TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
A.L. BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2016/63999)
|
|
Karar Tarihi: 9/1/2020
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
GİZLİLİK TALEBİ KABUL
Başkan
|
:
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
|
Raportör
|
:
|
Yusuf Enes KAYA
|
Başvurucu
|
:
|
A.L.
|
Vekili
|
:
|
Av. Gündüz GÜNEŞ
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, tutuklamanın hukuka aykırı olması, tutukluluğun makul
süreyi aşması, sulh ceza hâkimliklerinin bağımsız ve tarafsız olmaması,
tutukluluk incelemelerinin hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapılması,
soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması, resen yapılan tutukluluk
incelemelerinde alınan savcılık görüşünün bildirilmemesi, tutukluluğa
itirazların değerlendirilmemesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği
hakkının; mal varlığına tedbir konulması nedeniyle de mülkiyet hakkının ihlal
edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 24/11/2016 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, sadece tutuklamanın hukuki olmadığı
şikayetiyle ilgili görüş bildirmiştir.
6. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda
bulunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal
Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler
çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:
8.Başvurucu, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) Genel
Kurulunun 16/7/2016 tarihli kararı ile görevinden uzaklaştırılmış; 24/8/2016
tarihli kararı ile meslekten ihraç edilmiş ve bu karar 29/11/2016 tarihinde
kesinleşmiştir.
9. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının HSYK kararıyla meslekten
ihraç edilenler hakkında soruşturma işlemlerinin yapılması yönündeki yazısı
üzerine Denizli Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 17/7/2016 tarihinde
başvurucu gözaltına alınmıştır.
10. Başvurucu 17/7/2016 tarihinde Denizli Cumhuriyet
Başsavcılığında ifade vermiştir. Başvurucunun ifade alma işlemi sırasında müdafii de hazır bulunmuştur. Başvurucu, ifadesinde; Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması
(FETÖ/PDY) ile herhangi bir bağlantısının olmadığını, hiç kimsenin telkiniyle
hareket etmediğini, televizyondan gördüğü haberler dışında darbe teşebbüsü
hakkında bir bilgiye sahip olmadığını, bu darbe girişimini tasvip etmediğini
ifade etmiştir. Sonuç olarak başvurucu, FETÖ/PDY ile bir ilgisinin
bulunmadığını savunmuştur.
11. Denizli Cumhuriyet Başsavcılığı 17/7/2016 tarihinde silahlı
terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanması istemiyle başvurucuyu Denizli 2.
Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir.
12. Başvurucunun sorgusu Denizli 2. Sulh Ceza Hâkimliğinde
17/7/2016 tarihinde yapılmıştır. Sorgu sırasında başvurucunun müdafii de hazır bulunmuştur. Başvurucu, sorgu sırasındaki
ifadesinde; çalıştığı yerlerde yasal olmayan hiçbir faaliyet içine girmediğini,
kaçma imkânına sahip olmasına rağmen kaçmadığını, herhangi bir örgütün üyesi
olmadığını ve suçlamaları kesinlikle kabul etmediğini belirtmiştir.
13. Denizli 2. Sulh Ceza Hâkimliği 17/7/2016 tarihinde
başvurucunun tutuklanması talebinin reddine karar vermiştir. Kararın
gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Şüpheli hakkında atılı suçlardan
tutuklanması talebinde bulunulmuş ise de soruşturma evrakının incelenmesinde
talep yazısı ekinde şüphelinin Cumhuriyet Savcısı tarafından alınan ifadesi
bunun dışında iş yeri ve arama tutunağı olduğu
soruşturmanın Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Anayasal Düzene Karşı İşlenen
Suçlar soruşturma bürosunun 16/7/2016 tarih bila
sayılı talebi üzerine Denizli Cumhuriyet başsavcılığının 17/7/2016 tarih 19701
soruşturma numarasını alan tutanak ile başlatıldığı, sonrasında Denizli
Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından Nöbeçti Sulh Ceza
Hâkimliğine göz altına
alma, arama ve elk koyma kararı talep edildiği,
alınan bu karar doğrultusunda şüphelinin yakalanarak ifadesi alınıp hâkimliğimizde
hazır edildiği, soruşturma evrakında başka bir evrakın olmadığı CMK'nun 100/1 maddesinde kuvvetli suç şüphesinin varlığını
gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde
tutuklama kararı verilebileceğinin ön görüldüğü, buna göre şüpheli hakkında
işlediği iddia edilen suçlarla ilgili herhangi bir somut delilin soruşturma
evrakında bulunmamasından dolayı tutuklama talebinin reddine ... [karar
verildi.]"
14. Bu karara Cumhuriyet Başsavcılığınca 19/7/2016 tarihinde
itiraz edilmiş ve başvurucu hakkında tutuklamaya yönelik yakalama emri
düzenlenmesine karar verilmesi talebinde bulunulmuştur.
15. Denizli Cumhuriyet Başsavcılığının talebi üzerine Denizli 1.
Sulh Ceza Hâkimliği 19/7/2016 tarihinde, başvurucu hakkında yürütülen
soruşturmaya ilişkin olarak müdafinin ve tarafların dosya içeriğini
incelemesinin veya belgelerden örnek almasının soruşturmanın amacını tehlikeye
düşürebileceği gerekçesiyle 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi
Kanunu'nun 153. maddesi uyarınca soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanmasına karar vermiştir.
16. Denizli 1. Sulh Ceza Hâkimliği 21/7/2016 tarihinde,
Cumhuriyet Savcılığının itirazının yerinde olduğu gerekçesiyle başvurucu
hakkında tutuklamaya yönelik yakalama emri düzenlenmesine karar vermiştir.
17. Erzurum'da yakalandıktan sonra 25/7/2016 tarihinde
başvurucunun Denizli 1. Sulh Ceza Hâkimliğinde sorgusu yapılmıştır. Sorgu
sırasında başvurucunun müdafii de hazır bulunmuştur.
Sorgu işlemi, Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) aracılığıyla kayda
alınmıştır. Başvurucunun sorgusundaki ifadesinin ilgili kısmı
şöyledir:
"Ben sorguya çıkartıldım üzerime atılı
suçlar tarafından serbest bırakıldım Cumhuriyet Başsavcı vekili V. bey ile
görüştüm serbest kaldığımı belirttim eşim ve çocuklarım Erzurumda
olduğu için Denizli'de hiç kimsemiz olmadığından ve kalacak yerim de
olmadığından eşim ve çocuklarım Erzurum'da kalmıştı. Başsavcı vekilimize
Erzurum'a gidip gidemeyeceğimi sordum. Hukuki sureci sizde biliyorsunuz şu anda
serbestsiniz açığa da alındınız Adliye'ye gelme zorunluluğunuz yoktur takdir
sizindir dedi. Daha önceden Bafra'dan tanıdığım ve stajyerim olanDenizli 3. Ağır Ceza Mahkemesi üyesiile
lojmanda aynı daireyi paylaşıyorduk ben orada misafir idim ailem de çok
tedirgin olmuştu. Erzurum'dan Denizli ye gelmek istiyorlardı beraber kaldığımhâkime
bir zararımda olmasın diyerek Denizli'den otobüs ile Erzurum'a intikal ettim
beni serbest bırakan hâkim ifademi alırken
bulunacağım adresi de bildirdim ben bu sene adli tatilden yararlanıyordum zaten
20 temmuz itibari ile erzuruma gitmek için uçak
bileti almıştım bu vahim olay olmasaydı ben 20 temmuz günü uçak ile Erzurumda olacaktım ben serbest kaldıktan sonra otobüs ile erzuruma geldim uçak biletimi de iptal ettirdim ...Ben cep
telefonumu kullanmış olduğum bilgisayarımı da teslim ettim. Facebook hesabım
vardır gene adaletorg sitelerinde hesabım vardır
bunlarında şifrelerini vermeye hazırım gene bu hesaplardan suçlandığım terör
örgütü ile ve hükümet ile alakalı en ufak ne övücü nede yerici bir paylaşımım
yoktur. Ben görevimi yaparken hükümet aleyhine veya lehine hiç bir şey yazmadım
olurda soruşturmalarda önümüze gelirse tarafsızlığımıza gölge düşürmesin diye
hareket ettim . Fetö terör
örgütü ile herhangi bir bağlantım yoktur. Ben 9 yıllık Cumhuriyet savcısıyım
herhangi bir başsavcılığım yoktur, yurt dışına çıkmadım , seminerlere gitmedim
meslek içerisinde böyle bir yapılanma olduğu herkes tarafından biliniyordu
ancak iyiniyetle bakıyorduk ama atamalardaki
haksızlıklar yurtdışına seminerlere gidenleri gördükten ve diğer kurumlarda
sınav sorularının çalınması sureti ile kişilerin hak etmedikleri görevlere
atandıklarını fark etmem üzerine benim bakış açım tamamen değişti, benim Fetö terör örgütü ile herhangi bir bağım yoktur ... Bazı hâkim
ve cumhuriyet savcılarına bu darbe ile ilgili telefonlarına mesaj gitmiş benim
telefonumda geriye doğru incelenebilir bu şekilde herhangi bir mesaj yoktur
gene bazı hâkim ve cumhuriyet savcılarının zaten bu darbe girişimi biliniyordu
şeklinde açıklamalarını duyduğumda benim böyle bir girişimin düşünüldüğünden
dahi haberim yoktu . Ben bir gün önce Cumhuriyet
Savcısı idim bir gün sonra polisine askerine kurşun sıkan şerefsizlerle aynı
konuma getirildim. Bu zaten benim ceza almamdan bile daha ağır bir şeydir,
mesleğim tehlikededir 3 çocuğum vardır benim ailemle çok mutlu bir hayatım
vardı. Ben en ufak market alışverişine dahi çocukları ile birlikte giden bir
insanım çalıştığım yerlerdeki meslektaşlarım ve vatandaşlarla hepsiyle memnun
olarak ayrıldım, benim kaçma şüphem yoktur karartacak herhangi bir delil de
yoktur üzerime atılı suçlamaları kabul etmiyorum ben her şeyin sonuna kadar
araştırılmasını talep ediyorum. Çocuklarım ailem buradadır herkes mağdur oldu
tutuklama gibi bir durum olacaksa adli kontrol ile serbest bırakılmamı talep
ediyorum."
18. Sorgu sonucunda başvurucunun Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini
ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, anayasal
düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme, silahlı terör örgütüne üye olma,
Türkiye Büyük Millet Meclisini ortadan kaldırmaya veya görevi yapmasını
engellemeye teşebbüs etme suçlarından tutuklanmasına karar verilmiştir. Kararın
ilgili bölümü şöyledir:
"Şüpheli[nin] üzerine atılı
Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini Ortadan Kaldırmaya veya görevini yapmasını
engellemeye teşebbüs etme, Anayasal Düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme,
Silahlı terör örgütüne üye olma, Türkiye Büyük Millet Meclisini ortadan
kaldırmaya veya görevi yapmasını engellemeye teşebbüs suçlarından, üzerineatılı suçların vasıf ve mahiyeti mevcut delil
durumu, delillerin henüz toplanma aşamasında olması; soruşturma dosyasına ekli
ev arama el koyma tutanağı, iş yeri arama tutanağı, Denizli 1 Sulh Ceza Hâkimliğinin 21/7/2016 tarih 2016/2083 değişik iş sayılı kararı, Ankara
Cumhuriyet Başsavcılığı Anayasal düzene karşı işlenen suçlar soruşturma
bürosunun 16/7/2016 tarihli yazısı, HSYK 3. Dairesinin 16/7/2016 tarih
2016/7900-2016/9052karar sayılı yazıları bir bütün olarak değerlendirildiğinde
kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin mevcudiyeti,
şüphelinin üzerine atılı suçların CMK. 100/3 a-10-11 maddesinde belirtilen
katalog suçlardan olması karşısında kaçma şüphesi de gözetilerektutuklama
sebebi mevcut olmakla, atılı suçların TCK'daki cezasının alt ve üst sınırıları dikkate alındığında, tutuklama tedbirinin fiil
ile orantılı olacağı, bu aşamada adli kontrol hükümlerinin yetersiz ve işlevsiz
kalacağı değerlendirilerek şüphelinin CMK. 100 ve devamı maddeleri gereğince
tutuklanmasına... [karar verildi.]"
19. Denizli Cumhuriyet Başsavcılığı 19/9/2016 tarihinde
yetkisizlik kararı vererek dosyanın Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına
gönderilmesine karar vermiştir.
20. Başvurucu 25/7/2016 tarihli tutuklama kararına 28/7/2016
tarihinde, 18/8/2016 tarihinde verilen tutukluluğun devamı kararına 22/8/2016 tarihinde,
7/9/2016 tarihli tutukluluğun devamı kararına da 26/9/2016 tarihinde itiraz
etmiştir. Başvurucu, bu itirazları hakkında herhangi bir karar verilmediğini
belirtmiş; 24/11/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. UYAP üzerinden
yapılan incelemede de başvurucunun itirazları hakkında karar verildiğine
ilişkin bir bilgi veya belgeye ulaşılamamıştır.
21. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 6/1/2017 tarihli ve 680
sayılı Olağanüstü Hâl Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun
Hükmünde Kararname'nin 7. maddesi ile 24/2/1983 tarihli ve 2802 sayılı Hâkimler
ve Savcılar Kanunu'nun 93. maddesinin (1) numaralı fıkrasında hâkim ve
savcıların kişisel suçları hakkında soruşturma yapma yetkisinin ilgilinin görev
yaptığı yerin bağlı olduğu bölge adliye mahkemesinin bulunduğu yerdeki il
Cumhuriyet başsavcılığına ait olduğu şeklinde değişiklik yapıldığı gerekçesiyle
9/1/2017 tarihinde yetkisizlik kararı vererek dosyayı Antalya Cumhuriyet
Başsavcılığına göndermiştir.
22. Antalya 2. Sulh Ceza Hâkimliği 24/10/2017 tarihinde;
başvurucu hakkında anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme, Türkiye
Büyük Millet Meclisini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye
teşebbüs etme, Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini
yapmasını engellemeye teşebbüs etme suçlarından verilen tutuklama kararının
kaldırılmasına karar vermiştir.
23. Antalya Cumhuriyet Başsavcılığının 11/12/2017 tarihli
iddianamesi ile başvurucunun silahlı
terör örgütüne üye olma suçunu işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle
Antalya 8. Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır.
24. İddianamede, başvurucunun FETÖ/PDY hiyerarşisi içinde yer
almak suretiyle terör örgütüne üye olma suçunu işlediği iddia edilmiştir.
İddianamede suçlamaya esas alınan olgular şöyle özetlenebilir:
i. Başvurucunun HSYK'nın 16/7/2016 tarihli kararı ile görevinden
uzaklaştırıldığı, 24/8/2016 tarihli kararı ile meslekten ihraç edildiği ve bu
kararın 29/11/2016 tarihinde kesinleştiği belirtilmiştir.
ii. Bafra Adliyesinde görevli olan tanıklar R.P., Ç.Ş., F.G. ve
Y.S.ni şüphelinin Bafra Adliyesinde görev yaptığı dönemde FETÖ/PDY ile ilgili
bir söz ve davranışının olmadığını beyan ettikleri, Denizli Adliyesi personeli M.A.nın da beyanının aynı yönde
olduğu ifade edilmiştir.
iii. Başvurucuya ait telefon hattı üzerinde yapılan inceleme
neticesinde Antalya İl Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla
Mücadele Şube Müdürlüğü görevlilerince tanzim edilen 7/12/2017 tarihli HTS
analiz raporunda başvurucunun FETÖ/PDY'ye üye olma
suçu kapsamında işlem yapılan kişilerle görüşme yaptığı belirtilmiştir.
iv. Başvurucunun cep telefonuna ait olan klasörde yer alan
fotoğraflar arasında nereden ya da ne şekilde yüklendiği bilinmeyen FETÖ/PDY
lideri Fethullah Gülen'e ait dört adet fotoğrafın olduğu,
ayrıca imaj dosyaları arasında adli konuları içeren Microsoft Office formatında
dijital verilerin bulunduğunun tespit edildiği iddia edilmiştir.
v. HSYK Genel Sekreterliğinin 5/12/2017 tarihli yazısıyla
Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilen gizli tanık Defne'nin 29/11/2017 tarihli
dilekçesinde başvurucuyla ilgili olarak "....her biri İstanbul Hukuk Fakültesi mezunu olan adli
yargı hâkimleri Y.K., [AL.], A.İ., A.Y., T.A., A.C.N., M.S., İ.C. isimli kişilerin cemaat
evlerinde veya yurtlarında kaldıklarını..." şeklinde
açıklamaların bulunduğu belirtilmiştir.
25. İddianame Antalya 8. Ağır Ceza Mahkemesince 26/12/2017
tarihinde kabul edilerek E.2017/429 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması
başlamıştır.
26. Mahkeme 25/1/2018 tarihinde yaptığı ilk duruşmada
başvurucunun savunmasını almıştır. Başvurucu savunmasında özetle cep
telefonunda bulunduğu iddia edilen fotoğrafların haber sitelerinden kaldığını,
gizli tanık beyanlarını kabul etmediğini, örgütün ev ve yurtlarında
kalmadığını, dayısının evinde kaldığını, bunun ikametgâh belgesi ile sabit
olduğunu, HTS kayıtlarına göre görüştüğü iddia edilen kişilerin aynı yerde
çalışırken görüştüğü meslektaşları ile jandarma ve polisler olduğunu, bu
kişiler arasında hâlen görevde olan kişilerin de bulunduğunu, görüşmeleri
arasında aleyhine olacak şekilde ayrım yapılmasının yanlış olduğunu
belirtmiştir.
27. Mahkeme, duruşma sonunda başvurucunun silahlı terör örgütüne
üye olma suçundan tahliyesine ve başvurucu hakkında adli kontrol tedbiri
uygulanmasına karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Sanığın aşamalarda alınan birbiriyle
uyumlu savunmaları, mevcut delil durumu, tutuklulukta geçirdiği süre ve tüm
dosya kapsamı göz önüne alındığında sanığın tutukluluk halinin devamının ölçülü
olmayacağı, adli kontrol tedbirlerinin uygulanmasının yeterli olacağı kanaatine
varıldığından başkaca bir suçtan tutuklu veya hükümlü değil ise tahliyesine, aynı gerekçelerle CMK 109. maddesi
gereğince yurt dışına çıkış yasağı uygulanmak suretiyle adli kontrol altına alınmasına... [karar
verildi.]"
28. 24/5/2018 tarihli duruşmada Mahkeme, başvurucunun cep
telefonunda tespit edilen FETÖ/PDY lideri Fetullah
Gülen'e ait dört adet fotoğrafın haber sitelerinin kalıntısı olan fotoğraf
niteliğinde mi yoksa özellikle indirilmiş fotoğraf niteliğinde mi olduğunun
tespiti için bilirkişi raporu aldırılmasına karar vermiştir.
29. 25/10/2018 tarihli duruşmada bilirkişi, raporunu sunmuştur.
Bilirkişi raporunda; dört adet resim dosyasının telefon hafızasına özellikle
indirilmiş resim dosyaları olmadığı, telefonda yüklü Chrome uygulaması tarafından cache
klasörüne internet sitesinde içerik gezintisi sırasında kaydedilmiş resim
dosyalarından ibaret olduğu belirtilmiştir.
30. 25/10/2018 tarihli duruşmada M.A. (eski hâkim) adlı kişinin
etkin pişmanlık kapsamında verdiği 1/2/2018 tarihli dilekçe okunmuştur. M.A.
adlı kişi, dilekçesinde; hukuk fakültesinin son sınıfındayken Ö. adlı kişiyle
tanıştığını, bu kişinin kendisine Ankara'da hâkimlik sınavına çalışan kişilerin
kaldığı evlerden bahsettiğini, Ankara'daki bu evlerden birinde aralarında
başvurucunun da bulunduğu kişilerle birlikte kaldığını, bu evlerde disiplinli
bir şekilde sınava çalıştıklarını, bu süreçte sınav sorularının verilmesi gibi
bir durumun söz konusu olmadığını, böyle bir olaya şahit olmadığını
belirtmiştir.
31.Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla ilk
derece mahkemesinde derdesttir.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
32. İlgili ulusal hukuk için bkz. Adem Türkel (B. No: 2017/632, 23/1/2019, §§ 24-39) başvurusu hakkında
verilen karar.
33. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 26/9/2017 tarihli ve
E.2017/16.MD-956, K.2017/370 sayılı kararının ilgili bölümü şöyledir:
"...
2- FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü
FETÖ/PDY silahlı terör örgütü, paravan olarak
kullandığı dini, din dışı dünyevi emellerine ulaşma aracı haline getiren;
siyasi, ekonomik ve toplumsal yeni bir düzen kurma tasavvuruna sahip örgüt
liderinden aldığı talimatlar doğrultusunda hareket eden; bu amaçla öncelikle
güç kaynaklarına sahip olmayı hedefleyip güçlü olmak ve yeni bir düzen kurmak
için şeffaflık ve açıklık yerine büyük bir gizlilik içerisinde olmayı şiar
edinen; bir istihbarat örgütü gibi kod isimler, özel haberleşme kanalları,
kaynağı bilinmeyen paralar kullanıp böyle bir örgütlenmenin olmadığına herkesi
inandırmaya çalışarak ve bunda başarılı olduğu ölçüde büyüyüp güçlenen, bir
yandan da kendi mensubu olmayanları düşman olarak görüp mensuplarını motive
eden; 'Altın Nesil' adını verdiği kadrolarla sistemle çatışmak yerine sisteme
sahip olma ilkesiyle devlete tabandan tavana sızan; bu kadroların sağladığı
avantajlarla devlet içerisinde belli bir güce ulaştıktan sonra hasımlarını
çeşitli hukuki görünümlü hukuk dışı yöntemlerle tasfiye eden; böylece devlet
aygıtının bütün alt bileşenlerini ünite ünite kontrol
altına almayı ve sisteme sahip olmayı planlayıp ele geçirdiği kamu gücünü de
kullanarak toplumsal dönüşümü sağlamayı amaçlayan; casusluk faaliyetlerini de
bünyesinde barındıran atipik/suigeneris
bir terör örgütüdür.
...
Örgütün hiyerarşik yapılanması tabaka-kat
sistemine dayanır. Katlar arasında geçişler mümkün ise de,
dördüncü kattan sonrasındaki geçişleri önder belirlemektedir. Katlar şu
şekildedir:
a) Birinci Kat (Halk Tabakası): Örgüte iman ve
gönül bağıyla bağlı olanlar, fiili ve maddi destek sağlayanlardan oluşur.
Bunların bir çoğu örgütün hiyerarşik yapısına dahil
olmayan bilinçli veya bilinçsiz hizmet ettirilen kesimdir.
b) İkinci Kat (Sadık Tabaka): Okul, dershane,
yurt, banka, gazete, vakıf ve kurum görevlilerinden oluşan sadık gruptur. bunlar örgüt sohbetlerine katılan, düzenli aidat ödeyen, az
veya çok örgüt ideolojisini bilen kişilerdir.
c) Üçüncü Kat (İdeolojik Örgütlenme Tabakası):
Gayri resmi faaliyetlerde görev alan, örgüt ideolojisini benimseyen ve ona
bağlı çevresine propaganda yapan kişilerdir.
d) Dördüncü Kat (Teftiş Kontrol Tabakası):
Bütün hizmeti (legal ve illegal) denetler. Bağlılık ve itaatte dereceye
girenler buraya yükselebilir. Bu tabakaya girenler örgütte çocuk yaşta
kazandırılanlardan seçilir. Örgüte sonradan katılanlar genellikle bu katta ve
daha üst katlarda görev alamazlar.
e) Beşinci Kat (Organize Eden ve Yürüten
Tabaka): Üst düzey gizlilik gerektirir. Birbirlerini çok az tanırlar. Örgüt
lideri tarafından atanan ve devletteki yapıyı organize edip yürüten kişilerdir.
f) Altıncı Kat (Has Tabaka): Örgüt lideri Fethullah Gülen tarafından bizzat atanan ve lider ile alt
tabakaların irtibatını sağlayan, örgüt içi görev değişiklikleri yapıp azillere
bakan kişilerdir.
g) Yedinci Kat (Kurmay Tabaka): Örgüt lideri
tarafından doğrudan seçilen ve on yedi kişiden oluşan örgütün en seçkin
kesimidir.
...
3- Hata Hükümleri Çerçevesinde Silahlı Terör
Örgüt Üyeliği Suçunun Değerlendirilmesi
Bir suç örgütü, baştan itibaren suç işlemek
üzere kurulmuş illegal bir yapı olabileceği gibi, legal olarak faaliyet
göstermekte olan bir sivil toplum örgütünün sonradan bir suç örgütüne, hatta
terör örgütüne dönüşmesi de mümkündür. Bu kapsamda önceden var olan ancak
hakkında karar verilmediği için kamuoyu tarafından varlığı bilinmeyen örgütün
hukuki varlık kazanması mahkemeler tarafından verilecek karara bağlı ise de
örgütün kurucusu, yöneticileri ya da üyeleri; kuruluş tarihinden veya meşru
amaçlarla kurulup daha sonra suç örgütüne dönüştüğü andan itibaren ceza hukuku
bakımından sorumlu olacaklardır.
Silahlı terör örgütüne üye olma suçunun
doğrudan kasıtla işlenebildiği gözetilerek, hukuki zeminde faaliyet gösteren ve
nihai amacını gizli tutması nedeniyle açıkça bilinmeyen yapılara dahil olan
örgüt mensuplarından bir kısmının, oluşumun bir terör örgütü olduğunu bilmediklerini
iddia etmeleri durumunda, TCK'nun 30. maddesinin
birinci fıkrasında yer alan hata hükmü uyarınca değerlendirme yapmak
gerekecektir.
...
FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün, Devletin
anayasal düzenini cebir ve şiddet kullanarak değiştirmek olan nihai amacını
gerçekleştirmek için 'mahrem alan' şeklinde örgütlenmesi ve devletin silahlı
kuvvetlerindeki unsurları dikkate alındığında gerekli ve yeterli örgütsel güce
sahip olduğu hususunda tereddüt bulunmamaktadır. Örgütün bu amaç ve
yöntemlerini bilen örgüt mensuplarının örgütteki konumları gözetilerek
cezalandırılacağı da açıktır. örgütlenme piramidine
göre, beş, altı ve yedinci kat ve kural olarak üç ve dördüncü katlarda bulunan
örgüt mensuplarının bu durumda olduklarının kabulü gerekmektedir. Ancak önce
dini bir kült, ardından da terör örgütü haline dönüşen FETÖ/PDY'nin,
başlangıçta bir ahlak ve eğitim hareketi olarak ortaya çıkması ve genellikle
böyle algılanması, örgütün gayrı meşru amaçlarını gizleyip alenen kriminalize olmamaya çalışması ve örgütün kurucusu ve
yöneticisi Fethullah Gülen hakkında Ankara 11. Ağır
Ceza Mahkemesince verilen beraat kararının onanarak kesinleşmesi karşısında,
özellikle örgütün sözde meşruiyet vitrini olarak kullanılan diğer katlardaki
örgüt mensupları tarafından bilinip bilinmediğinin olaysal
olarak TCK'nun 30. maddesi kapsamında
değerlendirilmesi gerekmektedir.
Bu bağlamda söz konusu değerlendirme
yapılırken, ülke çapında yürütülen soruşturma ve kovuşturmalar, FETÖ/PDY
silahlı terör örgütüyle ilgili dava dosyalarında yer alan EGM'nin
[Emniyet Genel Müdürlüğü]
örgüt hakkındaki raporuyla diğer belgeler, mahkemelerce karara bağlanan
davalar, bu davalarda dinlenen itirafçı sanıkların savunmaları, tanık beyanları
ve benzer pek çok kaynakta yer aldığı üzere; örgüt mensubu olan kamu
görevlileri tarafından örgütün nihai amacının açıkça ortaya konularak, devleti
ve hükümeti açıkça hedef alan terör faaliyetlerinin icra edilmesi, bu
faaliyetlerin örgüt liderinin açıklamaları ve basın yayın araçlarıyla
üstlenilmesi gibi sansasyonel olayların kamuoyunun gündemini uzunca bir süre
meşgul edip yoğun bir şekilde tartışılması hususları gözden kaçırılmamalıdır.
Bu nitelikli çok sayıda olay arasında, 7 Şubat 2012 tarihli MİT krizi, gayri
hukuki iletişimin dinlenmesi kararları aracılığıyla elde edilmiş hukuka aykırı
bulgulara dayandığı ve suç unsurlarının da oluşmadığı gerekçeleriyle
kovuşturmaya yer olmadığı kararlarına konu olan 17/25 Aralık 2013 tarihli
operasyonlar ile 1 Ocak ve 19 Ocak 2014 tarihli MİT tırlarının durdurulması
hadiselerini saymak mümkündür.
Ayrıca, Milli Güvenlik Kurulunun 30.10.2014 ve
daha sonraki tarihlerde gerçekleştirdiği müteaddit toplantılarında alınan ve
kamuoyuyla paylaşılan kararlarda; FETÖ/PDY'nin, milli
güvenliği tehdit eden ve kamu düzenini bozan, devlet içerisinde legal görünüm
altında illegal faaliyetler yürüten, illegal ekonomik boyutu bulunan, diğer
terör örgütleriyle işbirliği yapan bir terör örgütü olduğuna dair
değerlendirmelerin yapılması ve bu terör örgütüyle devletin tüm kurum ve
birimleriyle birlikte etkin bir mücadele edilmesine dair kararların alınması,
aynı tespit ve açıklamaların devlet ve hükümet yetkililerince de en üst düzeyde
benimsenip kamuoyuyla paylaşılması gibi olguların da gözardı
edilmemesi gerekir.
..."
34. Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 26/10/2017 tarihli ve
E.2017/1809, K.2017/5155 sayılı kararının ilgili bölümü şöyledir:
"...
Örgüt üyesi, örgüt amacını benimseyen, örgütün
hiyerarşik yapısına dahil olan ve bu suretle verilecek görevleri yerine getirmeye
hazır olmak üzere kendi iradesini örgüt iradesine terk eden kişidir. Örgüt
üyeliği, örgüte katılmayı, bağlanmayı, örgüte hâkim
olan hiyerarşik gücün emrine girmeyi ifade etmektedir. Örgüt üyesi örgütle
organik bağ kurup faaliyetlerine katılmalıdır. Organik bağ, canlı, geçişken,
etkin, faili emir ve talimat almaya açık tutan ve hiyerarşik konumunu tespit
eden bağ olup, üyeliğin en önemli unsurudur. Örgüte yardımda veya örgüt adına
suç işlemede de, örgüt yöneticileri veya diğer
mensuplarının emir ya da talimatları vardır. Ancak örgüt üyeliğini belirlemede
ayırt edici fark, örgüt üyesinin örgüt hiyerarşisi dahilinde verilen her türlü
emir ve talimatı sorgulamaksızın tamamen teslimiyet duygusuyla yerine getirmeye
hazır olması ve öylece ifa etmesidir.
Silahlı örgüte üyelik suçunun oluşabilmesi
için örgütle organik bağ kurulması ve kural olarak süreklilik, çeşitlilik ve
yoğunluk gerektiren eylem ve faaliyetlerin bulunması aranmaktadır. Ancak
niteliği, işleniş biçimi, meydana gelen zarar ve tehlikenin ağırlığı, örgütün
amacı ve menfaatlerine katkısı itibariyle süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk
özelliği olmasa da ancak örgüt üyeleri tarafından işlenebilen suçların
faillerinin de örgüt üyesi olduğunun kabulü gerekir. Örgüte sadece sempati
duymak ya da örgütün amaçlarını, değerlerini, ideolojisini benimsemek, buna
ilişkin yayınları okumak, bulundurmak, örgüt liderine saygı duymak gibi
eylemler örgüt üyeliği için yeterli değildir (Evik,
Cürüm işlemek için örgütlenme, Syf 383 vd.).
Örgüt üyesinin, örgüte bilerek ve isteyerek
katılması, katıldığı örgütün niteliğini ve amaçlarını bilmesi, onun bir parçası
olmayı istemesi, katılma iradesinin devamlılık arz etmesi gerekir. Örgüte üye
olan kimse, bir örgüte girerken örgütün kanunun suç saydığı fiilleri işlemek
amacıyla kurulan bir örgüt olduğunu bilerek üye olmak kastı ve iradesiyle
hareket etmelidir. Suç işlemek amacıyla kurulmuş örgüte üye olmak suçu için de saikin 'suç işlemek amacı' olması aranır. (Toroslu özel
kısım syf.263-266, Alacakaptan Cürüm İşlemek İçin Örgüt syf.28, Özgenç Genel
Hükümler syf.280)
Bu açıklamalar ışığında somut olay
değerlendirildiğinde;
Kuruluş, amaç, örgüt yapılanması ve faaliyet
yöntemleri Dairemizin 2015/3 E.sy.kararında anlatılan
ve nihai amacı, Devletin anayasal nizamını cebir ve şiddet kullanarak
değiştirmek olduğu anlaşılan FETÖ/PDY terör örgütünün başlangıçta bir ahlak ve
eğitim hareketi olarak ortaya çıkması ve toplumun her katmanının büyük bir
kesimince de böyle algılanması, amaca ulaşmak için her yolu mübah
gören fakat sözde meşruiyetini sivil alanda dinden, kamusal alanda ise hukuktan
aldığı izlenimi vermek için yeterli güce ulaşıncaya kadar alenen kriminalize olmamaya özen göstermesi gerçeği nazara
alındığında, örgütün sözde meşruiyet vitrini olarak kullanılan katlarla
irtibatlı olduğu anlaşılan ve fakat örgütün nihai amacını bildiği, örgütle
organik bir bağ kurarak hiyerarşisine dahil olduğu yönünde herhangi bir delil
bulunmayan sanığın, hükme esas alınan ikrarı ve HTS kayıt içeriğine göre ...
İlçe Tarım Müdürlüğü'nde ziraat mühendisi olarak görev yaptığı dönemde, örgütün
ilçe imamı olduğu iddia edilen ve örgütün ilçe yapılanması içerisinde görevli
oldukları iddiasıyla haklarında soruşturma yürütülen şahıslarla telefonla
görüşmek suretiyle irtibat içinde olmak, çoğunluğu kamuoyu nezdinde örgütün
gerçek yüzünü ortaya koyan, hukuki kılıflarla kamu görevlileri ve sivil
şahıslara yönelik bir kısım operasyonlara başladığı 2013 yılı öncesinde olmak
üzere birkaç kez de bu tarihten sonra örgütün dini sohbet toplantılarına
katılmak, örgüt tarafından çıkarılan gazetelere gerçek ismiyle abone olmak ve
çocuğunu örgüte müzahir olması nedeniyle kapatılan ... isimli okula
göndermekten ibaret eylemlerinin, sanığın konum ve kişisel özellikleri de
nazara alındığında sempati ve iltisak boyutunu aşan, örgüt üyesi olduğunu ispat
etmeye yeterli örgütsel faaliyetler kapsamında değerlendirilemeyeceği gözetil[melidir.] ..."
35. Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 20/12/2017 tarihli ve
E.2017/1862, K.2017/5796 sayılı kararının ilgili bölümü şöyledir:
"Kuruluş, amaç, örgüt yapılanması ve
faaliyet yöntemleri Dairemizin 2015/3 E.sy. kararında anlatılan ve nihai amacı,
Devletin Anayasal nizamını cebir ve şiddet kullanarak değiştirmek olduğu
anlaşılan FETÖ/PDY terör örgütünün başlangıçta bir ahlak ve eğitim hareketi
olarak ortaya çıkması ve toplumun her katmanının büyük bir kesimince de böyle
algılanması, amaca ulaşmak için her yolu mübah gören
fakat sözde meşrutiyetini sivil alanda dinden, kamusal alanda ise hukuktan
aldığı izlenimi vermek için yeterli güce ulaşıncaya kadar alenen kriminalize olmamaya özen göstermesi gerçeği nazara
alındığında; örgütün kurucusu, yöneticileri ve örgüt hiyerarşisinde üçüncü veya
daha yukarı katmanlarda yer alan mensuplarının zaman sınırlaması olmaksızın
örgütün nihai amacından haberdar oldukları yönünde kuşku bulunmamakta ise de,
bir ve ikinci katmanlarda yer alanlar açısından; Devletin her kurumuna sızan
mensupları vasıtasıyla kişi ve kurumlara yönelik, örgütün gerçek yüzünü ortaya
koyan operasyonlara başlandığı, bu yapının kamuoyu ve medya tarafından
tartışılır hale geldiği, üst düzey hükümet yetkilileri ve kamu görevlileri
tarafından yapılan açıklamalarda 'paralel yapı' veya 'terör örgütü' olduğuna
ilişkin tespitler ve uyarıların yapıldığı, Milli Güvenlik Kurulu tarafından da
aynı değerlendirmelerin paylaşıldığı süreçten önce icra edilen faaliyetlerin,
nitelik, içerik ve mahiyeti itibariyle silahlı terör örgütünün amacına hizmet
ettiğinin somut delil ve olgularla ortaya konulmadıkça örgütsel faaliyet
kapsamında kabul edilemeyeceği değerlendirilerek, bir Devlet okulunda öğretmen
olarak görev yapan, örgütle irtibatlı olduğu için kapatılmasına karar verilen
sendikaya üye olan, örgütün kriptolu iletişim ağı olan ByLock
iletişim sistemini kullanmayan ancak 25.09.2014 ve 13.10.2014 tarihlerinde örgüt
liderinin talimatı doğrultusunda anılan örgütle irtibatlı Bank Asya’ya eşi
adına para yatıran sanığın faaliyetlerinin, silahlı terör örgütünün hiyerarşik
yapısına dahil olduğunu gösterir biçimde çeşitlilik, devamlılık ve yoğunluluk içermemesi karşısında örgüt üyesi olarak kabul
edilmesine yasal olanak bulunmadığından, konusu suç oluşturmayan ancak örgüt
liderinin talimatı doğrultusunda amaca hizmet eden faaliyetlerin yardım suçunu
oluşturacağı gözetilmeden, suç vasfında yanılgıya düşülerek yazılı şekilde hüküm
kurulması kanuna aykırı... [görülmüştür.]"
B. Uluslararası Hukuk
36. İlgili uluslararası hukuk için bkz. Mustafa Baldır (B. No: 2016/29354,
4/4/2018, §§ 33-37) başvurusu hakkında verilen karar.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
37. Mahkemenin 9/1/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Adli Yardım Talebi
Yönünden
38. Anayasa Mahkemesinin
Mehmet Şerif Ay (B. No: 2012/1181, 17/9/2013) kararında belirtilen
ilkeler dikkate alınarak geçimini önemli ölçüde güçleştirmeksizin yargılama
giderlerini ödeme gücünden yoksun olduğu anlaşılan ve bireysel başvuru
tarihinde ceza infaz kurumunda tutuklu bulunan başvurucunun açıkça dayanaktan
yoksun olmayan adli yardım talebinin kabulüne karar verilmesi gerekir.
B. Kişi Hürriyeti ve
Güvenliği Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddialar
1. Tutuklamanın Hukuki
Olmadığına İlişkin İddia
a. Başvurucunun İddiaları
ve Bakanlık Görüşü
39.Başvurucu; suç şüphesi ve bunu haklı kılan deliller
olmamasına rağmen fişleme listelerine dayalı olarak hakkında tutuklama kararı
verildiğini, ilk tutuklama talebinin reddedilmesinin de bu durumu teyit
ettiğini, somut olayda tutuklama nedenlerinin de mevcut olmadığını, tutuklama
kararının gerekçesiz olduğunu, adli kontrolün neden yetersiz kalacağının
açıklanmadığını belirterek kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal
edildiğini ileri sürmüştür. Diğer taraftan başvurucu bir hâkim olarak
mesleğinden kaynaklanan güvencelere riayet edilmeksizin tutuklandığını iddia
etmektedir.
40.Bakanlık görüşünde, başvurucu hakkında verilen tutuklama
kararında açıklanan gerekçeler, iddianameyle başvurucuya isnat edilen eylemler
ile bu eylemlere ilişkin olarak dayanılan delillerin içeriği dikkate
alındığında tutuklamaya esas alınan delillerin objektif bir gözlemciyi suçun
işlendiği hususunda ikna edebilecek nitelikte olduğu ve tutuklama anında da
makul şüphenin bulunduğu belirtilmiştir. Bakanlık ayrıca başvurucunun
şikâyetlerine yönelik incelemenin Anayasa’nın 15. maddesi kapsamında yapılması
ve bu kapsamda yapılacak incelemede de başvurucunun şikâyetlerinin açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez bulunmasına karar verilmesi
gerektiğini değerlendirmiştir.
41. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında; HTS
kayıtlarındaki telefon görüşmelerinin mesleğinden kaynaklanan olağan görüşmeler
olduğunu, FETÖ/PDY'ye ait evlerde kaldığı hususunun
doğru olmadığını, öğrencilik yıllarında dayısının evinde kaldığına ilişkin
ikametgâh belgesini mahkemeye sunduğunu, telefonunda bulunan fotoğrafların
internet sitesinde içerik gezintisi sırasında kaydedilmiş fotoğraflar olduğunun
bilirkişi raporuyla ortaya konulduğunu belirtmiştir. Başvurucu, bu gerekçelerle
tutuklanmasının hukuka aykırı olduğunu ileri sürmüştür.
b. Değerlendirme
42. Anayasa'nın "Temel
hak ve hürriyetlerin sınırlanması" kenar başlıklı 13. maddesi
şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."
43. Anayasa'nın "Kişi
hürriyeti ve güvenliği" kenar başlıklı 19. maddesinin birinci
fıkrası ile üçüncü fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:
"Herkes, kişi hürriyeti ve güvenliğine
sahiptir.
Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan
kişiler, ancak kaçmalarını, delillerin yokedilmesini
veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu
kılan ve kanunda gösterilen diğer hallerde hâkim kararıyla tutuklanabilir."
44. Başvurucunun bu bölümdeki iddialarının Anayasa'nın 19.
maddesinin üçüncü fıkrası bağlamındaki kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı
kapsamında incelenmesi gerekir.
i. Uygulanabilirlik Yönünden
45. Anayasa Mahkemesi, olağanüstü yönetim usullerinin
uygulandığı dönemlerde alınan tedbirlere ilişkin bireysel başvuruları
incelerken Anayasa'nın 15. maddesinde ortaya konulan temel hak ve özgürlüklere
ilişkin güvence rejimini dikkate alacağını belirtmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169,
20/6/2017, §§ 187-191). Soruşturma mercilerince başvurucuya yöneltilen ve
tutuklama tedbirine konu olan suçlama, başvurucunun darbe teşebbüsünün
arkasındaki yapılanma olduğu belirtilen FETÖ/PDY üyesi olduğu iddiasıdır.
Anayasa Mahkemesi, anılan suçlamanın olağanüstü hâl ilanını gerekli kılan
olaylarla ilgili olduğunu değerlendirmiştir (Selçuk
Özdemir [GK], B. No: 2016/49158, 26/7/2017, § 57).
46. Bu inceleme sırasında öncelikle başvurucunun tutuklanmasının
başta Anayasa'nın 13. ve 19. maddeleri olmak üzere diğer maddelerinde yer alan
güvencelere aykırı olup olmadığı tespit edilecek, aykırılık saptanması hâlinde
ise Anayasa'nın 15. maddesindeki ölçütlerin bu aykırılığı meşru kılıp kılmadığı
değerlendirilecektir (Aydın Yavuz ve
diğerleri, §§ 193-195, 242).
ii. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
47. Somut olayda başvurucu 25/7/2016 tarihli tutuklama kararına
28/7/2016 tarihinde, 18/8/2016 tarihinde verilen tutukluluğun devamı kararına
22/8/2016 tarihinde, 7/9/2016 tarihli tutukluluğun devamı kararına da 26/9/2016
tarihinde itiraz etmiştir. Başvurucu, bu itirazları hakkında herhangi bir karar
verilmediğini belirtmiş; 24/11/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
UYAP üzerinden yapılan incelemede de başvurucunun itirazları hakkında karar
verildiğine ilişkin bir bilgi veya belgeye ulaşılamamıştır. Bu nedenle başvuru
yollarının tüketildiği kabul edilmelidir. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve
kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeninin
bulunmadığı anlaşılan bu bölümdeki iddiaların kabul edilebilir olduğuna karar
verilmesi gerekir.
Serdar ÖZGÜLDÜR ve Kadir ÖZKAYA bu görüşe katılmamışlardır.
iii. Esas Yönünden
(1) Genel İlkeler
48. Tutuklamanın hukukiliğinin incelenmesinde dikkate alınacak
genel ilkeler için bkz. Zafer Özer (B.
No: 2016/65239, 9/1/2020, §§ 38-45) başvurusu hakkında verilen karar.
(2) İlkelerin Olaya Uygulanması
49. Somut olayda öncelikle başvurucunun tutuklanmasının kanuni
dayanağının olup olmadığının belirlenmesi gerekir. Başvurucu, darbe
teşebbüsünün arkasındaki yapılanma olduğu belirtilen FETÖ/PDY mensubu olduğu
iddiasıyla yürütülen soruşturma kapsamında silahlı terör örgütü üyesi olma
suçlamasıyla 5271 sayılı Kanun'un 100. maddesi uyarınca tutuklanmıştır.
50. Diğer taraftan başvurucu bir hâkim olarak mesleğinden
kaynaklanan güvencelere riayet edilmeksizin tutuklandığını iddia etmektedir.
51. Anayasa Mahkemesi, darbe teşebbüsünden sonraki dönemde bu
teşebbüsün arkasındaki yapılanma olduğu kabul edilen FETÖ/PDY ile bağlantılı
suçlardan yürütülen soruşturmalar kapsamında yargı mensupları hakkında
uygulanan tutuklama tedbirlerinin hukukiliğine ilişkin bireysel başvuruları
incelediği birçok kararında, başvurucu yargı mensuplarının mesleklerinden veya
görevlerinden kaynaklanan güvencelere riayet edilmeksizin tutuklandıkları ve bu
nedenle tutuklamanın kanuni dayanağının bulunmadığı iddialarını incelemiştir.
Anayasa Mahkemesi bu inceleme sonucunda gerek Yüksek Mahkeme üyeleri gerekse
diğer yargı mensupları bakımından tutuklamaya konu olaylara ilişkin olarak
soruşturma mercilerince veya tutuklamaya karar veren yargı organlarınca isnat
edilen ve tutuklamaya konu olan suçların kişisel suç olduğu, ayrıca ağır cezayı
gerektiren suçüstü hâlinin bulunduğu yönündeki değerlendirmelerin olgusal ve
hukuki temellerinin bulunduğu, dolayısıyla tutuklama tedbirlerinin kanuni
dayanaktan yoksun olduğunun söylenemeyeceği sonucuna varmıştır (diğerleri
arasından bkz. Adem Türkel, §§
52-59; Erdem Doğan, B. No:
2017/25955, 7/3/2019 §§ 50-57). Kaldı ki -Yüksek Mahkeme üyelerinden farklı olarak-
hâkim ve Cumhuriyet savcıları yönünden ağır ceza mahkemesinin görevine giren
suçüstü hâli bulunmasa da kişisel suçlarına ilişkin olarak soruşturma
yürütülmesi için bir izin şartı bulunmadığı yargısal içtihatlarda
belirtilmiştir (Mustafa Özterzi
[GK], B. No: 2016/14597, 31/10/2019, §93). Somut başvuruda anılan
kararlardan yer alan değerlendirmelerden ve varılan sonuçtan ayrılmayı
gerektiren bir durum bulunmamaktadır.
52. Dolayısıyla somut olayın koşullarında başvurucunun hâkim
olması nedeniyle Anayasa veya 2802 sayılı Kanun'dan kaynaklanan güvenceler
uygulanmaksızın, kanuna aykırı olarak tutuklandığı iddiası yerinde değildir. Bu
itibarla başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin kanuni dayanağı
bulunmaktadır.
53. Kanuni dayanağı bulunduğu anlaşılan tutuklama tedbirinin
meşru bir amacının olup olmadığı ve ölçülülüğü incelenmeden önce tutuklamanın
ön koşulu olan suçun işlendiğine dair
kuvvetli belirti bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi gerekir.
54. Denizli 1. Sulh Ceza Hâkimliğinin tutuklama kararında,
başvurucu yönünden kuvvetli suç şüphesini oluşturan somut olguların bulunduğuna
genel olarak değinilmiş; bu olgulara ilişkin bir açıklamaya yer verilmemiştir.
55. İddianamede ise başvurucunun meslekten ihraç edilmesine,
FETÖ/PDY'ye üye olma suçu kapsamında işlem yapılan
kişilerle telefon görüşmesi yapmasına, cep telefonuna ait olan klasörde yer
alan fotoğraflar arasında FETÖ/PDY lideri Fethullah
Gülen'e ait dört adet fotoğrafın bulunmasına, gizli tanığın başvurucunun FETÖ/PDY'ye ait evlerde kaldığına ilişkin beyanına
dayanılmıştır. Ayrıca yargılama devam ederken M.A. adlı kişi etkin pişmanlık
kapsamında verdiği ifadesinde, başvurucunun Ankara'da hâkimlik sınavına
hazırlanmak için oluşturulan evlerde kaldığını ileri sürmüştür.
56. Buna göre başvurucuya yöneltilen ve tutuklamaya konu olan
suçlamanın dayanaklarından biri, başvurucunun meslekten ihraç edilmesidir.
57. Darbe teşebbüsünden sonra başta soruşturma mercileri olmak
üzere yargı organları ve kamu makamları büyük bir zorlukla karşı karşıya
kalmışlardır. Teşebbüsün savuşturulmaya çalışıldığı sırada hem doğrudan
teşebbüsle bağlantılı olduğu değerlendirilen binlerce kişi hakkında hem de
teşebbüsle bağlantılı olmasa da bunun arkasındaki yapılanma olan FETÖ/PDY ile
bağlantılı olduğu değerlendirilen ve önemli bir kısmı kamu görevlisi olan on
binlerce kişi hakkında ivedilikle soruşturma yürütülmesi ihtiyacı ortaya
çıkmıştır (Zafer Özer, § 53).
58. Ülkenin savaş uçağı, helikopter ve tank gibi savaş
araçlarının dahi kullanıldığı bir darbe teşebbüsüne maruz kalması dolayısıyla
bu teşebbüsle ya da bunun arkasındaki yapılanma ile bağlantılı kişiler hakkında
ivedilikle soruşturma başlatılması ve bu soruşturmalar kapsamında bazı
şüpheliler hakkında yakalama, gözaltı ve tutuklama gibi koruma tedbirlerine
başvurulması, suç işleyenlerin tespitini ve cezalandırılmasını sağlamak üzere
soruşturmaların selamet içinde yürütülmesi amacının yanı sıra darbe teşebbüsü
ve onun arkasındaki yapılanma nedeniyle millî güvenlik ve kamu düzeni üzerinde
oluşan tehdit ve tehlikenin bertaraf edilmesi gayesine de yöneliktir (Zafer Özer, § 54).
59. FETÖ/PDY'nin kamuda en yoğun
şekilde örgütlendiği alanlardan birinin yargı olması nedeniyle haklarında
soruşturma başlatılan bu kamu görevlileri arasında yargı mensupları önemli bir
yer tutmuştur. Bu bağlamda HSYK, darbe teşebbüsünün devam etmekte olduğu
dönemde bu teşebbüsün arkasındaki yapılanma ile bağlantısının olduğu
değerlendirmesiyle çok sayıda hâkim ve Cumhuriyet savcısının görevden uzaklaştırılmasına karar
vermiştir. Aynı değerlendirmeyle Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulu bazı
mensuplarının Yargıtaydaki yetkilerinin kaldırılmasına, Danıştay
Başkanlık Kurulu ise bir kısım üyesinin görev
yaptıkları dairelerdeki görevlerinin sonlandırılmasına karar vermiştir.
Süreç içinde de çok sayıda yargı mensubu hakkında görevden uzaklaştırma ve meslekten
çıkarma idari tedbirlerine başvurulmuş, ayrıca başlatılan ceza
soruşturmaları kapsamında bu kişilerin büyük bölümü hakkında yakalama, gözaltı
ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Zafer
Özer, § 55).
60. Bu kapsamda verilen tutuklamaya ilişkin kararların önemli
bir kısmında şüphelilerin suç işlediklerine dair somut delillerin bulunduğu
ifade edilirken veya düzenlenen iddianamelerde suçlamaya ilişkin olgular
açıklanırken söz konusu görevden
uzaklaştırma, yetkilerini
kaldırma ve dairelerdeki
görevlerini sona erdirme veya
meslekten çıkarma şeklindeki idari kararlara atıf yapılmıştır. Bu
itibarla anılan kararların kuvvetli suç belirtisi ölçütünü karşılayıp
karşılamadığının değerlendirilmesi gerekmektedir (Zafer Özer, § 56).
61. Darbe teşebbüsünün yanı sıra teşebbüsten veya teşebbüsün
arkasındaki yapılanma olan FETÖ/PDY'nin
örgütlenmesinden kaynaklanan tehdit ve tehlikenin bertaraf edilmeye çalışıldığı
bu aşamada teşebbüsün arkasındaki yapılanma ile bağlantılarının olduğu
değerlendirilen yargı mensupları hakkında uygulanan idari tedbirlere ilişkin bu
kararların ilgili mercilerde oluşan bir kanaate dayalı olarak verilmesi söz
konusu olsa da içeriğinde kendileriyle ilgili bir eylem veya olgudan
bahsedilmeyen kişiler bakımından bunların -tek başına- kuvvetli suç belirtisi
olarak kabul edilmesi mümkün değildir (Zafer
Özer, § 57).
62. Nitekim Anayasa Mahkemesi daha önce verdiği birçok kararda
görevden uzaklaştırma veya kamu görevinden ya da meslekten çıkarma şeklindeki
idari kararların niteliğini dikkate alarak bu kararların verilmesinin karara
muhatap olan kişilerin suç işlediklerine dair kuvvetli belirtinin bulunduğu anlamına
gelmediği sonucuna varmıştır (diğerleri arasından bkz. Mustafa Baldır, § 70; Mustafa Açay, B.
No: 2016/66638, 3/7/2019, § 54; E.A.,
B. No: 2016/78293, 3/7/2019, § 57; Ali Aktaş,
B. No: 2016/14178, 17/7/2019, § 53; Mustafa Özterzi, § 104). Bu itibarla başvurucu
hakkındaki görevden uzaklaştırma veya meslekten çıkarma tedbirlerine ilişkin
kararlarda başvurucuyla ilgili kişisel bir tespit ve değerlendirme
bulunmadığından bunların -tek başına- suç işlendiğine dair kuvvetli bir belirti
olarak kabulü mümkün değildir.
63. Soruşturma mercileri ayrıca başvurucunun cep telefonunda Fetullah Gülen'e ait dört adet fotoğrafın bulunmasına
dayanmıştır. Ancak başvurucu, bu fotoğrafları bilerek indirmediğini
belirtmiştir. Nitekim bilirkişi raporunda da bu dört adet fotoğrafın telefon
hafızasına özellikle indirilmiş resim dosyaları olmayıp internet sitesinde
içerik gezintisi sırasında kaydedilmiş resim dosyalarından ibaret olduğu
belirtilmiştir. Dolayısıyla bu delilin suçun işlendiğine dair kuvvetli bir
belirti oluşturduğu söylenemeyecektir.
64. Diğer taraftan başvurucunun FETÖ/PDY'ye
üye olma suçu kapsamında işlem yapılan kişilerle telefon görüşmesi yapmasına
dayanılmıştır. Başvurucu; bu kişilerin aynı yerde çalışırken görüştüğü
meslektaşları, jandarmalar ve polisler olduğunu ifade etmiştir. Başvurucunun
hayatın olağan akışına uygun bu savunmasının karşısında soruşturma makamlarınca
bu görüşmelerin örgütsel bir görüşme olduğuna ve açılan soruşturma veya
kovuşturmayla ilgisi olduğuna yönelikbir iddia ileri
sürülmediği gibi bu yönde bir delil de ortaya konulmamıştır.
65. Son olarak iki tanık ifadesinde, başvurucunun öğrencilik
yıllarında (2005 yılı ve daha öncesine tekabül etmektedir) FETÖ/PDY'ye ait evlerde kaldığı belirtilmiştir. Tanıklardan
birisi olan M.Ö. 2005 yılında başvurucunun hâkimlik sınavına çalışan kişilerle
birlikte kaldığını, bu süreçte sınav sorularının verilmesi gibi bir durumun söz
konusu olmadığını, böyle bir olaya şahit olmadığını ileri sürmüştür. Yargıtay
kararlarında (bkz. §§ 33-35) FETÖ/PDY'nin gerçek yüzünü
ortaya koyan operasyonlara başlandığı, bu yapının kamuoyu ve medya tarafından
tartışılır hâle geldiği, üst düzey Hükûmet yetkilileri ve kamu görevlileri
tarafından yapılan açıklamalarda paralel
yapı veya terör örgütü
olduğuna ilişkin tespitler ve uyarıların yapıldığı, MGK tarafından da aynı
değerlendirmelerin paylaşıldığı, süreçten önce icra edilen faaliyetlerin
nitelik, içerik ve mahiyeti itibarıyla silahlı terör örgütünün amacına hizmet
ettiğinin somut delil ve olgularla ortaya konulmadıkça örgütsel faaliyet
kapsamında kabul edilemeyeceği değerlendirilmiştir. Somut olayda da
başvurucunun Yargıtay kararında belirtilen tarihten önce FETÖ/PDY'ye ait evlerde kaldığı iddiası dışında gerek bu
tarihten önce gerekse bu tarihten sonra herhangi bir örgütsel faaliyette
bulunduğuna ilişkin bir delil ortaya konulamamıştır.
66. Bu itibarla soruşturma belgelerinde yer alan tespit ve
değerlendirmeler kapsamında somut olayda suç işlendiğine dair kuvvetli
belirtinin yeterince ortaya konulamadığı sonucuna varılmıştır.
67. Varılan bu sonuç karşısında tutuklama nedenlerinin bulunup
bulunmadığına ve tutuklamanın ölçülü olup olmadığına ilişkin ayrıca bir
inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.
68. Açıklanan gerekçelerle suç işlediğine dair kuvvetli
belirtiler ortaya konulmadan başvurucu hakkında tutuklama tedbirinin
uygulanmasının kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına ilişkin olarak olağan
dönemde Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan güvencelere
aykırı olduğu sonucuna varılmıştır.
69. Bununla birlikte anılan tedbirin olağanüstü dönemlerde temel
hak ve özgürlüklerin kullanımının durdurulmasını ve sınırlandırılmasını
düzenleyen Anayasa'nın 15. maddesi kapsamında meşru olup olmadığının
incelenmesi gerekir.
iv. Anayasa'nın 15.
Maddesi Yönünden
70. Somut olayda Anayasa Mahkemesince soruşturma makamlarının
suç işlendiğine dair belirtileri somut olgularla ortaya koymadan başvurucu
hakkında tutuklama tedbirine başvurdukları sonucuna varılmıştır. Bu itibarla olağanüstü hâl döneminde temel hak ve
özgürlüklerin kullanımının durdurulmasını ve sınırlandırılmasını düzenleyen
Anayasa'nın 15. maddesinin başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına
yönelik Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında belirtilen güvencelere
aykırı bu müdahaleyi meşru kılmadığı değerlendirilmiştir (benzer yönde bkz. Şahin Alpay [GK], B. No: 2016/16092,
11/1/2018, § 110; Mehmet Hasan Altan (2)
[GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 157).
71. Açıklanan gerekçelerle -Anayasa'nın 15. maddesiyle birlikte
değerlendirildiğinde de- başvurucunun Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası
bağlamında kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine karar
verilmesi gerekir.
Serdar ÖZGÜLDÜR bu görüşe katılmamıştır.
2. Tutukluluğun Makul Süreyi Aştığına İlişkin
İddia
a. Başvurucunun İddiaları
72.Başvurucu;ilgili ve yeterli
gerekçeler olmadan, kişiselleştirme yapılmaksızın tutukluluğunun devam
ettirildiğini, tutukluluğunun makul süreyi aştığını ileri sürmüştür.
b. Değerlendirme
73.Anayasa Mahkemesi, tutukluluğun kanunda öngörülen azami süreyi
veya makul süreyi aştığı iddiasıyla yapılan bireysel başvurular bakımından
bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla başvurucu tahliye edilmiş veya
hükümlü hâle gelmiş ise asıl dava sonuçlanmamış da olsa -ilgili Yargıtay
içtihatlarına atıf yaparak- 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinde öngörülen
tazminat davası açma imkânının tüketilmesi gereken etkili bir hukuk yolu olduğu
sonucuna varmıştır (Erkam Abdurrahman Ak, B. No: 2014/8515,
28/9/2016, §§ 48-62; İrfan Gerçek,
B. No: 2014/6500, 29/9/2016, §§ 33-45; Ahmet
Kubilay Tezcan, B. No: 2014/3473, 25/1/2018, § 26). Somut olayda
25/1/2018 tarihinde tahliyesine karar verilen başvurucu yönünden anılan
içtihatlardan ayrılmayı gerektirir bir durum olmadığı anlaşılmıştır.
74. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemesi
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
3. Sulh Ceza
Hâkimliklerinin Yapısı ile Bağımsız ve Tarafsız Olmadığına İlişkin İddia
a. Başvurucunun İddiaları
75. Başvurucu; dosyanın içeriğine hâkim olmayan ve Ankara
Cumhuriyet Başsavcılığının etkisi ile hareket ettiği izlenimi uyandıran sulh
ceza hâkimliklerince tutuklandığını, bu hâkimliklerin bağımsız ve tarafsız
olmadığını ileri sürmüştür.
b. Değerlendirme
76. Sulh ceza hâkimliklerinin kanuni hâkim güvencesini
sağlamadıkları, tarafsız ve bağımsız mahkeme olmadıkları ve tutukluluğa
itirazın bu yargı mercilerince karara bağlanmasının hürriyetten yoksun
bırakılmaya karşı etkili bir itirazda bulunmayı imkânsız hâle getirdiğine
ilişkin iddialar Anayasa Mahkemesince birçok kararda incelenmiş; bu kararlarda
sulh ceza hâkimliklerinin yapısal özellikleri dikkate alınarak söz konusu
iddiaların açıkça dayanaktan yoksun olduğu sonucuna varılmıştır (Hikmet Kopar ve diğerleri [GK], B. No:
2014/14061, 8/4/2015, §§ 101-115; Mehmet Baransu (2), B. No: 2015/7231, 17/5/2016, §§
64-78, 94-97). Somut başvuruda, aynı mahiyetteki iddialara ilişkin olarak
anılan kararlarda varılan sonuçtan ayrılmayı gerektiren bir durum
bulunmamaktadır.
77. Açıklanan gerekçelerle başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
4. Tutukluluk
İncelemelerinin Hâkim/Mahkeme Önüne Çıkarılmaksızın Yapıldığına İlişkin İddia
a. Başvurucunun İddiaları
78. Başvurucu, tutuklama kararına itirazın ve tutukluluğun
devamına ilişkin kararların dosya üzerinden duruşma açılmaksızın incelendiğini
ileri sürmüştür.
b. Değerlendirme
79. Anayasa Mahkemesi, tutukluluk incelemelerinin hâkim/mahkeme
önüne çıkarılmaksızın yapıldığına ilişkin başvurular bakımından bireysel
başvurunun incelendiği tarih itibarıyla kişi hâkim/mahkeme önüne çıkarılmış ise
asıl dava sonuçlanmamış da olsa 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinde öngörülen
tazminat davası açma imkânının tüketilmesi gereken etkili bir hukuk yolu
olduğunu kabul etmiştir (Salih Sönmez,
B. No: 2016/25431, 28/11/2018, §§ 166-177). Somut olay bakımdan 25/7/2016
tarihinde tutuklanıp 25/1/2018 tarihinde hâkim/mahkeme önüne çıktığı anlaşılan
başvurucunun bu kapsamdaki şikâyeti bakımından anılan karardan ayrılmayı
gerektiren bir durum mevcut değildir.
80. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemesi
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
5. Resen Yapılan
Tutukluluk İncelemesinde Alınan Savcılık Görüşünün Bildirilmediğine İlişkin
İddia
a. Başvurucunun İddiaları
81. Başvurucu, resen yapılan tutukluluk incelemeleri sırasında
alınan Savcılık görüşünün tarafına tebliğ edilmediğini ve çelişmelilik
ilkesine aykırı davranıldığını ileri sürmüştür.
b. Değerlendirme
82.Anayasa Mahkemesi daha önce verdiği birçok kararda, 5271
sayılı Kanun’un 108. maddesine göre yapılan değerlendirmelerin resen
yapıldığını ve bu değerlendirmelerin Anayasa’nın 19. maddesinin sekizinci
fıkrası ile hürriyeti kısıtlanan kişiye tanınan yargı merciine itiraz edebilme
hakkı kapsamında değerlendirilemeyeceğini belirtmiş ve bu kapsamdaki şikâyetler
bakımından konu bakımından yetkisizlik
nedeniyle kabul edilemezlik kararları vermiştir (Firas Aslan ve Hebat Aslan, B. No:
2012/1158, 21/11/2013, § 32; Faik Özgür Erol
ve diğerleri, B. No:
2013/6160, 2/12/2015 § 24). Somut olayda başvurucunun bu kapsamda kalan
iddiaları bakımından anılan kararlardan ayrılmayı gerektiren bir durum mevcut
değildir.
83. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının konu bakımından yetkisizlik nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
6. Tutukluluğa İtirazın
Hiç Değerlendirilmediğine İlişkin İddia
a. Başvurucunun İddiaları
84. Başvurucu; tutuklama ve tutukluluğun devamına ilişkin
kararlara yasal süreleri içinde yaptığı itirazlara cevap verilmediğini,
itirazları hakkında herhangi bir kararın kendisine tebliğ edilmediğini ileri
sürmüştür.
b. Değerlendirme
85. 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının
(k) bendi yakalanan veya tutuklanan kişilere, yakalama ve tutuklama işlemine
karşı kanunda öngörülen başvuru imkânlarından yararlandırılmamaları durumunda
maddi ve manevi her türlü zararlarının tazminini isteyebilmelerine imkân
sağlamaktadır. Anayasa Mahkemesi, bireysel başvurunun incelendiği tarih
itibarıyla tahliyesine karar verilmiş ya da hükümlü hâle gelmiş başvurucular
yönünden asıl dava sonuçlanmamış da olsa anılan yolun tüketilmesi gereken
etkili bir hukuk yolu olduğu sonucuna varmıştır (tahliye olmuş başvurucular
yönünden bkz. Cafer Yıldız, B.
No: 2014/9308, 9/1/2018, §§ 37-40; Yaşar
Saçlı, B. No: 2014/9311, 24/1/2018, §§ 37-40;hükümlü hâle gelmiş
başvurucular yönünden bkz. Özgür Arıbaş, B.
No: 2015/2394, 31/10/2018, §§ 57-60). Somut olayda başvurucunun bu kapsamda
kalan iddiaları bakımından anılan kararlardan ayrılmayı gerektiren bir durum
mevcut değildir.
86. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemesi
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
7. Soruşturma Dosyasına
Erişimin Kısıtlandığına İlişkin İddia
a. Başvurucunun İddiaları
87. Başvurucu; tutuklanmasına dayanak teşkil eden soruşturma
dosyası üzerinde gizlilik kararı bulunduğunu, dosyaya ve tutuklanmasına neden
olan esaslı delillere erişemediğini, bu nedenle tutuklama kararına etkili bir
şekilde itirazda bulunamadığını ileri sürmüştür.
b. Değerlendirme
88. Anayasa Mahkemesi, soruşturma dosyasına erişimin
kısıtlanması durumlarının kişilerin özgürlüklerinden mahrum bırakılmalarına
karşı itirazda bulunma hakkı üzerindeki etkisini incelemiş ve soruşturma
sürecinde, tutuklamaya konu suçlamalara ilişkin temel unsurların başvurucuya
bildirilmiş olması durumunda bu şikâyetin açıkça dayanaktan yoksun olması
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar vermiştir (Günay Dağ ve diğerleri [GK], B. No: 2013/1631, 17/12/2015,
§§ 168-176; Hidayet Karaca [GK],
B. No: 2015/144, 14/7/2015, §§ 105-107; Süleyman
Bağrıyanık ve diğerleri, B. No: 2015/9756,
16/11/2016, §§ 248-257). Somut olay bakımından soruşturma dosyası incelendiğinde
tutuklamaya konu suçlamalara ilişkin temel unsurların başvurucuya bildirildiği
ve tutukluluk durumuna karşı itirazlarını sunma konusunda yeterli imkânın
tanındığı anlaşıldığından anılan kararlardan ayrılmayı gerektirecek bir husus
bulunmamaktadır.
89. Açıklanan gerekçelerle başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
C. Tedbir Kararı
Nedeniyle Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
90. Başvurucu, mal varlığı hakkında tedbir kararı verilmesi
nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
91. Anayasa Mahkemesi, başvurucuların mal varlığına konulan
tedbir nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasıyla yaptığı başvurular
bakımından bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla bu tedbir kararı
kaldırılmış ise asıl dava sonuçlanmamış da olsa -ilgili Yargıtay içtihatlarına
atıf yaparak- 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinde öngörülen tazminat davası açma
imkânının tüketilmesi gereken etkili bir hukuk yolu olduğu sonucuna varmıştır (Mehmet Ali Aslan, B. No: 2013/2429,
30/3/2016, § 28; Mustafa Ünal, B.
No: 2017/21149, 28/11/2018, § 112). Somut olayda başvurucu hakkında uygulanan
tedbirin 21/11/2016 tarihinde kaldırıldığı anlaşıldığından somut başvuru
yönünden anılan içtihatlardan ayrılmayı gerektirir bir durum olmadığı
değerlendirilmiştir.
92. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemesi
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
D. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
93. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un "Kararlar" kenar başlıklı 50. maddesinin (1)
numaralı fıkrasının birinci cümlesi ile (2) numaralı fıkrası şöyledir:
"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme
kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden
yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama
yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata
hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir.
Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal
kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse
dosya üzerinden karar verir."
94. Başvurucu, 300.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
95.Anayasa Mahkemesinin Mehmet
Doğan kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan
kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir (B. No: 2014/8875, 7/6/2018,
[GK]). Mahkeme diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının
yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı
anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle
sonuçlanacağına da işaret etmiştir(Aligül Alkaya ve diğerleri, B.No:
2016/12506, 7/11/2019).
96.Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine
karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz
edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin, yani
ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle
ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan
karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması,
varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu
bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
97. Başvuruda, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle
Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasının ihlal edildiğine karar
verilmiştir. Başvurucu hakkındaki davada 25/1/2018 tarihinde başvurucunun
tahliyesine karar verilmiş ve başvurucunun tutukluluk hâli sona ermiştir.
98. Öte yandan somut olayda ihlalin tespit edilmesinin
başvurucunun uğradığı zararların giderilmesi bakımından yetersiz kalacağı
açıktır. Başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına yönelik müdahale
nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları
karşılığında başvurucuya net 30.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar
verilmesi gerekir.
99. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 3.000 TL vekâlet
ücretinden oluşan yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi
gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurucunun kamuya açık belgelerde kimliğinin gizli
tutulması talebinin KABULÜNE,
B. 1. Tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve
güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA
Serdar ÖZGÜLDÜR ve Kadir ÖZKAYA'nın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
2. Tutukluluğun makul süreyi aştığına ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
3. Sulh ceza hâkimliklerinin yapısı ile bağımsız ve tarafsız
olmadığına ilişkin iddianın açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA
OYBİRLİĞİYLE,
4. Tutukluluk incelemelerinin hâkim/mahkeme önüne
çıkarılmaksızın yapıldığına ilişkin iddianın başvuru
yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA
OYBİRLİĞİYLE,
5. Resen yapılan tutukluluk incelemesinde alınan savcılık
görüşünün bildirilmediğine ilişkin iddianın
konu bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA
OYBİRLİĞİYLE,
6. Tutukluluğa itirazın değerlendirilmediğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
7. Soruşturma dosyasına erişimin kısıtlandığına ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
8. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
C. Tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle Anayasa'nın 19.
maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının İHLAL
EDİLDİĞİNE Serdar ÖZGÜLDÜR'ün karşıoyu
ve OYÇOKLUĞUYLA,
D. Başvurucuya net 30.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,
tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
E. 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderinin
BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve
Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına,
ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine
kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin bilgi için Antalya 8. Ağır Ceza
Mahkemesine (E.2017/429) GÖNDERİLMESİNE,
H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
9/1/2020 tarihinde karar verildi.
KARŞIOY GEREKÇESİ
B.Başvuru No: 2016/78293 (1.Bölüm) ve B.Başvuru No:2016/14597 (Genel Kurul) sayılı dosyalardaki karşıoylarda belirtilen hukuki neden ve gerekçelerle;
25.7.2016 tarihinde tutuklanan, hakkındaki soruşturma devam ederken cep
telefonunda FETÖ bağlantısı hususunda kimi verilere rastlanan, keza etkin
pişmanlıktan faydalanan bir gizli tanığın beyanının yanısıra,
eski hâkim bir tanığın beyanına göre, örgütçe tayin edilen bir evde hâkimlik
sınavına hazırlandığı konusunda aleyhinde ifadeler bulunulan, 25.1.2018
tarihinde tahliye edilen ve halen hakkındaki yargılama derdest bulunan
başvurucu hakkındaki ilk tutuklama kararında suç işlediğine dair kuvvetli
belirtilerin yeterince ortaya konulduğu, dolayısıyla bu tedbirin uygulanması
nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlâl edilmediği kanaatine
vardığımdan, çoğunluğun aksi yöndeki kararına katılmıyorum.
KARŞIOY
Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/3/2011 tarihli
ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un
45. maddesinin (1) numaralı fıkrası gereği bireysel başvuru yoluyla Anayasa
Mahkemesine başvurabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması
gerekir. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının anayasal
ödevi olup bu ödevin ihmal edilmesi nedeniyle ortaya çıkan hak ihlallerinin
düzeltilmesi idari ve yargısal makamların görevidir. Bu nedenle temel hak ve
özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle derece mahkemeleri önünde
ileri sürülmesi, bu makamlar tarafından değerlendirilmesi ve bir çözüme
kavuşturulması esastır (Ayşe Zıraman ve Cennet
Yeşilyurt, B. No: 2012/403, 26/3/2013, § 16).
Tüketilmesi gereken başvuru yollarının ulaşılabilir olması
yanında telafi kabiliyetini haiz olması ve tüketildiğinde başvurucunun şikâyetlerini
gidermede makul başarı şansı tanıması gerekir. Bir başka söyleyişle, etkili
olduğu kabul edilecek olan başvuru yolunun, Anayasa’da öngörülmüş güvencelere
aykırılık nedeniyle hakkın ihlal edildiğini özü itibarıyla tespit etme ve
yeterli giderim sağlama imkânı sunan bir yol olması gerekmektedir. Dolayısıyla
mevzuatta bu yollara yer verilmesi tek başına yeterli olmayıp uygulamada da
etkili olduğunun gösterilmesi ya da en azından etkili olmadığının kanıtlanmamış
olması gerekir (Ramazan Aras, B. No: 2012/239, 2/7/2013, § 29). Bununla
birlikte soyut olarak makul bir başarı sunma kapasitesi bulunan bir başvuru
yolunun uygulamada başarıya ulaşmayacağına dair şüphe, o başvuru yolunun
tüketilmemesini haklı kılmaz. Özellikle sonradan oluşturulan ve henüz uygulaması
olmayan başvuru yollarının bu kapsamda değerlendirilmesi gerekir (Ramazan
Korkmaz, B. No: 2016/36550, 19/7/2017, §33).
Öte yandan, başvurucuların belirli bir hukuk yolunun etkililiği
konusunda sadece bir kuşku duyması, kendilerini söz konusu hukuk yolunu tüketme
girişiminde bulunma yükümlülüğünden kurtarmaz. Başvuruculardan, yorum
yetkilerini kullanarak mevcut hakları geliştirme fırsatı vermek için yargı
organlarına başvurmaları beklenebilir. Ancak yerleşik mahkeme içtihatları
ışığında, belirtilen hukuk yolunun gerçekte olumlu sonuçlanması konusunda makul
bir ihtimalin bulunmadığı durumlarda ise başvurucunun söz konusu hukuk yolunu
kullanmamış olması başvuru yollarının tüketilmediği sonucunu doğurmaz. Bununla
birlikte bir hukuk yolunun başarısız olduğunu ortaya koyacak bir durum söz
konusu değilse o hukuk yolunun etkili bir şekilde işlediğine ilişkin emsal
davaların bulunmaması tek başına başvurucuyu bu hukuk yolunu tüketme
yükümlülüğünden kurtarmaz. Zira başvurucunun bu hukuk yoluna başvurması halinde
mahkemelerin içtihatlarını başvurucunun lehine olacak şekilde geliştirmeleri
ihtimali her zaman vardır.
Somut olayda 25.07.2016 tarihinde tutuklanan ve 24.11.2016
tarihinde bireysel başvuruda bulunan başvurucunun suç isnadına bağlı tutulma
durumu, 25.01.2018 tarihinde serbest bırakılmasıyla (tahliye edilmesiyle)
birlikte bu tarihten itibaren sona ermiş bulunmaktadır. Anayasa Mahkemesince
başvurunun incelendiği tarih itibarıyla başvurucunun suç isnadına bağlı olarak
hürriyetinden yoksun bırakılması hali sona ermiş bulunduğundan, bireysel
başvuru kapsamında tutukluluğun hukuki olmadığı yönünden yapılabilecek olan
olası bir ihlal tespiti, başvurucu açısından ancak lehine bir miktar tazminata
hükmedilmesi sonucunu doğurabilecektir. Bunun dışında muhtemel bir ihlal
kararına bağlı olarak başvurucu açısından (örneğin tahliye edilmek gibi) bir
sonuç ortaya çıkmayacaktır.
Hal böyle olunca, belirtilen duruma bağlı olarak, bireysel
başvurunun ikincillik niteliği gereğince, olayda, aşama itibarıyla bireysel
başvuru yolu dışında başvurucuya, tutmanın hukuki olmadığını tespit edecek ve
giderim olarak da tazminat ödenmesini sağlayabilecek başka bir hak arama
yolunun mevcut olup olmadığının incelenmesi gerekmektedir.
Anayasa Mahkemesi'nce, tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına
dayalı olarak yapılan tüm başvurularda, tutuklama kararının hukuka aykırı
olduğuna ilişkin iddia incelenirken ilk olarak şikâyet konusu tutuklamanın
kanuni dayanağının bulunup bulunmadığı, ikinci olarak kuvvetli suç şüphesinin
mevcut olup olmadığı, üçüncü olarak tutuklamanın meşru bir amacının bulunup
bulunmadığı (tutuklama nedenlerinin var olup olmadığı), son olarak da tutuklama
tedbirinin ölçülü olup olmadığı incelenmektedir.1
Anayasa
Mahkemesince yapılan bu inceleme, 5271 sayılı Ceza Muhakemeleri Kanunu'nun 100
ve 101. maddelerde yer alan hükümlerle de uyumlu bir incelemedir. Zira 5271
sayılı Kanun’un 100. maddesinin(1) numaralı fıkrasına
göre “Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir
tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama
kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri
ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.” Yine aynı Kanunun
101. maddesinin ikinci fıkrasına göre de “Tutuklamaya, tutuklamanın devamına
veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda; a) Kuvvetli
suç şüphesini, b) Tutuklama nedenlerinin varlığını, c) Tutuklama tedbirinin
ölçülü olduğunu gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça
gösterilir.”
Öte yandan, 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinin (1)
numaralı fıkrasına (fıkranın a bendine) göre "Suç soruşturması veya
kovuşturması sırasında; kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan,
tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen, ... kişiler, maddi ve
manevi her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler." Görüldüğü üzere 141. maddenin (1)
numaralı fıkrasının (a) bendinde de “tutuklama için kanunda belirtilen
koşullara" atıf yapılmaktadır. Dolayısıyla Kanunda (kuvvetli suç şüphesi,
tutuklama nedeni, ölçülülük gibi) öngörülen koşullara aykırı olarak
tutuklandığını düşünen bir kişi için Kanun tazminat isteme ve alma imkânı
öngörmektedir.
Anayasa Mahkemesi konuya ilişkin önceki kararlarında; bireysel
başvurunun incelenme tarihi itibarıyla başvurucunun tutukluluk halinin sona
ermiş olması ve tutuklama tedbirinin ilişkili olduğu kamu davasında verilen
beraat veya mahkûmiyet hükmünün kesinleşmiş olması şartlarının bir arada
gerçekleşmiş olması hallerinde, başvurucunun tutuklamanın hukuka aykırı olduğu
iddiasına yönelik olarak CMK 141/1-a hükmü kapsamında tazminat davası
açabileceğini belirtmiş ve mezkûr iddiayı başvuru yollarının tüketilmemesi
nedeniyle kabul edilemez bulmuştur.2 Bununla birlikte, başvurucu
tahliye edilmiş olsa dahi hakkında açılan kamu davasının devam ediyor olması
veya hakkında verilen beraat veya mahkûmiyet hükmünün kesinleşmemiş olması
hallerinde ise tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına dayalı başvuruları CMK
141/1-a hükmü kapsamı dışında tutmuş ve işin esasını incelemiştir.
Anayasa Mahkemesi, tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına
ilişkin başvurularda yukarıda belirtildiği şekilde ortaya koyduğu yaklaşımını
sonradan kısmen değiştirmiş bulunmaktadır. Mahkemenin güncel yaklaşımında,
tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasının CMK 141. madde kapsamında tazminata
konu edilebileceğinin kabul edildiği tek durum, CMK 141/1-e hükmünde düzenlenen
tazminat nedenine ilişkin durumdur.
Anayasa Mahkemesinin son dönemdeki birçok kararına göre;
başvuruya konu edilen tutuklamanın ilişkili/ilgili olduğu davada başvurucu
hakkında beraat kararı verilmiş veya başlatılan soruşturmada kovuşturmaya yer
olmadığına dair karar verilmiş ve bu kararlar bireysel başvurunun incelendiği
tarih itibarıyla kesinleşmiş ise tutuklamanın hukuki olmadığı iddiası, CMK 141/1
a ve e hükmünde düzenlenen tazminat yolunun tüketilmediği gerekçesiyle kabul
edilemez bulunmaktadır.3 Mahkeme, bu içtihadında CMK
141/1-e hükmünün yanı sıra CMK 141/1-a hükmünü de dikkate almakta ve söz konusu
hükümlerde öngörülen tazminat yolunu tutuklamanın hukuki olmadığı iddiası
yönünden etkili bir kanun yolu olarak nitelendirmektedir.4 Tutukluluğun hukuki olmadığı
iddiasına dayalı tüm başvurularda, belirtilen durum dışındaki tüm hallerde ise
işin esası incelenmektedir.
Öte yandan Anayasa Mahkemesi, CMK 141/1-a hükmünde düzenlenmiş
olan, kanunlarda belirtilen koşullar dışında tutukluluğun devamına karar
verilmesi halini de kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede
yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm
verilmeyen kişilerin tazminat alabileceğini öngören CMK 141/1-d'de düzenlenen
tazminat yoluyla beraber değerlendirmektedir. Bir başka söyleyişle Mahkeme,
tutukluluğun kanuna aykırı bir şekilde gerekçesiz kararlarla uzatılarak makul sürenin
veya kanuni sürenin aşıldığına ilişkin iddiaları, başvuru yollarının
tüketilmemesi gerekçesine dayanarak reddetmekte ve CMK’nın
141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) ve (d) bentlerine birlikte
dayanmaktadır.5
Belirtilen durumla birlikte, Mahkemece, gözaltının hukuki
olmadığına ilişkin şikâyetlere dayalı başvurularda da CMK’nın
141. maddesindeki tazminat yoluna başvurulması gerektiği söylenmektedir. Bir
başka söyleyişle, gözaltının hukuki olmadığına ilişkin şikâyetlerde de davanın
mahkûmiyetle sonuçlanıp sonuçlanmadığına, davanın devam ediyor olup olmadığına
bakılmaksızın başvuru yollarının tüketil¬memesi
nedeniyle kabul edilemezlik kararı verilmektedir.6
Anılan kararlarda bu kapsamdaki taleplerle ilgili olarak davanın
esasının sonuçlanmasına gerek olmadığı yönündeki Yargıtay kararlarına atıf
yapıldığı için gözaltı¬nın hukuki olmadığına ilişkin
şikâyetlerde CMK’nın 141. maddesindeki yolun
tartışmasız bir biçimde etkili bir hukuk yolu olduğu iddia edilebilir ise de;
Yargıtay tarafından istikrarlı bir biçimde tersine oluşturulmuş bir uygulama
tespit edilmediği sürece, tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına dayalı
başvurularda başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemezlik
kararı verilirken, bu konuda Yargıtay uygulamasının var olup olmadığına
bakılmasına gerek olmadığından ve biraz önce değinilen kararlarda atıf yapılan
Yargıtay kararları7 somut delil olmadan
gerçekleştiği iddia edilen bir gözaltına alınmayla ilgili olmadığından anılan
iddiaya itibar edilmesi mümkün değildir.8
Hal böyle olunca, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuka
aykırı olduğu iddialarının her ikisini de içeren başvurularda, Anayasa
Mahkemesince, gözaltı tedbirine dair iddia yönünden tazminat yoluna
başvurulması gerektiğine karar verilirken, tahliye edilmiş bir başvurucunun
tutuklama tedbirine ilişkin iddiasında tazminat yolunun gösterilmemesi
çelişkili bir durum oluşturmaktadır.
Öte yandan, Anayasa Mahkemesi'nce, etkili bir başvuru yolunun
bulunup bulunmadığının belirlenmesinde başvurulan uygulamaya atıf yapma
yaklaşımından B.T. kararıyla vazgeçilmiştir. B.T. kararında, geri gönderme
merkezlerindeki tutma koşullarının kötü muamele oluşturduğu iddiasına dayalı
başvuru, başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez bulunmuştur.
Anayasa Mahkemesi, geri gönderme merkezlerindeki koşulların kötü muamele
oluşturduğu iddiasını, uygulamada başarıyla sonuçlandığını gösteren herhangi
bir örneğini tespit etmemiş olmasına rağmen, tam yargı davasına konu
edilebileceğini belirterek incelememiştir.
İdari gözetim altında tutulma koşullarına karşı etkili bir
başvuru yolunun bulunmadığı iddiasına dayalı başvuruda Mahkeme; AİHM'nin Türk
hukukunda tutulma koşullarına karşı etkili bir başvuru olmadığına dair
kararları bulunduğunu belirttikten sonra, yasal düzenlemeyle oluşturulan ve
kanunun objektif anlamına bakıldığında var olduğu hususunda bir tereddüt
uyandırmayan bir hukuksal yolun fiilen denenmemiş veya kullanılmamış olmasının
söz konusu yolun etkili olmadığı veya bulunmadığı sonucuna ulaşılabilmesi
bakımından yeterli olmayacağı tespitinde bulunmuş, bu tespit kapsamında da bu
güne kadar böyle bir davanın açıldığını ve tazminata hükmedildiğini gösteren
herhangi bir mahkeme kararının mevcut olmamasına dayanılarak tazminata ilişkin
etkili bir başvuru yolunun bulunmadığının söylenmesinin hatalı olacağını ifade
etmiştir.9
Cafer Yıldız kararında da benzer bir değerlendirmeyle kabul
edilemezlik kararı verilmiştir. Anayasa Mahkemesi, Cafer Yıldız kararında,
tutukluluk incelemeleri sonucunda verilen kararların tebliğ edilmemesi ya da
tutukluluğa yapılan itirazın karara bağlanmaması nedeniyle tutuklama işlemine
karşı başvuru imkanlarından yararlandırılmamaya ilişkin iddiaların CMK’nın 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (k) bendi
kapsamında açılacak davada incelenebileceği gerekçesiyle kabul edilemezlik
kararı vermiştir. Mahkeme, buradaki tazminat yolunun başarıyla uyguladığını
gösteren emsal davalar bulunmamasına rağmen böyle bir hukuk yolunun kesinlikle
başarısız olacağını iddia edebilmeyi ortaya koyacak bir durum da söz konusu
olmadığı için bu türden şikâyetlere çözüm getirmeye elverişli nitelik taşıyan
bu yola işlerlik kazandırmak ve yasal düzenlemenin kapsamını belirlemek
amacıyla derece mahkemelerine başvurulmasında yarar bulunduğunu belirtmiştir.10
Tahliye edilen ve hakkında açılan kamu davası devam eden kişinin
CMK 141/1-a kapsamında açacağı tazminat davasında kuvvetli suç şüphesinin ve
tutukluluğun diğer kanuni şartlarının bulunmadığına ilişkin yapılacak tespitin
devam eden kamu davasını etkileyebilecek olması ve tazminat davasını yürüten
mahkemenin bu tür değerlendirmelerden kaçınabileceği ihtimali yahut hakkında
mahkûmiyet hükmü verilen ve bu hüküm kanun yolu incelemesi aşamasında olan veya
kesinleşen kişilerin açacakları tazminat davasında mahkemenin, tutuklama tedbirinin
hukuka aykırı olup olmadığı tespitini kanun yolu merciinin verdiği veya
vereceği karara rağmen yapıp yapamayacağı hususları da kanun yolunun etkililiği
açısından elbette ki büyük önem taşımaktadır. Bununla birlikte, bu bağlamda,
kişinin tutuklanması ve tahliye edilmesi ile hakkında beraat veya mahkûmiyet
hükmü verilmesi arasında belirleyici ölçüde bir bağlantı olmadığını söylemek
yerinde olacaktır.
Belirtilen duruma göre, bir kişinin tutuklanması hukuka uygun
olmakla birlikte bu kişi kamu davasından beraat edebilir ya da tutuklanması
hukuka aykırılık arz ederken hakkında açılan davada mahkûmiyet sonucuna
varılabilir. Bu nedenle CMK 141/1-a kapsamında açılacak bir davada tutukluluğun
hukukiliğine ilişkin olarak kişi hakkındaki ceza davasından bağımsız bir
inceleme yapılmasının mümkün olduğu sonucuna varılmalıdır. (Muzaffer Korkmaz,
Koruma Tedbiri Nedeniyle Tazminat Davaları ve Anayasa Mahkemesine Bireysel
Başvuru, Seçkin Yayıncılık, Ankara 2019, s. 93). Tutukluluğun hukukiliğinin
incelenmesinde, tutuklamanın ilişkili/ilgili olduğu davada mahkûmiyet veya
beraat kararı verilmiş olmasının ya da davanın devam ediyor olmasının bir önemi
olmamalıdır. Nitekim Anayasa Mahkemesince de,
mahkûmiyet kararı verilmesi veya davanın devam ediyor olması durumunda da tutuklamanın
hukukiliği incelenmektedir.11 Eğer bir davanın devam ediyor
olması veya davada mahkûmiyet kararı verilmesi tutuklamanın hukukiliğinin
incelenmesine engel teşkil ediyor olsaydı, Anayasa Mahkemesinin de böyle bir
inceleme yapamaması gerekirdi. Dolayısıyla bir davada beraat veya takipsizlik
kararı verilmesi tutuklamayı kendiliğinden hukuka aykırı hale getirmeyeceği
gibi mahkûmiyet kararı verilmesi de kendiliğinden tutuklamanın hukuka uygun
olduğunu göstermez. Nitekim Anayasa Mahkemesi Mehmet Özdemir12 başvurusunda beraat kararı
verilmiş olan başvurucunun tutuklanmasının hukuka uygun olduğuna karar vermiş
iken, Ali Bulaç13 başvurusunda hakkında
mahkûmiyet kararı verilen başvurucunun tutuklanmasının hukuka aykırı olduğuna
karar vermiştir.
Esasen CMK 141/1-a hükmünün de,
tutuklamanın hukukiliği bağlamında bu hükme dayalı olarak dava açılmasını kişi
hakkındaki yargısal sürecin bitmesine ve kesinleşmiş bir kararın varlığına
bağlı tutmadığı anlaşılmaktadır.
Konuya ilişkin Yargıtay kararlarında da14 anılan hükümde düzenlenen
tazminat nedeninin, yargısal sürecin kesinleşmesine bağlı olarak tazminata konu
edilebilecek tazminat nedenleri arasında sayılmadığı görülmektedir. Söz konusu
kararlara göre, kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında
kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlarına karar verilen, yine mahkûm olup
da gözaltı ve tutuklulukta geçirdikleri süreleri, hükümlülük sürelerinden fazla
olan veya işlediği suç için kanunda öngörülen cezanın sadece para cezası olması
nedeniyle zorunlu olarak bu cezayla cezalandırılanlar hakkında, mutlaka davanın
esasıyla ilgili olarak verilen kararın kesinleşmesini beklemek zorunluluğu
bulunmaktadır.
Hal böyle olunca uygulamada, tutuklama tedbirinin hukuka aykırı
olduğu iddiasına yönelik CMK 141/1-a hükmüne dayalı tazminat davasının,
tutuklamanın ilişkili/ilgili olduğu ceza davası derdestken açılamayacağına
ilişkin kesin bir kabulün bulunmadığı anlaşılmaktadır.
Bu bağlamda, yukarıda da belirtildiği üzere tazminat davasını
inceleyecek olan derece mahkemesinin tutuklama şartlarını incelemekten imtina
edebileceği şeklindeki bir görüşün kabulünün de mümkün olmadığını belirtmek
gerekmektedir. Zira CMK 141/1-a hükmü karşısında tazminat mahkemesinin de (ağır
ceza mahkemesinin de) tutuklama koşullarının var olup olmadığını
inceleyebilmesi gerekmektedir. Anılan hükme göre tutuklamanın kanunda öngörülen
şartlara uygun olup olmadığını tespit etmek tazminat mahkemesinin kanundan
kaynaklanan görevi durumundadır. Nitekim kovuşturma aşamasında yargılamayı
yürüten herhangi bir ağır ceza mahkemesinin verdiği tutuklama veya tahliye
kararı, yapılan itiraz üzerine bir başka ağır ceza mahkemesi tarafından,
tutuklama şartlarının var olup olmadığı incelenerek kaldırılabilmektedir. Bu
konuda herhangi bir tartışma bulunmamaktadır. Böyle olunca da bir ağır ceza
mahkemesinin veya sulh ceza hâkimliğinin verdiği tutuklama kararının hukuka
aykırı olup olmadığının tazminat mahkemesince tespit edilmesinin önünde de
herhangi bir engel bulunmadığı sonucuna varılmaktadır.
Suç isnadına bağlı olarak tutukluluk halini içerenler dışındaki
tutuklamanın hukuki olmadığına ilişkin şikâyetlerde CMK 141/1-a’daki tazminat
yolunun tüketilmesinin aranması, Anayasa Mahkemesinin tutukluluk statüsünün
sona ermiş olması kaydıyla tutukluluğun makul süreyi aştığına yönelik
iddiaların, CMK’nin 141. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının (a) ile (d) bentlerinde düzenlenen tazminat yoluna konu edilmesi
gerektiğine ilişkin yaklaşımıyla da uyumluluk gösterir.15 Zira tahliye edilen ve
hakkındaki kamu davası devam eden veya aleyhine verilen mahkumiyet hükmü kanun
yolu aşamasında olan veya kesinleşen kişinin Anayasa Mahkemesi içtihadı
doğrultusunda bireysel başvuru öncesi uzun tutukluluk iddiasına ilişkin açacağı
tazminat davasında ilk derece mahkemesi, tutukluluğun devamına ilişkin
kararların hukuka uygunluğunu inceleyecek, bu incelemeyi yaparken de kuvvetli
suç şüphesinin var olup olmadığını ve diğer tutuklama nedenleriyle birlikte
devam edip etmediğini gözetecektir (Muzaffer Korkmaz, a.g.e.,
s.94) Nitekim Anayasa Mahkemesi’nce de tutukluluğun makul süreyi aştığına
ilişkin olup esastan incelenen başvurularda kuvvetli şüphenin var olup
olmadığı, tutuklama nedenlerinin devam edip etmediği de incelenmektedir.16 Ayrıca, bu konuya ilişkin
olup başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemezlik kararı
verilen başvurularda da, tazminat davasına bakacak olan mahkemenin de kuvvetli
suç şüphesinin ve tutuklama nedenlerinin var olup olmadığını değerlendireceği
varsayılmaktadır. Aksinin kabulü halinde bu tür başvurularda kişilerin tazminat
davası yoluna yönlendirilmemesi gerekirdi. Sonuç olarak, eğer tazminat davasına
bakacak mahkeme, uzun tutukluluk şikâyetlerinde kuvvetli şüphenin, tutuklama
nedenlerinin var olup olmadığını inceleyebiliyorsa, tutuklamanın hukukiliği şikâyetlerinden
kaynaklanan davalarda da tutuklamanın hukukiliğini inceleyebilmelidir.
Bu noktada Mustafa Avcı kararına17 da değinmek gerekmektedir.
Anayasa Mahkemesi, bu başvuruda başvurucunun uzun tutukluluk şikâyetini,
inceleme tarihi itibarıyla tahliye edilmiş olması nedeniyle CMK 141’de
düzenlenen tazminat yolunun tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez bulmuştur.18 Başvurucunun, tutuklanmasına
neden olan fiillerin tamamının siyasi faaliyetleri ile ilgili olduğu ve bu
sebeple siyasi faaliyette bulunma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkin
olarak ise Anayasa Mahkemesi; başvurucunun uzun tutukluluk şikâyetiyle ilgili
açacağı tazminat davasında ilk derece mahkemesinin hukuka aykırılığı tespit ve
yeterli giderim sağlama hususlarında karar verirken tedbirin kişi hürriyeti ve
güvenliği hakkı dışında siyasi faaliyette bulunma hakkına müdahale teşkil edip
etmediği de dâhil olmak üzere somut olayın tüm koşullarını dikkate almak
durumunda olacağını belirtmiştir. Anayasa Mahkemesi, CMK’nin
141. maddesinde öngörülen tazminat yolunun; gözaltı, yakalama, tutuklama gibi
tedbirlerinin kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının yanı sıra diğer temel
haklara müdahale sonucunu doğurması hallerinde de etkili bir kanun yolu
niteliğini haiz olduğunu ifade etmiş ve bu kabulü doğrultusunda siyasi
faaliyette bulunma hakkının ihlal edildiği iddiası yönünden de başvuru
yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermiştir.19 Bu olayda başvurucunun,
tutuklanmasına neden olan fiillerin tamamının siyasi faaliyetleri ile ilgili
olduğu ve bu sebeple siyasi faaliyette bulunma hakkının ihlal edildiği iddiası
zımnen tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına benzemektedir. Bu kişinin CMK
141. maddedeki yola başvurması durumunda tazminat mahkemesi ifade özgürlüğünün
ihlal edilip edilmediğini tespit edebiliyorsa, diğer bir deyişle başvurucunun
tutuklanmasına konu eylemlerin siyasi faaliyetler kapsamında olup olmadığını
tespit edebiliyorsa, tutuklamanın hukuki olup olmadığını da elbette ki tespit
edebilir. Zira deliller değerlendirmeden tutuklamanın ifade özgürlüğünü ihlal
ettiğinin tespit edebilmesi mümkün değildir.
Yukarıda belirttiğimiz gibi Anayasa Mahkemesi beraat veya
takipsizlik kararı verilmesi ve bu kararın kesinleşmesi halinde kişilerin 141.
maddenin (e) veya a) bendi uyarınca tazminat alabilmelerinin mümkün olduğunu
belirterek başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemezlik kararı
vermektedir (Fatma Maden (B. No: 2016/28719, 17/7/2018, Ertuğrul Raşit Benal, B. No:2016/25245, 17/7/2018). Anayasa Mahkemesi bu
kararlarında CMK’nın 141/1-a bendine de atıf
yapmaktadır. Ancak CMK’nın 141. maddenin (1) numaralı
fıkrasının (a) bendine başvurulması için, CMK’da,
tutuklamayla ilgili/ilişkili davanın beraatla veya takipsizlik kararıyla
sonuçlanması şartı aranmamaktadır. Tutuklamaya konu davanın beraatla veya
takipsizlik kararıyla sonuçlanması şartı 141/1-e bendi için geçerlidir.
Kanaatimizce beraat veya takipsizlik halinde CMK 141/1-e bendindeki hükmün
tutuklamanın hukukiliği açısından birincil nitelikte etkili bir yol olmadığını
belirtmek gerekir. 141/1-e bendi uyarınca tazminat istenebilmesi için
tutuklamanın hukuki olup olmamasının bir önemi bulunmamaktadır. Kişi beraat
edince bu bent kapsamında tutuklamanın hukuki olup olmadığına ilişkin bir
tespit yapılmadan otomatik olarak tazminat ödenmektedir. Oysa bir yolun etkili
kabul edilmesi için o yolun hakkın ihlal edildiğini tespit edebilmesi ve ihlali
giderebilmesi gerekir.20 AİHM de Mergen ve diğerleri
kararında benzer gerekçelerle 141/1-e bendindeki yolun tüketilmesi gerektiği
itirazını reddetmiştir. Dolayısıyla bubağlamda141/1-
ebendinindeğil,141/1-abendininetkilibiryol olduğu söylenebilir.
Nitekim Anayasa Mahkemesi de bu durumu göz önüne alarak bu
kararlarında 141/1-a bendine de atıf yapma gereği duymuştur. 141/1-a bendi
beraat veya takipsizliğe bağlı olmadığı için tahliye durumunda da bu yolun
etkisiz olduğunu söylemek mümkün değildir.
Yukarıda açıklanan hususlar birlikte değerlendirildiğinde
tutuklamanın hukuki olmadığı şikâyetlerine dayalı başvurularda, tutuklamanın
ilgili/ilişkili olduğu davanın mahkûmiyetle sonuçlanmış olması veya kişinin
tahliye edilmiş hallerinde de CMK’nın 141.
maddesindeki tazminat yolunun tüketilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmaktadır.
Açıkladığım gerekçelerle başvurunun tutuklamanın hukukiliğine
ilişkin kısmının başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerektiğini düşündüğümden çoğunluğun işin esasının
incelenmesi gerektiği yolunda oluşan görüşüne katılmadım.
____________________
1 Halas Aslan, B. No:
2014/4994, 16.2.2017.
2 Reşat Ertan, 2013/5700, 15/04/2015, § 26;
Mehmet Emin Güneş, 2013/5707, 16/04/2015, § 29; Mecit
Gümüş, 2013/9105, 25/6/2015, §32; Hüseyin Hançer, 2013/8319, 7/1/2016,§§ 39, 40; Ömer Köse, 2014/12036, 16/11/2016, § 34
3 Kamil Erdoğan, B. No:
2017/4023, 19/4/2018, §40; Bilal Canpolat, §§ 37-43; Fatma Maden, §49; Ertuğrul
Raşit Benal, B. No: 2016/25245, 17/7/2018, §42
4 Fatma Maden, §47, Ertuğrul Raşit Benal, §40
5 Erkam Abdurrahman Ak,
B. No: 2014/8515, 28/9/2016, §54; İrfan Gerçek, B. No: 2014/6500, 29/9/2016,§37
6 Neslihan Aksakal, B. No: 2016/42456,
26/12/2017, § 30- 38; Ahmet Ünal, B. No: 2016/17624, 9/5/2018, § 24-26.
7Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 1/10/2012 tarihli
ve E.2012/21752, K.2012/20353 sayılı kararı
8 Benzer durumlar bakımından, Yargıtay uygulamasında
tazminat yolunun başarıyla uyguladığını gösteren emsal kararlar bulunmamakla
birlikte, böyle bir hukuk yolunun kesinlikle başarısız olacağını iddia
edebilmeyi ortaya koyacak bir durum da söz konusu değildir.
9B.T. [GK], B. No: 2014/15769, 30/11/2017, §§
40-60.
10 Cafer Yıldız, B.No: 2014/9308, 9/1/2018, §§ 37-40; Yaşar Saçlı, B.
No: 2014/9311, 24/1/2018, §§ 37-40.
11Bkz. Besime Konca, B. No: 2017/5867, 3/7/2018.
12Mehmet Özdemir, B. No: 2017/37283, 29/11/2018
13Ali Bulaç [GK], B.
No: 2017/6592, 3/5/2019
14 bkz. Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 1/7/2015
tarihli ve E.2014/20624, K.2015/12265 sayılı, 1/10/2012 tarihli ve
E.2012/21752, K.2012/20353 sayılı kararları.
15 İrfan Gerçek, B. No: 2014/6500, 29/9/2016, §
19, 37
16 Bkz. Örneğin, Hüsnü Aşkan,
B. No: 2015/4057, 31/10/2018, § 45, Halas Aslan, B. No: 2014/4994, 16/2/2017, §
87.
17 Mustafa Avci, B. No:
2014/1545, 22/3/2018
18 Mustafa Avci, §27
19 Mustafa Avci, §35-38
20 Mergen ve diğerleri/Türkiye kararı, §36