TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
MUSTAFA BALDIR BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2016/29354)
Karar Tarihi: 4/4/2018
Başkan
:
Engin YILDIRIM
Üyeler
Celal Mümtaz AKINCI
Muammer TOPAL
M. Emin KUZ
Recai AKYEL
Raportör
Aydın ŞİMŞEK
Başvurucu
Mustafa BALDIR
Vekili
Av. Mustafa AKGÜNEŞ
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, hukuka aykırı bir şekilde kamu görevinden çıkarma nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 30/9/2016 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir.
7. Bakanlık görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:
9. Türkiye, 15 Temmuz 2016 gecesi askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiştir. Kamu makamları, soruşturma mercileri ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25).
10. Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından, darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik soruşturmalar yürütülmüş ve çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 51; Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/01/2018, § 12).
11. Bu bağlamda, Nazilli Vergi Dairesinde veri hazırlama kontrol işletmeni (memur) olarak görev yapmakta olan başvurucu, Nazilli Cumhuriyet Başsavcılığınca FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlardan yürütülen bir soruşturma kapsamında 25/7/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır.
12. Nazilli Sulh Ceza Hâkimliğince verilen karar uyarınca başvurucunun konutunda arama yapılmış; arama sonucunda iki adet cep telefonu, diz üstü bilgisayar, bir Amerikan doları banknot, üzerinde "Dua Mecmuası" yazılı (Fetullah Gülen'in yazarı olduğu) bir kitap da dâhil olmak üzere bazı materyaller bulunmuştur.
13. Başvurucu, gözaltında iken kolluk görevlilerine verdiği ifadesinde üzerine atılı suçlamaları kabul etmemiş ve "Dua Mecmuası" isimli kitabın vefat eden babasından kaldığını, bir Amerikan doları banknotun ise düğünde akrabalarına takmak için aldığı paralardan biri olduğunu söylemiştir.
14. Nazilli Cumhuriyet Başsavcılığı 26/7/2016 tarihinde -diğer bir şüpheliyle birlikte- başvurucuyu, silahlı terör örgütü (FETÖ/PDY) üyesi olma suçundan tutuklanması istemiyle Nazilli Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Talep yazısında "ikametlerinde yapılan arama neticesinde ele geçirilen suç eşyaları ile tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde şüphelilerin üzerlerine atılı suçu işlediklerine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve tutuklama nedenlerinin bulunduğu" belirtilmiştir.
15. Başvurucu, sorgu sırasında da suçlamaları kabul etmemiş ve "FETÖ/PDYsilahlı terör örgütüne hiç bir şekilde üye olmadım, ilgim ve alakam yoktur. Söz konusu örgüte yakınlığı olan hiç bir kurum ve kuruluş ile bağlantım yoktur. Söz konusu örgüt ile bağlantısı olduğu belirtilen Bank Asyada benim eşim ve çocuklarımın hesabı yoktur ... FETÖ/PDY örgütünehiç bir şekilde maddi yardım sağlamadım ... Yapılan aramada evimde çıkan dua kitabı bundan 35 yıl öncesine ait olup, bu kitap bana babamdan kalmıştır. Söz konusu kitabın yazarının Fethullah Gülen olduğunu dahi bilmiyordum. Söz konusu örgüt kapsamında hiç bir şekilde bağım, üyeliğim yoktur ... örgütü, övücü hiç bir paylaşımım olmadığı gibi destekleyici hiç bir girişimde de bulunmadım. ... Evimde yapılan arama neticesinde ele geçirilen bir adet E 51996821 H SERİSİ 1 Amerikan doları oğlumun düğününden kalan, düğünde atmak için evimde bulunan paralardan biridir ..." şeklinde beyanda bulunmuştur.
16. Nazilli Sulh Ceza Hâkimliği 26/7/2016 tarihinde "kuvvetli suç şüphesini oluşturan somut olguların bulunduğu, atılısuçun CMK'nun 100/3 fıkrasında sayılan katalog suçlardan oluşu yanısıra atılı suçun işleniş şekli itibarıyla şüphelilerin kaçacağı, saklanacağı, delilleri gizleme veya karartma girişiminde bulunacağı hususunda kuvvetli şüphe oluşturan somut olguların bulunduğu tutuklama tedbirinin orantılı olduğu bu aşamada adli kontrol kararı ile yetinilemeyeceği" gerekçesiyle başvurucunun tutuklanmasına karar vermiştir.
17. Başvurucu 29/7/2016 tarihinde tutuklama kararına itiraz etmiş, Aydın 2. Sulh Ceza Hâkimliği 5/8/2016 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir:
"... şüphelilerin üzerlerine atılı suçu işlediklerine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin bulunması, şüphelilerin delilleri karartabilecekleri veyargılamadan kaçabilecekleri yönünde somut olgularda mevcut olduğundan, tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu, adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağı tüm delillerden anlaşılmakla, Nazilli Sulh Ceza Hakimliğinin takdir ve kararında bir isabetsizlik görülmediğinden, verilen kararın usul ve yasaya uygun olduğu anlaşıldığından, itirazların reddine dair ... hüküm kurulmuştur."
18. Nazilli Cumhuriyet Başsavcılığının talebi üzerine başvurucunun tutukluluk durumunu değerlendiren Nazilli Sulh Ceza Hâkimliği 24/8/2016 tarihinde tutukluluğun devamına karar vermiştir. Başvurucu 5/9/2016 tarihinde anılan karara itiraz etmiş, Aydın 2. Sulh Ceza Hâkimliği 20/9/2016 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar vermiştir.
19. Başvurucu 30/9/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
20. Nazilli Cumhuriyet Başsavcılığınca 24/10/2016 tarihinde başvurucu hakkındaki suçlamaya ilişkin olarak, soruşturmanın "suçun işlendiği yerin bağlı olduğu ilin adıyla anılan Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülmesi gerektiği" gerekçesiyle yetkisizlik kararı verilmiş ve soruşturma dosyası Aydın Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir. Fezlekede, Nazilli Kaymakamlığı tarafından 24/7/2016 tarihli yazıyla FETÖ/PDY ile irtibatı dolayısıyla görevden uzaklaştırıldığının bildirilmesi üzerine başvurucu hakkında soruşturmaya başlandığı ifade edilmiştir.
21. Aydın Cumhuriyet Başsavcılığının 10/1/2017 tarihli iddianamesi ile başvurucunun "anayasayı ihlal, hükûmete karşı suç, silahlı terör örgütü üyesi olma ve terör örgütünün propagandasını yapma" suçlarını işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle aynı yer Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. İddianamede başvurucu dışında bir şüpheli hakkında da aynı suçlardan cezalandırma talebinde bulunulmuştur. FETÖ/PDY'ye ilişkin genel açıklamaların yer aldığı iddianamede başvurucu yönünden yapılan değerlendirme şöyledir:
"Nazilli Kaymakamlığı İlçe Olağan Üstü Hal Bürosu'nun24/07/2016 tarihli; 2584 sayılı yazısı ile Nazilli Vergi Dairesinde veri hazırlama kontrol işletmeni olarak görev yapan N.D. ve Mustafa BALDIR' ın fethullahçı terör örgütü ile aidiyeti, iltisakı veya irtibatı belirlendiği için açığa alındıklarının ihbarı üzerine şüpheliler hakkında Nazilli Cumhuriyet Başsavcılığınca silahlı terör örgütüne üye olma suçundan soruşturmaya başlanıldığı,
Nazilli Sulh Ceza Hakimliğinin 2016/1694 D.iş sayılı arama ve el koyma kararına istinaden yapılan aramada;
...
Mustafa Baldır'ın ikametinden, İnterpres marka ... seri no'lu 12 kalibre 1 adet yarı otomatik tüfek, ... marka ... seri no'lu 9 mm çapında 1 adet kurusıkı tabanca ve 1 adet şarjör. ... marka seri numarası bulunmayan 9 mm çapında 1 adet kurusıkı tabanca, 9 mm çapında 54 adet ses fişeği, ... marka ... imei numaralı ... hat numaralı sim kartlı cep telefonu, ... marka ... imei numaralı ... hat numaralı sim kartlı cep telefonu, Mustafa Baldır adına kesilmiş 30 TL tutarlı fatura, ... seri nolu pasaport, üzerinde dua mecmuası yazılı kitap, Kalem kamera ve bağlantı kablosu, 'E 51996821 H' ibareli 1 adet1 (bir) amerikan doları, Lenova marka ... seri nolu siyah renkli laptop, Hak Dini Kuran Dili isimli 2 adet kitabın ele geçirildiği
Şüphelinin FETÖ terör örgütü üyeliği yukarıda açıkça gösterilen delillerle ortaya konulmuştur. Burada belkide temel hukuki tartışma konusu terör örgütü üyelerinin terör örgütünün hangi fiillerinden sorumlu tutulacağı noktasıdır. Dışarıdan bakan bir göz darbe teşebbüsünün üniformalı örgüt üyelerince yapıldığı, anayasal düzene karşı suçun da bunlar tarafından işlendiği, bunun dışında örgütün çeşitli konumlarında bulunan çeşitli isimler altındaki mensuplarına örgütün bu fiilinde sorumlu tutulmamaları gerektiği gibi bir anlayış toplu suçların, örgüt suçlarının mantığına terstir. Yani FETÖ terör örgütünün jargonunda örneğin 'sohbetçi' 'irşatçı', 'il imamı', 'mütevelli heyet', 'şakirt' vs gibi isimlerle anılan bir çok kademedeki ÜNİFORMASIZ örgüt mensuplarının örgütün askeri ve silahlı kanadının fiillerinden sorumlu tutulmaması ÖRGÜT, TERÖR ÖRGÜTÜ, TOPLU SUÇLAR mantığını anlamamak manasına gelir. Yani FETÖ terör örgütüne üye olan herkes Anayasayı ihlal suçuna hükümete karşı suça iştirak etmişlerdir. İster üniformalı olsunlar ister üniformasız olsunlarbaşka bir türlü mantık ve suç teorisi neredeyse 'şiddete bulaşmamış' örgütün başka bazı kritik görevlerinde bulunmuş kişilerin cezasız kalabilme ihtimallerini doğurabilecektir.
Kaldı ki Ankara, İstanbul, İzmir gibi Türkiye'nin büyük metropollerinde yürütülen soruşturmalarda ve davalarda mesafeler katedildikçe yukarıda izahı yapılan hususun gerçekleştiği görülecektir.
... FETÖ terör örgütü amacını gerçekleştirmek için silahlı, silahsız sayılabilecek her yol ve yöntemi kullanan neredeyse 'ULTRA' bir terör örgütüdür. Bilinen gelmiş geçmiş hiç bir terör örgütünün savaş uçağı, savaş helikopteri vs.si olmamıştır. Ancak bu örgüt bu terör örgütü bunları kullanmış yukarıda ayrıntılarıyla izah edildiği şekilde 'YÜCE MECLİSİ' bombalamış, her türlü melameti bu aziz vatana ve ülkeye reva görmüşlerdir.
Özetle FETÖ terör örgütü üyeleri aynı zamanda Anayasayı ihlal [etmiş] ve hükümete karşı suç da işlemişlerdir. Aksinin kabulü amaçsız bir terör örgütü üyeliği tanımı oluşturacaktır ki bu da ne fiili gerçeklikle ne de hukuki gerçeklikle bağdaşmaz ..."
22. Aydın 2. Ağır Ceza Mahkemesi 23/1/2017 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2017/26 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır.
23. Mahkeme 22/2/2017 tarihinde yaptığı birinci duruşmada başvurucunun savunmasını almıştır. Başvurucu savunmasında üzerine atılı suçlamaları kabul etmemiş ve önceki ifadelerini tekrar ederek FETÖ/PDY ile hiçbir bağlantısının olmadığını beyan etmiştir. Mahkemece, bu duruşmada başvurucunun tahliyesine karar verilmiş; başvurucu aynı gün serbest bırakılmıştır.
24. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla ilk derece mahkemesinde derdesttir.
25. Diğer taraftan başvurucu -1/9/2016 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren- 15/8/2016 tarihli ve 672 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Kamu Personeline İlişkin Alınan Tedbirlere Dair Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile kamu görevinden çıkarılmıştır. Başvurucu hakkındaki kamu görevinden çıkarma kararı -14/7/2017 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren- 5/6/2017 tarihli ve 692 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında KHK ile kaldırılmıştır.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
1. Kanun Metinleri
26. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Tutuklama nedenleri" kenar başlıklı 100. maddesinin ilgili bölümü şöyledir:
"(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.
(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.
b) Şüpheli veya sanığın davranışları;
1. Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme,
2. Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,
Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.
(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) 26.9.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;
11. Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),
..."
27. 5271 sayılı Kanun'un "Tutuklama kararı" kenar başlıklı 101. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
"(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir.
(2) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda;
a) Kuvvetli suç şüphesini,
b) Tutuklama nedenlerinin varlığını,
c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu,
gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir."
28. 6/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Anayasayı ihlal" kenar başlıklı 309. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"Cebir ve şiddet kullanarak, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya bu düzen yerine başka bir düzen getirmeye veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye teşebbüs edenler ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılırlar."
29. 5237 sayılı Kanun'un "Hükûmete karşı suç" kenar başlıklı 312. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs eden kimseye ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilir."
30. 5237 sayılı Kanun'un "Silâhlı örgüt" kenar başlıklı 314. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
"(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir."
2. Yargıtay Kararları
31. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 26/9/2017 tarihli ve E.2017/16.MD-956, K.2017/370 sayılı kararının ilgili bölümü şöyledir:
"...
2- FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü
FETÖ/PDY silahlı terör örgütü, paravan olarak kullandığı dini, din dışı dünyevi emellerine ulaşma aracı haline getiren; siyasi, ekonomik ve toplumsal yeni bir düzen kurma tasavvuruna sahip örgüt liderinden aldığı talimatlar doğrultusunda hareket eden; bu amaçla öncelikle güç kaynaklarına sahip olmayı hedefleyip güçlü olmak ve yeni bir düzen kurmak için şeffaflık ve açıklık yerine büyük bir gizlilik içerisinde olmayı şiar edinen; bir istihbarat örgütü gibi kod isimler, özel haberleşme kanalları, kaynağı bilinmeyen paralar kullanıp böyle bir örgütlenmenin olmadığına herkesi inandırmaya çalışarak ve bunda başarılı olduğu ölçüde büyüyüp güçlenen, bir yandan da kendi mensubu olmayanları düşman olarak görüp mensuplarını motive eden; 'Altın Nesil' adını verdiği kadrolarla sistemle çatışmak yerine sisteme sahip olma ilkesiyle devlete tabandan tavana sızan; bu kadroların sağladığı avantajlarla devlet içerisinde belli bir güce ulaştıktan sonra hasımlarını çeşitli hukuki görünümlü hukuk dışı yöntemlerle tasfiye eden; böylece devlet aygıtının bütün alt bileşenlerini ünite ünite kontrol altına almayı ve sisteme sahip olmayı planlayıp ele geçirdiği kamu gücünü de kullanarak toplumsal dönüşümü sağlamayı amaçlayan; casusluk faaliyetlerini de bünyesinde barındıran atipik/suigeneris bir terör örgütüdür.
Örgütün hiyerarşik yapılanması tabaka-kat sistemine dayanır. Katlar arasında geçişler mümkün ise de, dördüncü kattan sonrasındaki geçişleri önder belirlemektedir. Katlar şu şekildedir:
a) Birinci Kat (Halk Tabakası): Örgüte iman ve gönül bağıyla bağlı olanlar, fiili ve maddi destek sağlayanlardan oluşur. Bunların bir çoğu örgütün hiyerarşik yapısına dahil olmayan bilinçli veya bilinçsiz hizmet ettirilen kesimdir.
b) İkinci Kat (Sadık Tabaka): Okul, dershane, yurt, banka, gazete, vakıf ve kurum görevlilerinden oluşan sadık gruptur. bunlar örgüt sohbetlerine katılan, düzenli aidat ödeyen, az veya çok örgüt ideolojisini bilen kişilerdir.
c) Üçüncü Kat (İdeolojik Örgütlenme Tabakası): Gayri resmi faaliyetlerde görev alan, örgüt ideolojisini benimseyen ve ona bağlı çevresine propaganda yapan kişilerdir.
d) Dördüncü Kat (Teftiş Kontrol Tabakası): Bütün hizmeti (legal ve illegal) denetler. Bağlılık ve itaatte dereceye girenler buraya yükselebilir. Bu tabakaya girenler örgütte çocuk yaşta kazandırılanlardan seçilir. Örgüte sonradan katılanlar genellikle bu katta ve daha üst katlarda görev alamazlar.
e) Beşinci Kat (Organize Eden ve Yürüten Tabaka): Üst düzey gizlilik gerektirir. Birbirlerini çok az tanırlar. Örgüt lideri tarafından atanan ve devletteki yapıyı organize edip yürüten kişilerdir.
f) Altıncı Kat (Has Tabaka): Örgüt lideri Fethullah Gülen tarafından bizzat atanan ve lider ile alt tabakaların irtibatını sağlayan, örgüt içi görev değişiklikleri yapıp azillere bakan kişilerdir.
g) Yedinci Kat (Kurmay Tabaka): Örgüt lideri tarafından doğrudan seçilen ve on yedi kişiden oluşan örgütün en seçkin kesimidir.
3- Hata Hükümleri Çerçevesinde Silahlı Terör Örgüt Üyeliği Suçunun Değerlendirilmesi
Bir suç örgütü, baştan itibaren suç işlemek üzere kurulmuş illegal bir yapı olabileceği gibi, legal olarak faaliyet göstermekte olan bir sivil toplum örgütünün sonradan bir suç örgütüne, hatta terör örgütüne dönüşmesi de mümkündür. Bu kapsamda önceden var olan ancak hakkında karar verilmediği için kamuoyu tarafından varlığı bilinmeyen örgütün hukuki varlık kazanması mahkemeler tarafından verilecek karara bağlı ise de örgütün kurucusu, yöneticileri ya da üyeleri; kuruluş tarihinden veya meşru amaçlarla kurulup daha sonra suç örgütüne dönüştüğü andan itibaren ceza hukuku bakımından sorumlu olacaklardır.
Silahlı terör örgütüne üye olma suçunun doğrudan kastla işlenebildiği gözetilerek, hukuki zeminde faaliyet gösteren ve nihai amacını gizli tutması nedeniyle açıkça bilinmeyen yapılara dahil olan örgüt mensuplarından bir kısmının, oluşumun bir terör örgütü olduğunu bilmediklerini iddia etmeleri durumunda, TCK'nun 30. maddesinin birinci fıkrasında yer alan hata hükmü uyarınca değerlendirme yapmak gerekecektir.
FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün, Devletin anayasal düzenini cebir ve şiddet kullanarak değiştirmek olan nihai amacını gerçekleştirmek için "mahrem alan" şeklinde örgütlenmesi ve devletin silahlı kuvvetlerindeki unsurları dikkate alındığında gerekli ve yeterli örgütsel güce sahip olduğu hususunda tereddüt bulunmamaktadır. Örgütün bu amaç ve yöntemlerini bilen örgüt mensuplarının örgütteki konumları gözetilerek cezalandırılacağı da açıktır. örgütlenme piramidine göre, beş, altı ve yedinci kat ve kural olarak üç ve dördüncü katlarda bulunan örgüt mensuplarının bu durumda olduklarının kabulü gerekmektedir. Ancak önce dini bir kült, ardından da terör örgütü haline dönüşen FETÖ/PDY'nin, başlangıçta bir ahlak ve eğitim hareketi olarak ortaya çıkması ve genellikle böyle algılanması, örgütün gayrı meşru amaçlarını gizleyip alenen kriminalize olmamaya çalışması ve örgütün kurucusu ve yöneticisi Fethullah Gülen hakkında Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesince verilen beraat kararının onanarak kesinleşmesi karşısında, özellikle örgütün sözde meşruiyet vitrini olarak kullanılan diğer katlardaki örgüt mensupları tarafından bilinip bilinmediğinin olaysal olarak TCK'nun 30. maddesi kapsamında değerlendirilmesi gerekmektedir.
Bu bağlamda söz konusu değerlendirme yapılırken, ülke çapında yürütülen soruşturma ve kovuşturmalar, FETÖ/PDY silahlı terör örgütüyle ilgili dava dosyalarında yer alan EGM'nin [Emniyet Genel Müdürlüğü] örgüt hakkındaki raporuyla diğer belgeler, mahkemelerce karara bağlanan davalar, bu davalarda dinlenen itirafçı sanıkların savunmaları, tanık beyanları ve benzer pek çok kaynakta yer aldığı üzere; örgüt mensubu olan kamu görevlileri tarafından örgütün nihai amacının açıkça ortaya konularak, devleti ve hükümeti açıkça hedef alan terör faaliyetlerinin icra edilmesi, bu faaliyetlerin örgüt liderinin açıklamaları ve basın yayın araçlarıyla üstlenilmesi gibi sansasyonel olayların kamuoyunun gündemini uzunca bir süre meşgul edip yoğun bir şekilde tartışılması hususları gözden kaçırılmamalıdır. Bu nitelikli çok sayıda olay arasında, 7 Şubat 2012 tarihli MİT krizi, gayri hukuki iletişimin dinlenmesi kararları aracılığıyla elde edilmiş hukuka aykırı bulgulara dayandığı ve suç unsurlarının da oluşmadığı gerekçeleriyle kovuşturmaya yer olmadığı kararlarına konu olan 17/25 Aralık 2013 tarihli operasyonlar ile 1 Ocak ve 19 Ocak 2014 tarihli MİT tırlarının durdurulması hadiselerini saymak mümkündür.
Ayrıca, Milli Güvenlik Kurulunun 30.10.2014 ve daha sonraki tarihlerde gerçekleştirdiği müteaddit toplantılarında alınan ve kamuoyuyla paylaşılan kararlarda; FETÖ/PDY'nin, milli güvenliği tehdit eden ve kamu düzenini bozan, devlet içerisinde legal görünüm altında illegal faaliyetler yürüten, illegal ekonomik boyutu bulunan, diğer terör örgütleriyle işbirliği yapan bir terör örgütü olduğuna dair değerlendirmelerin yapılması ve bu terör örgütüyle devletin tüm kurum ve birimleriyle birlikte etkin bir mücadele edilmesine dair kararların alınması, aynı tespit ve açıklamaların devlet ve hükümet yetkililerince de en üst düzeyde benimsenip kamuoyuyla paylaşılması gibi olguların da gözardı edilmemesi gerekir.
32. Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 26/10/2017 tarihli ve E.2017/1809, K.2017/5155 sayılı kararının ilgili bölümü şöyledir.
Örgüt üyesi, örgüt amacını benimseyen, örgütün hiyerarşik yapısına dahil olan ve bu suretle verilecek görevleri yerine getirmeye hazır olmak üzere kendi iradesini örgüt iradesine terk eden kişidir. Örgüt üyeliği, örgüte katılmayı, bağlanmayı, örgüte hakim olan hiyerarşik gücün emrine girmeyi ifade etmektedir. Örgüt üyesi örgütle organik bağ kurup faaliyetlerine katılmalıdır. Organik bağ, canlı, geçişken, etkin, faili emir ve talimat almaya açık tutan ve hiyerarşik konumunu tespit eden bağ olup, üyeliğin en önemli unsurudur. Örgüte yardımda veya örgüt adına suç işlemede de, örgüt yöneticileri veya diğer mensuplarının emir ya da talimatları vardır. Ancak örgüt üyeliğini belirlemede ayırt edici fark, örgüt üyesinin örgüt hiyerarşisi dahilinde verilen her türlü emir ve talimatı sorgulamaksızın tamamen teslimiyet duygusuyla yerine getirmeye hazır olması ve öylece ifa etmesidir.
Silahlı örgüte üyelik suçunun oluşabilmesi için örgütle organik bağ kurulması ve kural olarak süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk gerektiren eylem ve faaliyetlerin bulunması aranmaktadır. Ancak niteliği, işleniş biçimi, meydana gelen zarar ve tehlikenin ağırlığı, örgütün amacı ve menfaatlerine katkısı itibariyle süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk özelliği olmasa da ancak örgüt üyeleri tarafından işlenebilen suçların faillerinin de örgüt üyesi olduğunun kabulü gerekir. Örgüte sadece sempati duymak ya da örgütün amaçlarını, değerlerini, ideolojisini benimsemek, buna ilişkin yayınları okumak, bulundurmak, örgüt liderine saygı duymak gibi eylemler örgüt üyeliği için yeterli değildir. (Evik, Cürüm işlemek için örgütlenme, Syf 383 vd.)
Örgüt üyesinin, örgüte bilerek ve isteyerek katılması, katıldığı örgütün niteliğini ve amaçlarını bilmesi, onun bir parçası olmayı istemesi, katılma iradesinin devamlılık arz etmesi gerekir. Örgüte üye olan kimse, bir örgüte girerken örgütün kanunun suç saydığı fiilleri işlemek amacıyla kurulan bir örgüt olduğunu bilerek üye olmak kastı ve iradesiyle hareket etmelidir. Suç işlemek amacıyla kurulmuş örgüte üye olmak suçu için de saikin "suç işlemek amacı" olması aranır. (Toroslu özel kısım syf.263-266, Alacakaptan Cürüm İşlemek İçin Örgüt syf.28, Özgenç Genel Hükümler syf.280)
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Kuruluş, amaç, örgüt yapılanması ve faaliyet yöntemleri Dairemizin 2015/3 E.sy.kararında anlatılan ve nihai amacı, Devletin anayasal nizamını cebir ve şiddet kullanarak değiştirmek olduğu anlaşılan FETÖ/PDY terör örgütünün başlangıçta bir ahlak ve eğitim hareketi olarak ortaya çıkması ve toplumun her katmanının büyük bir kesimince de böyle algılanması, amaca ulaşmak için her yolu mübah gören fakat sözde meşruiyetini sivil alanda dinden, kamusal alanda ise hukuktan aldığı izlenimi vermek için yeterli güce ulaşıncaya kadar alenen kriminalize olmamaya özen göstermesi gerçeği nazara alındığında, örgütün sözde meşruiyet vitrini olarak kullanılan katlarla irtibatlı olduğu anlaşılan ve fakat örgütün nihai amacını bildiği, örgütle organik bir bağ kurarak hiyerarşisine dahil olduğu yönünde herhangi bir delil bulunmayan sanığın, hükme esas alınan ikrarı ve HTS kayıt içeriğine göre ... İlçe Tarım Müdürlüğü'nde ziraat mühendisi olarak görev yaptığı dönemde, örgütün ilçe imamı olduğu iddia edilen ve örgütün ilçe yapılanması içerisinde görevli oldukları iddiasıyla haklarında soruşturma yürütülen şahıslarla telefonla görüşmek suretiyle irtibat içinde olmak, çoğunluğu kamuoyu nezdinde örgütün gerçek yüzünü ortaya koyan, hukuki kılıflarla kamu görevlileri ve sivil şahıslara yönelik bir kısım operasyonlara başladığı 2013 yılı öncesinde olmak üzere birkaç kez de bu tarihten sonra örgütün dini sohbet toplantılarına katılmak, örgüt tarafından çıkarılan gazetelere gerçek ismiyle abone olmak veçocuğunu örgüte müzahir olması nedeniyle kapatılan ... isimli okula göndermekten ibaret eylemlerinin, sanığın konum ve kişisel özellikleri de nazara alındığında sempati ve iltisak boyutunu aşan, örgüt üyesi olduğunu ispat etmeye yeterli örgütsel faaliyetler kapsamında değerlendirilemeyeceği gözetil[melidir] ..."
B. Uluslararası Hukuk
1. Sözleşme Metinleri
33. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (AİHS/Sözleşme) "Özgürlük ve güvenlik hakkı" kenar başlıklı 5. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:
"1. Herkes özgürlük ve güvenlik hakkına sahiptir. Aşağıda belirtilen haller dışında ve yasanın öngördüğü usule uygun olmadan hiç kimse özgürlüğünden yoksun bırakılamaz:
c) Kişinin bir suç işlediğinden şüphelenmek için inandırıcı sebeplerin bulunduğu veya suç işlemesine ya da suçu işledikten sonra kaçmasına engel olma zorunluluğu kanaatini doğuran makul gerekçelerin varlığı halinde, yetkili adli merci önüne çıkarılmak üzere yakalanması ve tutulması;
2. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı
34. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin 5. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (c) bendi uyarınca yalnızca bir ceza soruşturması veya kovuşturması çerçevesinde, kişinin suç işlediğine dair şüphenin bulunması hâlinde yetkili adli makamın huzuruna çıkarılması amacıyla tutuklanabileceği yönündeki içtihadını (Jecius/Litvanya, B. No: 34578/97, 31/7/2000, § 50; Wloch/Polonya, B. No: 27785/95, 19/10/2000, § 108) yakın dönemde verdiği Buzadjı/Moldova Cumhuriyeti ([BD], B. No: 23755/07, 5/7/2016) kararında geliştirmiştir. Buna göre ilk tutuklama kararından itibaren suçun işlendiğine ilişkin makul şüphenin varlığı yanında tutuklamaya ilişkin nedenlerin bulunduğunun ilgili ve yeterli gerekçelerle ortaya konması gerekir (Buzadjı/Moldova Cumhuriyeti, § 87).
35. AİHM'e göre ilk tutuklama için yeterli görülen makul şüphenin varlığı, elde edilen deliller ve somut olayın kendine özgü koşulları da dikkate alındığında olaylara dışarıdan bakan, tamamen objektif bir gözlemciyi ikna edecek yeterlilikte olmalıdır. Toplanan deliller, objektif bir gözlemciye sunulduğunda şüpheli ya da sanığın atılı suçu işlemiş olabileceği yönünde gözlemcide kanaat oluşturmaya yeterli ise somut olayda makul şüphe vardır. Diğer bir ifade ile inandırıcı neden ya da makul şüphe, suçlanan kişinin üzerine atılı suçu işlemiş olabileceğine dair objektif bir gözlemciyi ikna etmeye yeterli olay, olgu veya bilginin varlığını gerektirmektedir. Bununla birlikte neyin makul sayılacağı olayın tüm koşullarına bağlı olarak belirlenmelidir (Fox, Campbell ve Hartley/Birleşik Krallık, B. No: 12244/86-12245/86-12383/86, 30/8/1990, § 32; O'Hara/Birleşik Krallık, B. No: 37555/97, 16/10/2001, § 34).
36. AİHM, tutukluluğu meşru kılan makul dört temel neden belirlemiştir: Bunlar; sanığın duruşmaya çıkmama (kaçma) tehlikesi (Stögmüller/Avusturya, B. No: 1602/62, 10/11/1969, hukuki gerekçe bölümü § 15), sanığın serbest bırakıldıktan sonra adaletin iyi idaresine zarar verecek tarzda önlemler alabilecek olma (özellikle delillerin yok edilme) tehlikesi (Wemhoff/Almanya, B. No: 2122/64, 27/6/1968, hukuki gerekçe bölümü § 14), tekrar suç işleme tehlikesi (Matznetter/Avusturya, B. No: 2178/64, 10/11/1969, hukuki gerekçe bölümü § 7) ve kamu düzenini bozma tehlikesidir (Letellier/Fransa, B. No: 12369/86, 26/6/1991, § 51).
37. AİHM, Ayşe Yüksel ve diğerleri/Türkiye (B. No: 55835/09-55836/09-55839/09, 31/5/2016) kararında Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneğinin (Dernek) yöneticileri olan başvurucuların "Ergenekon soruşturmaları" kapsamında tutuklanmalarının hukuki olmadığı iddialarını incelemiştir. AİHM, ilk olarakHükûmetin görüşleri ile bilhassa İstanbul Emniyet Müdürlüğünün 10/4/2009 tarihli yazısı, başvurucuların ifade tutanakları, iddianame ve başvuruların yargılandıkları davadaki mahkeme kararı gibi dosyada yer alan bilgi ve belgeleri dikkate alarak başvurucular hakkında suç işlediklerine ilişkin duyulan şüphelere dayanak oluşturan olayların, ilgililerin Ergenekon davasında yargılanan bazı sanıklar ile bağlantılı olarak Dernek için ya da Dernek ile işbirliği hâlinde gerçekleştirdikleri çalışmalara ve ilgililerin bazı siyasi gösterilere katılmalarına ilişkin eylemlerle ilgili olduğunu tespit etmiştir. AİHM, sonrasında Hükûmetin, başvurucuların özgürlüklerinden yoksun bırakılmalarının, başvurucuların yanı sıra 13/4/2009 tarihinde gözaltına alınan diğer şahısların da Dernekle bağlantıları olduğu ve söz konusu Derneğin bazı üye ve yöneticilerinin isimlerinin Ergenekon örgütünün temel belgelerinde geçtiği gerekçesiyle Sözleşme'nin 5. maddesinin 1. fıkrasına uygun olduğu yönündeki iddiasını, başvurucuların bizzat kendi aralarında ve Ergenekon örgütüyle bir bağlantıları olduğuna dair delil sunulmamış olması nedeniyle inandırıcı bulmadığını belirtmiştir. AİHM, ayrıca Derneğin bazı üyelerinin de yasadışı bir örgüte üye olduğu, öte yandan Derneğin burs verdiği bir kişinin başka bir yasadışı örgüte üye olduğuna dair hakkında şüphe duyulduğu yönündeki iddiaların; objektif bir gözlemciyi, başvurucuların yasa dışı bir örgüte üye olma suçunu işlemiş olabilecekleri konusunda ikna etmek için yeterli olmadığını ifade etmiştir. Öte yandan AİHM, başvurucuların yargılandıkları davada herhangi bir suç işlememiş oldukları gerekçesiyle beraatlarına karar verdiğine ve kararın gerekçesinde, dosyada yer alan delillerin bir kısmının sahte olduğunun tespit edildiğine dikkat çekmiştir. AİHM, bu değerlendirmeler ışığında, somut olayda ulusal makamlar tarafından ileri sürülen yasal hükümlerin yorumlanmasının ve uygulanmasının, başvurucuların maruz kaldığı, usul ve kurallara aykırı ve keyfi bir nitelik taşıyan özgürlükten yoksun bırakmayı değerlendirme noktasında makul olmadığı kanaatine vararak Sözleşme'nin 5. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ihlal edildiğine karar vermiştir (Ayşe Yüksel ve diğerleri/Türkiye,§§ 55-59).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
38. Mahkemenin 4/4/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
39. Başvurucu, FETÖ/PDY ile bir ilgisinin olmamasına rağmen, buna ilişkin hiçbir somut delil ortaya konulmadan ve savunma hakkına riayet edilmeden 672 sayılı KHK ile kamu görevinden çıkarıldığını belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
40. Anayasa'nın Anayasa Mahkemesinin "görev ve yetkileri"ni düzenleyen 148. maddesinin üçüncü fıkrasının son cümlesi şöyledir:
"Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır."
41. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un "Bireysel başvuru hakkı" kenar başlıklı 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
"İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir."
42. Anılan Anayasa ve Kanun hükümlerine göre bireysel başvuru yoluyla Anayasa Mahkemesine başvurabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması gerekir. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, iddia edilen hak ihlallerinin derece mahkemelerince düzeltilmemesi hâlinde başvurulabilecek ikincil nitelikte bir kanun yoludur (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No: 2012/403, 26/3/2013, §§ 16-17).
43. 685 sayılı KHK'nın 1. maddesiyle Anayasa'nın 120. maddesi kapsamında ilan edilen ve 21/7/2016 tarihli Türkiye Büyük Millet Meclisi kararıyla onaylanan olağanüstü hâl kapsamında, terör örgütlerine veya devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna Millî Güvenlik Kurulunca (MGK) karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti, aidiyeti, iltisakı veya bunlarla irtibatı olduğu gerekçesiyle başka bir idari işlem tesis edilmeksizin doğrudan KHK hükümleri ile tesis edilen işlemlere ilişkin başvuruları değerlendirmek ve karara bağlamak üzere Olağanüstü Hâl İşlemleri İnceleme Komisyonu (Komisyon) kurulmuştur.
44. Anayasa Mahkemesi; olağanüstü hâl KHK'ları ile kamu görevinden çıkarılan kişiler yönünden anılan Komisyona başvuru yolunun, tüketilmesi gereken etkili bir hukuk yolu olduğunu belirtmiştir (Remziye Duman, B. No: 2016/25923, 20/7/2017, §§ 35-48). Bu itibarla Komisyona başvuru yolu tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun "ikincillik niteliği" ile bağdaşmayacağı sonucuna varılmıştır. Kaldı ki başvurucu hakkındaki kamu görevinden çıkarma kararı 692 sayılı KHK ile kaldırılmıştır.
45. Açıklanan gerekçelerle idari ve/veya yargısal başvuru yolları tüketilmeden temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasının bireysel başvuru konusu yapıldığı anlaşıldığından başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Kişi Hürriyeti ve Güvenliği Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
46. Başvurucu; üzerine atılı suç ile bir ilgisinin bulunmadığını, suç işlediğine dair somut hiçbir delilin ortaya konulmadığını, olayda tutuklama koşullarının bulunmadığını, buna rağmen haksız ve hukuka aykırı bir şekilde tutuklanmasına karar verildiğini belirterek kişi hürriyeti ve güvenliği, adil yargılanma ve mülkiyet hakları başta olmak üzere birçok temel hak ve özgürlüğünün ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
47. Anayasa'nın "Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması" kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."
48. Anayasa'nın "Kişi hürriyeti ve güvenliği" kenar başlıklı 19. maddesinin birinci fıkrası ile üçüncü fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:
"Herkes, kişi hürriyeti ve güvenliğine sahiptir.
Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler, ancak kaçmalarını, delillerin yokedilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hallerde hâkim kararıyla tutuklanabilir."
49. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Bu itibarla başvurucun tutuklamanın hukuki olmadığına yönelen bu bölümdeki iddialarının Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamında, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı kapsamında incelenmesi gerekir.
a. Uygulanabilirlik Yönünden
50. Anayasa Mahkemesi, olağanüstü yönetim usullerinin uygulandığı dönemlerde alınan tedbirlere ilişkin bireysel başvuruları incelerken Anayasa'nın 15. maddesinde ortaya konulan temel hak ve özgürlüklere ilişkin güvence rejimini dikkate alacağını belirtmiştir. Buna göre olağanüstü bir durumun bulunması ve bunun ilan edilmesinin yanı sıra bireysel başvuruya konu temel hak ve özgürlüklere müdahale teşkil eden tedbirin olağanüstü durumla bağlantılı olması hâlinde inceleme Anayasa'nın 15. maddesi uyarınca yapılacaktır (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 187-191).
51. Soruşturma mercilerince başvurucuya yöneltilen ve tutuklama tedbirine konu olan suçlama, başvurucunun darbe teşebbüsünün arkasındaki yapılanma olduğu belirtilen FETÖ/PDY üyesi olduğu iddiasıdır. Anayasa Mahkemesi, anılan suçlamanın olağanüstü hâl ilanını gerekli kılan olaylarla ilgili olduğunu değerlendirmiştir (Selçuk Özdemir [GK], B. No: 2016/49158, 26/7/2017, § 57).
52. Bu itibarla başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin hukuki olup olmadığının incelenmesi Anayasa'nın 15. maddesi kapsamında yapılacaktır. Bu inceleme sırasında öncelikle başvurucunun tutuklanmasının başta Anayasa'nın 13. ve 19. maddeleri olmak üzere diğer maddelerinde yer alan güvencelere aykırı olup olmadığı tespit edilecek; aykırılık saptanması hâlinde ise Anayasa'nın 15. maddesindeki ölçütlerin bu aykırılığı meşru kılıp kılmadığı değerlendirilecektir (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 193-195, 242; Selçuk Özdemir, § 58).
b. Kabul Edilebilirlik Yönünden
53. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeninin bulunmadığı anlaşılan bu bölümdeki iddiaların kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
c. Esas Yönünden
i. Genel İlkeler
54. Anayasa'nın 19. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına sahip olduğu ilke olarak ortaya konduktan sonra ikinci ve üçüncü fıkralarında, şekil ve şartları kanunda gösterilmek şartıyla kişilerin özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği durumlar sınırlı olarak sayılmıştır. Dolayısıyla kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının kısıtlanması ancak Anayasa'nın anılan maddesi kapsamında belirlenen durumlardan herhangi birinin varlığı hâlinde söz konusu olabilir (Murat Narman, B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 42).
55. Ayrıca kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına yönelik bir müdahale, temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin ölçütlerin belirlendiği Anayasa'nın 13. maddesinde belirtilen koşullara uygun olmadığı müddetçe Anayasa'nın 19. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Bu sebeple sınırlamanın Anayasa'nın 13. maddesinde öngörülen ve tutuklama tedbirinin niteliğine uygun düşen; kanun tarafından öngörülme, Anayasa'nın ilgili maddelerinde belirtilen haklı sebeplerden bir veya daha fazlasına dayanma ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir (Halas Aslan, B. No: 2014/4994, 16/2/2017, §§ 53, 54).
56. Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasına göre tutuklama ancak "suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler" bakımından mümkündür. Bir başka anlatımla tutuklamanın ön koşulu, kişinin suçluluğu hakkında kuvvetli belirtinin bulunmasıdır. Bunun için suçlamanın kuvvetli sayılabilecek inandırıcı delillerle desteklenmesi gerekir. İnandırıcı delil sayılabilecek olguların niteliği büyük ölçüde somut olayın kendine özgü şartlarına bağlıdır (Mustafa Ali Balbay, B. No: 2012/1272, 4/12/2013, § 72).
57. Öte yandan Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında, tutuklama kararının "kaçma" ya da "delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini" önlemek amacıyla verilebileceği belirtilmiştir. 5271 sayılı Kanun'un 100. maddesinde de tutuklama nedenleri sayılmıştır. Buna göre şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olguların bulunması, şüpheli veya sanığın davranışlarının delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma hususlarında kuvvetli şüphe oluşturması hâllerinde tutuklama kararı verilebilecektir. Maddede ayrıca işlendiği konusunda kuvvetli şüphe bulunması şartıyla tutuklama nedeninin varsayılabileceği suçlara ilişkin bir listeye yer verilmiştir (Halas Aslan, §§ 58, 59).
58. Diğer taraftan Anayasa'nın 13. maddesinde temel hak ve özgürlüklere yönelik sınırlamaların "ölçülülük" ilkesine aykırı olamayacağı belirtilmiştir. Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan "tutuklamayı zorunlu kılan" ibaresiyle de tutuklamanın ölçülü olması gerektiğine işaret edilmektedir. Bu bağlamda dikkate alınacak hususlardan biri tutuklama tedbirinin isnat edilen suçun önemi ve uygulanacak olan yaptırımın ağırlığı karşısında ölçülü olmasıdır. Nitekim 5271 sayılı Kanun'un 100. maddesinde; işin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması hâlinde tutuklama kararı verilemeyeceği ifade edilmiştir (Halas Aslan, § 72).
59. Her somut olayda tutuklamanın ön koşulu olan suçun işlendiğine dair kuvvetli belirtinin olup olmadığının, tutuklama nedenlerinin bulunup bulunmadığının ve tutuklama tedbirinin ölçülülüğünün takdiri öncelikle anılan tedbiri uygulayan yargı mercilerine aittir. Zira bu konuda taraflarla ve delillerle doğrudan temas hâlinde olan yargı mercileri Anayasa Mahkemesine kıyasla daha iyi konumdadır (Gülser Yıldırım (2) [GK], B. No: 2016/40170, 16/11/2017, § 123).
60. Bununla birlikte yargı mercilerinin belirtilen hususlardaki takdir aralığını aşıp aşmadığı Anayasa Mahkemesinin denetimine tabidir. Anayasa Mahkemesinin bu husustaki denetimi, somut olayın koşulları dikkate alınarak özellikle tutuklamaya ilişkin süreç ve tutuklama kararının gerekçeleri üzerinden yapılmalıdır (Erdem Gül ve Can Dündar [GK], B. No: 2015/18567, 25/2/2016, § 79; Selçuk Özdemir, § 76; Gülser Yıldırım (2), § 124). Nitekim 5271 sayılı Kanun'un 101. maddesinin (2) numaralı fıkrasında, tutuklamaya ilişkin kararlarda kuvvetli suç şüphesini, tutuklama nedenlerinin varlığını ve tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu gösteren delillerin somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterileceği belirtilmiştir (Halas Aslan, § 75; Selçuk Özdemir, § 67).
ii. İlkelerin Olaya Uygulanması
61. Başvurucu, darbe teşebbüsünün arkasındaki yapılanma olduğu belirtilen FETÖ/PDY mensubu olduğu iddiasıyla yürütülen soruşturma kapsamında silahlı terör örgütü üyesi olma suçlamasıyla 5271 sayılı Kanun'un 100. maddesi uyarınca tutuklanmıştır. Dolayısıyla başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin kanuni dayanağı bulunmaktadır.
62. Kanuni dayanağı bulunduğu anlaşılan tutuklama tedbirinin meşru bir amacının olup olmadığı ve ölçülülüğü incelenmeden önce tutuklamanın ön koşulu olan "suçun işlendiğine dair kuvvetli belirti" bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi gerekir.
63. Nazilli Kaymakamlığınca, Nazilli Vergi Dairesinde veri hazırlama kontrol işletmeni olarak görev yapmakta olan başvurucunun görevden uzaklaştırıldığının Nazilli Cumhuriyet Başsavcılığına bildirilmesi üzerine başlatılan soruşturmada (bkz. §§ 20, 21) başvurucu hakkında tutuklama tedbirine başvurulmuştur.
64. Nazilli Sulh Ceza Hâkimliğinin tutuklama kararında başvurucu yönünden kuvvetli suç şüphesini oluşturan somut olguların bulunduğuna genel olarak değinilmiş, bu olgulara ilişkin bir açıklamaya yer verilmemiştir. Tutuklamaya yönelik itirazın reddine ilişkin Aydın 2. Sulh Ceza Hâkimliğinin kararında da herhangi bir delile atıf yapılmaksızın genel bir ifadeyle kuvvetli suç şüphesini oluşturan somut olguların bulunduğu ifade edilmiştir (bkz. §§16, 17).
65. İddianamede ise başvurucunun görevinden uzaklaştırılmasına ve konutunda yapılan aramada ele geçirilen materyallere değinilmiş; bu olguların başvurucunun FETÖ/PDY üyesi olduğunu ortaya koyduğu, bu örgüte üye olanların aynı zamanda darbe teşebbüsünden de sorumlu oldukları ileri sürülmüştür (bkz. § 21).
66. Buna göre başvurucuya yöneltilen ve tutuklamaya konu olan suçlamanın dayanaklarından biri, başvurucunun görevinden uzaklaştırılmasıdır. Başvurucu, 672 sayılı KHK ile kamu görevinden çıkarılmıştır.
67. 15/7/2016 tarihinde gerçekleşen askerî darbe teşebbüsünden sonra 21/7/2016 tarihinde -ülke genelinde- olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiş ve olağanüstü hâl bugüne kadar birçok kez uzatılmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 12, 48). Olağanüstü hâl döneminde alınan tedbirlerden biri de 667 sayılı KHK'nın 3. ve 4. maddeleri uyarınca "terör örgütlerine veya devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna MGK'ca karar verilen yapı, oluşum veya gruplara" üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilenlerin kamu görevlilerinin veya yargı mensuplarının görevlerinden uzaklaştırılması ya da kamu görevinden veya meslekten çıkarılmasıdır (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 56-59).
68. Anayasa Mahkemesince daha önce de ifade edildiği üzere 667 sayılı KHK'nın 3. ve 4. maddelerine göre kamu görevinden veya meslekten çıkarma tedbirlerinin uygulanması için mutlaka terör örgütüyle, terör faaliyetleriyle ve bu arada darbe teşebbüsüyle kişi/kişiler arasında bağ kurulması aranmamış; devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna MGK'ca karar verilen "yapı", "oluşum" veya "gruplar"la bağ kurulması yeterli görülmüştür. Ayrıca bu tedbirlerin uygulanabilmesi için söz konusu bağın yapıya, oluşuma veya gruba "üyelik" veya "mensubiyet" şeklinde olması zorunlu olmayıp "iltisak" ya da "irtibat" şeklinde olması da yeterlidir. Öte yandan anılan maddelerde, terör örgütleri veya MGK'ca devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplar ile üyeler arasındaki bağın "sübut" derecesinde ortaya konulması aranmamıştır (AYM, E.2016/6 (Değişik İşler), K.2016/12, 4/8/2016, §§ 84-86).
69. Anayasa Mahkemesi, 667 sayılı KHK'nın 3. ve 4. maddeleri kapsamında kamu görevinden veya meslekten çıkarmanın, adli suç veya disiplin suçu işlenmesi karşılığında uygulanan yaptırımlardan farklı olarak terör örgütleri ile millî güvenliğe karşı faaliyette bulunduğu kabul edilen diğer yapıların kamu kurum ve kuruluşlarındaki varlığını ortadan kaldırmayı amaçlayan, geçici olmayan ve nihai sonuç doğuran bir "olağanüstü tedbir" niteliğinde olduğunu; bu kapsamda yapılacak değerlendirmenin, adli suç veya disiplin suçu niteliğindeki somut bir eylemin soruşturulması mahiyetinde bulunmadığını; burada ulaşılacak kanaatin cezai sorumluluğun tespitinden bağımsız olduğunu belirtmiştir (AYM, E.2016/6 (Değişik İşler), K.2016/12, 4/8/2016, §§ 79, 86, 96).
70. Dolayısıyla darbe teşebbüsü sonrasında ilan edilen olağanüstü hâl döneminde alınan kamu görevinden veya meslekten çıkarma tedbirlerinin yukarıda belirtilen özellikleri ve bu tedbirlerin uygulanabilmesi için gerekli şartların niteliği birlikte dikkate alındığında, başvurucu hakkında görevden uzaklaştırma ve/veya kamu görevinden çıkarma tedbirlerinin uygulanmasının -tek başına- suç işlediğine dair kuvvetli bir belirti olarak kabulü mümkün değildir. Kaldı ki başvurucu hakkındaki kamu görevinden çıkarma kararı, daha sonra 692 sayılı KHK ile kaldırılmıştır.
71. Soruşturma mercileri ayrıca başvurucunun konutunda yapılan aramada ele geçirilen materyallere dayanarak bunların FETÖ/PDY üyeliğini gösteren bulgular olduğunu ileri sürmüşlerdir. Bu materyallerden tüfek ve kuru sıkı tabancaya ilişkin bir suçlama söz konusu değildir. Yine cep telefonu, SIM kartve bilgisayar gibi dijital veriler üzerindeki incelemenin devam ettiği, henüz bunlarla ilgili suç delili olan bir olgunun tespit edildiğinin soruşturma ve/veya kovuşturma makamlarınca ifade edilmediği görülmektedir. Bu durumda değerlendirmenin başvurucunun konutunda yapılan aramada ele geçirilen materyallerden üzerinde "Dua Mecmuası" yazılı bir kitap ve 1 Amerikan doları banknot üzerinden yapılması gerekmektedir.
72. Soruşturma mercilerince -FETÖ/PDY mensupları arasında tanınmayı sağlamak amacıyla Fetullah Gülen ve örgüt yöneticileri tarafından 1 Amerikan doları banknotların dağıtıldığı yönündeki bilgilerden hareketle- başvurucunun konutunda yapılan aramada 1 Amerikan doları banknotun bulunmasının suçlamanın dayanaklarından biri olarak değerlendirildiği anlaşılmaktadır. Başvurucu bu banknotun oğlunun düğününde atmak için aldığı paralardan biri olduğunu ifade etmiştir. Bu banknotun 1 Amerikan doları olmasının dışında hangi özelliği dolayısıyla suçun işlendiğine dair kuvvetli bir belirti olarak kabul edildiği soruşturma mercilerince belirtilmemiştir. Bu durumda, başvurucunun konutunda bulunan 1 Amerikan doları banknotun FETÖ/PDY mensuplarınca örgütsel bir ilişki içinde başvurucuya verildiğine, dolayısıyla suçun işlendiğine dair kuvvetli bir belirti olduğuna ilişkin olguların ortaya konulduğu söylenemez (Benzer yöndeki bir değerlendirme için bkz. Mehmet Hasan Altan (2), § 146). Kaldı ki anılan banknotun, Fetullah Gülen ve örgüt yöneticileri tarafından dağıtılan paralara ilişkin olarak soruşturma mercilerinin belirttikleri (F) serisinde (Mehmet Hasan Altan (2), § 34) dahi olmadığı görülmektedir.
73. Diğer taraftan başvurucunun konutunda yapılan aramada -FETÖ/PDY'nin kurucusu ve lideri olan- Fetullah Gülen tarafından yazıldığı anlaşılan "Dua Mecmuası" isimli bir kitabın bulunduğu anlaşılmıştır.Başvurucu bu kitabın otuz beş yıl öncesine ait olduğunu ve vefat eden babasından kendisine kaldığını ifade etmiştir.
74. Türk yargı organları yakın dönemde verdikleri birçok kararda FETÖ/PDY'nin,devletin anayasal kurumlarını ele geçirmeyi, sonrasında devleti, toplumu ve fertleri kendi ideolojisi doğrultusunda yeniden şekillendirmeyi ve oligarşik özellikler taşıyan bir zümre eliyle ekonomiyi, toplumsal ve siyasal gücü yönetmeyi amaçlayan, bu doğrultuda mevcut idari sisteme paralel şekilde örgütlenen bir terör örgütü olduğunu ve bu örgütün 15/7/2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe teşebbüsünün arkasındaki yapılanma olduğunu kabul etmişlerdir (İlgili kararların bir kısmı için bkz. § 31; Selçuk Özdemir, §§ 20, 21; Alparslan Altan [GK], B. No: 2016/15586, 11/1/2018, § 10).
75. FETÖ/PDY, kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra başta eğitim ve din olmak üzere farklı sosyal, kültürel ve ekonomikalanlarda yasal faaliyetlerde bulunmuş; bu faaliyetler dolayısıyla sahip olduğu dershaneler, okullar, üniversiteler, dernekler, vakıflar, sendikalar, meslek odaları, iktisadi kuruluşlar, finans kuruluşları, gazeteler, dergiler, televizyon ve radyo kanalları, internet siteleri, hastaneler aracılığıyla sivil alanda önemli bir etkinliğe ulaşmıştır. Bu faaliyetlerin yanında bazen bu yasal kuruluşların içinde gizlenmiş olan bazen de yasal yapıdan tamamen farklı şekilde konumlanan ve hareket eden, özellikle de kamusal alana yönelik faaliyetlerde bulunan illegal bir yapılanma söz konusudur (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 26).
76. Bununla birlikte ülkemizde ve yurt dışında yıllar boyunca faaliyetlerini sürdüren FETÖ/PDY'nin baştan beri illegal bir yapılanma olduğunun -herkes tarafından- bilindiğini söylemek mümkün değildir. Zira yıllarca kendisini başta eğitim olmak üzere topluma yararlı alanlarda faaliyet gösteren dinî bir grup olarak niteleyen ve bu sayede toplumda meşruiyet kazanmaya çalışan FETÖ/PDY; "Cemaat", "Hizmet Hareketi", "Gönüllüler Hareketi" ve "Camia" gibi isimlerle anılmıştır. FETÖ/PDY'nin dışa dönük bu yapısı dolayısıyla toplumun önemli bir kesimi, bu yapılanmanın -illegal yönünü bilmeden- sosyal ve ekonomik alanda gelişerek kurumsallaşmasına ve faaliyetlerine destek olmuştur. Yargı organlarınca da bu durumun FETÖ/PDY ile bağlantılı soruşturma ve kovuşturmalarda cezai sorumluluğun belirlenmesinde dikkate alındığı görülmektedir (bkz. §§ 31, 32).
77. Somut olayda başvurucunun konutunda yapılan aramada ele geçirilen ve Fetullah Gülen'in yazarı olduğu "Dua Mecmuası" isimli kitabın içeriğinde; dinî bilgi, yorum ve duaların bulunduğu anlaşılmaktadır. Başvurucu anılan kitabın uzun yıllar öncesine ait olduğunu ve kendisine de babasından kaldığını söylemektedir. Soruşturma mercilerince, başvurucunun savunmasının aksi yönünde bir olgu ortaya konulmadığı gibi böyle bir iddia da ileri sürülmemiştir. Kitabın -ele geçirildiği tarihte- yasaklanmış bir yayın olduğuna yönelik bir tespit de bulunmamaktadır. Başvurucunun konutunda yapılan aramada Fetullah Gülen veya FETÖ/PDY'nin diğer yöneticilerince yazılmış başka bir eser ya da FETÖ/PDY ile bağlantıyı gösteren herhangi bir yayın, belge veya doküman ele geçirilmemiştir. Ayrıca başvurucunun konutunda bulunan "Dua Mecmuası" isimli kitabın yalnızca bir adet olduğu görülmektedir.
78. FETÖ/PDY'ye ilişkin olarak yukarıda yapılan açıklamalar ve somut olayın özellikleri birlikte dikkate alındığında başvurucunun konutunda ele geçirilen "Dua Mecmuası" isimli kitabın -FETÖ/PDY'nin kurucusu ve lideri olan- Fetullah Gülen tarafından yazılmış olmasının, başvurucu ile FETÖ/PDY arasındaki mensubiyet ilişkisini ortaya koyan bir olgu olarak değerlendirilmesi mümkün görülmemiştir.
79. Bu itibarla soruşturma belgelerinde yer alan tespit ve değerlendirmeler kapsamında somut olayda "suç işlendiğine dair kuvvetli belirti"nin yeterince ortaya konulamadığı sonucuna varılmıştır.
80. Varılan bu sonuç karşısında tutuklama nedenlerinin bulunup bulunmadığına ve tutuklamanın ölçülü olup olmadığına ilişkin ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.
81. Açıklanan gerekçelerle suç işlediğine dair kuvvetli belirtiler ortaya konulmadanbaşvurucu hakkında tutuklama tedbirinin uygulanmasının, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına ilişkin olarak olağan dönemde Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan güvencelere aykırı olduğu sonucuna varılmıştır.
82. Bununla birlikte anılan tedbirin olağanüstü dönemlerde temel hak ve özgürlüklerin kullanımının durdurulmasını ve sınırlandırılmasını düzenleyen Anayasa'nın 15. maddesi kapsamında meşru olup olmadığının incelenmesi gerekir.
d. Anayasa'nın 15. Maddesi Yönünden
83. Anayasa'nın 15. maddesine göre savaş, seferberlik, sıkıyönetim veya olağanüstü hâllerde temel hak ve özgürlüklerin kullanılmasının kısmen veya tamamen durdurulabilmesi ve bunlar için Anayasa'nın diğer maddelerinde öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabilmesi mümkündür. Ancak Anayasa'nın 15. maddesi, bu hususta kamu otoritelerine sınırsız bir yetki tanımamaktadır. Anayasa'nın diğer maddelerinde öngörülen güvencelere aykırı tedbirlerin Anayasa'nın 15. maddesinin ikinci fıkrasında sayılan hak ve özgürlüklere dokunmaması, milletlerarası hukuktan doğan yükümlülüklere aykırı bulunmaması ve durumun gerektirdiği ölçüde olması gerekir. Anayasa Mahkemesince Anayasa'nın 15. maddesine göre yapılacak inceleme bu ölçütlerle sınırlı olacaktır. Mahkeme bu incelemenin usul ve esaslarını ortaya koymuştur (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 192-211, 344).
84. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı savaş, seferberlik, sıkıyönetim ve olağanüstü hâl gibi olağanüstü yönetim usullerinin benimsendiği dönemlerde Anayasa'nın 15. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan dokunulması yasaklanan çekirdek haklar arasında değildir. Dolayısıyla bu hak yönünden olağanüstü hâllerde Anayasa'daki güvencelere aykırı tedbirler alınması mümkündür (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 196, 345).
85. Ayrıca anılan hakkın, milletlerarası hukuktan kaynaklanan yükümlülük olarak insan hakları alanında Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerden özellikle Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme'nin 4. maddesinin (2) numaralı ve Sözleşme'nin 15. maddesinin (2) numaralı fıkralarında ve bu Sözleşme'ye ek protokollerde dokunulması yasaklanan çekirdek haklar arasında olmadığı gibi somut olayda başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına yapılan söz konusu müdahalenin milletlerarası hukuktan kaynaklanan diğer herhangi bir yükümlülüğe (olağanüstü dönemlerde de korunmaya devam eden bir güvenceye) aykırı olduğu da saptanmamıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 199, 200, 346; Turhan Günay [GK], B. No: 2016/50972, 11/1/2018, § 86).
86. Bununla birlikte kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı devletin, bireylerin özgürlüğüne keyfî olarak müdahale etmemesini güvence altına alan temel bir haktır (Erdem Gül ve Can Dündar, § 62). Kişilerin keyfî olarak hürriyetinden yoksun bırakılmaması, hukukun üstünlüğüyle bağlı olan bütün siyasal sistemlerin merkezinde yer alan en önemli güvenceler arasındadır. Bireylerin özgürlüklerine yönelik müdahalenin keyfî olmaması, olağanüstü yönetim usullerinin benimsendiği dönemlerde de uygulanması gereken temel bir güvencedir(Aydın Yavuz ve diğerleri, § 347).
87. Tutuklama tedbirinin uygulanması suretiyle bireylerin kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına keyfî olarak müdahale edilmemesini sağlayacak güvencelerin başında suç işlendiğine dair belirtinin ortaya konulması gelmektedir. Suç işlendiğine dair belirtinin bulunması, tutuklama tedbiri için ön koşul olduğundan aksi durumun kabulü, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına ilişkin tüm güvencelerin anlamsız hâle gelmesi sonucunu doğurur. Dolayısıyla -hangi nedenle benimsenmiş olursa olsun- olağanüstü yönetim usullerinin uygulandığı dönemlerde de kişilerin suç işlediklerine dair belirti bulunmadan tutuklanmaları "durumun gerektirdiği ölçüde" bir tedbir olarak kabul edilemez (Turhan Günay, § 88).
88. Somut olayda Anayasa Mahkemesince, soruşturma makamlarının suç işlediğine dair belirtileri somut olgularla ortaya koymadan başvurucu hakkında tutuklama tedbirine başvurdukları sonucuna varılmıştır (bkz. § 79). Bu itibarla "olağanüstü hâl" döneminde temel hak ve özgürlüklerin kullanımının durdurulmasını ve sınırlandırılmasını düzenleyen Anayasa'nın 15. maddesinin, başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına yönelik Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında belirtilen güvencelere aykırı bu müdahaleyi meşru kılmadığı değerlendirilmiştir.
89. Açıklanan gerekçelerle -Anayasa'nın 15. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde de- başvurucunun Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamında kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
M. Emin KUZ ve Recai AKYEL bu görüşe katılmamışlardır.
e. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
90. 6216 sayılı Kanun'un "Kararlar" kenar başlıklı 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasının birinci cümlesi ile (2) numaralı fıkrası şöyledir:
"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."
91. Başvuruda, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasının ihlal edildiğine karar verilmiştir. Başvurucu hakkındaki davada 22/2/2017 tarihinde başvurucunun tahliyesine karar verilmiştir (bkz. § 23). Dolayısıyla başvurucunun tutukluluk hâli sona ermiştir.
92. Başvurucu tazminat haklarının saklı tutulmasını istemiş, bununla birlikte sonraki süreçte herhangi bir tazminat talebinde bulunmamıştır. Bu nedenle tazminata ilişkin bir karar verilmesi mümkün görülmemiştir. Bu durumda ihlalin tespiti dışında sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gereken bir husus bulunmadığı anlaşılmaktadır (Aynı yöndeki değerlendirme için bkz. Mehmet Güneş, B. No: 2014/1268, 17/5/2016, § 66).
93. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 239,50 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan 2.219,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
A. 1. Adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
2. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
B. Tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle Anayasa'nın 19. maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE M. Emin KUZ ve Recai AKYEL'in karşıoyları ve OYÇOKLUGUYLA,
C. 239,50 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan 2.219,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
D. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
E. Kararın bir örneğinin Aydın 2. Ağır Ceza Mahkemesine (E.2017/26) GÖNDERİLMESİNE,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığa GÖNDERİLMESİNE 4/4/2018 tarihinde karar verildi.
KARŞIOY GEREKÇESİ
Başvurucunun tutuklanmasının hukukî olmaması sebebiyle Anayasanın 19. maddesinde teminat altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine karar verilmiştir.
Vergi dairesinde memur olarak görev yaparken 24/7/2016 tarihinde açığa alınan başvurucu, yürütülen bir soruşturma kapsamında 25/7/2016 tarihinde gözaltına alınarak 26/7/2016 tarihinde tutuklanmıştır.
Çoğunluğun kararında, kamu görevinden uzaklaştırma veya çıkarma tedbirlerinin uygulanmasının tek başına suçun işlendiğine dair kuvvetli bir belirti olarak kabulünün mümkün olmadığı, kaldı ki 1/9/2016 tarihinde kamu görevinden çıkarılan başvurucu hakkındaki kararın daha sonra kaldırıldığı, soruşturma mercilerinin başvurucunun konutunda yapılan aramada ele geçirilen eşyanın terör örgütü üyeliğini gösteren bulgular olduğunu ileri sürmelerine rağmen bunlardan tüfek ve kurusıkı tabancalara ilişkin bir suçlamanın söz konusu olmadığı, cep telefonu ve bilgisayar gibi dijital verilerle ilgili olarak bir tespitin bulunmadığı, dolayısıyla değerlendirmenin aramada ele geçirilen “Dua Mecmuası” ve 1 ABD Doları banknot üzerinden yapılması gerektiği belirtilerek anılan delillerin başvurucu ile örgüt arasındaki ilişkiyi ortaya koyan olgular olarak değerlendirilmesinin mümkün olmadığı, soruşturma belgelerinde yer alan tespit ve değerlendirmeler kapsamında olayda suç işlendiğine dair kuvvetli belirtinin yeterince ortaya konulamadığı sonucuna varılmıştır.
Kararda da belirtildiği üzere, ilke olarak her somut olayda tutuklamanın ön şartı olan suçun işlendiğine dair kuvvetli belirtinin bulunup bulunmadığının takdirinin öncelikle anılan tedbiri uygulayan yargı mercilerine ait olduğu, bununla birlikte yargı mercilerinin bu hususlardaki değerlendirmesinin Anayasa Mahkemesinin denetimine tâbi olduğu ve bu denetimin, somut olayın şartları dikkate alınarak özellikle tutuklamaya ilişkin süreç ve tutuklama kararının gerekçeleri üzerinden yapılması gerektiği kabul edilmektedir (§§ 59-60).
Somut olayda, vergi dairesinde memur olarak görev yapan başvurucunun terör örgütü ile iltisakı veya irtibatının belirlenmesi sebebiyle açığa alındığının ihbar edilmesi üzerine hakkında terör örgütüne üye olma suçundan soruşturmaya başlandığı, bir gün sonra gözaltına alınan başvurucunun konutunda yapılan aramada diğer delillerle birlikte bir adet yarı otomatik tüfek, iki adet kurusıkı tabanca, ellidört adet ses fişeği, bir adet 1 ABD Doları, pasaport, kalem kamera ve üzerinde “Dua Mecmuası” yazılı bir kitap bulunduğu (§ 21), bunun üzerine tutuklanması talebiyle sulh ceza hâkimliğine sevk edildiği, tutuklama talebine ilişkin yazıda “arama neticesinde ele geçirilen suç eşyaları ile tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde… kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve tutuklama nedenlerinin bulunduğu”nun belirtildiği (§ 14), “kuvvetli suç şüphesini oluşturan somut olguların bulunduğu…” gerekçesiyle başvurucunun tutuklanmasına karar verildiği (§ 16) ve tutuklama kararına itirazın da aynı gerekçelerle reddedildiği (§ 17) görülmektedir.
Tutuklama ve tutuklamaya itirazın reddi kararlarında genel olarak, kuvvetli suç şüphesini oluşturan somut olguların bulunduğundan söz edilmekte ise de, yukarıda belirtilen delillerin birlikte değerlendirilmesi sonucunda anılan suçun işlendiğine dair kuvvetli belirti olarak kabul edildiği anlaşılmaktadır.
Başvurucunun 15 Temmuz darbe teşebbüsünün ardından ilân edilen olağanüstü hâl tedbirleri kapsamında, darbe teşebbüsünü gerçekleştirdiği belirtilen yapıya üyeliği, mensubiyeti, iltisakı veya irtibatı sebebiyle açığa alındığı ve bu durumun Cumhuriyet savcılığına ihbar edilmesi üzerine başlatılan soruşturma kapsamında konutunda yapılan aramada yukarıda belirtilen eşyanın bulunduğu dikkate alındığında, tutuklamanın hukuki olup olmadığına ilişkin incelemede bunların tamamının birlikte değerlendirilmesi gerektiği düşünülmektedir.
Bu kapsamda, başvurucunun açığa alınmasının ve daha sonra kamu görevinden çıkarılmasının -tek başına- suç işlediğine dair kuvvetli bir belirti olarak kabul edilmesinin mümkün olmadığı yönündeki çoğunluk görüşü (§ 70) isabetli olmakla birlikte, tutuklama incelemesinde diğer delillerle birlikte bu durumun da gözönünde bulundurulmasının temelsiz olduğu söylenemez.
Diğer taraftan, aramada ele geçirilen eşyadan tüfek, kurusıkı tabancalar ve ses fişeklerine ilişkin bir suçlamanın söz konusu olmaması (§ 71) sebebiyle, tutuklamanın hukukiliği konusundaki değerlendirmenin aramada ele geçirilen eşyadan sadece “Dua Mecmuası” yazılı kitap ve 1 ABD Doları banknot üzerinden yapılmasının gerektiği yönündeki değerlendirmeye katılmaya da imkân bulunmamaktadır.
Yukarıda belirtildiği gibi, darbe teşebbüsünün ardından başlatılan soruşturma kapsamındaki mezkûr tutuklama talebinde, arama neticesinde ele geçirilen suç eşyası ile tüm dosya kapsamı “birlikte değerlendirildiğinde” kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların bulunduğunun belirtildiği, tutuklama ve tutukluluğa itirazın reddi kararlarında da “kuvvetli suç şüphesini oluşturan somut olguların bulunduğu” gerekçesiyle karar verildiği anlaşılmaktadır.
Başka bir anlatımla, başvuru konusu tutuklama kararının sadece Dua Mecmuası ve 1 ABD Doları banknota dayanılarak alınmadığı, bütün delillerin birlikte değerlendirilmesi sonucunda suç şüphesi bakımından kuvvetli belirtinin olduğuna karar verildiği görülmektedir. Esasen başvurucunun görevinden uzaklaştırılmasının ve daha sonra kamu görevinden çıkarılmasının da,konutundaki aramada bulunan materyallerin hiçbirinin de-tek başına- suç işlediğine dair kuvvetli belirti olarak değerlendirilmesine imkân bulunmamaktadır.
Buna karşılık, darbe teşebbüsünden kısa bir süre sonra, silahlı terör örgütüyle bağı olduğu iddiasıyla açığa alınan ve terör örgütü üyeliği iddiasıyla hakkında Cumhuriyet savcılığına ihbarda bulunulan bir kişinin evinde yapılan aramada -daha sonra herhangi bir suçlamanın konusu olmamasına rağmen- bir adet yarı otomatik tüfek, iki adet kurusıkı tabanca ve ellidört adet ses fişeği ile birlikte kalem kamera bulunmasının, (üyesi olmakla suçlandığı yapı hakkındaki iddialar da dikkate alındığında) tutuklama kararının verildiği andaki genel şartlar ile somut olayın özel şartlarında, iddia edilen suçun işlendiğine dair kuvvetli belirti olarak görülmesinin temelsiz ve keyfî olduğunun söylenemeyeceği düşünülmektedir.
Bu itibarla, başvurucunun daha sonra kamu görevine döndürülmesine ve 22/2/2017 tarihli duruşmada tahliye edilmesine rağmen, bu başvurunun konusu olan tutuklamanın hukukiliği bakımından başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği yönündeki çoğunluğun görüşüne katılmıyoruz.
Üye