TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
N.D. BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2016/21990)
|
|
Karar Tarihi: 9/1/2020
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
GİZLİLİK TALEBİ KABUL
Başkan
|
:
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
|
Raportör
|
:
|
Burak Cenk İLHAN
|
Başvurucu
|
:
|
N.D.
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, tutuklama tedbiri için mevzuatta öngörülen koşullar
gerçekleşmemesine rağmen hiçbir somut delil bulunmadan verilen hukuka aykırı
tutuklama kararı nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği
iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 6/9/2016 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden
sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Komisyon tarafından başvurucunun tutuklamanın hukuki olmaması
nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiası dışındaki
diğer temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiğine yönelik iddiaların kabul
edilemez olduğuna, tutuklamanın hukuki olmadığı iddiası yönünden başvurunun
Bölüme gönderilmesine ve başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne 19/2/2019
tarihinde karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.
7. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal
Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler
çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:
9. Türkiye 15/7/2016 tarihinde askerî darbe teşebbüsüyle karşı
karşıya kalmış ve bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl
ilan edilmiştir. Olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu
makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün
arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son
yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması
(PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No:
2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25).
10. Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe
girişimiyle bağlantılı ya da darbe girişimiyle doğrudan bağlantılı olmasa bile
FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık,
ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik
olarak Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturmalar yürütülmüş, çok
sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51, Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No:
2016/23672, 11/1/2018, § 12).
11. Başvurucu, en son Delice Hâkimi olarak görev yapmıştır.
12. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) İkinci Dairesinin
16/7/2016 tarihli kararı ile -Delice hâkimi olarak görev yapmakta olan-
başvurucunun görevden uzaklaştırılmasına karar verilmiş, başvurucu 24/8/2016
tarihinde meslekten ihraç edilmiş ve bu karar 29/11/2016 tarihinde
kesinleşmiştir.
13. Başvurucu, hakkında başlatılan soruşturma kapsamında
17/7/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır.
14. Başvurucunun Kırıkkale Cumhuriyet Başsavcılığında alınan
18/7/2016 tarihli ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:
"... Suçlamayı kabul etmiyorum. Ne
Fettullahçı Terör Örgütü ne de başka bir terör örgütü ile uzaktan veya yakından
herhangi bir ilgim bulunmamaktadır. Yapılan darbe girişimini alçakça ve haince
buluyorum. Lanetliyorum. Kim yaptı ise Allah cezasını versin diyorum. Ben bir
hâkimim hukukçuyum, darbe isnadını kendime hakaret olarak kabul ediyorum. Bir
hukukçu olarak hâkim olarak darbeyi desteklemem mümkün olamaz demokrasiye göre
seçim ile gelen hükümet yine seçimle yani milletin iradesi ile değişebilir
bunun aksini düşünmek mümkün değildir. Bu hain girişimi kınıyorum. Tarafıma
yapılan suçlamaları asla kabul etmiyorum. Tüm suçlamaları reddediyorum. Ben
Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin bağımsız, tarafsız, anayasaya, kanunlara,
hukuka, hak ve adalete göre vicdanı ile karar veren bir hâkimim. Görevimi
yaparken hiç kimseden emir ve talimat almadım. Hiçbir suç yapısı ile ilişkim
olmadı. Kutsal mesleğimin şeref ve onuruna yakışır bir şekilde mesleğimi
yaptım. Zaten okunan belgelerde de hakkımda herhangi bir delil bilgi, belge
bulunmamaktadır. Sadece bir listede ismim geçtiği için bu suç isnadı ile karşı
karşıyayım. Suçsuzluğumu ispatlamak zorunda bırakıldım. Ayrıca 2802 Sayılı
Hâkim Savcılar Kanunu'nun 88. maddesine göre bir hâkim hakkında yakalama,
arama, sorguya sevk işlemleri ancak ağır cezayı gerektiren suç üstü halinde
mümkün olup tarafıma isnat edilen suçla herhangi bir ilgim bulunmadığı gibi suç
üstü hali gibi bir durum da bulunmamaktadır. Yapılan yakalama gözaltı işlemleri
kanuna, hukuka aykırıdır.
Kısa adı FETÖ/PDY yani Fethullahçı Terör
Örgütü/Parelel Devlet Yapılanması ile ilgili bir bağlantısı olup olmadığı,
toplantılarına katılıp katılmadığı, maddi veya ayni ya da para yardımında
bulunup bulunmadığı, sohbetlerine katılıp katılmadığı soruldu:
Asla kabul etmiyorum. Ben bağımsız ve tarafsız
olarak görevimi yerine getirdim. Çevremde dürüst ve çalışkan ve en önemlisi
tarafsız ve bağımsız bir hâkim olarak bilinmekteyim.
...
15/7/2016 tarihindeki cebir ve tehdit
kullanarak yapılan eylemler ile ilgili herhangi bir fiili bir desteği veya
yardımı olup olmadığı soruldu:
Kesinlikle herhangi bir desteğim yoktur. Aynı
tarihte öğleyin Kırıkkale Adliyesi'ne Hâkim olan eşim ile birlikte onun
başvurusunu yapmak ve lojman başvurumuzun sonucunu almak üzere geldik.
Kırıkkale Adliyesi'ne ait lojmanda .. Blk. .. Numaradaki tarafımıza tahsis
edilen lojmanı görmek üzere gittik. Lojmandaki eksiklikleri boya badana
işlerini halletmeye çalıştık yanımızda çocuklarımız vardı. Telefonla nakliye,
temizlik işlemlerini halletmeye çalıştık. Buradan hatırladığım kadarıyla mesai
sonrası Ankara'ya geçtik. Bir aile dostumuzda kaldık. Burada ertesi gün sabah
çıkarak daha önceden yer ayırttığımız Çakraz'da iki gün tatil yapmayı
planlıyorduk. Ancak 15/7/2016 tarihinde akşam 21:30 gibi çocukları parka
indirdik bu arada uçakların çok alçaktan uçması ve gürültü nedeniyle ne
olduğunu anlamaya çalıştım. Çocukları tekrar içeriye aldık. İleri saatlerde bu
hain alçakça girişimi öğrendik. Sabaha kadar uyumadık çocuklarımız korktu. Bu
olaydan biz de vatandaş olarak mağduruz. Ben, değil insan canına kıymak her
türlü canlının zarar görmesinden bile mütessir olan kişiyim. Manevi anlamda
dahi herhangi bir desteğim yoktur yukarıda anlattığım gibi darbeye kalkışanları
lanetliyorum. Bunu yapanların en ağır şekilde cezalandırılması temennimdir. Bu
fiilin benim ile irtibatlandırılmasına bir anlam veremedim. Ortada illiyet bağı
bulunmamaktadır. Ben mesleğimin gereklerini yerine getiren, öncelikle iş
hayatına önem veren, fazla mesai yapmam nedeniyle aileme yeterince vakit bile
ayıramayan bir insanım. Bu durumdan çok muzdaribim. Suçlamayı kesinlikle kabul
etmiyorum. Takipsizlik kararı verilmesini ya da en kötü ihtimalle tutuksuz
yargılanmayı istiyorum.
..."
15.
Başvurucu 18/7/2016 tarihinde, anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme
ve silahlı terör örgütüne üye olma suçlarından tutuklanması istemiyle Savcılık
tarafından Kırıkkale Sulh Ceza Hâkimliğine sevk edilmiştir.
16. Kırıkkale Sulh Ceza Hâkimliği 18/7/2016 tarihinde,
başvurucunun tutuklanmasına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:
"... 15/7/2016 günü başlatılan darbeye
teşebbüs eyleminin FETÖ/PDY terör örgütüne üye kişilerce gerçekleştirilmek
istendiğinin iddia edilmesi, 16/7/2016 tarihinde HSYK tarafından yapılan
değerlendirmede darbeye teşebbüs eylemi sonrasında aralarında sorguları yapılan
şüphelilerin görevden uzaklaştırılmaları yönünde karar alınması ve Ankara
Cumhuriyet Başsavcılığı Anayasal Düzene Karşı İşlenen Suçlar Soruşturma
Bürosu'nun 16/7/2016 tarihli yazısı göz önünde bulundurulduğunda şüpheliler
tarafından işlendiği iddia edilen suçlar yönünden kuvvetli suç şüphesinin
bulunduğu, atılı suçların CMK'nın 100/3-11. maddesinde belirtilen katalog
suçlardan bulunduğu, aynı maddenin 3. fıkrasına göre kuvvetli suç şüphesinin
varlığı halinde tutuklama nedeninin var sayılabileceği, isnat edilen suçların
kanunda öngörülen ceza miktarı göz önüne alındığında adli kontrol hükümlerinin
uygulanmasının yetersiz kalacağı anlaşıldığından şüpheliler N.D., ...'nın isnat
edilen suçlardan CMK'nın 100. maddesi gereğince ayrı ayrı tutuklanmalarına, ...[karar
verildi.]"
17. Başvurucu tutuklama kararına itiraz etmiş, Ankara 3. Sulh
Ceza Hâkimliği 27/7/2016 tarihinde itirazın reddine karar vermiştir. Kararın
ilgili kısmı şöyledir:
"Kırıkkale Sulh Ceza Hakimliği'nin
18/7/2016 tarih ve 2016/153sorgu sayılı şüpheli N.D.'nin tutuklanmasına dair
kararının gerekçesinde hukuka aykırı herhangi bir isabetsizlik bulunmadığı,
tutuklama tarihinden bu yana şüpheli lehine herhangi bir değişiklik olmadığı
anlaşıldığından itirazın reddine... [kesin olarak
karar verildi.]"
18. Kırıkkale Sulh Ceza Hâkimliğince, başvurucunun tahliye
talebinin reddine ve itiraz konusu soruşturma evrakının itirazı incelemeye
yetkili Ankara Nöbetçi Sulh Ceza Hâkimliğine gönderilmesine dair verilen
2/8/2016 tarihli karar sonrasında Ankara 4. Sulh Ceza Hâkimliğince, itirazın
reddine ve başvurucunun tutukluluk halinin devamına 8/8/2016 tarihinde kesin
olarak karar verilmiştir.
19. Kırıkkale Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturmada
1/9/2016 tarihinde verilen yetkisizlik kararı ile dosyanın Ankara Cumhuriyet
Başsavcılığına gönderilmesine karar verilmiştir.
20. Başvurucu 6/9/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
21. Ankara 8. Sulh Ceza Hâkimliği 7/9/2016
tarihinde,başvurucunun anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme ve
silahlı terör örgütüne üye olma suçlarından tahliyesine ve hakkında imza atmak
şeklindeki adli kontrol tedbiri uygulanmasına karar vermiştir.
22. Soruşturma aşamasında dinlenen tanık S.Y.nin HSYK
müfettişlerince alınan 13/4/2017 tarihli ifadesinin başvurucu hakkındaki ilgili
kısmı şöyledir:
"Ben Mardin'de görev yaparken ilgili de
orada hâkim olarak görevli idi. Tavır davranış ve söylemleri itibariyle
FETÖ/PDY mensubu olduğunu açıkça hissettiriyordu. Sürekli paralel yapı mensubu
kişilerle birlikte hareket ediyordu."
23. Başvurucu hakkında anayasal düzeni ortadan kaldırmaya
teşebbüs etme suçundan 18/10/2018 tarihinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca
kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir.
24. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 19/10/2018 tarihli
iddianamesi ile başvurucu hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan
aynı yer ağır ceza mahkemesinde kamu davası açmıştır.
25. İddianamede öncelikle FETÖ/PDY hakkında bazı genel
bilgilere, daha sonra ise başvurucuya yönelik suçlama ve delillere yer
verilmiştir.
26. Bu bağlamda iddianamenin başvurucu hakkında iddia olunan
suça ve örgüt bağlantısına ilişkin kısımları özetle şöyledir:
i. FETÖ/PDY ile irtibatlı olduğu gerekçesiyle başvurucunun HSYK
tarafından meslekten çıkarıldığı ve bu kararın kesinleştiği belirtilmiştir.
ii. Tanık S.Y.nin 13/4/2017 tarihli ifadesindeki başvurucuyla
ilgili beyanlarına (bkz. § 22) yer verilmiştir.
iii. Emniyet tarafından düzenlenen 5/6/2017 tarihli HTS analiz
raporunda, başvurucunun kullandığı telefonla haklarında FETÖ/PDY kapsamında
soruşturma yürütülen bir kısım kişiyle görüşmesinin bulunduğuna yer verilmiş
ise de bu kişilerin genellikle yargı mensubu olduğu ve örgütün üst düzey
yöneticisi olduklarına dair de bir tespite yer verilmediği belirtilmiştir.
iv. İddianamenin sonuç ve talep kısmı ise şöyledir:
"Şüpheli hakkında; FETÖ/PDY ile irtibatlı
olduğu gerekçesiyle HSYK tarafından verilen meslekten çıkarma kararı, beyan,
kolluk tarafından düzenlenen raporlar ve tüm soruşturma kapsamında elde edilen
deliller bir bütün olarak değerlendirildiğinde; şüphelinin, Fetullahçı Silahlı
Terör Örgütünün ideolojisini, amaçlarını, faaliyetlerini benimsediği, kendi
iradesini örgütün iradesine terk ettiği, örgüt hiyerarşisi içinde hareket
ettiği, örgütle organik bağ kurduğu ve örgütün yargı yapılanması içinde yer
aldığı ve anlatılan lehe/aleyhe tüm deliller ile savunması karşısında;
şüphelinin, anılan silahlı terör örgütünün üyesi olduğuna dair kamu davasını
açmaya yetecek derecede yeterli şüphenin bulunduğu anlaşılmıştır.
Bu itibarla şüpheli N.D. hakkında;
Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 170. maddesi
gereğince düzenlenen iş bu iddianamenin, kabul edilip yargılamaya başlanılarak,
delillerin değerlendirilmesi ve takdiri Mahkemenize ait olmak üzere;
1-3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’ nun
7/1. maddesi yollaması ile Türk Ceza Kanunu' nun 314/2. maddesine
görecezalandırılmasına,
…
Karar verilmesi kamu adına talep ve iddia
olunur."
27. İddianame Ankara 26. Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme)
1/11/2018 tarihinde kabul edilerek E.2018/606 sayılı dosya üzerinden kovuşturma
aşaması başlamıştır.
28. Mahkeme 23/2/2018 tarihinde yaptığı ilk duruşmada Ses ve
Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) üzerinden başvurucunun savunmasını almıştır.
Başvurucunun savunmasının ilgili kısımları şöyledir:
"
…
... Ben terörist değilim. İddianamenin üçüncü
sayfasında da ifade edildiği üzere FETÖ terör örgütü ile hiçbir bağım,
irtibatım, iltisakım bulunmamaktadır. Üzerime atılmış bir iftira nedeni ile
yargılanmaktayım. Daha da ötesi ceza yargılamasında bilinenin aksine
masumiyetimi ispata çalışmaktayım. İddianamede Bylock kaydımın bulunmadığı,
Bank Asya’da hesabım olmadığı, aramada suç unsuruna rastlanmadığı, HTS
kayıtlarında suç unsuruna rastlanmadığı ifade edilmiş. Ben daha ne
söyleyebilirim bilemiyorum. Bu hususlar bir iddianamenin değil ancak bir
takipsizlik kararının gerekçesi olabilir. Hayatımın hiçbir döneminde FETÖ terör
örgütü ile hiçbir bağım, irtibatım, iltisakım bulunmamıştır. Dosya ara kararı
ile getirttiğiniz belgelerden de anlaşılacağı üzere KPSS sınavlarına defalarca
kez girdim. Çok yüksek puanlar alamadım. Yaptığım başvurularda da hiçbir yere
yerleşemedim. Kürsüde bulunduğum süre içerisinde de emeğim ile alın terimle,
onur ve şerefimle görev yaptım. Hak ve adaletten hiçbir zaman ayrılmadım. Nasıl
olabilir de bu hain örgüt ile ismim aynı yazı içerisinde geçti bilemiyorum.
Hakkımı Allah'a havale ettim. Bir hâkim, bir bayan, bir anne, bir evlat olarak
çok ağır bir suçla yaftalandım. Haksız hukuksuz bir şekilde tutuklandım ve iki
aya yakın cezaevinde kaldım. Eşim de tutuklandı. Çocuklarım anasız babasız ve
evsiz kaldılar. Psikolojileri hala düzelmedi. Diyecek bir şey bulamıyorum.
Başlıklar halinde esasa ilişkin beyanlarıma devam edeceğim. Dava dosyasındaki
bilgi ve belgeler ve HSK'da bulunan özlük dosyam incelendiğinde görülecektir ki
herkesin FETÖ ile iyi geçindiği dönemde dahi bu hain yapı ile hiçbir bağım,
irtibatım, iltisakım bulunmamıştır. FETÖ'nün okullarında okumadım.
Dershanelerine gitmedim. Evlerinde yurtlarında kalmadım. Bankalarına para
yatırmadım. Hatta hiçbir işlem dahi yapmadım. Sohbet adı altındaki terör
toplantılarına katılmadım. FETÖ'nün derneklerine üye olmadım. Onlar adına
bağışta bulunmadım. Gazetelerine, dergilerine abone olmadım. Digitürk iptali
gibi bir durum da söz konusu değil. FETÖ örgütü üyeleri ile ya da başkaca
illegal ya da legal hiçbir örgüt üyeleri ile herhangi bir bağım, irtibatım,
iltisakım olmadı. Bylock kullanıcısı değilim. Bu konuda hakkımda bir iddia dahi
yok. Hakkımda tanık ya da gizli tanık beyanı yok. S.Y. isimli şahsın beyanına
ayrıca değineceğim. Bu güne kadar ne facebook, ne twitter ne de başkaca bir
sosyal medya hesabım olmadı. Görev yaptığım dönemde hiçbir zaman tercihlerimle
atanmadığım gibi, önemli bir göreve de atanmadım. Akademi döneminde dahi hiçbir
önemli ya da gözde bir statüde bulunmadım. Hatta Akademi eğitiminin son
döneminde karaciğer harabiyeti geçirdiğim için hastanede tedavi gördüm. Bu
tedavide kullanmış olduğum 10 günlük rapor nedeni ile Akademi eğitimim eksik
kabul edilerek, bitirme sınavına kabul edilmedim. Bu hususta Bakanlığa, Akademi
Başkanlığı’na yazılı başvurularda bulundum. Kabul edilmedi. Herkes iki yıl staj
yaparken ben tam üç yıl staj yaptım. Eşimin ve benim eş birleştirmesi talebimiz
o zamanki HSK tarafından kabul edilmeyerek başka bir yere atamamız yapıldı.
Bunların ayrıntısını yazılı beyanımda belirttim. Görev yaptığım dönemde ne adli
ne de idari hiçbir soruşturma geçirmedim. HSK tarafından gönderilen CD'de de
hakkımda bir şikayet bilgisi bulunmadığı bildirilmiştir. Tanık beyanı acaba
alınacak mı şimdi? Alınacaksa o beyanda bulunduktan sonra beyanıma devam etmek
istiyorum.
…
Başkan: Talimat yazılmış, adreste yokmuş zaten
hiçbir şekilde ulaşılamamış. Yeni adresini araştıracağız.
…
Anladım tamam. Tanık beyanındaki aleyhe olan
hususları kabul etmiyorum. Benim ile ilgili olarak iftira niteliğindeki
beyanında ne yer, ne zaman, ne de hiçbir olgu belirtmemiş, muallak ve genel ifadeler
kullanmıştır. Benim ve eşimin paralel yapı mensubu kişiler ile birlikte hareket
ettiği iddiası tamamen saçmalıktır. Tanık beyanlarının aksine Mardin
Adliyesinde görev yaptığım süre içerisinde en yakın arkadaşlarım halen
görevlerine devam etmekteler. Bunlar hâkim S.K., hâkim Ö.K., hâkim Ç.A.T.,
hâkim S.A., hâkim M.İ.S., hâkim O.G., hâkim R.G., Başsavcı M.Ö.nün eşi öğretmen
Ü.Ö. Bu kişiler halen görevlerine devam ediyorlar. Tanığın bahsettiği şekilde
hiçbir durum ve tavrım asla söz konusu olmamıştır. Tanık beyanının aksine
Allah'a çok şükür ki ne böyle bir hal ve tavır içerisinde bulundum ne de hiçbir
zaman FETÖ terör örgütü ile hiçbir bağım ve iltisakım olmadı. Sonuç olarak
tanığın HSK müfettişIeri tarafından alınan beyanında, beyanıincelendiğinde görülecektir
ki bu şahıs kendi durumundan bahsetmiş. Kendi ilişkilerini anlatmış. İfadesinin
son kısmında ise Mardin’de görev yaptığı bir kısım hâkim savcılar hakkında
matbu, kes kopyala yapıştır şeklinde ifade vermiştir. Nitekim aynı ifadede
isimleri geçen hâkim savcılar hakkında açılan davalarda da beraat kararları
verilmiştir. Bunlara ilişkin bir tanesinin örneğini yazılı savunmam ekinde
mahkemenize sundum. Tanığın benimle ilgili beyanında ne mekan, ne yer, ne
başkaca bir olgu, ayrıntı olmaksızın, genel soyut ifadeler kullanılmış. Bu
beyanın bırakın bir ceza davasına konu olmasını, bir iddianameye konu olacak
değer mahiyeti bile olamaz. Sonuç olarak hakkın ve adaletin tecellisi için bu
beyana hukuken itibar edilmeyerek, dosya kapsamına göre hakkımda başkaca
aleyhime bir husus bulunmadığı da sabit olduğundan FETÖ terör örgütü ile
herhangi bir bağım, iltisakım, irtibatım bulunmadığı dosya kapsamından sabit
olduğundan beraatime karar verilmesini talep ediyorum.
…
…
... Ben zaten ilk hakkımda gözaltı kararı verildiğinde
kendim bizzat ifadeye gittim. Yanımda tüm bilgisayarım, telefonum, her şeyim
ile birlikte gittim. Kaçma düşüncem olsaydı zaten başta gitmezdim. Öyle bir
niyetim yok ki.
...
Başkan: Eşiniz hakkında yargılama başladı mı?
Eşim hakkında da Ankara 32. Ağır Ceza
Mahkemesi'nde dava açıldı evet.
…
Eşim ile ilgili iddia yine bu S.Y. isimli
şahsın beyanı. Bir de para transferi olarak belirtilen Mardin Adliyesi’ndeki
hâkim savcılar arasındaki gün parası. Bu gün parasını para transferi olarak
değerlendirmişler. O da yargılama sonucunda zaten ortaya çıkacak. Artı bu para
transferinde halen görevde olan hâkim savcılar var bu güne katılan.
…
… Aleyhime olan hiçbir şeyi de kabul
etmiyorum."
29. Kovuşturma aşamasında tanık S.Y.nin SEGBİS üzerinden 19/6/2019
tarihinde alınanbeyanının ilgili kısmı şöyledir:
"... Akademideki eğitimimi tamamladıktan
sonra Eylül 2014 yılı içerisinde Mardin İlinde göreve başladım. Ağır ceza
mahkemesinde üye hâkim olarak. Mardin İline geldiğimde henüz o dönem ki adıyla
HSYK seçimleri yeni yapılmıştı. Seçimlerin yapıldığı dönemde yaşanılan bazı
sıkıntılar özellikle bu ayrışmadan dolayı bağımsızların desteklenmesi veya
diğer kesimin desteklenmesi yönüyle yaşanan bir takım şeylerin sıkıntıların
artçıları hâlâ devam ediyordu. Ben böyle bir ortamda Mardin İlinde göreve
başladım. Bu anlamda o paralel yapı olarak bilinen grubun desteklediği
bağımsızları destekleyen adliye içerisindeki hakim ve savcılarla bunun dışında
diğer grubu destekleyen hâkim ve savcıların ayrıştığı bir durum söz konusuydu.
Yani üçüncü bir saf yoktu. Kimin nerede durduğu çok net çok açık bir şekilde
belliydi. Böyle bir ortamda Mardin İlinde göreve başladım. Vakıf olmadığım bir
çok hadise var ama yani yaşanan süreçle alakalı. Dönem içerisinde
anlatılanlarla orada yaşanan seçim sürecinde yaşanan durumlarla alakalı
hadiselere daha sonradan anlatılması sebebiyle vakıf oldum. Hülasa diyeceğim
geldiğim dönemde o zamanki adıyla paralel yapı olarak bilinen yapının hani
tırnak içerisinde güç zehirlenmesi yaşadığı o dönemde herkesin safını çok net
ve açık bir şekilde ifade ettiği bir tablonun içerisinde buldum kendimi. ...
Başkan: Sanık hangi tarafta idi?
... Hülasa o dönem tabi N.D.yle alakalı olarak
tespitim o ki yani paralel yapı olarak bilinen safta yer aldığı hususunda iltilaf[ihtilaf] yoktu. Hem bunu kendi gözlemlerimle açık bir şekilde
söyleyebilirim ve adliyede yaşanan hadiselere her şeye vakıf olmanız zaten söz
konusu değil.
...
... Benim sanıkla alakalı olarak tespitim şu
sayın başkan. Örgüt üyeliği manasında sanığın süreklilik, çeşitlilik ve
yoğunluk arz eden eylemlerine ben şahit olmadım. Ben sanığın örgüt lideri
Fetullah Gülen'in kitaplarını okuyup okumadığını, CD'lerini izleyip
izlemediğini bilmiyorum. Beş oturup beş kalkmıyorduk nihayetinde. Bunun dışında
himmet vermiş midir? Almış mıdır? Vakıfıyetim söz konusu değildir. Ben sadece o
dönem söylediğim gibi paralel yapı olarak bilinen bu yapının meydana getirdiği
üst kesim tarafından meydana getirdiği algıyı sahiplenme bu algıyı sürdürme
noktasındaki duruşu itibariyle sadece bunun neye tekabül ettiğine tabiki
mahkemeler karar verecek. Örgüt yöneticiliği midir? Örgüt üyeliği midir? Örgüt
sempatizanlığı mıdır veya hiç bir şey midir? Buna karar verecek olan
mahkemelerdir. İstinaftır. Yargıtay'dır.
...
... ben somut olarak şunu söyleyeceğim sayın
başkan. Ben N.D.nin sadece duruşu itibariyle o dönem itibariyle paralelci
olarak bilinen hâkim ve savcıların içerisinde safında daha doğrusu yer aldığını
gözlemledim. Bunun dışında süreklilik arz eden, çeşitlilik arz eden, yoğunluk
arz eden bir eylemine şahit olmadım. Örgüt üyeliği mensubiyeti anlamında.
Başkan: ... Şimdi soruşturma aşamasındaki
ifadenizde... Şimdi hareket ettiği konusunu anladıkta. Şu tavır, davranış ve
söylem mesela. Söylemleri neydi. ...
... Ben hakkında ifade verdiğim bütün o dönem
bugün itibariyle meslekten ihraç olmuş bütün hakimler hakkında söylediğim şey
aynıydı zaten. Yani duruş ve tutum itibariyle. Benim kastettiğim şey orada
tutum itibariyle, duruşu itibariyle. Bu algıyı sahiplenme manasında. Nedir bu
algı. İşte Mardin Adliyesinde göreve başladığımda ayakkabı kutusundan tutunda
işte para sayma makineleri, devletin hükümetin yolsuzluğu, hırsızlığı devletin
Cizre'de çocuk öldürüyor şeklindeki propagandasına alet olmakla alakalı bir
algıyı sahiplenmekten bahsediyorum ben esasında. Bunu söylemeye çalışıyorum.
Başkan: Sanığın bu şekilde bizzat söylemine
siz şahit oldunuz mu? Mesela para sayma makinesi olaylarını anlatan. Bu konuda
görüşme yapan?
Hayır sayın başkan. Ben sadece bir seferinde
hâkime hanımlarda sanıyorum bir iftar yanlış hatırlamıyorsam yemeğine
katılmıştım. Yani söylem itibariyle şeyi hissettiriyor. Şimdi eşi E.D. idare
mahkemesi hâkimiydi. Bununla ilgili de beyanda bulundu. Şu an ne söyledim. Ne
şekilde beyan verdim çok net hatırlamıyorum. Hâkime hanımın yani sanık N.D.nin
o yemek sırasında bu konuşulan meselelerde ne söylediğini çok net
hatırlamıyorum ama duruşu itibariyle yani paralel yapı olarak bilinen bu
yapının tarafında olduğunda bir iltilaf yoktu sayın başkan. Yani ne söyledi. Şunu
söyledi desem yalan olur. Ben sadece duruşu itibariyle ki bir durumdan
bahsetmeye çalıştım. Tekrar etmek istiyorum. Örgüt üyeliğine tekabül eden
süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk arz eden herhangi bir eylemine şahit
olmadım.
...
Başkan: N.D. Tanığı dinlediniz beyanlarına
karşı söz vereceğim. Sadece bir soru yöneltmek istiyor musunuz?
...
Başkan: Sanık N.D'yi tanıyor muydunuz daha
önce?
Hayır. Hayır tanımıyordum tabikide.
Sanık N.D.: ... Kendisi Mardin'e geldiğinde
kendisine ailece ziyarete hoşgeldin için ziyarette bulunduk. Kendisi de yine
halen görevde olan R.A. ve S.A. ile birlikte evimize iadeyi ziyarette bulundu.
...
Başkan: Ne sormak istiyorsunuz?
Sanık N.D.: Bir ayrışma olduğunu söylüyor. Net
olduğunu söylüyor. Fakat bizim görevde olan hâkim savcılarla irtibatımız hiçbir
zaman kesilmedi. Kendisi geldi. Biz iade de bulunduk. Geçmiş olsun ziyaretleri
oldu. Başsavcının eşinin düzenlediği ziyaretlerde de hep bulundum. Başkan beyin
komisyon başkanımızın eşinin düzenlediği katıldığı programlarda hep bulundum.
... Veda ziyaretleri oldu hepsinde bulundum. Böyle bir ayrışma... Ben gittim
geldim. Doğru mudur değil midir? Artı halen görevde olan Ö.K. Ben onlarla da
birlikte de yemeklerim kahvaltılarım oldu. Sürekli devam etti. Mardin'den 2016
yılında ayrılana kadar. Bunları biliyor mu? en yakın arkadaşım S.K.. Eminim
bunu biliyor. Doğru olup olmadığının sorulmasını istiyorum. S.K'ye.
Peki cevap vereyim sayın başkan. Biraz önce
ben ifade ettim. Yani ben bir yemekte bir ara bu ayrışma zinhar küslük manasında
değerlendirilecek bir durum değildi. Yani birbirine gelip gitmeme, hukuksal
münasebetlerin tamamen koparılmış olduğu bir ilişkiyi tariflemedim ben biraz
önce. Yani herkesin durduğu yer belliydi. Meslektaş şeyi içerisinde ilişkisi
içerisinde... İlişkilerimiz devam ediyordu tabi ki. Yani onu zaten beyanlarım
içerisinde söyledim. Bir yemek sırasında davet ettiğini...
..."
30. Tanık S.Y.nin beyanlarına karşı başvurucunun 19/6/2019
tarihli duruşmadaki beyanlarının ilgili kısmı şöyledir:
"... Tanığın aleyhe olan beyanlarının
hiçbirini kabul etmiyorum. Benimle ilgili olarak iftira niteliğindeki beyanında
ne mekan. Ne zaman, ne yer hiç bir olgu belirtmemiş. Zaten böyle bir şey mümkün
değil. Mualak ve genel ifadeler kullanmış. Paralel yapı mensubu dediği kişilerin
hepsi hâkim savcı. Ne hikmetse sadece ihraç olunanlardan bahsediyor. Diğer
hâkim savcılar, başsavcı, başkan. Hepsiyle irtibatımız hep devam etti. Hatta
veda gecesi bizi uğurlamaya dahi aileleriyle birlikte geldiler. Yani bu nedenle
kabul edilemez. Halen görevdeyiz. En yakın arkadaşım S.K. halen görevde,
Başsavcımızın eşi öğretmen Ü.Ö. halen görevde. Başkan, Komisyon başkanımızın
eşi Ö.K. halen görevde. Bunlar en yakın arkadaşlarımdı benim. Sadece ihraç
olanlardan bahsediyor. Kasıtlı olarak. Tanık kendinin içinde bulunduğu durumu
ört pas etmek amacıyla gerçekte olmayan kendi iç alemini yansıtan yalandan
ibaret beyanlarını ifade etmiştir. Beyanını inceleyen daha önceki HSK
müfettişleri tarafından alınan beyanı incelendiğinde de görülecektir ki bu şahıs
kendisinin FETÖ'yle olan ilişkisini anlatmış uzunca bir şekilde. Bu beyanından
sonra Mardin hâkim savcıları hakkında son kısımda matbu, kes, kopyala, yapıştır
şekilde beyanda bulunmuş. Bu beyanda bulunduğu hâkim savcıların pek çoğu zaten
beraat etti. Kimileri hakkında takipsizlik verildiğini duydum.
..."
31. 19/6/2019 tarihli duruşmada Cumhuriyet savcısının esas
hakkındaki mütalaasının ilgili kısmı şöyledir:
" Her ne kadar sanık N.D. hakkında
FETÖ/PDY terör örgütüyle organik bağ kurduğu ve hiyerarşik yapısı içerisine
dahil olduğu gerekçesiyle silahlı terör örgütüne üye olma suçundan
cezalandırılması amacı ile hakkında kamu davası açılmış ise de; sanığın silahlı
terör örgütü FETÖ/PDY ile organik bağ kurduğuna dair somut bir delil elde
edilemediği, sanığın bylock kullandığının tespit edilemediği, Bank Asya'ya para
yatıran şahıslardan olmadığı, aleyhine herhangi bir tanık beyanına
rastlanmadığı, tanık S.Y.nin 'sanığın sürekli örgüt mensubu kişiler ile
birlikte hareket ediyordu, onlarla geziyordu, sanığın somut bir eylemine şahit
olmadım' şeklindeki beyanının tek başına silahlı terör örgütü FETÖ/PDY'ye üye
olma suçunu oluşturmayacağı, sanıktan elde edilen dijital materyallerin
incelenmesinde suç unsuruna rastlanmadığı, bu itibarla sanığın atılı suçu işlediğine
dair cezalandırılmasına yeterli, kesin, inandırıcı, somut ve vicdani kanaat
oluşturur delil elde edilemediğinden 5271 sayılı CMK'nın 223/2-e maddesi
gereğince sanığın atılı suçtan beraatine karar verilmesi kamu adına talep ve
mütala olunur."
32. Mahkeme 19/6/2019 tarihinde yaptığı duruşmada, başvurucu
hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması istemi ile
kamu davası açılmış ise de yüklenen suçun başvurucu tarafından işlendiğinin
sabit olmaması nedeniyle başvurucunun beraatine karar vermiştir. Mahkemenin
beraat kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Sanık hakkında yukarıda belirtilen
iddialarla ilgili örgüt üyeliği suçundan cezalandırılması istemiyle dava
açılmış ise de, ihraç kararının tek başına örgüt üyeliği suçu yönünden delil
olarak değerlendirilmesinin mümkün olmadığı, tanık S.Y. beyanında 2014 HSYK
seçimleri sonucunda Mardin Adliyesindeki hâkim savcılar arasında gruplaşmalar
olduğunu, sanığın da bu yapının safında yer aldığını belirtmesi dışında sanığın
örgütsel bir faaliyetine yönelik somut bir beyanının bulunmadığı, tanığın sanık
hakkındakibeyanının tanığın kendi beyanına göre sadece kendi gözleminden ibaret
olduğu, dosyaya sanık hakkında belirtilen deliller dışında örgütsel
faaliyetinin olduğuna yönelik başkaca herhangi bir delilinde girmediği, sanığın
iddia edilen eylemlerinin silahlı terör örgütünün hiyerarşik yapısına dahil
olduğunu gösterir biçimde çeşitlilik, devamlılık ve yoğunluluk içeren
faaliyetler olarak değerlendirilemeyeceği, sanığın atılı suçu işlediğine dair
her türlü şüpheden uzak kesin nitelikte bir delil bulunmadığı anlaşıldığından,
'şüpheden sanık yararlanır' evrensel hukuk ilkesi de dikkate alınarak sanığın
atılı silahlı terör örgütüne üye olmak suçundan CMK 223/2-e maddesi gereğince
beraatına … [karar verilmiştir.]
33. Başvurucunun üzerine atılı suçu işlemediğinin sabit olduğu
gerekçesiyle 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 223.
maddesinin (2) numaralı fıkrasının (b) bendi uyarınca beraat kararı verilmesi
gerektiğinden bahisle karara karşı başvurucu müdafii tarafından 24/6/2019
tarihinde istinaf başvurusunda bulunulmuştur.
34. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla
istinaf aşamasında derdesttir.
35. Öte yandan, Ankara 32. Ağır Ceza Mahkemesince 4/7/2019
tarihinde başvurucunun eşi E.D. hakkında silahlı terör örgütüne üye olma
suçundan beraat kararı verilmiş olup karar, istinaf kanun yoluna başvurulmadan
12/7/2019 tarihinde kesinleşmiştir.
IV. İLGİLİ HUKUK
36. İlgili hukuk için bkz.
Adem Türkel (B. No: 2017/632, 23/1/2019, §§ 24-39); Mustafa Özterzi ([GK], B. No: 2016/14597,
31/10/2019, §§ 33-48) başvurularına ilişkin kararlar.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
37. Mahkemenin 9/1/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
ve Bakanlık Görüşü
38. Başvurucu; tutuklama tedbiri için mevzuatta öngörülen
koşullar gerçekleşmemesine rağmen hiçbir somut delil bulunmadan verilen hukuka
aykırı tutuklama kararı nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal
edildiğini ileri sürmüştür.
39. Bakanlık görüşünde özetle; başvurucu hakkında uygulanan
tutuklama tedbirinin hukuki olup olmadığının incelenmesinin Anayasa'nın 15.
maddesi kapsamında yapılması gerektiği, FETÖ/PDY ile bağlantılı kişilerin
teşebbüs sırasında veya sonrasında ortaya çıkan kargaşadan yararlanmak
suretiyle kaçma imkânı ve bu dönemde delillere etki edilmesi ihtimalinin normal
zamanda işlenen suçlara göre çok daha fazla olduğu, başvurucu hakkında
soruşturma yürütülen suç için öngörülen yaptırımın ağırlığı, işin niteliği ve
önemi de gözönünde bulundurulduğunda uygulanan tutuklama tedbirinin ölçülü
olduğu ve adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağı sonucuna varılmasının
keyfî olduğunun savunulamayacağının, bu nedenle tutuklanmasının hukuki olmadığına
dair şikâyetinin açıkça dayanaktan yoksun ve kabul edilemez bulunması
gerektiğinin değerlendirildiği belirtilmiştir.
40. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında özetle;
tutuklandığı ve tutukluluğunun devamı kararlarının verildiği tarih itibarıyla
dosyada tutuklanmasını gerektirir hiçbir delil bulunmadığını, Bakanlık
görüşünde de belirtildiği üzere Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Anayasal Düzene
Karşı İşlenen Suçlar Bürosunun Kırıkkale Cumhuriyet Başsavcılığına gönderdiği
yazı eki listede isminin bulunması dışında hiçbir delil olmadığını, bu listenin
kim tarafından nasıl oluşturulduğunu bilmediğini, bu listede yer almasının
tutuklamayı haklı kılmadığını, adliyeye bizzat gelerek ifade verdiğini,
kaçmadığını hatta dijital materyallerini de yanında getirdiğini, suçsuz
olduğunu, hakkında verilen tutukluluk ve tutukluluğunun devamı kararlarının
Anayasa'nın 15. maddesi kapsamında da hukuka aykırı olduğunu, HSYK tarafından
görevden uzaklaştırılmasının makul şüphe olarak değerlendirilemeyeceğini,
dosyada sadece -hukuki değeri bile olmayan- 13/4/2017 tarihli bir tanık
beyanının delil olarak gösterildiğini, ilk tutuklandığı 18/7/2016 tarihinde de
tutukluluğunun devamı kararlarının verildiği tarihlerde de dosyada böyle bir
tanık beyanı ya da başkaca hiçbir delilin bulunmadığını, söz konusu beyanda
tanığın kendisinin FETÖ ile irtibat ve iltisakını anlattığını, yine kendisini
kurtarmak için şahsına iftira attığını, bu ifadede kes-kopyala-yapıştır
yapılmak suretiyle yer ve zaman belirtilmeyen, matbu ve birbirinin aynı
ifadeler kullanıldığını, ceza hukuku uygulamasında böyle bir ifadenin hiçbir
hukuki değerinin olmadığını ve tutuklama sebebi olamayacağını, tutuklandığı ve
tutukluluğunun devamı kararlarının verildiği tarihlerde hâkim olması nedeniyle
hakkında 24/2/1983 tarihli ve 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu'ndaki
soruşturmaya ilişkin usul hükümlerin uygulanması gerekirken bunlar
uygulanmaksızın tutuklama ve tutukluluğun devamına karar verildiğini, hakkında
uygulanan hukuka aykırı tutuklama tedbiri nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği
hakkının ihlal edildiğini belirtmiştir.
B. Değerlendirme
41. Anayasa'nın "Temel
hak ve hürriyetlerin sınırlanması" kenar başlıklı 13. maddesi
şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."
42. Anayasa'nın "Kişi
hürriyeti ve güvenliği" kenar başlıklı 19. maddesinin birinci
fıkrası ile üçüncü fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:
"Herkes, kişi hürriyeti ve güvenliğine
sahiptir.
...
Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan
kişiler, ancak kaçmalarını, delillerin yokedilmesini veya değiştirilmesini
önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda
gösterilen diğer hallerde hâkim kararıyla tutuklanabilir."
43. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Bu itibarla başvurucunun tutuklamanın hukuki
olmadığına yönelen bu bölümdeki iddialarının Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü
fıkrası bağlamında, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı kapsamında incelenmesi
gerekir.
1. Uygulanabilirlik
Yönünden
44. Anayasa Mahkemesi, olağanüstü yönetim usullerinin
uygulandığı dönemlerde alınan tedbirlere ilişkin bireysel başvuruları
incelerken Anayasa'nın 15. maddesinde ortaya konulan temel hak ve özgürlüklere
ilişkin güvence rejimini dikkate alacağını belirtmiştir. Buna göre olağanüstü
bir durumun bulunması ve bunun ilan edilmesinin yanı sıra bireysel başvuruya
konu temel hak ve özgürlüklere müdahale teşkil eden tedbirin olağanüstü durumla
bağlantılı olması hâlinde inceleme Anayasa'nın 15. maddesi uyarınca
yapılacaktır (Aydın Yavuz ve diğerleri,
§§ 187-191).
45. Soruşturma mercilerince başvurucuya yöneltilen ve tutuklama
tedbirine konu olan suçlama, başvurucunun darbe teşebbüsünün arkasındaki
yapılanma olduğu belirtilen FETÖ/PDY üyesi olduğu iddiasıdır. Anayasa
Mahkemesi, anılan suçlamanın olağanüstü hâl ilanını gerekli kılan olaylarla
ilgili olduğunu değerlendirmiştir (Selçuk
Özdemir [GK], B. No: 2016/49158, 26/7/2017, § 57).
46. Bu itibarla başvurucu hakkında uygulanan tutuklama
tedbirinin hukuki olup olmadığının incelenmesi Anayasa'nın 15. maddesi
kapsamında yapılacaktır. Bu inceleme sırasında öncelikle başvurucunun
tutuklanmasının başta Anayasa'nın 13. ve 19. maddeleri olmak üzere diğer
maddelerinde yer alan güvencelere aykırı olup olmadığı tespit edilecek,
aykırılık saptanması hâlinde ise Anayasa'nın 15. maddesindeki ölçütlerin bu
aykırılığı meşru kılıp kılmadığı değerlendirilecektir (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 193-195, 242;
Selçuk Özdemir, § 58).
2. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
47. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan bu
iddiaların kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
Serdar ÖZGÜLDÜR ve Kadir ÖZKAYA bu görüşe katılmamışlardır.
3. Esas Yönünden
a. Genel İlkeler
48. Genel ilkeler için bkz. Metin
Evecen (B. No: 2017/744, 4/4/2018, §§ 47-52); Zafer Özer (B. No: 2016/65239, 9/1/2020,
§§ 38-45) başvuruları hakkında
verilen kararlar.
b. İlkelerin Olaya
Uygulanması
49. Başvurucu; anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme
ve silahlı terör örgütüne üye olma suçlamalarıyla 5271 sayılı Kanun'un 100.
maddesi uyarınca tutuklanmıştır.
50. Diğer taraftan başvurucu bir hâkim olarak mesleğinden
kaynaklanan güvencelere riayet edilmeksizin tutuklandığını iddia etmektedir.
51. Anayasa Mahkemesi, darbe teşebbüsünden sonraki dönemde bu
teşebbüsün arkasındaki yapılanma olduğu kabul edilen FETÖ/PDY ile bağlantılı
suçlardan yürütülen soruşturmalar kapsamında yargı mensupları hakkında
uygulanan tutuklama tedbirlerinin hukukiliğine ilişkin bireysel başvuruları
incelediği birçok kararında, başvurucu yargı mensuplarının mesleklerinden veya
görevlerinden kaynaklanan güvencelere riayet edilmeksizin tutuklandıkları ve bu
nedenle tutuklamanın kanuni dayanağının bulunmadığı iddialarını incelemiştir.
Anayasa Mahkemesi bu inceleme sonucunda gerek Yüksek Mahkeme üyeleri gerekse
diğer yargı mensupları bakımından tutuklamaya konu olaylara ilişkin olarak
soruşturma mercilerince veya tutuklamaya karar veren yargı organlarınca isnat
edilen ve tutuklamaya konu olan suçların kişisel suç olduğu, ayrıca ağır cezayı
gerektiren suçüstü hâlinin bulunduğu yönündeki değerlendirmelerin olgusal ve
hukuki temellerinin bulunduğu, dolayısıyla tutuklama tedbirlerinin kanuni
dayanaktan yoksun olduğunun söylenemeyeceği sonucuna varmıştır (diğerleri
arasından bkz. Adem Türkel, §§
52-59; Erdem Doğan, B. No:
2017/25955, 7/3/2019 §§ 50-57). Kaldı ki -Yüksek Mahkeme üyelerinden farklı
olarak- hâkim ve Cumhuriyet savcıları yönünden ağır ceza mahkemesinin görevine
giren suçüstü hâli bulunmasa da kişisel suçlarına ilişkin olarak soruşturma
yürütülmesi için bir izin şartı bulunmadığı yargısal içtihatlarda
belirtilmiştir (Mustafa Özterzi,
§ 93). Somut başvuruda anılan kararlardan yer alan değerlendirmelerden ve
varılan sonuçtan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır (bkz. aynı
yönde Zafer Özer, § 48).
52. Dolayısıyla somut olayın koşullarında başvurucunun hâkim
olması nedeniyle Anayasa veya 2802 sayılı Kanun'dan kaynaklanan güvenceler
uygulanmaksızın, kanuna aykırı olarak tutuklandığı iddiası yerinde değildir. Bu
itibarla başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin kanuni dayanağı
bulunmaktadır.
53. Bu aşamada tutuklama tedbirinin ön koşulu olan suçun işlendiğine dair kuvvetli belirti
bulunup bulunmadığı hususu değerlendirilecektir.
54. Başvurucu hakkındaki soruşturma belgeleri incelendiğinde
başvurucunun tutuklanmasına sulh ceza hâkimliğince karar verilirken 15/7/2016
tarihli darbe teşebbüsüne değinilerek HSYK tarafından başvurucunun görevden
uzaklaştırılmasına dair karar verildiği ve Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının
16/7/2016 tarihli yazısından bahsedildiği, başvurucuya isnat edilen suçlar
yönünden tutuklama şartlarının oluştuğunun değerlendirildiği anlaşılmıştır.
55. 19/10/2018 tarihli iddianamede Savcılık; başvurucunun
FETÖ/PDY ile irtibatlı olduğu gerekçesiyle HSYK tarafından meslekten
çıkarıldığından ve bu kararın kesinleştiğinden, tanık S.Y.nin 13/4/2017 tarihli
ifadesindeki başvurucuyla ilgili beyanlarından ve Emniyet tarafından düzenlenen
HTS analiz raporunda başvurucunun kullandığı telefonla haklarında FETÖ/PDY
kapsamında soruşturma yürütülen bir kısım kişiyle görüşmesinin bulunduğuna yer
verilmiş ise de bu kişilerin genellikle yargı mensubu olduğunu, örgütün üst
düzey yöneticisi olduklarına dair de bir tespite yer verilmediğinin
belirtildiğinden bahsederek başvurucunun FETÖ/PDY'nin hiyerarşik yapısına dâhil
olduğu iddiasıyla silahlı terör örgütüne üye olmak suçundan cezalandırılmasını
talep ve iddia etmiştir.
56. Başvurucuya yöneltilen ve tutuklamaya konu olan suçlamanın
dayanaklarından birisi de başvurucunun görevinden uzaklaştırılmasıdır.
Başvurucu, HSYK'nın 24/8/2016 tarihli kararı ile meslekten ihraç edilmiştir.
57. Darbe teşebbüsünden sonra başta soruşturma mercileri olmak
üzere yargı organları ve kamu makamları büyük bir zorlukla karşı karşıya
kalmışlardır. Teşebbüsün savuşturulmaya çalışıldığı sırada hem doğrudan teşebbüsle
bağlantılı olduğu değerlendirilen binlerce kişi hakkında hem de teşebbüsle
bağlantılı olmasa da bunun arkasındaki yapılanma olan FETÖ/PDY ile bağlantılı
olduğu değerlendirilen ve önemli bir kısmı kamu görevlisi olan on binlerce kişi
hakkında ivedilikle soruşturma yürütülmesi ihtiyacı ortaya çıkmıştır (Zafer Özer, § 53).
58. Ülkenin savaş uçağı, helikopter ve tank gibi savaş
araçlarının dahi kullanıldığı bir darbe teşebbüsüne maruz kalması dolayısıyla
bu teşebbüsle ya da bunun arkasındaki yapılanma ile bağlantılı kişiler hakkında
ivedilikle soruşturma başlatılması ve bu soruşturmalar kapsamında bazı
şüpheliler hakkında yakalama, gözaltı ve tutuklama gibi koruma tedbirlerine
başvurulması, suç işleyenlerin tespitini ve cezalandırılmasını sağlamak üzere soruşturmaların
selamet içinde yürütülmesi amacının yanı sıra darbe teşebbüsü ve onun
arkasındaki yapılanma nedeniyle millî güvenlik ve kamu düzeni üzerinde oluşan
tehdit ve tehlikenin bertaraf edilmesi gayesine de yöneliktir (Zafer Özer, § 54).
59. FETÖ/PDY'nin kamuda en yoğun şekilde örgütlendiği alanlardan
birinin yargı olması nedeniyle haklarında soruşturma başlatılan bu kamu
görevlileri arasında yargı mensupları önemli bir yer tutmuştur. Bu bağlamda
HSYK, darbe teşebbüsünün devam etmekte olduğu dönemde bu teşebbüsün arkasındaki
yapılanma ile bağlantısının olduğu değerlendirmesiyle çok sayıda hâkim ve
Cumhuriyet savcısının görevden
uzaklaştırılmasına karar vermiştir. Aynı değerlendirmeyle Yargıtay
Birinci Başkanlık Kurulu bazı mensuplarının Yargıtaydaki
yetkilerinin kaldırılmasına, Danıştay Başkanlık Kurulu ise bir kısım
üyesinin görev yaptıkları dairelerdeki
görevlerinin sonlandırılmasına karar vermiştir. Süreç içinde de çok
sayıda yargı mensubu hakkında görevden
uzaklaştırma ve meslekten çıkarma
idari tedbirlerine başvurulmuş, ayrıca başlatılan ceza soruşturmaları
kapsamında bu kişilerin büyük bölümü hakkında yakalama, gözaltı ve tutuklama
tedbirleri uygulanmıştır (Zafer Özer,
§ 55).
60. Bu kapsamda verilen tutuklamaya ilişkin kararların önemli
bir kısmında şüphelilerin suç işlediklerine dair somut delillerin bulunduğu
ifade edilirken veya düzenlenen iddianamelerde suçlamaya ilişkin olgular
açıklanırken söz konusu görevden
uzaklaştırma, yetkilerini
kaldırma ve dairelerdeki
görevlerini sona erdirme veya
meslekten çıkarma şeklindeki idari kararlara atıf yapılmıştır. Bu
itibarla anılan kararların kuvvetli suç belirtisi ölçütünü karşılayıp
karşılamadığının değerlendirilmesi gerekmektedir (Zafer Özer, § 56).
61. Darbe teşebbüsünün yanı sıra teşebbüsten veya teşebbüsün
arkasındaki yapılanma olan FETÖ/PDY'nin örgütlenmesinden kaynaklanan tehdit ve
tehlikenin bertaraf edilmeye çalışıldığı bu aşamada teşebbüsün arkasındaki
yapılanma ile bağlantılarının olduğu değerlendirilen yargı mensupları hakkında
uygulanan idari tedbirlere ilişkin bu kararların ilgili mercilerde oluşan bir
kanaate dayalı olarak verilmesi söz konusu olsa da içeriğinde kendileriyle
ilgili bir eylem veya olgudan bahsedilmeyen kişiler bakımından bunların -tek
başına- kuvvetli suç belirtisi olarak kabul edilmesi mümkün değildir (Zafer Özer, § 57).
62. Nitekim Anayasa Mahkemesi daha önce verdiği birçok kararda
görevden uzaklaştırma veya kamu görevinden ya da meslekten çıkarma şeklindeki
idari kararların niteliğini dikkate alarak bu kararların verilmesinin karara
muhatap olan kişilerin suç işlediklerine dair kuvvetli belirtinin bulunduğu
anlamına gelmediği sonucuna varmıştır (diğerleri arasından bkz. Mustafa Baldır, § 70; Mustafa Açay, B. No: 2016/66638, 3/7/2019,
§ 54; E.A., B. No: 2016/78293,
3/7/2019, § 57; Ali Aktaş, B. No:
2016/14178, 17/7/2019, § 53; Mustafa Özterzi,
§ 104). Bu itibarla başvurucu hakkındaki görevden uzaklaştırma veya meslekten
çıkarma tedbirlerine ilişkin kararlarda başvurucuyla ilgili kişisel bir tespit
ve değerlendirme bulunmadığından bunların -tek başına- suç işlendiğine dair
kuvvetli bir belirti olarak kabulü mümkün değildir (bkz. aynı yöndeki
değerlendirmeler için Zafer Özer,
§ 58).
63. Diğer taraftan başvurucunun, haklarında FETÖ/PDY kapsamında
soruşturma yürütülen bir kısım kişiyle görüşmesinin HTS analiz raporunda
bulunduğuna yer verilmiş ise de soruşturma makamlarınca bu görüşmelerin
örgütsel bir görüşme olduğuna ve açılan soruşturma veya kovuşturmayla ilgisi
olduğuna yönelik bir iddia ileri sürülmediği gibi bu yönde bir delil de ortaya
konulmamıştır.
64. Öte yandan tanık S.Y.nin 13/4/2017 tarihli ifadesinde,
başvurucunun FETÖ/PDY mensubu olduğuna dair kanısının doğrudan ve somut
olgulara dayanmadığı anlaşılmaktadır.
65. Bu itibarla soruşturma ve kovuşturma belgelerinde yer alan
tespit ve değerlendirmeler kapsamında somut olayda suç işlendiğine dair kuvvetli belirtinin ortaya konulamadığı
sonucuna varılmıştır.
66. Varılan bu sonuç karşısında tutuklama nedenlerinin bulunup
bulunmadığına ve tutuklamanın ölçülü olup olmadığına ilişkin ayrıca bir
inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.
67. Açıklanan gerekçelerle suç işlediğine dair kuvvetli
belirtiler ortaya konulmadan başvurucu hakkında tutuklama tedbirinin
uygulanmasının kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına ilişkin olarak olağan
dönemde Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan güvencelere
aykırı olduğu sonucuna varılmıştır.
68. Bununla birlikte anılan tedbirin olağanüstü dönemlerde temel
hak ve özgürlüklerin kullanımının durdurulmasını ve sınırlandırılmasını
düzenleyen Anayasa'nın 15. maddesi kapsamında meşru olup olmadığının
incelenmesi gerekir.
4. Anayasa'nın 15.
Maddesi Yönünden
69. Tutuklama tedbirinin uygulanması suretiyle bireylerin kişi
hürriyeti ve güvenliği hakkına keyfî olarak müdahale edilmemesini sağlayacak
güvencelerin başında suç işlendiğine dair belirtinin ortaya konulması
gelmektedir. Suç işlendiğine dair belirtinin bulunması tutuklama tedbiri için
ön koşul olduğundan aksi durumun kabulü, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına
ilişkin tüm güvencelerin anlamsız hâle gelmesi sonucunu doğurur. Dolayısıyla
-hangi nedenle benimsenmiş olursa olsun- olağanüstü yönetim usullerinin
uygulandığı dönemlerde de kişilerin suç işlediklerine dair belirti bulunmadan
tutuklanmaları durumun gerektirdiği ölçüde
bir tedbir olarak kabul edilemez (Şahin
Alpay [GK], B. No: 2016/16092, 11/1/2018, § 109; Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No:
2016/23672, 11/1/2018, § 156).
70. Somut olayda Anayasa Mahkemesince soruşturma makamlarının
başvurucunun suç işlediğine dair belirtileri somut olgularla ortaya koymadan
hakkında tutuklama tedbirine başvurdukları sonucuna varılmıştır. Bu itibarla olağanüstü hâl döneminde temel hak ve
özgürlüklerin kullanımının durdurulmasını ve sınırlandırılmasını düzenleyen
Anayasa'nın 15. maddesinin başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına
yönelik Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında belirtilen güvencelere
aykırı bu müdahaleyi meşru kılmadığı değerlendirilmiştir (benzer yöndeki
değerlendirmeler için bkz. Şahin Alpay,
§ 110; Mehmet Hasan Altan (2), §
157).
71. Açıklanan gerekçelerle -Anayasa'nın 15. maddesiyle birlikte
değerlendirildiğinde de- başvurucunun Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası
bağlamında kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine karar
verilmesi gerekir.
Serdar ÖZGÜLDÜR bu görüşe katılmamıştır.
5. 6216 sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
72. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un "Kararlar" kenar başlıklı 50. maddesinin (1)
numaralı fıkrasının birinci cümlesi ile (2) numaralı fıkrası şöyledir:
"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme
kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden
yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama
yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata
hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir.
Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal
kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse
dosya üzerinden karar verir."
73. Başvurucu 100.000 TL maddi, 500.000 TL manevi tazminat
talebinde bulunmuştur.
74. Anayasa Mahkemesinin Mehmet
Doğan kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan
kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir (B. No: 2014/8875,
7/6/2018, [GK]). Mahkeme diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal
kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin
devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle
sonuçlanacağına da işaret etmiştir(Aligül
Alkaya ve diğerleri, B.No: 2016/12506, 7/11/2019).
75. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal
edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle
getirmenin, yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için
ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması,
ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan
kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların
giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması
gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§
55, 57).
76. Başvuruda, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle Anayasa’nın
19. Maddesinin üçüncü fıkrasının ihlal edildiğine karar verilmiştir. 7/9/2016
tarihinde başvurucunun tahliyesine karar verilmiştir. Başvurucunun tutukluluk
hâli sona ermiştir.
77. Öte yandan somut olayda ihlalin tespit edilmesinin
başvurucunun uğradığı zararların giderilmesi bakımından yetersiz kalacağı
açıktır. Başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına yönelik müdahale
nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları
karşılığında başvurucuya net 30.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar
verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
A. Başvurucunun kamuya açık belgelerde kimliğinin gizli
tutulması talebinin KABULÜNE,
B. Tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve
güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA
Serdar ÖZGÜLDÜR ve Kadir ÖZKAYA’nın karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
C. Tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle Anayasa’nın 19. Maddesinde
güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE
Serdar ÖZGÜLDÜR’ün karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
D. Başvurucuya net 30.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,
E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve
Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına,
ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine
kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin bilgi için Ankara 26. Ağır Ceza
Mahkemesine (E.2018/606) GÖNDERİLMESİNE,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 9/1/2020
tarihinde karar verildi.
KARŞIOY GEREKÇESİ
B.Başvuru No: 2016/78293 (1.Bölüm) ve B.Başvuru No:2016/14597
(Genel Kurul) sayılı dosyalardaki karşıoylarda belirtilen hukuki neden ve
gerekçelerle; 18.7.2016 tarihinde tutuklanan, hakkındaki soruşturma devam
ederken bir hâkim meslektaşı tarafından FETÖ bağlantısı olduğu yolunda beyanda
bulunulan (bu beyan kovuşturma aşamasında da tekrarlanmıştır), 7.9.2016
tarihinde tahliye edilip, 19.6.2019 tarihinde beraat etmekle beraber
yargılamasının henüz istinafta kanun yolu aşamasında derdest olduğu anlaşılan
başvurucu hakkındaki ilk tutuklama kararında suç işlediğine dair kuvvetli
belirtilerin yeterince ortaya konulduğu, dolayısıyla bu tedbirin uygulanması
nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlâl edilmediği kanaatine
vardığımdan, çoğunluğun aksi yöndeki kararına katılmıyorum.
KARŞIOY
Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/3/2011 tarihli
ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında
Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası gereği bireysel başvuru yoluyla
Anayasa Mahkemesine başvurabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş
olması gerekir. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının
anayasal ödevi olup bu ödevin ihmal edilmesi nedeniyle ortaya çıkan hak
ihlallerinin düzeltilmesi idari ve yargısal makamların görevidir. Bu nedenle
temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle derece
mahkemeleri önünde ileri sürülmesi, bu makamlar tarafından değerlendirilmesi ve
bir çözüme kavuşturulması esastır (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No:
2012/403, 26/3/2013, § 16).
Tüketilmesi gereken başvuru yollarının ulaşılabilir olması
yanında telafi kabiliyetini haiz olması ve tüketildiğinde başvurucunun
şikâyetlerini gidermede makul başarı şansı tanıması gerekir. Bir başka
söyleyişle, etkili olduğu kabul edilecek olan başvuru yolunun, Anayasa’da
öngörülmüş güvencelere aykırılık nedeniyle hakkın ihlal edildiğini özü
itibarıyla tespit etme ve yeterli giderim sağlama imkânı sunan bir yol olması
gerekmektedir. Dolayısıyla mevzuatta bu yollara yer verilmesi tek başına
yeterli olmayıp uygulamada da etkili olduğunun gösterilmesi ya da en azından
etkili olmadığının kanıtlanmamış olması gerekir (Ramazan Aras, B. No: 2012/239,
2/7/2013, § 29). Bununla birlikte soyut olarak makul bir başarı sunma
kapasitesi bulunan bir başvuru yolunun uygulamada başarıya ulaşmayacağına dair
şüphe, o başvuru yolunun tüketilmemesini haklı kılmaz. Özellikle sonradan
oluşturulan ve henüz uygulaması olmayan başvuru yollarının bu kapsamda
değerlendirilmesi gerekir (Ramazan Korkmaz, B. No: 2016/36550, 19/7/2017, §33).
Öte yandan, başvurucuların belirli bir hukuk yolunun etkililiği
konusunda sadece bir kuşku duyması, kendilerini söz konusu hukuk yolunu tüketme
girişiminde bulunma yükümlülüğünden kurtarmaz. Başvuruculardan, yorum yetkilerini
kullanarak mevcut hakları geliştirme fırsatı vermek için yargı organlarına
başvurmaları beklenebilir. Ancak yerleşik mahkeme içtihatları ışığında,
belirtilen hukuk yolunun gerçekte olumlu sonuçlanması konusunda makul bir
ihtimalin bulunmadığı durumlarda ise başvurucunun söz konusu hukuk yolunu
kullanmamış olması başvuru yollarının tüketilmediği sonucunu doğurmaz. Bununla
birlikte bir hukuk yolunun başarısız olduğunu ortaya koyacak bir durum söz
konusu değilse o hukuk yolunun etkili bir şekilde işlediğine ilişkin emsal
davaların bulunmaması tek başına başvurucuyu bu hukuk yolunu tüketme
yükümlülüğünden kurtarmaz. Zira başvurucunun bu hukuk yoluna başvurması halinde
mahkemelerin içtihatlarını başvurucunun lehine olacak şekilde geliştirmeleri
ihtimali her zaman vardır.
Somut olayda 18.07.2016 tarihinde tutuklanan ve 06.09.2016
tarihinde bireysel başvuruda bulunan başvurucunun suç isnadına bağlı tutulma
durumu, 07.09.2016 tarihinde serbest bırakılmasıyla (tahliye edilmesiyle)
birlikte bu tarihten itibaren sona ermiş bulunmaktadır. Anayasa Mahkemesince
başvurunun incelendiği tarih itibarıyla başvurucunun suç isnadına bağlı olarak
hürriyetinden yoksun bırakılması hali sona ermiş bulunduğundan, bireysel
başvuru kapsamında tutukluluğun hukuki olmadığı yönünden yapılabilecek olan
olası bir ihlal tespiti, başvurucu açısından ancak lehine bir miktar tazminata
hükmedilmesi sonucunu doğurabilecektir. Bunun dışında muhtemel bir ihlal
kararına bağlı olarak başvurucu açısından (örneğin tahliye edilmek gibi) bir sonuç
ortaya çıkmayacaktır.
Hal böyle olunca, belirtilen duruma bağlı olarak, bireysel
başvurunun ikincillik niteliği gereğince, olayda, aşama itibarıyla bireysel
başvuru yolu dışında başvurucuya, tutmanın hukuki olmadığını tespit edecek ve
giderim olarak da tazminat ödenmesini sağlayabilecek başka bir hak arama
yolunun mevcut olup olmadığının incelenmesi gerekmektedir.
Anayasa Mahkemesi'nce, tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına
dayalı olarak yapılan tüm başvurularda, tutuklama kararının hukuka aykırı olduğuna
ilişkin iddia incelenirken ilk olarak şikâyet konusu tutuklamanın kanuni
dayanağının bulunup bulunmadığı, ikinci olarak kuvvetli suç şüphesinin mevcut
olup olmadığı, üçüncü olarak tutuklamanın meşru bir amacının bulunup
bulunmadığı (tutuklama nedenlerinin var olup olmadığı), son olarak da tutuklama
tedbirinin ölçülü olup olmadığı incelenmektedir.1
Anayasa Mahkemesince yapılan bu inceleme, 5271 sayılı Ceza
Muhakemeleri Kanunu'nun 100 ve 101. maddelerde yer alan hükümlerle de uyumlu
bir incelemedir. Zira 5271 sayılı Kanun’un 100. maddesinin(1) numaralı
fıkrasına göre “Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve
bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında
tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik
tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.” Yine aynı
Kanunun 101. maddesinin ikinci fıkrasına göre de “Tutuklamaya, tutuklamanın
devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda; a)
Kuvvetli suç şüphesini, b) Tutuklama nedenlerinin varlığını, c) Tutuklama
tedbirinin ölçülü olduğunu gösteren deliller somut olgularla
gerekçelendirilerek açıkça gösterilir.”
Öte yandan, 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinin (1) numaralı
fıkrasına (fıkranın a bendine) göre "Suç
soruşturması veya kovuşturması sırasında; kanunlarda belirtilen koşullar
dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen, ...
kişiler, maddi ve manevi her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler."
Görüldüğü üzere 141. maddenin (1) numaralı fıkrasının (a)
bendinde de “tutuklama için kanunda belirtilen koşullara" atıf
yapılmaktadır. Dolayısıyla Kanunda (kuvvetli suç şüphesi, tutuklama nedeni,
ölçülülük gibi) öngörülen koşullara aykırı olarak tutuklandığını düşünen bir
kişi için Kanun tazminat isteme ve alma imkânı öngörmektedir.
Anayasa Mahkemesi konuya ilişkin önceki kararlarında; bireysel
başvurunun incelenme tarihi itibarıyla başvurucunun tutukluluk halinin sona
ermiş olması ve tutuklama tedbirinin ilişkili olduğu kamu davasında verilen
beraat veya mahkûmiyet hükmünün kesinleşmiş olması şartlarının bir arada
gerçekleşmiş olması hallerinde, başvurucunun tutuklamanın hukuka aykırı olduğu
iddiasına yönelik olarak CMK 141/1-a hükmü kapsamında tazminat davası
açabileceğini belirtmiş ve mezkûr iddiayı başvuru yollarının tüketilmemesi
nedeniyle kabul edilemez bulmuştur.2 Bununla birlikte, başvurucu
tahliye edilmiş olsa dahi hakkında açılan kamu davasının devam ediyor olması
veya hakkında verilen beraat veya mahkûmiyet hükmünün kesinleşmemiş olması
hallerinde ise tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına dayalı başvuruları CMK
141/1-a hükmü kapsamı dışında tutmuş ve işin esasını incelemiştir.
Anayasa Mahkemesi, tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına
ilişkin başvurularda yukarıda belirtildiği şekilde ortaya koyduğu yaklaşımını
sonradan kısmen değiştirmiş bulunmaktadır. Mahkemenin güncel yaklaşımında,
tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasının CMK 141. madde kapsamında tazminata
konu edilebileceğinin kabul edildiği tek durum, CMK 141/1-e hükmünde düzenlenen
tazminat nedenine ilişkin durumdur.
Anayasa Mahkemesinin son dönemdeki birçok kararına göre;
başvuruya konu edilen tutuklamanın ilişkili/ilgili olduğu davada başvurucu
hakkında beraat kararı verilmiş veya başlatılan soruşturmada kovuşturmaya yer
olmadığına dair karar verilmiş ve bu kararlar bireysel başvurunun incelendiği
tarih itibarıyla kesinleşmiş ise tutuklamanın hukuki olmadığı iddiası, CMK
141/1 a ve e hükmünde düzenlenen tazminat yolunun tüketilmediği gerekçesiyle
kabul edilemez bulunmaktadır.3 Mahkeme, bu içtihadında CMK
141/1-e hükmünün yanı sıra CMK 141/1-a hükmünü de dikkate almakta ve söz konusu
hükümlerde öngörülen tazminat yolunu tutuklamanın hukuki olmadığı iddiası
yönünden etkili bir kanun yolu olarak nitelendirmektedir.4 Tutukluluğun hukuki olmadığı iddiasına dayalı tüm
başvurularda, belirtilen durum dışındaki tüm hallerde ise işin esası
incelenmektedir.
Öte yandan Anayasa Mahkemesi, CMK 141/1-a hükmünde düzenlenmiş
olan, kanunlarda belirtilen koşullar dışında tutukluluğun devamına karar
verilmesi halini de kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede
yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm
verilmeyen kişilerin tazminat alabileceğini öngören CMK 141/1-d'de düzenlenen
tazminat yoluyla beraber değerlendirmektedir. Bir başka söyleyişle Mahkeme,
tutukluluğun kanuna aykırı bir şekilde gerekçesiz kararlarla uzatılarak makul
sürenin veya kanuni sürenin aşıldığına ilişkin iddiaları, başvuru yollarının
tüketilmemesi gerekçesine dayanarak reddetmekte ve CMK’nın 141. maddesinin (1)
numaralı fıkrasının (a) ve (d) bentlerine birlikte dayanmaktadır.5
Belirtilen durumla birlikte, Mahkemece, gözaltının hukuki
olmadığına ilişkin şikâyetlere dayalı başvurularda da CMK’nın 141. maddesindeki
tazminat yoluna başvurulması gerektiği söylenmektedir. Bir başka söyleyişle,
gözaltının hukuki olmadığına ilişkin şikâyetlerde de davanın mahkûmiyetle
sonuçlanıp sonuçlanmadığına, davanın devam ediyor olup olmadığına bakılmaksızın
başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemezlik kararı
verilmektedir.6
Anılan kararlarda bu kapsamdaki taleplerle ilgili olarak davanın
esasının sonuçlanmasına gerek olmadığı yönündeki Yargıtay kararlarına atıf
yapıldığı için gözaltının hukuki olmadığına ilişkin şikâyetlerde CMK’nın 141.
maddesindeki yolun tartışmasız bir biçimde etkili bir hukuk yolu olduğu iddia
edilebilir ise de; Yargıtay tarafından istikrarlı bir biçimde tersine
oluşturulmuş bir uygulama tespit edilmediği sürece, tutuklamanın hukuki
olmadığı iddiasına dayalı başvurularda başvuru yollarının tüketilmemesi
nedeniyle kabul edilemezlik kararı verilirken, bu konuda Yargıtay uygulamasının
var olup olmadığına bakılmasına gerek olmadığından ve biraz önce değinilen kararlarda
atıf yapılan Yargıtay kararları7 somut delil olmadan gerçekleştiği
iddia edilen bir gözaltına alınmayla ilgili olmadığından anılan iddiaya itibar
edilmesi mümkün değildir.8
Hal böyle olunca, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuka
aykırı olduğu iddialarının her ikisini de içeren başvurularda, Anayasa
Mahkemesince, gözaltı tedbirine dair iddia yönünden tazminat yoluna
başvurulması gerektiğine karar verilirken, tahliye edilmiş bir başvurucunun
tutuklama tedbirine ilişkin iddiasında tazminat yolunun gösterilmemesi
çelişkili bir durum oluşturmaktadır.
Öte yandan, Anayasa Mahkemesi'nce, etkili bir başvuru yolunun
bulunup bulunmadığının belirlenmesinde başvurulan uygulamaya atıf yapma
yaklaşımından B.T. kararıyla vazgeçilmiştir. B.T. kararında, geri gönderme
merkezlerindeki tutma koşullarının kötü muamele oluşturduğu iddiasına dayalı
başvuru, başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez bulunmuştur.
Anayasa Mahkemesi, geri gönderme merkezlerindeki koşulların kötü muamele
oluşturduğu iddiasını, uygulamada başarıyla sonuçlandığını gösteren herhangi
bir örneğini tespit etmemiş olmasına rağmen, tam yargı davasına konu
edilebileceğini belirterek incelememiştir.
İdari gözetim altında tutulma koşullarına karşı etkili bir
başvuru yolunun bulunmadığı iddiasına dayalı başvuruda Mahkeme; AİHM'nin Türk
hukukunda tutulma koşullarına karşı etkili bir başvuru olmadığına dair
kararları bulunduğunu belirttikten sonra, yasal düzenlemeyle oluşturulan ve
kanunun objektif anlamına bakıldığında var olduğu hususunda bir tereddüt
uyandırmayan bir hukuksal yolun fiilen denenmemiş veya kullanılmamış olmasının
söz konusu yolun etkili olmadığı veya bulunmadığı sonucuna ulaşılabilmesi
bakımından yeterli olmayacağı tespitinde bulunmuş, bu tespit kapsamında da bu
güne kadar böyle bir davanın açıldığını ve tazminata hükmedildiğini gösteren
herhangi bir mahkeme kararının mevcut olmamasına dayanılarak tazminata ilişkin
etkili bir başvuru yolunun bulunmadığının söylenmesinin hatalı olacağını ifade
etmiştir.9
Cafer Yıldız kararında da benzer bir değerlendirmeyle kabul
edilemezlik kararı verilmiştir. Anayasa Mahkemesi, Cafer Yıldız kararında,
tutukluluk incelemeleri sonucunda verilen kararların tebliğ edilmemesi ya da
tutukluluğa yapılan itirazın karara bağlanmaması nedeniyle tutuklama işlemine
karşı başvuru imkanlarından yararlandırılmamaya ilişkin iddiaların CMK’nın 141.
maddesinin (1) numaralı fıkrasının (k) bendi kapsamında açılacak davada
incelenebileceği gerekçesiyle kabul edilemezlik kararı vermiştir. Mahkeme,
buradaki tazminat yolunun başarıyla uyguladığını gösteren emsal davalar
bulunmamasına rağmen böyle bir hukuk yolunun kesinlikle başarısız olacağını
iddia edebilmeyi ortaya koyacak bir durum da söz konusu olmadığı için bu türden
şikâyetlere çözüm getirmeye elverişli nitelik taşıyan bu yola işlerlik
kazandırmak ve yasal düzenlemenin kapsamını belirlemek amacıyla derece
mahkemelerine başvurulmasında yarar bulunduğunu belirtmiştir.10
Tahliye edilen ve hakkında açılan kamu davası devam eden kişinin
CMK 141/1-a kapsamında açacağı tazminat davasında kuvvetli suç şüphesinin ve
tutukluluğun diğer kanuni şartlarının bulunmadığına ilişkin yapılacak tespitin
devam eden kamu davasını etkileyebilecek olması ve tazminat davasını yürüten
mahkemenin bu tür değerlendirmelerden kaçınabileceği ihtimali yahut hakkında
mahkûmiyet hükmü verilen ve bu hüküm kanun yolu incelemesi aşamasında olan veya
kesinleşen kişilerin açacakları tazminat davasında mahkemenin, tutuklama
tedbirinin hukuka aykırı olup olmadığı tespitini kanun yolu merciinin verdiği
veya vereceği karara rağmen yapıp yapamayacağı hususları da kanun yolunun
etkililiği açısından elbette ki büyük önem taşımaktadır. Bununla birlikte, bu
bağlamda, kişinin tutuklanması ve tahliye edilmesi ile hakkında beraat veya
mahkûmiyet hükmü verilmesi arasında belirleyici ölçüde bir bağlantı olmadığını
söylemek yerinde olacaktır.
Belirtilen duruma göre, bir kişinin tutuklanması hukuka uygun
olmakla birlikte bu kişi kamu davasından beraat edebilir ya da tutuklanması
hukuka aykırılık arz ederken hakkında açılan davada mahkûmiyet sonucuna
varılabilir. Bu nedenle CMK 141/1-a kapsamında açılacak bir davada tutukluluğun
hukukiliğine ilişkin olarak kişi hakkındaki ceza davasından bağımsız bir
inceleme yapılmasının mümkün olduğu sonucuna varılmalıdır. (Muzaffer Korkmaz,
Koruma Tedbiri Nedeniyle Tazminat Davaları ve Anayasa Mahkemesine Bireysel
Başvuru, Seçkin Yayıncılık, Ankara 2019, s. 93). Tutukluluğun hukukiliğinin
incelenmesinde, tutuklamanın ilişkili/ilgili olduğu davada mahkûmiyet veya
beraat kararı verilmiş olmasının ya da davanın devam ediyor olmasının bir önemi
olmamalıdır. Nitekim Anayasa Mahkemesince de, mahkûmiyet kararı verilmesi veya
davanın devam ediyor olması durumunda da tutuklamanın hukukiliği
incelenmektedir.11 Eğer bir davanın devam ediyor
olması veya davada mahkûmiyet kararı verilmesi tutuklamanın hukukiliğinin
incelenmesine engel teşkil ediyor olsaydı, Anayasa Mahkemesinin de böyle bir
inceleme yapamaması gerekirdi. Dolayısıyla bir davada beraat veya takipsizlik
kararı verilmesi tutuklamayı kendiliğinden hukuka aykırı hale getirmeyeceği
gibi mahkûmiyet kararı verilmesi de kendiliğinden tutuklamanın hukuka uygun
olduğunu göstermez. Nitekim Anayasa Mahkemesi Mehmet Özdemir12 başvurusunda beraat kararı verilmiş olan başvurucunun
tutuklanmasının hukuka uygun olduğuna karar vermiş iken, Ali Bulaç13 başvurusunda hakkında mahkûmiyet kararı verilen
başvurucunun tutuklanmasının hukuka aykırı olduğuna karar vermiştir.
Esasen CMK 141/1-a hükmünün de, tutuklamanın hukukiliği
bağlamında bu hükme dayalı olarak dava açılmasını kişi hakkındaki yargısal
sürecin bitmesine ve kesinleşmiş bir kararın varlığına bağlı tutmadığı
anlaşılmaktadır.
Konuya ilişkin Yargıtay kararlarında da14 anılan hükümde düzenlenen tazminat nedeninin, yargısal
sürecin kesinleşmesine bağlı olarak tazminata konu edilebilecek tazminat
nedenleri arasında sayılmadığı görülmektedir. Söz konusu kararlara göre, kanuna
uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturmaya
yer olmadığına veya beraatlarına karar verilen, yine mahkûm olup da gözaltı ve
tutuklulukta geçirdikleri süreleri, hükümlülük sürelerinden fazla olan veya
işlediği suç için kanunda öngörülen cezanın sadece para cezası olması nedeniyle
zorunlu olarak bu cezayla cezalandırılanlar hakkında, mutlaka davanın esasıyla
ilgili olarak verilen kararın kesinleşmesini beklemek zorunluluğu
bulunmaktadır.
Hal böyle olunca uygulamada, tutuklama tedbirinin hukuka aykırı
olduğu iddiasına yönelik CMK 141/1-a hükmüne dayalı tazminat davasının,
tutuklamanın ilişkili/ilgili olduğu ceza davası derdestken açılamayacağına
ilişkin kesin bir kabulün bulunmadığı anlaşılmaktadır.
Bu bağlamda, yukarıda da belirtildiği üzere tazminat davasını
inceleyecek olan derece mahkemesinin tutuklama şartlarını incelemekten imtina
edebileceği şeklindeki bir görüşün kabulünün de mümkün olmadığını belirtmek
gerekmektedir. Zira CMK 141/1-a hükmü karşısında tazminat mahkemesinin de (ağır
ceza mahkemesinin de) tutuklama koşullarının var olup olmadığını
inceleyebilmesi gerekmektedir. Anılan hükme göre tutuklamanın kanunda öngörülen
şartlara uygun olup olmadığını tespit etmek tazminat mahkemesinin kanundan
kaynaklanan görevi durumundadır. Nitekim kovuşturma aşamasında yargılamayı
yürüten herhangi bir ağır ceza mahkemesinin verdiği tutuklama veya tahliye
kararı, yapılan itiraz üzerine bir başka ağır ceza mahkemesi tarafından,
tutuklama şartlarının var olup olmadığı incelenerek kaldırılabilmektedir. Bu
konuda herhangi bir tartışma bulunmamaktadır. Böyle olunca da bir ağır ceza
mahkemesinin veya sulh ceza hâkimliğinin verdiği tutuklama kararının hukuka
aykırı olup olmadığının tazminat mahkemesince tespit edilmesinin önünde de
herhangi bir engel bulunmadığı sonucuna varılmaktadır.
Suç isnadına bağlı olarak tutukluluk halini içerenler dışındaki
tutuklamanın hukuki olmadığına ilişkin şikâyetlerde CMK 141/1-a’daki tazminat
yolunun tüketilmesinin aranması, Anayasa Mahkemesinin tutukluluk statüsünün
sona ermiş olması kaydıyla tutukluluğun makul süreyi aştığına yönelik
iddiaların, CMK’nin 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) ile (d)
bentlerinde düzenlenen tazminat yoluna konu edilmesi gerektiğine ilişkin
yaklaşımıyla da uyumluluk gösterir.15 Zira tahliye edilen ve hakkındaki
kamu davası devam eden veya aleyhine verilen mahkumiyet hükmü kanun yolu aşamasında
olan veya kesinleşen kişinin Anayasa Mahkemesi içtihadı doğrultusunda bireysel
başvuru öncesi uzun tutukluluk iddiasına ilişkin açacağı tazminat davasında ilk
derece mahkemesi, tutukluluğun devamına ilişkin kararların hukuka uygunluğunu
inceleyecek, bu incelemeyi yaparken de kuvvetli suç şüphesinin var olup
olmadığını ve diğer tutuklama nedenleriyle birlikte devam edip etmediğini
gözetecektir (Muzaffer Korkmaz, a.g.e., s.94) Nitekim Anayasa Mahkemesi’nce de
tutukluluğun makul süreyi aştığına ilişkin olup esastan incelenen başvurularda
kuvvetli şüphenin var olup olmadığı, tutuklama nedenlerinin devam edip etmediği
de incelenmektedir.16 Ayrıca, bu konuya ilişkin olup
başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemezlik kararı verilen
başvurularda da, tazminat davasına bakacak olan mahkemenin de kuvvetli suç
şüphesinin ve tutuklama nedenlerinin var olup olmadığını değerlendireceği
varsayılmaktadır. Aksinin kabulü halinde bu tür başvurularda kişilerin tazminat
davası yoluna yönlendirilmemesi gerekirdi. Sonuç olarak, eğer tazminat davasına
bakacak mahkeme, uzun tutukluluk şikâyetlerinde kuvvetli şüphenin, tutuklama
nedenlerinin var olup olmadığını inceleyebiliyorsa, tutuklamanın hukukiliği
şikâyetlerinden kaynaklanan davalarda da tutuklamanın hukukiliğini
inceleyebilmelidir.
Bu noktada Mustafa Avcı kararına17 da
değinmek gerekmektedir. Anayasa Mahkemesi, bu başvuruda başvurucunun uzun
tutukluluk şikâyetini, inceleme tarihi itibarıyla tahliye edilmiş olması
nedeniyle CMK 141’de düzenlenen tazminat yolunun tüketilmemesi nedeniyle kabul
edilemez bulmuştur.18 Başvurucunun, tutuklanmasına neden
olan fiillerin tamamının siyasi faaliyetleri ile ilgili olduğu ve bu sebeple
siyasi faaliyette bulunma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkin olarak ise
Anayasa Mahkemesi; başvurucunun uzun tutukluluk şikâyetiyle ilgili açacağı tazminat
davasında ilk derece mahkemesinin hukuka aykırılığı tespit ve yeterli giderim
sağlama hususlarında karar verirken tedbirin kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı
dışında siyasi faaliyette bulunma hakkına müdahale teşkil edip etmediği de
dâhil olmak üzere somut olayın tüm koşullarını dikkate almak durumunda
olacağını belirtmiştir. Anayasa Mahkemesi, CMK’nin 141. maddesinde öngörülen
tazminat yolunun; gözaltı, yakalama, tutuklama gibi tedbirlerinin kişi
hürriyeti ve güvenliği hakkının yanı sıra diğer temel haklara müdahale sonucunu
doğurması hallerinde de etkili bir kanun yolu niteliğini haiz olduğunu ifade
etmiş ve bu kabulü doğrultusunda siyasi faaliyette bulunma hakkının ihlal
edildiği iddiası yönünden de başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemezlik
kararı vermiştir.19 Bu olayda başvurucunun,
tutuklanmasına neden olan fiillerin tamamının siyasi faaliyetleri ile ilgili
olduğu ve bu sebeple siyasi faaliyette bulunma hakkının ihlal edildiği iddiası
zımnen tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına benzemektedir. Bu kişinin CMK
141. maddedeki yola başvurması durumunda tazminat mahkemesi ifade özgürlüğünün
ihlal edilip edilmediğini tespit edebiliyorsa, diğer bir deyişle başvurucunun
tutuklanmasına konu eylemlerin siyasi faaliyetler kapsamında olup olmadığını
tespit edebiliyorsa, tutuklamanın hukuki olup olmadığını da elbette ki tespit
edebilir. Zira deliller değerlendirmeden tutuklamanın ifade özgürlüğünü ihlal
ettiğinin tespit edebilmesi mümkün değildir.
Yukarıda belirttiğimiz gibi Anayasa Mahkemesi beraat veya
takipsizlik kararı verilmesi ve bu kararın kesinleşmesi halinde kişilerin 141.
maddenin (e) veya a) bendi uyarınca tazminat alabilmelerinin mümkün olduğunu
belirterek başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemezlik kararı
vermektedir (Fatma Maden (B. No: 2016/28719, 17/7/2018, Ertuğrul Raşit Benal,
B. No:2016/25245, 17/7/2018). Anayasa Mahkemesi bu kararlarında CMK’nın 141/1-a
bendine de atıf yapmaktadır. Ancak CMK’nın 141. maddenin (1) numaralı
fıkrasının (a) bendine başvurulması için, CMK’da, tutuklamayla ilgili/ilişkili
davanın beraatla veya takipsizlik kararıyla sonuçlanması şartı aranmamaktadır.
Tutuklamaya konu davanın beraatla veya takipsizlik kararıyla sonuçlanması şartı
141/1-e bendi için geçerlidir. Kanaatimizce beraat veya takipsizlik halinde CMK
141/1-e bendindeki hükmün tutuklamanın hukukiliği açısından birincil nitelikte
etkili bir yol olmadığını belirtmek gerekir. 141/1-e bendi uyarınca tazminat
istenebilmesi için tutuklamanın hukuki olup olmamasının bir önemi bulunmamaktadır.
Kişi beraat edince bu bent kapsamında tutuklamanın hukuki olup olmadığına
ilişkin bir tespit yapılmadan otomatik olarak tazminat ödenmektedir. Oysa bir
yolun etkili kabul edilmesi için o yolun hakkın ihlal edildiğini tespit
edebilmesi ve ihlali giderebilmesi gerekir.20 AİHM
de Mergen ve diğerleri kararında benzer gerekçelerle141/1-e bendindeki yolun
tüketilmesi gerektiği itirazını reddetmiştir. Dolayısıyla bu bağlamda 141/1- e
bendinin değil, 141/1-a bendinin etkili bir yol olduğu söylenebilir. Nitekim
Anayasa Mahkemesi de bu durumu göz önüne alarak bu kararlarında 141/1-a bendine
de atıf yapma gereği duymuştur. 141/1-a bendi beraat veya takipsizliğe bağlı
olmadığı için tahliye durumunda da bu yolun etkisiz olduğunu söylemek mümkün
değildir.
Yukarıda açıklanan hususlar birlikte değerlendirildiğinde
tutuklamanın hukuki olmadığı şikâyetlerine dayalı başvurularda, tutuklamanın
ilgili/ilişkili olduğu davanın mahkûmiyetle sonuçlanmış olması veya kişinin
tahliye edilmiş hallerinde de CMK’nın 141. maddesindeki tazminat yolunun
tüketilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmaktadır.
Açıkladığım gerekçelerle başvurunun tutuklamanın hukukiliğine
ilişkin kısmının başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerektiğini düşündüğümden çoğunluğun işin esasının
incelenmesi gerektiği yolunda oluşan görüşüne katılmadım.
__________________
1 Halas Aslan, B.
No: 2014/4994, 16.2.2017.
2 Reşat Ertan,
2013/5700, 15/04/2015, § 26; Mehmet Emin Güneş, 2013/5707, 16/04/2015, § 29;
Mecit Gümüş, 2013/9105, 25/6/2015, §32; Hüseyin Hançer, 2013/8319, 7/1/2016,§§
39, 40; Ömer Köse, 2014/12036, 16/11/2016, § 34
3 Kamil Erdoğan, B.
No: 2017/4023, 19/4/2018, §40; Bilal Canpolat, §§ 37-43; Fatma Maden, §49;
Ertuğrul
Raşit Benal, B. No: 2016/25245, 17/7/2018, §42
4 Fatma Maden, §47,
Ertuğrul Raşit Benal, §40
5 Erkam Abdurrahman
Ak, B. No: 2014/8515, 28/9/2016, §54; İrfan Gerçek, B. No: 2014/6500,
29/9/2016,§37
6 Neslihan Aksakal,
B. No: 2016/42456, 26/12/2017, § 30- 38; Ahmet Ünal, B. No: 2016/17624,
9/5/2018, § 24-26.
7Yargıtay 12. Ceza
Dairesinin 1/10/2012 tarihli ve E.2012/21752, K.2012/20353 sayılı kararı
8 Benzer durumlar
bakımından, Yargıtay uygulamasında tazminat yolunun başarıyla uyguladığını
gösteren emsal kararlar bulunmamakla birlikte, böyle bir hukuk yolunun
kesinlikle başarısız olacağını iddia edebilmeyi ortaya koyacak bir durum da söz
konusu değildir.
9B.T. [GK], B. No:
2014/15769, 30/11/2017, §§ 40-60.
10 Cafer Yıldız,
B.No: 2014/9308, 9/1/2018, §§ 37-40; Yaşar Saçlı, B. No: 2014/9311, 24/1/2018,
§§ 37-40.
11 Bkz. Besime Konca,
B. No: 2017/5867, 3/7/2018.
12 Mehmet Özdemir, B.
No: 2017/37283, 29/11/2018
13 Ali Bulaç [GK], B.
No: 2017/6592, 3/5/2019
14 bkz. Yargıtay 12.
Ceza Dairesinin 1/7/2015 tarihli ve E.2014/20624, K.2015/12265 sayılı,
1/10/2012 tarihli ve E.2012/21752, K.2012/20353 sayılı kararları.
15 İrfan Gerçek, B.
No: 2014/6500, 29/9/2016, § 19, 37
16 Bkz. Örneğin,
Hüsnü Aşkan, B. No: 2015/4057, 31/10/2018, § 45, Halas Aslan, B. No: 2014/4994,
16/2/2017, § 87.
17 Mustafa Avci, B.
No: 2014/1545, 22/3/2018
18 Mustafa Avci, §27
19 Mustafa Avci,
§35-38
20 Mergen ve
diğerleri/Türkiye kararı, §36