TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
NESLİHAN ALTUĞ VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2016/2796)
|
|
Karar Tarihi: 10/12/2019
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Hasan Tahsin
GÖKCAN
|
Üyeler
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Yusuf Şevki
HAKYEMEZ
|
Raportör
|
:
|
Engin GÜNDÜZ
|
Başvurucular
|
:
|
1. Neslihan
ALTUĞ
|
|
|
2. Sevde Hilal ALTUĞ
|
|
|
3. Tevfik
ALTUĞ
|
Vekili
|
:
|
Av. Şaban
TAMER
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle
kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının; yargılamanın uzun sürmesi
nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına
ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 1/2/2016 tarihinde yapılmıştır.
3.Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar
özetle şöyledir:
7. Başvurucu Neslihan Altuğ doğum belirtilerinin başlaması
üzerine 27/2/2008 tarihinde saat 01.09'da Kartal Yakacık Doğumevi ve Çocuk
Hastalıkları Hastanesine (Hastane) başvurmuş, saat 02.40'da normal doğum
yoluyla ve 4 kg ağırlığında Sevde Hilal adında bir
kız çocuğu dünyaya getirmiştir. Nöbetçi ebe tarafından yaptırılan doğum
sırasında başı çıkan bebeğin omuzları takılmış, gerekli manevralar yaptırılarak
doğum gerçekleştirilmiştir. Sonrasında çocuk doktoru tarafından yapılan
muayenede sağ kolda refleks alınamadığı, inleme ve solunum sıkıntısı görülen
bebek yenidoğan yoğun bakım ünitesi olan bir
hastaneye sevk edilmiştir. Takip ve tedavisi yapılan bebeğin sağ kol ve sağ el
parmaklarının üçünde felç oluştuğu, 14/6/2010 tarihli ve iki yıl geçerlilik
süresi bulunan sağlık kurulu raporunda brakial pleksus felci tanısıyla %60
oranında vücut fonksiyon kaybının bulunduğu tespit edilmiştir.
8. Başvurucuların tıbbi ihmal iddiasıyla şikâyet ve tazminat
talebinde bulunmaları üzerine İstanbul Valiliği ilgili sağlık personeli
hakkında inceleme başlatmıştır. İnceleme sonucu düzenlenen 15/9/2009 tarihli
raporda; nöbetçi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Doktor M.İ.nin
doğumun meydana geldiği saatte ameliyatta olduğu ve doğumda bulunamadığı, omuz
takılmasını önceden tahmin ederek önlem almanın mümkün olmadığı, bu
komplikasyonla karşılaşıldığında uygun manevraları yaparak bebeğin ve annenin
en az zararla bu durumdan kurtulmasının sağlanması gerektiği, olayda nöbetçi
ebe tarafından gerekli müdahalelerin yapılması nedeniyle sağlık personeli
bakımından kusur, ihmal ve özen eksikliğinin söz konusu olmadığı
belirtilmiştir.
9. Doktor M.İ.nin imzasının da yer
aldığı hekim mütalaasında, nöbetçi uzman hekimin ameliyatta olması nedeniyle
hastayı nöbetçi ebenin muayene ettiği, durumu bildirdiği uzman hekimin yatış
vererek ameliyattan çıktıktan sonra hastanın muayenesini yapacağını beyan
ettiği, ameliyattan çıkıncaya kadar doğumun ilerlediği, omuzların takılması
üzerine ebenin gerekli manevraları yaparak doğumu sonlandırmaya çalıştığı ancak
hastanın bacaklarını kapatıp kendini sağa sola döndürerek bilinçsiz
hareketlerle ebenin çalışmasını zorlaştırdığı ve doğumun uzamasına sebep
olduğu, bütün bunlara rağmen ebenin çocuğun canlı doğumunu sağladığı
belirtilmiştir.
10. Doğuma ilişkin Günlük
İzleme belgesinde "Anne
doğum sırasında bacaklarını kapattı. Sağa sola attı." ve "Doğum esnasında Dr.M.
Bey Sectio'da olduğundan Anestezi Teknisyeni İstiklal
Bey çağrılmıştır." şeklinde kaydın yazılı olduğu, Ameliyat
Kayıt Defteri'nde ise Doktor M.İ.nin 26/2/2008 günü
saat 23.55'te girdiği ameliyattan 27/2/2008 günü saat 00.20'de çıktığı, aynı
gün 01.30'da girdiği diğer bir ameliyatı 02.00'da tamamladığı, sabah 06.50'de
tekrar ameliyata girdiği kayıt altına alınmıştır.
11. Sağlık Bakanlığı (Bakanlık) 17/7/2009 tarihli işlemle, idari
inceleme sonucu düzenlenen mütalaa ve raporlarda ulaşılan görüşe istinaden
başvurucuların tazminat talebini reddetmiştir.
12. Başvuruculardan Neslihan Altuğ ve Tevfik Altuğ 11/9/2009
tarihinde Bakanlık aleyhine İstanbul 8. İdare Mahkemesinde kendi adlarına maddi
ve manevi tazminat davası açmışlardır. Dava dilekçesinde; doğum sırasında
görevli doktorun hazır bulunmadığı, doğumu yaptıran ebenin ise hatalı
müdahalede bulunması nedeniyle çocuklarında kalıcı hasar oluştuğu
belirtilmiştir.
13. Yargılama devam ederken başvurucular 18/2/2010 tarihli
dilekçe ile Bakanlığa bu kez çocukları Sevde Hilal
adına tazminat başvurusunda bulunmuşlardır. 15/2/2010 tarihinde ameliyat olan
çocuklarında meydana gelen zararın devam ettiği ve artma ihtimali bulunduğunu
belirten başvurucuların talebi zamanaşımına uğradığı gerekçesiyle
reddedilmiştir.
14. Başvurucular bunun üzerine 22/3/2010 tarihinde Bakanlık
aleyhine İstanbul 9. İdare Mahkemesinde çocukları adına maddi ve manevi
tazminat davası açmışlardır. Dava dilekçesinde; daha önceki iddialarına ek
olarak nöbetçi doktorun doğumdan kırk üç dakika önce ameliyattan çıktığı hâlde
başvurucunun doğumuna girmediği, doğuma müdahale etmiş olması hâlinde çocukta
felç durumunun gerçekleşmeyeceği, ayrıca doğum sonrasında ebe tarafından
düzenlenen günlük izleme raporunun 11. ve 12. satırları arasına annenin doğum
sırasında bacaklarını kapattığı, sağa sola yattığı şeklinde sonradan ekleme
yapılarak hatanın örtülmeye çalışıldığı ileri sürülmüştür.
15. Başvurucuların açtığı ilk davada İstanbul 8. İdare Mahkemesi
dosya üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılmasına karar vermiştir. Mahkeme
çocuğun muayenesi yapılarak sağ kolunda fiziki deformasyon bulunup bulunmadığı,
şayet kolda normal dışı bir oluşum mevcut ise bunun mahiyeti (uzuv kaybı, uzuv
zafiyeti) ve derecesinin ne olduğu, bu durumun doğumdan kaynaklanıp
kaynaklanmadığı, sakatlığın ortaya çıkmasında sağlık kurumlarına ve personele
yöneltilebilecek kusur bulunup bulunmadığı, sakatlığın mevcut tıbbi teknik ve
yöntemlerle tedavisinin ve araz bırakmadan giderilmesinin mümkün olup olmadığı
hususlarında Adli Tıp Kurumu (ATK) Başkanlığından rapor istemiştir.
16. ATK 3. İhtisas Kurulu (Kurul) tarafından çocuk muayene
edilip dosya evrakı incelendikten sonra hazırlanan 19/1/2011 tarihli bilirkişi
raporunda; bebek doğum ağırlığı 4000 g olan gebenin normal doğuma bırakılma
kararının uygun olduğu, omuz takılmasının normal doğumda bir komplikasyon
olarak görülebildiği, bebekte ortaya çıkan brakial pleksus (boyundan kollara giden
ana sinir grubu) zedelenmesinin doğumun bir komplikasyonu olarak meydana
geldiği cihetle ebe, sağlık personeli ve idarenin eyleminin tıp kurallarına
uygun olduğu belirtilmiştir. Raporda ayrıca, doğum eyleminde oluşan brakial pleksus hasarına bağlı koldaki mevcut arızanın
uzuv zaafı niteliğinde olduğu, mevcut tablonun tedavi ile tamamen düzelmesinin
beklenemeyeceği ifade edilmiştir.
17. Başvurucular bilirkişi raporuna karşı beyanlarında, omuz
takılmasının uzman bir ekip tarafından ve acil müdahale edilmesi gereken bir
durum olduğunu, olayda uzman doktor yerine ebe ve doğumhane personeli
tarafından duruma müdahale edildiğini, ATK'nın sözü
edilen acil durumda yapılması gereken manevraları uzman kişilerin yapıp
yapmadığı ve doğru manevranın uygulanıp uygulanmadığı, ameliyatta olduğu iddia
edilen nöbetçi doktorun kayıtlara göre doğumdan kırk dakika önce ameliyattan
çıkmasına rağmen doğuma müdahale için çağrılıp çağrılmadığı, çağrılmışsa neden
müdahalede bulunmadığı hususlarını araştırmadığını ileri sürmüşlerdir.
Başvurucular ayrıca, zor bir doğum olmasına ve bebekte solunum sıkıntısı tespit
edilmesine rağmen çocuk doktoruna derhâl haber verilmemesi nedeniyle teşhis ve
tedavide gecikme olup olmadığının da incelenmediğini belirtmişlerdir.
18. Mahkeme 25/5/2012 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir.
Karar gerekçesinde; ilgili sağlık personelinin ifadeleri, inceleme raporu ve
ATK raporu birlikte değerlendirilerek tıp literatüründe her doğumda olabilecek
bir risk kapsamında ele alınan omuz takılmasının önceden öngörülmesine imkan
bulunmadığı, böyle bir olayın meydana gelmesinde ise uygun tekniklerin
kullanılarak bebeğin en az hasarla doğumunun sağlanması gerektiği, doğum
esnasında ebe tarafından verilen talimatlara uymayan ve doğumu zorlaştıran
annenin bu hareketlerine rağmen bebeğin omzunun takılmasından sonra ebe
tarafından tıp literatüründe yer alan ve yapılması gereken müdahalenin yerine
getirilerek en az hasarla doğumun gerçekleştirildiği belirtilmiştir. Kararda
ayrıca ATK raporunda, doğumun normal başladığı ve normal süresinde seyrettiği,
doğum takibinin tıp kurallarına uygun olduğu, bebekte oluşan sekel dikkate alındığında
omuz takılmasının hiç bir şekilde önlenemeyeceği, bu nedenle önceden önlem
alınamayacağından olayın normal yolla doğum endikasyonunun
bir komplikasyonu olduğu belirtilmek suretiyle davalı idarenin kusurunun
bulunmadığı yolunda görüş bildirilmiş olması nedeniyle davalı idarenin ağır
hizmet kusurunun varlığından söz edilemeyeceği ifade edilmiştir.
19. Başvurucuların çocukları adına açtığı diğer davada ise
İstanbul 9. İdare Mahkemesi ATK tarafından yapılan incelemenin sonuçlanmasını
beklemiş, ATK raporunu temin edip inceledikten sonra 28/5/2012 tarihli
kararıyla ve ilk davadakine benzer gerekçelerle davayı reddetmiştir.
20. Başvurucular tarafından temyiz edilen her iki kararın
vekâlet ücreti dışındaki kısımları, Danıştay Onbeşinci
Dairesinin 13/6/2014 tarihli toplantısında onanmış, karar düzeltme istemleri de
Dairenin 19/11/2015 ve 27/11/2015 tarihli kararlarıyla reddedilmiştir.
21. Nihai kararların biri 7/1/2016 tarihinde başvuruculara
tebliğ edilmiş, diğer karar ise 25/1/2016 tarihinde başvurucular tarafından
öğrenilmiştir.
22. 1/2/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
23. İlgili hukuk için bkz. Fesih
Aydar (B. No: 2015/4259, 10/1/2019, §§ 24-30) kararı.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
24. Mahkemenin 10/12/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Kişinin Maddi ve
Manevi Varlığını Koruma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucuların
İddiaları
25. Başvurucular; doğumun riskli olduğunu bilinmesine rağmen
nöbetçi doktorun doğumda bulunmadığını, doktorun doğum esnasında ameliyatta
olduğu ve annenin doğumda verilen talimatları yerine getirmediği yönündeki
iddiaların gerçeği yansıtmadığını, bilirkişi raporunun iddialarını
karşılamadığı ve olayla ilgili teknik bilgileri içermediğini belirterek yaşam
ve adil yargılanma hakları ile kişi dokunulmazlığı ilkelerinin ihlal edildiğini
ileri sürmüşlerdir.
2. Değerlendirme
26. Anayasa’nın “Kişinin
dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” kenar başlıklı 17.
maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, yaşama, maddî ve manevî
varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir."
27. Anayasa'nın 56. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
"Devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh
sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi
artırarak, işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık
kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini düzenler."
28. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).
29. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin
maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu
belirtilmekte olup söz konusu düzenleme, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 8.
maddesi çerçevesinde özel hayata saygı hakkı kapsamında güvence altına alınan
fiziksel ve zihinsel bütünlüğün korunması hakkına karşılık gelmektedir.
30. Anayasa Mahkemesi daha önceki kararlarında, kasıt söz konusu
olmaksızın hekim kusuru nedeniyle vücut bütünlüğünün zarar gördüğü şeklindeki
tıbbi ihmale dair şikâyetleri Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında
düzenlenen kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında
incelemiştir (Melahat Sönmez, B.
No: 2013/7528, 9/9/2015; Ahmet Sevim,
B. No: 2013/474, 9/9/2015; Hilmi Düzgüner, B. No: 2014/9690, 11/5/2017).
31. Anılan kararlar doğrultusunda somut olayda başvurucunun
tıbbi ihmale dayalı tüm şikâyetlerinin Anayasa'nın 17. maddesinin birinci
fıkrasında düzenlenen kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında
incelenmesi gerekmektedir.
a. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
32. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan kişinin
maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın
kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Genel İlkeler
33. Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında herkesin maddi
ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu belirtilmektedir.
Bu kapsamda anılan Anayasa hükmü ile kişinin maddi ve manevi varlığının
bütünlüğü gerek kamusal yetkilerle donatılmış kişilerin gerekse özel kişilerin
müdahalelerine karşı güvence altına alınmıştır (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 40).
34. Anayasa’nın 17. maddesinin amacı, esas olarak bireylerin
maddi ve manevi varlığına karşı devlet tarafından yapılabilecek keyfî
müdahalelerin önlenmesidir. Bunun yanı sıra devletin tıbbi müdahaleler
nedeniyle kişilerin maddi ve manevi varlığını etkili olarak koruma ve maddi ve
manevi varlığına saygı gösterme şeklinde pozitif yükümlülüğü de bulunmaktadır (Ahmet Acartürk, B. No: 2013/2084,
15/10/2015, § 49). Nitekim
Anayasa’nın 56. maddesinde de belirtildiği üzere pozitif yükümlülük, sağlık
alanında yürütülen faaliyetleri de kapsamaktadır (İlker Başer ve diğerleri, B. No: 2013/1943, 9/9/2015, § 44).
35. Devlet, bireylerin yaşam hakkı ile maddi ve manevi
varlıklarını koruma hakkı kapsamında ister kamu isterse özel sağlık kuruluşları
tarafından yerine getirilsin sağlık hizmetlerini hastaların yaşamları ile maddi
ve manevi varlıklarının korunmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınabilmesini
sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır (Ahmet
Acartürk,§
51).
36. İlke olarak tıbbi ihmallere ilişkin şikâyetler konusunda
temel başvuru yolu, hukuki sorumluluğu tespit adına takip edilecek olan hukuk
veya idari tazminat davası yoludur (Nail Artuç, B. No: 2013/2839, 3/4/2014, § 38).
37. Maddi ve manevi varlığı koruma hakkı kapsamında hukuki
sorumluluğu ortaya koymak adına adli ve idari yargıda açılacak tazminat
davalarının makul derecede dikkatli ve özenli inceleme şartını yerine getirmesi
gerekmektedir. Derece mahkemelerinin bu tür olaylara ilişkin yürüttükleri
yargılamalarda Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği seviyede derinlik ve
özenle bir inceleme yapıp yapmadıklarının ya da ne ölçüde yaptıklarının da
Anayasa Mahkemesi tarafından değerlendirilmesi gerekmektedir. Zira derece
mahkemeleri tarafından bu konuda gösterilecek hassasiyet, yürürlükteki yargı
sisteminin daha sonra ortaya çıkabilecek benzer hak ihlallerinin önlenmesinde
sahip olduğu önemli rolün zarar görmesine engel olacaktır (Yasin Çıldır, B. No: 2013/8147, 14/4/2016,
§ 57; Tevfik Gayretli, B. No:
2014/18266, 25/1/2018, § 32).
38. Diğer taraftan belirtmek gerekir ki olayların oluşumuna
ilişkin delillerin değerlendirilmesi öncelikle idari ve yargısal makamların
ödevidir. Aynı şekilde başvuru dosyasında bulunan tıbbi bilgi ve belgelerden
hareketle bilirkişilerin vardığı sonuçların doğruluğu hakkında fikir yürütmek
Anayasa Mahkemesinin görevi değildir (Mehmet
Çolakoğlu, B. No: 2014/15355, 21/2/2018, § 47). Ancak kişinin maddi
ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında yerine getirmek zorunda olduğu usul
yükümlülüklerinin somut olayda yerine getirilip getirilmediğinin nesnel bir
şekilde değerlendirilmesi için ilgili anayasal kurallar bağlamında derece
mahkemelerinin kendilerine tanınmış takdir yetkileri çerçevesinde hareket edip
etmediklerinin denetlenmesi gerekir. Bu bağlamda müdahaleyi haklı göstermek için
öne sürülen gerekçelerin ilgili ve yeterli olup olmadığı incelenmelidir (Murat Atılgan, B. No: 2013/9047, 7/5/2015
§ 44).
39. Bu bağlamda derece mahkemelerinin gerekçeleri, tarafların
kanun yoluna başvuru imkânını etkili şekilde kullanabilmesini sağlayacak
surette ayrıntılı olarak ortaya konulmalı; ulaşılan sonuçlar yeterli
açıklıktaki bilimsel görüş ve raporlar gibi somut, nesnel verilere
dayandırılmalıdır (Murat Atılgan,
§ 45).
40. Bir tedavi işlemi sırasında ya da sonrasında sağlık
personelinin herhangi bir hatası olmaksızın hasta için istenmeyen sonuçların
meydana gelme olasılığının her türlü tıbbi işlem için kaçınılmaz olduğunun
öncelikle belirtilmesi gerekir. Hastalıktan koruma yöntemi veya tedavi
işleminin anormal ve öngörülemez sonuçları, tıbbi işlemlerin risklerinden
kaynaklanmaktadır (Eliçe Aydın ve diğerleri, B. No: 2015/5228,
20/3/2019, § 53).
41. Öte yandan bir mesleğin belirli riskler içermesi, icrası
sırasında meydana gelecek tüm risklerin hukuki sorumluluk dışında olduğu ve
ilgililerin sorumlu olmadığı anlamına gelmemektedir. Sağlık personeli,
mesleğini yerine getirirken özen yükümlülüğü kapsamında bu tür risklerin
gerçekleşmesini önlemeye ilişkin olarak elindeki tüm imkânları kullanmak
mecburiyetindedir. Buna göre riskleri mümkünse önleyici, değilse asgariye
indirici şekilde davranmaları, buna rağmen riskler doğduğunda yapacakları
müdahaleyle zarar veya tehlike neticesini mümkün olduğunca ortadan kaldırmaları
gerekmektedir (Eliçe Aydın ve diğerleri, § 54).
ii. İlkelerin Olaya Uygulanması
42. Anayasa Mahkemesi yukarıda değinilen Anayasa'nın 17. maddesi
kapsamında devlete düşen pozitif yükümlülüklerin somut olay bağlamında yerine
getirilip getirilmediğini denetlemek durumundadır (Tevfik Gayretli, § 36). Bu sebeple başvuruya konu olay,
devletin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına ilişkin
pozitif yükümlülüğü kapsamında incelenmiştir.
43. Başvurucuların uyuşmazlığa ilişkin temel iddiaları, bebeğin
omuzunun takılması esnasında gerekli müdahale ve manevraların doğru biçimde
yapılmadığı, diğer taraftan bebekte zor doğumdan kaynaklanan olumsuz bulgular
görülmesine rağmen doktorun geç müdahale yaptığı şeklindedir.
44. Somut olayda derece mahkemesince hizmet kusurunun tespitine
yönelik olarak ATK'ya bilirkişi incelemesi
yaptırılmıştır. Kurul, çocuğu muayene edip doğum ve tedavi sürecinin her
aşamasını detaylı olarak inceledikten sonra yaptığı değerlendirmede öncelikle
bebek doğum ağırlığı 4000 g olan gebenin normal doğuma bırakılma kararının
uygun olduğunu belirtmiştir. Kurul raporunda ayrıca, omuz takılmasının normal
doğumda bir komplikasyon olarak görülebildiği, bebekte ortaya çıkan brakial pleksus
(boyundan kollara giden ana sinir grubu) zedelenmesinin doğumun bir
komplikasyonu olarak meydana geldiği, buna göre ebe, sağlık personeli ve
idarenin eyleminin tıp kurallarına uygun olduğu yönünde görüş bildirilmiştir.
45. Başvurucu ve bebeğine yapılan tıbbi girişim ve uygulamaların
tıp kurallarına uygun olduğunun uzman bilirkişi raporuyla belirlendiği ve söz
konusu raporun mahkeme kararına dayanak yapılarak idarenin kusurlu olmadığının
tespit edildiği gözönünde bulundurulduğunda
başvurucular tarafından ileri sürülen iddiaların ilgili ve yeterli bir
gerekçeyle karşılandığı görülmektedir. Bu durumda uyuşmazlığın çözümü için
esaslı olan iddiaların derece mahkemelerince Anayasa'nın 17. maddesinin
gerektirdiği özen ve derinlikte incelendiği anlaşılmaktadır. Somut olay bakımından
kamu makamlarının pozitif yükümlülüklerinin yerine getirilmediği
söylenemeyeceğinden kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal
edilmediği sonucuna varılmıştır.
46. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence
altına alınan kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal
edilmediğine karar verilmesi gerekir.
B. Makul Sürede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucuların
İddiaları
47. Başvurucular, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.
2. Değerlendirme
48. 31/7/2018 tarihli ve 30495 sayılı Resmî Gazete'de
yayımlanan 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Kanun'un 20. maddesiyle 9/1/2013
tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı
Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'a geçici madde
eklenmiştir.
49. 6384 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddeye göre
yargılamaların uzun sürmesi ve yargı kararlarının geç veya eksik icra edilmesi
ya da icra edilmemesi şikâyetiyle Anayasa Mahkemesine yapılan ve bu maddenin
yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesi önünde derdest olan
bireysel başvuruların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul
edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat
üzerine Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığı (Tazminat
Komisyonu) tarafından incelenmesi öngörülmüştür.
50. Anayasa Mahkemesi Ferat Yüksel (B. No: 2014/13828, 12/9/2018) kararında, yargılamaların makul sürede
sonuçlandırılmadığı ya da yargı kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da
hiç icra edilmediği iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce gerçekleştirilen
bireysel başvurulara ilişkin olarak Tazminat Komisyonuna başvuru imkânının
getirilmesine ilişkin yolu, ulaşılabilir olma, başarı şansı sunma ve yeterli
giderim sağlama kapasitesinin bulunup bulunmadığı yönlerinden inceleyerek
etkililiğini tartışmıştır (Ferat Yüksel, § 26).
51. Ferat Yüksel kararında özetle; anılan başvuru
yolunun kişileri mali külfet altına sokmaması ve başvuruda kolaylık sağlaması
nedenleriyle ulaşılabilir olduğu, düzenleniş şekli itibarıyla ihlal iddialarına
makul bir başarı şansı sunma kapasitesinden mahrum olmadığı ve tazminat
ödenmesine imkân tanıması ve/veya bu mümkün olmadığında başka türlü telafi
olanakları sunması nedenleriyle potansiyel olarak yeterli giderim sağlama
imkanına sahip olduğu hususunda değerlendirmelerde bulunulmuştur (Ferat Yüksel, §§ 27-34). Bu gerekçeler
doğrultusunda Anayasa Mahkemesi, ilk bakışta ulaşılabilir olan ve ihlal
iddialarıyla ilgili başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesi
olduğu görülen Tazminat Komisyonuna başvuru yolu tüketilmeden yapılan
başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil
niteliği ile bağdaşmayacağı sonucuna vararak başvuru yollarının
tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermiştir (Ferat Yüksel, §§ 35, 36).
52. Mevcut başvurunun bu kısmı yönünden söz konusu karardan
ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.
53. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal
edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın başvuru yollarının tüketilmemiş
olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan kişinin
maddi ve manevi varlığını koruma hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
C. Yargılama giderlerinin başvurucular üzerinde BIRAKILMASINA,
D. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
10/12/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.