TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
ORHAN ŞAHNA BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2016/50948)
Karar Tarihi: 9/1/2020
Başkan
:
Hasan Tahsin GÖKCAN
Üyeler
Serdar ÖZGÜLDÜR
Hicabi DURSUN
Kadir ÖZKAYA
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
Raportör
Burak Cenk İLHAN
Başvurucu
Orhan ŞAHNA
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, tutuklama tedbiri için mevzuatta öngörülen koşullar gerçekleşmeksizin, keyfi ve hukuka aykırı olarak tutuklanması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 30/9/2016 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Anayasa Mahkemesi Birinci Bölüm Birinci Komisyon tarafından başvurucunun tutuklanmasının hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiası dışındaki diğer temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiğine yönelik iddialarının kabul edilemez olduğuna, tutuklanmasının hukuki olmadığı iddiası bakımından Bölüme gönderilmesine ve başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne 3/7/2019 tarihinde karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.
7. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:
9. Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmiştir. Olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25).
10. Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da darbe girişimiyle doğrudan bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik olarak Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturmalar yürütülmüş; çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51; Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12).
11. Başvurucu, en son Büyükçekmece hâkimi olarak görev yapmıştır.
12. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) İkinci Dairesinin 10/8/2016 tarihli kararı ile -Büyükçekmece hâkimi olarak görev yapmakta olan- başvurucunun görevden uzaklaştırılmasına karar verilmiş, başvurucu 31/8/2016 tarihinde meslekten çıkarılmış ve bu karar 29/11/2016 tarihinde kesinleşmiştir.
13. Başvurucu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlardan başlatılan soruşturma kapsamında 11/8/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır.
14. Başvurucu 12/8/2016 tarihli Savcılık ifadesinde özetle liseyi 2001 yılında Bursa’da bitirip aynı yıl Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesini kazandığını, Ankara’da düzenli olarak bir yerde kalmadığını, devam zorunluluğu olmadığı için sınavlara gidip geldiğini, bu süreç içinde cemaat yurtlarına ve evlerine hiç gitmediğini, herhangi bir gazete ve dergi aboneliği olmadığını, meslek hayatı boyunca kurumun anlaşmalı olduğu maaş aldığı bankalarla çalıştığını, yurt dışına hiç gitmediğini, pasaportu dahi olmadığını, gerek üniversitede gerekse staj döneminde sınıf temsilciliği, albüm kurulu üyeliği yapmadığını, kura ile Bozcaada hâkimliği, sonrasında talep dışı Hatay Samandağ hâkimliği, ardından Van hâkimliği görevlerinde bulunduktan sonra 2016 kararnamesi ile Büyükçekmece hâkimliğine atandığını, teftiş notları hakkında bilgisinin olmadığını ancak teftişin gıyabında yapıldığını ve iyi olduğunu düşündüğünü, cemaate ait yurt, dernek ve evlere dinî duygularla da olsa kurban ya da bağış adı altında bir yardımda bulunmadığını, Ergenekon ve Balyoz davaları süreci sonrasında 17-25 Aralık sürecinde basından takip ettiğinde böyle bir yapının olduğunu düşünmeye başladığını, bu yapıdaki insanların bildiği kadarıyla kendisiyle ilişkisinin olmadığını, 2014 HSYK seçim sürecinde Van’dagörev yapmakta olduğunu, seçimde sandık müşahitliği veya başka bir görevde bulunmadığını, meslek hayatı boyunca özel yetkili mahkemelerde veya savcılıklarda görev yapmadığını, mazeret iznindeyken Bursa’da evde olduğu sırada akşam televizyondan darbeye teşebbüs olayını öğrendiğini, böyle bir örgütle adının çıkartılmasını kabullenemediğini, Van’da görev yaparken 2014 HSYK seçimleri sonrasında yaşça büyük bir grup meslektaşının Van Adliyesine atanması sonrasında bu kişilerle meslektaş olarak ister istemez adliye içinde diyalog kurduğunu, daha sonra söz konusu kişilerin büyük çoğunluğunun bu örgütün üyesi olmaktan tutuklandığını, tamamen kendisinin iyi niyeti, olaya sadece meslektaş olarak bakışı ve arkadaşlık duyguları içinde bu kişilerle diyaloğu dolayısıyla böyle asılsız bir isnatla suçlanmış olabileceğini, bunun haricinde böyle bir örgütle gerek öğrencilik hayatında gerekse meslek hayatında yolunun kesişmediğini, 2011 yılında ablasının beyin tümöründen rahatsızlığı sebebiyle onu rahatlıkla doktora getirip götürebilmek ve tedavi sürecinde yanında olmak amacıyla Bozcaada’dan Bursa civarı bir yere tayin istediğini, 2010 yılındaki kurulu ele geçiren bu örgüt üyesi kurul üyelerinin kendisinin talebini kabul etmeyerek Bursa’ya 15 saat uzaklıktaki Hatay’ın Samandağı ilçesine tayin ettiklerini, o süreçte ablasıyla yeterince ilgilenemediğini ve 2012 yılında ablasını bu rahatsızlık dolayısıyla kaybettiklerini, 2010-2014 yılları arasında HSYK’yı elinde bulunduran bu örgütün anlattığı bu hususlar nedeniyle asıl kendisini mağdur ettiğini, bu örgüte yakın olmadığı için mağdur edilmiş olabileceğini, buna benzer isteklerle pek çok meslektaşı talebi doğrultusunda atandığı hâlde o dönemin kurulununşahsını mağdur ettiğini, bir örgütün kendi mensubunu mağdur etmeyeceğine göre kendisinin örgüt mensubu olmasının mümkün olmadığını belirtmiştir.
15. Başvurucu 12/8/2016 tarihinde Savcılık tarafından, silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanması istemiyle İstanbul 10. Sulh Ceza Hâkimliğine sevk edilmiştir.
16. Başvurucu sorgudaki ifadesinde özetle 2014 HSYK seçimlerinde tavrının Yargıda Birlik ve YARSAV(Yargıçlar ve Savcılar Birliği) adayları arasında bir dengeleme şeklinde olduğunu, bir önceki HSYK seçiminde Adalet Bakanlığı listesi diye düşünülmüş olan listenin daha sonra paralel yapılanma olduğunu ve kendisini mağdur ettiğini gördüğü için hem Yargıda Birlikten hem de YARSAV'dan parçalı bir yapı olması taraftarı olduğunu, bu şekilde oy kullandığını, Türkiye'nin 15 Temmuz'daki girişim kadar büyük bir ihaneti görmediğini, kendi vatandaşına ateş eden, kendi Meclisini bombalayan böyle hain bir yapı üyesi olmak suçlamasının utanç verici olduğunu, bu suçlamayı kesinlikle kabul etmediğini belirtmiş; Cumhuriyet savcılığında vermiş olduğu beyanlarını tekrar ederek benzer beyanlarda bulunmuş, tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmayı talep etmiştir.
17. İstanbul 10. Sulh Ceza Hâkimliği 12/8/2016 tarihinde başvurucunun tutuklanmasına karar vermiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir:
"Şüpheli Orhan Şahna'nın üzerine atılı Silahlı FETÖ/PDY terör örgütüne üye olma suçunun CMK'nın 100. maddesinde belirtilen kaçma ve delilleri karartma şüphesinin var kabul edildiği katalog suçlardan olduğu, şüphelinin HSYK 2. Dairesi'nin 10/8/2016 tarih ve 2016/357 karar sayılı kararı ile açığa alındığı ve hakkında soruşturma izni verildiği, bu dosya ekindeki Ankara CBS Anayasal Düzene Karşı İşlenen Suçlar Soruşturma Bürosu'nca yürütülen soruşturma kapsamındaki istihbarî ve kolluk araştırma tutanakları, kolluk arama tutanağı ve HTS kayıtları birlikte değerlendirildiğinde kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösterir delillerin bulunduğu, atılı suç ve öngörülen ceza miktarı ile benzer soruşturmalarda aynı yapıya mensup çeşitli kamu görevlilerinin resmi ya da gayrı resmi yollardan yurt dışına kaçtıkları hususu gözetildiğinde adli kontrol kararının yetersiz geleceği ve tutuklama tedbirinin orantılı bulunduğu anlaşıldığından CMK 100 ve devamı maddeleri gereğince müsnet suçtantutuklanmasına ...[karar verildi.]"
18. Başvurucu tutuklama kararına itiraz etmiş, İstanbul 1. Sulh Ceza Hâkimliği 19/8/2016 tarihinde itirazın reddine karar vermiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir:
"...
İtiraz konusu kararda kuvvetli suç şüphesini gösteren somut delil ve vakıaların soruşturma dosyasının içeriğine uygun şekilde ortaya konulduğu; tutuklamayı gerektiren nedenlerin ve tutuklama tedbirinin ölçülülük ilkesine uygun olduğunu, tutuklama yerine adli kontrol tedbirlerinin uygulanmasının yetersiz kalacağını gösteren delillerin somut olgularla gerekçelendirilerek açıklandığı, açıklamaların soruşturma dosyası içeriğine de uygun olduğu; tüm bu olgu, tespit ve nedenler karşısında İstanbul 10. Sulh Ceza Hakimliği'nin itiraza konu tutuklama kararında usul ve kanuna aykırı bir yön bulunmayıp, kararın yerinde olduğu sonuç ve vicdani kanaatine varılmakla, şüpheli müdafiinin yerinde görülmeyen itirazlarının reddine, ...[kesin olarak karar verildi.]"
19. Başvurucunun İstanbul 8. Sulh Ceza Hâkimliğince tutukluluk hâlinin devamına dair 8/9/2016 tarihinde verilen karara karşı itirazı İstanbul 9. Sulh Ceza Hâkimliğince 23/9/2016 tarihinde kesin olarak reddedilmiştir.
20. Başvurucu 30/9/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
21. Soruşturma aşamasında dinlenen tanık beyanları şöyledir:
i. Başka bir soruşturma kapsamında 25/10/2016 tarihinde şüpheli sıfatıyla ifadesi alınan E.B.nin beyanlarının ilgili kısmı şöyledir:
"... adli yargıda ihraç listesinde yer alan Orhan Şahnan isimli şahısla yanılmıyorsam 2003-2004 yıllarında cemaat yurdunda birlikte kaldım. Ancak anılan şahıs daha sonra cemaat evlerinden ayrılmıştır. Şahısla olan samimiyetim ve görüşmelerimle kendisinin çalışma evlerinde kalmadığı gibi örgütle iltisakının kalmadığını, belli bir hiyerarşiye tabi olmadığını ve aidat ödemediğini biliyorum. Ancak anılan şahıs HSYK seçimlerinde bağımsızlar listesi olarak bilinen cemaat listesini desteklediğinden cemaatçi olarak ihraç edildiğini düşünüyorum ..."
ii. Başka bir soruşturma kapsamında 28/9/2016 tarihinde şüpheli sıfatıyla ifadesi alınan E.A.nın beyanlarının ilgili kısmı şöyledir:
"... dün şahsıma ait olan ... ADSLkablosuz internet hattında terör örgütünün kullanmış olduğu BYLOCK isimli şifreli programın kırmızı kategoride kullanıldığı gerekçesiyle göz altına alındım. Benim ve ailemin her türlü telefon, cihazlarında hiçbir şekilde bu program yüklü değildir. Zaten bunlar kriminal incelemeye gitmiştir. Bu hususta da korkum veya çekincem yoktur. Benim aynı binada oturduğum komşularım bana ait olan kablosuz internet ağından faydalanıyordu. Haziran 2013 tarihinde İlçemize atanan ve binamıza üst katıma taşınan Hâkim F.Ş. yeni evlenmiş ve mesleğe yeni girmiş olması sebebiyle ADSL şifresini istedi ve bu internet ağını devamlı olarak Haziran 2015 yılına kadar kullandı. Bu şahıs 16 Temmuz 2016 tarihinde tutuklanmış olup meslekten ihraç edilmiştir. Bunun dışında bir üst komşum olan Hâkim C.K.de internet şifremi alarak kablosuz ağımı kullanmıştır. Yine bu şahıs da 16 Temmuz tarihinde tutuklanarak ceza evine alınmış ve meslekten ihraç edilmiştir. Ayrıca bunların dışında internet ağıma evime misafirliğe geldikleri zamanlarda şifreyi isteyerek internete Hâkim Y.E. ve Hâkim Orhan Şahna'da internetimi kullanmıştır. Bu iki şahıs da meslekten ihraç edilmiş ve ceza evindedir. Ben bu terör örgütüne üye değilim. İyi niyetimden dolayı internet şifremi verdim. Bu programı bu kişilerden hangisinin girdiğini bilmiyorum. Ancak çok yüksek ihtimalle üst katımda bulunan Hâkim F.Ş.den şüpheleniyorum. ..."
iii. Başka bir soruşturma kapsamında 1/11/2017 tarihinde şüpheli sıfatıyla ifadesi alınan U.O.nun beyanlarının ilgili kısmı şöyledir:
"... 2002 yılında kendi çabalarım ile hazırlandığım üniversite sınavında ise Ankara Gazi Üniversitesi'ni kazandım, ...
...
Ben üniversitede eğitim gördüğüm zaman içerisinde cemaat adına hareket eden yukarıda isimlerini saydığım kişiler haricindeki kişiler hatırladığım kadarıyla isimleri vermek istiyorum;
Orhan Şahna isimli şahıs ile aynı öğrenci evinde 1 dönem birlikte kaldık, bu şahsın herhangi bir görevi olduğunu hatırlamıyorum, o dönemde Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesinde okumaktaydı.
..."
22. Hâkimlik 20/2/2017 tarihinde, başvurucunun tahliyesine ve başvurucu hakkında yurt dışına çıkma yasağı şeklinde adli kontrol tedbiri uygulanmasına karar vermiştir.
23. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 20/3/2018 tarihli iddianame ile başvurucu hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan aynı yer Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açmıştır.
24. İddianamede öncelikle FETÖ/PDY hakkında genel bilgilere, daha sonra ise başvurucuya yönelik suçlama ve delillere yer verilmiştir.
25. Bu bağlamda iddianamenin başvurucu hakkında iddia olunan suça ve örgüt bağlantısına ilişkin kısımları özetle şöyledir:
i. FETÖ/PDY ile irtibatlı olduğu gerekçesiyle HSYK kararlarıyla görevinden uzaklaştırıldığı, meslekten ihraç edildiği ve bu kararın kesinleştiği belirtilmiştir.
ii. Tanıklar E.B. (bkz. § 21) ve E.A.nın (bkz. § 21) ifadelerindeki bazı beyanlarına yer verilmiştir.
iii. FETÖ/PDY üyeliğinden hakkında soruşturma yapılan ve meslekten ihraç edilen HSYK eski müfettişlerinden A.B.nin Bozcaada Adliyesinin 2011 yılı denetiminde başvurucuya 82 puan not takdir ettiği, bu denetimde A.B.nin başvurucuya, hakkında objektif kriterlerden ve yerleşik uygulamalardan uzak, örgütsel amaç ve politikalar doğrultusunda başvurucunun parlatılması, hakkındaki olumsuz düşüncelerin bertaraf edilmesi ve gelecekte önemli görevlere getirilmesini sağlamak amacıyla örgütsel dayanışma sergileyerek 82 puan gibi yüksek bir not takdir ettiğine yönelik tespitler olduğu belirtilmiştir.
iv. Başvurucunun annesi F.Şa.nın Bank Asyadaki hesabında 2014 yılında hareketlilik görüldüğü, F.Şa.nın 5/3/2018 günü alınan beyanında özetle Bank Asyadaki hesaplarını açmasında oğlu Orhan Şahna’nın herhangi bir yönlendirmesi olmadığını ifade ettiği belirtilmiştir. Ancak bu tespitlerin neler olduğu hususunda herhangi bir açıklamaya yer verilmemiştir.
v. İstanbul Emniyet Müdürlüğü Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğünce başvurucu hakkında yapılan havuz sorgusu sonucu düzenlenen 20/3/2018 tarihli tutanakla başvurucunun ByLock kullanıcısı olmadığının, FETÖ/PDY ile bağlantılı derneklerde bir kaydının olmadığının, FETÖ/PDY'nin tepe yöneticileri ile bir telefon irtibatının olmadığının, FETÖ/PDY ile bağlantılı şirketlerde Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) kaydının olmadığının ve FETÖ/PDY ile bağlantılı bulunan Bank Asyada bir hesabının bulunmadığının tespit edildiği belirtilmiştir.
vi. Başvurucunun 2014 HSYK üyelerinin seçilmesi sürecinde anılan örgüt yapılanmasında yer alan HSYK üye adayları lehine seçimde çalışmalar yaptığına yönelik tespitler olduğu belirtilmiştir.
vii. Başvurucunun örgüt tarafından oluşturulan evlerde üniversite döneminde kaldığına dair tespitler olduğu belirtilmiştir.
26. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 22/3/2018 tarihinde, başvurucu hakkında Anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçundan kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir.
27. İddianame İstanbul 35. Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme) 24/4/2018 tarihinde kabul edilerek E.2018/131 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır.
28. Mahkeme 23/2/2018 tarihinde yaptığı ilk duruşmada,Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) üzerinden başvurucunun savunmasını almıştır. Başvurucunun savunmasının ilgili kısımları şöyledir:
"Üzerime atılı suçlamayı kabul etmiyorum. Tanık E.A.nın beyanında internetini paylaştığı meslektaş olarak beni, Y.E.yi ve F.Ş.yi belirttiği ve yapılan araştırmalar sonucunda F.Ş.nin Bylocktan ceza aldığı, benim hakkımda ise Bylock tespiti yapılmadığı gelen yazı cevabıyla anlaşılmıştır. Tanık E.B. üniversiteden tanıdığım birisidir, beyanlarını kabul etmiyorum. Ben öğretmen çocuğuyum, üniversitedeki 1 vize ve 1 final sınavlarına ben Bursa'dan Ankara'ya giderek giriyordum, derslere devam etmiyordum. Ankara'ya gittiğim zamanlarda öğretmenevlerinde kalıyordum. Ancak yer olmadığı zaman ucuz pansiyon ve oteller bakıyordum. Etimesgut'ta ucuz bir pansiyon bulmuştum bu pansiyon bu yapıya aitmiş. Tanık E.B. buradan yola çıkarak o şekilde beyanda bulunmuş olabilir, ben yurtlarında kalmadım. HSYK 2014 yılı seçimlerinde ben Van'da idim. Tanık E.B. Ankara'daydı. Kendisiyle seçimlerle ilgili bir konuşmam olmadı. Van Adliyesi'nde iken HSYK seçimlerinden sonrabağımsız adayları destekleyen gerek HSYK'dan gerekse Teftiş Kurulundan üst görevlerde bulunan kişiler Van'a tayin edilmişlerdi. Aynı adliyede olduğumuz için onlarla iletişimim vardı, bu sebeple bir yorum yapılmış olabilir. Yine dosyaya giren Tanık U.O.nun beyanı da benzer mahiyettedir. Müfettiş notu hususunda ise; benim tüm terfilerim C terfi idi. Müfettişin ayrıcalıklı bir puan verdiğini düşünmüyorum. Anneme ait Bank Asya hesabına ilişkin annem ifade vermiştir, bu paranın benle bir ilgisi yoktur. FETÖ'nün diğer kriterlerinin hiçbiri bende yoktur. Beraatımı talep ediyorum."
29. Kovuşturma aşamasında tanık beyanları alınmış olup bu beyanlardan;
i. Tanık E.B.nin 19/6/2018 tarihli beyanının ilgili kısımları şöyledir:
"Orhan Şahna isimli şahsı Ankara Hukuk Fakültesi'nde öğrenci olmuşluğum ve 2002 veya 2003 yılında tanışmıştık, kendisinin 15 Temmuz sürecinde HSYK'ca yapılan ihraç kararnamelerinde sonradan ihraç edildiğini internetten görmüştüm, bu şahsın yargıda FETÖ/PDY yapılanmasının mensubu olmadığını bildiğimden ve bu yapının mağdur sayısı ne kadar artarsa strateji olarak kendisini başarılı gördüğünü anlamış olduğumdan anılan şahıs vb. konumda olan kişilerle ilgili bilgileri savcılıkla paylaşmaya karar vermiştim, bunun sonucunda yanılmıyorsam tanıklığa konu ifademde de belirttiğim üzere şahsın Ankara Hukuk Fakültesi'nde öğrenci olduğum dönem içerisinde bir dönem Fethullah Gülen yapısına ait öğrenci evlerinde kaldığını duymuştum, ancak şahsın kısa bir zaman sonra bu evlerden kendi isteğiyle ayrıldığını da ve sonradan hiçbir şekilde FETÖ/PDY yapısı ile alakasının olmadığını biliyorum, sanık öğrencilik döneminde hangi evde hangi tarihlerde kalmıştır bunu tam olarak bilmiyorum, çünkü evine hiç gitmedim, niteliğini de bilemiyorum, bu bilgim duyumdan ibarettir, ama şunu net biliyorum, anılan şahıs benden geç mezun olmuştur, mezun olduktan sonra bizim kalmış olduğumuz çalışma evlerinde stajyer evlerinde kalmamıştır, yargıdaki cemaat yapılanmasına dahil olmamıştır, sanıkla ilgili bildiklerim adalete yardımcı olmak amacıyla bunlardan ibarettir, ... 25/10/2016 tarihli ifademi aynen tekrar ederim."
ii. Tanık E.A.nın 18/9/2018 tarihli beyanının ilgili kısımları şöyledir:
"Ben bu hususta daha önce Samandağ C Başsavcılığında ayrıntılı olarak ifade verdim o ifademi aynen tekrar ederim o ifademe ek olarak; Adıma kayıtlı olan ADSL hattı üzerinden FETO/PYD'yeait Bylock programına giriş yapılması ve kullanılması ile ilgili olarak Hatay 2. Ağır Ceza Mahkemesi'nin 2016/362 Esas numaralı dosyasında hakkımda verilmiş kesinleşmiş 'Beraat' kararı mevcuttur. Bu kapsamda hakkımda yapılan kovuşturma neticesinde, söz konusu ADSL hattı üzerinden Bylock programına giriş yapan kişinin üst kat dairede oturan F.Ş. olduğu Hatay 2. Ağır Ceza Mahkemesi'nin 2016/362 Esas sayılı dosyasında tespit edilmiştir. Bu nedenle adıma kayıtlı ADSL hattı üzerinden Bylock programına girilmesi ve kullanılması ile ilgili olarak Orhan Şahna'nın herhangi bir ilgisinin bulunmadığı Hatay 2. Ağır Ceza Mahkemesi'nin 2016/362 Esas sayılı dosyasında tespit edilmiştir. Benim olay hakkındaki bilgim ve görgüm bundan ibarettir. ..."
iii. Tanık F.Şa.nın 7/9/2018 tarihli beyanının ilgili kısmı şöyledir:
"Ben daha önce olayla ilgili emniyette ifade vermiştim, aynen tekrar ederim. Oğlum Orhan Şahna'nın Bank Asya'da hesap açtırmamla ilgili herhangi bir yönlendirme ve talimatı olmamıştır. Rahmetli olan kızım H.Ş.nin çalışıp kazandığı birikimlerini değerlendirmek amaçlı olarak Bank Asya'da hesap açtırdım vekızımın birikimlerini bu bankaya yatırdım. Herhangi bir talimatla hesap açtırmadım para yatırmadım. Oğlum olan Orhan'ın da bana herhangi bir yönlendirmesi olmamıştır. Hesap açtırdığım dönemde deoğlum öğrenciydi. Okuduğu üniversiteye sadece sınav dönemlerinde gidiyordu ve çalışmıyordu. Söyeleyeceklerim bunlardan ibarettir ..."
30. Mahkeme, Ankara Ağır Ceza Mahkemesine hitaben yazılan 25/10/2018 tarihli talimat müzekkeresi ile U.O.nun tanık olarak dinlenilmek üzere 16/1/2019 tarihli duruşmada SEGBİS üzerinden hazır edilmesini talep etmişse de söz konusu duruşmanın zaptında tanığın gelmediğinin öğrenildiği belirtilerek tanığın beyanlarının üniversite yılına ait olduğu, başvurucunun 2006 yılında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesinden mezun olduğugözetilerek tanığın beyanlarının sonuca etkili olmayacağı değerlendirilmiş ve dinlenilmesinden vazgeçilmesine karar verilmiştir.
31. 6/7/2018 tarihli duruşmada Cumhuriyet savcısının esas hakkındaki mütalaasının ilgili kısımları şöyledir:
"… İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü tarafından yapılan araştırmada sanığın ByLock kullancısı olmadığının tespit edilmesi ve tanık E.A.nın ifadesinde belirttiği şahıslardan F. Ş.nin ByLock kullancısı olduğunun tespit edilmesi ve bu tespit ile birlikte F.Ş. hakkında Erzurum 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yapılan yargılamada, bylock kullandığından bahisle hakkında mahkumiyet kararı verilmesi karşısında, tanık E.A.nın ifadesinin sanık hakkında aleyhe delil niteliği taşımadığı kanaatine varıldığı, diğer tanık E.B.nin ifadesinde belirttiği yurtta kalma hususunun ise 2003-2004 yıllarına ilişkin olduğu, FETÖ yapılanmasının silahlı terör örgütü olarak nitelendirilmediği bu yıllardan sonra sanığın örgütsel faaliyetlerine devam ettiğine dair bir delil veya emarenin bulunmadığı, sanığın incelenen dijital materyallerinde suç unsuruna da rastlanmadığı ve böylece sanığın üzerine atılı suçu işlediğine dair yeterli delil bulunmadığı anlaşılmakla; Sanığın atılı suçtan CMK 223/2-e maddesi gereğince beraatine karar verilmesi kamu adına talep ve mütalaa olunur."
32. Mahkeme 4/4/2019 tarihinde yaptığı duruşmada, başvurucunun üzerine atılı suçu işlediği sabit olmadığından bahisle FETÖ/PDY'ye üye olma suçundan beraatine karar vermiştir. Mahkemenin beraat kararının gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:
"... İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü tarafından yapılan araştırmada sanığın ByLock kullancısı olmadığının tespit edilmesi ve tanık E.A.nın ifadesinde belirttiği şahıslardan F.Ş.nin ByLock kullancısı olduğunun tespit edilmesi ve bu tespit ile birlikte F.Ş. hakkında Erzurum 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yapılan yargılamada, ByLock kullandığından bahisle hakkında mahkumiyet kararı verilmesi karşısında, tanık E.A.nın ifadesinin sanık hakkında aleyhe delil niteliği taşımadığı,
Diğer tanık E.B.nin ifadesinde belirttiği bu yapıya ait öğrenci evlerinde kalma hususunun ise 2002-2003 yıllarına ilişkin olduğu, ayrıca sanığın kendi isteğiyle bu yapıdan o dönem ayrıldığını bildiği yönünde beyanı, FETÖ yapılanmasının silahlı terör örgütü olarak nitelendirilmediği bu yıllardan sonra sanığın örgütsel faaliyetlerine devam ettiğine dair birdelil veya emarenin bulunmadığı, sanığın incelenen dijital materyallerinde suç unsuruna da rastlanmadığı ve böylece sanığın üzerine atılı suçu işlediğine dair yeterli delil bulunmadığı, sanığın örgüt adına herhangi bir aktif faaliyet yürüttüğüne, örgütün çağrılarına iştirak edip eylem ve etkinliklere katıldığına, dolayısıyla terör örgütü üyeliğinin en önemli unsurları olan yoğunluk, çeşitlilik ve süreklilik arzeden eylem ve faaliyetler içerisine girdiğine ilişkin yeterli delil bulunmadığı, sanığın savunmasının aksini kanıtlayan her türlü şüpheden uzak, kesin, yeterli ve kuvvetli delil elde edilememiş olup, şüpheden de sanık yararlanır evrensel hukuk ilkesi de dikkate alındığında, sanığın üzerine atılı suçu işlediği sabit olmadığından beraatine ... [karar verilmiştir.]"
33. Başvurucu, üzerine atılı suçu işlemediğinin sabit olduğu gerekçesiyle 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 223. maddesinin (2) numaralı fıkrasının (b) bendi uyarınca beraat kararı verilmesi gerektiğinden bahisle karara karşı 11/4/2019 tarihinde süre tutum dilekçesi vererek 7/5/2019 günü istinaf kanun yoluna başvurmuştur.
34. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla istinaf aşamasında derdesttir.
IV. İLGİLİ HUKUK
35. İlgili hukuk için bkz. Adem Türkel (B. No: 2017/632, 23/1/2019, §§ 24-39); Mustafa Özterzi ([GK], B. No: 2016/14597, 31/10/2019, §§ 33-48) başvurularına ilişkin kararlar.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
36. Mahkemenin 9/1/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü
37. Başvurucu, tutuklama tedbiri için mevzuatta öngörülen koşullar gerçekleşmeksizin, keyfi ve hukuka aykırı olarak tutuklanması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
38. Bakanlık görüşünde özetle öncelikle etkili bir başvuru yolu olan 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinde düzenlenen tazminat davası yolu tüketilmeden başvuru yapıldığından bahisle başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemezlik kararı verilmesi gerektiği, Anayasa Mahkemesi tarafından esastan inceleme yapılacak olması durumunda ise somut olayda soruşturma makamlarınca ileri sürülen olgularla kuvvetli suç şüphesinin ortaya konulduğu, tutuklama kararının verildiği andaki genel koşullar ve somut olayın özel koşulları ile sulh ceza hâkimlikleri tarafından verilen kararların içeriği birlikte değerlendirildiğinde başvurucu yönünden kaçma ve delilleri etkileme tehlikesine yönelen tutuklama nedenlerinin olgusal temellerinin olmadığının söylenemeyeceği belirtilmiştir. Bakanlık görüşünde ayrıca soruşturma konusu suç için öngörülen yaptırımın ağırlığı, işin niteliği ve önemi de gözönünde tutulduğunda başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu ve adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağı sonucuna varılmasının keyfî olduğunun savunulamayacağı ileri sürülmüştür. Bakanlık görüşünde, bu hususlar dikkate alınarak başvurucunun tutuklanmasında herhangi bir keyfîliğin bulunmadığı hususuna vurgu yapılmış ve tutuklamanın hukuki olmadığına dair şikâyetin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilmez bulunması gerektiği ifade edilmiştir.
39. Başvurucu; Bakanlık görüşüne karşı beyanında özetle tutuklama kararı gerekçesinde belirtilen hususların bir kısmının dosyada bulunmadığını, dosyada bulunanların hiçbirinde herhangi bir suç unsuru olmadığını, Anayasa Mahkemesinin 2016/66638 numaralı bireysel başvuru dosyası hakkındaki kararında ihraç kararının tek başına kuvvetli bir belirti olarak kabul edilemeyeceğinin ifade edildiğini, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Alparslan Altan/Türkiye (B. No: 12778/17) kararında tutuklama anındaki makul şüphenin incelenmesi gerektiğinin, sonradan toplanan delillerin bu değerlendirmeye etki etmeyeceğinin ifade edildiğini, E.B.nin ifadesinin aleyhine olan kısmının duyum olduğunu, görgüye dayalı bilgisinin bulunmadığını ifade ettiğini, iddianamede 2014 HSYK seçimlerinde örgüte mensup adaylar için çalışma yapıldığına dair tespitler olduğu yazılmış ise de bu husus ile ilgili hiçbir delil ve bilgiye yer verilmediğini, iddianameye yazılmış olmasının bu hususa gerçeklik kazandırmayacağını, meslekten ihraç edilen HSYK müfettişi tarafından yapılan teftiş neticesinde kendisine verilen notun hak ettiklerinden düşük bile kabul edilebilecek değerde olduğunu, çalıştığı hâkim odasından ayrılmayıp polisi beklemiş olmasının kaçma şüphesinin bulunmadığının göstergelerinden birisi olduğunu, hakkında suç işlediğine dair kuvvetli belirtinin bulunmadığını, tutuklanmasının haksız ve keyfî olduğunu belirtmiştir.
B. Değerlendirme
40. Anayasa'nın "Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması" kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."
41. Anayasa'nın "Kişi hürriyeti ve güvenliği" kenar başlıklı 19. maddesinin birinci fıkrası ile üçüncü fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:
"Herkes, kişi hürriyeti ve güvenliğine sahiptir.
Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler, ancak kaçmalarını, delillerin yokedilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hallerde hâkim kararıyla tutuklanabilir."
42. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Bu itibarla başvurucun tutuklamanın hukuki olmadığına yönelen bu bölümdeki iddialarının Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamında, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı kapsamında incelenmesi gerekir.
1. Uygulanabilirlik Yönünden
43. Anayasa Mahkemesi, olağanüstü yönetim usullerinin uygulandığı dönemlerde alınan tedbirlere ilişkin bireysel başvuruları incelerken Anayasa'nın 15. maddesinde ortaya konulan temel hak ve özgürlüklere ilişkin güvence rejimini dikkate alacağını belirtmiştir. Buna göre olağanüstü bir durumun bulunması ve bunun ilan edilmesinin yanı sıra bireysel başvuruya konu temel hak ve özgürlüklere müdahale teşkil eden tedbirin olağanüstü durumla bağlantılı olması hâlinde inceleme Anayasa'nın 15. maddesi uyarınca yapılacaktır (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 187-191).
44. Soruşturma mercilerince başvurucuya yöneltilen ve tutuklama tedbirine konu olan suçlama, başvurucunun darbe teşebbüsünün arkasındaki yapılanma olduğu belirtilen FETÖ/PDY üyesi olduğu iddiasıdır. Anayasa Mahkemesi, anılan suçlamanın olağanüstü hâl ilanını gerekli kılan olaylarla ilgili olduğunu değerlendirmiştir (Selçuk Özdemir [GK], B. No: 2016/49158, 26/7/2017, § 57).
45. Bu itibarla başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin hukuki olup olmadığının incelenmesi Anayasa'nın 15. maddesi kapsamında yapılacaktır. Bu inceleme sırasında öncelikle başvurucunun tutuklanmasının başta Anayasa'nın 13. ve 19. maddeleri olmak üzere diğer maddelerinde yer alan güvencelere aykırı olup olmadığı tespit edilecek, aykırılık saptanması hâlinde ise Anayasa'nın 15. maddesindeki ölçütlerin bu aykırılığı meşru kılıp kılmadığı değerlendirilecektir (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 193-195, 242; Selçuk Özdemir, § 58).
2. Kabul Edilebilirlik Yönünden
46. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden bulunmadığı anlaşılan bu iddiaların kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
Serdar ÖZGÜLDÜR ve Kadir ÖZKAYA bu görüşe katılmamışlardır.
3. Esas Yönünden
a. Genel İlkeler
47. Genel ilkeler için bkz. Metin Evecen (B. No: 2017/744, 4/4/2018, §§ 47-52); Zafer Özer (B. No: 2016/65239, 9/1/2020, §§ 38-45) başvuruları hakkında verilen kararlar.
b. İlkelerin Olaya Uygulanması
48. Başvurucu, FETÖ/PDY mensubu olduğu iddiasıyla yürütülen soruşturma kapsamında silahlı terör örgütü üyesi olma suçlamasıyla 5271 sayılı Kanun'un 100. maddesi uyarınca tutuklanmıştır.
49. Diğer taraftan başvurucu bir hâkim olarak mesleğinden kaynaklanan güvencelere riayet edilmeksizin tutuklandığını iddia etmektedir.
50. Anayasa Mahkemesi, darbe teşebbüsünden sonraki dönemde bu teşebbüsün arkasındaki yapılanma olduğu kabul edilen FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlardan yürütülen soruşturmalar kapsamında yargı mensupları hakkında uygulanan tutuklama tedbirlerinin hukukiliğine ilişkin bireysel başvuruları incelediği birçok kararında, başvurucu yargı mensuplarının mesleklerinden veya görevlerinden kaynaklanan güvencelere riayet edilmeksizin tutuklandıkları ve bu nedenle tutuklamanın kanuni dayanağının bulunmadığı iddialarını incelemiştir. Anayasa Mahkemesi bu inceleme sonucunda gerek Yüksek Mahkeme üyeleri gerekse diğer yargı mensupları bakımından tutuklamaya konu olaylara ilişkin olarak soruşturma mercilerince veya tutuklamaya karar veren yargı organlarınca isnat edilen ve tutuklamaya konu olan suçların kişisel suç olduğu, ayrıca ağır cezayı gerektiren suçüstü hâlinin bulunduğu yönündeki değerlendirmelerin olgusal ve hukuki temellerinin bulunduğu, dolayısıyla tutuklama tedbirlerinin kanuni dayanaktan yoksun olduğunun söylenemeyeceği sonucuna varmıştır (diğerleri arasından bkz. Adem Türkel, §§ 52-59; Erdem Doğan, B. No: 2017/25955, 7/3/2019 §§ 50-57). Kaldı ki -Yüksek Mahkeme üyelerinden farklı olarak- hâkim ve Cumhuriyet savcıları yönünden ağır ceza mahkemesinin görevine giren suçüstü hâli bulunmasa da kişisel suçlarına ilişkin olarak soruşturma yürütülmesi için bir izin şartı bulunmadığı yargısal içtihatlarda belirtilmiştir (Mustafa Özterzi, § 93). Somut başvuruda anılan kararlardan yer alan değerlendirmelerden ve varılan sonuçtan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır(bkz. aynı yönde Zafer Özer, § 48).
51. Dolayısıyla somut olayın koşullarında başvurucunun hâkim olması nedeniyle Anayasa veya 2802 sayılı Kanun'dan kaynaklanan güvenceler uygulanmaksızın, kanuna aykırı olarak tutuklandığı iddiası yerinde değildir. Bu itibarla başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin kanuni dayanağı bulunmaktadır.
52. Bu aşamada tutuklama tedbirinin ön koşulu olan suçun işlendiğine dair kuvvetli belirti bulunup bulunmadığı hususu değerlendirilecektir.
53. Başvurucu hakkındaki soruşturma belgeleri incelendiğinde başvurucunun tutuklanmasına karar verilirken FETÖ/PDY ile irtibatlı olduğuna dair HSYK'nın açığa alma kararına, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen soruşturma kapsamındaki araştırma tutanakları, kolluk arama tutanağı ve HTS kayıtlarına dayanıldığının belirtildiği görülmektedir.
54. İddianamede ise Savcılık; başvurucunun FETÖ/PDY ile irtibatlı olduğu gerekçesiyle HSYK kararlarıyla görevinden uzaklaştırılmasına ve meslekten ihraç edilmesine, tanık beyanlarına, FETÖ/PDY üyeliğinden hakkında soruşturma yapılan ve meslekten ihraç edilen HSYK eski müfettişinin verdiği nota, başvurucunun annesi F.Şa.nın Bank Asya hesabında 2014 yılındaki hareketliliğe, başvurucunun 2014 yılında yapılan HSYK üyeliği seçim sürecinde anılan örgüt yapılanmasında yer alan HSYK üye adayları lehine seçimde çalışmalar yaptığına yönelik tespitlere ve örgüt tarafından oluşturulan evlerde üniversite döneminde kaldığına dair tespitlere dayanıldığını belirterek başvurucunun FETÖ/PDY'ye üye olma suçundan cezalandırılmasını talep ve iddia etmiştir.
55. Başvurucuya yöneltilen ve tutuklamaya konu olan suçlamanın dayanaklarından biri başvurucunun görevinden uzaklaştırılmasıdır. Başvurucu, HSYK'nın 31/8/2016 tarihli kararı ile meslekten çıkarılmıştır.
56. Darbe teşebbüsünden sonra başta soruşturma mercileri olmak üzere yargı organları ve kamu makamları büyük bir zorlukla karşı karşıya kalmışlardır. Teşebbüsün savuşturulmaya çalışıldığı sırada hem doğrudan teşebbüsle bağlantılı olduğu değerlendirilen binlerce kişi hakkında hem de teşebbüsle bağlantılı olmasa da bunun arkasındaki yapılanma olan FETÖ/PDY ile bağlantılı olduğu değerlendirilen ve önemli bir kısmı kamu görevlisi olan on binlerce kişi hakkında ivedilikle soruşturma yürütülmesi ihtiyacı ortaya çıkmıştır (Zafer Özer, § 53).
57. Ülkenin savaş uçağı, helikopter ve tank gibi savaş araçlarının dahi kullanıldığı bir darbe teşebbüsüne maruz kalması dolayısıyla bu teşebbüsle ya da bunun arkasındaki yapılanma ile bağlantılı kişiler hakkında ivedilikle soruşturma başlatılması ve bu soruşturmalar kapsamında bazı şüpheliler hakkında yakalama, gözaltı ve tutuklama gibi koruma tedbirlerine başvurulması, suç işleyenlerin tespitini ve cezalandırılmasını sağlamak üzere soruşturmaların selamet içinde yürütülmesi amacının yanı sıra darbe teşebbüsü ve onun arkasındaki yapılanma nedeniyle millî güvenlik ve kamu düzeni üzerinde oluşan tehdit ve tehlikenin bertaraf edilmesi gayesine de yöneliktir (Zafer Özer, § 54).
58. FETÖ/PDY'nin kamuda en yoğun şekilde örgütlendiği alanlardan birinin yargı olması nedeniyle haklarında soruşturma başlatılan bu kamu görevlileri arasında yargı mensupları önemli bir yer tutmuştur. Bu bağlamda HSYK, darbe teşebbüsünün devam etmekte olduğu dönemde bu teşebbüsün arkasındaki yapılanma ile bağlantısının olduğu değerlendirmesiyle çok sayıda hâkim ve Cumhuriyet savcısının görevden uzaklaştırılmasına karar vermiştir. Aynı değerlendirmeyle Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulu bazı mensuplarının Yargıtaydaki yetkilerinin kaldırılmasına, Danıştay Başkanlık Kurulu ise bir kısım üyesinin görev yaptıkları dairelerdeki görevlerinin sonlandırılmasına karar vermiştir. Süreç içinde de çok sayıda yargı mensubu hakkında görevden uzaklaştırma ve meslekten çıkarma idari tedbirlerine başvurulmuş, ayrıca başlatılan ceza soruşturmaları kapsamında bu kişilerin büyük bölümü hakkında yakalama, gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Zafer Özer, § 55).
59. Bu kapsamda verilen tutuklamaya ilişkin kararların önemli bir kısmında şüphelilerin suç işlediklerine dair somut delillerin bulunduğu ifade edilirken veya düzenlenen iddianamelerde suçlamaya ilişkin olgular açıklanırken söz konusu görevden uzaklaştırma, yetkilerini kaldırma ve dairelerdeki görevlerini sona erdirme veya meslekten çıkarma şeklindeki idari kararlara atıf yapılmıştır. Bu itibarla anılan kararların kuvvetli suç belirtisi ölçütünü karşılayıp karşılamadığının değerlendirilmesi gerekmektedir (Zafer Özer, § 56).
60. Darbe teşebbüsünün yanı sıra teşebbüsten veya teşebbüsün arkasındaki yapılanma olan FETÖ/PDY'nin örgütlenmesinden kaynaklanan tehdit ve tehlikenin bertaraf edilmeye çalışıldığı bu aşamada teşebbüsün arkasındaki yapılanma ile bağlantılarının olduğu değerlendirilen yargı mensupları hakkında uygulanan idari tedbirlere ilişkin bu kararların ilgili mercilerde oluşan bir kanaate dayalı olarak verilmesi söz konusu olsa da içeriğinde kendileriyle ilgili bir eylem veya olgudan bahsedilmeyen kişiler bakımından bunların -tek başına- kuvvetli suç belirtisi olarak kabul edilmesi mümkün değildir (Zafer Özer, § 57).
61. Nitekim Anayasa Mahkemesi daha önce verdiği birçok kararda görevden uzaklaştırma veya kamu görevinden ya da meslekten çıkarma şeklindeki idari kararların niteliğini dikkate alarak bu kararların verilmesinin karara muhatap olan kişilerin suç işlediklerine dair kuvvetli belirtinin bulunduğu anlamına gelmediği sonucuna varmıştır (diğerleri arasından bkz. Mustafa Baldır, § 70; Mustafa Açay, B. No: 2016/66638, 3/7/2019, § 54; E.A., B. No: 2016/78293, 3/7/2019, § 57; Ali Aktaş, B. No: 2016/14178, 17/7/2019, § 53; Mustafa Özterzi, § 104). Bu itibarla başvurucu hakkındaki görevden uzaklaştırma veya meslekten çıkarma tedbirlerine ilişkin kararlarda başvurucuyla ilgili kişisel bir tespit ve değerlendirme bulunmadığından bunların -tek başına- suç işlendiğine dair kuvvetli bir belirti olarak kabulü mümkün değildir (bkz. aynı yöndeki değerlendirmeler için Zafer Özer, § 58).
62. Ayrıca soruşturma makamı, tanıklar E.B. ve E.A.nın beyanlarına dayanarak başvurucunun atılı suçu işlediğini iddia etmiştir.
63. Tanık E.B. soruşturma aşamasındaki ifadesinde 2003-2004 yıllarında cemaat yurdunda başvurucuyla birlikte kaldıklarını, başvurucunun HSYK seçimlerinde bağımsızlar listesi olarak bilinen cemaat listesini desteklediğinden cemaatçi olarak ihraç edildiğini düşündüğünü belirtmişse de soruşturma ve kovuşturma aşamasındaki ifadelerinde başvurucunun örgütle iltisakının kalmadığını, belli bir hiyerarşiye tabi olmadığını, kısa bir zaman sonra bu yapıya ait evden kendi isteğiyle ayrıldığını ve sonradan hiçbir şekilde FETÖ/PDY yapısı ile alakasının olmadığını,çalışma ve stajyer evlerinde kalmadığını, aidat ödemediğini, yargıdaki cemaat yapılanmasına dâhil olmadığını ifade etmiştir. Başvurucunun ise kovuşturma aşamasındaki savunmasında örgütün yurtlarında kalmadığını, üniversitede eğitimi sırasında sadece sınav dönemlerinde Bursa'dan Ankara'ya gittiğinde kalmak üzere Etimesgut'ta ucuz bir pansiyon bulduğunu, söz konusu pansiyonun örgüte ait olması nedeniyle tanık E.B.nin böyle beyanda bulunmuş olabileceğini, 2014 yılı HSYK seçimlerinde kendisinin Van'da, tanık E.B.nin ise Ankara'da olduğunu, kendisiyle seçimle ilgili konuşma yapmadığını, HSYK seçimlerinden sonra bağımsız adayları destekleyen gerek HSYK'dan gerekse Teftiş Kurulundan üst görevlerde bulunan kişilerin Van'a tayin edildiklerini, bu kişilerle aynı adliyede oldukları için iletişimi olması dolayısıyla böyle bir yorum yapılmış olabileceğini ifade ettiği anlaşılmıştır.
64. Tanık E.A. soruşturma aşamasındaki ifadesinde adına kayıtlı olan ADSL hattı üzerinden Bylock programına giriş yapıldığını, aynı binada oturduğu komşularının kendisine ait olan kablosuz internet ağından faydalandıklarını, internetini hâkimler F.Ş., C.K., Y.E. ve başvurucunun kullandıklarını, bu programı belirttiği kişilerden hangisinin girdiğini bilmediğini ancak ağırlıklı olarak hâkim F.Ş.den şüphelendiğini belirtmiş olup kovuşturma aşamasındaki ifadesinde söz konusu ADSL hattı üzerinden Bylock programına giriş yapan kişinin F.Ş. olduğunun tespit edildiğini, bu nedenle adına kayıtlı ADSL hattı üzerinden Bylock programına girilmesi ve kullanılması ile ilgili olarak başvurucunun herhangi bir ilgisinin bulunmadığının Hatay 2. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2016/362 sayılı dosyasında tespit edildiğini belirtmiştir. Başvurucu hakkında düzenlenen iddianamede, İstanbul Emniyet Müdürlüğü Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğünce yapılan havuz sorgusu sonucu düzenlenen 20/3/2018 tarihli tutanakla başvurucunun ByLock kullanıcısı olmadığının tespit edildiği ifade edilmiştir.
65. Soruşturma aşamasında ifadesi alınan tanık U.O. başvurucu ile bir dönem aynı öğrenci evinde kaldıklarını, o dönemde Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesinde okumakta olan başvurucunun herhangi bir görevi olduğunu hatırlamadığını beyan etmişse de başvurucu hakkında düzenlenen iddianamede bu ifadeden bahsedilmediği, kovuşturma aşamasında ise Mahkemece tanığın beyanlarının üniversite yıllarına ait olduğu, başvurucunun 2006 yılında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesinden mezunu olduğu gözetilip tanığın beyanlarının sonuca etkili olmayacağı değerlendirilerek dinlenilmesinden vazgeçilmesine karar verildiği anlaşılmaktadır.
66. İddianamede; FETÖ/PDY üyeliğinden hakkında soruşturma yapılan ve meslekten ihraç edilen HSYK eski müfettişlerinden A.B.nin başvurucuya 82 puan not takdir etmesinin objektif kriterlerden ve yerleşik uygulamalardan uzak, örgütsel amaç ve politikalar doğrultusunda başvurucunun parlatılması, hakkındaki olumsuz düşüncelerin bertaraf edilmesi ve gelecekte önemli görevlere getirilmesini sağlamak amacıyla örgütsel dayanışma sergileyerek 82 puan gibi yüksek bir not takdir ettiğine yönelik olduğuna dair tespitler bulunduğu belirtilmiştir. Başvurucu kovuşturma aşamasındaki savunmasında, tüm terfilerinin C terfi olduğunu, müfettişin ayrıcalıklı bir puan vermediğini beyan etmiştir. Yargılamayı yapan Mahkeme de beraat kararı gerekçesinde sanığın savunmasının aksini kanıtlayan her türlü şüpheden uzak, kesin, yeterli ve kuvvetli delil elde edilemediğini belirtmiştir.
67. İddianamede, başvurucunun annesi F.Şa.nın Bank Asya hesabında 2014 yılında hareketlilik görüldüğü ifade edilmiştir. Başvurucu kovuşturma aşamasındaki savunmasında, annesine ait Bank Asya hesabındaki paranın şahsıyla ilgisinin olmadığını belirtmiş; tanık F.Şa. kovuşturma aşamasında alınan ifadesinde oğlu olan başvurucunun Bank Asyada hesap açtırmasıyla ilgili herhangi bir yönlendirme ve talimatının olmadığını, rahmetli olan kızı H.Ş.nin çalışıp kazandığı birikimlerini değerlendirmek amaçlı olarak Bank Asyada hesap açtırdığını ve kızının birikimlerini bu Bankaya yatırdığını, herhangi bir talimatla hesap açtırmadığını, para yatırmadığını, hesap açtırdığı dönemde de oğlunun öğrenci olduğunu, okuduğu Üniversiteye sadece sınav dönemlerinde gittiğini ve çalışmadığını belirtmiştir. Yine iddianamede, İstanbul Emniyet Müdürlüğü Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğünce başvurucu hakkında yapılan havuz sorgusu sonucu düzenlenen 20/3/2018 tarihli tutanakla başvurucunun FETÖ/PDY ile bağlantılı bulunan Bank Asyada bir hesabının bulunmadığının tespit edildiği belirtilmiştir.
68. Tutuklama kararında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma kapsamındaki araştırma tutanakları, kolluk arama tutanağı ve HTS kayıtlarından bahsedilmiş ise de başvurucunun Büyükçekmece Adliyesindeki odasında ve kaldığı Büyükçekmece Öğretmenevi'nde yapılan arama ile ilgili düzenlenen 11/8/2016 tarihli arama tutanaklarında,herhangi bir suç veya suç unsuruna rastlanmadığı, birtakım elektronik ve dijital malzemelerin elde edildiği belirtilmiş; yargılamayı yapan Mahkemenin beraat kararı gerekçesinde, başvurucunun incelenen dijital materyallerinde suç unsuruna rastlanmadığı ifade edilmiştir. İddianamede ayrıca, İstanbul Emniyet Müdürlüğü Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğünce başvurucu hakkında yapılan havuz sorgusu sonucu düzenlenen 20/3/2018 tarihli tutanakla başvurucunun FETÖ/PDY'nin tepe yöneticileri ile bir telefon irtibatının olmadığının tespit edildiği belirtilmiştir. Tutuklama kararında değinilen, başvurucu hakkındaki istihbarata dayalı bilginin içeriği hususunda detaylı bilgiye, başvurucu hakkındaki tutuklama kararında, iddianamede ve beraat kararında yer verilmemiştir.
69. Sonuç olarak tutuklama kararı, soruşturma ve kovuşturma belgelerinde yer alan tespit ve değerlendirmeler kapsamında somut olayda suç işlendiğine dair kuvvetli belirtinin ortaya konulamadığı sonucuna varılmıştır.
70. Varılan bu sonuç karşısında tutuklama nedenlerinin bulunup bulunmadığına ve tutuklamanın ölçülü olup olmadığına ilişkin ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.
71. Açıklanan gerekçelerle suç işlediğine dair kuvvetli belirtiler ortaya konulmadan başvurucu hakkında tutuklama tedbirinin uygulanmasının kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına ilişkin olarak olağan dönemde Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan güvencelere aykırı olduğu sonucuna varılmıştır.
72. Bununla birlikte anılan tedbirin olağanüstü dönemlerde temel hak ve özgürlüklerin kullanımının durdurulmasını ve sınırlandırılmasını düzenleyen Anayasa'nın 15. maddesi kapsamında meşru olup olmadığının incelenmesi gerekir.
4. Anayasa'nın 15. Maddesi Yönünden
73. Tutuklama tedbirinin uygulanması suretiyle bireylerin kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına keyfî olarak müdahale edilmemesini sağlayacak güvencelerin başında suç işlendiğine dair belirtinin ortaya konulması gelmektedir. Suç işlendiğine dair belirtinin bulunması tutuklama tedbiri için ön koşul olduğundan aksi durumun kabulü, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına ilişkin tüm güvencelerin anlamsız hâle gelmesi sonucunu doğurur. Dolayısıyla -hangi nedenle benimsenmiş olursa olsun- olağanüstü yönetim usullerinin uygulandığı dönemlerde de kişilerin suç işlediklerine dair belirti bulunmadan tutuklanmaları durumun gerektirdiği ölçüde bir tedbir olarak kabul edilemez (Şahin Alpay [GK], B. No: 2016/16092, 11/1/2018, § 109; Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 156).
74. Somut olayda Anayasa Mahkemesince, soruşturma makamlarının suç işlediğine dair belirtileri somut olgularla ortaya koymadan başvurucu hakkında tutuklama tedbirine başvurdukları sonucuna varılmıştır. Bu itibarla olağanüstü hâl döneminde temel hak ve özgürlüklerin kullanımının durdurulmasını ve sınırlandırılmasını düzenleyen Anayasa'nın 15. maddesinin başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına yönelik Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında belirtilen güvencelere aykırı bu müdahaleyi meşru kılmadığı değerlendirilmiştir (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Turhan Günay [GK], B. No: 2016/50972, 11/1/2018, § 88,Şahin Alpay, § 110; Mehmet Hasan Altan (2), § 157).
75. Açıklanan gerekçelerle -Anayasa'nın 15. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde de- başvurucunun Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamında kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
Serdar ÖZGÜLDÜR bu görüşe katılmamıştır.
5. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
76. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un "Kararlar" kenar başlıklı 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasının birinci cümlesi ile (2) numaralı fıkrası şöyledir:
"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."
77. Başvurucu, maddi zararları saklı kalmak kaydıyla 250.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
78. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir (B. No: 2014/8875, 7/6/2018, [GK]). Mahkeme diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir(Aligül Alkaya ve diğerleri, B.No: 2016/12506, 7/11/2019).
79. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin, yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
80. Başvuruda, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasının ihlal edildiğine karar verilmiştir. 20/2/2017 tarihinde başvurucunun tahliyesine karar verilmiştir. Başvurucunun tutukluluk hâli sona ermiştir.
81. Öte yandan somut olayda ihlalin tespit edilmesinin başvurucunun uğradığı zararların giderilmesi bakımından yetersiz kalacağı açıktır. Başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına yönelik müdahale nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 30.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
A. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA Serdar ÖZGÜLDÜR ve Kadir ÖZKAYA'nın karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
B. Tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle Anayasa'nın 19. maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE Serdar ÖZGÜLDÜR'ün karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
C. Başvurucuya net 30.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,
D. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
E. Kararın bir örneğinin bilgi için İstanbul 35. Ağır Ceza Mahkemesine (E.2018/131) GÖNDERİLMESİNE,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 9/1/2020 tarihinde karar verildi.
KARŞIOY GEREKÇESİ
B. Başvuru No: 2016/78293 (1.Bölüm) ve B.Başvuru No:2016/14597 (Genel Kurul) sayılı dosyalardaki karşıoylarda belirtilen hukuki neden ve gerekçelerle; 12.8.2016 tarihinde tutuklanan, soruşturma devam ederken kimi tanıklarca FETÖ bağlantısı olduğu yolunda beyanlarda bulunulan, 20.2.2017 tarihinde tahliye edilip 4.4.2019 tarihinde beraat etmekle beraber yargılamasının henüz istinafta kanun yolu aşamasında derdest olduğu anlaşılan başvurucu hakkındaki ilk tutuklama kararında suç işlediğine dair kuvvetli belirtilerin yeterince ortaya konulduğu, dolayısiyle bu tedbirin uygulanması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlâl edilmediği kanaatine vardığımdan, çoğunluğun aksi yöndeki kararına katılmıyorum.
Üye
KARŞIOY
Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası gereği bireysel başvuru yoluyla Anayasa Mahkemesine başvurabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması gerekir. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının anayasal ödevi olup bu ödevin ihmal edilmesi nedeniyle ortaya çıkan hak ihlallerinin düzeltilmesi idari ve yargısal makamların görevidir. Bu nedenle temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle derece mahkemeleri önünde ileri sürülmesi, bu makamlar tarafından değerlendirilmesi ve bir çözüme kavuşturulması esastır (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No: 2012/403, 26/3/2013, § 16).
Tüketilmesi gereken başvuru yollarının ulaşılabilir olması yanında telafi kabiliyetini haiz olması ve tüketildiğinde başvurucunun şikâyetlerini gidermede makul başarı şansı tanıması gerekir. Bir başka söyleyişle, etkili olduğu kabul edilecek olan başvuru yolunun, Anayasa’da öngörülmüş güvencelere aykırılık nedeniyle hakkın ihlal edildiğini özü itibarıyla tespit etme ve yeterli giderim sağlama imkânı sunan bir yol olması gerekmektedir. Dolayısıyla mevzuatta bu yollara yer verilmesi tek başına yeterli olmayıp uygulamada da etkili olduğunun gösterilmesi ya da en azından etkili olmadığının kanıtlanmamış olması gerekir (Ramazan Aras, B. No: 2012/239, 2/7/2013, § 29). Bununla birlikte soyut olarak makul bir başarı sunma kapasitesi bulunan bir başvuru yolunun uygulamada başarıya ulaşmayacağına dair şüphe, o başvuru yolunun tüketilmemesini haklı kılmaz. Özellikle sonradan oluşturulan ve henüz uygulaması olmayan başvuru yollarının bu kapsamda değerlendirilmesi gerekir (Ramazan Korkmaz, B. No: 2016/36550, 19/7/2017, §33).
Öte yandan, başvurucuların belirli bir hukuk yolunun etkililiği konusunda sadece bir kuşku duyması, kendilerini söz konusu hukuk yolunu tüketme girişiminde bulunma yükümlülüğünden kurtarmaz. Başvuruculardan, yorum yetkilerini kullanarak mevcut hakları geliştirme fırsatı vermek için yargı organlarına başvurmaları beklenebilir. Ancak yerleşik mahkeme içtihatları ışığında, belirtilen hukuk yolunun gerçekte olumlu sonuçlanması konusunda makul bir ihtimalin bulunmadığı durumlarda ise başvurucunun söz konusu hukuk yolunu kullanmamış olması başvuru yollarının tüketilmediği sonucunu doğurmaz. Bununla birlikte bir hukuk yolunun başarısız olduğunu ortaya koyacak bir durum söz konusu değilse o hukuk yolunun etkili bir şekilde işlediğine ilişkin emsal davaların bulunmaması tek başına başvurucuyu bu hukuk yolunu tüketme yükümlülüğünden kurtarmaz. Zira başvurucunun bu hukuk yoluna başvurması halinde mahkemelerin içtihatlarını başvurucunun lehine olacak şekilde geliştirmeleri ihtimali her zaman vardır.
Somut olayda 12.08.2016 tarihinde tutuklanan ve 30.09.2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunan başvurucunun suç isnadına bağlı tutulma durumu, 20.02.2017 tarihinde serbest bırakılmasıyla (tahliye edilmesiyle) birlikte bu tarihten itibaren sona ermiş bulunmaktadır. Anayasa Mahkemesince başvurunun incelendiği tarih itibarıyla başvurucunun suç isnadına bağlı olarak hürriyetinden yoksun bırakılması hali sona ermiş bulunduğundan, bireysel başvuru kapsamında tutukluluğun hukuki olmadığı yönünden yapılabilecek olan olası bir ihlal tespiti, başvurucu açısından ancak lehine bir miktar tazminata hükmedilmesi sonucunu doğurabilecektir. Bunun dışında muhtemel bir ihlal kararına bağlı olarak başvurucu açısından (örneğin tahliye edilmek gibi) bir sonuç ortaya çıkmayacaktır.
Hal böyle olunca, belirtilen duruma bağlı olarak, bireysel başvurunun ikincillik niteliği gereğince, olayda, aşama itibarıyla bireysel başvuru yolu dışında başvurucuya, tutmanın hukuki olmadığını tespit edecek ve giderim olarak da tazminat ödenmesini sağlayabilecek başka bir hak arama yolunun mevcut olup olmadığının incelenmesi gerekmektedir.
Anayasa Mahkemesi'nce, tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına dayalı olarak yapılan tüm başvurularda, tutuklama kararının hukuka aykırı olduğuna ilişkin iddia incelenirken ilk olarak şikâyet konusu tutuklamanın kanuni dayanağının bulunup bulunmadığı, ikinci olarak kuvvetli suç şüphesinin mevcut olup olmadığı, üçüncü olarak tutuklamanın meşru bir amacının bulunup bulunmadığı (tutuklama nedenlerinin var olup olmadığı), son olarak da tutuklama tedbirinin ölçülü olup olmadığı incelenmektedir.1
Anayasa Mahkemesince yapılan bu inceleme, 5271 sayılı Ceza Muhakemeleri Kanunu'nun 100 ve 101. maddelerde yer alan hükümlerle de uyumlu bir incelemedir. Zira 5271 sayılı Kanun’un 100. maddesinin(1) numaralı fıkrasına göre “Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.” Yine aynı Kanunun 101. maddesinin ikinci fıkrasına göre de “Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda; a) Kuvvetli suç şüphesini, b) Tutuklama nedenlerinin varlığını, c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir.”
Öte yandan, 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasına (fıkranın a bendine) göre "Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında; kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen, ... kişiler, maddi ve manevi her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler."
Görüldüğü üzere 141. maddenin (1) numaralı fıkrasının (a) bendinde de “tutuklama için kanunda belirtilen koşullara" atıf yapılmaktadır. Dolayısıyla Kanunda (kuvvetli suç şüphesi, tutuklama nedeni, ölçülülük gibi) öngörülen koşullara aykırı olarak tutuklandığını düşünen bir kişi için Kanun tazminat isteme ve alma imkânı öngörmektedir.
Anayasa Mahkemesi konuya ilişkin önceki kararlarında; bireysel başvurunun incelenme tarihi itibarıyla başvurucunun tutukluluk halinin sona ermiş olması ve tutuklama tedbirinin ilişkili olduğu kamu davasında verilen beraat veya mahkûmiyet hükmünün kesinleşmiş olması şartlarının bir arada gerçekleşmiş olması hallerinde, başvurucunun tutuklamanın hukuka aykırı olduğu iddiasına yönelik olarak CMK 141/1-a hükmü kapsamında tazminat davası açabileceğini belirtmiş ve mezkûr iddiayı başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez bulmuştur.2 Bununla birlikte, başvurucu tahliye edilmiş olsa dahi hakkında açılan kamu davasının devam ediyor olması veya hakkında verilen beraat veya mahkûmiyet hükmünün kesinleşmemiş olması hallerinde ise tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına dayalı başvuruları CMK 141/1-a hükmü kapsamı dışında tutmuş ve işin esasını incelemiştir.
Anayasa Mahkemesi, tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına ilişkin başvurularda yukarıda belirtildiği şekilde ortaya koyduğu yaklaşımını sonradan kısmen değiştirmiş bulunmaktadır. Mahkemenin güncel yaklaşımında, tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasının CMK 141. madde kapsamında tazminata konu edilebileceğinin kabul edildiği tek durum, CMK 141/1-e hükmünde düzenlenen tazminat nedenine ilişkin durumdur.
Anayasa Mahkemesinin son dönemdeki birçok kararına göre; başvuruya konu edilen tutuklamanın ilişkili/ilgili olduğu davada başvurucu hakkında beraat kararı verilmiş veya başlatılan soruşturmada kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiş ve bu kararlar bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla kesinleşmiş ise tutuklamanın hukuki olmadığı iddiası, CMK 141/1 a ve e hükmünde düzenlenen tazminat yolunun tüketilmediği gerekçesiyle kabul edilemez bulunmaktadır.3 Mahkeme, bu içtihadında CMK 141/1-e hükmünün yanı sıra CMK 141/1-a hükmünü de dikkate almakta ve söz konusu hükümlerde öngörülen tazminat yolunu tutuklamanın hukuki olmadığı iddiası yönünden etkili bir kanun yolu olarak nitelendirmektedir.4 Tutukluluğun hukuki olmadığı iddiasına dayalı tüm başvurularda, belirtilen durum dışındaki tüm hallerde ise işin esası incelenmektedir.
Öte yandan Anayasa Mahkemesi, CMK 141/1-a hükmünde düzenlenmiş olan, kanunlarda belirtilen koşullar dışında tutukluluğun devamına karar verilmesi halini de kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen kişilerin tazminat alabileceğini öngören CMK 141/1-d'de düzenlenen tazminat yoluyla beraber değerlendirmektedir. Bir başka söyleyişle Mahkeme, tutukluluğun kanuna aykırı bir şekilde gerekçesiz kararlarla uzatılarak makul sürenin veya kanuni sürenin aşıldığına ilişkin iddiaları, başvuru yollarının tüketilmemesi gerekçesine dayanarak reddetmekte ve CMK’nın 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) ve (d) bentlerine birlikte dayanmaktadır.5
Belirtilen durumla birlikte, Mahkemece, gözaltının hukuki olmadığına ilişkin şikâyetlere dayalı başvurularda da CMK’nın 141. maddesindeki tazminat yoluna başvurulması gerektiği söylenmektedir. Bir başka söyleyişle, gözaltının hukuki olmadığına ilişkin şikâyetlerde de davanın mahkûmiyetle sonuçlanıp sonuçlanmadığına, davanın devam ediyor olup olmadığına bakılmaksızın başvuru yollarının tüketil¬memesi nedeniyle kabul edilemezlik kararı verilmektedir.6
Anılan kararlarda bu kapsamdaki taleplerle ilgili olarak davanın esasının sonuçlanmasına gerek olmadığı yönündeki Yargıtay kararlarına atıf yapıldığı için gözaltı¬nın hukuki olmadığına ilişkin şikâyetlerde CMK’nın 141. maddesindeki yolun tartışmasız bir biçimde etkili bir hukuk yolu olduğu iddia edilebilir ise de; Yargıtay tarafından istikrarlı bir biçimde tersine oluşturulmuş bir uygulama tespit edilmediği sürece, tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına dayalı başvurularda başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemezlik kararı verilirken, bu konuda Yargıtay uygulamasının var olup olmadığına bakılmasına gerek olmadığından ve biraz önce değinilen kararlarda atıf yapılan Yargıtay kararları7 somut delil olmadan gerçekleştiği iddia edilen bir gözaltına alınmayla ilgili olmadığından anılan iddiaya itibar edilmesi mümkün değildir.8
Hal böyle olunca, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuka aykırı olduğu iddialarının her ikisini de içeren başvurularda, Anayasa Mahkemesince, gözaltı tedbirine dair iddia yönünden tazminat yoluna başvurulması gerektiğine karar verilirken, tahliye edilmiş bir başvurucunun tutuklama tedbirine ilişkin iddiasında tazminat yolunun gösterilmemesi çelişkili bir durum oluşturmaktadır.
Öte yandan, Anayasa Mahkemesi'nce, etkili bir başvuru yolunun bulunup bulunmadığının belirlenmesinde başvurulan uygulamaya atıf yapma yaklaşımından B.T. kararıyla vazgeçilmiştir. B.T. kararında, geri gönderme merkezlerindeki tutma koşullarının kötü muamele oluşturduğu iddiasına dayalı başvuru, başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez bulunmuştur. Anayasa Mahkemesi, geri gönderme merkezlerindeki koşulların kötü muamele oluşturduğu iddiasını, uygulamada başarıyla sonuçlandığını gösteren herhangi bir örneğini tespit etmemiş olmasına rağmen, tam yargı davasına konu edilebileceğini belirterek incelememiştir.
İdari gözetim altında tutulma koşullarına karşı etkili bir başvuru yolunun bulunmadığı iddiasına dayalı başvuruda Mahkeme; AİHM'nin Türk hukukunda tutulma koşullarına karşı etkili bir başvuru olmadığına dair kararları bulunduğunu belirttikten sonra, yasal düzenlemeyle oluşturulan ve kanunun objektif anlamına bakıldığında var olduğu hususunda bir tereddüt uyandırmayan bir hukuksal yolun fiilen denenmemiş veya kullanılmamış olmasının söz konusu yolun etkili olmadığı veya bulunmadığı sonucuna ulaşılabilmesi bakımından yeterli olmayacağı tespitinde bulunmuş, bu tespit kapsamında da bu güne kadar böyle bir davanın açıldığını ve tazminata hükmedildiğini gösteren herhangi bir mahkeme kararının mevcut olmamasına dayanılarak tazminata ilişkin etkili bir başvuru yolunun bulunmadığının söylenmesinin hatalı olacağını ifade etmiştir.9
Cafer Yıldız kararında da benzer bir değerlendirmeyle kabul edilemezlik kararı verilmiştir. Anayasa Mahkemesi, Cafer Yıldız kararında, tutukluluk incelemeleri sonucunda verilen kararların tebliğ edilmemesi ya da tutukluluğa yapılan itirazın karara bağlanmaması nedeniyle tutuklama işlemine karşı başvuru imkanlarından yararlandırılmamaya ilişkin iddiaların CMK’nın 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (k) bendi kapsamında açılacak davada incelenebileceği gerekçesiyle kabul edilemezlik kararı vermiştir. Mahkeme, buradaki tazminat yolunun başarıyla uyguladığını gösteren emsal davalar bulunmamasına rağmen böyle bir hukuk yolunun kesinlikle başarısız olacağını iddia edebilmeyi ortaya koyacak bir durum da söz konusu olmadığı için bu türden şikâyetlere çözüm getirmeye elverişli nitelik taşıyan bu yola işlerlik kazandırmak ve yasal düzenlemenin kapsamını belirlemek amacıyla derece mahkemelerine başvurulmasında yarar bulunduğunu belirtmiştir.10
Tahliye edilen ve hakkında açılan kamu davası devam eden kişinin CMK 141/1-a kapsamında açacağı tazminat davasında kuvvetli suç şüphesinin ve tutukluluğun diğer kanuni şartlarının bulunmadığına ilişkin yapılacak tespitin devam eden kamu davasını etkileyebilecek olması ve tazminat davasını yürüten mahkemenin bu tür değerlendirmelerden kaçınabileceği ihtimali yahut hakkında mahkûmiyet hükmü verilen ve bu hüküm kanun yolu incelemesi aşamasında olan veya kesinleşen kişilerin açacakları tazminat davasında mahkemenin, tutuklama tedbirinin hukuka aykırı olup olmadığı tespitini kanun yolu merciinin verdiği veya vereceği karara rağmen yapıp yapamayacağı hususları da kanun yolunun etkililiği açısından elbette ki büyük önem taşımaktadır. Bununla birlikte, bu bağlamda, kişinin tutuklanması ve tahliye edilmesi ile hakkında beraat veya mahkûmiyet hükmü verilmesi arasında belirleyici ölçüde bir bağlantı olmadığını söylemek yerinde olacaktır.
Belirtilen duruma göre, bir kişinin tutuklanması hukuka uygun olmakla birlikte bu kişi kamu davasından beraat edebilir ya da tutuklanması hukuka aykırılık arz ederken hakkında açılan davada mahkûmiyet sonucuna varılabilir. Bu nedenle CMK 141/1-a kapsamında açılacak bir davada tutukluluğun hukukiliğine ilişkin olarak kişi hakkındaki ceza davasından bağımsız bir inceleme yapılmasının mümkün olduğu sonucuna varılmalıdır. (Muzaffer Korkmaz, Koruma Tedbiri Nedeniyle Tazminat Davaları ve Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru, Seçkin Yayıncılık, Ankara 2019, s. 93). Tutukluluğun hukukiliğinin incelenmesinde, tutuklamanın ilişkili/ilgili olduğu davada mahkûmiyet veya beraat kararı verilmiş olmasının ya da davanın devam ediyor olmasının bir önemi olmamalıdır. Nitekim Anayasa Mahkemesince de, mahkûmiyet kararı verilmesi veya davanın devam ediyor olması durumunda da tutuklamanın hukukiliği incelenmektedir.11 Eğer bir davanın devam ediyor olması veya davada mahkûmiyet kararı verilmesi tutuklamanın hukukiliğinin incelenmesine engel teşkil ediyor olsaydı, Anayasa Mahkemesinin de böyle bir inceleme yapamaması gerekirdi. Dolayısıyla bir davada beraat veya takipsizlik kararı verilmesi tutuklamayı kendiliğinden hukuka aykırı hale getirmeyeceği gibi mahkûmiyet kararı verilmesi de kendiliğinden tutuklamanın hukuka uygun olduğunu göstermez. Nitekim Anayasa Mahkemesi Mehmet Özdemir12 başvurusunda beraat kararı verilmiş olan başvurucunun tutuklanmasının hukuka uygun olduğuna karar vermiş iken, Ali Bulaç13 başvurusunda hakkında mahkûmiyet kararı verilen başvurucunun tutuklanmasının hukuka aykırı olduğuna karar vermiştir.
Esasen CMK 141/1-a hükmünün de, tutuklamanın hukukiliği bağlamında bu hükme dayalı olarak dava açılmasını kişi hakkındaki yargısal sürecin bitmesine ve kesinleşmiş bir kararın varlığına bağlı tutmadığı anlaşılmaktadır.
Konuya ilişkin Yargıtay kararlarında da14 anılan hükümde düzenlenen tazminat nedeninin, yargısal sürecin kesinleşmesine bağlı olarak tazminata konu edilebilecek tazminat nedenleri arasında sayılmadığı görülmektedir. Söz konusu kararlara göre, kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlarına karar verilen, yine mahkûm olup da gözaltı ve tutuklulukta geçirdikleri süreleri, hükümlülük sürelerinden fazla olan veya işlediği suç için kanunda öngörülen cezanın sadece para cezası olması nedeniyle zorunlu olarak bu cezayla cezalandırılanlar hakkında, mutlaka davanın esasıyla ilgili olarak verilen kararın kesinleşmesini beklemek zorunluluğu bulunmaktadır.
Hal böyle olunca uygulamada, tutuklama tedbirinin hukuka aykırı olduğu iddiasına yönelik CMK 141/1-a hükmüne dayalı tazminat davasının, tutuklamanın ilişkili/ilgili olduğu ceza davası derdestken açılamayacağına ilişkin kesin bir kabulün bulunmadığı anlaşılmaktadır.
Bu bağlamda, yukarıda da belirtildiği üzere tazminat davasını inceleyecek olan derece mahkemesinin tutuklama şartlarını incelemekten imtina edebileceği şeklindeki bir görüşün kabulünün de mümkün olmadığını belirtmek gerekmektedir. Zira CMK 141/1-a hükmü karşısında tazminat mahkemesinin de (ağır ceza mahkemesinin de) tutuklama koşullarının var olup olmadığını inceleyebilmesi gerekmektedir. Anılan hükme göre tutuklamanın kanunda öngörülen şartlara uygun olup olmadığını tespit etmek tazminat mahkemesinin kanundan kaynaklanan görevi durumundadır. Nitekim kovuşturma aşamasında yargılamayı yürüten herhangi bir ağır ceza mahkemesinin verdiği tutuklama veya tahliye kararı, yapılan itiraz üzerine bir başka ağır ceza mahkemesi tarafından, tutuklama şartlarının var olup olmadığı incelenerek kaldırılabilmektedir. Bu konuda herhangi bir tartışma bulunmamaktadır. Böyle olunca da bir ağır ceza mahkemesinin veya sulh ceza hâkimliğinin verdiği tutuklama kararının hukuka aykırı olup olmadığının tazminat mahkemesince tespit edilmesinin önünde de herhangi bir engel bulunmadığı sonucuna varılmaktadır.
Suç isnadına bağlı olarak tutukluluk halini içerenler dışındaki tutuklamanın hukuki olmadığına ilişkin şikâyetlerde CMK 141/1-a’daki tazminat yolunun tüketilmesinin aranması, Anayasa Mahkemesinin tutukluluk statüsünün sona ermiş olması kaydıyla tutukluluğun makul süreyi aştığına yönelik iddiaların, CMK’nin 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) ile (d) bentlerinde düzenlenen tazminat yoluna konu edilmesi gerektiğine ilişkin yaklaşımıyla da uyumluluk gösterir.15 Zira tahliye edilen ve hakkındaki kamu davası devam eden veya aleyhine verilen mahkumiyet hükmü kanun yolu aşamasında olan veya kesinleşen kişinin Anayasa Mahkemesi içtihadı doğrultusunda bireysel başvuru öncesi uzun tutukluluk iddiasına ilişkin açacağı tazminat davasında ilk derece mahkemesi, tutukluluğun devamına ilişkin kararların hukuka uygunluğunu inceleyecek, bu incelemeyi yaparken de kuvvetli suç şüphesinin var olup olmadığını ve diğer tutuklama nedenleriyle birlikte devam edip etmediğini gözetecektir (Muzaffer Korkmaz, a.g.e., s.94) Nitekim Anayasa Mahkemesi’nce de tutukluluğun makul süreyi aştığına ilişkin olup esastan incelenen başvurularda kuvvetli şüphenin var olup olmadığı, tutuklama nedenlerinin devam edip etmediği de incelenmektedir.16 Ayrıca, bu konuya ilişkin olup başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemezlik kararı verilen başvurularda da, tazminat davasına bakacak olan mahkemenin de kuvvetli suç şüphesinin ve tutuklama nedenlerinin var olup olmadığını değerlendireceği varsayılmaktadır. Aksinin kabulü halinde bu tür başvurularda kişilerin tazminat davası yoluna yönlendirilmemesi gerekirdi. Sonuç olarak, eğer tazminat davasına bakacak mahkeme, uzun tutukluluk şikâyetlerinde kuvvetli şüphenin, tutuklama nedenlerinin var olup olmadığını inceleyebiliyorsa, tutuklamanın hukukiliği şikâyetlerinden kaynaklanan davalarda da tutuklamanın hukukiliğini inceleyebilmelidir.
Bu noktada Mustafa Avcı kararına17 da değinmek gerekmektedir. Anayasa Mahkemesi, bu başvuruda başvurucunun uzun tutukluluk şikâyetini, inceleme tarihi itibarıyla tahliye edilmiş olması nedeniyle CMK 141’de düzenlenen tazminat yolunun tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez bulmuştur.18 Başvurucunun, tutuklanmasına neden olan fiillerin tamamının siyasi faaliyetleri ile ilgili olduğu ve bu sebeple siyasi faaliyette bulunma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkin olarak ise Anayasa Mahkemesi; başvurucunun uzun tutukluluk şikâyetiyle ilgili açacağı tazminat davasında ilk derece mahkemesinin hukuka aykırılığı tespit ve yeterli giderim sağlama hususlarında karar verirken tedbirin kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı dışında siyasi faaliyette bulunma hakkına müdahale teşkil edip etmediği de dâhil olmak üzere somut olayın tüm koşullarını dikkate almak durumunda olacağını belirtmiştir. Anayasa Mahkemesi, CMK’nin 141. maddesinde öngörülen tazminat yolunun; gözaltı, yakalama, tutuklama gibi tedbirlerinin kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının yanı sıra diğer temel haklara müdahale sonucunu doğurması hallerinde de etkili bir kanun yolu niteliğini haiz olduğunu ifade etmiş ve bu kabulü doğrultusunda siyasi faaliyette bulunma hakkının ihlal edildiği iddiası yönünden de başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermiştir.19 Bu olayda başvurucunun, tutuklanmasına neden olan fiillerin tamamının siyasi faaliyetleri ile ilgili olduğu ve bu sebeple siyasi faaliyette bulunma hakkının ihlal edildiği iddiası zımnen tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına benzemektedir. Bu kişinin CMK 141. maddedeki yola başvurması durumunda tazminat mahkemesi ifade özgürlüğünün ihlal edilip edilmediğini tespit edebiliyorsa, diğer bir deyişle başvurucunun tutuklanmasına konu eylemlerin siyasi faaliyetler kapsamında olup olmadığını tespit edebiliyorsa, tutuklamanın hukuki olup olmadığını da elbette ki tespit edebilir. Zira deliller değerlendirmeden tutuklamanın ifade özgürlüğünü ihlal ettiğinin tespit edebilmesi mümkün değildir.
Yukarıda belirttiğimiz gibi Anayasa Mahkemesi beraat veya takipsizlik kararı verilmesi ve bu kararın kesinleşmesi halinde kişilerin 141. maddenin (e) veya a) bendi uyarınca tazminat alabilmelerinin mümkün olduğunu belirterek başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermektedir (Fatma Maden (B. No: 2016/28719, 17/7/2018, Ertuğrul Raşit Benal, B. No:2016/25245, 17/7/2018). Anayasa Mahkemesi bu kararlarında CMK’nın 141/1-a bendine de atıf yapmaktadır. Ancak CMK’nın 141. maddenin (1) numaralı fıkrasının (a) bendine başvurulması için, CMK’da, tutuklamayla ilgili/ilişkili davanın beraatla veya takipsizlik kararıyla sonuçlanması şartı aranmamaktadır. Tutuklamaya konu davanın beraatla veya takipsizlik kararıyla sonuçlanması şartı 141/1-e bendi için geçerlidir. Kanaatimizce beraat veya takipsizlik halinde CMK 141/1-e bendindeki hükmün tutuklamanın hukukiliği açısından birincil nitelikte etkili bir yol olmadığını belirtmek gerekir. 141/1-e bendi uyarınca tazminat istenebilmesi için tutuklamanın hukuki olup olmamasının bir önemi bulunmamaktadır. Kişi beraat edince bu bent kapsamında tutuklamanın hukuki olup olmadığına ilişkin bir tespit yapılmadan otomatik olarak tazminat ödenmektedir. Oysa bir yolun etkili kabul edilmesi için o yolun hakkın ihlal edildiğini tespit edebilmesi ve ihlali giderebilmesi gerekir.20 AİHM de Mergen ve diğerleri kararında benzer gerekçelerle 141/1-e bendindeki yolun tüketilmesi gerektiği itirazını reddetmiştir. Dolayısıyla bu bağlamda 141/1- e bendinin değil, 141/1-a bendinin etkili bir yol olduğu söylenebilir. Nitekim Anayasa Mahkemesi de bu durumu göz önüne alarak bu kararlarında 141/1-a bendine de atıf yapma gereği duymuştur. 141/1-a bendi beraat veya takipsizliğe bağlı olmadığı için tahliye durumunda da bu yolun etkisiz olduğunu söylemek mümkün değildir.
Yukarıda açıklanan hususlar birlikte değerlendirildiğinde tutuklamanın hukuki olmadığı şikâyetlerine dayalı başvurularda, tutuklamanın ilgili/ilişkili olduğu davanın mahkûmiyetle sonuçlanmış olması veya kişinin tahliye edilmiş hallerinde de CMK’nın 141. maddesindeki tazminat yolunun tüketilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmaktadır.
Açıkladığım gerekçelerle başvurunun tutuklamanın hukukiliğine ilişkin kısmının başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerektiğini düşündüğümden çoğunluğun işin esasının incelenmesi gerektiği yolunda oluşan görüşüne katılmadım.
___________________
1 Halas Aslan, B. No: 2014/4994, 16.2.2017.
2 Reşat Ertan, 2013/5700, 15/04/2015, § 26; Mehmet Emin Güneş, 2013/5707, 16/04/2015, § 29; Mecit Gümüş, 2013/9105, 25/6/2015, §32; Hüseyin Hançer, 2013/8319, 7/1/2016,§§ 39, 40; Ömer Köse, 2014/12036, 16/11/2016, § 34
3 Kamil Erdoğan, B. No: 2017/4023, 19/4/2018, §40; Bilal Canpolat, §§ 37-43; Fatma Maden, §49; Ertuğrul Raşit Benal, B. No: 2016/25245, 17/7/2018, §42
4 Fatma Maden, §47, Ertuğrul Raşit Benal, §40
5 Erkam Abdurrahman Ak, B. No: 2014/8515, 28/9/2016, §54; İrfan Gerçek, B. No: 2014/6500, 29/9/2016,§37
6 Neslihan Aksakal, B. No: 2016/42456, 26/12/2017, § 30- 38; Ahmet Ünal, B. No: 2016/17624, 9/5/2018, § 24-26.
7Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 1/10/2012 tarihli ve E.2012/21752, K.2012/20353 sayılı kararı
8 Benzer durumlar bakımından, Yargıtay uygulamasında tazminat yolunun başarıyla uyguladığını gösteren emsal kararlar bulunmamakla birlikte, böyle bir hukuk yolunun kesinlikle başarısız olacağını iddia edebilmeyi ortaya koyacak bir durum da söz konusu değildir.
9B.T. [GK], B. No: 2014/15769, 30/11/2017, §§ 40-60.
10 Cafer Yıldız, B.No: 2014/9308, 9/1/2018, §§ 37-40; Yaşar Saçlı, B. No: 2014/9311, 24/1/2018, §§ 37-40.
11 Bkz. Besime Konca, B. No: 2017/5867, 3/7/2018.
12 Mehmet Özdemir, B. No: 2017/37283, 29/11/2018
13 Ali Bulaç [GK], B. No: 2017/6592, 3/5/2019
14 bkz. Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 1/7/2015 tarihli ve E.2014/20624, K.2015/12265 sayılı, 1/10/2012 tarihli ve E.2012/21752, K.2012/20353 sayılı kararları.
15 İrfan Gerçek, B. No: 2014/6500, 29/9/2016, § 19, 37
16 Bkz. Örneğin, Hüsnü Aşkan, B. No: 2015/4057, 31/10/2018, § 45, Halas Aslan, B. No: 2014/4994, 16/2/2017, § 87.
17 Mustafa Avci, B. No: 2014/1545, 22/3/2018
18 Mustafa Avci, §27
19 Mustafa Avci, §35-38
20 Mergen ve diğerleri/Türkiye kararı, §36