TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
ZÜHTÜ ÖZDEMİR BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2016/23940)
Karar Tarihi: 26/2/2020
Başkan
:
Recep KÖMÜRCÜ
Üyeler
Celal Mümtaz AKINCI
Muammer TOPAL
M. Emin KUZ
Yıldız SEFERİNOĞLU
Raportör
Mustafa ARI
Başvurucu
Zühtü ÖZDEMİR
Vekili
Av. Afife ÇİMEN
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, ölüm olayını öğrenen kamu görevlisinin durumu yetkili makamlara bildirmemesi ve buna ilişkin soruşturmanın etkin bir şekilde yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 3/10/2016 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir:
7. Selçuk Üniversitesi (Üniversite) Çevre Mühendisliği Fakültesinde doçent olarak görev yapan C.Ö. 2/6/2014 Pazartesi günü Fakültedeki odasında bıçaklanarak öldürülmüştür.
8. Olayın ardından yetkili makamlar durumdan hemen haberdar edilmemiş, bu nedenle C.Ö.nün cesedine 5/6/2014 tarihinde ulaşılmış ve Konya Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından derhâl soruşturmaya başlanılmıştır.
9. Yürütülen soruşturma kapsamında 5/6/2014 tarihinde olay yeri inceleme, ölü muayene ve otopsi işlemi gerçekleştirilmiş olup işleme ilişkin tutakta;
i. Ceset üzerinde on dört adet kesici ve delici alet yarası saptandığı, saptanan bu yaralardan haricî muayenede 2, 3, 4, 5 ve 6 No.da tanımlanan kesici ve delici alet yaralarından her birinin ayrı ayrı öldürücü nitelikte olduğu, haricî muayenede 2, 3, 4, 5 ve 6 No.da tanımlanan kesici ve delici alet yaralanmaları dışında kalan diğer tüm yaralanmaların birlikte veya tek tek kişinin ölümüne doğrudan ya da dolaylı olarak etkisinin bulunmadığı,
ii. Kenar ve açı özellikleri incelendiğinde ceset üzerindeki tüm kesici ve delici alet yaralanmalarının namlusunun bir kenarı keskin, diğer kenarı künt bir cisim ile oluşturulması ile tıbben uyumlu olduğu,
iii. Kişinin ölümünün sağ açık pnömotoraks, sol hemopnömotoraks, büyük damar açılması, iç ve dış kanama ve iç organ hasarı neticesinde meydana geldiği,
iv. Ölümün otopsi bitim saati olan saat 18.00 itibarı ile cesedin bulunduğu ortam, iklim şartları ve ölüm nedeni gibi tüm faktörler birlikte değerlendirildiğinde üç dört günlük bir zaman dilimi öncesinde meydana gelmesi ile tıbben uyumlu olduğu
belirtilmiştir.
10. İstanbul Birinci Adli Tıp İhtisas Kurulunun (Adli Tıp Kurumu) 25/3/2015 tarihli raporunda; adli tahkikat dosyasında kayıtlı bilgiler, olayın gelişimi, tanık ifadeleri, olay yeri inceleme bulguları, tıbbi belgeler ile otopsisinde tespit edilen makroskopik ve histopatolojik bulgular birlikte değerlendirildiğinde kişinin ölümünün kesici ve delici alet yaralanmasına bağlı iç organ ve büyük damar yaralanmasından gelişen iç ve dış kanama sonucu meydana gelmiş olduğunun mütalaa edildiği belirtilmiştir.
11. Başsavcılık yürüttüğü soruşturma neticesinde Kimya Mühendisliği Bölümünde öğretim üyesi olarak görev yapan A.G. hakkında kasten öldürme ve şantaj, A.S. hakkında ise kasten öldürmeye yardım suçundan Konya 4. Ağır Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) kamu davası açmıştır.
12. Mahkeme yargılama neticesinde 26/6/2015 tarihli kararıyla A.G.nin üzerine atılı kasten öldürme suçundan neticeten 25 yıl hapis ve şantaj suçundan neticeten 10 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, şantaj suçundan verilen cezanın hükmünün açıklanmasının geri bırakılmasına, A.S.nin ise üzerine atılı kasten öldürmeye yardım etme suçundan beraatine karar vermiştir.
13. Anılan hükmün temyize tabi kısımları temyiz edilmiş ve A.G. hakkında verilen 25 yıl hapis cezası ile A.S. hakkında verilen beraat kararı Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 21/5/2019 tarihli ilamıyla onanarak kesinleşmiştir.
14. Başvurucu, vekili vasıtasıyla Başsavcılığa 4/7/2014 tarihinde A.G.nin eşi olan H.G. (boşanma nedeniyle bundan sonra ismi H.K. olarak ifade edilecektir) hakkında görevi kötüye kullanma, kamu görevlisinin suçu bildirmemesi ve suç delillerini yok etme, gizleme ve değiştirme suçlarını işlediği iddiasıyla şikâyette bulunmuştur. Başvurucunun şikâyet dilekçesinde şu iddialar yer almaktadır:
i. H.K. ölüm olayını olaydan kısa bir süre sonra öğrenmesine rağmen durumu yetkili makamlara bildirmemiştir.
ii. Olayın H.K.nın dekanı olduğu Fakültede gerçekleşmesi nedeniyle H.K.nın sorumluluğu söz konusudur.
iii. H.K. ölüm olayını yetkili makamlara bildirmeyerek eşinin delilleri değiştirmesine ve gizlemesine imkân sağlamıştır.
iv. H.K.nın olayı öğrendiği ilk anda durumu yetkili makamlara bildirmiş olması hâlinde C.Ö.nün kurtarılabilmesi mümkünken cesede ancak üç gün sonra ulaşılabilmiştir.
15. Başsavcılık 26/9/2014 tarihli kararıyla H.K.nın 4/11/1981 tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'na tabi olduğunu, isnat edilen suçu görevi dolayısıyla ya da görevini yaptığı sırada işlediği iddia edildiğinden atılı suçla ilgili son soruşturma açılıp açılmamasına Üniversite Rektörlüğünce karar verilmesi gerektiğini belirterek görevsizlik kararı ile dosyanın Üniversite Rektörlüğüne gönderilmesine karar vermiştir.
16. Üniversite Rektörlüğü 5/5/2015 tarihli kararıyla, olayda suç unsurlarının oluşmadığı sonuç ve kanaatine vararak H.K.nın men-i muhakemesine karar vermiştir.
17. Anılan kararı resen inceleyen Danıştay Birinci Dairesi 24/12/2015 tarihli kararıyla, suçun şüphelinin Üniversitedeki görevi dolayısıyla ya da bu görevi sırasında işlenmediği, bu nedenle hakkında 2547 sayılı Kanun'un 53. maddesi gereğince ceza soruşturması yapılamayacağı ve men-i muhakeme yolunda bir karar alınamayacağı, isnat edilen suç nedeniyle şüpheli hakkında genel hükümlere göre işlem yapılması gerektiği gerekçesiyle Üniversite Rektörlüğünün verdiği 5/5/2015 tarihli men-i muhakeme kararının bozulmasına, genel hükümlere göre soruşturma yapılmak üzere dosyanın Başsavcılığa gönderilmesine karar vermiştir.
18. Başsavcılık yürüttüğü soruşturma neticesinde 25/5/2016 tarihli kararıyla olay tarihinde şüphelinin kasten öldürme suçunu işleyen A.G.nin eşi olduğu, 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 283. maddesinin (3) numaralı fıkrasında tanıklıktan çekilebilecek kişilere şahsi cezasızlık sebebi öngörüldüğü, bu nedenle suçu bildirmeme ve suçluyu kayırma suçlarının yasal unsurlarının oluşmadığı, suç delillerini yok etme, gizleme ve değiştirme suçu yönünden ise şüphelinin bu anlama gelebilecek herhangi bir eyleminin saptanmadığı, dolayısıyla atılı suçun yasal unsurlarının da oluşmadığı gerekçeleriyle kovuşturmaya yer olmadığına (takipsizlik) karar vermiştir.
19. Başvurucu 26/6/2016 tarihli itiraz dilekçesiyle;
i. C.Ö.nün 2/6/2014 tarihinde görev başında iken odasında öldürüldüğünü, H.K.nın olay mahallinin en yetkili amiri olmasına ve olayı hemen sonra ve/veya en geç bir iki saat sonra öğrenmesine rağmen 112 Acil Servise, polise veya dekanı olduğu Fakülte çalışanlarına ya da Rektörlük makamına haber vermemesi nedeniyle cesede ancak 6/6/2014 tarihinde ulaşılabildiğini,
ii. H.K.nın olayı ilk öğrendiği anda yetkili makamları bilgilendirmiş olması hâlinde C.Ö.nün kurtarılabileceğini, H.K.nın bu eylemi nedeniyle eşi A.G.nin olaydan sonra tekrar olay yerine giderek delilleri ortadan kaldırdığını,
iii. Tüm bunlara rağmen Başsavcılık tarafından hukuka aykırı bir şekilde takipsizlik kararı verildiğini
belirterek kararın itirazen kaldırılmasını talep etmiştir.
20. Başvurucunun itirazı Konya 1. Sulh Ceza Hâkimliğinin 15/8/2016 tarihli kararıyla kesin olarak reddedilmiş ve bu karar 2/9/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir.
21. Başvurucu 3/10/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
22. İlgili hukuk için bkz. Yasin Ağca, B. No: 2014/13163, 11/5/2017, §§ 86, 87, 91-96.
23. 5237 sayılı Kanun'un “Suçu bildirmeme” kenar başlıklı 278. maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir:
"Tanıklıktan çekinebilecek olan kişiler bakımından cezaya hükmolunmaz. Ancak, suçu önleme yükümlülüğünün varlığı dolayısıyla ceza sorumluluğuna ilişkin hükümler saklıdır."
24. 5237 sayılı Kanun'un “Kamu görevlisinin suçu bildirmemesi” kenar başlıklı 279. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Kamu adına soruşturma ve kovuşturmayı gerektiren bir suçun işlendiğini göreviyle bağlantılı olarak öğrenip de yetkili makamlara bildirimde bulunmayı ihmal eden veya bu hususta gecikme gösteren kamu görevlisi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”
25. 5237 sayılı Kanun'un “Suç delillerini yok etme, gizleme veya değiştirme” kenar başlıklı 281. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"Gerçeğin meydana çıkmasını engellemek amacıyla, bir suçun delillerini yok eden, silen, gizleyen, değiştiren veya bozan kişi, altı aydan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Kendi işlediği veya işlenişine iştirak ettiği suçla ilgili olarak kişiye bu fıkra hükmüne göre ceza verilmez."
26. 5237 sayılı Kanun'un “Suçluyu kayırma” kenar başlıklı 283. maddesi şöyledir:
"(1) Suç işleyen bir kişiye araştırma, yakalanma, tutuklanma veya hükmün infazından kurtulması için imkan sağlayan kimse, altı aydan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Bu suçun kamu görevlisi tarafından göreviyle bağlantılı olarak işlenmesi halinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır.
(3) Bu suçun üstsoy, altsoy, eş, kardeş veya diğer suç ortağı tarafından işlenmesi halinde, cezaya hükmolunmaz."
B. Uluslararası Hukuk
27. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM); ölüm olayı nedeniyle haklarında kamu davası açılan, suç ortağı olduğu iddia edilen kişiler hakkında kovuşturmasızlık kararı verilmesi nedeniyle yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine ilişkin bir başvuruda (Şevket Güneş ve diğerleri/Türkiye, B. No: 24494/06, 1/3/2016) başvuruya konu edilen soruşturmayı, hakkında kamu davası açılan kişiyle ilgili soruşturmayı da kapsayacak şekilde bir bütün olarak incelemiştir. Yaptığı incelemede başvuruya konu soruşturmanın Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 2. maddesinin usule ilişkin gerekliliklerini karşıladığı ve suç ortağı olduğu iddia edilen kişilerin ölüm olayı ile ilişkilendirilebilmeleri için yeterli unsur bulunmadığına dair kovuşturmasızlık kararının keyfî olmadığı sonucuna varan AİHM, başvurucuların ya da avukatlarının suç ortaklığına ilişkin suçlamalar konusunda yetkilimakamlara daha kuvvetli bir dayanak sunmadan daha derin bir soruşturma yapılmasını ümit edemeyecekleri kanısına varmıştır (Şevket Güneş ve diğerleri, § 19). AİHM söz konusu kanıya Sözleşme'nin 3. maddesinin ihlal edildiği iddialarının konu edildiği bazı başvurular hakkında verdiği kararları kaynak alarak ulaşmıştır (anılan kararlar için bkz. Ş.T./Türkiye (k.k.), B. No: 28310/95, 9/11/1999; Kaplan/Türkiye (k.k.), B. No: 24932/94, 19/9/2000; Mahsun Tekin/Türkiye, B. No: 52899/99, 20/12/2005, § 29). Son olarak AİHM mezkûr Şevket Güneş ve diğerleri başvurusu hakkında verdiği kararda, etkili soruşturma yükümlülüğünün başvurucuların suç ortaklığına dair iddialarının savunulabilir olması hâlinde doğacağını belirtmiştir (Şevket Güneş ve diğerleri, § 20).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
28. Mahkemenin 26/2/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
29. Başvurucu; C.Ö.nün Fakültede A.G. ve H.K.nın içinde bulunduğu birtakım yolsuzlukları tespit ettiğini, bu hususla ilgili olarak Yükseköğretim Kuruluna ve Üniversiteye dilekçeler yazdığının ve dosya hazırladığının konuşulduğunu, bu ve diğer başka sebeplerle olayın gerçekleştiği Fakültenin dekanı olan H.K.nın cinayeti öğrenmesine rağmen 112 Acil Servise, polise, Fakülteye veya Rektörlüğe bildirmediğini, bu yolla da eşinin delilleri karartmasına yardımcı olduğunu, tüm bunlara rağmen etkili bir soruşturma yapılmadan takipsizlik kararı verildiğini belirterek etkili başvuru hakkı ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu ihlalin tespit edilerek takipsizlik kararının kaldırılmasını ve etkin bir soruşturma yapılarak H.K.nın cezalandırılmasına karar verilmesini talep etmiştir.
B. Değerlendirme
30. Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddî ve manevî varlığı” kenar başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"Herkes, yaşama,... hakkına sahiptir."
31. Anayasa'nın “Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Devletin temel amaç ve görevleri, … Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”
32. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu, ölüm olayı nedeniyle yürütülen soruşturma neticesinde verilen takipsizlik kararıyla adil yargılanma hakkı ve etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ise de iddiaların özü ölüm olayını öğrenen kamu görevlisinin durumu yetkili makamlara bildirmemesi ve buna ilişkin soruşturmanın etkin bir şekilde yürütülememesi olduğundan başvuru yaşam hakkı kapsamında incelenmiştir.
1. İncelemenin Kapsamı Yönünden
33. Başvuru formu ve eklerine göre başvurucu, H.K.nın ölüm olayını öğrenmesine rağmen durumu yetkili makamlara bildirmeyerek yetkililerin durumdan hemen haberdar olmalarını engellediğini, bu hususun oğlunun yaşamını etkilemiş olabileceğini, ayrıca bu yolla delillerin karartılmasına da imkân sağladığını ileri sürmüştür. Ancak başvurucu olay öncesinde oğlunun yaşamına yönelik gerçek ve yakın bir tehlikenin bulunduğunun H.K. tarafından bilindiğini ileri sürmediği için olay öncesi aşamaya ilişkin herhangi bir inceleme yapılmamıştır.
34. Ayrıca başvurucu, C.Ö.nün Üniversitede birtakım yolsuzlukları tespit ettiğini, bununla ilgili dosyalar hazırladığını, bu dosyaların doğrudan H.K.yı ilgilendirmesine rağmen Başsavcılık tarafından bu husus araştırılmadan takipsizlik kararı verildiğini belirtmiştir. Ancak başvurucu bu iddiasını ne H.K. hakkında Başsavcılığa yaptığı suç duyurusuna ilişkin dilekçesinde ne de takipsizlik kararına yaptığı itiraza ilişkin dilekçesinde ileri sürmüştür. Anayasa Mahkemesine başvurulabilmesi için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması gerekir. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının anayasal ödevi olup bu ödevin ihmal edilmesi nedeniyle ortaya çıkan hak ihlallerinin düzeltilmesi idari ve yargısal makamların görevidir. Bu nedenle temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiğine ilişkin iddiaların öncelikle derece mahkemeleri önünde ileri sürülmesi, bu makamlar tarafından değerlendirilmesi ve bir çözüme kavuşturulması esastır (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No: 2012/403, 26/3/2013, § 16). Dolayısıyla başvurucu tarafından ilk kez bireysel başvuru aşamasında dile getirilen şikâyetler bireysel başvurunun ikincilliği ilkesi gereğince incelenmemiştir. İnceleme ölüm olayının gerçekleştiği andan sonraki dönem ile sınırlı olarak yapılmıştır.
2. Kabul edilebilirlik Yönünden
35. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 46. maddesinin (1) numaralı fıkrasında; ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenlerin bireysel başvuru hakkına sahip oldukları kurala bağlanmıştır. Yaşam hakkının doğal niteliği gereği bu hakka yönelik bir başvuru, ancak ölen kişinin mağdur olan yakınları tarafından yapılabilecektir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 41). Somut olayda başvurucu, ölen C.Ö.nün babasıdır. Bu nedenle başvuru ehliyeti açısından bir eksiklik bulunmamaktadır.
36. Bununla birlikte başvurunun diğer kabul edilebilirlik kriterleri yönünden de incelenmesi gerekir.
37. Anayasa'nın 17. maddesinde düzenlenen yaşam hakkı, Anayasa'nın 5. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde devlete negatif yükümlülükler yanında pozitif yükümlülükler de yükler (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 50).
38. Pozitif yükümlülükler kapsamında devletin yetki alanında bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını kamu görevlilerinin, diğer bireylerin ve hatta kişinin kendi eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma ödevi vardır. Devlet, öncelikle yaşama hakkına yönelen tehdit ve risklere karşı caydırıcı ve koruyucu yasal düzenlemeler yapmalı ve bununla da yetinmeyerek gerekli idari tedbirleri almalıdır. Bu ödev ayrıca bireyin yaşamını her türlü tehlike, tehdit ve şiddetten koruma yükümlülüğünü de içerir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 51).
39. Devletin sorumluluğunu gerektirebilecek şartlar altında can kaybının gerçekleştiği durumlarda kamu makamlarının Anayasa'nın 17. maddesi gereğince öncelikle yetkileri dâhilinde tüm imkânları kullanarak yaşama hakkına yönelen tehdit ve risklere karşı etkili yasal ve idari tedbirleri oluşturmaları gerektiği ifade edilmelidir. Bu kapsamda anılan yasal ve idari tedbirler, yaşama hakkına yönelik ihlalleri durdurmayı ve gerektiğinde faillerin cezalandırılmasını sağlayacak nitelikte olmalıdır. Bu yükümlülük, yaşama hakkının tehlikeye girebileceği her durum bakımından geçerlidir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 52).
40. Devletin kontrolü altında bulunan diğer alanlarda gerçekleşen ölüm olayları için de geçerli olabilecek bu yükümlülüğün ortaya çıkması için yetkililerin kendi kontrolleri altındaki bir kişinin öldürüleceği konusunda gerçek bir risk olduğunu bilip bilmediklerini ya da bilmeleri gerekip gerekmediğini tespit etmek, böyle bir durum söz konusu ise bu riski ortadan kaldırmak için makul ölçüler çerçevesinde ve sahip oldukları yetkiler kapsamında kendilerinden beklenen her şeyi yapıp yapmadıklarını incelemek gerekmektedir (Mehmet Kaya ve diğerleri, B. No: 2013/6979, 20/5/2015, § 72).
41. Bir kişinin yaşamına yönelik gerçek ve yakın bir tehlikenin bulunduğunun kamu makamlarınca bilindiği ya da bilinmesi gereken durumlarda makul ölçüler çerçevesinde kamu makamlarının bu tehlikenin gerçekleşmesini önleyebilecek şekilde önlem alması gerekir. Ancak özellikle insan davranışlarının öngörülemezliği, öncelikler ve kaynaklar değerlendirilerek yapılacak işlem veya yürütülecek faaliyet tercihi dikkate alındığında pozitif yükümlülük kamu makamları üzerinde aşırı yük oluşturacak şekilde yorumlanamaz (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 53).
42. Somut olay incelendiğinde C.Ö.nün ölümünün failinin tespit edildiği, yapılan yargılamanın ardından failin cezalandırıldığı ve Mahkeme tarafından verilen hükmün Yargıtay 1. Ceza Dairesi tarafından onanarak kesinleştiği görülmüştür. Başvuru formu ve ekindeki belgeler ile UYAP'tan yapılan araştırmada başvurunun incelenme tarihi itibarıyla anılan yargılama (ana dosya) yönünden Anayasa Mahkemesine yapılmış bir bireysel başvuruya rastlanmamış, başvurucu tarafından da bu konuda herhangi bir ihlal iddiası ileri sürülmemiştir.
43. Başvurucunun iddiasının temelinde kasten öldürme suçunun failinin eşi ve olayın gerçekleştiği Fakültenin dekanı olan H.K.nın ölüm olayından haberdar olmasına rağmen durumu yetkili makamlara bildirmediği iddiası vardır. Başvurucu, H.K.nın olayı öğrendiği sırada C.Ö.nün ölmemiş olabileceğini dile getirmiş ancak bu ihtimale dayalı düşüncesini destekleyen herhangi bir delil sunmamıştır. Otopsi raporunda C.Ö.nün cesedi üzerinde on dört adet kesici ve delici alet yaralanmasının saptandığı, bu yaralardan beşinin ayrı ayrı öldürücü nitelikte olduğu ve kişinin ölüm sebebinin kesici ve delici alet yaralanmasına bağlı iç organ ve büyük damar yaralanması sonucu gelişen iç ve dış kanama olduğu belirtilmiş; yaşanan gecikme nedeniyle ölümün gerçekleştiği hususunda herhangi bir tespite yer verilmemiştir (bkz. §§ 9, 10).
44. H.K.nın eyleminin ceza hukuku sisteminde bir suça vücut verip vermeyeceği ya da ceza politikası gereği şahsi cezasızlık sebepleri kapsamında kalıp kalmayacağı hususlarını tartışmaksızın yaşam hakkı bağlamında devletin pozitif yükümlülüğünün kişinin yaşamını tehdit eden gerçek bir riskin varlığının yetkililer tarafından bilinmesi veya bilinmesinin gerekmesi durumunda ortaya çıkacağını belirtmek gerekir. Tam da bu noktada ölüm olayının gerçekleştiği bir olayda ölümden sonra yaşamın korunması (ölümün önlenmesi) yönündeki pozitif yükümlülükten bahsedilemeyecektir.
45. Yargı mercilerinin olaylara ilişkin tespitleri Anayasa Mahkemesi açısından bağlayıcı olmamakla birlikte Anayasa Mahkemesinin söz konusu makamların tespitlerinden farklı bir tespitte bulunabilmesi için bu hususta ikna edici unsurların mevcut olması gerekmektedir. Bu şekilde gerek dosyada yer alan ifadelerde gerekse de Mahkemenin vardığı sonuçta failin, eşi H.K.ya C.Ö.yü odasında yaralı olarak bıraktığını söylediğine ilişkin bir tespite rastlanmamış; başvurucu da H.K.nın olayı öğrendiği sırada C.Ö.nün ölmemiş olduğunu bildiğine dair savunulabilir bir iddia ya da delil sunmamıştır. Böyle bir tespit soruşturma makamları tarafından yapılmamış ve başvurucu tarafından da bu durumun aksini ortaya koyan delil sunulmamışken yargı mercileri tarafından yapılan bu değerlendirmelerden ayrılmak mümkün görünmemektedir.
46. Sonuç olarak C.Ö.nün ölüm zamanı kesin bir şekilde ortaya konulamamışken H.K.nın olayı öğrendiği esnada C.Ö.nün ölmemiş olabileceği ihtimalinden hareketle C.Ö.ye geç ulaşıldığı sonucuna varmak mümkün görünmemektedir. Bu durumda somut olay bağlamında suçu bildirmeme yönündeki pasif eylemin yaşamı koruma yönünde pozitif yükümlülüğü ortaya çıkardığı söylenemeyeceğinden, yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olduğu sonucuna varmak gerekir.
47. Öte yandan C.Ö.nün öldürülmesi konusunda gerçek bir riskin olduğunun yetkililer tarafından bilindiği yönünde bir tespit yapılamadığından etkili soruşturma yükümlüğü bağlamında ayrı bir inceleme yapılmamıştır.
48. Açıklanan gerekçelerle başvurunun, diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden ayrıca incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA 26/2/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.