TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ÜMİT KAYA BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2016/4354)
|
|
Karar Tarihi: 22/1/2019
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar
ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Yusuf Şevki
HAKYEMEZ
|
Raportör
|
:
|
Tuğçe TAKCI
|
Başvurucu
|
:
|
Ümit KAYA
|
Vekili
|
:
|
Av. Nadir
ARISOY
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, beyanları mahkûmiyete esas alınan tanığın sorgulanamaması
nedeniyle tanık sorgulama hakkının; grafolojik inceleme yaptırılması talebinin
reddedilmesi nedeniyle silahların eşitliği ilkesinin ihlal edildiği iddialarına
ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 29/2/2016 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
5. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal
Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan bilgi ve belgelere göre
ilgili olaylar özetle şöyledir:
6. Başvurucu 1972 doğumlu olup olayın gerçekleştiği özel
hastanede çocuk sağlığı ve hastalıkları alanında uzman doktor olarak görev
yapmaktadır.
7. Mağdure E.A. olayın gerçekleştiği
özel hastanede 19/8/2009 tarihinde, 28 haftalık ve ikiz bebeklerden biri olarak
dünyaya gelmiş; 77 gün yoğun bakım servisinde tedavi görmüştür.
8. Mağdurenin annesi B.A. bebeğin ilk
bir ay tedavisini yapan doktor S.Ş. ile sonraki tarihlerde tedaviyle ilgilenen
başvurucunun, bebeğin prematüre retinopatisi
açısından yapılması gereken göz muayenesini yaptırmayarak görme kaybına
uğramasına neden olduklarını iddia ederek haklarında şikâyette bulunmuştur.
9. Müşteki anne B.A. 6/5/2010 tarihli Savcılık beyanında;
çocuğunun doktorunun başvurucu olduğunu, doğumdan itibaren çocuğuna 1 ay
süreyle ismini tam olarak hatırlayamadığı bir doktorun (M. veya A.), daha sonra
da başvurucunun baktığını belirterek çocuğun tedavisinde ihmali olan çocuk
doktorları başvurucu ve M.den (A.) şikâyetçi
olmuştur. B.A. 19/8/2010 tarihli Savcılık beyanında ise bebeğinin tedavisiyle
doğumundan itibaren bir ay süre ile S.Ç.nin, daha
sonra başvurucunun ilgilendiğini, Doktor A.S.nin ise
nöbetçi olduğunda, üç dört günde bir geceleri bebeğiyle ilgilendiğini, o zaman
da bebeği hakkındaki kesin bilgileri doktoru olan başvurucudan alabileceğini kendisine
söylediğini ifade etmiştir.
10. Olayın geçtiği hastane yetkilileri tarafından Küçükçekmece
Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) gönderilen yazıyla bebeğin yoğun bakıma
yatışından, takibi ve bakımından doktor S.Ş.nin
sorumlu olduğu, ayrıca hastanede bebeği gören nöbetçi hekimlerin S.Ş.nin yanı sıra başvurucu ve doktor A.S. olduğu
bildirilmiştir.
11. Savcılık ifadesinde başvurucu; bebeğin sadece taburcu olma
işlemlerini yaptığını, tedavisinde görev almadığını, tedaviden doktor S.nin sorumlu olduğunu belirtmiştir.
12. Mağdure bebeğin sağ gözünün
görmemesine, sol gözde ise görme kaybı olmasına neden olup olmadığı hususunda
bebeği muayene ve tedavi eden doktor S.Ş. ile başvurucunun bakım ve tedavide
kusurlu olup olmadığının tespiti için Başsavcılık tarafından Adli Tıp
Kurumundan rapor talep edilmiştir. Adli Tıp Kurumu 3. Adli Tıp İhtisas
Kurulunun 29/6/2011 tarihli raporunun ilgili kısmı şöyledir:
"...32
haftadan erken doğan tüm prematüre bebeklerde doğumdan sonraki 28. günde veya
bebek post konsepsiyonel 31.haftasını doldurduğunda
deneyimli bir göz hekimi tarafından tercihen bebeğin bulunduğu ortamda retinopati açısından ilk muayenesinin yapılması gerektiği,
ortaya çıkan bulgulara göre bu muayenenin 1-3 haftalık aralıklarla
tekrarlanması gerektiği, eşik düzeyin üstünde retinopati
saptanan bebeklerde uygulanan laser tedavisi ile
düzelme olasılığının oldukça yüksek olduğu,
28
haftalık 960gr olarak doğan küçüğün prematüre retinopatisi
açısından göz muayenesinin 17.09.2009 tarihinde (4) dört haftalık iken
yapılması gerektiği, bu tarihte takibinden sorumlu hekimin bu muayeneyi
yaptırmadığından dolayı uygulamaların tıp kurallarına uygun olmadığı oy
birliğiyle mütalaa olunur."
13. Çalıştığı hastanede doğan bebeğin göz muayenesini
yaptırmayarak tıp kurallarına aykırı, kusurlu davranışıyla mağdurenin
bir gözünde tamamen, bir gözünde kısmen görme kaybı oluşmasına sebebiyet
verdiği iddiasıyla başvurucu ve diğer doktor sanık S.Ş.nin
Başsavcılığın 26/12/2011 tarihli iddianamesiyle taksirle bir kişinin
yaralanmasına neden olmak suçundan cezalandırılması talebiyle haklarında kamu
davası açılmıştır.
14. Küçükçekmece 7. Sulh Ceza Mahkemesi (Mahkeme) nezdinde
yürütülen yargılamanın 22/3/2012 tarihli celsesindeki savunmasında ise
başvurucu bebeğin doğduğu tarihte hastanede olmadığını beyan etmiştir.
15. Yargılamanın 11/11/2013 tarihli celsesinde sanıkların suça
konu olayla ilgili ihmali, kasıtlı davranışı ya da sanıklara atılı kabil kusur
olup olmadığı, ortaya çıkan sonuç ile sanıklara atılı eylem arasında illiyet
bağı bulunup bulunmadığı hususlarında görüş alınması talebiyle dosyanın Sağlık
Bakanlığı Yüksek Sağlık Şûrasına (Şûra) gönderilmesine karar verilmiştir.
16. Şûranın 8/11/2012-9/11/2012 tarihli raporunun ilgili kısmı
şöyledir:
"...bebeğe hastanede yattığı sürede
prematüre retinopatisi açısından muayene isteğinde
bulunulmadığı, ...18.11.2009 tarihinde Dr.[S.P.] tarafından muayenesi yapılan hastanın prematüre retinopati ile uyumlu patoloji saptandığı..."
17. Şûra raporunda olayın gerçekleştiği tarihte başvurucunun adı
geçen hastanede çalıştığına ve bebeğin tedavisinde görev aldığına dair ilgili
hastane tarafından Başsavcılığa iletilen yazıya atıf yapılan kısım ise şöyledir:
"...22/6/2010 tarihli [B.B.] Hastanesinin Küçükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığına
yazdığı yazıda: "[E.] isimli
hastanın yatışı ve takibi konusunda bakımından sorumlu hekimim [S.Ş.nin] olduğu, 24 saat
hizmet vermekte olan hastanede bebeği gören nöbetçi hekimlerin [S.Ş](Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı), Dr. Ümit Kaya
(Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı)[başvurucu] ve Dr. [A.S.] (Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı) olduğunun yazılı
olduğu..."
18. Şûra raporunun başvurucunun kusurunun tespitine ilişkin
kısmı şöyledir:
"...SONUÇ ve KARAR: Dosyadaki bilgi,
belge v e bulgular değerlendirildiğinde; 960 gr prematüre doğan bebeğin en geç
34. haftada göz dibi muayenesi yapılmasının şart olduğu, usulüne uygun olarak
bunu yapmayan gündüz hastayı takip eden Dr. [S.Ş.nin] (Çocuk Sağlığı
ve Hastalıkları Uzmanı) kusurlu olduğuna,
Gündüz hastanın takiplerine iştirak eden ve
taburcu işlemlerini yaparken de hastanın muayenesini eksik yapan Dr. Ümit
Kaya'nın da [başvurucu] (Çocuk Sağlığı ve Hastalıklan Uzmanı)
kusurlu olduğuna,
Ayrıca hastada meydana gelen görme hissinin
kaybedilmesi ile ilgililerin kusurları arasında illiyet bağı olduğuna,
Şuramızca oybirliğiyle karar verildi. "
19. 21/10/2013 tarihli celsede başvurucu bu defa; bebeğin ne
tedavisinde ne de taburcu işlemlerinde görev aldığını, hiçbir şekilde
muayenesini yapmadığını, taburcu işlemi sırasında hastanede çalışma izni
bulunmaksızın çalışan yabancı uyruklu doktor A.nın
kendisine ait kaşeyi kullandığını, Savcılık ifadesinde önceki avukatının
yönlendirmesiyle hastanede yabancı uyruklu doktor çalıştırıldığının ortaya
çıkmasının önlenmesi için bebeğin taburcu işlemini gerçekleştirdiğine dair
beyanda bulunduğunu ifade etmiştir.
20. 11/11/2013 tarihli celsede bebeğin annesi olan B.A.;
bebeğine ilk bir ay doktor S.Ş.nin baktığını, daha
sonra yaklaşık 2 ay süre ile başvurucunun bebeğin tedavisinden sorumlu
olduğunu, başvurucudan bizzat bilgi aldığını, gece nöbetinde ise ismini M. veya
A. olarak duyduğu başka doktorların da bebeğine baktıklarını fakat bebeğin
kesin durumu ile ilgili bilgi vermeyip kendisini başvurucuya
yönlendirdiklerini, ayrıca taburcu ederken de başvurucunun bebeğinin başında
olduğunu hatta taburcu işlemleri sırasında kendisine hastane tarafından fatura
edilen 1.000 TL'lik ücreti 500 TL olarak ödemesinde de yardımcı olduğunu beyan
etmiştir.
21. Başvurucunun müdafiinin
katılımıyla gerçekleşen 11/11/2013 tarihli celsede müdafi, grafolojik inceleme
yapılması talebinde bulunmuştur. Söz konusu celsede başvurucu, katılan ve diğer
sanık beyanlarında ismi geçen doktor A.nın
tanık olarak dinlenmesine, grafolojik inceleme yapılması talebinin tanıklar
dinlendikten sonra değerlendirilmesine ve duruşmanın 27/1/2014 tarihine
bırakılmasına karar verilmiştir.
22. Mahkeme 11/11/2013 tarihli hastaneye yazdığı müzekkereyle
doktor A.nın tanık sıfatıyla
dinlenilmek üzere duruşma günü veya en geç bu güne kadar günsüz olarak
Mahkemede hazır bulunması gerektiğinin kendisine tebliğ edilmesi gerektiğini
bildirmiştir.
23. Sonrasında tanığın gelmesi üzerine Mahkeme 10/1/2014 tarihinde
ara celse açmış ve "Her ne kadar
duruşma 27/1/2014 gününe ertelenmiş ise de yazı gereği tanık [A.İ.A.nın] mahkememize başvurması üzerine celse açıldı." şeklindeki
hususu tutanağa bağlayarak başvurucu ve müdafiinin
yokluğunda tanığın beyanını almıştır. Tanığın beyanı şu şekildedir:
"...Ümit Bey [başvurucu] ile de daha sonra [S.] Bey'in çalıştığı [Ö.B.B.] Hastanesine yanına gidip geldikçe tanıştık, ben daha
önce [B.B.] hastanesinde hiç
çalışmadım, 2002 yılında uzman oldum, uzman hekim olduğum 2002 senesinden bu
güne değin [B.B.] Hastanesinde
hiç bir sıfatla ve hiç bir tarihte görev almadım, ben 2011 senesinde Türk
vatandaşlığına geçtim, vatandaşlığa geçtikten sonra [A.İ.A.] kimlik bilgilerini aldım, Ümit Kaya'yı [başvurucu] söylediğim gibi bir kaç yıldır arkadaşım
[S.nin] yanına
gidiş gelişlerimden dolayı tanırım, aramızda bir husumet yoktur, Ümit Kaya'nın [başvurucu] savunmalarında benim ismimi zikretmesinin, hastanede
bir dönem kaçak olarak çalıştığımı, kaçak olarak çalıştığım için de imza yetkim
olmadığından kendisinin isim ve diploma numarasını içeren kaşesini kullandığımı
ve kaşenin üzerini muhtelif tedavi belgelerinde parafe ettiğimi söylemesinin
sebebini tam olarak bilmiyorum, ancak Ümit Kaya'nın [başvurucu] [Ö.B.B.]
Hastanesinde görev yaptığı dönemde hastane ile ortak olduklarını, lakin
sonradan aralarının açıldığını duydum, bu nedenle böyle bir savunma yapmış
olabilir, bunu da tahmine dayalı olarak söylüyorum, özetle ben ismi geçen
hastanede yasal olarak veya kaçak surette hiç bir şekilde çalışmadığım ve görev
almadığım için ismi geçen çocuğun tedavisinde de herhangi bir şekilde görev
almadım, olayla ilgili herhangi bir bilgim yoktur dedi...
...
... kaşeler üzerindeki paraflar tarafımdan
atılmamıştır. "
24. Başvurucu vekili 27/1/2014 tarihli dilekçeyle duruşmadan
önce dosya üzerinde yaptığı inceleme sonucunda tanığın beyanlarının
başvurucunun yokluğunda alındığını kendileri tarafından fark edildiğini,
tanığın beyanlarının gerçeğe aykırı olduğunu belirtmiş; ayrıca -tanığın mağdurenin tedavisini yapan kişi olması sebebiyle- gerçeğin
ortaya çıkmasında ve mağdurenin zarar görmesinde
başvurucunun kusurunun olup olmadığının tespitinde tanığın beyanının önem
taşıdığını ifade ederek Mahkeme huzurunda yeniden sorgulanması talebinde bulunmuştur.
25. Başvurucu, müdafii ve katılan ile
vekilinin hazır bulunduğu 27/1/2014 tarihli celsede doktor A.S. tanık olarak
dinlenmiştir. Beyanın ilgili kısımları şöyledir:
"Ben 2003 yılı Haziran ayından 2013 yılı
Temmuz ayına kadar [Ö.B.B.] hastanesinde çocuk sağlığı ve hastalıkları uzmanı olarak kesintisiz
çalıştım, sanık Ümit'de [başvurucu] benim gibi 2003-2013 tarihleri arasında aynı
hastanede çocuk doktoru olarak çalıştı, ancak yıl olarak hatırlamamakla
birlikte [B.B.] Hastanesinin
ortaklığı olan [Ö.G.]
hastanesinde 1 yıldan fazla süre görev yaptı, dolayısıyla Ümit'in [başvurucu]
[B.B.] 10 yıllık çalışması bir dönem
kesintiye uğradı, kesintiye uğradığı dönemin mağdur çocuğun hastanede yatarak
tedavi gördüğü döneme denk gelip gelmediğini bilmiyorum, mağdur çocuğun
hastalığının yatışı takip ve tedavisi konusundaki sorumlu hekimin doktor [S.Ş.] olduğunu biliyorum, hastanede o dönem 6 tane çocuk
doktoru vardı, yani 6 uzman doktor vardı, her doktorun takip ve tedavisinden
sorumlu olduğu hastalar değişmekle birlikte doktorun izinli olduğu günlerde
veya hastane 24 saat hizmet verdiği için nöbetlerde diğer doktorlar da tüm
hastalarla (kendi branşıyla alakalı) ilgilenirlerdi, bu nedenle ben de çocuk
doktoru olmam hasebiyle doktor [S.nin] izinli olduğu günlerde veya nöbetlerde mağdur çocuğun
takip ve tedavisiyle geçici olarak ilgilenmişimdir, ancak bu asıl sorumluluğun
doktor [S.de] olduğu gerçeğini
değiştirmez, ben sanık Ümit'in [başvurucu] az önce söylediğim gibi mağdur çocuğun tedavisinde görev alıp almadığını
bilmiyorum...
...
...mağdur [E.A.nın] ebeveynleri ile yani anne ve babasıyla çocuğa nöbetçi olarak görevli
olduğum dönemde baktığım sırada tedavisi ve durumuyla ilgili olarak kesin
cevabı doktor Ümit Kaya'dan [başvurucu] alırsınız şeklinde bir görüşmem olup olmadığını hatırlamıyorum,
söylediğim gibi mağdurun hastanede yattığı dönemde sanık Ümit'in [başvurucu] hastanede görevli olup olmadığını hatırlamıyorum...
...bana gösterilen belgelerdeki bir kısım
yazılar doktor [A.İ.A.ya] aittir, o
dönem çalışma izni olmadığı için başka doktorların kaşesi kullanılmış olabilir,
örneğin 02/10/-09/10/2009 tarihleri arasındaki doktor drektifleri
aldı belgedeki yazılar %80 - %90[A.İ.A.ya] aittir..."
26. Aynı celsede tanığın anlatımına karşı başvurucuya
diyecekleri sorulmuştur. Başvurucu müdafii; tanığın
beyanlarına ilişkin olarak yazılı beyanda bulunmak ve esas hakkında savunma
hazırlamak için süre verilmesi, ayrıca doğrudan sorgulanabilmesi için tanığın
huzurda yeniden dinlenmesi taleplerinde bulunmuştur. Mahkeme, tanığın yeniden
dinlenmesi talebinin reddine ve başvurucu müdafine süre verilmesine karar
vermiştir. Başvurucunun önceden yaptığı grafolojik inceleme yaptırılması talebi
ise hükmün esasına tesir etmeyeceği ve sübuta katkı sağlamayacağı gerekçesiyle
reddedilmiştir.
27. Mahkeme; hastaneden gönderilen, başvurucunun bebeğin
tedavisinde görev aldığına dair yazıyı, Adli Tıp ve Şûra raporlarını,
müştekinin istikrarlı beyanları ile başvurucunun çelişkili ifadeleri ve tüm
dosya kapsamını birlikte değerlendirerek 17/2/2014 tarihli kararıyla
başvurucunun müsnet suçtan 6.000 TL adli para
cezasıyla cezalandırılmasına hükmetmiştir.
28. Mahkeme; başvurucunun ilk ifadesinde bebeğin sadece taburcu
işlemini yaptığı, sonrasında ise hiçbir şekilde tedavisine katılmadığı
şeklindeki beyanlarının çelişkili olması nedeniyle bunları suçtan kurtulmaya
yönelik kabul ederek beyanlarına itibar edilmediğini, müştekinin ise istikrarlı
olup ilk aşamadan beri başvurucunun (sanığın) ismini zikrettiğini, başvurucunun
masraflar konusunda indirim yapılmasına yardımcı olduğu şeklindeki beyanlarını
ise samimi bulduğunu belirtmiştir. Gerekçenin ilgili kısımları şöyledir:
"Dosya kapsamı, iddia, savunmalar,
müşteki [B.A.nın] soruşturmayı başlatan 26/04/2010 tarihli şikayet
dilekçesi ve aşamalardaki beyanları, tanıklar [A.S. ve S.E.nin] 27/01/2014
günlü oturumdaki beyanları, mağdurda görme kaybı bulunduğuna ilişkin raporlar,
tüm tıbbi ve tedavi belgeleri, 03/11/2009 tarihli yenidoğan
taburculuk formu, ATK 3. İhtisas Kurulunun 29/06/2011 tarihli bilirkişi raporu,
bu rapordaki tespit ve belirlemelerle örtüşen Yüksek Sağlık Şurasının
09/11/2012 tarih ve 2012/90 sayılı kararı, [Ö.B.B.] Hospital Hastahanesinin 22/06/2010 tarihli yazısı, sanıkların nüfus
ve adli sicil kayıtları hep birlikte değerlendirildiğinde;
...
... 19/08/2009 tarihinde ikiz eşi olarak [B.B.] Hastanesinde 28 haftalık ve 960 gr ağırlığında
prematüre olarak doğan [E.A.nın] söz konusu hastanede 77 gün küvözde
kaldığı, 77. gününde 03/11/2009 tarihinde genel durumunun iyileşmesi nedeniyle
taburcu edildiği, hastanede yattığı sürede mağdur [E.ye] prematüre retinopatisi açısından muayene isteğinde bulunulmadığı, yenidoğan taburculuk formunda kalça USG ve göz muayenesinin
06/11/2009 tarihinde yapılacağının yazılı olduğu, 18/11/2009 tarihinde
[B.B.] Hastanesi göz hastalıkları uzmanı Dr.[S.P.] tarafından muayenesi yapılan mağdur bebekte
prematüre retinopati ile uyumlu patoloji saptandığı,
20/11/2009 tarihinde bebeğin bu kez İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Göz
Hastalıkları Anabilim Dalında yapılan muayenesinde hastanın geç gelmiş
olduğunun tespit edildiği, aynı sağlık kuruluşu tarafından düzenlenen
13/05/2010 tarihli yazıda hastanın geç başvurusu nedeniyle lazer tedavisi
safhasının geçirildiğinin ve 19/08/2010 tarihli belge ve ekindeki raporlarda
mağdur bebeğin sağ gözünde ROP 5 tablosu mevcut olup bu bulguya göre sağ
gözünde görme hissinin mevcut olmadığı, sol gözünde ise retinanın yapışık olup
hafif disk çekilmesi mevcut olduğu, sol gözde görme duyusunun tespiti için
bebekle iletişim kurulma yaşının beklendiğinin tespit edildiği, mağdur [E.nin] hastanedeki
yatışı ve takibi konusunda bakımından ilk sorumlu hekimin sanıklardan Dr.[S.Ş.]
olduğu, yaklaşık 1 aylık süre geçtikten
sonra sanık Dr.Ümit Kaya'nın [başvurucu] [E.nin] tedavisi ile
ilgilendiği, ayrıca hastanenin 24 saat hizmet veren bir sağlık kuruluşu olması
sebebiyle hastanede bebeği gören nöbetçi hekim Dr.[A.S.] ve isimleri [M. ve A.] olarak (tanık beyanlarına göre Suriye uyruklu olup,
sonradan Türk vatandaşlığına geçmesi sebebiyle [A.İ.A.] adını alan) bildirilen çocuk doktorlarının da
bebeğin tedavisi ile arızi olarak ilgilendikleri, nitekim müştekiler tarafından
bebeğin durumu sorulduğunda nöbetçi hekimlerce bebeğin tedavisinin gelişimi ve
akıbeti konusunda net bilginin kendilerine Dr.Ümit
Kaya [başvurucu] tarafından
verilebileceğinin söylendiği, 29/06/2011 tarihli ATK 3. İhtisas Kurulunun
raporun sonuç kısmında 32 haftadan erken doğan tüm prematüre bebeklerde
doğumdan sonraki 28. günde veya bebek post konsepsiyonel
31. haftasını doldurduğunda deneyimli bir göz hekimi tarafından tercihen
bebeğin bulunduğu ortamda retinopati açısından ilk
muayenesinin yapılması gerektiğinin, ortaya çıkan bulgulara göre de bu
muayenenin 1-3 haftalık aralıklarla tekrarlanması gerektiğinin, eşik düzeyin
üstünde retinopati saptanan bebeklerde uygulanan
lazer tedavisi ile düzenli olasılığının oldukça yüksek olduğunun, 28 haftalık
doğan mağdur [E.nin] prematüre retinopatisi
açısından göz muayenesinin 17/09/2009 tarihinde 4 haftalık iken yapılması
gerektiğinin, bu tarihte takibinden sorumlu olan hekimin bu muayeneyi
yaptırmadığından dolayı uygulamalarının tıp kurallarına uygun olmadığının oy
birliğiyle mütalaa edildiğinin belirtildiği, Yüksek Sağlık Şurasının 2012/90
sayılı kararında da aynı tespit ve belirlemelere yer verilerek 960 gr prematüre
doğan bebeğin en geç 34.haftada göz dibi muayenesinin yapılmasının şart
olduğuna, usulüne uygun olarak bunu yapmayan gündüz hastayı takip eden çocuk
sağlığı ve hastalıkları uzmanı sanık Dr. [S.Ş.nin] ve gündüz hastanın takiplerine iştirak eden, taburcu
işlemlerini yaparken de hastanenin muayenesini eksik yapan çocuk sağlığı ve
hastalıkları uzmanı sanık Ümit Kaya'nın [başvurucu] kusurlu olduklarına ayrıca mağdurda meydana gelen
görme hissinin kaybedilmesi ile ilgililerin kusurları arasında illiyet bağı
bulunduğuna oy birliğiyle karar verildiğinin belirtildiği, sanıkların tıp
kurallarına aykırı kusurlu davranışları ile mağdurda meydana gelen görme
hissinin kaybedilmesi şeklindeki sonuç arasında illiyet bağı bulunduğu, nitekim
ATK raporunda eşik düzeyin üstünde retinopati
saptanan bebeklerde uygulanan lazer tedavisi ile düzelme olasılığının oldukça
yüksek olduğunun, İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Göz Hastalıkları Anabilim Dalı
tarafından düzenlenen 13/05/2010 tarihli yazıda ise bebeğin geç müracaatı
nedeniyle lazer tedavisi safhasının geçirildiğinin belirtildiği, her iki rapor
ve yazı birlikte değerlendirildiğinde bebekteki görme yetisinin kaybının göz
dibi muayenesinin geç yaptırılmasından kaynaklandığının aşikar olduğu, bu
husustaki sorumluluğun hastayı takip eden sanık doktorlarda olduğunda kuşku ve
tereddüde mahal olmadığı, mesleki uzmanlığı gerektiren bu hususu müştekilerin
bilmesinin veya tahmin etmesinin düşünülemeyeceği, bu konudaki yükümlülüğün
sanıklarda olduğu, bebeğin taburcu edilirken 06/11/2009 tarihinde göz muayenesi
için hastaneye getirilmesi gerektiğinin müştekilere şifahen belirtilmesinin
veya taburculuk formuna elle yazılmasının yukarıda özetlenen sağlık raporları
ve yazılar ışığında sonucu değiştirmeyeceğinin ve sanıklardaki tıp kurallarına
aykırı davranış biçimindeki kusuru ortadan kaldırmayacağının sabit olduğu,
sanıkların böylelikle görev yaptıkları hastanede yattığı 77 günlük süre
içerisinde ve bilirkişi raporlarında belirtilen 17/09/2009 tarihinden itibaren
bir başka deyişle bebeğin 32 haftalık erişkinliğe ulaştığı tarihten itibaren
yapmaları gereken ve hekim olarak sorumlu oldukları göz dibi muayenesini yaptırmamak
suretiyle mağdurda görme hissinin kaybedilmesine sebebiyet vererek üzerlerine
atılı taksirle bir kimsenin yaralanmasına sebebiyet vermek suçunu ayrı ayrı
işledikleri yukarıda açıklanan kanıtlar, mahkememizce bu şekilde benimsenen
oluş ve kabul ve vicdani kanaat ışığında sabit görülmekle ..."
29. Mahkeme, tanık dinletme talebiyle ilgili olarak gerekçeli
kararda şu ifadelere yer vermiştir:
"Her ne kadar sanık Ümit Kaya [başvurucu] müdafii, tanık
[A.İ.A.nın] ara
celse açılarak müvekkili sanık ve kendilerinin yokluğunda dinlenilmesi
suretiyle CMK'nun 201.maddesi kapsamında tanığa
doğrudan soru yöneltme haklarının tanınmadığını, böylelikle savunma haklarının
kısıtlandığını ifade etmiş ise de; Yargıtay 5. CD'nin 17/01/2014 tarih ve
2013/16791 esas, 2014/516 karar sayılı kararında da işaret edildiği üzere CMK'nın 210/1 maddesine göre olayın delilinin tek bir
tanığın açıklamalarından ibaret bulunmaması karşısında sanık müdafiinin bu yöndeki itirazlarının esasa müessir olmadığı
değerlendirilmiş..."
30. Mahkeme grafolojik inceleme yaptırılması talebiyle ilgili
olarak gerekçeli kararda şu ifadelere yer vermiştir:
" ...yukarıda açıklanan müşteki beyanları
karşısında yapılacak bir imza incelemesinin mahkememizce verilen hükmün
sonucuna tesir etmeyeceği kanaati ile grafolojik inceleme yapılması yönündeki
istemlerin reddine karar verilerek, sanık Ümit Kaya [başvurucu] ve sanığın isim - diploma numarasını içeren kaşeyi
bilgisi dahilinde kullanmak suretiyle sanık adına atfen oluşturulan resmi evrak
hükmündeki sağlık belgelerini düzenlediği iddia edilen [A.İ.A.] hakkında resmi belgede sahtecilik suçu ve 4817 sayılı
Yabancıların Çalışmasına Dair Kanuna muhalefet nedeniyle ilgili sağlık kurulu
yetkilileri hakkında suç duyurusunda bulunulması cihetine gidilmiş[tir.]"
31. Başvurucu; Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Adli Tıp Ana Bilim Dalı
Başkanlığından özel imkânlarıyla aldığı 9/2/2015 tarihli doktor direktifleri,
yatış ve taburcu formları üzerindeki yazıların başvurucunun elinin ürünü
olmadığına ya da eli ürünü olduğuna dair nitelik ve yeterlilikte bulgu
saptanamadığına dair tespitleri içeren bilimsel mütalaa raporunu temyiz
incelemesinde gözetilmek üzere Yargıtaya sunmuştur.
32. Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 3/12/2015 tarihli kararıyla
hüküm onanmıştır. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:
"...Yapılan yargılamaya, toplanıp karar
yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak
oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre, sanık müdafiininsanığın tedavide takip ve görev almadığı, diğer
sanığın kusurlu olduğu, eksik inceleme ile hüküm tesis edildiğine ilişkin
temyiz itirazlarının reddiyle hükmün isteme aykırı olarak ONANMASINA ..."
33. Karar başvurucuya 29/2/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir.
34. Başvurucu 29/2/2016 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
35. İlgili ulusal ve uluslararası hukuk için bkz. Nurcan Gülabi,
B. No: 2015/15355, 23/5/2018,§§ 18-27.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
36. Mahkemenin 22/1/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Tanık Sorgulama Hakkının İhlal Edildiğine
İlişkin İddia
37. Başvurucu, beyanı mahkûmiyetinde belirleyici delil olan
tanığı sorgulayamaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini
ileri sürmüştür.
38. Anayasa'nın 36. maddesine adil yargılanma ibaresinin
eklenmesine ilişkin gerekçede Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası
sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılama hakkının madde metnine
dâhil edildiği vurgulanmıştır. Nitekim Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin
(Sözleşme) 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (d) bendinde; bir suç ile
itham edilen herkesin iddia tanıklarını sorguya çekme veya çektirme, savunma
tanıklarının da iddia tanıklarıyla aynı koşullar altında davet edilmelerinin ve
dinlenmelerinin sağlanmasını isteme hakkı düzenlenmiştir (Ali Fırtına, B. No: 2014/14575, 6/7/2017,
§ 25).
39. Anayasa Mahkemesi, benzer iddiaların ileri sürüldüğü
başvurulara ilişkin olarak birçok kararında tanık sorgulama hakkıyla ilgili
ilkeleri belirlemiştir. Buna göre bir ceza yargılamasında, sanığın aleyhine
olan tanıkları sorguya çekme veya çektirme, lehine olan tanıkların da aleyhine
olan tanıklarla aynı koşullar altında davet edilmelerinin ve dinlenmelerinin
sağlanmasını isteme hakkı vardır. Sanık hakkında gerçekleştirilen ceza
yargılamasının sürecinde sanığın tanıklara soru yöneltebilmesi, onlarla
yüzleşebilmesi ve tanık beyanlarının doğruluğunu sınama imkânına sahip olması
adil bir yargılamanın yapılabilmesi bakımından gereklidir. Ancak başvurucuların
tanıklara soru sorabilmesi, onlarla yüzleşebilmeleri mutlak bir hak değildir.
Makul gerekçelerle getirilen kısıtlamalar, kimi zaman başvurucunun iddia
tanıklarına soru sorabilme ve onlarla yüzleşme imkânını da ortadan kaldırabilmektedir.
Diğer yandan bir mahkûmiyet -sadece veya belirleyici ölçüde- sanığın soruşturma
veya yargılama aşamasında sorgulama veya sorgulatma imkânı bulamadığı bir kimse
tarafından verilen ifadelere dayandırılmış ise sanığın hakları Anayasa'nın 36.
maddesindeki güvencelerle bağdaşmayacak ölçüde kısıtlanmış olur (Atila Oğuz Boyalı, B. No: 2013/99,
20/3/2014, §§ 34-56; Az. M., B.
No: 2013/560, 16/4/2015, §§ 46-67; Levent
Yanlık, B. No: 2013/1189, 18/11/2015, §§ 67-76; İsmet Özkorul,
B. No: 2013/7582, 11/12/2014, §§44, 45).
40. Sonuç olarak somut bir yargılama öncesinde veya haricinde
elde edilen tanık ifadelerinin delil olarak kabulünün yargılamanın adilliğine
zarar verip vermediğini değerlendirmek için iki aşamalı bir test
uygulanmalıdır. İlk olarak tanığın mahkemede hazır edilmemesi geçerli bir
nedenin mevcudiyetine dayanmalıdır. İkinci olarak ise okunmasıyla yetinilen
ifadenin karara götüren tek ya da belirleyici kanıt olması hâlinde savunma
haklarının adil yargılanmanın gerekleriyle bağdaşmayacak ölçüde sınırlandırılıp
sınırlandırılmadığına bakılacaktır (Abdurrahim Balur, B. No:
2013/5467, 7/1/2016, § 80).
41. Yukarıdaki değerlendirme yapılırken geçerli neden şartı,
öncelikli olarak gözetilmelidir. Çünkü tek veya yegâne ispat unsuru olmasa dahi
ifadesi hükme esas alınan bir tanığın geçerli bir neden olmaksızın duruşmada
dinlenmemesi tek başına adil yargılanma hakkına aykırılık oluşturabilir. Kamu
makamları bu nedenle ifadesi hükme dayanak yapılacak tanıkların duruşmada hazır
edilmesi için makul bir çaba sergileme yükümlülüğü altındadır (Abdurrahim Balur, § 81).
42. Somut olayda; yokluğunda dinlenen tanık beyanlarının duruşma
öncesinde başvurucu müdafii tarafından incelendiği,
duruşmada Mahkemece tanığın beyanlarına karşı diyeceklerinin sorulduğu, müdafiye
savunma hazırlaması ve tanık beyanlarına karşı diyeceklerini yazılı olarak
sunması için süre verildiği ve Mahkeme tarafından tanığın yeniden dinlenmesi
talebinin reddine dair gerekçe sunulduğu anlaşılmıştır.
43. Ayrıca gerekçeli karar incelendiğinde Adli Tıp ve Şûra
raporları, tanık A.S.nin beyanı ve müştekinin
istikrarlı beyanlarının, sanığın ise çelişkili beyanlarının bulunduğu dikkate
alındığı dolayısıyla tanık anlatımının mahkûmiyet için yegâne veya belirleyici
delil niteliğinde olmadığı görülmektedir. Mahkeme, gerekçeli kararında olayın
delilinin tek bir tanığın açıklamalarından ibaret olmadığı ve beyanlarının
esasa tesirli bulmadığı gerekçesiyle tanığın yeniden huzurda dinlenmesi
talebini reddetmiştir. Anılan tanığın huzurda dinlenilmesi talebinin dosyadaki
mevcut deliller dikkate alınarak reddedilmesine ilişkin kararın yeterli
güvenceleri içeren bir usul çerçevesinde verilmediği ve gerekçeden yoksun
olduğu söylenemez.
44. Açıklanan gerekçelerle tanık sorgulama hakkına ilişkin bir
ihlalin olmadığı açık olduğundan başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Silahların Eşitliği
İlkesinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia
45. Başvurucu grafolojik inceleme yapılmasına dair talebinin
haksız olarak reddedildiğini ileri sürmüştür.
46. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun grafolojik inceleme talebine
dair iddiasının adil yargılanma hakkının güvencelerinden olan silahların
eşitliği ilkesi kapsamında
incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
47. Anayasa'nın 36. maddesi uyarınca herkes iddia, savunma ve adil yargılanma hakkına
sahiptir. Anayasa'nın anılan maddesinde adil yargılanma hakkından ayrı olarak iddia ve savunma hakkına birlikte yer
verilmesi, taraflara iddia ve savunmalarını mahkeme önünde dile getirme fırsatı
tanınması gerektiği anlamını da içermektedir.
48. Diğer yandan Anayasa'nın 36. maddesine adil yargılanma
ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, bu ibarenin Türkiye'nin tarafı olduğu
uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılama hakkının
madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Nitekim Anayasa Mahkemesi de
Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında, Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına
dâhil edilen silahların eşitliği ilkelerine Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında
yer vermektedir. Bu itibarla anılan ilkenin adil yargılanma hakkının kapsam ve
içeriğine dâhil olduğu sonucu ortaya çıkmaktadır. Anılan ilkeye uygun
yürütülmeyen bir yargılamanın hakkaniyete uygun olması olanaklı değildir.
49. Silahların eşitliği ilkesi, davanın taraflarının usule
ilişkin haklar bakımından aynı koşullara tabi tutulması ve taraflardan birinin
diğerine göre daha zayıf bir duruma düşürülmeksizin iddia ve savunmalarını
makul bir şekilde mahkeme önünde dile getirme fırsatına sahip olması anlamına
gelir (Yaşasın Aslan, B. No:
2013/1134, 16/5/2013, § 32). Bu usul güvencesi, uyuşmazlığın her iki tarafına
da savunmasının temel dayanağı olan delilleri sunma imkânı tanınmasını
kapsamaktadır (Yüksel Hançer, B.
No. 2013/2116, 23/1/2014, § 18).
50. Diğer taraftan belirli bir davaya ilişkin olarak delilleri
değerlendirme ve gösterilmek istenen delilin davayla ilgili olup olmadığına
karar verme yetkisi esasen derece mahkemelerine aittir. Mevcut yargılamada
sunulan delilin geçerli olup olmadığını, delil sunma ve inceleme yöntemlerinin
yasaya uygun olup olmadığını denetlemek Anayasa Mahkemesinin görevi kapsamında
olmayıp bu husustaki görevi başvuru konusu yargılamanın bütünlüğü içinde adil
olup olmadığını değerlendirmektir (Muhittin
Kaya ve Muhittin Kaya İnşaat Taahhüt Madencilik Gıda Turizm Pazarlama Sanayi ve
Ticaret Limited Şirketi, B. No: 2013/1213, 4/12/2013, § 27).
Silahların eşitliği ilkesi kapsamında yapılacak inceleme de başvuru konusu
yargılamanın bir bütün olarak adil olup olmadığının değerlendirilmesidir (Yüksel Hançer, § 19).
51. Somut olayda Mahkeme, başvurucunun mağdurenin
tedavisi ve taburcusuna ilişkin evrakdaki yazı ve
imza örnekleri üzerinde grafolojik inceleme yaptırılmasına dair talebi hakkında
tanık beyanlarını aldıktan sonra karar vereceğini belirtmiştir. Mahkeme A.S. ve
A.İ.A. isimli doktorları tanık olarak beyanlarını aldıktan sonra müştekinin
baştan beri başvurucunun bebeğin tedavisinde yer aldığı yönünde istikrarlı
beyanları bulunduğu halde başvurucunun tedavide yer alıp almadığına dair
çelişkili beyanları bulunduğunu da gözeterek müştekinin beyanlarını samimi
kabul etmiş ve tüm dosya kapsamındaki delillere göre kanaatini oluşturduğundan grafolojik
inceleme yapılmasının davanın esasına bir tesiri olmayacağını değerlendirerek
söz konusu talebi reddetmiştir.
52. Grafolojik inceleme yapılması talebinin reddedilmesine
ilişkin kararın makul gerekçe taşıdığı, yeterli güvenceleri içeren bir usul çerçevesinde
verildiği ve usule ilişkin imkânlar noktasında taraflar arasında farklı muamele
yapılmadığı görülmektedir. Ayrıca başvurucu temyiz incelemesi aşamasında temin
ettiği grafolojik inceleme raporunu Yargıtayın
dikkatine sunmuştur. Yargıtay tarafından başvurucunun sunduğu söz konusu rapor
ve tüm dosya kapsamı değerlendirilerek mahkûmiyet kararının onanmasına karar
verilmiştir. Öte yandan başvurucunun temyiz aşaması da dâhil yargılamanın tüm
aşamalarında her türlü itirazını dile getirme olanağına sahip olduğu
anlaşılmıştır.
53. Temyiz incelemesinden de geçerek kesinleşen mahkûmiyet hükmü
başka delillerle desteklenerek oluşturulduğundan silahların eşitliği ilkesine
aykırı ve sonucu itibarıyla bir tarafı diğer taraf karşısında önemli bir
dezavantaj içine sokan bir uygulamanın varlığından söz etmek mümkün değildir. Somut
delillerini sunma ve inceletme noktasında başvurucuya uygun imkânlar
tanınmıştır. Dolayısıyla yargılamanın bütünlüğü içinde silahların eşitliği
ilkesine yönelik bir ihlalin olmadığının açık olduğu sonucuna varılmıştır.
54. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının da diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
C. Diğer İhlal İddiaları
55. Başvurucu; eksik incelemeyle lehe deliller toplanmadan
mahkûm edildiğini ileri sürmüştür.
56. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında, kanun
yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda
incelenemeyeceği belirtilmiştir. Bu kapsamda ilke olarak mahkemeler önünde dava
konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin
değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile
uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun adil olup olmaması bireysel başvurukonusu olamaz. Ancak bireysel başvuru kapsamındaki
hak ve özgürlüklere müdahale teşkil eden, bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik içeren tespit ve sonuçlar bu kapsamda değildir (Ahmet Sağlam, B. No: 2013/3351, 18/9/2013,
§ 42).
57. Somut olayda Mahkemece yapılan yargılamada müşteki, tanık
beyanları, sanıkların savunmaları, Adli Tıp Kurumu ve Şûra raporları, ilgili
hastane tarafından başvurucunun da tedavide görevli doktorlar arasında olduğu
bilgisi ve tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirilmek suretiyle karar
verilmiştir. Başvurucunun anılan iddialarının esas itibarıyla derece
mahkemelerince verilen kararlarda delillerin değerlendirilmesinde isabet
bulunmadığına ve dolayısıyla kararın sonucuna ilişkin olduğu görülmektedir.
Başvurucu yargılama süresince ve bireysel başvuru sırasında olay tarihinde
olayın geçtiği hastanede çalışmadığına dair iddiasını destekleyici, hastanece
verilen bebeğin tedavi sürecinde görev aldığına dair yazının aksini kanıtlayan
herhangi bir belge de sunmamıştır. Yapılan yargılamada, Mahkemenin ve Yargıtayın kararlarında bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik oluşturan herhangi bir durum da tespit
edilmemiştir.
58. Başvurucu tarafından ileri sürülen ihlal iddialarının
yukarıda belirtilen içtihat kapsamında kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu
sonucuna varıldığından başvurunun bu kısmının da açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Tanık sorgulama hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın
açıkça dayanaktan yoksun olması
nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Silahların eşitliği ilkesinin ihlal edildiğine ilişkin
iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması
nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Diğer ihlal iddiaların açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA
22/1/2019 OYBİRLİĞİYLE karar verildi.