TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
CAN KAYA BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2016/47214)
|
|
Karar Tarihi: 18/4/2019
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Hasan Tahsin
GÖKCAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar
ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Burhan ÜSTÜN
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
Raportör
|
:
|
Özgür DUMAN
|
Başvurucu
|
:
|
Can KAYA
|
Vekili
|
:
|
Av. Güler
KAYA
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, yakalama, gözaltına alma ve tutuklamanın hukuki
olmaması, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması ile sulh ceza
hakimliklerinin bağımsız ve tarafsız olmaması nedenleriyle kişi hürriyeti ve
güvenliği hakkının; mal varlığına el koyma tedbiri uygulanması nedeniyle de
mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 5/10/2016 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
5. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
A. Başvuru Tarihine Kadar
Yaşanan Gelişmeler
6. Türkiye 15 Temmuz 2016 gecesi silahlı bir darbe teşebbüsüyle
karşı karşıya kalmış ve Bakanlar Kurulu tarafından ülke genelinde 21/7/2016
tarihinden itibaren doksan gün süreyle olağanüstü hâl (OHAL) ilan edilmesine karar
verilmiştir. Olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Darbe
teşebbüsüne ilişkin süreç, OHAL ilanı, OHAL döneminin gerektirdiği tedbirlere
ilişkin detaylı açıklamalar Anayasa Mahkemesinin Aydın Yavuz ve diğerleri ([GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017,
§§ 12-20, 47-66) kararında yer almaktadır.
7. Başvurucu, 15 Temmuz 2016 tarihli darbe teşebbüsü sonrasında
Anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs suçunu işlediği şüphesiyle Gölbaşı
Cumhuriyet Başsavcılığınca 25/7/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır.
Başvurucunun 26/7/2016 tarihinde Cumhuriyet savcısı tarafından kanuni hakları
hatırlatılarak müdafii huzurunda ifadesi alınmıştır.
Başvurucunun iddiasına göre zorunlu müdafii talep
edebileceği belirtilmiş ancak kendi vekilinin ifadeye katılması engellenmiştir.
8. Gölbaşı Sulh Ceza Hâkimliği 26/7/2016 tarihinde başvurucunun
isnat edilen suçtan tutuklanmasına karar vermiştir. Kararın gerekçesinde,
başvurucunun atılı suçu işlediğine dair yoğun ve kuvvetli suç şüphesinin mevcut
olduğu belirtilmiştir. Hâkimlik ayrıca, atılı suçun tutuklamayı gerektiren
katalog suçlardan olduğunu ve atılı suçun kanunda öngörülen yaptırımının alt ve
üst sınırları ile başvurucunun sosyal durumuna göre kaçma şüphesinin
bulunduğunu belirtmiştir. Kararda bunun yanında henüz toplanmamış bulunan
delillerin karartılma şüphesinin mevcut olduğuna dikkat çekilmiştir. Son olarak
ise kanunda öngörülen yaptırımın nevi ve süresine göre işin önemi de dikkate
alındığında adli kontrol tedbirlerinin yeterli olamayacağı ifade edilmiştir.
9. Başvurucu 2/8/2016 tarihinde tutuklama kararına itiraz
etmiştir. Ankara 4. Sulh Ceza Hâkimliği 18/8/2016 tarihinde itirazın reddine
karar vermiştir. Bu karar başvurucuya 5/9/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir.
10. Gölbaşı Cumhuriyet Başsavcılığının yetkisizlik kararı ile
gönderdiği soruşturmayı Ankara Batı Cumhuriyet Başsavcılığı yürütmüştür.
11. Ankara Batı Cumhuriyet Başsavcılığınca 6/9/2016 tarihinde
başvurucunun da aralarında olduğu şüphelilerin gerçek ve tüzel kişiler ile kamu
kurum ve kuruluşlarının uğradığı zararın tazmini amacıyla devir ve temliki ile
bunlarla ilgili hak tesisini önlemek veya tasarruf yetkisini kısıtlamak için
şüphelilere ait taşınmazların tapu kütüğü ile kara, deniz ve hava ulaşım
araçlarının kayıtlı bulunduğu sicillere şerh konulması talep edilmiştir.
12. Ankara Batı 2. Sulh Ceza Hâkimliği 8/9/2016 tarihinde bu
talebi kabul etmiştir. Kararın gerekçesinde, başvurucu ile diğer şüphelilerin
soruşturma konusu suçu işlediklerine dair kuvvetli şüphenin mevcut olduğu
belirtilmiştir. Kararda 15/8/2016 tarihli ve 671 sayılı Olağanüstü Hal
Kapsamında Bazı Kurum ve Kuruluşlara İlişkin Düzenleme Yapılması Hakkında Kanun
Hükmünde Kararname'nin (671 sayılı KHK) 31. maddesi ile değişik 12/4/1991
tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun 20/A maddesi dayanak olarak
gösterilmiştir. Buna göre geçici hukuki koruma tedbiri olarak taşınmazlar için
tapu kütüğüne; kara, deniz ve hava araçları için ise kayıtlı bulunduğu sicile
şerh verilmesine karar verilmiştir. Karar gereğince başvurucunun Ankara'nın
Altındağ ilçesine bağlı Karacaviran Mahallesi'nde
bulunan 125 parsel sayılı taşınmazdaki 1/30 payı yönünden 21/9/2016 tarihinde
tapu kaydına tedbir şerhi konulmuştur.
13. Başvurucu 5/10/2016 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
B. Başvuru Tarihinden
Sonra Yaşanan Gelişmeler
14. Yine Ankara Batı 1. Sulh Ceza Hâkimliği ise 10/11/2016
tarihinde başvurucunun da aralarında olduğu şüphelilerin yardımlaşma kurum ve
sandıklarından olan alacaklarına tedbir konulmasına karar vermiştir.
15. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı başvurucunun Anayasa'yı
ihlal, yasama organını ortadan kaldırmaya teşebbüs, Türkiye Cumhuriyeti
Hükûmetini ortadan kaldırmaya teşebbüs ve silahlı terör örgütüne üye olma
suçlarından cezalandırılması talebiyle 31/3/2017 tarihinde iddianame
düzenlemiştir. İddianamede, Mali Suçları Araştırma Kurulu raporu, emniyet
görevlilerince düzenlenen rapor ve diğer bazı delillere göre başvurucunun Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması
(FETÖ/PDY) üyesi olduğu, suç tarihinde darbe faaliyetini organize edip yürüten
şüphelilerden A.Ö.nün
koruması olduğu ve suç tarihinde görev ve yetkisi bulunmadığı hâlde A.Ö. ile
birlikte Akıncı Üssü'ne geldiği belirtilmiştir. Ayrıca başvurucunun darbe
girişiminde bulunanların verdikleri görevleri yerine getirerek darbe
faaliyetine iştirak ettiği belirtilmiştir.
16. İddianame tevzi edildiği Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesi
tarafından kabul edilerek kovuşturmaya başlanmıştır. Ulusal Yargı Ağı Bilişim
Sistemi'nden (UYAP) yapılan sorgulama sonucuna göre yargılama devam etmektedir.
Davanın 19/10/2018 tarihinde yapılan oturumunda verilen ilgili ara kararı
şöyledir:
"Bir kısım sanıkların mal varlığı üzerine
konulan tedbirlerin kaldırılması hususundaki taleplerin 3713 sayılı yasanın 20a maddesi uyarınca konulan tedbirlerin 2 yıl süre ile
geçerli olduğu ve hukuk mahkemelerince tedbirin devamına veya ihtiyati haciz
veya ihtiyati tedbir verilmemesi halinde söz konusu tedbir kararlarının
kendiliğinden kalkacağı hükmü uyarınca sanıklar ve müdafilerinin talepleri
konusunda karar verilmesine yer olmadığına [karar verildi]."
17. Ayrıca Millî Savunma Bakanlığı, başvurucunun da aralarında
bulunduğu davalılar aleyhine Akıncı Üssü'ne ilişkin olarak meydana gelen
zararın tazmini istemiyle 3.729.548,33 TL ve 211.020,26 Amerikan doları
tutarındaki zararın tahsili için dava açmıştır. Bakanlık, ayrıca Ankara 26.
Asliye Hukuk Mahkemesinden soruşturma ve kovuşturma aşamasında davalıların mal
varlığı yönünden verilen tedbirin devamı olarak başvurucu ve diğer davalıların
mal varlıkları yönünden ihtiyati haciz konulmasını talep etmiştir.
18. Mahkeme 8/12/2017 tarihinde bu talebi kabul ederek başvurucu
ve diğer davalıların taşınmazları ile kara, hava ve deniz ulaşım araçlarına,
yardımlaşma kurum ve alacaklarına konulan tedbir kararının devamı niteliğinde
teminatsız olarak ihtiyati haciz konulmasına karar vermiştir. Karar uyarınca
başvurucunun anılan taşınmazdaki payı yönünden 10/5/2018 tarihinde ihtiyati
haciz şerhi konulmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
19. 3713 sayılı Kanun'un 671 sayılı KHK'nın 31. maddesi ile
değişik "Zararların tazimini amacıyla
tedbir konulması" kenar başlıklı 20/A. maddesi şöyledir:
"Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap
Dördüncü Kısım Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan
suçlar ve bu Kanun kapsamına giren suçlar nedeniyle gerçek veya tüzel kişiler
ile kamu kurum ve kuruluşlarının uğradığı zararların tazmini amacıyla,
soruşturma aşamasında Cumhuriyet savcısının talebi üzerine sulh ceza hâkimi,
kovuşturma aşamasında mahkeme tarafından, şüpheli veya sanıklara ait
taşınmazların veya kara, deniz ya da hava ulaşım araçlarının devir ve temlikini
veya bunlarla ilgili hak tesisini önlemek ya da tasarruf yetkisini kısıtlamak
için şerh düşülmesine karar verilebilir. Taşınmazlarla ilgili karar tapu
kütüğüne; kara, deniz ve hava ulaşım araçlarıyla ilgili karar ise bu araçların
kayıtlı bulunduğu sicile şerh verilmek suretiyle icra olunur. Kovuşturmaya yer
olmadığına dair kararın kesinleşmesi halinde veya şerhin konulduğu tarihten
itibaren bir yıl içinde, şerhin devamı yönünde hukuk mahkemesinden verilmiş
ihtiyati haciz veya ihtiyati tedbir kararı ibraz edilmediği takdirde şerh
kendiliğinden terkin edilir.”
20. 3/10/2016 tarihli ve 676 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında
Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında KHK'nın 88. maddesi ile 3713 sayılı
Kanun'un 20/A maddesinin birinci fıkrasında yer alan “şerh düşülmesine” ibaresinden sonra gelmek üzere “ve bu kişilerin yardımlaşma kurum ve sandıklarından
olan alacaklarına tedbir konulmasına” ibaresi eklenmiştir.
21. 5/6/2017 tarihli ve 691 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında
Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında KHK'nın 7. maddesi ile 3713 sayılı
Kanun'un 20/A maddesinin birinci fıkrasında yer alan “bir yıl” ibaresi “iki
yıl” şeklinde değiştirilmiş ve aynı maddeye aşağıdaki fıkralar
eklenmiştir:
“Birinci
fıkra kapsamına giren suçlar nedeniyle gerçek veya tüzel kişiler ile kamu kurum
ve kuruluşlarının uğradığı zararların tazmini amacıyla açılan davalarda;
davalının adres kayıt sisteminde adresinin bulunmaması veya bulunup da
tebligata elverişli olmaması halinde, mahkemece, dava dilekçesinin özeti tirajı
ellibinin üzerinde olan ve yurt düzeyinde dağıtımı
yapılan gazetelerden biri vasıtasıyla ilan edilir. Yapılacak ilanda davalının
bir ay içinde yurtiçinde tebligata elverişli bir adres veya 11/2/1959 tarihli
ve 7201 sayılı Tebligat Kanununun 7/a maddesi uyarınca
kayıtlı elektronik posta adresi bildirmemesi ya da davada kendisini avukatla
temsil ettirmemesi halinde, yargılamaya yokluğunda devam olunacağı, yargılama
aşamalarında başkaca tebligat yapılmayarak hüküm verileceği ve hükmün de aynı
usulle tebliğ edileceği ihtar edilir. Adresi yabancı ülkede bulunan davalıya
çıkarılacak tebligatta, bu fıkrada belirtilen ilanda yer alan hususlar ile
yabancı ülke adresine bir daha tebligat yapılmayacağı ihtarına yer verilir.
Birinci fıkra kapsamında açılan davaların
kısmen veya tamamen reddi halinde, davacı aleyhine maktu avukatlık ücretine
hükmolunur. Ancak belirlenen ücret dava değerini geçemez.”
22. 5271 sayılı Kanun'un 267. maddesinin (1) numaralı fıkrası
şöyledir:
"Hâkim kararları ile kanunun gösterdiği
hâllerde, mahkeme kararlarına karşı itiraz yoluna gidilebilir."
23. 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun
257. maddesi şöyledir:
"Rehinle temin edilmemiş ve vadesi gelmiş
bir para borcunun alacaklısı, borçlunun yedinde veya üçüncü şahısta olan
taşınır ve taşınmaz mallarını ve alacaklariyle diğer
haklarını ihtiyaten haczettirebilir.
Vadesi gelmemiş borçtan dolayı yalnız
aşağıdaki hallerde ihtiyati haciz istenebilir:
1 – Borçlunun muayyen yerleşim yeri yoksa;
2 – Borçlu taahhütlerinden kurtulmak maksadiyle mallarını gizlemeğe, kaçırmağa veya kendisi
kaçmağa hazırlanır yahut kaçar ya da bu maksatla alacaklının haklarını ihlâl
eden hileli işlemlerde bulunursa;
Bu suretle ihtiyati haciz konulursa borç
yalnız borçlu hakkında muacceliyet kesbeder."
24. 2004 sayılı Kanun'un 265. maddesinin birinci ve beşinci
fıkraları şöyledir:
"Borçlu kendisi dinlenmeden verilen
ihtiyatî haczin dayandığı sebeplere, mahkemenin yetkisine ve teminata karşı; huzuriyle yapılan hacizlerde haczin tatbiki, aksi hâlde
haciz tutanağının kendisine tebliği tarihinden itibaren yedi gün içinde
mahkemeye müracaatla itiraz edebilir."
"İtiraz üzerine verilen karara karşı
istinaf yoluna başvurulabilir. Bölge adliye mahkemesi bu başvuruyu öncelikle
inceler ve verdiği karar kesindir. İstinaf yoluna başvuru, ihtiyatî haciz
kararının icrasını durdurmaz."
25. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Gözaltı" kenar başlıklı 91.
maddesinin (1) ve (5) numaralı fıkraları şöyledir:
"(1) Yukarıdaki maddeye göre yakalanan
kişi, Cumhuriyet Savcılığınca bırakılmazsa, soruşturmanın tamamlanması için
gözaltına alınmasına karar verilebilir. Gözaltı süresi, yakalama yerine en
yakın hâkim veya mahkemeye gönderilmesi için zorunlu süre hariç, yakalama
anından itibaren yirmidört saati geçemez. Yakalama
yerine en yakın hâkim veya mahkemeye gönderilme için zorunlu süre oniki saatten fazla olamaz."
"(5) Yakalama işlemine, gözaltına alma ve
gözaltı süresinin uzatılmasına ilişkin Cumhuriyet savcısının yazılı emrine
karşı, yakalanan kişi, müdafii veya kanunî
temsilcisi, eşi ya da birinci veya ikinci derecede kan hısımı, hemen serbest
bırakılmayı sağlamak için sulh ceza hâkimine başvurabilir. Sulh ceza hâkimi
incelemeyi evrak üzerinde yaparak derhâl ve nihayet yirmidört
saat dolmadan başvuruyu sonuçlandırır. Yakalamanın veya gözaltına alma veya
gözaltı süresini uzatmanın yerinde olduğu kanısına varılırsa başvuru reddedilir
ya da yakalananın derhâl soruşturma evrakı ile Cumhuriyet Savcılığında hazır
bulundurulmasına karar verilir."
26. 5271 sayılı Kanun'un "Tutuklama
nedenleri" kenar başlıklı 100. maddesinin ilgili bölümü
şöyledir:
"(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını
gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli
veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi
beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama
kararı verilemez.
(2)
Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması
veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.
b) Şüpheli veya sanığın davranışları;
1. Delilleri yok etme, gizleme veya
değiştirme,
2. Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı
yapılması girişiminde bulunma,
Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.
(3)
Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı
halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) 26.9.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;
...
11. Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine
Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),
..."
27. 5271 sayılı Kanun'un "Tutuklama
kararı" kenar başlıklı 101. maddesinin (1) ve (2) numaralı
fıkraları şöyledir:
"(1) Soruşturma evresinde şüphelinin
tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi
tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının
istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir.
Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz
kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir.
(2)
Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin
reddine ilişkin kararlarda;
a) Kuvvetli suç şüphesini,
b) Tutuklama nedenlerinin varlığını,
c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu,
gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir.
Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği
yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir."
28. 5271 sayılı Kanun'un "Adlî
kontrol" kenar başlıklı 109. maddesinin (1) numaralı fıkrası
ile (3) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:
"(1) Bir suç sebebiyle yürütülen
soruşturmada, 100 üncü maddede belirtilen tutuklama
sebeplerinin varlığı halinde, şüphelinin tutuklanması yerine adlî kontrol
altına alınmasına karar verilebilir.
…
(3)
Adlî kontrol, şüphelinin aşağıda gösterilen bir veya birden fazla yükümlülüğe
tabi tutulmasını içerir:
a) Yurt dışına çıkamamak.
b) Hâkim tarafından belirlenen yerlere,
belirtilen süreler içinde düzenli olarak başvurmak.
c) Hâkimin belirttiği merci veya kişilerin
çağrılarına ve gerektiğinde meslekî uğraşlarına ilişkin veya eğitime devam
konularındaki kontrol tedbirlerine uymak.
...
f) Şüphelinin parasal durumu göz önünde
bulundurularak, miktarı ve bir defada veya birden çok taksitlerle ödeme
süreleri, Cumhuriyet savcısının isteği üzerine hâkimce belirlenecek bir güvence
miktarını yatırmak.
g) Silâh bulunduramamak veya taşıyamamak, gerektiğinde
sahip olunan silâhları makbuz karşılığında adlî emanete teslim etmek.
...
j) Konutunu terk etmemek.
k) Belirli bir yerleşim bölgesini terk
etmemek.
l) Belirlenen yer veya bölgelere
gitmemek."
29. 5237 sayılı Kanun'un "Silâhlı örgüt" kenar başlıklı 314.
maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
"(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci
bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya
yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası
ile cezalandırılır.
(2)
Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis
cezası verilir."
30. 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun
"Terör tanımı" kenar
başlıklı 1. maddesi şöyledir:
"Terör; cebir ve şiddet kullanarak;
baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle,
Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasî, hukukî, sosyal, laik,
ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü
bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet
otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve
hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya
genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından
girişilecek her türlü suç teşkil eden eylemlerdir."
31. 3713 sayılı Kanun'un "Terör
suçlusu" kenar başlıklı 2. maddesi şöyledir:
"Birinci maddede belirlenen amaçlara
ulaşmak için meydana getirilmiş örgütlerin mensubu olup da,
bu amaçlar doğrultusunda diğerleri ile beraber veya tek başına suç işleyen veya
amaçlanan suçu işlemese dahi örgütlerin mensubu olan kişi terör suçlusudur.
Terör örgütüne mensup olmasa dahi örgüt adına
suç işleyenler de terör suçlusu sayılır."
32. 3713 sayılı Kanun'un "Terör
suçları" kenar başlıklı 3. maddesi şöyledir:
"26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 302, 307, 309, 311, 312, 313, 314, 315
ve 320 nci maddeleri ile 310 uncu maddesinin birinci
fıkrasında yazılı suçlar, terör suçlarıdır."
33. 3713 sayılı Kanun'un "Cezaların
artırılması" kenar başlıklı 5. maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
"3 ve 4 üncü
maddelerde yazılı suçları işleyenler hakkında ilgili kanunlara göre tayin
edilecek hapis cezaları veya adlî para cezaları yarı oranında artırılarak
hükmolunur. Bu suretle tayin olunacak cezalarda, gerek
o fiil için, gerek her nevi ceza için muayyen olan cezanın yukarı sınırı
aşılabilir. Ancak, müebbet hapis cezası yerine, ağırlaştırılmış müebbet hapis
cezasına hükmolunur."
V. İNCELEME VE GEREKÇE
34. Mahkemenin 18/4/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Kişi Hürriyeti ve
Güvenliği Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Tutuklamanın Hukuki
Olmadığına İlişkin İddia Yönünden
a. Başvurucunun İddiaları
ve Bakanlık Görüşü
35. Başvurucu, Gölbaşı Sulh Ceza Hâkimliğince verilen tutuklama
kararının hukuki olmadığını ve tutukluluk için Anayasa ve kanun hükümlerinde
yer alan koşulların bulunmadığını belirterek kişi hürriyeti ve güvenliği ile
adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
36. Bakanlık, başvurucunun bu iddiaları hakkında bir görüş
bildirmemiştir.
b. Değerlendirme
37. Anayasa'nın "Temel
hak ve hürriyetlerin sınırlanması" kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."
38. Anayasa'nın "Kişi
hürriyeti ve güvenliği" kenar
başlıklı 19. maddesinin birinci fıkrası ile üçüncü fıkrasının
birinci cümlesi şöyledir:
"Herkes, kişi hürriyeti ve güvenliğine
sahiptir.
...
Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan
kişiler, ancak kaçmalarını, delillerin yokedilmesini
veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu
kılan ve kanunda gösterilen diğer hallerde hâkim kararıyla
tutuklanabilir."
39. Başvurucunun bu bölümdeki iddialarının Anayasa'nın 19.
maddesinin üçüncü fıkrası bağlamında kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı
kapsamında incelenmesi gerekir.
i. Uygulanabilirlik
Yönünden
40. Anayasa'nın "Temel
hak ve hürriyetlerin kullanılmasının durdurulması" kenar
başlıklı 15. maddesi şöyledir:
"Savaş, seferberlik, sıkıyönetim veya
olağanüstü hallerde, milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükler ihlâl
edilmemek kaydıyla, durumun gerektirdiği ölçüde temel hak ve hürriyetlerin
kullanılması kısmen veya tamamen durdurulabilir veya bunlar için Anayasada
öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabilir.
Birinci fıkrada belirlenen durumlarda da, savaş hukukuna uygun fiiller sonucu meydana gelen
ölümler dışında, kişinin yaşama hakkına, maddî ve manevî varlığının bütünlüğüne
dokunulamaz; kimse din, vicdan, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz
ve bunlardan dolayı suçlanamaz; suç ve cezalar geçmişe yürütülemez; suçluluğu
mahkeme kararı ile saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamaz."
41. Anayasa Mahkemesi, olağanüstü yönetim usullerinin
uygulandığı dönemlerde alınan tedbirlere ilişkin bireysel başvuruları
incelerken Anayasa'nın 15. maddesinde ortaya konulan temel hak ve özgürlüklere
ilişkin güvence rejimini dikkate alacağını belirtmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 187-191).
Soruşturma mercilerince başvurucuya yöneltilen ve tutuklama tedbirine konu olan
suçlama, başvurucunun darbe teşebbüsünün arkasındaki yapılanma olduğu
belirtilen FETÖ/PDY üyesi olduğu iddiasıdır. Anayasa Mahkemesi, anılan suçlamanın
olağanüstü hâl ilanını gerekli kılan olaylarla ilgili olduğunu
değerlendirmiştir (Selçuk Özdemir
[GK], B. No: 2016/49158, 26/7/2017, § 57).
42. Bu itibarla başvurucu hakkında uygulanan tutuklama
tedbirinin hukuki olup olmadığının incelenmesi Anayasa'nın 15. maddesi
kapsamında yapılacaktır. Bu inceleme sırasında öncelikle başvurucunun
tutuklanmasının başta Anayasa'nın 13. ve 19. maddeleri olmak üzere diğer
maddelerinde yer alan güvencelere aykırı olup olmadığı tespit edilecek,
aykırılık saptanması hâlinde ise Anayasa'nın 15. maddesindeki ölçütlerin bu
aykırılığı meşru kılıp kılmadığı değerlendirilecektir (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 193-195, 242;
Selçuk Özdemir, § 58).
ii. Genel İlkeler
43. Genel ilkeler için bkz. Özcan
Güney, B. No: 2017/20709,15/11/2018, §§ 57-62.
iii. İlkelerin Olaya
Uygulanması
44. Başvurucu, anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs
suçundan 5271 sayılı Kanun'un 100. maddesi uyarınca tutuklanmıştır. Dolayısıyla
başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin kanuni dayanağı
bulunmaktadır.
45. Kanuni dayanağı bulunduğu anlaşılan tutuklama tedbirinin
meşru bir amacının olup olmadığı ve ölçülülüğü incelenmeden önce tutuklamanın
ön koşulu olan suçun işlendiğine dair kuvvetli belirtinin bulunup bulunmadığının
değerlendirilmesi gerekir. Tutuklama kararında; başvurucunun atılı suçu
işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin bulunduğunu gösterir delillerin
bulunduğu kanaatine varılmıştır (bkz. § 8). İddianamede ise Mali Suçları
Araştırma Kurulu raporu, emniyet görevlilerince düzenlenen rapor ve diğer bazı
delillere göre başvurucunun Fetullahçı Terör
Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) üyesi olduğu, suç tarihinde darbe
faaliyetini organize edip yürüten şüphelilerden A.Ö.nün koruması olduğu ve suç tarihinde görev ve
yetkisi bulunmadığı hâlde A.Ö. ile birlikte Akıncı Üssü'ne geldiği
belirtilmiştir. Ayrıca başvurucunun darbe girişiminde bulunanların verdikleri
görevleri yerine getirerek darbe faaliyetine iştirak ettiği belirtilmiştir
(bkz. § 16).
46. Buna göre belirtilen deliller neticesinde yapılan
değerlendirmede başvurucunun suç işlediğine dair kuvvetli belirti bulunduğu
sonucuna varılmasının keyfî ve temelsiz olduğu söylenemez.
47. Başvurucu hakkında uygulanan ve kuvvetli suç şüphesinin bulunması
şeklindeki ön koşulu yerine gelmiş olan tutuklama tedbirinin meşru bir amacının
olup olmadığının da değerlendirilmesi gerekir. Bu değerlendirmede tutuklama
kararının verildiği andaki genel koşullar da dâhil olmak üzere somut olayın tüm
özelliklerinin dikkate alınması gerekir.
48. Başvurucunun tutuklanmasına karar verilen suç Türk hukuk
sistemi içinde ağır cezai yaptırımlar öngörülen suç tipleri arasında olup isnat
edilen suça ilişkin olarak kanunda öngörülen cezanın ağırlığı kaçma şüphesine
işaret eden durumlardan biridir (aynı yöndeki değerlendirmeler için bkz. Hüseyin Burçak, B. No: 2014/474, 3/2/2016,
§ 61; Devran Duran [GK], B. No:
2014/10405, 25/5/2017, § 66). Ayrıca anılan suç, 5271 sayılı Kanun'un 100.
maddesinin (3) numaralı fıkrasında yer alan ve kanun gereği tutuklama nedeni varsayılabilen suçlar
arasındadır.
49. Başvurucunun tutuklanmasına karar verilirken işlendiği iddia
olunan suçların vasıf ve mahiyetine, suçlara ilişkin kanunda öngörülen
cezaların ağırlığına, mevcut delil durumuna ve isnat edilen suçların katalog
suçlar arasında olmasına dayanıldığı görülmektedir.
Dolayısıyla tutuklama kararının verildiği andaki genel koşullar
ve somut olayın yukarıda belirtilen özel koşulları ile Sulh Ceza Hâkimliği
tarafından verilen kararın içeriği birlikte değerlendirildiğinde başvurucu
yönünden özellikle kaçma ve delilleri etkileme şüphesine yönelik tutuklama
nedenlerinin olgusal temellerden yoksun olduğu söylenemez.
50. Son olarak başvurucu hakkındaki tutuklama tedbirinin ölçülü
olup olmadığının da belirlenmesi gerekir. Bir tutuklama tedbirinin Anayasa'nın
13. ve 19. maddeleri kapsamında ölçülülüğünün belirlenmesinde somut olayın tüm
özellikleri dikkate alınmalıdır (Gülser Yıldırım
(2), § 151). Öncelikle terör suçlarının soruşturulması kamu
makamlarını ciddi zorluklarla karşı karşıya bırakmaktadır. Bu nedenle kişi
hürriyeti ve güvenliği hakkı, adli makamlar ve güvenlik görevlilerinin
-özellikle organize olanlar olmak üzere- suçlarla ve suçlulukla etkili bir
şekilde mücadelesini aşırı derecede güçleştirmeye neden olabilecek şekilde
yorumlanmamalıdır (aynı yöndeki değerlendirmeler için bkz. Süleyman Bağrıyanık ve
diğerleri, § 214; Devran
Duran, § 64). Özellikle darbe
teşebbüsüyle veya FETÖ/PDY ile bağlantılı soruşturmaların kapsamı ve niteliği
ile FETÖ/PDY'nin özellikleri de dikkate alındığında
bu soruşturmaların diğer ceza soruşturmalarına göre çok daha zor ve karmaşık
olduğu ortadadır (Aydın Yavuz ve diğerleri
[GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, § 350).
51. Somut olayın yukarıda belirtilen özellikleri dikkate
alındığında İstanbul 2. Sulh Ceza Hâkimliğince isnat edilen suçlar için
öngörülen cezaların miktarı, işin niteliği ve önemi de nazara alınarak
başvurucu hakkında tutuklama tedbirine karar verilmesinin ölçülü olmadığı söylenemez.
52. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun tutuklamanın hukuki
olmadığı iddiasına ilişkin olarak bir ihlalin bulunmadığı açık olduğundan
başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan
yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
53. Buna göre başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına
tutuklama yoluyla yapılan müdahalenin bu hakka dair Anayasa'da (13. ve 19.
maddelerde) yer alan güvencelere aykırılık oluşturmadığı görüldüğünden
Anayasa'nın 15. maddesinde yer alan ölçütler yönünden ayrıca bir inceleme
yapılmasına gerek bulunmamaktadır.
2. Soruşturma Dosyasına
Erişimin Kısıtlandığına İlişkin İddia Yönünden
a. Başvurucunun İddiaları
ve Bakanlık Görüşü
54. Başvurucu, soruşturma dosyasına erişiminin kısıtlandığından
yakınarak kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
55. Bakanlık, başvurucunun bu iddiaları hakkında bir görüş bildirmemiştir.
b. Değerlendirme
56. Anayasa Mahkemesi, soruşturma dosyalarına erişime yönelik
olarak verilen kısıtlama kararlarının tutuklu kişilerin özgürlüklerinden mahrum
bırakılmalarına karşı itirazda bulunma hakkı üzerindeki etkisini birçok kararında
incelemiştir. Bu kararlarda, öncelikle yakalanan veya tutuklanan kişiye
yakalama ya da tutuklama sebeplerinin ve hakkındaki iddiaların bildirilmesi
gerektiği ancak buradaki bildirim yükümlülüğünün isnat edilen suçlamalara esas
tüm bilgi ve delilleri kapsamadığı belirtilmiş; bu bağlamda başvurucunun
tutuklamaya konu suçlamalara ilişkin temel unsurları bilip bilmediği dikkate
alınmıştır (Günay Dağ ve diğerleri
[GK], B. No: 2013/1631, 17/12/2015, §§ 168-176; Hidayet Karaca [GK], B. No: 2015/144, 14/7/2015, §§ 105-107;
Süleyman Bağrıyanık
ve diğerleri, B. No: 2015/9756, 16/11/2016, §§ 248-257).
57. Somut olayda ifade ve sorgu tutanakları, tutukluluğa ilişkin
kararlar, başvurucu veya müdafileri tarafından verilen tutukluluğa ilişkin
dilekçeler ile soruşturma dosyasındaki bilgi ve belgeler incelendiğinde
başvurucunun tutukluluğa temel teşkil eden bilgi ve belgelerden haberdar
olduğu, bunların içeriği hakkında yeterli bilgiye sahip bulunduğu, tutukluluk
durumuna karşı itirazlarını sunma konusunda kendisine yeterli imkânın tanındığı
görülmektedir.
58. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
3. Yakalama ve Gözaltı
Tedbirlerinin Hukuki Olmadığına İlişkin İddialar Yönünden
a. Başvurucunun İddiaları
ve Bakanlık Görüşü
59. Başvurucu, yakalama ve gözaltı tedbirlerinin hukuki
olmadığından yakınarak kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini
ileri sürmüştür.
60. Bakanlık, başvurucunun bu iddiaları hakkında bir görüş
bildirmemiştir.
b. Değerlendirme
61. Anayasa Mahkemesi, kanunda öngörülen gözaltı süresinin aşıldığı
veya yakalama ve gözaltına alınmanın hukuka aykırı olduğu iddialarına ilişkin
olarak bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla asıl dava sonuçlanmamış
da olsa -ilgili Yargıtay içtihatlarına atıf yaparak- 5271 sayılı Kanun'un 141.
maddesinde öngörülen tazminat davası açma imkânının tüketilmesi gereken etkili
bir hukuk yolu olduğu sonucuna varmıştır (Hikmet
Kopar ve diğerleri [GK], B. No: 2014/14061, 8/4/2015, §§ 64-72; Hidayet Karaca, §§ 53-64; Günay Dağ ve diğerleri, §§ 141-150; İbrahim Sönmez ve Nazmiye Kaya, B. No:
2013/3193, 15/10/2015, §§ 34-47).
62. Somut olayda yakalama ve gözaltı tedbirlerinin hukuki
olmadığına ve/veya kanunda öngörülen gözaltı süresinin aşıldığına ilişkin
iddialarla ilgili olarak anılan kararlarda varılan sonuçlardan ayrılmayı
gerektiren bir durum bulunmamaktadır.
63. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemiş olması
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
4. Sulh Ceza
Hâkimliklerinin Yapısına İlişkin İddialar
a. Başvurucunun İddiaları
ve Bakanlık Görüşü
64. Başvurucu tutukluluğa itirazları inceleyen sulh ceza
hakimliklerinin bağımsız ve tarafsız olmadığını ileri sürmüştür.
65. Bakanlık, başvurucunun bu iddiaları hakkında bir görüş
bildirmemiştir.
b. Değerlendirme
66. Anayasa Mahkemesince sulh ceza hâkimliklerinin kanuni hâkim
güvencesini sağlamadıkları, tarafsız ve bağımsız mahkeme olmadıkları ve
tutukluluğa itirazın bu yargı mercilerince karara bağlanmasının hürriyetten
yoksun bırakılmaya karşı etkili bir itirazda bulunmayı imkânsız hâle
getirdiğine ilişkin iddialar birçok kararda incelenmiş; bu kararlarda sulh ceza
hâkimliklerinin yapısal özellikleri dikkate alınarak söz konusu iddiaların
açıkça dayanaktan yoksun olduğu sonucuna varılmıştır (Hikmet Kopar ve diğerleri, §§ 101-115; Mehmet Baransu (2),
B. No: 2015/7231, 17/5/2016, §§ 64-78, 94-97).
67. Somut başvuruda aynı mahiyetteki iddialara ilişkin olarak
anılan kararlarda varılan sonuçtan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.
68. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının da açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Mülkiyet Hakkının
İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
ve Bakanlık Görüşü
69. Başvurucu, ceza soruşturması kapsamında taşınır ve taşınmaz
malları üzerindeki tasarruf yetkisinin sınırlandırıldığını ve banka hesabına da
bloke konulduğunu belirterek mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
70. Bakanlık görüşünde, başvurucunun el koyma tedbirine ilişkin
kararlara itiraz etmediğine işaret edilerek başvuru yollarının tüketilmediği
belirtilmiştir. Bakanlık ayrıca başvurucunun mülkiyet hakkından mahrum
bırakılmadığı için müdahale olmadığını, müdahalenin varlığının kabulü hâlinde
ise kanuni dayanağı ve meşru amacı bulunan müdahalenin ölçülü sayılması
gerektiği yönünde görüş bildirmiştir.
71. Başvurucu ise cevap dilekçesinde soruşturma dosyasında
mevcut kısıtlılık kararı sebebiyle itiraz edebilmesinin güçleştiğini, ayrıca
suçu işlediğine dair kuvvetli şüphe bulunmadığı hâlde haksız yere mal varlığı
ile ilgili tedbir uygulandığını belirtmiştir.
2. Değerlendirme
72. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı
Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası gereği Anayasa Mahkemesine
bireysel başvuru, iddia edilen hak ihlallerinin derece mahkemelerince
düzeltilmemesi hâlinde başvurulabilecek ikincil nitelikte bir kanun yoludur.
Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği Anayasa Mahkemesine bireysel
başvuruda bulunabilmek için öncelikle olağan kanun yollarının tüketilmesi
zorunludur (Ayşe Zıraman
ve Cennet Yeşilyurt, B. No: 2012/403, 26/3/2013, §§ 16, 17).
73. Somut olayda ceza soruşturması kapsamında başvurucunun mal
varlığı ile ilgili olarak sulh ceza hâkimliği kararıyla el koyma tedbirinin
uygulandığı, başvuru devam ederken ise bu defa asliye hukuk mahkemesince
ihtiyati haciz uygulanmasına karar verildiği anlaşılmaktadır.
74. Bununla birlikte başvurucunun soruşturma aşamasında verilen
söz konusu tedbir kararlarına karşı reddine ilişkin ara kararlara karşı itiraz
yoluna başvurmadığı görülmektedir. Hâlbuki 5271 sayılı Kanun'un 267. maddesinin
(1) numaralı fıkrasına göre hâkim kararları ile kanunun gösterdiği hâllerde
mahkeme kararlarına karşı itiraz yoluna gidilebileceği anlaşılmaktadır. Nitekim
Nuray Işık (B. No: 2014/7561,
28/9/2016, §§ 68, 69) başvurusunda Anayasa Mahkemesi söz konusu itiraz yolunun
etkisiz olmadığını tespit ederek -diğer unsurlar yanında- mal varlığı ile
tedbir kararlarına karşı olağan bir kanun yolu olan itiraz yolunun
tüketilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia
yönünden başvurunun kabul edilemez olduğuna karar vermiştir. Diğer taraftan
başvuru devam ederken konulan ihtiyati haciz şerhi yönünden de 2004 sayılı
Kanun'un 265. maddesine göre kanun yoluna başvurulabileceği de görülmektedir.
75. Ancak başvurucu söz konusu yargısal yolları tükettiğine dair
herhangi bir bilgi veya belge sunmamıştır. Her ne kadar başvurucu ceza
soruşturması aşamasında verilen tedbir kararından haberdar olmadığını ileri
sürmüş ise de başvuru formunda mal varlığı ile ilgili tedbir konulduğunu
bildirmiştir. Bu durumda başvurucunun tedbirden haberdar olduğu ve itiraz
yoluna da gidebileceği değerlendirilmiştir. Sonuç olarak bireysel başvurunun
ikincilliği ilkesi gereğince olağan kanun yollarının tüketilmediği ihlal
iddialarının doğrudan Anayasa Mahkemesince incelenebilmesi mümkün değildir.
Dolayısıyla mülkiyet hakkının ihlaline neden olduğu ileri sürülen söz konusu
iddiaya ilişkin olarak başvuru yolları usulünce tüketilmemiştir.
76. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın;
a. Tutuklamanın hukuki olmadığına ilişkin iddia yönünden açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
b. Soruşturma dosyasına erişimin kısıtlandığına ilişkin iddia
yönünden açıkça dayanaktan yoksun olması
nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
c. Yakalama ve gözaltı tedbirlerinin hukuki olmadığına ilişkin
iddia yönünden başvuru yollarının
tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
d. Sulh ceza hâkimliklerinin yapısına ilişkin iddiaların açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA
18/4/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.