik olarak Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturmalar yürütülmüş, çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51, Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12).

11. Başvurucu, en son Delice Hâkimi olarak görev yapmıştır.

12. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) İkinci Dairesinin 16/7/2016 tarihli kararı ile -Delice hâkimi olarak görev yapmakta olan- başvurucunun görevden uzaklaştırılmasına karar verilmiş, başvurucu 24/8/2016 tarihinde meslekten ihraç edilmiş ve bu karar 29/11/2016 tarihinde kesinleşmiştir.

13. Başvurucu, hakkında başlatılan soruşturma kapsamında 17/7/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır.

14. Başvurucunun Kırıkkale Cumhuriyet Başsavcılığında alınan 18/7/2016 tarihli ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:

"... Suçlamayı kabul etmiyorum. Ne Fettullahçı Terör Örgütü ne de başka bir terör örgütü ile uzaktan veya yakından herhangi bir ilgim bulunmamaktadır. Yapılan darbe girişimini alçakça ve haince buluyorum. Lanetliyorum. Kim yaptı ise Allah cezasını versin diyorum. Ben bir hâkimim hukukçuyum, darbe isnadını kendime hakaret olarak kabul ediyorum. Bir hukukçu olarak hâkim olarak darbeyi desteklemem mümkün olamaz demokrasiye göre seçim ile gelen hükümet yine seçimle yani milletin iradesi ile değişebilir bunun aksini düşünmek mümkün değildir. Bu hain girişimi kınıyorum. Tarafıma yapılan suçlamaları asla kabul etmiyorum. Tüm suçlamaları reddediyorum. Ben Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin bağımsız, tarafsız, anayasaya, kanunlara, hukuka, hak ve adalete göre vicdanı ile karar veren bir hâkimim. Görevimi yaparken hiç kimseden emir ve talimat almadım. Hiçbir suç yapısı ile ilişkim olmadı. Kutsal mesleğimin şeref ve onuruna yakışır bir şekilde mesleğimi yaptım. Zaten okunan belgelerde de hakkımda herhangi bir delil bilgi, belge bulunmamaktadır. Sadece bir listede ismim geçtiği için bu suç isnadı ile karşı karşıyayım. Suçsuzluğumu ispatlamak zorunda bırakıldım. Ayrıca 2802 Sayılı Hâkim Savcılar Kanunu'nun 88. maddesine göre bir hâkim hakkında yakalama, arama, sorguya sevk işlemleri ancak ağır cezayı gerektiren suç üstü halinde mümkün olup tarafıma isnat edilen suçla herhangi bir ilgim bulunmadığı gibi suç üstü hali gibi bir durum da bulunmamaktadır. Yapılan yakalama gözaltı işlemleri kanuna, hukuka aykırıdır.

Kısa adı FETÖ/PDY yani Fethullahçı Terör Örgütü/Parelel Devlet Yapılanması ile ilgili bir bağlantısı olup olmadığı, toplantılarına katılıp katılmadığı, maddi veya ayni ya da para yardımında bulunup bulunmadığı, sohbetlerine katılıp katılmadığı soruldu:

Asla kabul etmiyorum. Ben bağımsız ve tarafsız olarak görevimi yerine getirdim. Çevremde dürüst ve çalışkan ve en önemlisi tarafsız ve bağımsız bir hâkim olarak bilinmekteyim.

...

15/7/2016 tarihindeki cebir ve tehdit kullanarak yapılan eylemler ile ilgili herhangi bir fiili bir desteği veya yardımı olup olmadığı soruldu:

Kesinlikle herhangi bir desteğim yoktur. Aynı tarihte öğleyin Kırıkkale Adliyesi'ne Hâkim olan eşim ile birlikte onun başvurusunu yapmak ve lojman başvurumuzun sonucunu almak üzere geldik. Kırıkkale Adliyesi'ne ait lojmanda .. Blk. .. Numaradaki tarafımıza tahsis edilen lojmanı görmek üzere gittik. Lojmandaki eksiklikleri boya badana işlerini halletmeye çalıştık yanımızda çocuklarımız vardı. Telefonla nakliye, temizlik işlemlerini halletmeye çalıştık. Buradan hatırladığım kadarıyla mesai sonrası Ankara'ya geçtik. Bir aile dostumuzda kaldık. Burada ertesi gün sabah çıkarak daha önceden yer ayırttığımız Çakraz'da iki gün tatil yapmayı planlıyorduk. Ancak 15/7/2016 tarihinde akşam 21:30 gibi çocukları parka indirdik bu arada uçakların çok alçaktan uçması ve gürültü nedeniyle ne olduğunu anlamaya çalıştım. Çocukları tekrar içeriye aldık. İleri saatlerde bu hain alçakça girişimi öğrendik. Sabaha kadar uyumadık çocuklarımız korktu. Bu olaydan biz de vatandaş olarak mağduruz. Ben, değil insan canına kıymak her türlü canlının zarar görmesinden bile mütessir olan kişiyim. Manevi anlamda dahi herhangi bir desteğim yoktur yukarıda anlattığım gibi darbeye kalkışanları lanetliyorum. Bunu yapanların en ağır şekilde cezalandırılması temennimdir. Bu fiilin benim ile irtibatlandırılmasına bir anlam veremedim. Ortada illiyet bağı bulunmamaktadır. Ben mesleğimin gereklerini yerine getiren, öncelikle iş hayatına önem veren, fazla mesai yapmam nedeniyle aileme yeterince vakit bile ayıramayan bir insanım. Bu durumdan çok muzdaribim. Suçlamayı kesinlikle kabul etmiyorum. Takipsizlik kararı verilmesini ya da en kötü ihtimalle tutuksuz yargılanmayı istiyorum.

..."

15. Başvurucu 18/7/2016 tarihinde, anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme ve silahlı terör örgütüne üye olma suçlarından tutuklanması istemiyle Savcılık tarafından Kırıkkale Sulh Ceza Hâkimliğine sevk edilmiştir.

16. Kırıkkale Sulh Ceza Hâkimliği 18/7/2016 tarihinde, başvurucunun tutuklanmasına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:

"... 15/7/2016 günü başlatılan darbeye teşebbüs eyleminin FETÖ/PDY terör örgütüne üye kişilerce gerçekleştirilmek istendiğinin iddia edilmesi, 16/7/2016 tarihinde HSYK tarafından yapılan değerlendirmede darbeye teşebbüs eylemi sonrasında aralarında sorguları yapılan şüphelilerin görevden uzaklaştırılmaları yönünde karar alınması ve Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Anayasal Düzene Karşı İşlenen Suçlar Soruşturma Bürosu'nun 16/7/2016 tarihli yazısı göz önünde bulundurulduğunda şüpheliler tarafından işlendiği iddia edilen suçlar yönünden kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu, atılı suçların CMK'nın 100/3-11. maddesinde belirtilen katalog suçlardan bulunduğu, aynı maddenin 3. fıkrasına göre kuvvetli suç şüphesinin varlığı halinde tutuklama nedeninin var sayılabileceği, isnat edilen suçların kanunda öngörülen ceza miktarı göz önüne alındığında adli kontrol hükümlerinin uygulanmasının yetersiz kalacağı anlaşıldığından şüpheliler N.D., ...'nın isnat edilen suçlardan CMK'nın 100. maddesi gereğince ayrı ayrı tutuklanmalarına, ...[karar verildi.]"

17. Başvurucu tutuklama kararına itiraz etmiş, Ankara 3. Sulh Ceza Hâkimliği 27/7/2016 tarihinde itirazın reddine karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:

"Kırıkkale Sulh Ceza Hakimliği'nin 18/7/2016 tarih ve 2016/153sorgu sayılı şüpheli N.D.'nin tutuklanmasına dair kararının gerekçesinde hukuka aykırı herhangi bir isabetsizlik bulunmadığı, tutuklama tarihinden bu yana şüpheli lehine herhangi bir değişiklik olmadığı anlaşıldığından itirazın reddine... [kesin olarak karar verildi.]"

18. Kırıkkale Sulh Ceza Hâkimliğince, başvurucunun tahliye talebinin reddine ve itiraz konusu soruşturma evrakının itirazı incelemeye yetkili Ankara Nöbetçi Sulh Ceza Hâkimliğine gönderilmesine dair verilen 2/8/2016 tarihli karar sonrasında Ankara 4. Sulh Ceza Hâkimliğince, itirazın reddine ve başvurucunun tutukluluk halinin devamına 8/8/2016 tarihinde kesin olarak karar verilmiştir.

19. Kırıkkale Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturmada 1/9/2016 tarihinde verilen yetkisizlik kararı ile dosyanın Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar verilmiştir.

20. Başvurucu 6/9/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

21. Ankara 8. Sulh Ceza Hâkimliği 7/9/2016 tarihinde,başvurucunun anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme ve silahlı terör örgütüne üye olma suçlarından tahliyesine ve hakkında imza atmak şeklindeki adli kontrol tedbiri uygulanmasına karar vermiştir.

22. Soruşturma aşamasında dinlenen tanık S.Y.nin HSYK müfettişlerince alınan 13/4/2017 tarihli ifadesinin başvurucu hakkındaki ilgili kısmı şöyledir:

"Ben Mardin'de görev yaparken ilgili de orada hâkim olarak görevli idi. Tavır davranış ve söylemleri itibariyle FETÖ/PDY mensubu olduğunu açıkça hissettiriyordu. Sürekli paralel yapı mensubu kişilerle birlikte hareket ediyordu."

23. Başvurucu hakkında anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçundan 18/10/2018 tarihinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir.

24. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 19/10/2018 tarihli iddianamesi ile başvurucu hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan aynı yer ağır ceza mahkemesinde kamu davası açmıştır.

25. İddianamede öncelikle FETÖ/PDY hakkında bazı genel bilgilere, daha sonra ise başvurucuya yönelik suçlama ve delillere yer verilmiştir.

26. Bu bağlamda iddianamenin başvurucu hakkında iddia olunan suça ve örgüt bağlantısına ilişkin kısımları özetle şöyledir:

i. FETÖ/PDY ile irtibatlı olduğu gerekçesiyle başvurucunun HSYK tarafından meslekten çıkarıldığı ve bu kararın kesinleştiği belirtilmiştir.

ii. Tanık S.Y.nin 13/4/2017 tarihli ifadesindeki başvurucuyla ilgili beyanlarına (bkz. § 22) yer verilmiştir.

iii. Emniyet tarafından düzenlenen 5/6/2017 tarihli HTS analiz raporunda, başvurucunun kullandığı telefonla haklarında FETÖ/PDY kapsamında soruşturma yürütülen bir kısım kişiyle görüşmesinin bulunduğuna yer verilmiş ise de bu kişilerin genellikle yargı mensubu olduğu ve örgütün üst düzey yöneticisi olduklarına dair de bir tespite yer verilmediği belirtilmiştir.

iv. İddianamenin sonuç ve talep kısmı ise şöyledir:

"Şüpheli hakkında; FETÖ/PDY ile irtibatlı olduğu gerekçesiyle HSYK tarafından verilen meslekten çıkarma kararı, beyan, kolluk tarafından düzenlenen raporlar ve tüm soruşturma kapsamında elde edilen deliller bir bütün olarak değerlendirildiğinde; şüphelinin, Fetullahçı Silahlı Terör Örgütünün ideolojisini, amaçlarını, faaliyetlerini benimsediği, kendi iradesini örgütün iradesine terk ettiği, örgüt hiyerarşisi içinde hareket ettiği, örgütle organik bağ kurduğu ve örgütün yargı yapılanması içinde yer aldığı ve anlatılan lehe/aleyhe tüm deliller ile savunması karşısında; şüphelinin, anılan silahlı terör örgütünün üyesi olduğuna dair kamu davasını açmaya yetecek derecede yeterli şüphenin bulunduğu anlaşılmıştır.

Bu itibarla şüpheli N.D. hakkında;

Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 170. maddesi gereğince düzenlenen iş bu iddianamenin, kabul edilip yargılamaya başlanılarak, delillerin değerlendirilmesi ve takdiri Mahkemenize ait olmak üzere;

1-3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’ nun 7/1. maddesi yollaması ile Türk Ceza Kanunu' nun 314/2. maddesine görecezalandırılmasına,

Karar verilmesi kamu adına talep ve iddia olunur."

27. İddianame Ankara 26. Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme) 1/11/2018 tarihinde kabul edilerek E.2018/606 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır.

28. Mahkeme 23/2/2018 tarihinde yaptığı ilk duruşmada Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) üzerinden başvurucunun savunmasını almıştır. Başvurucunun savunmasının ilgili kısımları şöyledir:

"

... Ben terörist değilim. İddianamenin üçüncü sayfasında da ifade edildiği üzere FETÖ terör örgütü ile hiçbir bağım, irtibatım, iltisakım bulunmamaktadır. Üzerime atılmış bir iftira nedeni ile yargılanmaktayım. Daha da ötesi ceza yargılamasında bilinenin aksine masumiyetimi ispata çalışmaktayım. İddianamede Bylock kaydımın bulunmadığı, Bank Asya’da hesabım olmadığı, aramada suç unsuruna rastlanmadığı, HTS kayıtlarında suç unsuruna rastlanmadığı ifade edilmiş. Ben daha ne söyleyebilirim bilemiyorum. Bu hususlar bir iddianamenin değil ancak bir takipsizlik kararının gerekçesi olabilir. Hayatımın hiçbir döneminde FETÖ terör örgütü ile hiçbir bağım, irtibatım, iltisakım bulunmamıştır. Dosya ara kararı ile getirttiğiniz belgelerden de anlaşılacağı üzere KPSS sınavlarına defalarca kez girdim. Çok yüksek puanlar alamadım. Yaptığım başvurularda da hiçbir yere yerleşemedim. Kürsüde bulunduğum süre içerisinde de emeğim ile alın terimle, onur ve şerefimle görev yaptım. Hak ve adaletten hiçbir zaman ayrılmadım. Nasıl olabilir de bu hain örgüt ile ismim aynı yazı içerisinde geçti bilemiyorum. Hakkımı Allah'a havale ettim. Bir hâkim, bir bayan, bir anne, bir evlat olarak çok ağır bir suçla yaftalandım. Haksız hukuksuz bir şekilde tutuklandım ve iki aya yakın cezaevinde kaldım. Eşim de tutuklandı. Çocuklarım anasız babasız ve evsiz kaldılar. Psikolojileri hala düzelmedi. Diyecek bir şey bulamıyorum. Başlıklar halinde esasa ilişkin beyanlarıma devam edeceğim. Dava dosyasındaki bilgi ve belgeler ve HSK'da bulunan özlük dosyam incelendiğinde görülecektir ki herkesin FETÖ ile iyi geçindiği dönemde dahi bu hain yapı ile hiçbir bağım, irtibatım, iltisakım bulunmamıştır. FETÖ'nün okullarında okumadım. Dershanelerine gitmedim. Evlerinde yurtlarında kalmadım. Bankalarına para yatırmadım. Hatta hiçbir işlem dahi yapmadım. Sohbet adı altındaki terör toplantılarına katılmadım. FETÖ'nün derneklerine üye olmadım. Onlar adına bağışta bulunmadım. Gazetelerine, dergilerine abone olmadım. Digitürk iptali gibi bir durum da söz konusu değil. FETÖ örgütü üyeleri ile ya da başkaca illegal ya da legal hiçbir örgüt üyeleri ile herhangi bir bağım, irtibatım, iltisakım olmadı. Bylock kullanıcısı değilim. Bu konuda hakkımda bir iddia dahi yok. Hakkımda tanık ya da gizli tanık beyanı yok. S.Y. isimli şahsın beyanına ayrıca değineceğim. Bu güne kadar ne facebook, ne twitter ne de başkaca bir sosyal medya hesabım olmadı. Görev yaptığım dönemde hiçbir zaman tercihlerimle atanmadığım gibi, önemli bir göreve de atanmadım. Akademi döneminde dahi hiçbir önemli ya da gözde bir statüde bulunmadım. Hatta Akademi eğitiminin son döneminde karaciğer harabiyeti geçirdiğim için hastanede tedavi gördüm. Bu tedavide kullanmış olduğum 10 günlük rapor nedeni ile Akademi eğitimim eksik kabul edilerek, bitirme sınavına kabul edilmedim. Bu hususta Bakanlığa, Akademi Başkanlığı’na yazılı başvurularda bulundum. Kabul edilmedi. Herkes iki yıl staj yaparken ben tam üç yıl staj yaptım. Eşimin ve benim eş birleştirmesi talebimiz o zamanki HSK tarafından kabul edilmeyerek başka bir yere atamamız yapıldı. Bunların ayrıntısını yazılı beyanımda belirttim. Görev yaptığım dönemde ne adli ne de idari hiçbir soruşturma geçirmedim. HSK tarafından gönderilen CD'de de hakkımda bir şikayet bilgisi bulunmadığı bildirilmiştir. Tanık beyanı acaba alınacak mı şimdi? Alınacaksa o beyanda bulunduktan sonra beyanıma devam etmek istiyorum.

Başkan: Talimat yazılmış, adreste yokmuş zaten hiçbir şekilde ulaşılamamış. Yeni adresini araştıracağız.

Anladım tamam. Tanık beyanındaki aleyhe olan hususları kabul etmiyorum. Benim ile ilgili olarak iftira niteliğindeki beyanında ne yer, ne zaman, ne de hiçbir olgu belirtmemiş, muallak ve genel ifadeler kullanmıştır. Benim ve eşimin paralel yapı mensubu kişiler ile birlikte hareket ettiği iddiası tamamen saçmalıktır. Tanık beyanlarının aksine Mardin Adliyesinde görev yaptığım süre içerisinde en yakın arkadaşlarım halen görevlerine devam etmekteler. Bunlar hâkim S.K., hâkim Ö.K., hâkim Ç.A.T., hâkim S.A., hâkim M.İ.S., hâkim O.G., hâkim R.G., Başsavcı M.Ö.nün eşi öğretmen Ü.Ö. Bu kişiler halen görevlerine devam ediyorlar. Tanığın bahsettiği şekilde hiçbir durum ve tavrım asla söz konusu olmamıştır. Tanık beyanının aksine Allah'a çok şükür ki ne böyle bir hal ve tavır içerisinde bulundum ne de hiçbir zaman FETÖ terör örgütü ile hiçbir bağım ve iltisakım olmadı. Sonuç olarak tanığın HSK müfettişIeri tarafından alınan beyanında, beyanıincelendiğinde görülecektir ki bu şahıs kendi durumundan bahsetmiş. Kendi ilişkilerini anlatmış. İfadesinin son kısmında ise Mardin’de görev yaptığı bir kısım hâkim savcılar hakkında matbu, kes kopyala yapıştır şeklinde ifade vermiştir. Nitekim aynı ifadede isimleri geçen hâkim savcılar hakkında açılan davalarda da beraat kararları verilmiştir. Bunlara ilişkin bir tanesinin örneğini yazılı savunmam ekinde mahkemenize sundum. Tanığın benimle ilgili beyanında ne mekan, ne yer, ne başkaca bir olgu, ayrıntı olmaksızın, genel soyut ifadeler kullanılmış. Bu beyanın bırakın bir ceza davasına konu olmasını, bir iddianameye konu olacak değer mahiyeti bile olamaz. Sonuç olarak hakkın ve adaletin tecellisi için bu beyana hukuken itibar edilmeyerek, dosya kapsamına göre hakkımda başkaca aleyhime bir husus bulunmadığı da sabit olduğundan FETÖ terör örgütü ile herhangi bir bağım, iltisakım, irtibatım bulunmadığı dosya kapsamından sabit olduğundan beraatime karar verilmesini talep ediyorum.

... Ben zaten ilk hakkımda gözaltı kararı verildiğinde kendim bizzat ifadeye gittim. Yanımda tüm bilgisayarım, telefonum, her şeyim ile birlikte gittim. Kaçma düşüncem olsaydı zaten başta gitmezdim. Öyle bir niyetim yok ki.

...

Başkan: Eşiniz hakkında yargılama başladı mı?

Eşim hakkında da Ankara 32. Ağır Ceza Mahkemesi'nde dava açıldı evet.

Eşim ile ilgili iddia yine bu S.Y. isimli şahsın beyanı. Bir de para transferi olarak belirtilen Mardin Adliyesi’ndeki hâkim savcılar arasındaki gün parası. Bu gün parasını para transferi olarak değerlendirmişler. O da yargılama sonucunda zaten ortaya çıkacak. Artı bu para transferinde halen görevde olan hâkim savcılar var bu güne katılan.

… Aleyhime olan hiçbir şeyi de kabul etmiyorum."

29. Kovuşturma aşamasında tanık S.Y.nin SEGBİS üzerinden 19/6/2019 tarihinde alınanbeyanının ilgili kısmı şöyledir:

"... Akademideki eğitimimi tamamladıktan sonra Eylül 2014 yılı içerisinde Mardin İlinde göreve başladım. Ağır ceza mahkemesinde üye hâkim olarak. Mardin İline geldiğimde henüz o dönem ki adıyla HSYK seçimleri yeni yapılmıştı. Seçimlerin yapıldığı dönemde yaşanılan bazı sıkıntılar özellikle bu ayrışmadan dolayı bağımsızların desteklenmesi veya diğer kesimin desteklenmesi yönüyle yaşanan bir takım şeylerin sıkıntıların artçıları hâlâ devam ediyordu. Ben böyle bir ortamda Mardin İlinde göreve başladım. Bu anlamda o paralel yapı olarak bilinen grubun desteklediği bağımsızları destekleyen adliye içerisindeki hakim ve savcılarla bunun dışında diğer grubu destekleyen hâkim ve savcıların ayrıştığı bir durum söz konusuydu. Yani üçüncü bir saf yoktu. Kimin nerede durduğu çok net çok açık bir şekilde belliydi. Böyle bir ortamda Mardin İlinde göreve başladım. Vakıf olmadığım bir çok hadise var ama yani yaşanan süreçle alakalı. Dönem içerisinde anlatılanlarla orada yaşanan seçim sürecinde yaşanan durumlarla alakalı hadiselere daha sonradan anlatılması sebebiyle vakıf oldum. Hülasa diyeceğim geldiğim dönemde o zamanki adıyla paralel yapı olarak bilinen yapının hani tırnak içerisinde güç zehirlenmesi yaşadığı o dönemde herkesin safını çok net ve açık bir şekilde ifade ettiği bir tablonun içerisinde buldum kendimi. ...

Başkan: Sanık hangi tarafta idi?

... Hülasa o dönem tabi N.D.yle alakalı olarak tespitim o ki yani paralel yapı olarak bilinen safta yer aldığı hususunda iltilaf[ihtilaf] yoktu. Hem bunu kendi gözlemlerimle açık bir şekilde söyleyebilirim ve adliyede yaşanan hadiselere her şeye vakıf olmanız zaten söz konusu değil.

...

... Benim sanıkla alakalı olarak tespitim şu sayın başkan. Örgüt üyeliği manasında sanığın süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk arz eden eylemlerine ben şahit olmadım. Ben sanığın örgüt lideri Fetullah Gülen'in kitaplarını okuyup okumadığını, CD'lerini izleyip izlemediğini bilmiyorum. Beş oturup beş kalkmıyorduk nihayetinde. Bunun dışında himmet vermiş midir? Almış mıdır? Vakıfıyetim söz konusu değildir. Ben sadece o dönem söylediğim gibi paralel yapı olarak bilinen bu yapının meydana getirdiği üst kesim tarafından meydana getirdiği algıyı sahiplenme bu algıyı sürdürme noktasındaki duruşu itibariyle sadece bunun neye tekabül ettiğine tabiki mahkemeler karar verecek. Örgüt yöneticiliği midir? Örgüt üyeliği midir? Örgüt sempatizanlığı mıdır veya hiç bir şey midir? Buna karar verecek olan mahkemelerdir. İstinaftır. Yargıtay'dır.

...

... ben somut olarak şunu söyleyeceğim sayın başkan. Ben N.D.nin sadece duruşu itibariyle o dönem itibariyle paralelci olarak bilinen hâkim ve savcıların içerisinde safında daha doğrusu yer aldığını gözlemledim. Bunun dışında süreklilik arz eden, çeşitlilik arz eden, yoğunluk arz eden bir eylemine şahit olmadım. Örgüt üyeliği mensubiyeti anlamında.

Başkan: ... Şimdi soruşturma aşamasındaki ifadenizde... Şimdi hareket ettiği konusunu anladıkta. Şu tavır, davranış ve söylem mesela. Söylemleri neydi. ...

... Ben hakkında ifade verdiğim bütün o dönem bugün itibariyle meslekten ihraç olmuş bütün hakimler hakkında söylediğim şey aynıydı zaten. Yani duruş ve tutum itibariyle. Benim kastettiğim şey orada tutum itibariyle, duruşu itibariyle. Bu algıyı sahiplenme manasında. Nedir bu algı. İşte Mardin Adliyesinde göreve başladığımda ayakkabı kutusundan tutunda işte para sayma makineleri, devletin hükümetin yolsuzluğu, hırsızlığı devletin Cizre'de çocuk öldürüyor şeklindeki propagandasına alet olmakla alakalı bir algıyı sahiplenmekten bahsediyorum ben esasında. Bunu söylemeye çalışıyorum.

Başkan: Sanığın bu şekilde bizzat söylemine siz şahit oldunuz mu? Mesela para sayma makinesi olaylarını anlatan. Bu konuda görüşme yapan?

Hayır sayın başkan. Ben sadece bir seferinde hâkime hanımlarda sanıyorum bir iftar yanlış hatırlamıyorsam yemeğine katılmıştım. Yani söylem itibariyle şeyi hissettiriyor. Şimdi eşi E.D. idare mahkemesi hâkimiydi. Bununla ilgili de beyanda bulundu. Şu an ne söyledim. Ne şekilde beyan verdim çok net hatırlamıyorum. Hâkime hanımın yani sanık N.D.nin o yemek sırasında bu konuşulan meselelerde ne söylediğini çok net hatırlamıyorum ama duruşu itibariyle yani paralel yapı olarak bilinen bu yapının tarafında olduğunda bir iltilaf yoktu sayın başkan. Yani ne söyledi. Şunu söyledi desem yalan olur. Ben sadece duruşu itibariyle ki bir durumdan bahsetmeye çalıştım. Tekrar etmek istiyorum. Örgüt üyeliğine tekabül eden süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk arz eden herhangi bir eylemine şahit olmadım.

...

Başkan: N.D. Tanığı dinlediniz beyanlarına karşı söz vereceğim. Sadece bir soru yöneltmek istiyor musunuz?

...

Başkan: Sanık N.D'yi tanıyor muydunuz daha önce?

Hayır. Hayır tanımıyordum tabikide.

Sanık N.D.: ... Kendisi Mardin'e geldiğinde kendisine ailece ziyarete hoşgeldin için ziyarette bulunduk. Kendisi de yine halen görevde olan R.A. ve S.A. ile birlikte evimize iadeyi ziyarette bulundu. ...

Başkan: Ne sormak istiyorsunuz?

Sanık N.D.: Bir ayrışma olduğunu söylüyor. Net olduğunu söylüyor. Fakat bizim görevde olan hâkim savcılarla irtibatımız hiçbir zaman kesilmedi. Kendisi geldi. Biz iade de bulunduk. Geçmiş olsun ziyaretleri oldu. Başsavcının eşinin düzenlediği ziyaretlerde de hep bulundum. Başkan beyin komisyon başkanımızın eşinin düzenlediği katıldığı programlarda hep bulundum. ... Veda ziyaretleri oldu hepsinde bulundum. Böyle bir ayrışma... Ben gittim geldim. Doğru mudur değil midir? Artı halen görevde olan Ö.K. Ben onlarla da birlikte de yemeklerim kahvaltılarım oldu. Sürekli devam etti. Mardin'den 2016 yılında ayrılana kadar. Bunları biliyor mu? en yakın arkadaşım S.K.. Eminim bunu biliyor. Doğru olup olmadığının sorulmasını istiyorum. S.K'ye.

Peki cevap vereyim sayın başkan. Biraz önce ben ifade ettim. Yani ben bir yemekte bir ara bu ayrışma zinhar küslük manasında değerlendirilecek bir durum değildi. Yani birbirine gelip gitmeme, hukuksal münasebetlerin tamamen koparılmış olduğu bir ilişkiyi tariflemedim ben biraz önce. Yani herkesin durduğu yer belliydi. Meslektaş şeyi içerisinde ilişkisi içerisinde... İlişkilerimiz devam ediyordu tabi ki. Yani onu zaten beyanlarım içerisinde söyledim. Bir yemek sırasında davet ettiğini...

..."

30. Tanık S.Y.nin beyanlarına karşı başvurucunun 19/6/2019 tarihli duruşmadaki beyanlarının ilgili kısmı şöyledir:

"... Tanığın aleyhe olan beyanlarının hiçbirini kabul etmiyorum. Benimle ilgili olarak iftira niteliğindeki beyanında ne mekan. Ne zaman, ne yer hiç bir olgu belirtmemiş. Zaten böyle bir şey mümkün değil. Mualak ve genel ifadeler kullanmış. Paralel yapı mensubu dediği kişilerin hepsi hâkim savcı. Ne hikmetse sadece ihraç olunanlardan bahsediyor. Diğer hâkim savcılar, başsavcı, başkan. Hepsiyle irtibatımız hep devam etti. Hatta veda gecesi bizi uğurlamaya dahi aileleriyle birlikte geldiler. Yani bu nedenle kabul edilemez. Halen görevdeyiz. En yakın arkadaşım S.K. halen görevde, Başsavcımızın eşi öğretmen Ü.Ö. halen görevde. Başkan, Komisyon başkanımızın eşi Ö.K. halen görevde. Bunlar en yakın arkadaşlarımdı benim. Sadece ihraç olanlardan bahsediyor. Kasıtlı olarak. Tanık kendinin içinde bulunduğu durumu ört pas etmek amacıyla gerçekte olmayan kendi iç alemini yansıtan yalandan ibaret beyanlarını ifade etmiştir. Beyanını inceleyen daha önceki HSK müfettişleri tarafından alınan beyanı incelendiğinde de görülecektir ki bu şahıs kendisinin FETÖ'yle olan ilişkisini anlatmış uzunca bir şekilde. Bu beyanından sonra Mardin hâkim savcıları hakkında son kısımda matbu, kes, kopyala, yapıştır şekilde beyanda bulunmuş. Bu beyanda bulunduğu hâkim savcıların pek çoğu zaten beraat etti. Kimileri hakkında takipsizlik verildiğini duydum.

 ..."

31. 19/6/2019 tarihli duruşmada Cumhuriyet savcısının esas hakkındaki mütalaasının ilgili kısmı şöyledir:

" Her ne kadar sanık N.D. hakkında FETÖ/PDY terör örgütüyle organik bağ kurduğu ve hiyerarşik yapısı içerisine dahil olduğu gerekçesiyle silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması amacı ile hakkında kamu davası açılmış ise de; sanığın silahlı terör örgütü FETÖ/PDY ile organik bağ kurduğuna dair somut bir delil elde edilemediği, sanığın bylock kullandığının tespit edilemediği, Bank Asya'ya para yatıran şahıslardan olmadığı, aleyhine herhangi bir tanık beyanına rastlanmadığı, tanık S.Y.nin 'sanığın sürekli örgüt mensubu kişiler ile birlikte hareket ediyordu, onlarla geziyordu, sanığın somut bir eylemine şahit olmadım' şeklindeki beyanının tek başına silahlı terör örgütü FETÖ/PDY'ye üye olma suçunu oluşturmayacağı, sanıktan elde edilen dijital materyallerin incelenmesinde suç unsuruna rastlanmadığı, bu itibarla sanığın atılı suçu işlediğine dair cezalandırılmasına yeterli, kesin, inandırıcı, somut ve vicdani kanaat oluşturur delil elde edilemediğinden 5271 sayılı CMK'nın 223/2-e maddesi gereğince sanığın atılı suçtan beraatine karar verilmesi kamu adına talep ve mütala olunur."

32. Mahkeme 19/6/2019 tarihinde yaptığı duruşmada, başvurucu hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması istemi ile kamu davası açılmış ise de yüklenen suçun başvurucu tarafından işlendiğinin sabit olmaması nedeniyle başvurucunun beraatine karar vermiştir. Mahkemenin beraat kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Sanık hakkında yukarıda belirtilen iddialarla ilgili örgüt üyeliği suçundan cezalandırılması istemiyle dava açılmış ise de, ihraç kararının tek başına örgüt üyeliği suçu yönünden delil olarak değerlendirilmesinin mümkün olmadığı, tanık S.Y. beyanında 2014 HSYK seçimleri sonucunda Mardin Adliyesindeki hâkim savcılar arasında gruplaşmalar olduğunu, sanığın da bu yapının safında yer aldığını belirtmesi dışında sanığın örgütsel bir faaliyetine yönelik somut bir beyanının bulunmadığı, tanığın sanık hakkındakibeyanının tanığın kendi beyanına göre sadece kendi gözleminden ibaret olduğu, dosyaya sanık hakkında belirtilen deliller dışında örgütsel faaliyetinin olduğuna yönelik başkaca herhangi bir delilinde girmediği, sanığın iddia edilen eylemlerinin silahlı terör örgütünün hiyerarşik yapısına dahil olduğunu gösterir biçimde çeşitlilik, devamlılık ve yoğunluluk içeren faaliyetler olarak değerlendirilemeyeceği, sanığın atılı suçu işlediğine dair her türlü şüpheden uzak kesin nitelikte bir delil bulunmadığı anlaşıldığından, 'şüpheden sanık yararlanır' evrensel hukuk ilkesi de dikkate alınarak sanığın atılı silahlı terör örgütüne üye olmak suçundan CMK 223/2-e maddesi gereğince beraatına … [karar verilmiştir.]

33. Başvurucunun üzerine atılı suçu işlemediğinin sabit olduğu gerekçesiyle 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 223. maddesinin (2) numaralı fıkrasının (b) bendi uyarınca beraat kararı verilmesi gerektiğinden bahisle karara karşı başvurucu müdafii tarafından 24/6/2019 tarihinde istinaf başvurusunda bulunulmuştur.

34. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla istinaf aşamasında derdesttir.

35. Öte yandan, Ankara 32. Ağır Ceza Mahkemesince 4/7/2019 tarihinde başvurucunun eşi E.D. hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan beraat kararı verilmiş olup karar, istinaf kanun yoluna başvurulmadan 12/7/2019 tarihinde kesinleşmiştir.

IV. İLGİLİ HUKUK

36. İlgili hukuk için bkz. Adem Türkel (B. No: 2017/632, 23/1/2019, §§ 24-39); Mustafa Özterzi ([GK], B. No: 2016/14597, 31/10/2019, §§ 33-48) başvurularına ilişkin kararlar.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

37. Mahkemenin 9/1/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

38. Başvurucu; tutuklama tedbiri için mevzuatta öngörülen koşullar gerçekleşmemesine rağmen hiçbir somut delil bulunmadan verilen hukuka aykırı tutuklama kararı nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

39. Bakanlık görüşünde özetle; başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin hukuki olup olmadığının incelenmesinin Anayasa'nın 15. maddesi kapsamında yapılması gerektiği, FETÖ/PDY ile bağlantılı kişilerin teşebbüs sırasında veya sonrasında ortaya çıkan kargaşadan yararlanmak suretiyle kaçma imkânı ve bu dönemde delillere etki edilmesi ihtimalinin normal zamanda işlenen suçlara göre çok daha fazla olduğu, başvurucu hakkında soruşturma yürütülen suç için öngörülen yaptırımın ağırlığı, işin niteliği ve önemi de gözönünde bulundurulduğunda uygulanan tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu ve adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağı sonucuna varılmasının keyfî olduğunun savunulamayacağının, bu nedenle tutuklanmasının hukuki olmadığına dair şikâyetinin açıkça dayanaktan yoksun ve kabul edilemez bulunması gerektiğinin değerlendirildiği belirtilmiştir.

40. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında özetle; tutuklandığı ve tutukluluğunun devamı kararlarının verildiği tarih itibarıyla dosyada tutuklanmasını gerektirir hiçbir delil bulunmadığını, Bakanlık görüşünde de belirtildiği üzere Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Anayasal Düzene Karşı İşlenen Suçlar Bürosunun Kırıkkale Cumhuriyet Başsavcılığına gönderdiği yazı eki listede isminin bulunması dışında hiçbir delil olmadığını, bu listenin kim tarafından nasıl oluşturulduğunu bilmediğini, bu listede yer almasının tutuklamayı haklı kılmadığını, adliyeye bizzat gelerek ifade verdiğini, kaçmadığını hatta dijital materyallerini de yanında getirdiğini, suçsuz olduğunu, hakkında verilen tutukluluk ve tutukluluğunun devamı kararlarının Anayasa'nın 15. maddesi kapsamında da hukuka aykırı olduğunu, HSYK tarafından görevden uzaklaştırılmasının makul şüphe olarak değerlendirilemeyeceğini, dosyada sadece -hukuki değeri bile olmayan- 13/4/2017 tarihli bir tanık beyanının delil olarak gösterildiğini, ilk tutuklandığı 18/7/2016 tarihinde de tutukluluğunun devamı kararlarının verildiği tarihlerde de dosyada böyle bir tanık beyanı ya da başkaca hiçbir delilin bulunmadığını, söz konusu beyanda tanığın kendisinin FETÖ ile irtibat ve iltisakını anlattığını, yine kendisini kurtarmak için şahsına iftira attığını, bu ifadede kes-kopyala-yapıştır yapılmak suretiyle yer ve zaman belirtilmeyen, matbu ve birbirinin aynı ifadeler kullanıldığını, ceza hukuku uygulamasında böyle bir ifadenin hiçbir hukuki değerinin olmadığını ve tutuklama sebebi olamayacağını, tutuklandığı ve tutukluluğunun devamı kararlarının verildiği tarihlerde hâkim olması nedeniyle hakkında 24/2/1983 tarihli ve 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu'ndaki soruşturmaya ilişkin usul hükümlerin uygulanması gerekirken bunlar uygulanmaksızın tutuklama ve tutukluluğun devamına karar verildiğini, hakkında uygulanan hukuka aykırı tutuklama tedbiri nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini belirtmiştir.

B. Değerlendirme

41. Anayasa'nın "Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması" kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

42. Anayasa'nın "Kişi hürriyeti ve güvenliği" kenar başlıklı 19. maddesinin birinci fıkrası ile üçüncü fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:

"Herkes, kişi hürriyeti ve güvenliğine sahiptir.

...

Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler, ancak kaçmalarını, delillerin yokedilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hallerde hâkim kararıyla tutuklanabilir."

43. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Bu itibarla başvurucunun tutuklamanın hukuki olmadığına yönelen bu bölümdeki iddialarının Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamında, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı kapsamında incelenmesi gerekir.

1. Uygulanabilirlik Yönünden

44. Anayasa Mahkemesi, olağanüstü yönetim usullerinin uygulandığı dönemlerde alınan tedbirlere ilişkin bireysel başvuruları incelerken Anayasa'nın 15. maddesinde ortaya konulan temel hak ve özgürlüklere ilişkin güvence rejimini dikkate alacağını belirtmiştir. Buna göre olağanüstü bir durumun bulunması ve bunun ilan edilmesinin yanı sıra bireysel başvuruya konu temel hak ve özgürlüklere müdahale teşkil eden tedbirin olağanüstü durumla bağlantılı olması hâlinde inceleme Anayasa'nın 15. maddesi uyarınca yapılacaktır (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 187-191).

45. Soruşturma mercilerince başvurucuya yöneltilen ve tutuklama tedbirine konu olan suçlama, başvurucunun darbe teşebbüsünün arkasındaki yapılanma olduğu belirtilen FETÖ/PDY üyesi olduğu iddiasıdır. Anayasa Mahkemesi, anılan suçlamanın olağanüstü hâl ilanını gerekli kılan olaylarla ilgili olduğunu değerlendirmiştir (Selçuk Özdemir [GK], B. No: 2016/49158, 26/7/2017, § 57).

46. Bu itibarla başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin hukuki olup olmadığının incelenmesi Anayasa'nın 15. maddesi kapsamında yapılacaktır. Bu inceleme sırasında öncelikle başvurucunun tutuklanmasının başta Anayasa'nın 13. ve 19. maddeleri olmak üzere diğer maddelerinde yer alan güvencelere aykırı olup olmadığı tespit edilecek, aykırılık saptanması hâlinde ise Anayasa'nın 15. maddesindeki ölçütlerin bu aykırılığı meşru kılıp kılmadığı değerlendirilecektir (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 193-195, 242; Selçuk Özdemir, § 58).

2. Kabul Edilebilirlik Yönünden

47. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan bu iddiaların kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

Serdar ÖZGÜLDÜR ve Kadir ÖZKAYA bu görüşe katılmamışlardır.

3. Esas Yönünden

a. Genel İlkeler

48. Genel ilkeler için bkz. Metin Evecen (B. No: 2017/744, 4/4/2018, §§ 47-52); Zafer Özer (B. No: 2016/65239, 9/1/2020, §§ 38-45) başvuruları hakkında verilen kararlar.

b. İlkelerin Olaya Uygulanması

49. Başvurucu; anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme ve silahlı terör örgütüne üye olma suçlamalarıyla 5271 sayılı Kanun'un 100. maddesi uyarınca tutuklanmıştır.

50. Diğer taraftan başvurucu bir hâkim olarak mesleğinden kaynaklanan güvencelere riayet edilmeksizin tutuklandığını iddia etmektedir.

51. Anayasa Mahkemesi, darbe teşebbüsünden sonraki dönemde bu teşebbüsün arkasındaki yapılanma olduğu kabul edilen FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlardan yürütülen soruşturmalar kapsamında yargı mensupları hakkında uygulanan tutuklama tedbirlerinin hukukiliğine ilişkin bireysel başvuruları incelediği birçok kararında, başvurucu yargı mensuplarının mesleklerinden veya görevlerinden kaynaklanan güvencelere riayet edilmeksizin tutuklandıkları ve bu nedenle tutuklamanın kanuni dayanağının bulunmadığı iddialarını incelemiştir. Anayasa Mahkemesi bu inceleme sonucunda gerek Yüksek Mahkeme üyeleri gerekse diğer yargı mensupları bakımından tutuklamaya konu olaylara ilişkin olarak soruşturma mercilerince veya tutuklamaya karar veren yargı organlarınca isnat edilen ve tutuklamaya konu olan suçların kişisel suç olduğu, ayrıca ağır cezayı gerektiren suçüstü hâlinin bulunduğu yönündeki değerlendirmelerin olgusal ve hukuki temellerinin bulunduğu, dolayısıyla tutuklama tedbirlerinin kanuni dayanaktan yoksun olduğunun söylenemeyeceği sonucuna varmıştır (diğerleri arasından bkz. Adem Türkel, §§ 52-59; Erdem Doğan, B. No: 2017/25955, 7/3/2019 §§ 50-57). Kaldı ki -Yüksek Mahkeme üyelerinden farklı olarak- hâkim ve Cumhuriyet savcıları yönünden ağır ceza mahkemesinin görevine giren suçüstü hâli bulunmasa da kişisel suçlarına ilişkin olarak soruşturma yürütülmesi için bir izin şartı bulunmadığı yargısal içtihatlarda belirtilmiştir (Mustafa Özterzi, § 93). Somut başvuruda anılan kararlardan yer alan değerlendirmelerden ve varılan sonuçtan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır (bkz. aynı yönde Zafer Özer, § 48).

52. Dolayısıyla somut olayın koşullarında başvurucunun hâkim olması nedeniyle Anayasa veya 2802 sayılı Kanun'dan kaynaklanan güvenceler uygulanmaksızın, kanuna aykırı olarak tutuklandığı iddiası yerinde değildir. Bu itibarla başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin kanuni dayanağı bulunmaktadır.

53. Bu aşamada tutuklama tedbirinin ön koşulu olan suçun işlendiğine dair kuvvetli belirti bulunup bulunmadığı hususu değerlendirilecektir.

54. Başvurucu hakkındaki soruşturma belgeleri incelendiğinde başvurucunun tutuklanmasına sulh ceza hâkimliğince karar verilirken 15/7/2016 tarihli darbe teşebbüsüne değinilerek HSYK tarafından başvurucunun görevden uzaklaştırılmasına dair karar verildiği ve Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 16/7/2016 tarihli yazısından bahsedildiği, başvurucuya isnat edilen suçlar yönünden tutuklama şartlarının oluştuğunun değerlendirildiği anlaşılmıştır.

55. 19/10/2018 tarihli iddianamede Savcılık; başvurucunun FETÖ/PDY ile irtibatlı olduğu gerekçesiyle HSYK tarafından meslekten çıkarıldığından ve bu kararın kesinleştiğinden, tanık S.Y.nin 13/4/2017 tarihli ifadesindeki başvurucuyla ilgili beyanlarından ve Emniyet tarafından düzenlenen HTS analiz raporunda başvurucunun kullandığı telefonla haklarında FETÖ/PDY kapsamında soruşturma yürütülen bir kısım kişiyle görüşmesinin bulunduğuna yer verilmiş ise de bu kişilerin genellikle yargı mensubu olduğunu, örgütün üst düzey yöneticisi olduklarına dair de bir tespite yer verilmediğinin belirtildiğinden bahsederek başvurucunun FETÖ/PDY'nin hiyerarşik yapısına dâhil olduğu iddiasıyla silahlı terör örgütüne üye olmak suçundan cezalandırılmasını talep ve iddia etmiştir.

56. Başvurucuya yöneltilen ve tutuklamaya konu olan suçlamanın dayanaklarından birisi de başvurucunun görevinden uzaklaştırılmasıdır. Başvurucu, HSYK'nın 24/8/2016 tarihli kararı ile meslekten ihraç edilmiştir.

57. Darbe teşebbüsünden sonra başta soruşturma mercileri olmak üzere yargı organları ve kamu makamları büyük bir zorlukla karşı karşıya kalmışlardır. Teşebbüsün savuşturulmaya çalışıldığı sırada hem doğrudan teşebbüsle bağlantılı olduğu değerlendirilen binlerce kişi hakkında hem de teşebbüsle bağlantılı olmasa da bunun arkasındaki yapılanma olan FETÖ/PDY ile bağlantılı olduğu değerlendirilen ve önemli bir kısmı kamu görevlisi olan on binlerce kişi hakkında ivedilikle soruşturma yürütülmesi ihtiyacı ortaya çıkmıştır (Zafer Özer, § 53).

58. Ülkenin savaş uçağı, helikopter ve tank gibi savaş araçlarının dahi kullanıldığı bir darbe teşebbüsüne maruz kalması dolayısıyla bu teşebbüsle ya da bunun arkasındaki yapılanma ile bağlantılı kişiler hakkında ivedilikle soruşturma başlatılması ve bu soruşturmalar kapsamında bazı şüpheliler hakkında yakalama, gözaltı ve tutuklama gibi koruma tedbirlerine başvurulması, suç işleyenlerin tespitini ve cezalandırılmasını sağlamak üzere soruşturmaların selamet içinde yürütülmesi amacının yanı sıra darbe teşebbüsü ve onun arkasındaki yapılanma nedeniyle millî güvenlik ve kamu düzeni üzerinde oluşan tehdit ve tehlikenin bertaraf edilmesi gayesine de yöneliktir (Zafer Özer, § 54).

59. FETÖ/PDY'nin kamuda en yoğun şekilde örgütlendiği alanlardan birinin yargı olması nedeniyle haklarında soruşturma başlatılan bu kamu görevlileri arasında yargı mensupları önemli bir yer tutmuştur. Bu bağlamda HSYK, darbe teşebbüsünün devam etmekte olduğu dönemde bu teşebbüsün arkasındaki yapılanma ile bağlantısının olduğu değerlendirmesiyle çok sayıda hâkim ve Cumhuriyet savcısının görevden uzaklaştırılmasına karar vermiştir. Aynı değerlendirmeyle Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulu bazı mensuplarının Yargıtaydaki yetkilerinin kaldırılmasına, Danıştay Başkanlık Kurulu ise bir kısım üyesinin görev yaptıkları dairelerdeki görevlerinin sonlandırılmasına karar vermiştir. Süreç içinde de çok sayıda yargı mensubu hakkında görevden uzaklaştırma ve meslekten çıkarma idari tedbirlerine başvurulmuş, ayrıca başlatılan ceza soruşturmaları kapsamında bu kişilerin büyük bölümü hakkında yakalama, gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Zafer Özer, § 55).

60. Bu kapsamda verilen tutuklamaya ilişkin kararların önemli bir kısmında şüphelilerin suç işlediklerine dair somut delillerin bulunduğu ifade edilirken veya düzenlenen iddianamelerde suçlamaya ilişkin olgular açıklanırken söz konusu görevden uzaklaştırma, yetkilerini kaldırma ve dairelerdeki görevlerini sona erdirme veya meslekten çıkarma şeklindeki idari kararlara atıf yapılmıştır. Bu itibarla anılan kararların kuvvetli suç belirtisi ölçütünü karşılayıp karşılamadığının değerlendirilmesi gerekmektedir (Zafer Özer, § 56).

61. Darbe teşebbüsünün yanı sıra teşebbüsten veya teşebbüsün arkasındaki yapılanma olan FETÖ/PDY'nin örgütlenmesinden kaynaklanan tehdit ve tehlikenin bertaraf edilmeye çalışıldığı bu aşamada teşebbüsün arkasındaki yapılanma ile bağlantılarının olduğu değerlendirilen yargı mensupları hakkında uygulanan idari tedbirlere ilişkin bu kararların ilgili mercilerde oluşan bir kanaate dayalı olarak verilmesi söz konusu olsa da içeriğinde kendileriyle ilgili bir eylem veya olgudan bahsedilmeyen kişiler bakımından bunların -tek başına- kuvvetli suç belirtisi olarak kabul edilmesi mümkün değildir (Zafer Özer, § 57).

62. Nitekim Anayasa Mahkemesi daha önce verdiği birçok kararda görevden uzaklaştırma veya kamu görevinden ya da meslekten çıkarma şeklindeki idari kararların niteliğini dikkate alarak bu kararların verilmesinin karara muhatap olan kişilerin suç işlediklerine dair kuvvetli belirtinin bulunduğu anlamına gelmediği sonucuna varmıştır (diğerleri arasından bkz. Mustafa Baldır, § 70; Mustafa Açay, B. No: 2016/66638, 3/7/2019, § 54; E.A., B. No: 2016/78293, 3/7/2019, § 57; Ali Aktaş, B. No: 2016/14178, 17/7/2019, § 53; Mustafa Özterzi, § 104). Bu itibarla başvurucu hakkındaki görevden uzaklaştırma veya meslekten çıkarma tedbirlerine ilişkin kararlarda başvurucuyla ilgili kişisel bir tespit ve değerlendirme bulunmadığından bunların -tek başına- suç işlendiğine dair kuvvetli bir belirti olarak kabulü mümkün değildir (bkz. aynı yöndeki değerlendirmeler için Zafer Özer, § 58).

63. Diğer taraftan başvurucunun, haklarında FETÖ/PDY kapsamında soruşturma yürütülen bir kısım kişiyle görüşmesinin HTS analiz raporunda bulunduğuna yer verilmiş ise de soruşturma makamlarınca bu görüşmelerin örgütsel bir görüşme olduğuna ve açılan soruşturma veya kovuşturmayla ilgisi olduğuna yönelik bir iddia ileri sürülmediği gibi bu yönde bir delil de ortaya konulmamıştır.

64. Öte yandan tanık S.Y.nin 13/4/2017 tarihli ifadesinde, başvurucunun FETÖ/PDY mensubu olduğuna dair kanısının doğrudan ve somut olgulara dayanmadığı anlaşılmaktadır.

65. Bu itibarla soruşturma ve kovuşturma belgelerinde yer alan tespit ve değerlendirmeler kapsamında somut olayda suç işlendiğine dair kuvvetli belirtinin ortaya konulamadığı sonucuna varılmıştır.

66. Varılan bu sonuç karşısında tutuklama nedenlerinin bulunup bulunmadığına ve tutuklamanın ölçülü olup olmadığına ilişkin ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.

67. Açıklanan gerekçelerle suç işlediğine dair kuvvetli belirtiler ortaya konulmadan başvurucu hakkında tutuklama tedbirinin uygulanmasının kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına ilişkin olarak olağan dönemde Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan güvencelere aykırı olduğu sonucuna varılmıştır.

68. Bununla birlikte anılan tedbirin olağanüstü dönemlerde temel hak ve özgürlüklerin kullanımının durdurulmasını ve sınırlandırılmasını düzenleyen Anayasa'nın 15. maddesi kapsamında meşru olup olmadığının incelenmesi gerekir.

4. Anayasa'nın 15. Maddesi Yönünden

69. Tutuklama tedbirinin uygulanması suretiyle bireylerin kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına keyfî olarak müdahale edilmemesini sağlayacak güvencelerin başında suç işlendiğine dair belirtinin ortaya konulması gelmektedir. Suç işlendiğine dair belirtinin bulunması tutuklama tedbiri için ön koşul olduğundan aksi durumun kabulü, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına ilişkin tüm güvencelerin anlamsız hâle gelmesi sonucunu doğurur. Dolayısıyla -hangi nedenle benimsenmiş olursa olsun- olağanüstü yönetim usullerinin uygulandığı dönemlerde de kişilerin suç işlediklerine dair belirti bulunmadan tutuklanmaları durumun gerektirdiği ölçüde bir tedbir olarak kabul edilemez (Şahin Alpay [GK], B. No: 2016/16092, 11/1/2018, § 109; Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 156).

70. Somut olayda Anayasa Mahkemesince soruşturma makamlarının başvurucunun suç işlediğine dair belirtileri somut olgularla ortaya koymadan hakkında tutuklama tedbirine başvurdukları sonucuna varılmıştır. Bu itibarla olağanüstü hâl döneminde temel hak ve özgürlüklerin kullanımının durdurulmasını ve sınırlandırılmasını düzenleyen Anayasa'nın 15. maddesinin başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına yönelik Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında belirtilen güvencelere aykırı bu müdahaleyi meşru kılmadığı değerlendirilmiştir (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Şahin Alpay, § 110; Mehmet Hasan Altan (2), § 157).

71. Açıklanan gerekçelerle -Anayasa'nın 15. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde de- başvurucunun Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamında kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

Serdar ÖZGÜLDÜR bu görüşe katılmamıştır.

5. 6216 sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

72. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un "Kararlar" kenar başlıklı 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasının birinci cümlesi ile (2) numaralı fıkrası şöyledir:

"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

73. Başvurucu 100.000 TL maddi, 500.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

74. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir (B. No: 2014/8875, 7/6/2018, [GK]). Mahkeme diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir(Aligül Alkaya ve diğerleri, B.No: 2016/12506, 7/11/2019).

75. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin, yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

76. Başvuruda, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle Anayasa’nın 19. Maddesinin üçüncü fıkrasının ihlal edildiğine karar verilmiştir. 7/9/2016 tarihinde başvurucunun tahliyesine karar verilmiştir. Başvurucunun tutukluluk hâli sona ermiştir.

77. Öte yandan somut olayda ihlalin tespit edilmesinin başvurucunun uğradığı zararların giderilmesi bakımından yetersiz kalacağı açıktır. Başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına yönelik müdahale nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 30.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

A. Başvurucunun kamuya açık belgelerde kimliğinin gizli tutulması talebinin KABULÜNE,

B. Tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA Serdar ÖZGÜLDÜR ve Kadir ÖZKAYA’nın karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,

C. Tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle Anayasa’nın 19. Maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE Serdar ÖZGÜLDÜR’ün karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,

D. Başvurucuya net 30.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,

E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin bilgi için Ankara 26. Ağır Ceza Mahkemesine (E.2018/606) GÖNDERİLMESİNE,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 9/1/2020 tarihinde karar verildi.

 

 

 

KARŞIOY GEREKÇESİ

B.Başvuru No: 2016/78293 (1.Bölüm) ve B.Başvuru No:2016/14597 (Genel Kurul) sayılı dosyalardaki karşıoylarda belirtilen hukuki neden ve gerekçelerle; 18.7.2016 tarihinde tutuklanan, hakkındaki soruşturma devam ederken bir hâkim meslektaşı tarafından FETÖ bağlantısı olduğu yolunda beyanda bulunulan (bu beyan kovuşturma aşamasında da tekrarlanmıştır), 7.9.2016 tarihinde tahliye edilip, 19.6.2019 tarihinde beraat etmekle beraber yargılamasının henüz istinafta kanun yolu aşamasında derdest olduğu anlaşılan başvurucu hakkındaki ilk tutuklama kararında suç işlediğine dair kuvvetli belirtilerin yeterince ortaya konulduğu, dolayısıyla bu tedbirin uygulanması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlâl edilmediği kanaatine vardığımdan, çoğunluğun aksi yöndeki kararına katılmıyorum.

 

 

 

 

 

Üye

 Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

 

 

KARŞIOY

Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası gereği bireysel başvuru yoluyla Anayasa Mahkemesine başvurabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması gerekir. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının anayasal ödevi olup bu ödevin ihmal edilmesi nedeniyle ortaya çıkan hak ihlallerinin düzeltilmesi idari ve yargısal makamların görevidir. Bu nedenle temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle derece mahkemeleri önünde ileri sürülmesi, bu makamlar tarafından değerlendirilmesi ve bir çözüme kavuşturulması esastır (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No: 2012/403, 26/3/2013, § 16).

Tüketilmesi gereken başvuru yollarının ulaşılabilir olması yanında telafi kabiliyetini haiz olması ve tüketildiğinde başvurucunun şikâyetlerini gidermede makul başarı şansı tanıması gerekir. Bir başka söyleyişle, etkili olduğu kabul edilecek olan başvuru yolunun, Anayasa’da öngörülmüş güvencelere aykırılık nedeniyle hakkın ihlal edildiğini özü itibarıyla tespit etme ve yeterli giderim sağlama imkânı sunan bir yol olması gerekmektedir. Dolayısıyla mevzuatta bu yollara yer verilmesi tek başına yeterli olmayıp uygulamada da etkili olduğunun gösterilmesi ya da en azından etkili olmadığının kanıtlanmamış olması gerekir (Ramazan Aras, B. No: 2012/239, 2/7/2013, § 29). Bununla birlikte soyut olarak makul bir başarı sunma kapasitesi bulunan bir başvuru yolunun uygulamada başarıya ulaşmayacağına dair şüphe, o başvuru yolunun tüketilmemesini haklı kılmaz. Özellikle sonradan oluşturulan ve henüz uygulaması olmayan başvuru yollarının bu kapsamda değerlendirilmesi gerekir (Ramazan Korkmaz, B. No: 2016/36550, 19/7/2017, §33).

Öte yandan, başvurucuların belirli bir hukuk yolunun etkililiği konusunda sadece bir kuşku duyması, kendilerini söz konusu hukuk yolunu tüketme girişiminde bulunma yükümlülüğünden kurtarmaz. Başvuruculardan, yorum yetkilerini kullanarak mevcut hakları geliştirme fırsatı vermek için yargı organlarına başvurmaları beklenebilir. Ancak yerleşik mahkeme içtihatları ışığında, belirtilen hukuk yolunun gerçekte olumlu sonuçlanması konusunda makul bir ihtimalin bulunmadığı durumlarda ise başvurucunun söz konusu hukuk yolunu kullanmamış olması başvuru yollarının tüketilmediği sonucunu doğurmaz. Bununla birlikte bir hukuk yolunun başarısız olduğunu ortaya koyacak bir durum söz konusu değilse o hukuk yolunun etkili bir şekilde işlediğine ilişkin emsal davaların bulunmaması tek başına başvurucuyu bu hukuk yolunu tüketme yükümlülüğünden kurtarmaz. Zira başvurucunun bu hukuk yoluna başvurması halinde mahkemelerin içtihatlarını başvurucunun lehine olacak şekilde geliştirmeleri ihtimali her zaman vardır.

Somut olayda 18.07.2016 tarihinde tutuklanan ve 06.09.2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunan başvurucunun suç isnadına bağlı tutulma durumu, 07.09.2016 tarihinde serbest bırakılmasıyla (tahliye edilmesiyle) birlikte bu tarihten itibaren sona ermiş bulunmaktadır. Anayasa Mahkemesince başvurunun incelendiği tarih itibarıyla başvurucunun suç isnadına bağlı olarak hürriyetinden yoksun bırakılması hali sona ermiş bulunduğundan, bireysel başvuru kapsamında tutukluluğun hukuki olmadığı yönünden yapılabilecek olan olası bir ihlal tespiti, başvurucu açısından ancak lehine bir miktar tazminata hükmedilmesi sonucunu doğurabilecektir. Bunun dışında muhtemel bir ihlal kararına bağlı olarak başvurucu açısından (örneğin tahliye edilmek gibi) bir sonuç ortaya çıkmayacaktır.

Hal böyle olunca, belirtilen duruma bağlı olarak, bireysel başvurunun ikincillik niteliği gereğince, olayda, aşama itibarıyla bireysel başvuru yolu dışında başvurucuya, tutmanın hukuki olmadığını tespit edecek ve giderim olarak da tazminat ödenmesini sağlayabilecek başka bir hak arama yolunun mevcut olup olmadığının incelenmesi gerekmektedir.

Anayasa Mahkemesi'nce, tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına dayalı olarak yapılan tüm başvurularda, tutuklama kararının hukuka aykırı olduğuna ilişkin iddia incelenirken ilk olarak şikâyet konusu tutuklamanın kanuni dayanağının bulunup bulunmadığı, ikinci olarak kuvvetli suç şüphesinin mevcut olup olmadığı, üçüncü olarak tutuklamanın meşru bir amacının bulunup bulunmadığı (tutuklama nedenlerinin var olup olmadığı), son olarak da tutuklama tedbirinin ölçülü olup olmadığı incelenmektedir.1

Anayasa Mahkemesince yapılan bu inceleme, 5271 sayılı Ceza Muhakemeleri Kanunu'nun 100 ve 101. maddelerde yer alan hükümlerle de uyumlu bir incelemedir. Zira 5271 sayılı Kanun’un 100. maddesinin(1) numaralı fıkrasına göre “Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.” Yine aynı Kanunun 101. maddesinin ikinci fıkrasına göre de “Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda; a) Kuvvetli suç şüphesini, b) Tutuklama nedenlerinin varlığını, c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir.”

Öte yandan, 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasına (fıkranın a bendine) göre "Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında; kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen, ... kişiler, maddi ve manevi her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler."

Görüldüğü üzere 141. maddenin (1) numaralı fıkrasının (a) bendinde de “tutuklama için kanunda belirtilen koşullara" atıf yapılmaktadır. Dolayısıyla Kanunda (kuvvetli suç şüphesi, tutuklama nedeni, ölçülülük gibi) öngörülen koşullara aykırı olarak tutuklandığını düşünen bir kişi için Kanun tazminat isteme ve alma imkânı öngörmektedir.

Anayasa Mahkemesi konuya ilişkin önceki kararlarında; bireysel başvurunun incelenme tarihi itibarıyla başvurucunun tutukluluk halinin sona ermiş olması ve tutuklama tedbirinin ilişkili olduğu kamu davasında verilen beraat veya mahkûmiyet hükmünün kesinleşmiş olması şartlarının bir arada gerçekleşmiş olması hallerinde, başvurucunun tutuklamanın hukuka aykırı olduğu iddiasına yönelik olarak CMK 141/1-a hükmü kapsamında tazminat davası açabileceğini belirtmiş ve mezkûr iddiayı başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez bulmuştur.2 Bununla birlikte, başvurucu tahliye edilmiş olsa dahi hakkında açılan kamu davasının devam ediyor olması veya hakkında verilen beraat veya mahkûmiyet hükmünün kesinleşmemiş olması hallerinde ise tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına dayalı başvuruları CMK 141/1-a hükmü kapsamı dışında tutmuş ve işin esasını incelemiştir.

Anayasa Mahkemesi, tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına ilişkin başvurularda yukarıda belirtildiği şekilde ortaya koyduğu yaklaşımını sonradan kısmen değiştirmiş bulunmaktadır. Mahkemenin güncel yaklaşımında, tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasının CMK 141. madde kapsamında tazminata konu edilebileceğinin kabul edildiği tek durum, CMK 141/1-e hükmünde düzenlenen tazminat nedenine ilişkin durumdur.

Anayasa Mahkemesinin son dönemdeki birçok kararına göre; başvuruya konu edilen tutuklamanın ilişkili/ilgili olduğu davada başvurucu hakkında beraat kararı verilmiş veya başlatılan soruşturmada kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiş ve bu kararlar bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla kesinleşmiş ise tutuklamanın hukuki olmadığı iddiası, CMK 141/1 a ve e hükmünde düzenlenen tazminat yolunun tüketilmediği gerekçesiyle kabul edilemez bulunmaktadır.3 Mahkeme, bu içtihadında CMK 141/1-e hükmünün yanı sıra CMK 141/1-a hükmünü de dikkate almakta ve söz konusu hükümlerde öngörülen tazminat yolunu tutuklamanın hukuki olmadığı iddiası yönünden etkili bir kanun yolu olarak nitelendirmektedir.4 Tutukluluğun hukuki olmadığı iddiasına dayalı tüm başvurularda, belirtilen durum dışındaki tüm hallerde ise işin esası incelenmektedir.

Öte yandan Anayasa Mahkemesi, CMK 141/1-a hükmünde düzenlenmiş olan, kanunlarda belirtilen koşullar dışında tutukluluğun devamına karar verilmesi halini de kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen kişilerin tazminat alabileceğini öngören CMK 141/1-d'de düzenlenen tazminat yoluyla beraber değerlendirmektedir. Bir başka söyleyişle Mahkeme, tutukluluğun kanuna aykırı bir şekilde gerekçesiz kararlarla uzatılarak makul sürenin veya kanuni sürenin aşıldığına ilişkin iddiaları, başvuru yollarının tüketilmemesi gerekçesine dayanarak reddetmekte ve CMK’nın 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) ve (d) bentlerine birlikte dayanmaktadır.5

Belirtilen durumla birlikte, Mahkemece, gözaltının hukuki olmadığına ilişkin şikâyetlere dayalı başvurularda da CMK’nın 141. maddesindeki tazminat yoluna başvurulması gerektiği söylenmektedir. Bir başka söyleyişle, gözaltının hukuki olmadığına ilişkin şikâyetlerde de davanın mahkûmiyetle sonuçlanıp sonuçlanmadığına, davanın devam ediyor olup olmadığına bakılmaksızın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemezlik kararı verilmektedir.6

Anılan kararlarda bu kapsamdaki taleplerle ilgili olarak davanın esasının sonuçlanmasına gerek olmadığı yönündeki Yargıtay kararlarına atıf yapıldığı için gözaltının hukuki olmadığına ilişkin şikâyetlerde CMK’nın 141. maddesindeki yolun tartışmasız bir biçimde etkili bir hukuk yolu olduğu iddia edilebilir ise de; Yargıtay tarafından istikrarlı bir biçimde tersine oluşturulmuş bir uygulama tespit edilmediği sürece, tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına dayalı başvurularda başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemezlik kararı verilirken, bu konuda Yargıtay uygulamasının var olup olmadığına bakılmasına gerek olmadığından ve biraz önce değinilen kararlarda atıf yapılan Yargıtay kararları7 somut delil olmadan gerçekleştiği iddia edilen bir gözaltına alınmayla ilgili olmadığından anılan iddiaya itibar edilmesi mümkün değildir.8

Hal böyle olunca, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuka aykırı olduğu iddialarının her ikisini de içeren başvurularda, Anayasa Mahkemesince, gözaltı tedbirine dair iddia yönünden tazminat yoluna başvurulması gerektiğine karar verilirken, tahliye edilmiş bir başvurucunun tutuklama tedbirine ilişkin iddiasında tazminat yolunun gösterilmemesi çelişkili bir durum oluşturmaktadır.

Öte yandan, Anayasa Mahkemesi'nce, etkili bir başvuru yolunun bulunup bulunmadığının belirlenmesinde başvurulan uygulamaya atıf yapma yaklaşımından B.T. kararıyla vazgeçilmiştir. B.T. kararında, geri gönderme merkezlerindeki tutma koşullarının kötü muamele oluşturduğu iddiasına dayalı başvuru, başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez bulunmuştur. Anayasa Mahkemesi, geri gönderme merkezlerindeki koşulların kötü muamele oluşturduğu iddiasını, uygulamada başarıyla sonuçlandığını gösteren herhangi bir örneğini tespit etmemiş olmasına rağmen, tam yargı davasına konu edilebileceğini belirterek incelememiştir.

İdari gözetim altında tutulma koşullarına karşı etkili bir başvuru yolunun bulunmadığı iddiasına dayalı başvuruda Mahkeme; AİHM'nin Türk hukukunda tutulma koşullarına karşı etkili bir başvuru olmadığına dair kararları bulunduğunu belirttikten sonra, yasal düzenlemeyle oluşturulan ve kanunun objektif anlamına bakıldığında var olduğu hususunda bir tereddüt uyandırmayan bir hukuksal yolun fiilen denenmemiş veya kullanılmamış olmasının söz konusu yolun etkili olmadığı veya bulunmadığı sonucuna ulaşılabilmesi bakımından yeterli olmayacağı tespitinde bulunmuş, bu tespit kapsamında da bu güne kadar böyle bir davanın açıldığını ve tazminata hükmedildiğini gösteren herhangi bir mahkeme kararının mevcut olmamasına dayanılarak tazminata ilişkin etkili bir başvuru yolunun bulunmadığının söylenmesinin hatalı olacağını ifade etmiştir.9

Cafer Yıldız kararında da benzer bir değerlendirmeyle kabul edilemezlik kararı verilmiştir. Anayasa Mahkemesi, Cafer Yıldız kararında, tutukluluk incelemeleri sonucunda verilen kararların tebliğ edilmemesi ya da tutukluluğa yapılan itirazın karara bağlanmaması nedeniyle tutuklama işlemine karşı başvuru imkanlarından yararlandırılmamaya ilişkin iddiaların CMK’nın 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (k) bendi kapsamında açılacak davada incelenebileceği gerekçesiyle kabul edilemezlik kararı vermiştir. Mahkeme, buradaki tazminat yolunun başarıyla uyguladığını gösteren emsal davalar bulunmamasına rağmen böyle bir hukuk yolunun kesinlikle başarısız olacağını iddia edebilmeyi ortaya koyacak bir durum da söz konusu olmadığı için bu türden şikâyetlere çözüm getirmeye elverişli nitelik taşıyan bu yola işlerlik kazandırmak ve yasal düzenlemenin kapsamını belirlemek amacıyla derece mahkemelerine başvurulmasında yarar bulunduğunu belirtmiştir.10

Tahliye edilen ve hakkında açılan kamu davası devam eden kişinin CMK 141/1-a kapsamında açacağı tazminat davasında kuvvetli suç şüphesinin ve tutukluluğun diğer kanuni şartlarının bulunmadığına ilişkin yapılacak tespitin devam eden kamu davasını etkileyebilecek olması ve tazminat davasını yürüten mahkemenin bu tür değerlendirmelerden kaçınabileceği ihtimali yahut hakkında mahkûmiyet hükmü verilen ve bu hüküm kanun yolu incelemesi aşamasında olan veya kesinleşen kişilerin açacakları tazminat davasında mahkemenin, tutuklama tedbirinin hukuka aykırı olup olmadığı tespitini kanun yolu merciinin verdiği veya vereceği karara rağmen yapıp yapamayacağı hususları da kanun yolunun etkililiği açısından elbette ki büyük önem taşımaktadır. Bununla birlikte, bu bağlamda, kişinin tutuklanması ve tahliye edilmesi ile hakkında beraat veya mahkûmiyet hükmü verilmesi arasında belirleyici ölçüde bir bağlantı olmadığını söylemek yerinde olacaktır.

Belirtilen duruma göre, bir kişinin tutuklanması hukuka uygun olmakla birlikte bu kişi kamu davasından beraat edebilir ya da tutuklanması hukuka aykırılık arz ederken hakkında açılan davada mahkûmiyet sonucuna varılabilir. Bu nedenle CMK 141/1-a kapsamında açılacak bir davada tutukluluğun hukukiliğine ilişkin olarak kişi hakkındaki ceza davasından bağımsız bir inceleme yapılmasının mümkün olduğu sonucuna varılmalıdır. (Muzaffer Korkmaz, Koruma Tedbiri Nedeniyle Tazminat Davaları ve Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru, Seçkin Yayıncılık, Ankara 2019, s. 93). Tutukluluğun hukukiliğinin incelenmesinde, tutuklamanın ilişkili/ilgili olduğu davada mahkûmiyet veya beraat kararı verilmiş olmasının ya da davanın devam ediyor olmasının bir önemi olmamalıdır. Nitekim Anayasa Mahkemesince de, mahkûmiyet kararı verilmesi veya davanın devam ediyor olması durumunda da tutuklamanın hukukiliği incelenmektedir.11 Eğer bir davanın devam ediyor olması veya davada mahkûmiyet kararı verilmesi tutuklamanın hukukiliğinin incelenmesine engel teşkil ediyor olsaydı, Anayasa Mahkemesinin de böyle bir inceleme yapamaması gerekirdi. Dolayısıyla bir davada beraat veya takipsizlik kararı verilmesi tutuklamayı kendiliğinden hukuka aykırı hale getirmeyeceği gibi mahkûmiyet kararı verilmesi de kendiliğinden tutuklamanın hukuka uygun olduğunu göstermez. Nitekim Anayasa Mahkemesi Mehmet Özdemir12 başvurusunda beraat kararı verilmiş olan başvurucunun tutuklanmasının hukuka uygun olduğuna karar vermiş iken, Ali Bulaç13 başvurusunda hakkında mahkûmiyet kararı verilen başvurucunun tutuklanmasının hukuka aykırı olduğuna karar vermiştir.

Esasen CMK 141/1-a hükmünün de, tutuklamanın hukukiliği bağlamında bu hükme dayalı olarak dava açılmasını kişi hakkındaki yargısal sürecin bitmesine ve kesinleşmiş bir kararın varlığına bağlı tutmadığı anlaşılmaktadır.

Konuya ilişkin Yargıtay kararlarında da14 anılan hükümde düzenlenen tazminat nedeninin, yargısal sürecin kesinleşmesine bağlı olarak tazminata konu edilebilecek tazminat nedenleri arasında sayılmadığı görülmektedir. Söz konusu kararlara göre, kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlarına karar verilen, yine mahkûm olup da gözaltı ve tutuklulukta geçirdikleri süreleri, hükümlülük sürelerinden fazla olan veya işlediği suç için kanunda öngörülen cezanın sadece para cezası olması nedeniyle zorunlu olarak bu cezayla cezalandırılanlar hakkında, mutlaka davanın esasıyla ilgili olarak verilen kararın kesinleşmesini beklemek zorunluluğu bulunmaktadır.

Hal böyle olunca uygulamada, tutuklama tedbirinin hukuka aykırı olduğu iddiasına yönelik CMK 141/1-a hükmüne dayalı tazminat davasının, tutuklamanın ilişkili/ilgili olduğu ceza davası derdestken açılamayacağına ilişkin kesin bir kabulün bulunmadığı anlaşılmaktadır.

Bu bağlamda, yukarıda da belirtildiği üzere tazminat davasını inceleyecek olan derece mahkemesinin tutuklama şartlarını incelemekten imtina edebileceği şeklindeki bir görüşün kabulünün de mümkün olmadığını belirtmek gerekmektedir. Zira CMK 141/1-a hükmü karşısında tazminat mahkemesinin de (ağır ceza mahkemesinin de) tutuklama koşullarının var olup olmadığını inceleyebilmesi gerekmektedir. Anılan hükme göre tutuklamanın kanunda öngörülen şartlara uygun olup olmadığını tespit etmek tazminat mahkemesinin kanundan kaynaklanan görevi durumundadır. Nitekim kovuşturma aşamasında yargılamayı yürüten herhangi bir ağır ceza mahkemesinin verdiği tutuklama veya tahliye kararı, yapılan itiraz üzerine bir başka ağır ceza mahkemesi tarafından, tutuklama şartlarının var olup olmadığı incelenerek kaldırılabilmektedir. Bu konuda herhangi bir tartışma bulunmamaktadır. Böyle olunca da bir ağır ceza mahkemesinin veya sulh ceza hâkimliğinin verdiği tutuklama kararının hukuka aykırı olup olmadığının tazminat mahkemesince tespit edilmesinin önünde de herhangi bir engel bulunmadığı sonucuna varılmaktadır.

Suç isnadına bağlı olarak tutukluluk halini içerenler dışındaki tutuklamanın hukuki olmadığına ilişkin şikâyetlerde CMK 141/1-a’daki tazminat yolunun tüketilmesinin aranması, Anayasa Mahkemesinin tutukluluk statüsünün sona ermiş olması kaydıyla tutukluluğun makul süreyi aştığına yönelik iddiaların, CMK’nin 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) ile (d) bentlerinde düzenlenen tazminat yoluna konu edilmesi gerektiğine ilişkin yaklaşımıyla da uyumluluk gösterir.15 Zira tahliye edilen ve hakkındaki kamu davası devam eden veya aleyhine verilen mahkumiyet hükmü kanun yolu aşamasında olan veya kesinleşen kişinin Anayasa Mahkemesi içtihadı doğrultusunda bireysel başvuru öncesi uzun tutukluluk iddiasına ilişkin açacağı tazminat davasında ilk derece mahkemesi, tutukluluğun devamına ilişkin kararların hukuka uygunluğunu inceleyecek, bu incelemeyi yaparken de kuvvetli suç şüphesinin var olup olmadığını ve diğer tutuklama nedenleriyle birlikte devam edip etmediğini gözetecektir (Muzaffer Korkmaz, a.g.e., s.94) Nitekim Anayasa Mahkemesi’nce de tutukluluğun makul süreyi aştığına ilişkin olup esastan incelenen başvurularda kuvvetli şüphenin var olup olmadığı, tutuklama nedenlerinin devam edip etmediği de incelenmektedir.16 Ayrıca, bu konuya ilişkin olup başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemezlik kararı verilen başvurularda da, tazminat davasına bakacak olan mahkemenin de kuvvetli suç şüphesinin ve tutuklama nedenlerinin var olup olmadığını değerlendireceği varsayılmaktadır. Aksinin kabulü halinde bu tür başvurularda kişilerin tazminat davası yoluna yönlendirilmemesi gerekirdi. Sonuç olarak, eğer tazminat davasına bakacak mahkeme, uzun tutukluluk şikâyetlerinde kuvvetli şüphenin, tutuklama nedenlerinin var olup olmadığını inceleyebiliyorsa, tutuklamanın hukukiliği şikâyetlerinden kaynaklanan davalarda da tutuklamanın hukukiliğini inceleyebilmelidir.

Bu noktada Mustafa Avcı kararına17 da değinmek gerekmektedir. Anayasa Mahkemesi, bu başvuruda başvurucunun uzun tutukluluk şikâyetini, inceleme tarihi itibarıyla tahliye edilmiş olması nedeniyle CMK 141’de düzenlenen tazminat yolunun tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez bulmuştur.18 Başvurucunun, tutuklanmasına neden olan fiillerin tamamının siyasi faaliyetleri ile ilgili olduğu ve bu sebeple siyasi faaliyette bulunma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkin olarak ise Anayasa Mahkemesi; başvurucunun uzun tutukluluk şikâyetiyle ilgili açacağı tazminat davasında ilk derece mahkemesinin hukuka aykırılığı tespit ve yeterli giderim sağlama hususlarında karar verirken tedbirin kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı dışında siyasi faaliyette bulunma hakkına müdahale teşkil edip etmediği de dâhil olmak üzere somut olayın tüm koşullarını dikkate almak durumunda olacağını belirtmiştir. Anayasa Mahkemesi, CMK’nin 141. maddesinde öngörülen tazminat yolunun; gözaltı, yakalama, tutuklama gibi tedbirlerinin kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının yanı sıra diğer temel haklara müdahale sonucunu doğurması hallerinde de etkili bir kanun yolu niteliğini haiz olduğunu ifade etmiş ve bu kabulü doğrultusunda siyasi faaliyette bulunma hakkının ihlal edildiği iddiası yönünden de başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermiştir.19 Bu olayda başvurucunun, tutuklanmasına neden olan fiillerin tamamının siyasi faaliyetleri ile ilgili olduğu ve bu sebeple siyasi faaliyette bulunma hakkının ihlal edildiği iddiası zımnen tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına benzemektedir. Bu kişinin CMK 141. maddedeki yola başvurması durumunda tazminat mahkemesi ifade özgürlüğünün ihlal edilip edilmediğini tespit edebiliyorsa, diğer bir deyişle başvurucunun tutuklanmasına konu eylemlerin siyasi faaliyetler kapsamında olup olmadığını tespit edebiliyorsa, tutuklamanın hukuki olup olmadığını da elbette ki tespit edebilir. Zira deliller değerlendirmeden tutuklamanın ifade özgürlüğünü ihlal ettiğinin tespit edebilmesi mümkün değildir.

Yukarıda belirttiğimiz gibi Anayasa Mahkemesi beraat veya takipsizlik kararı verilmesi ve bu kararın kesinleşmesi halinde kişilerin 141. maddenin (e) veya a) bendi uyarınca tazminat alabilmelerinin mümkün olduğunu belirterek başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermektedir (Fatma Maden (B. No: 2016/28719, 17/7/2018, Ertuğrul Raşit Benal, B. No:2016/25245, 17/7/2018). Anayasa Mahkemesi bu kararlarında CMK’nın 141/1-a bendine de atıf yapmaktadır. Ancak CMK’nın 141. maddenin (1) numaralı fıkrasının (a) bendine başvurulması için, CMK’da, tutuklamayla ilgili/ilişkili davanın beraatla veya takipsizlik kararıyla sonuçlanması şartı aranmamaktadır. Tutuklamaya konu davanın beraatla veya takipsizlik kararıyla sonuçlanması şartı 141/1-e bendi için geçerlidir. Kanaatimizce beraat veya takipsizlik halinde CMK 141/1-e bendindeki hükmün tutuklamanın hukukiliği açısından birincil nitelikte etkili bir yol olmadığını belirtmek gerekir. 141/1-e bendi uyarınca tazminat istenebilmesi için tutuklamanın hukuki olup olmamasının bir önemi bulunmamaktadır. Kişi beraat edince bu bent kapsamında tutuklamanın hukuki olup olmadığına ilişkin bir tespit yapılmadan otomatik olarak tazminat ödenmektedir. Oysa bir yolun etkili kabul edilmesi için o yolun hakkın ihlal edildiğini tespit edebilmesi ve ihlali giderebilmesi gerekir.20 AİHM de Mergen ve diğerleri kararında benzer gerekçelerle141/1-e bendindeki yolun tüketilmesi gerektiği itirazını reddetmiştir. Dolayısıyla bu bağlamda 141/1- e bendinin değil, 141/1-a bendinin etkili bir yol olduğu söylenebilir. Nitekim Anayasa Mahkemesi de bu durumu göz önüne alarak bu kararlarında 141/1-a bendine de atıf yapma gereği duymuştur. 141/1-a bendi beraat veya takipsizliğe bağlı olmadığı için tahliye durumunda da bu yolun etkisiz olduğunu söylemek mümkün değildir.

Yukarıda açıklanan hususlar birlikte değerlendirildiğinde tutuklamanın hukuki olmadığı şikâyetlerine dayalı başvurularda, tutuklamanın ilgili/ilişkili olduğu davanın mahkûmiyetle sonuçlanmış olması veya kişinin tahliye edilmiş hallerinde de CMK’nın 141. maddesindeki tazminat yolunun tüketilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmaktadır.

Açıkladığım gerekçelerle başvurunun tutuklamanın hukukiliğine ilişkin kısmının başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerektiğini düşündüğümden çoğunluğun işin esasının incelenmesi gerektiği yolunda oluşan görüşüne katılmadım.

 

 

 

 

Üye

 Kadir ÖZKAYA

 

 

 

 

__________________

1 Halas Aslan, B. No: 2014/4994, 16.2.2017.

2 Reşat Ertan, 2013/5700, 15/04/2015, § 26; Mehmet Emin Güneş, 2013/5707, 16/04/2015, § 29; Mecit Gümüş, 2013/9105, 25/6/2015, §32; Hüseyin Hançer, 2013/8319, 7/1/2016,§§ 39, 40; Ömer Köse, 2014/12036, 16/11/2016, § 34

3 Kamil Erdoğan, B. No: 2017/4023, 19/4/2018, §40; Bilal Canpolat, §§ 37-43; Fatma Maden, §49; Ertuğrul

Raşit Benal, B. No: 2016/25245, 17/7/2018, §42

4 Fatma Maden, §47, Ertuğrul Raşit Benal, §40

5 Erkam Abdurrahman Ak, B. No: 2014/8515, 28/9/2016, §54; İrfan Gerçek, B. No: 2014/6500, 29/9/2016,§37

6 Neslihan Aksakal, B. No: 2016/42456, 26/12/2017, § 30- 38; Ahmet Ünal, B. No: 2016/17624, 9/5/2018, § 24-26.

7Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 1/10/2012 tarihli ve E.2012/21752, K.2012/20353 sayılı kararı

8 Benzer durumlar bakımından, Yargıtay uygulamasında tazminat yolunun başarıyla uyguladığını gösteren emsal kararlar bulunmamakla birlikte, böyle bir hukuk yolunun kesinlikle başarısız olacağını iddia edebilmeyi ortaya koyacak bir durum da söz konusu değildir.

9B.T. [GK], B. No: 2014/15769, 30/11/2017, §§ 40-60.

10 Cafer Yıldız, B.No: 2014/9308, 9/1/2018, §§ 37-40; Yaşar Saçlı, B. No: 2014/9311, 24/1/2018, §§ 37-40.

11 Bkz. Besime Konca, B. No: 2017/5867, 3/7/2018.

12 Mehmet Özdemir, B. No: 2017/37283, 29/11/2018

13 Ali Bulaç [GK], B. No: 2017/6592, 3/5/2019

14 bkz. Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 1/7/2015 tarihli ve E.2014/20624, K.2015/12265 sayılı, 1/10/2012 tarihli ve E.2012/21752, K.2012/20353 sayılı kararları.

15 İrfan Gerçek, B. No: 2014/6500, 29/9/2016, § 19, 37

16 Bkz. Örneğin, Hüsnü Aşkan, B. No: 2015/4057, 31/10/2018, § 45, Halas Aslan, B. No: 2014/4994, 16/2/2017, § 87.

17 Mustafa Avci, B. No: 2014/1545, 22/3/2018

18 Mustafa Avci, §27

19 Mustafa Avci, §35-38

20 Mergen ve diğerleri/Türkiye kararı, §36

 

I. KARAR KİMLİK BİLGİLERİ

Kararı Veren Birim Birinci Bölüm
Karar Türü (Başvuru Sonucu) Esas (İhlal)
Künye
(N.D. [1.B.], B. No: 2016/21990, 9/1/2020, § …)
   
Başvuru Adı N.D.
Başvuru No 2016/21990
Başvuru Tarihi 6/9/2016
Karar Tarihi 9/1/2020

II. BAŞVURU KONUSU


Başvuru, tutuklama tedbiri için mevzuatta öngörülen koşullar gerçekleşmemesine rağmen hiçbir somut delil bulunmadan verilen hukuka aykırı tutuklama kararı nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

III. İNCELEME SONUÇLARI


Hak Müdahale İddiası Sonuç Giderim
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı Tutukluluk (suç süphesi ve tutuklama nedeni) İhlal Manevi tazminat
İhlal Manevi tazminat

IV. İLGİLİ HUKUK



Mevzuat Türü Mevzuat Tarihi/Numarası - İsmi Madde Numarası
Kanun 5271 Ceza Muhakemesi Kanunu 2
100
101
161
5237 Türk Ceza Kanunu 314
3713 Terörle Mücadele Kanunu 1
2
3
5
5235 Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun 10
12
2802 Hakimler ve Savcılar Kanunu 94
  • pdf
  • udf
  • word
  • whatsapp
  • yazdir
T.C. Anayasa Mahkemesi