TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ORHAN ŞAHNA BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2016/50948)
|
|
Karar Tarihi: 9/1/2020
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
|
Raportör
|
:
|
Burak Cenk İLHAN
|
Başvurucu
|
:
|
Orhan ŞAHNA
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, tutuklama tedbiri için mevzuatta öngörülen koşullar
gerçekleşmeksizin, keyfi ve hukuka aykırı olarak tutuklanması nedeniyle kişi
hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 30/9/2016 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Anayasa Mahkemesi Birinci Bölüm Birinci Komisyon tarafından
başvurucunun tutuklanmasının hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve
güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiası dışındaki diğer temel hak ve
özgürlüklerin ihlal edildiğine yönelik iddialarının kabul edilemez olduğuna,
tutuklanmasının hukuki olmadığı iddiası bakımından Bölüme gönderilmesine ve
başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne 3/7/2019 tarihinde karar
verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.
7. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal
Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler
çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:
9. Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî darbe teşebbüsüyle
karşı karşıya kalmış ve bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde
olağanüstü hâl ilan edilmiştir. Olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde son
bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu
teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve
son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması
(PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No:
2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25).
10. Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe
girişimiyle bağlantılı ya da darbe girişimiyle doğrudan bağlantılı olmasa bile
FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık,
ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik
olarak Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturmalar yürütülmüş; çok
sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51; Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672,
11/1/2018, § 12).
11. Başvurucu, en son Büyükçekmece hâkimi olarak görev
yapmıştır.
12. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) İkinci Dairesinin
10/8/2016 tarihli kararı ile -Büyükçekmece hâkimi olarak görev yapmakta olan-
başvurucunun görevden uzaklaştırılmasına karar verilmiş, başvurucu 31/8/2016
tarihinde meslekten çıkarılmış ve bu karar 29/11/2016 tarihinde kesinleşmiştir.
13.
Başvurucu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca FETÖ/PDY ile bağlantılı
suçlardan başlatılan soruşturma kapsamında 11/8/2016 tarihinde gözaltına
alınmıştır.
14. Başvurucu 12/8/2016 tarihli Savcılık ifadesinde özetle
liseyi 2001 yılında Bursa’da bitirip aynı yıl Ankara Üniversitesi Hukuk
Fakültesini kazandığını, Ankara’da düzenli olarak bir yerde kalmadığını, devam
zorunluluğu olmadığı için sınavlara gidip geldiğini, bu süreç içinde cemaat
yurtlarına ve evlerine hiç gitmediğini, herhangi bir gazete ve dergi aboneliği
olmadığını, meslek hayatı boyunca kurumun anlaşmalı olduğu maaş aldığı
bankalarla çalıştığını, yurt dışına hiç gitmediğini, pasaportu dahi olmadığını,
gerek üniversitede gerekse staj döneminde sınıf temsilciliği, albüm kurulu
üyeliği yapmadığını, kura ile Bozcaada hâkimliği, sonrasında talep dışı Hatay
Samandağ hâkimliği, ardından Van hâkimliği görevlerinde bulunduktan sonra 2016
kararnamesi ile Büyükçekmece hâkimliğine atandığını, teftiş notları hakkında
bilgisinin olmadığını ancak teftişin gıyabında yapıldığını ve iyi olduğunu
düşündüğünü, cemaate ait yurt, dernek ve evlere dinî duygularla da olsa kurban
ya da bağış adı altında bir yardımda bulunmadığını, Ergenekon ve Balyoz
davaları süreci sonrasında 17-25 Aralık sürecinde basından takip ettiğinde
böyle bir yapının olduğunu düşünmeye başladığını, bu yapıdaki insanların
bildiği kadarıyla kendisiyle ilişkisinin olmadığını, 2014 HSYK seçim sürecinde
Van’dagörev yapmakta olduğunu, seçimde sandık müşahitliği veya başka bir
görevde bulunmadığını, meslek hayatı boyunca özel yetkili mahkemelerde veya
savcılıklarda görev yapmadığını, mazeret iznindeyken Bursa’da evde olduğu
sırada akşam televizyondan darbeye teşebbüs olayını öğrendiğini, böyle bir
örgütle adının çıkartılmasını kabullenemediğini, Van’da görev yaparken 2014
HSYK seçimleri sonrasında yaşça büyük bir grup meslektaşının Van Adliyesine
atanması sonrasında bu kişilerle meslektaş olarak ister istemez adliye içinde
diyalog kurduğunu, daha sonra söz konusu kişilerin büyük çoğunluğunun bu
örgütün üyesi olmaktan tutuklandığını, tamamen kendisinin iyi niyeti, olaya
sadece meslektaş olarak bakışı ve arkadaşlık duyguları içinde bu kişilerle
diyaloğu dolayısıyla böyle asılsız bir isnatla suçlanmış olabileceğini, bunun
haricinde böyle bir örgütle gerek öğrencilik hayatında gerekse meslek hayatında
yolunun kesişmediğini, 2011 yılında ablasının beyin tümöründen rahatsızlığı
sebebiyle onu rahatlıkla doktora getirip götürebilmek ve tedavi sürecinde
yanında olmak amacıyla Bozcaada’dan Bursa civarı bir yere tayin istediğini,
2010 yılındaki kurulu ele geçiren bu örgüt üyesi kurul üyelerinin kendisinin
talebini kabul etmeyerek Bursa’ya 15 saat uzaklıktaki Hatay’ın Samandağı
ilçesine tayin ettiklerini, o süreçte ablasıyla yeterince ilgilenemediğini ve
2012 yılında ablasını bu rahatsızlık dolayısıyla kaybettiklerini, 2010-2014
yılları arasında HSYK’yı elinde bulunduran bu örgütün anlattığı bu hususlar
nedeniyle asıl kendisini mağdur ettiğini, bu örgüte yakın olmadığı için mağdur
edilmiş olabileceğini, buna benzer isteklerle pek çok meslektaşı talebi
doğrultusunda atandığı hâlde o dönemin kurulununşahsını mağdur ettiğini, bir
örgütün kendi mensubunu mağdur etmeyeceğine göre kendisinin örgüt mensubu
olmasının mümkün olmadığını belirtmiştir.
15. Başvurucu 12/8/2016 tarihinde Savcılık tarafından, silahlı
terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanması istemiyle İstanbul 10. Sulh Ceza
Hâkimliğine sevk edilmiştir.
16. Başvurucu sorgudaki ifadesinde özetle 2014 HSYK seçimlerinde
tavrının Yargıda Birlik ve YARSAV(Yargıçlar ve Savcılar Birliği) adayları
arasında bir dengeleme şeklinde olduğunu, bir önceki HSYK seçiminde Adalet
Bakanlığı listesi diye düşünülmüş olan listenin daha sonra paralel yapılanma
olduğunu ve kendisini mağdur ettiğini gördüğü için hem Yargıda Birlikten hem de
YARSAV'dan parçalı bir yapı olması taraftarı olduğunu, bu şekilde oy
kullandığını, Türkiye'nin 15 Temmuz'daki girişim kadar büyük bir ihaneti
görmediğini, kendi vatandaşına ateş eden, kendi Meclisini bombalayan böyle hain
bir yapı üyesi olmak suçlamasının utanç verici olduğunu, bu suçlamayı
kesinlikle kabul etmediğini belirtmiş; Cumhuriyet savcılığında vermiş olduğu
beyanlarını tekrar ederek benzer beyanlarda bulunmuş, tutuksuz yargılanmak
üzere serbest bırakılmayı talep etmiştir.
17. İstanbul 10. Sulh Ceza Hâkimliği 12/8/2016 tarihinde
başvurucunun tutuklanmasına karar vermiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir:
"Şüpheli Orhan Şahna'nın üzerine atılı
Silahlı FETÖ/PDY terör örgütüne üye olma suçunun CMK'nın 100. maddesinde
belirtilen kaçma ve delilleri karartma şüphesinin var kabul edildiği katalog
suçlardan olduğu, şüphelinin HSYK 2. Dairesi'nin 10/8/2016 tarih ve 2016/357
karar sayılı kararı ile açığa alındığı ve hakkında soruşturma izni verildiği,
bu dosya ekindeki Ankara CBS Anayasal Düzene Karşı İşlenen Suçlar Soruşturma
Bürosu'nca yürütülen soruşturma kapsamındaki istihbarî ve kolluk araştırma
tutanakları, kolluk arama tutanağı ve HTS kayıtları birlikte
değerlendirildiğinde kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösterir delillerin
bulunduğu, atılı suç ve öngörülen ceza miktarı ile benzer soruşturmalarda aynı
yapıya mensup çeşitli kamu görevlilerinin resmi ya da gayrı resmi yollardan
yurt dışına kaçtıkları hususu gözetildiğinde adli kontrol kararının yetersiz
geleceği ve tutuklama tedbirinin orantılı bulunduğu anlaşıldığından CMK 100 ve
devamı maddeleri gereğince müsnet suçtantutuklanmasına ...[karar
verildi.]"
18. Başvurucu tutuklama kararına itiraz etmiş, İstanbul 1. Sulh
Ceza Hâkimliği 19/8/2016 tarihinde itirazın reddine karar vermiştir. Kararın
ilgili kısımları şöyledir:
"...
İtiraz konusu kararda kuvvetli suç şüphesini
gösteren somut delil ve vakıaların soruşturma dosyasının içeriğine uygun
şekilde ortaya konulduğu; tutuklamayı gerektiren nedenlerin ve tutuklama
tedbirinin ölçülülük ilkesine uygun olduğunu, tutuklama yerine adli kontrol
tedbirlerinin uygulanmasının yetersiz kalacağını gösteren delillerin somut
olgularla gerekçelendirilerek açıklandığı, açıklamaların soruşturma dosyası
içeriğine de uygun olduğu; tüm bu olgu, tespit ve nedenler karşısında İstanbul
10. Sulh Ceza Hakimliği'nin itiraza konu tutuklama kararında usul ve kanuna
aykırı bir yön bulunmayıp, kararın yerinde olduğu sonuç ve vicdani kanaatine
varılmakla, şüpheli müdafiinin yerinde görülmeyen itirazlarının reddine, ...[kesin
olarak karar verildi.]"
19. Başvurucunun İstanbul 8. Sulh Ceza Hâkimliğince tutukluluk
hâlinin devamına dair 8/9/2016 tarihinde verilen karara karşı itirazı İstanbul
9. Sulh Ceza Hâkimliğince 23/9/2016 tarihinde kesin olarak reddedilmiştir.
20. Başvurucu 30/9/2016 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
21. Soruşturma aşamasında dinlenen tanık beyanları şöyledir:
i. Başka bir soruşturma kapsamında 25/10/2016 tarihinde şüpheli
sıfatıyla ifadesi alınan E.B.nin beyanlarının ilgili kısmı şöyledir:
"... adli yargıda ihraç listesinde yer alan
Orhan Şahnan isimli şahısla yanılmıyorsam 2003-2004 yıllarında cemaat yurdunda
birlikte kaldım. Ancak anılan şahıs daha sonra cemaat evlerinden ayrılmıştır.
Şahısla olan samimiyetim ve görüşmelerimle kendisinin çalışma evlerinde
kalmadığı gibi örgütle iltisakının kalmadığını, belli bir hiyerarşiye tabi
olmadığını ve aidat ödemediğini biliyorum. Ancak anılan şahıs HSYK seçimlerinde
bağımsızlar listesi olarak bilinen cemaat listesini desteklediğinden cemaatçi
olarak ihraç edildiğini düşünüyorum ..."
ii. Başka bir soruşturma kapsamında 28/9/2016 tarihinde şüpheli
sıfatıyla ifadesi alınan E.A.nın beyanlarının ilgili kısmı şöyledir:
"... dün şahsıma ait olan ...
ADSLkablosuz internet hattında terör örgütünün kullanmış olduğu BYLOCK isimli
şifreli programın kırmızı kategoride kullanıldığı gerekçesiyle göz altına
alındım. Benim ve ailemin her türlü telefon, cihazlarında hiçbir şekilde bu
program yüklü değildir. Zaten bunlar kriminal incelemeye gitmiştir. Bu hususta
da korkum veya çekincem yoktur. Benim aynı binada oturduğum komşularım bana ait
olan kablosuz internet ağından faydalanıyordu. Haziran 2013 tarihinde İlçemize
atanan ve binamıza üst katıma taşınan Hâkim F.Ş. yeni evlenmiş ve mesleğe yeni
girmiş olması sebebiyle ADSL şifresini istedi ve bu internet ağını devamlı
olarak Haziran 2015 yılına kadar kullandı. Bu şahıs 16 Temmuz 2016 tarihinde
tutuklanmış olup meslekten ihraç edilmiştir. Bunun dışında bir üst komşum olan
Hâkim C.K.de internet şifremi alarak kablosuz ağımı kullanmıştır. Yine bu şahıs
da 16 Temmuz tarihinde tutuklanarak ceza evine alınmış ve meslekten ihraç
edilmiştir. Ayrıca bunların dışında internet ağıma evime misafirliğe geldikleri
zamanlarda şifreyi isteyerek internete Hâkim Y.E. ve Hâkim Orhan Şahna'da
internetimi kullanmıştır. Bu iki şahıs da meslekten ihraç edilmiş ve ceza
evindedir. Ben bu terör örgütüne üye değilim. İyi niyetimden dolayı internet
şifremi verdim. Bu programı bu kişilerden hangisinin girdiğini bilmiyorum.
Ancak çok yüksek ihtimalle üst katımda bulunan Hâkim F.Ş.den şüpheleniyorum.
..."
iii. Başka bir soruşturma kapsamında 1/11/2017 tarihinde şüpheli
sıfatıyla ifadesi alınan U.O.nun beyanlarının ilgili kısmı şöyledir:
"... 2002 yılında kendi çabalarım ile
hazırlandığım üniversite sınavında ise Ankara Gazi Üniversitesi'ni kazandım,
...
...
Ben üniversitede eğitim gördüğüm zaman
içerisinde cemaat adına hareket eden yukarıda isimlerini saydığım kişiler
haricindeki kişiler hatırladığım kadarıyla isimleri vermek istiyorum;
...
Orhan Şahna isimli şahıs ile aynı öğrenci
evinde 1 dönem birlikte kaldık, bu şahsın herhangi bir görevi olduğunu
hatırlamıyorum, o dönemde Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesinde okumaktaydı.
..."
22. Hâkimlik 20/2/2017 tarihinde, başvurucunun tahliyesine ve
başvurucu hakkında yurt dışına çıkma yasağı şeklinde adli kontrol tedbiri
uygulanmasına karar vermiştir.
23. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 20/3/2018 tarihli iddianame
ile başvurucu hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan aynı yer Ağır
Ceza Mahkemesinde kamu davası açmıştır.
24. İddianamede öncelikle FETÖ/PDY hakkında genel bilgilere,
daha sonra ise başvurucuya yönelik suçlama ve delillere yer verilmiştir.
25. Bu bağlamda iddianamenin başvurucu hakkında iddia olunan
suça ve örgüt bağlantısına ilişkin kısımları özetle şöyledir:
i. FETÖ/PDY ile irtibatlı olduğu gerekçesiyle HSYK kararlarıyla
görevinden uzaklaştırıldığı, meslekten ihraç edildiği ve bu kararın
kesinleştiği belirtilmiştir.
ii. Tanıklar E.B. (bkz. § 21) ve E.A.nın (bkz. § 21)
ifadelerindeki bazı beyanlarına yer verilmiştir.
iii. FETÖ/PDY üyeliğinden hakkında soruşturma yapılan ve
meslekten ihraç edilen HSYK eski müfettişlerinden A.B.nin Bozcaada Adliyesinin
2011 yılı denetiminde başvurucuya 82 puan not takdir ettiği, bu denetimde
A.B.nin başvurucuya, hakkında objektif kriterlerden ve yerleşik uygulamalardan
uzak, örgütsel amaç ve politikalar doğrultusunda başvurucunun parlatılması,
hakkındaki olumsuz düşüncelerin bertaraf edilmesi ve gelecekte önemli görevlere
getirilmesini sağlamak amacıyla örgütsel dayanışma sergileyerek 82 puan gibi
yüksek bir not takdir ettiğine yönelik tespitler olduğu belirtilmiştir.
iv. Başvurucunun annesi F.Şa.nın Bank Asyadaki hesabında 2014
yılında hareketlilik görüldüğü, F.Şa.nın 5/3/2018 günü alınan beyanında özetle
Bank Asyadaki hesaplarını açmasında oğlu Orhan Şahna’nın herhangi bir
yönlendirmesi olmadığını ifade ettiği belirtilmiştir. Ancak bu tespitlerin
neler olduğu hususunda herhangi bir açıklamaya yer verilmemiştir.
v. İstanbul Emniyet Müdürlüğü Organize Suçlarla Mücadele Şube
Müdürlüğünce başvurucu hakkında yapılan havuz sorgusu sonucu düzenlenen
20/3/2018 tarihli tutanakla başvurucunun ByLock kullanıcısı olmadığının,
FETÖ/PDY ile bağlantılı derneklerde bir kaydının olmadığının, FETÖ/PDY'nin tepe
yöneticileri ile bir telefon irtibatının olmadığının, FETÖ/PDY ile bağlantılı
şirketlerde Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) kaydının olmadığının ve FETÖ/PDY ile
bağlantılı bulunan Bank Asyada bir hesabının bulunmadığının tespit edildiği
belirtilmiştir.
vi. Başvurucunun 2014 HSYK üyelerinin seçilmesi sürecinde anılan
örgüt yapılanmasında yer alan HSYK üye adayları lehine seçimde çalışmalar
yaptığına yönelik tespitler olduğu belirtilmiştir.
vii. Başvurucunun örgüt tarafından oluşturulan evlerde
üniversite döneminde kaldığına dair tespitler olduğu belirtilmiştir.
26. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 22/3/2018 tarihinde,
başvurucu hakkında Anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçundan
kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir.
27. İddianame İstanbul 35. Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme)
24/4/2018 tarihinde kabul edilerek E.2018/131 sayılı dosya üzerinden kovuşturma
aşaması başlamıştır.
28. Mahkeme 23/2/2018 tarihinde yaptığı ilk duruşmada,Ses ve
Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) üzerinden başvurucunun savunmasını almıştır.
Başvurucunun savunmasının ilgili kısımları şöyledir:
"Üzerime atılı suçlamayı kabul etmiyorum.
Tanık E.A.nın beyanında internetini paylaştığı meslektaş olarak beni, Y.E.yi ve
F.Ş.yi belirttiği ve yapılan araştırmalar sonucunda F.Ş.nin Bylocktan ceza
aldığı, benim hakkımda ise Bylock tespiti yapılmadığı gelen yazı cevabıyla
anlaşılmıştır. Tanık E.B. üniversiteden tanıdığım birisidir, beyanlarını kabul
etmiyorum. Ben öğretmen çocuğuyum, üniversitedeki 1 vize ve 1 final sınavlarına
ben Bursa'dan Ankara'ya giderek giriyordum, derslere devam etmiyordum.
Ankara'ya gittiğim zamanlarda öğretmenevlerinde kalıyordum. Ancak yer olmadığı
zaman ucuz pansiyon ve oteller bakıyordum. Etimesgut'ta ucuz bir pansiyon
bulmuştum bu pansiyon bu yapıya aitmiş. Tanık E.B. buradan yola çıkarak o
şekilde beyanda bulunmuş olabilir, ben yurtlarında kalmadım. HSYK 2014 yılı
seçimlerinde ben Van'da idim. Tanık E.B. Ankara'daydı. Kendisiyle seçimlerle
ilgili bir konuşmam olmadı. Van Adliyesi'nde iken HSYK seçimlerinden
sonrabağımsız adayları destekleyen gerek HSYK'dan gerekse Teftiş Kurulundan üst
görevlerde bulunan kişiler Van'a tayin edilmişlerdi. Aynı adliyede olduğumuz
için onlarla iletişimim vardı, bu sebeple bir yorum yapılmış olabilir. Yine
dosyaya giren Tanık U.O.nun beyanı da benzer mahiyettedir. Müfettiş notu
hususunda ise; benim tüm terfilerim C terfi idi. Müfettişin ayrıcalıklı bir
puan verdiğini düşünmüyorum. Anneme ait Bank Asya hesabına ilişkin annem ifade
vermiştir, bu paranın benle bir ilgisi yoktur. FETÖ'nün diğer kriterlerinin
hiçbiri bende yoktur. Beraatımı talep ediyorum."
29. Kovuşturma aşamasında tanık beyanları alınmış olup bu
beyanlardan;
i. Tanık E.B.nin 19/6/2018 tarihli beyanının ilgili kısımları
şöyledir:
"Orhan
Şahna isimli şahsı Ankara Hukuk Fakültesi'nde öğrenci olmuşluğum ve 2002 veya
2003 yılında tanışmıştık, kendisinin 15 Temmuz sürecinde HSYK'ca yapılan ihraç
kararnamelerinde sonradan ihraç edildiğini internetten görmüştüm, bu şahsın
yargıda FETÖ/PDY yapılanmasının mensubu olmadığını bildiğimden ve bu yapının
mağdur sayısı ne kadar artarsa strateji olarak kendisini başarılı gördüğünü
anlamış olduğumdan anılan şahıs vb. konumda olan kişilerle ilgili bilgileri
savcılıkla paylaşmaya karar vermiştim, bunun sonucunda yanılmıyorsam tanıklığa
konu ifademde de belirttiğim üzere şahsın Ankara Hukuk Fakültesi'nde öğrenci
olduğum dönem içerisinde bir dönem Fethullah Gülen yapısına ait öğrenci
evlerinde kaldığını duymuştum, ancak şahsın kısa bir zaman sonra bu evlerden
kendi isteğiyle ayrıldığını da ve sonradan hiçbir şekilde FETÖ/PDY yapısı ile
alakasının olmadığını biliyorum, sanık öğrencilik döneminde hangi evde hangi
tarihlerde kalmıştır bunu tam olarak bilmiyorum, çünkü evine hiç gitmedim, niteliğini
de bilemiyorum, bu bilgim duyumdan ibarettir, ama şunu net biliyorum, anılan
şahıs benden geç mezun olmuştur, mezun olduktan sonra bizim kalmış olduğumuz
çalışma evlerinde stajyer evlerinde kalmamıştır, yargıdaki cemaat yapılanmasına
dahil olmamıştır, sanıkla ilgili bildiklerim adalete yardımcı olmak amacıyla
bunlardan ibarettir, ... 25/10/2016 tarihli ifademi aynen tekrar ederim."
ii. Tanık E.A.nın 18/9/2018 tarihli beyanının ilgili kısımları
şöyledir:
"Ben
bu hususta daha önce Samandağ C Başsavcılığında ayrıntılı olarak ifade verdim o
ifademi aynen tekrar ederim o ifademe ek olarak; Adıma kayıtlı olan ADSL hattı
üzerinden FETO/PYD'yeait Bylock programına giriş yapılması ve kullanılması ile
ilgili olarak Hatay 2. Ağır Ceza Mahkemesi'nin 2016/362 Esas numaralı
dosyasında hakkımda verilmiş kesinleşmiş 'Beraat' kararı mevcuttur. Bu kapsamda
hakkımda yapılan kovuşturma neticesinde, söz konusu ADSL hattı üzerinden Bylock
programına giriş yapan kişinin üst kat dairede oturan F.Ş. olduğu Hatay 2. Ağır
Ceza Mahkemesi'nin 2016/362 Esas sayılı dosyasında tespit edilmiştir. Bu
nedenle adıma kayıtlı ADSL hattı üzerinden Bylock programına girilmesi ve
kullanılması ile ilgili olarak Orhan Şahna'nın herhangi bir ilgisinin
bulunmadığı Hatay 2. Ağır Ceza Mahkemesi'nin 2016/362 Esas sayılı dosyasında
tespit edilmiştir. Benim olay hakkındaki bilgim ve görgüm bundan ibarettir.
..."
iii. Tanık F.Şa.nın 7/9/2018 tarihli beyanının ilgili kısmı
şöyledir:
"Ben daha önce olayla ilgili emniyette
ifade vermiştim, aynen tekrar ederim. Oğlum Orhan Şahna'nın Bank Asya'da hesap
açtırmamla ilgili herhangi bir yönlendirme ve talimatı olmamıştır. Rahmetli
olan kızım H.Ş.nin çalışıp kazandığı birikimlerini değerlendirmek amaçlı olarak
Bank Asya'da hesap açtırdım vekızımın birikimlerini bu bankaya yatırdım.
Herhangi bir talimatla hesap açtırmadım para yatırmadım. Oğlum olan Orhan'ın da
bana herhangi bir yönlendirmesi olmamıştır. Hesap açtırdığım dönemde deoğlum
öğrenciydi. Okuduğu üniversiteye sadece sınav dönemlerinde gidiyordu ve
çalışmıyordu. Söyeleyeceklerim bunlardan ibarettir ..."
30. Mahkeme, Ankara Ağır Ceza Mahkemesine hitaben yazılan
25/10/2018 tarihli talimat müzekkeresi ile U.O.nun tanık olarak dinlenilmek üzere
16/1/2019 tarihli duruşmada SEGBİS üzerinden hazır edilmesini talep etmişse de
söz konusu duruşmanın zaptında tanığın gelmediğinin öğrenildiği belirtilerek
tanığın beyanlarının üniversite yılına ait olduğu, başvurucunun 2006 yılında
Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesinden mezun olduğugözetilerek tanığın
beyanlarının sonuca etkili olmayacağı değerlendirilmiş ve dinlenilmesinden
vazgeçilmesine karar verilmiştir.
31. 6/7/2018 tarihli duruşmada Cumhuriyet savcısının esas
hakkındaki mütalaasının ilgili kısımları şöyledir:
"… İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü
tarafından yapılan araştırmada sanığın ByLock kullancısı olmadığının tespit
edilmesi ve tanık E.A.nın ifadesinde belirttiği şahıslardan F. Ş.nin ByLock
kullancısı olduğunun tespit edilmesi ve bu tespit ile birlikte F.Ş. hakkında
Erzurum 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yapılan yargılamada, bylock kullandığından
bahisle hakkında mahkumiyet kararı verilmesi karşısında, tanık E.A.nın
ifadesinin sanık hakkında aleyhe delil niteliği taşımadığı kanaatine varıldığı,
diğer tanık E.B.nin ifadesinde belirttiği yurtta kalma hususunun ise 2003-2004
yıllarına ilişkin olduğu, FETÖ yapılanmasının silahlı terör örgütü olarak
nitelendirilmediği bu yıllardan sonra sanığın örgütsel faaliyetlerine devam
ettiğine dair bir delil veya emarenin bulunmadığı, sanığın incelenen dijital
materyallerinde suç unsuruna da rastlanmadığı ve böylece sanığın üzerine atılı
suçu işlediğine dair yeterli delil bulunmadığı anlaşılmakla; Sanığın atılı
suçtan CMK 223/2-e maddesi gereğince beraatine karar verilmesi kamu adına talep
ve mütalaa olunur."
32. Mahkeme 4/4/2019 tarihinde yaptığı duruşmada, başvurucunun
üzerine atılı suçu işlediği sabit olmadığından bahisle FETÖ/PDY'ye üye olma
suçundan beraatine karar vermiştir. Mahkemenin beraat kararının gerekçesinin
ilgili kısımları şöyledir:
"... İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü
tarafından yapılan araştırmada sanığın ByLock kullancısı olmadığının tespit
edilmesi ve tanık E.A.nın ifadesinde belirttiği şahıslardan F.Ş.nin ByLock
kullancısı olduğunun tespit edilmesi ve bu tespit ile birlikte F.Ş. hakkında
Erzurum 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yapılan yargılamada, ByLock kullandığından
bahisle hakkında mahkumiyet kararı verilmesi karşısında, tanık E.A.nın
ifadesinin sanık hakkında aleyhe delil niteliği taşımadığı,
Diğer tanık E.B.nin ifadesinde belirttiği bu
yapıya ait öğrenci evlerinde kalma hususunun ise 2002-2003 yıllarına ilişkin
olduğu, ayrıca sanığın kendi isteğiyle bu yapıdan o dönem ayrıldığını bildiği
yönünde beyanı, FETÖ yapılanmasının silahlı terör örgütü olarak
nitelendirilmediği bu yıllardan sonra sanığın örgütsel faaliyetlerine devam
ettiğine dair birdelil veya emarenin bulunmadığı, sanığın incelenen dijital
materyallerinde suç unsuruna da rastlanmadığı ve böylece sanığın üzerine atılı
suçu işlediğine dair yeterli delil bulunmadığı, sanığın örgüt adına herhangi
bir aktif faaliyet yürüttüğüne, örgütün çağrılarına iştirak edip eylem ve
etkinliklere katıldığına, dolayısıyla terör örgütü üyeliğinin en önemli unsurları
olan yoğunluk, çeşitlilik ve süreklilik arzeden eylem ve faaliyetler içerisine
girdiğine ilişkin yeterli delil bulunmadığı, sanığın savunmasının aksini
kanıtlayan her türlü şüpheden uzak, kesin, yeterli ve kuvvetli delil elde
edilememiş olup, şüpheden de sanık yararlanır evrensel hukuk ilkesi de dikkate
alındığında, sanığın üzerine atılı suçu işlediği sabit olmadığından beraatine
... [karar
verilmiştir.]"
33. Başvurucu, üzerine atılı suçu işlemediğinin sabit olduğu
gerekçesiyle 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 223.
maddesinin (2) numaralı fıkrasının (b) bendi uyarınca beraat kararı verilmesi
gerektiğinden bahisle karara karşı 11/4/2019 tarihinde süre tutum dilekçesi
vererek 7/5/2019 günü istinaf kanun yoluna başvurmuştur.
34. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla
istinaf aşamasında derdesttir.
IV. İLGİLİ HUKUK
35. İlgili hukuk için bkz.
Adem Türkel (B. No: 2017/632, 23/1/2019, §§ 24-39); Mustafa Özterzi ([GK], B. No: 2016/14597,
31/10/2019, §§ 33-48) başvurularına ilişkin kararlar.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
36. Mahkemenin 9/1/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
ve Bakanlık Görüşü
37. Başvurucu, tutuklama tedbiri için mevzuatta öngörülen
koşullar gerçekleşmeksizin, keyfi ve hukuka aykırı olarak tutuklanması
nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
38. Bakanlık görüşünde özetle öncelikle etkili bir başvuru yolu
olan 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinde düzenlenen tazminat davası yolu
tüketilmeden başvuru yapıldığından bahisle başvuru yollarının tüketilmemesi
nedeniyle kabul edilemezlik kararı verilmesi gerektiği, Anayasa Mahkemesi
tarafından esastan inceleme yapılacak olması durumunda ise somut olayda
soruşturma makamlarınca ileri sürülen olgularla kuvvetli suç şüphesinin ortaya
konulduğu, tutuklama kararının verildiği andaki genel koşullar ve somut olayın
özel koşulları ile sulh ceza hâkimlikleri tarafından verilen kararların içeriği
birlikte değerlendirildiğinde başvurucu yönünden kaçma ve delilleri etkileme
tehlikesine yönelen tutuklama nedenlerinin olgusal temellerinin olmadığının
söylenemeyeceği belirtilmiştir. Bakanlık görüşünde ayrıca soruşturma konusu suç
için öngörülen yaptırımın ağırlığı, işin niteliği ve önemi de gözönünde
tutulduğunda başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu ve
adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağı sonucuna varılmasının keyfî
olduğunun savunulamayacağı ileri sürülmüştür. Bakanlık görüşünde, bu hususlar
dikkate alınarak başvurucunun tutuklanmasında herhangi bir keyfîliğin
bulunmadığı hususuna vurgu yapılmış ve tutuklamanın hukuki olmadığına dair
şikâyetin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilmez bulunması
gerektiği ifade edilmiştir.
39. Başvurucu; Bakanlık görüşüne karşı beyanında özetle
tutuklama kararı gerekçesinde belirtilen hususların bir kısmının dosyada
bulunmadığını, dosyada bulunanların hiçbirinde herhangi bir suç unsuru olmadığını,
Anayasa Mahkemesinin 2016/66638 numaralı bireysel başvuru dosyası hakkındaki
kararında ihraç kararının tek başına kuvvetli bir belirti olarak kabul
edilemeyeceğinin ifade edildiğini, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Alparslan Altan/Türkiye (B. No: 12778/17)
kararında tutuklama anındaki makul şüphenin incelenmesi gerektiğinin, sonradan
toplanan delillerin bu değerlendirmeye etki etmeyeceğinin ifade edildiğini,
E.B.nin ifadesinin aleyhine olan kısmının duyum olduğunu, görgüye dayalı
bilgisinin bulunmadığını ifade ettiğini, iddianamede 2014 HSYK seçimlerinde
örgüte mensup adaylar için çalışma yapıldığına dair tespitler olduğu yazılmış
ise de bu husus ile ilgili hiçbir delil ve bilgiye yer verilmediğini,
iddianameye yazılmış olmasının bu hususa gerçeklik kazandırmayacağını,
meslekten ihraç edilen HSYK müfettişi tarafından yapılan teftiş neticesinde
kendisine verilen notun hak ettiklerinden düşük bile kabul edilebilecek değerde
olduğunu, çalıştığı hâkim odasından ayrılmayıp polisi beklemiş olmasının kaçma
şüphesinin bulunmadığının göstergelerinden birisi olduğunu, hakkında suç
işlediğine dair kuvvetli belirtinin bulunmadığını, tutuklanmasının haksız ve
keyfî olduğunu belirtmiştir.
B. Değerlendirme
40. Anayasa'nın "Temel
hak ve hürriyetlerin sınırlanması" kenar başlıklı 13. maddesi
şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."
41. Anayasa'nın "Kişi
hürriyeti ve güvenliği" kenar başlıklı 19. maddesinin birinci
fıkrası ile üçüncü fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:
"Herkes, kişi hürriyeti ve güvenliğine
sahiptir.
...
Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan
kişiler, ancak kaçmalarını, delillerin yokedilmesini veya değiştirilmesini
önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda
gösterilen diğer hallerde hâkim kararıyla tutuklanabilir."
42. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Bu itibarla başvurucun tutuklamanın hukuki
olmadığına yönelen bu bölümdeki iddialarının Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü
fıkrası bağlamında, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı kapsamında incelenmesi
gerekir.
1. Uygulanabilirlik
Yönünden
43. Anayasa Mahkemesi, olağanüstü yönetim usullerinin
uygulandığı dönemlerde alınan tedbirlere ilişkin bireysel başvuruları
incelerken Anayasa'nın 15. maddesinde ortaya konulan temel hak ve özgürlüklere
ilişkin güvence rejimini dikkate alacağını belirtmiştir. Buna göre olağanüstü
bir durumun bulunması ve bunun ilan edilmesinin yanı sıra bireysel başvuruya
konu temel hak ve özgürlüklere müdahale teşkil eden tedbirin olağanüstü durumla
bağlantılı olması hâlinde inceleme Anayasa'nın 15. maddesi uyarınca
yapılacaktır (Aydın Yavuz ve diğerleri,
§§ 187-191).
44. Soruşturma mercilerince başvurucuya yöneltilen ve tutuklama
tedbirine konu olan suçlama, başvurucunun darbe teşebbüsünün arkasındaki
yapılanma olduğu belirtilen FETÖ/PDY üyesi olduğu iddiasıdır. Anayasa
Mahkemesi, anılan suçlamanın olağanüstü hâl ilanını gerekli kılan olaylarla
ilgili olduğunu değerlendirmiştir (Selçuk
Özdemir [GK], B. No: 2016/49158, 26/7/2017, § 57).
45. Bu itibarla başvurucu hakkında uygulanan tutuklama
tedbirinin hukuki olup olmadığının incelenmesi Anayasa'nın 15. maddesi
kapsamında yapılacaktır. Bu inceleme sırasında öncelikle başvurucunun
tutuklanmasının başta Anayasa'nın 13. ve 19. maddeleri olmak üzere diğer
maddelerinde yer alan güvencelere aykırı olup olmadığı tespit edilecek,
aykırılık saptanması hâlinde ise Anayasa'nın 15. maddesindeki ölçütlerin bu
aykırılığı meşru kılıp kılmadığı değerlendirilecektir (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 193-195, 242;
Selçuk Özdemir, § 58).
2. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
46. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar
verilmesini gerektirecek başka bir neden bulunmadığı anlaşılan bu iddiaların
kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
Serdar ÖZGÜLDÜR ve Kadir ÖZKAYA bu görüşe katılmamışlardır.
3. Esas Yönünden
a. Genel İlkeler
47. Genel ilkeler için bkz. Metin Evecen (B. No: 2017/744,
4/4/2018, §§ 47-52); Zafer Özer (B. No: 2016/65239, 9/1/2020, §§ 38-45)
başvuruları hakkında verilen kararlar.
b. İlkelerin Olaya
Uygulanması
48. Başvurucu, FETÖ/PDY mensubu olduğu iddiasıyla yürütülen
soruşturma kapsamında silahlı terör örgütü üyesi olma suçlamasıyla 5271 sayılı
Kanun'un 100. maddesi uyarınca tutuklanmıştır.
49. Diğer taraftan başvurucu bir hâkim olarak mesleğinden
kaynaklanan güvencelere riayet edilmeksizin tutuklandığını iddia etmektedir.
50. Anayasa Mahkemesi, darbe teşebbüsünden sonraki dönemde bu
teşebbüsün arkasındaki yapılanma olduğu kabul edilen FETÖ/PDY ile bağlantılı
suçlardan yürütülen soruşturmalar kapsamında yargı mensupları hakkında
uygulanan tutuklama tedbirlerinin hukukiliğine ilişkin bireysel başvuruları
incelediği birçok kararında, başvurucu yargı mensuplarının mesleklerinden veya
görevlerinden kaynaklanan güvencelere riayet edilmeksizin tutuklandıkları ve bu
nedenle tutuklamanın kanuni dayanağının bulunmadığı iddialarını incelemiştir.
Anayasa Mahkemesi bu inceleme sonucunda gerek Yüksek Mahkeme üyeleri gerekse
diğer yargı mensupları bakımından tutuklamaya konu olaylara ilişkin olarak
soruşturma mercilerince veya tutuklamaya karar veren yargı organlarınca isnat
edilen ve tutuklamaya konu olan suçların kişisel suç olduğu, ayrıca ağır cezayı
gerektiren suçüstü hâlinin bulunduğu yönündeki değerlendirmelerin olgusal ve
hukuki temellerinin bulunduğu, dolayısıyla tutuklama tedbirlerinin kanuni
dayanaktan yoksun olduğunun söylenemeyeceği sonucuna varmıştır (diğerleri
arasından bkz. Adem Türkel, §§
52-59; Erdem Doğan, B. No:
2017/25955, 7/3/2019 §§ 50-57). Kaldı ki -Yüksek Mahkeme üyelerinden farklı
olarak- hâkim ve Cumhuriyet savcıları yönünden ağır ceza mahkemesinin görevine
giren suçüstü hâli bulunmasa da kişisel suçlarına ilişkin olarak soruşturma
yürütülmesi için bir izin şartı bulunmadığı yargısal içtihatlarda
belirtilmiştir (Mustafa Özterzi,
§ 93). Somut başvuruda anılan kararlardan yer alan değerlendirmelerden ve
varılan sonuçtan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır(bkz. aynı yönde
Zafer Özer, § 48).
51. Dolayısıyla somut olayın koşullarında başvurucunun hâkim
olması nedeniyle Anayasa veya 2802 sayılı Kanun'dan kaynaklanan güvenceler
uygulanmaksızın, kanuna aykırı olarak tutuklandığı iddiası yerinde değildir. Bu
itibarla başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin kanuni dayanağı
bulunmaktadır.
52. Bu aşamada tutuklama tedbirinin ön koşulu olan suçun işlendiğine dair kuvvetli belirti
bulunup bulunmadığı hususu değerlendirilecektir.
53. Başvurucu hakkındaki soruşturma belgeleri incelendiğinde
başvurucunun tutuklanmasına karar verilirken FETÖ/PDY ile irtibatlı olduğuna
dair HSYK'nın açığa alma kararına, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından
yürütülen soruşturma kapsamındaki araştırma tutanakları, kolluk arama tutanağı
ve HTS kayıtlarına dayanıldığının belirtildiği görülmektedir.
54. İddianamede ise Savcılık; başvurucunun FETÖ/PDY ile
irtibatlı olduğu gerekçesiyle HSYK kararlarıyla görevinden uzaklaştırılmasına
ve meslekten ihraç edilmesine, tanık beyanlarına, FETÖ/PDY üyeliğinden hakkında
soruşturma yapılan ve meslekten ihraç edilen HSYK eski müfettişinin verdiği
nota, başvurucunun annesi F.Şa.nın Bank Asya hesabında 2014 yılındaki
hareketliliğe, başvurucunun 2014 yılında yapılan HSYK üyeliği seçim sürecinde
anılan örgüt yapılanmasında yer alan HSYK üye adayları lehine seçimde
çalışmalar yaptığına yönelik tespitlere ve örgüt tarafından oluşturulan evlerde
üniversite döneminde kaldığına dair tespitlere dayanıldığını belirterek
başvurucunun FETÖ/PDY'ye üye olma suçundan cezalandırılmasını talep ve iddia
etmiştir.
55. Başvurucuya yöneltilen ve tutuklamaya konu olan suçlamanın
dayanaklarından biri başvurucunun görevinden uzaklaştırılmasıdır. Başvurucu,
HSYK'nın 31/8/2016 tarihli kararı ile meslekten çıkarılmıştır.
56. Darbe teşebbüsünden sonra başta soruşturma mercileri olmak
üzere yargı organları ve kamu makamları büyük bir zorlukla karşı karşıya
kalmışlardır. Teşebbüsün savuşturulmaya çalışıldığı sırada hem doğrudan
teşebbüsle bağlantılı olduğu değerlendirilen binlerce kişi hakkında hem de
teşebbüsle bağlantılı olmasa da bunun arkasındaki yapılanma olan FETÖ/PDY ile
bağlantılı olduğu değerlendirilen ve önemli bir kısmı kamu görevlisi olan on
binlerce kişi hakkında ivedilikle soruşturma yürütülmesi ihtiyacı ortaya
çıkmıştır (Zafer Özer, § 53).
57. Ülkenin savaş uçağı, helikopter ve tank gibi savaş
araçlarının dahi kullanıldığı bir darbe teşebbüsüne maruz kalması dolayısıyla
bu teşebbüsle ya da bunun arkasındaki yapılanma ile bağlantılı kişiler hakkında
ivedilikle soruşturma başlatılması ve bu soruşturmalar kapsamında bazı
şüpheliler hakkında yakalama, gözaltı ve tutuklama gibi koruma tedbirlerine
başvurulması, suç işleyenlerin tespitini ve cezalandırılmasını sağlamak üzere
soruşturmaların selamet içinde yürütülmesi amacının yanı sıra darbe teşebbüsü
ve onun arkasındaki yapılanma nedeniyle millî güvenlik ve kamu düzeni üzerinde
oluşan tehdit ve tehlikenin bertaraf edilmesi gayesine de yöneliktir (Zafer Özer, § 54).
58. FETÖ/PDY'nin kamuda en yoğun şekilde örgütlendiği alanlardan
birinin yargı olması nedeniyle haklarında soruşturma başlatılan bu kamu
görevlileri arasında yargı mensupları önemli bir yer tutmuştur. Bu bağlamda
HSYK, darbe teşebbüsünün devam etmekte olduğu dönemde bu teşebbüsün arkasındaki
yapılanma ile bağlantısının olduğu değerlendirmesiyle çok sayıda hâkim ve
Cumhuriyet savcısının görevden
uzaklaştırılmasına karar vermiştir. Aynı değerlendirmeyle Yargıtay
Birinci Başkanlık Kurulu bazı mensuplarının Yargıtaydaki
yetkilerinin kaldırılmasına, Danıştay Başkanlık Kurulu ise bir kısım
üyesinin görev yaptıkları dairelerdeki
görevlerinin sonlandırılmasına karar vermiştir. Süreç içinde de çok
sayıda yargı mensubu hakkında görevden
uzaklaştırma ve meslekten çıkarma
idari tedbirlerine başvurulmuş, ayrıca başlatılan ceza soruşturmaları
kapsamında bu kişilerin büyük bölümü hakkında yakalama, gözaltı ve tutuklama
tedbirleri uygulanmıştır (Zafer Özer,
§ 55).
59. Bu kapsamda verilen tutuklamaya ilişkin kararların önemli
bir kısmında şüphelilerin suç işlediklerine dair somut delillerin bulunduğu
ifade edilirken veya düzenlenen iddianamelerde suçlamaya ilişkin olgular
açıklanırken söz konusu görevden
uzaklaştırma, yetkilerini
kaldırma ve dairelerdeki
görevlerini sona erdirme veya
meslekten çıkarma şeklindeki idari kararlara atıf yapılmıştır. Bu
itibarla anılan kararların kuvvetli suç belirtisi ölçütünü karşılayıp
karşılamadığının değerlendirilmesi gerekmektedir (Zafer Özer, § 56).
60. Darbe teşebbüsünün yanı sıra teşebbüsten veya teşebbüsün
arkasındaki yapılanma olan FETÖ/PDY'nin örgütlenmesinden kaynaklanan tehdit ve
tehlikenin bertaraf edilmeye çalışıldığı bu aşamada teşebbüsün arkasındaki
yapılanma ile bağlantılarının olduğu değerlendirilen yargı mensupları hakkında
uygulanan idari tedbirlere ilişkin bu kararların ilgili mercilerde oluşan bir
kanaate dayalı olarak verilmesi söz konusu olsa da içeriğinde kendileriyle
ilgili bir eylem veya olgudan bahsedilmeyen kişiler bakımından bunların -tek
başına- kuvvetli suç belirtisi olarak kabul edilmesi mümkün değildir (Zafer Özer, § 57).
61. Nitekim Anayasa Mahkemesi daha önce verdiği birçok kararda
görevden uzaklaştırma veya kamu görevinden ya da meslekten çıkarma şeklindeki
idari kararların niteliğini dikkate alarak bu kararların verilmesinin karara
muhatap olan kişilerin suç işlediklerine dair kuvvetli belirtinin bulunduğu
anlamına gelmediği sonucuna varmıştır (diğerleri arasından bkz. Mustafa Baldır, § 70; Mustafa Açay, B. No: 2016/66638, 3/7/2019,
§ 54; E.A., B. No: 2016/78293,
3/7/2019, § 57; Ali Aktaş, B. No:
2016/14178, 17/7/2019, § 53; Mustafa Özterzi,
§ 104). Bu itibarla başvurucu hakkındaki görevden uzaklaştırma veya meslekten
çıkarma tedbirlerine ilişkin kararlarda başvurucuyla ilgili kişisel bir tespit
ve değerlendirme bulunmadığından bunların -tek başına- suç işlendiğine dair
kuvvetli bir belirti olarak kabulü mümkün değildir (bkz. aynı yöndeki
değerlendirmeler için Zafer Özer,
§ 58).
62. Ayrıca soruşturma makamı, tanıklar E.B. ve E.A.nın
beyanlarına dayanarak başvurucunun atılı suçu işlediğini iddia etmiştir.
63. Tanık E.B. soruşturma aşamasındaki ifadesinde 2003-2004
yıllarında cemaat yurdunda başvurucuyla birlikte kaldıklarını, başvurucunun
HSYK seçimlerinde bağımsızlar listesi olarak bilinen cemaat listesini
desteklediğinden cemaatçi olarak ihraç edildiğini düşündüğünü belirtmişse de
soruşturma ve kovuşturma aşamasındaki ifadelerinde başvurucunun örgütle
iltisakının kalmadığını, belli bir hiyerarşiye tabi olmadığını, kısa bir zaman
sonra bu yapıya ait evden kendi isteğiyle ayrıldığını ve sonradan hiçbir
şekilde FETÖ/PDY yapısı ile alakasının olmadığını,çalışma ve stajyer evlerinde
kalmadığını, aidat ödemediğini, yargıdaki cemaat yapılanmasına dâhil olmadığını
ifade etmiştir. Başvurucunun ise kovuşturma aşamasındaki savunmasında örgütün
yurtlarında kalmadığını, üniversitede eğitimi sırasında sadece sınav
dönemlerinde Bursa'dan Ankara'ya gittiğinde kalmak üzere Etimesgut'ta ucuz bir
pansiyon bulduğunu, söz konusu pansiyonun örgüte ait olması nedeniyle tanık
E.B.nin böyle beyanda bulunmuş olabileceğini, 2014 yılı HSYK seçimlerinde
kendisinin Van'da, tanık E.B.nin ise Ankara'da olduğunu, kendisiyle seçimle
ilgili konuşma yapmadığını, HSYK seçimlerinden sonra bağımsız adayları
destekleyen gerek HSYK'dan gerekse Teftiş Kurulundan üst görevlerde bulunan
kişilerin Van'a tayin edildiklerini, bu kişilerle aynı adliyede oldukları için
iletişimi olması dolayısıyla böyle bir yorum yapılmış olabileceğini ifade
ettiği anlaşılmıştır.
64. Tanık E.A. soruşturma aşamasındaki ifadesinde adına kayıtlı
olan ADSL hattı üzerinden Bylock programına giriş yapıldığını, aynı binada
oturduğu komşularının kendisine ait olan kablosuz internet ağından
faydalandıklarını, internetini hâkimler F.Ş., C.K., Y.E. ve başvurucunun
kullandıklarını, bu programı belirttiği kişilerden hangisinin girdiğini
bilmediğini ancak ağırlıklı olarak hâkim F.Ş.den şüphelendiğini belirtmiş olup
kovuşturma aşamasındaki ifadesinde söz konusu ADSL hattı üzerinden Bylock
programına giriş yapan kişinin F.Ş. olduğunun tespit edildiğini, bu nedenle
adına kayıtlı ADSL hattı üzerinden Bylock programına girilmesi ve kullanılması
ile ilgili olarak başvurucunun herhangi bir ilgisinin bulunmadığının Hatay 2.
Ağır Ceza Mahkemesinin E.2016/362 sayılı dosyasında tespit edildiğini
belirtmiştir. Başvurucu hakkında düzenlenen iddianamede, İstanbul Emniyet
Müdürlüğü Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğünce yapılan havuz sorgusu
sonucu düzenlenen 20/3/2018 tarihli tutanakla başvurucunun ByLock kullanıcısı
olmadığının tespit edildiği ifade edilmiştir.
65. Soruşturma aşamasında ifadesi alınan tanık U.O. başvurucu
ile bir dönem aynı öğrenci evinde kaldıklarını, o dönemde Ankara Üniversitesi
Hukuk Fakültesinde okumakta olan başvurucunun herhangi bir görevi olduğunu
hatırlamadığını beyan etmişse de başvurucu hakkında düzenlenen iddianamede bu
ifadeden bahsedilmediği, kovuşturma aşamasında ise Mahkemece tanığın
beyanlarının üniversite yıllarına ait olduğu, başvurucunun 2006 yılında Ankara
Üniversitesi Hukuk Fakültesinden mezunu olduğu gözetilip tanığın beyanlarının
sonuca etkili olmayacağı değerlendirilerek dinlenilmesinden vazgeçilmesine
karar verildiği anlaşılmaktadır.
66. İddianamede; FETÖ/PDY üyeliğinden hakkında soruşturma
yapılan ve meslekten ihraç edilen HSYK eski müfettişlerinden A.B.nin
başvurucuya 82 puan not takdir etmesinin objektif kriterlerden ve yerleşik
uygulamalardan uzak, örgütsel amaç ve politikalar doğrultusunda başvurucunun
parlatılması, hakkındaki olumsuz düşüncelerin bertaraf edilmesi ve gelecekte
önemli görevlere getirilmesini sağlamak amacıyla örgütsel dayanışma
sergileyerek 82 puan gibi yüksek bir not takdir ettiğine yönelik olduğuna dair
tespitler bulunduğu belirtilmiştir. Başvurucu kovuşturma aşamasındaki savunmasında,
tüm terfilerinin C terfi olduğunu, müfettişin ayrıcalıklı bir puan vermediğini
beyan etmiştir. Yargılamayı yapan Mahkeme de beraat kararı gerekçesinde sanığın
savunmasının aksini kanıtlayan her türlü şüpheden uzak, kesin, yeterli ve
kuvvetli delil elde edilemediğini belirtmiştir.
67. İddianamede, başvurucunun annesi F.Şa.nın Bank Asya
hesabında 2014 yılında hareketlilik görüldüğü ifade edilmiştir. Başvurucu
kovuşturma aşamasındaki savunmasında, annesine ait Bank Asya hesabındaki
paranın şahsıyla ilgisinin olmadığını belirtmiş; tanık F.Şa. kovuşturma
aşamasında alınan ifadesinde oğlu olan başvurucunun Bank Asyada hesap
açtırmasıyla ilgili herhangi bir yönlendirme ve talimatının olmadığını,
rahmetli olan kızı H.Ş.nin çalışıp kazandığı birikimlerini değerlendirmek amaçlı
olarak Bank Asyada hesap açtırdığını ve kızının birikimlerini bu Bankaya
yatırdığını, herhangi bir talimatla hesap açtırmadığını, para yatırmadığını,
hesap açtırdığı dönemde de oğlunun öğrenci olduğunu, okuduğu Üniversiteye
sadece sınav dönemlerinde gittiğini ve çalışmadığını belirtmiştir. Yine
iddianamede, İstanbul Emniyet Müdürlüğü Organize Suçlarla Mücadele Şube
Müdürlüğünce başvurucu hakkında yapılan havuz sorgusu sonucu düzenlenen
20/3/2018 tarihli tutanakla başvurucunun FETÖ/PDY ile bağlantılı bulunan Bank
Asyada bir hesabının bulunmadığının tespit edildiği belirtilmiştir.
68. Tutuklama kararında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca
yürütülen soruşturma kapsamındaki araştırma tutanakları, kolluk arama tutanağı
ve HTS kayıtlarından bahsedilmiş ise de başvurucunun Büyükçekmece Adliyesindeki
odasında ve kaldığı Büyükçekmece Öğretmenevi'nde yapılan arama ile ilgili
düzenlenen 11/8/2016 tarihli arama tutanaklarında,herhangi bir suç veya suç
unsuruna rastlanmadığı, birtakım elektronik ve dijital malzemelerin elde
edildiği belirtilmiş; yargılamayı yapan Mahkemenin beraat kararı gerekçesinde,
başvurucunun incelenen dijital materyallerinde suç unsuruna rastlanmadığı ifade
edilmiştir. İddianamede ayrıca, İstanbul Emniyet Müdürlüğü Organize Suçlarla Mücadele
Şube Müdürlüğünce başvurucu hakkında yapılan havuz sorgusu sonucu düzenlenen
20/3/2018 tarihli tutanakla başvurucunun FETÖ/PDY'nin tepe yöneticileri ile bir
telefon irtibatının olmadığının tespit edildiği belirtilmiştir. Tutuklama
kararında değinilen, başvurucu hakkındaki istihbarata dayalı bilginin içeriği
hususunda detaylı bilgiye, başvurucu hakkındaki tutuklama kararında,
iddianamede ve beraat kararında yer verilmemiştir.
69. Sonuç olarak tutuklama kararı, soruşturma ve kovuşturma
belgelerinde yer alan tespit ve değerlendirmeler kapsamında somut olayda suç işlendiğine dair kuvvetli belirtinin
ortaya konulamadığı sonucuna varılmıştır.
70. Varılan bu sonuç karşısında tutuklama nedenlerinin bulunup
bulunmadığına ve tutuklamanın ölçülü olup olmadığına ilişkin ayrıca bir
inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.
71. Açıklanan gerekçelerle suç işlediğine dair kuvvetli
belirtiler ortaya konulmadan başvurucu hakkında tutuklama tedbirinin
uygulanmasının kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına ilişkin olarak olağan
dönemde Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan güvencelere
aykırı olduğu sonucuna varılmıştır.
72. Bununla birlikte anılan tedbirin olağanüstü dönemlerde temel
hak ve özgürlüklerin kullanımının durdurulmasını ve sınırlandırılmasını
düzenleyen Anayasa'nın 15. maddesi kapsamında meşru olup olmadığının
incelenmesi gerekir.
4. Anayasa'nın 15.
Maddesi Yönünden
73. Tutuklama tedbirinin uygulanması suretiyle bireylerin kişi
hürriyeti ve güvenliği hakkına keyfî olarak müdahale edilmemesini sağlayacak
güvencelerin başında suç işlendiğine dair belirtinin ortaya konulması
gelmektedir. Suç işlendiğine dair belirtinin bulunması tutuklama tedbiri için
ön koşul olduğundan aksi durumun kabulü, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına
ilişkin tüm güvencelerin anlamsız hâle gelmesi sonucunu doğurur. Dolayısıyla
-hangi nedenle benimsenmiş olursa olsun- olağanüstü yönetim usullerinin
uygulandığı dönemlerde de kişilerin suç işlediklerine dair belirti bulunmadan
tutuklanmaları durumun gerektirdiği ölçüde
bir tedbir olarak kabul edilemez (Şahin
Alpay [GK], B. No: 2016/16092, 11/1/2018, § 109; Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No:
2016/23672, 11/1/2018, § 156).
74. Somut olayda Anayasa Mahkemesince, soruşturma makamlarının
suç işlediğine dair belirtileri somut olgularla ortaya koymadan başvurucu
hakkında tutuklama tedbirine başvurdukları sonucuna varılmıştır. Bu itibarla olağanüstü hâl döneminde temel hak ve
özgürlüklerin kullanımının durdurulmasını ve sınırlandırılmasını düzenleyen
Anayasa'nın 15. maddesinin başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına
yönelik Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında belirtilen güvencelere
aykırı bu müdahaleyi meşru kılmadığı değerlendirilmiştir (benzer yöndeki
değerlendirmeler için bkz. Turhan Günay
[GK], B. No: 2016/50972, 11/1/2018, § 88,Şahin
Alpay, § 110; Mehmet Hasan Altan
(2), § 157).
75. Açıklanan gerekçelerle -Anayasa'nın 15. maddesiyle birlikte
değerlendirildiğinde de- başvurucunun Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası
bağlamında kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine karar
verilmesi gerekir.
Serdar ÖZGÜLDÜR bu görüşe katılmamıştır.
5. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
76. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un "Kararlar" kenar başlıklı 50. maddesinin (1)
numaralı fıkrasının birinci cümlesi ile (2) numaralı fıkrası şöyledir:
"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme
kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden
yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama
yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata
hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir.
Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal
kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse
dosya üzerinden karar verir."
77. Başvurucu, maddi zararları saklı kalmak kaydıyla 250.000 TL
manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
78. Anayasa Mahkemesinin Mehmet
Doğan kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan
kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir (B. No: 2014/8875,
7/6/2018, [GK]). Mahkeme diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal
kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin
devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle
sonuçlanacağına da işaret etmiştir(Aligül
Alkaya ve diğerleri, B.No: 2016/12506, 7/11/2019).
79. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal
edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle
getirmenin, yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için
ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması,
ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan
kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların
giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması
gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§
55, 57).
80. Başvuruda, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle
Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasının ihlal edildiğine karar verilmiştir.
20/2/2017 tarihinde başvurucunun tahliyesine karar verilmiştir. Başvurucunun
tutukluluk hâli sona ermiştir.
81. Öte yandan somut olayda ihlalin tespit edilmesinin
başvurucunun uğradığı zararların giderilmesi bakımından yetersiz kalacağı
açıktır. Başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına yönelik müdahale
nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları
karşılığında başvurucuya net 30.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar
verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
A. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA Serdar ÖZGÜLDÜR ve Kadir ÖZKAYA'nın karşıoyu
ve OYÇOKLUĞUYLA,
B. Tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle Anayasa'nın 19.
maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının İHLAL
EDİLDİĞİNE Serdar ÖZGÜLDÜR'ün karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
C. Başvurucuya net 30.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,
D. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve
Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına,
ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine
kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
E. Kararın bir örneğinin bilgi için İstanbul 35. Ağır Ceza
Mahkemesine (E.2018/131) GÖNDERİLMESİNE,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
9/1/2020 tarihinde karar verildi.
KARŞIOY GEREKÇESİ
B. Başvuru No: 2016/78293 (1.Bölüm) ve B.Başvuru No:2016/14597
(Genel Kurul) sayılı dosyalardaki karşıoylarda belirtilen hukuki neden ve
gerekçelerle; 12.8.2016 tarihinde tutuklanan, soruşturma devam ederken kimi
tanıklarca FETÖ bağlantısı olduğu yolunda beyanlarda bulunulan, 20.2.2017
tarihinde tahliye edilip 4.4.2019 tarihinde beraat etmekle beraber
yargılamasının henüz istinafta kanun yolu aşamasında derdest olduğu anlaşılan
başvurucu hakkındaki ilk tutuklama kararında suç işlediğine dair kuvvetli
belirtilerin yeterince ortaya konulduğu, dolayısiyle bu tedbirin uygulanması
nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlâl edilmediği kanaatine
vardığımdan, çoğunluğun aksi yöndeki kararına katılmıyorum.
KARŞIOY
Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/3/2011 tarihli
ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında
Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası gereği bireysel başvuru yoluyla Anayasa
Mahkemesine başvurabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması
gerekir. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının anayasal
ödevi olup bu ödevin ihmal edilmesi nedeniyle ortaya çıkan hak ihlallerinin
düzeltilmesi idari ve yargısal makamların görevidir. Bu nedenle temel hak ve
özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle derece mahkemeleri önünde
ileri sürülmesi, bu makamlar tarafından değerlendirilmesi ve bir çözüme
kavuşturulması esastır (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No: 2012/403,
26/3/2013, § 16).
Tüketilmesi gereken başvuru yollarının ulaşılabilir olması
yanında telafi kabiliyetini haiz olması ve tüketildiğinde başvurucunun
şikâyetlerini gidermede makul başarı şansı tanıması gerekir. Bir başka
söyleyişle, etkili olduğu kabul edilecek olan başvuru yolunun, Anayasa’da
öngörülmüş güvencelere aykırılık nedeniyle hakkın ihlal edildiğini özü
itibarıyla tespit etme ve yeterli giderim sağlama imkânı sunan bir yol olması
gerekmektedir. Dolayısıyla mevzuatta bu yollara yer verilmesi tek başına
yeterli olmayıp uygulamada da etkili olduğunun gösterilmesi ya da en azından
etkili olmadığının kanıtlanmamış olması gerekir (Ramazan Aras, B. No: 2012/239,
2/7/2013, § 29). Bununla birlikte soyut olarak makul bir başarı sunma kapasitesi
bulunan bir başvuru yolunun uygulamada başarıya ulaşmayacağına dair şüphe, o
başvuru yolunun tüketilmemesini haklı kılmaz. Özellikle sonradan oluşturulan ve
henüz uygulaması olmayan başvuru yollarının bu kapsamda değerlendirilmesi
gerekir (Ramazan Korkmaz, B. No: 2016/36550, 19/7/2017, §33).
Öte yandan, başvurucuların belirli bir hukuk yolunun etkililiği
konusunda sadece bir kuşku duyması, kendilerini söz konusu hukuk yolunu tüketme
girişiminde bulunma yükümlülüğünden kurtarmaz. Başvuruculardan, yorum
yetkilerini kullanarak mevcut hakları geliştirme fırsatı vermek için yargı
organlarına başvurmaları beklenebilir. Ancak yerleşik mahkeme içtihatları
ışığında, belirtilen hukuk yolunun gerçekte olumlu sonuçlanması konusunda makul
bir ihtimalin bulunmadığı durumlarda ise başvurucunun söz konusu hukuk yolunu
kullanmamış olması başvuru yollarının tüketilmediği sonucunu doğurmaz. Bununla
birlikte bir hukuk yolunun başarısız olduğunu ortaya koyacak bir durum söz
konusu değilse o hukuk yolunun etkili bir şekilde işlediğine ilişkin emsal
davaların bulunmaması tek başına başvurucuyu bu hukuk yolunu tüketme
yükümlülüğünden kurtarmaz. Zira başvurucunun bu hukuk yoluna başvurması halinde
mahkemelerin içtihatlarını başvurucunun lehine olacak şekilde geliştirmeleri
ihtimali her zaman vardır.
Somut olayda 12.08.2016 tarihinde tutuklanan ve 30.09.2016
tarihinde bireysel başvuruda bulunan başvurucunun suç isnadına bağlı tutulma
durumu, 20.02.2017 tarihinde serbest bırakılmasıyla (tahliye edilmesiyle)
birlikte bu tarihten itibaren sona ermiş bulunmaktadır. Anayasa Mahkemesince
başvurunun incelendiği tarih itibarıyla başvurucunun suç isnadına bağlı olarak
hürriyetinden yoksun bırakılması hali sona ermiş bulunduğundan, bireysel
başvuru kapsamında tutukluluğun hukuki olmadığı yönünden yapılabilecek olan
olası bir ihlal tespiti, başvurucu açısından ancak lehine bir miktar tazminata
hükmedilmesi sonucunu doğurabilecektir. Bunun dışında muhtemel bir ihlal
kararına bağlı olarak başvurucu açısından (örneğin tahliye edilmek gibi) bir
sonuç ortaya çıkmayacaktır.
Hal böyle olunca, belirtilen duruma bağlı olarak, bireysel
başvurunun ikincillik niteliği gereğince, olayda, aşama itibarıyla bireysel
başvuru yolu dışında başvurucuya, tutmanın hukuki olmadığını tespit edecek ve
giderim olarak da tazminat ödenmesini sağlayabilecek başka bir hak arama
yolunun mevcut olup olmadığının incelenmesi gerekmektedir.
Anayasa Mahkemesi'nce, tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına
dayalı olarak yapılan tüm başvurularda, tutuklama kararının hukuka aykırı
olduğuna ilişkin iddia incelenirken ilk olarak şikâyet konusu tutuklamanın
kanuni dayanağının bulunup bulunmadığı, ikinci olarak kuvvetli suç şüphesinin
mevcut olup olmadığı, üçüncü olarak tutuklamanın meşru bir amacının bulunup
bulunmadığı (tutuklama nedenlerinin var olup olmadığı), son olarak da tutuklama
tedbirinin ölçülü olup olmadığı incelenmektedir.1
Anayasa Mahkemesince yapılan bu inceleme, 5271 sayılı Ceza
Muhakemeleri Kanunu'nun 100 ve 101. maddelerde yer alan hükümlerle de uyumlu
bir incelemedir. Zira 5271 sayılı Kanun’un 100. maddesinin(1) numaralı
fıkrasına göre “Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve
bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında
tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik
tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.” Yine aynı
Kanunun 101. maddesinin ikinci fıkrasına göre de “Tutuklamaya, tutuklamanın
devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda; a)
Kuvvetli suç şüphesini, b) Tutuklama nedenlerinin varlığını, c) Tutuklama
tedbirinin ölçülü olduğunu gösteren deliller somut olgularla
gerekçelendirilerek açıkça gösterilir.”
Öte yandan, 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasına
(fıkranın a bendine) göre "Suç
soruşturması veya kovuşturması sırasında; kanunlarda belirtilen koşullar
dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen, ...
kişiler, maddi ve manevi her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler."
Görüldüğü üzere 141. maddenin (1) numaralı fıkrasının (a)
bendinde de “tutuklama için kanunda belirtilen koşullara" atıf
yapılmaktadır. Dolayısıyla Kanunda (kuvvetli suç şüphesi, tutuklama nedeni,
ölçülülük gibi) öngörülen koşullara aykırı olarak tutuklandığını düşünen bir
kişi için Kanun tazminat isteme ve alma imkânı öngörmektedir.
Anayasa Mahkemesi konuya ilişkin önceki kararlarında; bireysel
başvurunun incelenme tarihi itibarıyla başvurucunun tutukluluk halinin sona
ermiş olması ve tutuklama tedbirinin ilişkili olduğu kamu davasında verilen
beraat veya mahkûmiyet hükmünün kesinleşmiş olması şartlarının bir arada
gerçekleşmiş olması hallerinde, başvurucunun tutuklamanın hukuka aykırı olduğu
iddiasına yönelik olarak CMK 141/1-a hükmü kapsamında tazminat davası
açabileceğini belirtmiş ve mezkûr iddiayı başvuru yollarının tüketilmemesi
nedeniyle kabul edilemez bulmuştur.2 Bununla birlikte, başvurucu
tahliye edilmiş olsa dahi hakkında açılan kamu davasının devam ediyor olması
veya hakkında verilen beraat veya mahkûmiyet hükmünün kesinleşmemiş olması
hallerinde ise tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına dayalı başvuruları CMK
141/1-a hükmü kapsamı dışında tutmuş ve işin esasını incelemiştir.
Anayasa Mahkemesi, tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına
ilişkin başvurularda yukarıda belirtildiği şekilde ortaya koyduğu yaklaşımını
sonradan kısmen değiştirmiş bulunmaktadır. Mahkemenin güncel yaklaşımında,
tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasının CMK 141. madde kapsamında tazminata
konu edilebileceğinin kabul edildiği tek durum, CMK 141/1-e hükmünde düzenlenen
tazminat nedenine ilişkin durumdur.
Anayasa Mahkemesinin son dönemdeki birçok kararına göre;
başvuruya konu edilen tutuklamanın ilişkili/ilgili olduğu davada başvurucu
hakkında beraat kararı verilmiş veya başlatılan soruşturmada kovuşturmaya yer
olmadığına dair karar verilmiş ve bu kararlar bireysel başvurunun incelendiği
tarih itibarıyla kesinleşmiş ise tutuklamanın hukuki olmadığı iddiası, CMK
141/1 a ve e hükmünde düzenlenen tazminat yolunun tüketilmediği gerekçesiyle
kabul edilemez bulunmaktadır.3 Mahkeme, bu içtihadında CMK 141/1-e
hükmünün yanı sıra CMK 141/1-a hükmünü de dikkate almakta ve söz konusu
hükümlerde öngörülen tazminat yolunu tutuklamanın hukuki olmadığı iddiası
yönünden etkili bir kanun yolu olarak nitelendirmektedir.4 Tutukluluğun hukuki olmadığı iddiasına dayalı tüm
başvurularda, belirtilen durum dışındaki tüm hallerde ise işin esası
incelenmektedir.
Öte yandan Anayasa Mahkemesi, CMK 141/1-a hükmünde düzenlenmiş
olan, kanunlarda belirtilen koşullar dışında tutukluluğun devamına karar
verilmesi halini de kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede
yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm
verilmeyen kişilerin tazminat alabileceğini öngören CMK 141/1-d'de düzenlenen
tazminat yoluyla beraber değerlendirmektedir. Bir başka söyleyişle Mahkeme,
tutukluluğun kanuna aykırı bir şekilde gerekçesiz kararlarla uzatılarak makul
sürenin veya kanuni sürenin aşıldığına ilişkin iddiaları, başvuru yollarının
tüketilmemesi gerekçesine dayanarak reddetmekte ve CMK’nın 141. maddesinin (1)
numaralı fıkrasının (a) ve (d) bentlerine birlikte dayanmaktadır.5
Belirtilen durumla birlikte, Mahkemece, gözaltının hukuki
olmadığına ilişkin şikâyetlere dayalı başvurularda da CMK’nın 141. maddesindeki
tazminat yoluna başvurulması gerektiği söylenmektedir. Bir başka söyleyişle,
gözaltının hukuki olmadığına ilişkin şikâyetlerde de davanın mahkûmiyetle
sonuçlanıp sonuçlanmadığına, davanın devam ediyor olup olmadığına bakılmaksızın
başvuru yollarının tüketil¬memesi nedeniyle kabul edilemezlik kararı
verilmektedir.6
Anılan kararlarda bu kapsamdaki taleplerle ilgili olarak davanın
esasının sonuçlanmasına gerek olmadığı yönündeki Yargıtay kararlarına atıf yapıldığı
için gözaltı¬nın hukuki olmadığına ilişkin şikâyetlerde CMK’nın 141.
maddesindeki yolun tartışmasız bir biçimde etkili bir hukuk yolu olduğu iddia
edilebilir ise de; Yargıtay tarafından istikrarlı bir biçimde tersine
oluşturulmuş bir uygulama tespit edilmediği sürece, tutuklamanın hukuki
olmadığı iddiasına dayalı başvurularda başvuru yollarının tüketilmemesi
nedeniyle kabul edilemezlik kararı verilirken, bu konuda Yargıtay uygulamasının
var olup olmadığına bakılmasına gerek olmadığından ve biraz önce değinilen kararlarda
atıf yapılan Yargıtay kararları7 somut delil olmadan gerçekleştiği
iddia edilen bir gözaltına alınmayla ilgili olmadığından anılan iddiaya itibar
edilmesi mümkün değildir.8
Hal böyle olunca, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuka
aykırı olduğu iddialarının her ikisini de içeren başvurularda, Anayasa
Mahkemesince, gözaltı tedbirine dair iddia yönünden tazminat yoluna
başvurulması gerektiğine karar verilirken, tahliye edilmiş bir başvurucunun
tutuklama tedbirine ilişkin iddiasında tazminat yolunun gösterilmemesi
çelişkili bir durum oluşturmaktadır.
Öte yandan, Anayasa Mahkemesi'nce, etkili bir başvuru yolunun
bulunup bulunmadığının belirlenmesinde başvurulan uygulamaya atıf yapma
yaklaşımından B.T. kararıyla vazgeçilmiştir. B.T. kararında, geri gönderme
merkezlerindeki tutma koşullarının kötü muamele oluşturduğu iddiasına dayalı
başvuru, başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez bulunmuştur.
Anayasa Mahkemesi, geri gönderme merkezlerindeki koşulların kötü muamele
oluşturduğu iddiasını, uygulamada başarıyla sonuçlandığını gösteren herhangi
bir örneğini tespit etmemiş olmasına rağmen, tam yargı davasına konu
edilebileceğini belirterek incelememiştir.
İdari gözetim altında tutulma koşullarına karşı etkili bir
başvuru yolunun bulunmadığı iddiasına dayalı başvuruda Mahkeme; AİHM'nin Türk
hukukunda tutulma koşullarına karşı etkili bir başvuru olmadığına dair
kararları bulunduğunu belirttikten sonra, yasal düzenlemeyle oluşturulan ve
kanunun objektif anlamına bakıldığında var olduğu hususunda bir tereddüt
uyandırmayan bir hukuksal yolun fiilen denenmemiş veya kullanılmamış olmasının
söz konusu yolun etkili olmadığı veya bulunmadığı sonucuna ulaşılabilmesi
bakımından yeterli olmayacağı tespitinde bulunmuş, bu tespit kapsamında da bu
güne kadar böyle bir davanın açıldığını ve tazminata hükmedildiğini gösteren
herhangi bir mahkeme kararının mevcut olmamasına dayanılarak tazminata ilişkin
etkili bir başvuru yolunun bulunmadığının söylenmesinin hatalı olacağını ifade
etmiştir.9
Cafer Yıldız kararında da benzer bir değerlendirmeyle kabul
edilemezlik kararı verilmiştir. Anayasa Mahkemesi, Cafer Yıldız kararında,
tutukluluk incelemeleri sonucunda verilen kararların tebliğ edilmemesi ya da
tutukluluğa yapılan itirazın karara bağlanmaması nedeniyle tutuklama işlemine
karşı başvuru imkanlarından yararlandırılmamaya ilişkin iddiaların CMK’nın 141.
maddesinin (1) numaralı fıkrasının (k) bendi kapsamında açılacak davada
incelenebileceği gerekçesiyle kabul edilemezlik kararı vermiştir. Mahkeme,
buradaki tazminat yolunun başarıyla uyguladığını gösteren emsal davalar
bulunmamasına rağmen böyle bir hukuk yolunun kesinlikle başarısız olacağını
iddia edebilmeyi ortaya koyacak bir durum da söz konusu olmadığı için bu türden
şikâyetlere çözüm getirmeye elverişli nitelik taşıyan bu yola işlerlik kazandırmak
ve yasal düzenlemenin kapsamını belirlemek amacıyla derece mahkemelerine
başvurulmasında yarar bulunduğunu belirtmiştir.10
Tahliye edilen ve hakkında açılan kamu davası devam eden kişinin
CMK 141/1-a kapsamında açacağı tazminat davasında kuvvetli suç şüphesinin ve
tutukluluğun diğer kanuni şartlarının bulunmadığına ilişkin yapılacak tespitin
devam eden kamu davasını etkileyebilecek olması ve tazminat davasını yürüten
mahkemenin bu tür değerlendirmelerden kaçınabileceği ihtimali yahut hakkında
mahkûmiyet hükmü verilen ve bu hüküm kanun yolu incelemesi aşamasında olan veya
kesinleşen kişilerin açacakları tazminat davasında mahkemenin, tutuklama
tedbirinin hukuka aykırı olup olmadığı tespitini kanun yolu merciinin verdiği
veya vereceği karara rağmen yapıp yapamayacağı hususları da kanun yolunun
etkililiği açısından elbette ki büyük önem taşımaktadır. Bununla birlikte, bu
bağlamda, kişinin tutuklanması ve tahliye edilmesi ile hakkında beraat veya
mahkûmiyet hükmü verilmesi arasında belirleyici ölçüde bir bağlantı olmadığını
söylemek yerinde olacaktır.
Belirtilen duruma göre, bir kişinin tutuklanması hukuka uygun
olmakla birlikte bu kişi kamu davasından beraat edebilir ya da tutuklanması
hukuka aykırılık arz ederken hakkında açılan davada mahkûmiyet sonucuna
varılabilir. Bu nedenle CMK 141/1-a kapsamında açılacak bir davada tutukluluğun
hukukiliğine ilişkin olarak kişi hakkındaki ceza davasından bağımsız bir
inceleme yapılmasının mümkün olduğu sonucuna varılmalıdır. (Muzaffer Korkmaz, Koruma
Tedbiri Nedeniyle Tazminat Davaları ve Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru,
Seçkin Yayıncılık, Ankara 2019, s. 93). Tutukluluğun hukukiliğinin
incelenmesinde, tutuklamanın ilişkili/ilgili olduğu davada mahkûmiyet veya
beraat kararı verilmiş olmasının ya da davanın devam ediyor olmasının bir önemi
olmamalıdır. Nitekim Anayasa Mahkemesince de, mahkûmiyet kararı verilmesi veya
davanın devam ediyor olması durumunda da tutuklamanın hukukiliği
incelenmektedir.11 Eğer bir davanın devam ediyor
olması veya davada mahkûmiyet kararı verilmesi tutuklamanın hukukiliğinin
incelenmesine engel teşkil ediyor olsaydı, Anayasa Mahkemesinin de böyle bir
inceleme yapamaması gerekirdi. Dolayısıyla bir davada beraat veya takipsizlik
kararı verilmesi tutuklamayı kendiliğinden hukuka aykırı hale getirmeyeceği
gibi mahkûmiyet kararı verilmesi de kendiliğinden tutuklamanın hukuka uygun
olduğunu göstermez. Nitekim Anayasa Mahkemesi Mehmet Özdemir12 başvurusunda beraat kararı verilmiş olan başvurucunun
tutuklanmasının hukuka uygun olduğuna karar vermiş iken, Ali Bulaç13 başvurusunda hakkında mahkûmiyet kararı verilen
başvurucunun tutuklanmasının hukuka aykırı olduğuna karar vermiştir.
Esasen CMK 141/1-a hükmünün de, tutuklamanın hukukiliği
bağlamında bu hükme dayalı olarak dava açılmasını kişi hakkındaki yargısal
sürecin bitmesine ve kesinleşmiş bir kararın varlığına bağlı tutmadığı
anlaşılmaktadır.
Konuya ilişkin Yargıtay kararlarında da14 anılan hükümde düzenlenen tazminat nedeninin, yargısal
sürecin kesinleşmesine bağlı olarak tazminata konu edilebilecek tazminat
nedenleri arasında sayılmadığı görülmektedir. Söz konusu kararlara göre, kanuna
uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturmaya
yer olmadığına veya beraatlarına karar verilen, yine mahkûm olup da gözaltı ve
tutuklulukta geçirdikleri süreleri, hükümlülük sürelerinden fazla olan veya
işlediği suç için kanunda öngörülen cezanın sadece para cezası olması nedeniyle
zorunlu olarak bu cezayla cezalandırılanlar hakkında, mutlaka davanın esasıyla
ilgili olarak verilen kararın kesinleşmesini beklemek zorunluluğu
bulunmaktadır.
Hal böyle olunca uygulamada, tutuklama tedbirinin hukuka aykırı
olduğu iddiasına yönelik CMK 141/1-a hükmüne dayalı tazminat davasının,
tutuklamanın ilişkili/ilgili olduğu ceza davası derdestken açılamayacağına
ilişkin kesin bir kabulün bulunmadığı anlaşılmaktadır.
Bu bağlamda, yukarıda da belirtildiği üzere tazminat davasını
inceleyecek olan derece mahkemesinin tutuklama şartlarını incelemekten imtina
edebileceği şeklindeki bir görüşün kabulünün de mümkün olmadığını belirtmek
gerekmektedir. Zira CMK 141/1-a hükmü karşısında tazminat mahkemesinin de (ağır
ceza mahkemesinin de) tutuklama koşullarının var olup olmadığını
inceleyebilmesi gerekmektedir. Anılan hükme göre tutuklamanın kanunda öngörülen
şartlara uygun olup olmadığını tespit etmek tazminat mahkemesinin kanundan
kaynaklanan görevi durumundadır. Nitekim kovuşturma aşamasında yargılamayı
yürüten herhangi bir ağır ceza mahkemesinin verdiği tutuklama veya tahliye
kararı, yapılan itiraz üzerine bir başka ağır ceza mahkemesi tarafından,
tutuklama şartlarının var olup olmadığı incelenerek kaldırılabilmektedir. Bu
konuda herhangi bir tartışma bulunmamaktadır. Böyle olunca da bir ağır ceza
mahkemesinin veya sulh ceza hâkimliğinin verdiği tutuklama kararının hukuka
aykırı olup olmadığının tazminat mahkemesince tespit edilmesinin önünde de
herhangi bir engel bulunmadığı sonucuna varılmaktadır.
Suç isnadına bağlı olarak tutukluluk halini içerenler dışındaki
tutuklamanın hukuki olmadığına ilişkin şikâyetlerde CMK 141/1-a’daki tazminat
yolunun tüketilmesinin aranması, Anayasa Mahkemesinin tutukluluk statüsünün
sona ermiş olması kaydıyla tutukluluğun makul süreyi aştığına yönelik
iddiaların, CMK’nin 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) ile (d)
bentlerinde düzenlenen tazminat yoluna konu edilmesi gerektiğine ilişkin
yaklaşımıyla da uyumluluk gösterir.15 Zira tahliye edilen ve hakkındaki
kamu davası devam eden veya aleyhine verilen mahkumiyet hükmü kanun yolu
aşamasında olan veya kesinleşen kişinin Anayasa Mahkemesi içtihadı
doğrultusunda bireysel başvuru öncesi uzun tutukluluk iddiasına ilişkin açacağı
tazminat davasında ilk derece mahkemesi, tutukluluğun devamına ilişkin
kararların hukuka uygunluğunu inceleyecek, bu incelemeyi yaparken de kuvvetli
suç şüphesinin var olup olmadığını ve diğer tutuklama nedenleriyle birlikte
devam edip etmediğini gözetecektir (Muzaffer Korkmaz, a.g.e., s.94) Nitekim
Anayasa Mahkemesi’nce de tutukluluğun makul süreyi aştığına ilişkin olup
esastan incelenen başvurularda kuvvetli şüphenin var olup olmadığı, tutuklama
nedenlerinin devam edip etmediği de incelenmektedir.16 Ayrıca,
bu konuya ilişkin olup başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul
edilemezlik kararı verilen başvurularda da, tazminat davasına bakacak olan
mahkemenin de kuvvetli suç şüphesinin ve tutuklama nedenlerinin var olup
olmadığını değerlendireceği varsayılmaktadır. Aksinin kabulü halinde bu tür
başvurularda kişilerin tazminat davası yoluna yönlendirilmemesi gerekirdi.
Sonuç olarak, eğer tazminat davasına bakacak mahkeme, uzun tutukluluk
şikâyetlerinde kuvvetli şüphenin, tutuklama nedenlerinin var olup olmadığını
inceleyebiliyorsa, tutuklamanın hukukiliği şikâyetlerinden kaynaklanan
davalarda da tutuklamanın hukukiliğini inceleyebilmelidir.
Bu noktada Mustafa Avcı kararına17 da
değinmek gerekmektedir. Anayasa Mahkemesi, bu başvuruda başvurucunun uzun
tutukluluk şikâyetini, inceleme tarihi itibarıyla tahliye edilmiş olması
nedeniyle CMK 141’de düzenlenen tazminat yolunun tüketilmemesi nedeniyle kabul
edilemez bulmuştur.18 Başvurucunun, tutuklanmasına neden
olan fiillerin tamamının siyasi faaliyetleri ile ilgili olduğu ve bu sebeple
siyasi faaliyette bulunma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkin olarak ise
Anayasa Mahkemesi; başvurucunun uzun tutukluluk şikâyetiyle ilgili açacağı
tazminat davasında ilk derece mahkemesinin hukuka aykırılığı tespit ve yeterli
giderim sağlama hususlarında karar verirken tedbirin kişi hürriyeti ve güvenliği
hakkı dışında siyasi faaliyette bulunma hakkına müdahale teşkil edip etmediği
de dâhil olmak üzere somut olayın tüm koşullarını dikkate almak durumunda
olacağını belirtmiştir. Anayasa Mahkemesi, CMK’nin 141. maddesinde öngörülen
tazminat yolunun; gözaltı, yakalama, tutuklama gibi tedbirlerinin kişi
hürriyeti ve güvenliği hakkının yanı sıra diğer temel haklara müdahale sonucunu
doğurması hallerinde de etkili bir kanun yolu niteliğini haiz olduğunu ifade
etmiş ve bu kabulü doğrultusunda siyasi faaliyette bulunma hakkının ihlal
edildiği iddiası yönünden de başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul
edilemezlik kararı vermiştir.19 Bu olayda başvurucunun,
tutuklanmasına neden olan fiillerin tamamının siyasi faaliyetleri ile ilgili
olduğu ve bu sebeple siyasi faaliyette bulunma hakkının ihlal edildiği iddiası
zımnen tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına benzemektedir. Bu kişinin CMK
141. maddedeki yola başvurması durumunda tazminat mahkemesi ifade özgürlüğünün
ihlal edilip edilmediğini tespit edebiliyorsa, diğer bir deyişle başvurucunun
tutuklanmasına konu eylemlerin siyasi faaliyetler kapsamında olup olmadığını
tespit edebiliyorsa, tutuklamanın hukuki olup olmadığını da elbette ki tespit
edebilir. Zira deliller değerlendirmeden tutuklamanın ifade özgürlüğünü ihlal
ettiğinin tespit edebilmesi mümkün değildir.
Yukarıda belirttiğimiz gibi Anayasa Mahkemesi beraat veya
takipsizlik kararı verilmesi ve bu kararın kesinleşmesi halinde kişilerin 141.
maddenin (e) veya a) bendi uyarınca tazminat alabilmelerinin mümkün olduğunu
belirterek başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemezlik kararı
vermektedir (Fatma Maden (B. No: 2016/28719, 17/7/2018, Ertuğrul Raşit Benal,
B. No:2016/25245, 17/7/2018). Anayasa Mahkemesi bu kararlarında CMK’nın 141/1-a
bendine de atıf yapmaktadır. Ancak CMK’nın 141. maddenin (1) numaralı
fıkrasının (a) bendine başvurulması için, CMK’da, tutuklamayla ilgili/ilişkili
davanın beraatla veya takipsizlik kararıyla sonuçlanması şartı aranmamaktadır.
Tutuklamaya konu davanın beraatla veya takipsizlik kararıyla sonuçlanması şartı
141/1-e bendi için geçerlidir. Kanaatimizce beraat veya takipsizlik halinde CMK
141/1-e bendindeki hükmün tutuklamanın hukukiliği açısından birincil nitelikte
etkili bir yol olmadığını belirtmek gerekir. 141/1-e bendi uyarınca tazminat
istenebilmesi için tutuklamanın hukuki olup olmamasının bir önemi
bulunmamaktadır. Kişi beraat edince bu bent kapsamında tutuklamanın hukuki olup
olmadığına ilişkin bir tespit yapılmadan otomatik olarak tazminat ödenmektedir.
Oysa bir yolun etkili kabul edilmesi için o yolun hakkın ihlal edildiğini
tespit edebilmesi ve ihlali giderebilmesi gerekir.20 AİHM
de Mergen ve diğerleri kararında benzer gerekçelerle 141/1-e bendindeki yolun
tüketilmesi gerektiği itirazını reddetmiştir. Dolayısıyla bu bağlamda 141/1- e
bendinin değil, 141/1-a bendinin etkili bir yol olduğu söylenebilir. Nitekim
Anayasa Mahkemesi de bu durumu göz önüne alarak bu kararlarında 141/1-a bendine
de atıf yapma gereği duymuştur. 141/1-a bendi beraat veya takipsizliğe bağlı
olmadığı için tahliye durumunda da bu yolun etkisiz olduğunu söylemek mümkün
değildir.
Yukarıda açıklanan hususlar birlikte değerlendirildiğinde
tutuklamanın hukuki olmadığı şikâyetlerine dayalı başvurularda, tutuklamanın ilgili/ilişkili
olduğu davanın mahkûmiyetle sonuçlanmış olması veya kişinin tahliye edilmiş
hallerinde de CMK’nın 141. maddesindeki tazminat yolunun tüketilmesi gerektiği
sonucuna ulaşılmaktadır.
Açıkladığım gerekçelerle başvurunun tutuklamanın hukukiliğine
ilişkin kısmının başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerektiğini düşündüğümden çoğunluğun işin esasının
incelenmesi gerektiği yolunda oluşan görüşüne katılmadım.
___________________
1 Halas Aslan, B.
No: 2014/4994, 16.2.2017.
2 Reşat Ertan,
2013/5700, 15/04/2015, § 26; Mehmet Emin Güneş, 2013/5707, 16/04/2015, § 29;
Mecit Gümüş, 2013/9105, 25/6/2015, §32; Hüseyin Hançer, 2013/8319, 7/1/2016,§§
39, 40; Ömer Köse, 2014/12036, 16/11/2016, § 34
3 Kamil Erdoğan, B.
No: 2017/4023, 19/4/2018, §40; Bilal Canpolat, §§ 37-43; Fatma Maden, §49;
Ertuğrul Raşit Benal, B. No: 2016/25245, 17/7/2018, §42
4 Fatma Maden, §47,
Ertuğrul Raşit Benal, §40
5 Erkam Abdurrahman
Ak, B. No: 2014/8515, 28/9/2016, §54; İrfan Gerçek, B. No: 2014/6500,
29/9/2016,§37
6 Neslihan Aksakal,
B. No: 2016/42456, 26/12/2017, § 30- 38; Ahmet Ünal, B. No: 2016/17624,
9/5/2018, § 24-26.
7Yargıtay 12. Ceza
Dairesinin 1/10/2012 tarihli ve E.2012/21752, K.2012/20353 sayılı kararı
8 Benzer durumlar
bakımından, Yargıtay uygulamasında tazminat yolunun başarıyla uyguladığını
gösteren emsal kararlar bulunmamakla birlikte, böyle bir hukuk yolunun
kesinlikle başarısız olacağını iddia edebilmeyi ortaya koyacak bir durum da söz
konusu değildir.
9B.T. [GK], B. No:
2014/15769, 30/11/2017, §§ 40-60.
10 Cafer Yıldız,
B.No: 2014/9308, 9/1/2018, §§ 37-40; Yaşar Saçlı, B. No: 2014/9311, 24/1/2018,
§§ 37-40.
11 Bkz. Besime Konca,
B. No: 2017/5867, 3/7/2018.
12 Mehmet Özdemir, B.
No: 2017/37283, 29/11/2018
13 Ali Bulaç [GK], B.
No: 2017/6592, 3/5/2019
14 bkz. Yargıtay 12.
Ceza Dairesinin 1/7/2015 tarihli ve E.2014/20624, K.2015/12265 sayılı,
1/10/2012 tarihli ve E.2012/21752, K.2012/20353 sayılı kararları.
15 İrfan Gerçek, B.
No: 2014/6500, 29/9/2016, § 19, 37
16 Bkz. Örneğin,
Hüsnü Aşkan, B. No: 2015/4057, 31/10/2018, § 45, Halas Aslan, B. No: 2014/4994,
16/2/2017, § 87.
17 Mustafa Avci, B.
No: 2014/1545, 22/3/2018
18 Mustafa Avci, §27
19 Mustafa Avci,
§35-38
20 Mergen ve diğerleri/Türkiye
kararı, §36