TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
TÜRKİYE SINAİ KALKINMA BANKASI A.Ş. BAŞVURUSU
(2)
|
(Başvuru Numarası: 2016/2760)
|
|
Karar Tarihi: 4/7/2019
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin
YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Recep
KÖMÜRCÜ
|
|
|
Muammer
TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
|
|
Yıldız
SEFERİNOĞLU
|
Raportör
|
:
|
Özgür DUMAN
|
Başvurucu
|
:
|
Türkiye
Sınai Kalkınma Bankası A.Ş.
|
Vekilleri
|
:
|
Av. Özlem
BAĞDATLI
|
|
|
Av. Ahmet
Akın SÜEL
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, çalışanlar adına ödenen katkı payı ödemelerinin
ücret olarak kabul edilmesi sonucu bu ödemeler üzerinden cezalı gelir vergisi
ve damga vergisi tahsil edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği
iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvurular ekli tablonun (B) sütununda belirtilen tarihlerde
yapılmıştır.
3. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan
ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin
Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Konularının aynı olması sebebiyle ekli tablonun (A) sütununda
numaraları belirtilen başvuru dosyalarının 2016/2760 numaralı bireysel başvuru
dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2016/2760 numaralı dosya üzerinden yapılmasına ve diğer dosyaların kapatılmasına karar
verilmiştir.
6. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık başvuru hakkında görüş bildirilmeyeceğini
belirtmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar
özetle şöyledir:
9. Vergi İdaresince Türkiye Sınai Kalkınma Bankası A.Ş. (Banka) nezdinde
2008-2011 yılları arasındaki dönem için yapılan vergi incelemesi sonucunda
4/1/2013 tarihli vergi inceleme raporu düzenlenmiştir.
10. Bu raporda özetle;
i. Vakfın personele ek haklar sağladığı, bu sebeple özel sigorta
fonksiyonu gördüğü, Vakfın ana finansman kaynağının ise çalışanlardan ve
Bankadan sağlanan katkı payları olduğu vurgulanmıştır.
ii. Vakıf tarafından çalışanlara sağlanan menfaatlerin bir
kısmının Banka tarafından finanse edildiği, bu yönüyle Bankaca ödenen katkı
paylarının işçilere sağlanan menfaatlere ilişkin işveren payı olarak
algılanması gerektiği ifade edilmiştir.
iii. Bunun yanında Banka katkı payının hesaplanmasında
çalışanların emekliliğe esas maaş ve ikramiye paylarının dikkate alındığı,
bundaki amacın ise her bir çalışanın elde edeceği menfaatin net tutarının
belirlenmesi olduğu belirtilmiştir. Rapora göre Banka katkı payı ödemelerinden
esas yararlananlar çalışanlar olup Vakıf sadece buna aracılık etmektedir.
iv. Sonuç olarak Banka tarafından çalışanları adına yapılan
ödemelerin ücret mahiyetinde olduğu, bu ödemelerin ise 31/12/1960 tarihli ve
193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu'nun 63. maddesinde yazılı şartları taşımaması
nedeniyle ücret matrahından indirilemeyeceği belirtilmiştir.
11. Vergi İdaresince rapordaki tespitler doğrultusunda, bu
ödemeler üzerinden gelir vergisi tevkif edilerek beyan edilip ödenmediği
gerekçesiyle vergi ziyaı cezalı gelir vergisi
tarhiyatları yapılmıştır. Ayrıca bu katılım payları ödemelerine ilişkin
belgelerde gösterilmediğinden damga vergisi matrahının eksik hesaplandığı
gerekçesiyle de cezalı damga vergisi tarh edilmiştir.
12. Başvurucu tarafından ekli tablonun (D) sütununda gösterilen
vergilendirme dönemlerine ait muhtasar beyannameler ile Munzam Sandık Vakfına
çalışanları adına ödenen katkı paylarına ilişkin olarak pişmanlıkla beyan
edilen gelir vergisi ve damga vergisi tutarları ihtirazi
kayıtla ödenmiştir. Ancak başvurucu bu katkı paylarının ücret sayılamayacağı iddiasıyla ekli
tablonun (E) sutununda gösterilen vergi mahkemelerinde
davalar açmıştır.
13. Yapılan yargılamalar sonunda açılan davalar reddedilerek
kesinleşmiş ve yargılamaları sona erdiren nihai kararlar başvuruculara tebliğ
edilmiştir.
14. Davaların reddine ilişkin kararların gerekçelerinde özetle;
i. Bir ödemenin ücret sayılabilmesi için bir işyerinde bir
işverene bağlı çalışma yapılması ve bunun karşılığında bir menfaat elde
edilmesi gerektiği ve işveren tarafından farklı isimler altında farklı
usullerle ödeme yapılmasının söz konusu ödemenin ücret olma niteliğini
değiştirmediği belirtilmiştir.
ii. Somut olaya konu ödemelere ilişkin belge ve kayıtların
personel bazında tutularak muhafaza edildiği, bu ödemelerin çalışan sayısı,
alınan maaş ve diğer unsurlar dikkate alınarak belirli bir oranda hesaplandığı
ve personelin yükselmesine bağlı olarak ödenen tutarın değiştiği belirtilerek
borç verilmesi, ölüm aylığı ve emeklilik aylığı bağlanması veya toplu ödeme
yapılması gibi menfaatlerin sağlandığına vurgu yapılmıştır.
iii. Banka tarafından doğrudan ödenen ücrete ek olarak kendisine
hizmet akdiyle bağlı çalışanlarına menfaat temin etmek üzere bizatihi Banka
tarafından kurulan Vakıf aracı kılınarak işverenin tek taraflı iradesiyle
sağlanan söz konusu menfaatlerin ücret olarak kabul edilmesi gerektiği
açıklanmıştır.
iv. Ödemenin Vakıf senedinde bir yükümlülük olarak öngörülmüş
olmasının ise Vakfa ödenen paranın çalışanlara bir maddi menfaat olarak
yansıtıldığı gerçeğini ortadan kaldırmadığı ifade edilerek iç ilişkide Bankanın
sorumluluğunun, işçiye değil Vakfa ait olmasının sonucu değiştirmediği
vurgulanmıştır.
v. Banka tarafından ödenen tutarın anlık olarak işçinin
tasarrufuna amade kılınmamasının kanuni bir zorunluluktan değil özel hukuk
tasarrufu niteliğindeki Vakıf senedinden kaynaklandığı belirtilerek bu
ödemelerin ayrı bir hesapta kişi bazında izlenmesi, şartlar gerçekleştiğinde
çalışana ödenmesi ve Banka tarafından Vakfa ödenen işçi payları üzerinden tevkifat yapılması gibi hususlar birlikte değerlendirilerek
tasarruf imkânının oluştuğu kabul edilmiştir.
vi. Sonuç olarak başvurucu Bankanın çalışanları adına Vakfa
ödediği katkı paylarının, hizmet karşılığı sağlanan bir menfaat olduğu ve
sebeple ücret olarak kabul edilmesi ve vergi tevkifatına
tabi tutulması gerektiği belirtilerek gelir vergisi ve damga vergisi tarhiyat
ve tahakkuklarında hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
15. Kanun yoluna başvurulan kararlar Danıştay Dördüncü Dairesi
ve Ankara Bölge İdare Mahkemesi tarafından çeşitli tarihlerde onanmış olup
başvurucunun karar düzeltme talepleri de aynı Daire ile Bölge İdare Mahkemesi
tarafından çeşitli tarihlerde reddedilmiştir.
16. Nihai kararlar tebliğ edilmiş ve ekli tablonun (A) sütununda
gösterilen tarihlerde Anayasa Mahkemesine bireysel başvurularda bulunulmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
17. İlgili hukuk için bkz. Türkiye
Sınai Kalkınma Bankası A.Ş., B. No: 2015/12721, 18/9/2019, §§ 17-29.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
18. Mahkemenin 4/7/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Ekli (1) Numaralı
Tablodaki Başvurular Yönünden
1. Başvurucunun İddiaları
ve Bakanlık Görüşü
19. Başvurucu 193 sayılı Kanun'un 61. maddesinde ücretin
tanımının yapıldığını ve hangi ödemelerin ücret
sayılabileceğinin belirtildiğini, buna göre Vakfa işveren payı olarak ödenen
tutarların ücretin unsurlarını
taşımadığını ifade etmiştir. Başvurucuya göre söz konusu ödemeler anılan Kanun
maddesinde sayılmamıştır. Başvurucu ayrıca aynı Kanun'un 94. maddesi
çerçevesinde ücret gelirlerinin
stopaj yoluyla vergilendirilmesi bakımından vergiyi doğuran olayın hukuki,
ekonomik ve fiilî tasarrufa bağlandığını vurgulamıştır. Başvurucu somut olayda
ise Vakfa yapılan ödemenin ücretin
unsurlarını içermediği gibi ödeme yapıldığı anda üye açısından elde etme koşulunun da gerçekleşmediğini,
buna rağmen belirtilen katkı payları üzerinden gelir vergisi ödemek zorunda
kaldığını belirtmiştir.
20. Başvurucu ayrıca benzer bir bireysel başvuruda Anayasa
Mahkemesi tarafından kanunilik ölçütü yönünden mülkiyet hakkının ihlal
edildiğine karar verildiğine işaret etmiştir. Başvurucu bunun yanında, konuya
ilişkin Hazine ve Maliye Bakanlığı özelgesi ile
Yargıtay Dairesi kararının gözönüne alınmadan karar
verildiğinden yakınarak Vakfa yaptığı katkı payı ödemeleri üzerinden vergi ve
ceza tahsil edilmesi nedeniyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal
edildiğini ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
21. Anayasa’nın
"Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:
“Herkes,
mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla
sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına
aykırı olamaz.”
22. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu konuya ilişkin özelge
ile Yargıtay Dairesi kararının gözönüne alınmadan
karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının da ihlal edildiğini ileri
sürmektedir. Ancak başvurucunun Vakfa çalışanlar adına ödediği katkı paylarının
ücret olarak kabul edilerek
bunlar üzerinden gelir vergisi ve cezaları tahsil edilmesi esas itibarıyla
mülkiyet hakkını ilgilendirmektedir. Bu sebeple başvurucunun yukarıda
belirtilen şikâyetinin mülkiyet hakkının ihlali iddiası kapsamında incelenmesi
gerektiği değerlendirilmiştir.
a. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
23. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de bulunmadığı anlaşılan
mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna
karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Mülkün ve Müdahalenin
Varlığı ile Türü
24. Somut olayda başvurucu Banka, 2013 yılı Şubat
ayı dönemi için ihtirazi kayıtla beyanname vermiş ve
bu beyannameye istinaden tahakkuk ettirilen gelir vergisi ve pişmanlık zammı
tutarları ödenmiştir. Vergilendirme işleminin mülkiyet hakkına müdahale teşkil
ettiği hususunda tereddüt bulunmamaktadır (benzer yöndeki değerlendirmeler için
bkz. İskenderun Demir ve Çelik A.Ş.
[GK], B. No: 2015/941, 25/10/2018, § 45; Türkiye
İş Bankası A.Ş. [GK], B. No: 2014/6192, 12/11/2014, § 48).
25. Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarında; vergi ve benzeri
yükümlülükler ile sosyal güvenlik prim ve katkılarını belirlemeye, değiştirmeye
ve bunların ödenmesini güvence altına almaya yönelik müdahalelerin -taşıdığı
amaçlar dikkate alındığında- devletin mülkiyetin
kamu yararına kullanımını kontrol veya düzenleme yetkisi kapsamında
incelenmesi gerektiği kabul edilmiştir (Ahmet
Uğur Balkaner [GK], B. No: 2014/15237,
25/7/2017, § 49; Arif Sarıgül, B.
No: 2013/8324, 23/2/2016, § 50; Narsan
Plastik San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2013/6842, 20/4/2016, § 71; İskenderun Demir ve Çelik A.Ş., § 46).
Somut olayda da gelir vergisi ile pişmanlık zammı tahsil edildiğine göre bu
ilkelerden ayrılmayı gerektirir bir durum olmadığından müdahalenin mülkiyetin kamu yararına kullanımının düzenlenmesi
çerçevesinde incelenmesi uygun görülmüştür.
ii. Müdahalenin İhlal
Oluşturup Oluşturmadığı
26. Anayasa'nın 13. maddesi şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."
27. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak
olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla
sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken
temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri
düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin de gözönünde
bulundurulması gerekmektedir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin
Anayasa'ya uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı
amacı taşıması ve ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir(Recep
Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, § 62).
(1) Kanunilik
28. Anayasa'nın 35. maddesinin ikinci fıkrasında, mülkiyet
hakkının ancak kamu yararı amacıyla kanunla sınırlanabileceği belirtilmek
suretiyle mülkiyet hakkına yönelik müdahalelerin kanunda öngörülmesi gerektiği
ifade edilmiştir. Öte yandan temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına
ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesi de hak ve özgürlüklerin ancak kanunla
sınırlanabileceğini temel bir ilke olarak benimsemiştir. Buna göre
mülkiyet hakkına yapılan müdahalelerde dikkate alınacak öncelikli ölçüt,
müdahalenin kanuna dayalı olmasıdır (Ford
Motor Company, B. No: 2014/13518,
26/10/2017, § 49).
29. Hak ve özgürlüklerin, bunlara yapılacak müdahalelerin ve
sınırlandırmaların kanunla düzenlenmesi bu haklara ve özgürlüklere keyfî müdahaleyi
engelleyen, hukuk güvenliğini sağlayan demokratik hukuk devletinin en önemli
unsurlarından biridir (Tahsin Erdoğan,
B. No: 2012/1246, 6/2/2014, § 60).
30. Müdahalenin kanuna dayalı olması öncelikle şeklî manada bir
kanunun varlığını zorunlu kılar. Şeklî manada kanun, Türkiye Büyük Millet
Meclisi (TBMM) tarafından Anayasa'da belirtilen usule uygun olarak kanun adı
altında çıkarılan düzenleyici yasama işlemidir. Mülkiyet hakkına müdahale
edilmesi ancak yasama organınca kanun adı altında çıkarılan düzenleyici
işlemlerde müdahaleye imkân tanıyan bir hükmün bulunması şartına bağlıdır. TBMM
tarafından çıkarılan şeklî anlamda bir kanun hükmünün bulunmaması mülkiyet
hakkına yapılan müdahaleyi anayasal temelden yoksun bırakır (Ali Hıdır Akyol ve diğerleri [GK], B. No:
2015/17510, 18/10/2017, § 56).
31. Kanunun varlığı kadar kanun metninin ve uygulamasının da
bireylerin davranışlarının sonucunu öngörebileceği ölçüde hukuki belirlilik
taşıması gerekir. Bir diğer ifadeyle kanunun kalitesi de kanunilik koşulunun
sağlanıp sağlanmadığının tespitinde önem arz etmektedir (Necmiye Çiftçi ve diğerleri, B. No:
2013/1301, 30/12/2014, § 55). Bu bağlamda müdahalenin kanuna dayalı olması,
müdahaleye ilişkin yeterince ulaşılabilir ve öngörülebilir kanun hükümlerinin bulunmasını
gerektirmektedir (Türkiye İş Bankası A.Ş.,
§ 44).
32. Hukuki güvenlik ve hukuki belirlilik ilkeleri, hukuk
devletinin ön koşullarındandır. Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı
amaçlayan hukuki güvenlik ilkesi hukuk normlarının öngörülebilir olmasını,
bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de
yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını
gerekli kılar (AYM, E.2013/39, K.2013/65, 22/5/2013; E.2014/183, K.2015/122,
30/12/2015, § 5). Belirlilik ilkesi ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de
idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık,
net, anlaşılır ve uygulanabilir olmasını; ayrıca kamu otoritelerinin keyfî
uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir (AYM,
E.2013/39, K.2013/65, 22/5/2013; E.2010/80, K.2011/178, 29/12/2011).
33. Hukuk kurallarının ne şekilde yorumlanacağı veya birden
fazla yorumunun mümkün olduğu durumlarda bu yorumlardan hangisinin
benimseneceği derece mahkemelerinin yetkisinde olan bir husustur. Anayasa
Mahkemesinin bireysel başvuruda derece mahkemelerince benimsenen yorumlardan birine
üstünlük tanıması veya derece mahkemelerinin yerine geçerek hukuk kurallarını
yorumlaması bireysel başvurunun amacıyla bağdaşmaz (Mehmet Arif Madenci, B. No: 2014/13916, 12/1/2017, § 81).
(2) İlkelerin
Olaya Uygulanması
(a) Şekli
Anlamda Kanunun Varlığı
34. Başvurucu Banka; çalışanları adına Vakfa yaptığı katkı payı
ödemelerinin ücret
sayılamayacağını, bu sebeple kendisinden gelir vergisi tahsil edilmesinin
kanuni bir dayanağının olmadığını öne sürmektedir. Başvurucu aynı iddiaları
derece mahkemeleri önünde de dile getirmiştir. Derece mahkemeleri ise gelir
vergisi yönünden 193 sayılı Kanun'un 1., 2., 61. ve 94. maddelerini kanuni
dayanak olarak göstermişlerdir. Bu kanun hükümlerinin, TBMM tarafından
Anayasa'da belirtilen usule uygun olarak kanun adı altında çıkarılan
düzenleyici yasama işlemi oldukları açıktır.
(b) Ulaşılabilirlik
35. Söz konusu kanun hükümlerinin Resmî Gazete'de
yayımlandıkları dikkate alındığında yeterince ulaşılabilir olduklarında kuşku
bulunmamaktadır.
(c) Belirlilik
36. Somut olay bakımından önem taşıyan unsurlardan biri mülkiyet
hakkına yapılan vergisel müdahale yönünden uygulanan kanun hükmünün belirlilik ölçütünü sağlayıp
sağlamadığıdır. Başvurucu Banka,
çalışanları adına Vakfa ödediği katkı paylarının ilgili kanun hükümlerine göre ücret sayılamayacağını iddia etmektedir.
37. Bununla birlikte Vergi İdaresi ve başvurucunun iddiasını
inceleyen derece mahkemeleri söz konusu katkı paylarının ücret olarak nitelendirilebileceği
sonucuna ulaşmışlardır. Derece mahkemeleri 193 sayılı Kanun'a göre bir ödemenin
ücret sayılabilmesi için bir
işyerinde bir işverene bağlı olarak çalışma yapılması ve bunun karşılığında bir
menfaat elde edilmesi gerektiğini belirtmişlerdir. Kamu makamları tarafından sonuç
olarak başvurucu Bankanın iş sözleşmesiyle bağlı çalışanlarına doğrudan ödediği
ücrete ek olarak Vakıf
aracılığıyla sağladığı maddi menfaatler de ücret
olarak kabul edilmiştir. Bu ödemelerin ücret olarak kabul edilmesi ise 193
sayılı Kanun hükümlerine göre gelir vergisi alınmasını gerektirmektedir.
38. Başvurucu Banka bu çerçevede ilk olarak Vakfa yapılan
ödemelerin iş akdi çerçevesinde Vakıf üyelerinin hizmeti karşılığı yapılan bir
ödeme olmadığını öne sürmektedir. Başvurucuya göre Bankanın Vakıf senedinden
kaynaklanan katılım payı ödeme borcu bulunmakta olup Vakıf da senedinde yer
alan yardımları üyeye sağlama yükümlülüğü altındadır. Vergi İdaresi ve derece
mahkemeleri ise Vakıf aracılığıyla sağlanmış olsa da sonuç olarak başvurucu
Bankanın işveren sıfatıyla tek taraflı iradesiyle iş sözleşmesi çerçevesinde
çalışanları adına birtakım maddi menfaatler sağladığını belirtmişlerdir. Buna
göre ödemenin Banka tarafından Vakıf senedinde bir yükümlülük olarak öngörülmüş
olması paranın çalışanlara bir maddi menfaat olarak yansıtıldığı olgusunu
ortadan kaldırmamaktadır.
39. Başvurucu Banka ayrıca Vakfa yapılan ödemelerin ücret olarak değerlendirilebilmesi için
bu ödeme üzerinde çalışanların hukuki ve ekonomik tasarruf hakkının bulunması
gerektiğini vurgulamıştır. Başvurucu Banka somut olay yönünden ise söz konusu
ödemeler üzerinde ödemenin yapıldığı anda Vakıf üyelerinin hiçbir tasarruf
haklarının bulunmadığını belirtmiştir. Buna karşılık derece mahkemeleri,
yapılan ödemeler karşılığında sadece çalışanlara özgü olmak üzere ve çalışan
için ödenen prim sayısı esas alınarak borç vermek, ölüm aylığı ve emeklilik
aylığı bağlamak veya toplu ödeme yapmak gibi birtakım menfaatlerin sağlandığına
işaret etmişlerdir. Banka tarafından ödenen tutarların anlık olarak işçinin
tasarrufuna amade kılınmamasının ise kanuni bir zorunluluktan değil Vakıf
senedindeki düzenlemeden kaynaklandığı ifade edilmiştir. Bu ödemelerin ayrı bir
hesapta kişi başında izlenmesi, şartlar gerçekleştiğinde ödenmesi, başvurucu
Banka tarafından bu Vakfa ödenen işçi payları üzerinden tevkifat
yapılması gibi unsurlar karşısında tasarruf imkânının mevcut olduğu
değerlendirilerek sonuca varılmıştır.
40. Anayasa Mahkemesinin -daha önceki kararlarda da değinildiği
üzere- bireysel başvuru kapsamında, vergiye ilişkin hukuk kurallarını yorumlama
veya vergisel olay ve olguları değerlendirme gibi bir görevi bulunmamaktadır.
Bireysel başvurunun ikincilliği ilkesi gereğince delillerin değerlendirilmesi
ve hukuk kurallarının yorumlanması derece mahkemelerinin takdirinde olup açık
bir keyfîlik olmadığı veya bariz takdir hatası
içermediği takdirde Anayasa Mahkemesinin bu takdiryetkisine
müdahalesi söz konusu olamaz (Reis Otomotiv
Ticaret ve Sanayi A.Ş. [GK], B. No: 2015/6728, 1/2/2018, § 102; İskenderun Demir ve Çelik A.Ş., § 71).
Anayasa Mahkemesi, bireysel başvuruda derece mahkemelerinin yorumlarının temel
hak ve özgürlükler üzerindeki etki ve sonuçlarını değerlendirir.
41. Bu bağlamda bir ödemenin 193 sayılı Kanun'un 61. maddesine
göre gelir vergisine tabi ücret kapsamında olup olmadığının değerlendirilmesi
-kural olarak- derece mahkemelerinin takdirindedir. Nitekim başvuruya konu
olayda da başvurucunun iddiaları ilk derece mahkemesince ayrıntılı olarak
değerlendirilmiş, başvurucunun kanun yolunda ileri sürdüğü itirazlar da
Danıştay Dairesince bireysel başvuruya konu karara atıfla sonuca bağlanmıştır.
193 sayılı Kanun'un 61. maddesinde ücret, "işverene
tabi belirli bir işyerine bağlı olarak çalışanlara hizmet karşılığı verilen
para ve ayınlar ile sağlanan ve para ile temsil edilebilen menfaatler"
olarak tanımlandığına göre somut olayda işveren,
işyeri ve maddi menfaat unsurlarını esas alan
derece mahkemelerinin kararlarının açıkça keyfî de olmadıkları anlaşılmaktadır.
Olayda vergi inceleme raporu üzerine yapılan tarhiyatlara karşı açılan
davalarda farklı yargı kararları verildiği görülmekle birlikte kısa süre içinde
Danıştay'ın bu farklılıkları gidererek içtihatta bir uyumun yakalanmasını
sağladığı ve Banka tarafından sağlanan söz konusu menfaatin ücret olarak
vergilendirilebileceği hususunda bir konsensüsün oluştuğu görülmektedir.
42. Anayasa Mahkemesi daha önce verginin kanuniliği ilkesi
gereği vergi yoluyla yapılacak müdahalelerin temel dayanağı olan kanunların da
ilgili kişinin davranışlarını belirlemesi amacıyla kolayca ulaşabileceği,
gerektiğinde profesyonel yardım almak suretiyle de olsa anlayabileceği, açık,
net ve yeterince belirgin nitelikte düzenlemeler olması gerektiğini
vurgulamıştır. Ancak her zaman kanunlarda mutlak bir açıklığın beklenemeyeceği,
bu sebeple kanuni düzenlemelerde mevcut olan yoruma ihtiyaç duyulan hususların
uygulamadaki yorumlarla giderilebileceği açıklanmıştır (Türkiye İş Bankası A.Ş., § 53).
43. Nitekim 4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nun
bazı hükümlerinde de genel çerçevesi ve ana unsurları kanunla belirlenen
vergilendirmenin uzmanlık gerektiren teknik yönleri bakımından kanun
hükümlerinde mutlak bir açıklığın bulunmayabileceği öngörülmüştür. Örneğin bu
Kanun'un ek 1. maddesinde kanun hükümlerine
yeterince nüfuz edilememesi nedeniyle vergi ziyaına
sebep olunmasının bir uzlaşma sebebi oluşturduğu açıklanmıştır. Ayrıca Kanun'un
369. maddesinde de vergi uygulanmasında tereddütün
oluşması nedeniyle idari yoruma başvurulmasının gerekli olması hâlinde idareden
izahat istenebilmesi ancak verilen izahatın yanlış olması ile bir hükmün uygulanma
tarzına ilişkin içtihadın değişmiş olmasının sonuçları düzenlenmiştir.
44. Türkiye İş Bankası A.Ş.
kararında somut olayda yoruma ihtiyaç gösteren esas tartışma konusunun,
sağlanan menfaatin çalışanlarca ne zaman elde edilmiş sayılacağına ilişkin olduğu
belirtilmiştir. Anayasa Mahkemesi ilgili kanun hükümlerinin yorumuna ilişkin
lehe ve aleyhe yapılan değerlendirmelerden Banka tarafından Vakfa katkı payı
ödenmesinde çalışanlarca menfaatin ne zaman elde edildiği hususunun kanun
hükümlerinden açık ve net bir şekilde çıkarılamayacak olduğuna dikkat
çekmiştir. Buna göre vergilendirme işlemine ilişkin vergilendirme döneminden
çok sonra Danıştayca yapılan yorumun, geçmişe etkili
bir şekilde uygulanması dolayısıyla ortaya çıkacak sonuçlara bireylerin katlanmasını
beklemek hakkaniyete uygun olmayacaktır (Türkiye
İş Bankası A.Ş., § 58). Dolayısıyla Anayasa Mahkemesi başvurucudan
gelir vergisi tahsil edilmesine gerekçe olarak oluşturan ücrete ilişkin kanun
hükmünün yorumu gerektirdiğine işaret ederek ve esas itibarıyla kanunun bu
şekilde yorumlanmasının öngörülebilir
olup olmadığını değerlendirerek sonuca varmıştır.
45. Bu durumda başvurucu Bankadan tahsil edilen gelir vergisine
dayanak oluşturan ücret tanımı
Kanun'da açıkça yer almaktadır. Bu çerçevede kazuistik
bir biçimde ücretlerin tek tek sayılması yerine ücret sayılabilme ölçütlerine
makul bir biçimde yer verilmesi de kanun hükümlerinin belirli olarak kabul edilebilmesi için
yeterli görülmelidir. Belirtilen tanım çerçevesinde neyin ücret olup olmadığını
tespit etmek ise ilgili kanun hükmünün belirlenen ölçütler çerçevesinde
yorumlanmasını gerektirmektedir. Bu gibi yoruma ihtiyaç duyulan hususları
değerlendirme bakımından görevli olan derece mahkemelerince somut olay
bağlamında keyfî olarak kabul edilemeyecek biçimde ilgili kanun hükümleri
yorumlanmak suretiyle bu tespitin yapıldığı dikkate alındığında müdahalenin
dayandığı kanuni düzenlemelerin yeterli ölçüde belirli
olduğu sonucuna varılmıştır.
(d) Öngörülebilirlik
46. Müdahalenin kanuniliği yönünden son olarak dayanılan kanun
hükümlerinin öngörülebilir bir biçimde uygulanıp uygulanmadığı belirlenmelidir.
47. Anayasa Mahkemesi daha önce Türkiye
İş Bankası A.Ş. başvurusunda öngörülebilirlik yönünden öncelikle
Vakfın kurulduğu 1974 yılından vergi incelemesinin yapıldığı 2012 yılına kadar
Vergi İdaresinin, Banka tarafından Vakfa ödenen katkı paylarının
vergilendirilmesine ilişkin bir girişiminin veya emsal bir uygulamasının
olmadığına özellikle vurgu yapmıştır. Bu doğrultuda Banka tarafından uzun yıllar
boyunca yapılan katkı payı ödemeleri vergilendirilmediği gibi konu ile ilgili
Yargıtay kararı ve özelge de dikkate alındığında
başvuru konusu 2007 yılı vergilendirme döneminde söz konusu katkı payı
ödemelerinin ücret kapsamında değerlendirilerek vergilendirileceğinin
öngörülemeyeceği kabul edilmiştir. Diğer bir deyişle başvurucudan, söz konusu
vergilendirme dönemi itibarıyla bu ödemelerin vergiye tabi olacağını
öngörmesini beklemenin mümkün olmadığı kanaatine ulaşılmıştır (Türkiye İş Bankası A.Ş., § 58).
48. Anayasa Mahkemesi verginin dayandığı ücret unsuruna ilişkin kanun hükmünün
özellikle konu hakkındaki Danıştay içtihadıyla yorumlanmak suretiyle
öngörülebilirliğin sağlanabildiğini tespit etmiştir (Türkiye İş Bankası A.Ş., § 61).Dolayısıyla
müdahalenin dayandığı kanun hükümlerinin öngörülebilir bir biçimde uygulanıp
uygulanmadığı ancak verginin tahsil edildiği dönemdeki mevcut koşullara göre
her somut olay bağlamında ayrıca yapılacak bir değerlendirmeye göre
belirlenmelidir.
49. Başvuru konusu olayda ise başvurucu Banka ekli (1) numaralı
tabloda belirtilen vergilendirme dönemleri yönünden düzenlediği beyannameler
ile gelir ve damga vergilerini ödemiştir. İlk defa ise 4/1/2013 tarihli vergi
inceleme raporu ile söz konusu katkı paylarının ücret olarak kabul edilmesi gerektiği belirtilmiştir. Bu
rapora dayanılarak yapılan tarhiyatlara karşı açılan davalarda da söz konusu
menfaatin ücret niteliğinde olduğu ve vergilendirilmesi gerektiği nihai olarak
karara bağlanmış ve böylece 193 sayılı Kanun hükümlerine dair idari yorum
hukuka uygun görülmüştür. Buna göre uzun süredir tabi tutulduğu vergi
incelemelerinde Vakfa çalışanlar adına yaptığı ödemeler nedeniyle herhangi bir
eleştiriye uğramayan başvurucu Bankanın 2013 yılı Ocak
ayındaki vergi incelemesi sonucunda düzenlenen raporda bu ödemelerinden tevkifatta bulunması gerektiği ortaya konulmuştur.
Başvurucu Banka 2013 yılı Ocak ayı itibarıyla bu
inceleme sonuçlarından haberdar olmuş ve bu işlemlere karşı 2013 yılında
çeşitli vergi mahkemelerinde davalar açmış, yapılan yargılamalar neticesinde
aynı yıl verilen Danıştay kararları ile katkı payı ödemelerinin ücret sayılması gerektiği yönündeki idari
işlemler hukuka uygun bulunmuştur. Dolayısıyla bu idari ve yargısal süreçler
bir bütün olarak dikkate alındığında ekli (1) numaralı tabloda yer alan
vergilendirme dönemleri itibarıyla Banka katkı payı ödemelerinin ücret
niteliğinde olduğu ve vergilendirmeye tabi tutulması gerektiğine ilişkin
müdahalenin öngörülebilir olduğu
açıktır.
(3) Meşru
Amaç
50. Anayasa'nın 13. ve 35. maddeleri uyarınca mülkiyet hakkı
ancak kamu yararı amacıyla sınırlandırılabilmektedir. Kamu yararı kavramı,
mülkiyet hakkının kamu yararının gerektirdiği durumlarda sınırlandırılması
imkânı vermekle, bir sınırlandırma amacı olmasının yanı sıra mülkiyet hakkının
kamu yararı amacı dışında sınırlanamayacağını öngörerek ve bu anlamda bir
sınırlama sınırı oluşturarak mülkiyet hakkını etkin bir şekilde korumaktadır.
Kamu yararı kavramı, devlet organlarının takdir yetkisini de beraberinde
getiren bir kavram olup objektif bir tanıma elverişli olmayan bu ölçütün her
somut olay temelinde ayrıca değerlendirilmesi gerekir (Nusrat Külah,B. No:
2013/6151, 21/4/2016, §§ 53, 56; Yunis Ağlar,
B. No: 2013/1239, 20/3/2014, §§ 28, 29).
51. Anayasa'nın 73. maddesinde, herkesin, kamu giderlerini
karşılamak üzere mali gücüne göre vergi ödemekle yükümlü bulunduğu, vergi
yükünün adaletli ve dengeli dağılımının maliye politikasının sosyal amacı
olduğu ve vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülüklerin kanunla konulması,
değiştirilmesi veya kaldırılması gerektiği belirtilerek hem yükümlüler hem de
devlet yönünden vergi ödevinin temel ilkeleri gösterilmiştir. Herkes tarafından
yerine getirilmesi gereken bir yükümlülük olarak kabul edilen ve devletin
kamusal gereksinimlerini karşılaması için egemenlik gücüne dayanarak tek
taraflı iradesiyle kişilere yüklediği bir kamu alacağı şeklinde tanımlanan
verginin, anayasal sınırlar içinde salınıp toplanması zorunluluğu açıktır.
Vergilendirmede genel kural, kanunla belirlenmiş konularda kişilerden vergi,
resim ve harç alınmasıdır. Kanun koyucu, Anayasa'ya aykırı olmamak koşuluyla
vergilendirilecek alanların seçiminde yetkili olduğu gibi bu vergilerin
matrahlarına dâhil olan unsurları da belirleme yetkisine sahiptir (AYM, E.2013/48,
K.2014/198, 25/12/2014).
52. Dolayısıyla somut olay bağlamında başvurucu Bankanın
çalışanları adına Vakfa ödediği katkı paylarının ücret kabul edilerek bunlardan gelir vergisi tahsil
edilmesinin kamu yararına dayalı meşru bir amaç olduğu kuşkusuzdur.
(4) Ölçülülük
(a) Genel
İlkeler
53. Son olarak kamu makamlarınca başvurucunun mülkiyet hakkına
yapılan müdahaleyle gerçekleştirilmek istenen amaç ile bu amacı gerçekleştirmek
için kullanılan araçlar arasında makul bir ölçülülük ilişkisinin olup olmadığı
değerlendirilmelidir.
54. Ölçülülük ilkesi elverişlilik,
gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden
oluşmaktadır. Elverişlilik
öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli
olmasını, gereklilik ulaşılmak
istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif
bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile
ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini
ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2014/176, K.2015/53,
27/5/2015; E.2016/13, K.2016/127, 22/6/2016, § 18; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, §
38).
55. Orantılılık ilkesi gereği kişilerin mülkiyet hakkının
sınırlandırılması hâlinde elde edilmek istenen kamu yararı ile bireyin hakları
arasında adil bir dengenin kurulması gerekmektedir. Bu adil denge, başvurucunun
şahsi olarak aşırı bir yüke katlandığının tespit edilmesi durumunda bozulmuş
olacaktır. Anayasa Mahkemesi; müdahalenin orantılılığını değerlendirirken bir
taraftan ulaşılmak istenen meşru amacın önemini, diğer taraftan da müdahalenin
niteliğini, başvurucunun ve kamu otoritelerinin davranışlarını gözönünde bulundurarak başvurucuya yüklenen külfeti dikkate
alacaktır (Arif Güven, B. No:
2014/13966, 15/2/2017, §§ 58, 60; Osman Ukav, B. No: 2014/12501, 6/7/2017, § 71).
(b) İlkelerin
Olaya Uygulanması
56. Somut olayda vergi tahsil edilmesi yönündeki müdahalenin
meşru amacının dayandığı kamu yararını gerçekleştirmeye elverişli olduğunda kuşku bulunmamaktadır.
Müdahalenin gerekliliği yönünden ise vergi politikalarının belirlenmesi ve
uygulanması bakımından kamu makamlarının geniş bir takdir yetkisi olduğu
dikkate alınmalıdır. Bunun yanında başvurucu müdahalenin gerekli olmadığını gösterir herhangi bir
somut olgu da gösterememiştir.
57. Müdahalenin orantılılığı yönünden ise öncelikle mülkiyet
hakkının usule ilişkin güvencelerinin sağlanmadığı yönünde bir şikâyetin mevcut
olmadığına dikkati çekmek gerekir. Nitekim mülkiyet hakkının ihlal edildiğini
ileri süren başvurucunun bu iddialarını açmış olduğu iptal davasında da etkin
bir biçimde ileri sürebilmiştir. Başvurucunun iddia ve itirazları ise ibraz
ettiği deliller çerçevesinde derece mahkemelerince ilgili hukuk kuralları
yorumlanmak suretiyle makul bir biçimde karşılanmıştır (bkz. §§ 39,49).
58. Diğer taraftan başvurucu Banka ödemiş olduğu söz konusu
vergilerin açıkça orantısız olduğunu öne sürmediği gibi kamu makamlarının
şikâyete konu uygulamasının yalnızca başvurucu Banka yönünden uygulanması da
söz konusu değildir. Diğer bir deyişle başvurucu Banka somut olay bağlamında
müdahalenin kendisine şahsi olarak aşırı bir külfet yüklediğini ortaya
koyamamıştır. Bu durumda müdahalenin meşru amacının dayandığı kamu yararı ile
başvurucunun mülkiyet hakkının korunması arasında olması gereken adil dengenin
bozulmadığı sonucuna varılmıştır. Dolayısıyla başvurucunun mülkiyet hakkına
yapılan müdahale ölçülüdür.
59. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence
altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
B. Ekli (2) Numaralı
Tablodaki Başvurular Yönünden
1. Başvurucunun İddiaları
ve Bakanlık Görüşü
60. Başvurucu Banka, çalışanları adına Vakfa yapılan katkı payı
ödemelerinin vergiye tabi ücret
niteliği taşıdığı gerekçesiyle öngörülebilir ve belirli olmayacak bir biçimde tahsiledilmesinden yakınmakta olup mülkiyet ve adil
yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
61. Başvuru konusu ile ilgili ilkeler daha önce Anayasa
Mahkemesi tarafından 12/11/2014 tarihli kararda ortaya konulmuştur (Türkiye İş Bankası A.Ş., §§ 34-61). Buna
göre her ne kadar başvurucular adil yargılanma hakkının da ihlal edildiğini
ileri sürmüşlerse de başvurucuların belirtilen şikâyetleri ilgili olduğu
mülkiyet hakkı kapsamında incelenmiştir.
62. Anılan kararda, Anayasa Mahkemesince, Vakfa ödenen katkı
paylarının ücret olarak kabul
edilip edilemeyeceği hususunun kural olarak kanun koyucunun takdirinde olduğu
belirtilmiş, ancak Vakfın kurulmuş olduğu tarihten vergi incelemesinin
yapıldığı 2012 yılına kadar Banka tarafından Vakfa ödenen katkı paylarının
vergilendirilmediğine vurgu yapılmıştır. Anayasa Mahkemesi başvuruya konu
edilen vergilendirme dönemleri itibarıyla başvuruculardan bu ödemelerin vergiye
tabi olacağını öngörmelerini beklemenin mümkün bulunmadığını kabul etmiştir (Türkiye İş Bankası A.Ş., §§ 58-60). Sonuç
olarak Vakfa ödenen katkı paylarının ücret
sayılarak vergilendirilmesine ilişkin işlemlerin vergilendirme dönemi
itibarıyla öngörülebilir bir kanuni dayanağının bulunmadığı anlaşıldığından
Vakfa yapılan katkı payı ödemeleri üzerinden vergi tahsil edilmesi nedeniyle
başvurucuların Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet
haklarının ihlal edildiğine karar verilmiştir (Türkiye
İş Bankası A.Ş., § 61).
63. Ekli (2) numaralı bireysel başvuru dosyalarına konu
vergilendirme dönemleri 2012 yılının çeşitli aylarıdır. Dolayısıyla yine
yukarıda da değinildiği üzere ilk defa 4/1/2013 tarihli vergi inceleme raporu
ile söz konusu katkı paylarının ücret
olarak kabul edilmesi gerektiği belirtildiğine göre somut olay bağlamında bu
tarihten önceki vergilendirme dönemleri yönünden müdahalenin dayandığı kanun
hükümlerinin öngörülebilir olmadığı
açıktır. Sonuç olarak belirtilen ilkelerden ayrılmayı gerektirir bir durumun
bulunmadığı anlaşıldığından bu başvurulara konu vergileme dönemleri itibarıyla
başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin öngörülebilir bir kanuni dayanağının bulunmadığı kanaatine
varılmıştır.
64. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa’nın 35.
maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar
verilmesi gerekir.
C. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
65. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2)
numaralı fıkraları şöyledir:
“(1)
Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da
edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir...
(2)
Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve
sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili
mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan
hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava
açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme,
Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
66. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hak ve hürriyetin
ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından
söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani
ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle
devam eden ihlalin durdurulması, ihlale konu kararın veya işlemin ve bunların
yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve
manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer
tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet
Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, § 55).
67. Başvurucu Banka, yeniden yargılamaya karar verilmesi ve
maddi tazminat talebinde bulunmuştur.
68. Başvuruda vergilendirme ile ilgili idari bir işlemden dolayı
mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Bununla birlikte İdare
tarafından yol açılan ihlale yönelik olarak etkili bir hukuk yolunun mevcut
olduğu ancak başvurucuların açtığı davanın reddedilmekle ihlalin sonuçlarının
giderilmemiş olduğu görülmektedir.
69. Bu durumda somut başvuru bakımından ihlalin idari işlemden
kaynaklandığı tespit edilmekle birlikte yeniden yargılama yoluyla derece
mahkemelerinin mülkiyet hakkının ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırma
imkânının bulunduğu anlaşılmakla yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar
bulunduğundan kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere ekli (2)
numaralı tablonun (E) sütununda yer alan mahkemelere gönderilmesine karar
verilmesi gerekir.
70. Yeniden yargılama yapılmak üzere dosyanın yetkili yargı
merciine gönderilmesine karar verilmesinin ihlal iddiası açısından yeterli bir
giderim oluşturduğu anlaşıldığından başvurucunun tazminat taleplerinin reddine
karar verilmesi gerekir.
71. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 1,251,50 TL harç ve 2.475
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.726,50 TL tutarındaki yargılama giderinin
başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurucunun kamuya açık belgelerde kimliklerinin gizli
tutulması talebinin REDDİNE,
B. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
C. 1. Ekli (1) numaralı tabloda yer alan bireysel başvurular
yönünden Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının
İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
2. Ekli (2) numaralı tabloda yer alan bireysel başvurular
yönünden Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının
İHLAL EDİLDİĞİNE,
D. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere ekli
(2) numaralı tablonun (E) sütununda yer alan mahkemelere GÖNDERİLMESİNE,
E. 1.251,50 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
3.726,50 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve
Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına;
ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine
kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
4/7/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
(1) NUMARALI TABLO
(A)
|
(B)
|
(C)
|
(D)
|
(E)
|
(F)
|
Bireysel Başvuru Numarası
|
Başvuru Tarihi
|
Vergi Dairesi
|
Vergilendirme Dönemi
|
İlk Derece Mahkemesi
|
Esas Numarası
|
2016/2760
|
12/2/2016
|
Boğaziçi Kurumlar
|
2014 Mayıs
|
İstanbul 7. Vergi Mahkemesi
|
2017/1747
|
2017/32639
|
17/8/2017
|
Boğaziçi Kurumlar
|
2014 Mart
|
İstanbul 8. Vergi Mahkemesi
|
2014/1273
|
2017/32646
|
17/8/2017
|
Boğaziçi Kurumlar
|
2013 Eylül
|
İstanbul 1. Vergi Mahkemesi
|
2014/1014
|
2017/32650
|
17/8/2017
|
Boğaziçi Kurumlar
|
2013 Mayıs
|
İstanbul 1. Vergi Mahkemesi
|
2014/1010
|
2017/32749
|
17/8/2017
|
Boğaziçi Kurumlar
|
2013 Aralık
|
İstanbul 1. Vergi Mahkemesi
|
2014/1005
|
2017/32756
|
17/8/2017
|
Boğaziçi Kurumlar
|
2013 Temmuz
|
İstanbul 1. Vergi Mahkemesi
|
2014/1011
|
2017/32868
|
17/8/2017
|
Boğaziçi Kurumlar
|
2013 Ocak
|
İstanbul 11. Vergi Mahkemesi
|
2014/904
|
2017/32876
|
17/8/2017
|
Boğaziçi Kurumlar
|
2014 Eylül
|
İstanbul 9. Vergi Mahkemesi
|
2014/2449
|
2017/32883
|
17/8/2017
|
Boğaziçi Kurumlar
|
2014 Haziran
|
İstanbul 7. Vergi Mahkemesi
|
2014/2288
|
2017/32903
|
17/8/2017
|
Boğaziçi Kurumlar
|
2014 Ağustos
|
İstanbul 8. Vergi Mahkemesi
|
2014/2282
|
2017/34561
|
12/9/2017
|
Boğaziçi Kurumlar
|
2013 Ekim
|
İstanbul 1. Vergi Mahkemesi
|
2014/1013
|
2017/34571
|
12/9/2017
|
Boğaziçi Kurumlar
|
2013 Haziran
|
İstanbul 1. Vergi Mahkemesi
|
2014/1012
|
2017/34702
|
12/9/2017
|
Boğaziçi Kurumlar
|
2013 Ağustos
|
İstanbul 1. Vergi Mahkemesi
|
2014/1015
|
2018/27257
|
16/8/2018
|
Boğaziçi Kurumlar
|
2015 Ağustos
|
İstanbul 14. Vergi Mahkemesi
|
2014/1163
|
2018/27270
|
16/8/2018
|
Boğaziçi Kurumlar
|
2014 Ekim
|
İstanbul 8. Vergi Mahkemesi
|
2014/3003
|
2018/28761
|
16/8/2018
|
Boğaziçi Kurumlar
|
2015 Nisan
|
İstanbul 10. Vergi Mahkemesi
|
2014/1400
|
2018/29114
|
16/8/2018
|
Boğaziçi Kurumlar
|
2015 Mart
|
İstanbul 11. Vergi Mahkemesi
|
2015/1156
|
2018/29132
|
16/8/2018
|
Boğaziçi Kurumlar
|
2015 Eylül
|
İstanbul 8. Vergi Mahkemesi
|
2015/2310
|
2018/29143
|
16/8/2018
|
Boğaziçi Kurumlar
|
2015 Haziran
|
İstanbul 7. Vergi Mahkemesi
|
2015/1880
|
(2) NUMARALI TABLO
(A)
|
(B)
|
(C)
|
(D)
|
(E)
|
(F)
|
Bireysel Başvuru Numarası
|
Başvuru Tarihi
|
Vergi Dairesi
|
Vergilendirme Dönemi
|
İlk Derece Mahkemesi
|
Esas Numarası
|
2016/5187
|
18/3/2016
|
Boğaziçi Kurumlar
|
2012 Eylül
|
İstanbul 11. Vergi Mahkemesi
|
2014/899
|
2016/5188
|
18/3/2016
|
Boğaziçi Kurumlar
|
2012 Kasım
|
İstanbul 11. Vergi Mahkemesi
|
2014/897
|
2017/32654
|
17/8/2017
|
Boğaziçi Kurumlar
|
2012 Mart
|
İstanbul 1. Vergi Mahkemesi
|
2014/1007
|
2017/34578
|
12/9/2017
|
Boğaziçi Kurumlar
|
2012 Şubat
|
İstanbul 1. Vergi Mahkemesi
|
2014/1008
|
2017/34698
|
12/9/2017
|
Boğaziçi Kurumlar
|
2012 Ocak
|
İstanbul 1. Vergi Mahkemesi
|
2014/1009
|