TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ALOİS HARRER VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2017/26283)
|
|
Karar Tarihi: 15/1/2020
|
R.G. Tarih ve Sayı: 12/3/2020-31066
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
|
Raportör
|
:
|
Özgür DUMAN
|
Başvurucular
|
:
|
1. Alois HARRER
|
|
|
2. Bernhard BERLİNG
|
|
|
3. Helga LEISTER
|
|
|
4. Klaus Jörg CLESSIENNE
|
|
|
5. Rolf Almer
|
|
|
6. Stefan Jakob BAADE
|
Vekili
|
:
|
Av. Jülide ERTÜRK
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, bir bankaya elkoyma sürecinde iptale ilişkin yargı
kararı sonrası hissedarların zararının tazminine ilişkin alacağın enflasyon
karşısında değer kaybına uğratılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği
iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvurular 12/6/2017 tarihinde yapılmışlardır.
3. Başvurular, başvuru formları ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2017/26284,
2017/26286, 2017/26287 ve 2017/26290 numaralı bireysel başvuru dosyalarının
2017/26283 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve
incelemenin 2017/26283 numaralı başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine karar
verilmiştir.
5. Komisyonca başvurucuların makul sürede yargılanma haklarının
ihlali iddialarının başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez
olduğuna, diğer ihlal iddiaları yönünden ise başvuruların kabul edilebilirlik
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
6. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.
8. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda
bulunmuşlardır.
III. OLAY VE OLGULAR
9. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar
özetle şöyledir:
10. Başvurucular Frankfurt Menkul Kıymetler Borsası aracılığıyla
-başvuru formları ve eklerinde belirtilmeyen tarihlerde- ekli listenin (2)
numaralı sütununda belirtilen sayıda Demirbank T.A.Ş. (Banka) hissesi satın
almışlardır.
A. Bankaya El Konulması
Süreci
11. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu (BDDK) 6/12/2000
tarihinde, zararının öz kaynaklarını aştığı gerekçesiyle Bankanın temettü hariç
ortaklık hakları ile yönetiminin ve denetiminin Tasarruf Mevduatı Sigorta
Fonuna (TMSF/Fon) devredilmesine karar vermiştir.
12. TMSF 24/1/2001 tarihinde BDDK'ya gönderdiği bir yazı ile
meydana gelebilecek gecikmelerin büyük zarara yol açabileceği gerekçesiyle
Banka için ayrı ve hızlı bir satış yönteminin belirlenmesi gerektiğini
bildirmiştir. BDDK 25/1/2001 tarihinde Bankayı satışa çıkarmıştır. Yürütülen
müzakereler ve alınan teklifler neticesinde Fon Yönetim Kurulu 19/9/2001
tarihinde, Banka hisselerinin 350.000.000 Amerikan doları bedelle H. Bankasına
satılmasına karar vermiştir.
13. Bu arada Bankanın hâkim ortağı olan C. Holding tarafından
Bankanın Fona devri işleminin iptali istemiyle Danıştay Onuncu Dairesinde
(Daire) dava açılmıştır. Daire 3/6/2003 tarihinde davanın reddine karar
vermiştir. Ancak bu kararın temyizi üzerine Danıştay İdari Dava Daireleri
Kurulu (İDDK) 18/6/2003 tarihinde hükmü bozmuş, karar düzeltme talebi de
Danıştay İDDK tarafından 29/4/2004 tarihinde reddedilmiştir. Daire bozma kararı
çerçevesinde 5/11/2004 tarihinde satışa hazırlık işlemlerini iptal etmiştir.
14. Ayrıca TMSF tarafından yapılan satış işlemi de Ankara 10.
İdare Mahkemesince 21/4/2004 tarihinde iptal edilmiştir. Bu karar da Danıştay
Onüçüncü Dairesince 24/1/2006 tarihinde onanmıştır.
B. Başvurucular
Tarafından Açılan İlk Dava Süreçleri
15. Başvurucular, hisse senedi bedellerinin tazmini yönündeki taleplerinin
BDDK tarafından zımnen reddedilmesi üzerine 28/5/2002 tarihinde BDDK aleyhine
Danıştay Onuncu Dairesinde tam yargı davaları açmışlardır.
16. Daire 26/6/2003 tarihinde davaların reddine karar vermiştir.
Kararların gerekçesinde, başvurucuların uğradıklarını öne sürdükleri zararlara
sebep olarak gösterdikleri BDDK kararının hukuka uygun olduğu belirtilerek
davalı idarenin tazminat ödemekle sorumlu tutulamayacağı açıklanmıştır.
17. Başvurucular tarafından temyiz edilen karar Danıştay İDDK
tarafından 21/10/2004 tarihinde bozulmuştur. Bozma kararında, Dairenin hükme
esas aldığı elkoyma sürecine ilişkin ilk derece mahkemesi sıfatıyla verilen
kararın Kurul tarafından bozulmuş olduğuna işaret edilmiştir. Bu durum
karşısında Dairenin yeni bir karar vermesi gerektiği ifade edilmiştir. BDDK'nın
karar düzeltme talebini Kurul 26/5/2005 ve 22/9/2005 tarihlerinde reddetmiştir.
18. Danıştay Onüçüncü Dairesi 19/9/2005, 20/9/2005, 21/9/2005 ve
27/3/2006 tarihlerinde açılan davaların görev yönünden reddine ve dava
dosyalarının Ankara İdare Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.
19. Ankara İdare Mahkemesi 22/12/2005, 27/12/2005, 28/12/2005 ve
29/12/2005 7/8/2006 tarihlerinde davaların süre aşımı yönünden reddine karar
vermiştir. Mahkemeye göre Bankanın hisse senetleri 31/1/2001 tarihi itibarıyla
TMSF hesabına aktarılmış olup borsada senet tahtasının da kapatılmış olduğu
dikkate alındığında başvurucular 31/1/2001 tarihinden itibaren tüm işlemleri
öğrenmiş kabul edilmelidir.
20. Daire 13/9/2006, 20/10/2006 ve 12/2/2007 tarihlerinde temyiz
edilen hükümlerin onanmasına karar vermiştir.
C. Başvuruya Konu Tam
Yargı Davası Süreçleri
21. Başvurucular bu defa 30/4/2006 tarihinde, Bankanın devrine
ilişkin BDDK kararının ve satışa hazırlık ile TMSF tarafından yapılan satış
işleminin kesinleşmiş yargı kararlarıyla iptal edildiğini belirterek
hissedarlık haklarının iade edilmesi istemiyle BDDK'ya başvurmuşlardır.
Başvurucular bu taleplerin zımnen reddi üzerine dava dilekçesinde belirttikleri
avro karşılığı Türk lirası tazminatların tahsil tarihlerindeki kur değeri
üzerinden, elkoyma tarihi olan 6/12/2000 tarihinden itibaren 4/12/1984 tarihli
ve 3095 sayılı Kanuni Faiz ve Temerrüt Faizine İlişkin Kanun'un 4. maddesi
uyarınca işleyecek faizi ile birlikte ödenmesi istemiyle ekli listede
belirtilen tarihlerde Ankara 9. İdare Mahkemesinde tam yargı davaları
açmışlardır.
22. Mahkeme 29/12/2010 tarihinde, açılan davaların kısmen
kabulüyle ekli listede belirtilen tutarlardaki tazminatların davaların açıldığı
tarihlerden itibaren işletilecek kanuni faizi ile birlikte başvuruculara
ödenmesine karar vermiştir. Kararların gerekçesinde şu tespitlere yer
verilmiştir:
i. Bankaya el konularak yönetim ve denetiminin TMSF'ye devrine
ilişkin işlemin BDDK kararının hukuka aykırı olduğunun kesinleşmiş yargı kararı
ile belirlenmiş olduğuna vurgu yapılmıştır.
ii. Mahkeme, başvurucuların hisselerinin TMSF tarafından
devralınarak Bankanın satılmış olması nedeniyle hissedarlık hakları iade
edilmemiş olan başvurucuların sahibi olduğu, işlemden kaldırılan hisse
senetleri karşılığı uğradıkları zararın tazmininin gerektiği sonucuna
varmıştır.
iii. Tazminatın belirlenmesi hususunda ise Mahkeme,
başvurucuların sahibi olduğu hisselerin Bankaya el konulmasından bir gün önceki
kapanış fiyatı olan 756 TL (eski TL ile) tutarını esas almıştır. Mahkeme ayrıca
Almanya'da işlem gören bir adet sertifikanın Türkiye'de 500 adet hisseye
karşılık geldiğini gözeterek tazminat tutarlarını hesaplamıştır. Mahkeme
fazlaya ilişkin tazminat ve faiz taleplerini ise reddetmiştir.
23. Bu kararlar taraflarca temyiz edilmiş, Danıştay Onüçüncü
Dairesi önce 17/2/2016 tarihinde hükümlerin bozulmasına karar vermiştir. Bozma
kararlarında, iptal kararlarının uygulanması çerçevesinde BDDK tarafından
yapılacak işlemler arasında hisselerin mülkiyetinin iadesinin bulunmadığı
belirtilmiştir. Daire ayrıca yapılan hisse devri sonucu ortada Bankanın tüzel
kişiliği bulunmadığı için hisselerin de varlığından söz edilemeyeceğini
açıklamıştır. Daireye göre bu sebeple başvurucuların BDDK'ya yapılan
başvuruların reddedilmesine bir hukuka aykırılık bulunmamaktadır.
24. Ancak başvurucuların karar düzeltme taleplerini kabul eden
Daire 30/12/2016 tarihinde, bozma sebeplerinin bulunmadığı gerekçesiyle temyiz
edilen hükümlerin onanmalarına karar vermiştir.
25. Nihai kararlar başvurucular vekiline 15/5/2017 tarihinde
tebliğ edilmişlerdir.
26. Başvurucular 12/6/2017 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuşlardır.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
27. Olay tarihi itibarıyla yürürlükte olan 18/6/1999 tarihli ve
4389 sayılı mülga Bankalar Kanunu’nun 14. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
“1. Denetlemeler sonucunda bu Kanuna ve bu
Kanuna dayanılarak alınan kararlara ve yapılan düzenlemelere, bankacılık ilke
ve teamüllerine aykırı ve bankanın emin bir şekilde çalışmasını tehlikeye
düşürecek nitelikte işlemlerin tespit olunması halinde Kurum, sorumluları
hakkında yapılacak cezai işlem saklı olmak üzere, vereceği süreler içinde söz
konusu işlemlerin düzeltilmesi ve tekrarına meydan verilmemesi için gerekli tedbirlerin
alınması hususunda ilgili bankayı uyarır. Banka, verilen süreler içinde Kurumca
istenen tedbirleri almak ve aldığı tedbirleri Kuruma bildirmek zorundadır.
İstenen tedbirlerin alınmaması veya bankanın emin bir şekilde çalışmasını
tehlikeye düşürecek nitelikteki işlemlerin tekerrürü halinde Kurul, işlemlerin
mahiyet ve önemine göre;
a) Yönetim kurulu üyelerinin tamamını veya bir
kısmını görevden alarak veya üye sayısını artırarak bu kurula üye atamak,
b) Bankanın faaliyetlerini, faaliyet türleri
itibarıyla tüm teşkilatını veya gerekli görülecek şubelerini veya muhabirlerle
ilişkilerini kapsayacak şekilde kısıtlamak,
c) Bankanın mevduat sigortası primlerini
yükseltmek veya kabul ettiği mevduatı yüzde yüz oranına kadar karşılığa tabi
tutmak,
da dahil olmak üzere bankanın emin bir şekilde
çalışmasına ve mevduat sahiplerinin korunmasına yönelik her türlü tedbiri
almaya ve uygulamaya yetkilidir. Bu maddeye göre Bankalara atanacak yönetim
kurulu üyelerinin ücretleri Kurulca tespit olunur ve Kurumdan karşılanır.
...
3. Kurum, bir bankanın;
a) Bu maddenin (2) numaralı fıkrası kapsamında
alınması istenen tedbirleri kısmen ya da tamamen almadığını, bu tedbirlerin
kısmen veya tamamen alınmış olmasına rağmen mali bünyesinin güçlendirilmesine
imkan bulunmadığını ya da mali bünyesinin bu tedbirler alınsa dahi
güçlendirilemeyecek derecede zayıflamış olduğunu,
b) Yükümlülüklerini vadesinde yerine
getiremediğini,
c) Bu madde hükümlerinin uygulanmasında
Kurulca belirlenecek değerleme esasları çerçevesinde yükümlülüklerinin toplam
değerinin varlıklarının toplam değerini aştığını,
d) Faaliyetine devamının mevduat sahiplerinin
hakları ve mali sistemin güven ve istikrarı bakımından tehlike arzettiğini,
tespit ettiği takdirde, Kurul, en az beş üyesinin aynı yöndeki oylarıyla alınan
kararla temettü hariç ortaklık hakları ile bankanın yönetim ve denetimini Fona
devretmeye veya bankacılık işlemleri yapma ve/veya mevduat kabul etme iznini
kaldırmaya yetkilidir.
4. Kurum, bir bankanın yönetim ve denetimini
doğrudan ya da dolaylı olarak, tek başına veya birlikte elinde bulunduran
ortakların, banka kaynaklarını bankanın emin şekilde çalışmasını tehlikeye
düşürecek biçimde doğrudan veya dolaylı olarak kendi lehlerine kullandıklarını
veya bankayı bu suretle zarara uğrattıklarını tespit ettiği takdirde Kurul, en
az beş üyesinin aynı yöndeki oyuyla alınan kararla bunların temettü hariç
ortaklık hakları ile bankanın yönetim ve denetimini Fona devretmeye yetkilidir.
5. a) Fon, (3) numaralı fıkra hükümlerine göre
temettü hariç ortaklık hakları ile yönetim ve denetimi kendisine devredilen
bankanın devir tarihi itibariyle düzenlenecek bilançosunu esas almak suretiyle;
aa) Uygun göreceği aktiflerini, teşkilatını ve
aksine talebi olmayan personeli ile devir tarihi itibariyle mevduat toplamları
en yüksek beş bankaca uygulanan faiz oranları ortalamasını geçmemek üzere
işlemiş faizleri ile birlikte sigortaya tabi tasarruf mevduatını ve pasifte yer
alan karşılık kalemlerini, kurulacak bir bankaya ya da mevcut bankalardan
istekli olanlara devretmeye ve/veya bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul
etme izninin kaldırılmasını Kuruldan istemeye,
ab) Sigorta kapsamında bulunan mevduat
tutarını aşmamak ve hisselerinin tamamına sahip olmak kaydıyla, sermayesine
tekabül eden zararlarını devralmaya
ac) Devralınan zararlar sonucunda hisselerinin
tamamına sahip olunamaması halinde, zararın ödenmiş sermaye tutarından
düşülmesi suretiyle hesaplanacak sermaye esas alınmak üzere bulunacak hisse
bedelinin Fon Kurulunca belirlenecek süre içinde banka hissedarlarına ödenmesi
karşılığında hisselerini devralmaya, yetkilidir. Devralınan zararlara istinaden
yapılacak ödemelerin karşılığını temsil eden hisseler başkaca bir işleme gerek
kalmaksızın Fona intikal eder.
...”
B. Uluslararası Hukuk
28. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) elkoyma neticesinde
banka hisselerinin kaybedildiği ve bu kayba ilişkin olarak tazminat da
ödenmediği yönündeki şikâyetleri Reisner/Türkiye
([A.T.], B. No: 46815/09, 21/7/2015) kararında
incelemiştir.
29. AİHM kamu makamlarınca el konulmadan önce başvurucunun
bankanın hissedarı olduğunu, bankanın tüzel kişiliğinin sona erdirilerek
satışının ardından ticaret sicilinden silinmesiyle başvurucunun banka
hisselerinin geçersiz hâle geldiğini belirterek mülkiyet hakkına müdahalenin
söz konusu olduğunu açıklamıştır (Reisner/Türkiye,
§ 47). Mülkiyet hakkına yapılan müdahaleyi Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesinin ikinci fıkrası
çerçevesinde inceleyen AİHM, somut olayda ulusal mahkemelerin bankanın TMSF'ye
devredilmesi ve sonrasında satışına ilişkin işlemleri iptal ettiğine vurgu
yapmıştır. AİHM bu kararlarla söz konusu işlemlerin hukuka aykırı olduğunun
geçmişe dönük bir etkiyle saptandığına ve geçersiz kılındığına işaret etmiştir.
AİHM bu sebeple mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin hukuka uygun olduğunun
değerlendirilemeyeceğini açıklamıştır (Reisner/Türkiye,
§ 48). AİHM bunun yanında başvurucunun dava açabilmesine rağmen dava
sonunda bankanın devralınmasını iptal eden kararın icra edilemediğini, hâlbuki
icra usulünün karmaşıklığı veya bütçe sisteminin devleti bağlayıcı ve icra
edilebilir yargısal kararların makul süre içinde icra edilmesini sağlama
yükümlülüğünden muaf tutamayacağını belirtmiştir. AİHMe göre fon ve diğer
kaynak eksikliklerinin hüküm altına alınmış bir borcun ödenmemesi için gerekçe
olarak gösterilemeyeceğini de vurgulamıştır (Reisner/Türkiye,
§ 49). AİHM sonradan hukuka aykırı olduğu tespit edilen idari bir
işlem temelinde mülkiyetinden yoksun bırakılan başvurucunun yaşadığı kayıp için
herhangi bir tazminat alamadığını belirterek mülkiyet hakkına yapılan
müdahalenin Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesi anlamında kanuna
uygun olarak değerlendirilemeyeceği ve başvurucunun orantısız bir külfete
katlanmak zorunda bırakıldığı sonucuna varmıştır (Reisner/Türkiye, § 50).
30. AİHM ayrıca Sözleşme'nin 6. maddesi çerçevesinde derece
mahkemelerince başvurucuların açtıkları davaların süre aşımı yönünden
reddedildiği yönündeki şikâyeti incelemiştir. AİHM, bankanın hukuka aykırı
olarak devralınması sonrasında başvuranın orantısız bir yük altına girmek
durumunda kaldığını ve satışı nedeniyle tarafından başvurucunun hisselerinin
iade edilmesinin imkânsız hâle geldiğini, hâlbuki bu işlemlerin yargısal
makamlarca sonradan hukuka aykırı bulunduğunu belirtmiştir. AİHMe göre
başvurucu, transfer işleminin belirtilen tarihten sonra iptal edilmesi
nedeniyle tazminat talebinin ancak bu tarihten sonra başlatılabilmiştir. AİHM
bu tarihten önce tazminat davası açılmasını beklemenin makul olmayacağını,
ilgili idari işlemlerin hukuka uygun olmadığının 2006 yılında tespit edildiğini
belirterek süre sınırının olayda olduğu gibi katı bir şekilde yorumlamasının
davanın esasının bütünüyle incelenmesini imkânsız hâle getirdiği ve başvuranın
mahkemeye erişim hakkının özüne zarar verdiği sonucuna varmıştır (Reisner/Türkiye, §§ 54-61).
31. AİHM giderim yönünden ise en uygun adil tazminin
başvuruculara maddi tazminat ödenmesi ile olacağını ve başvurucunun maddi
kaybının belirlenmesi için Bankanın devrinden bir gün önce yani 5/12/2000
tarihinde Bankanın bir hissesinin ortalama piyasa değerinin dikkate alınması
gerektiğini vurgulamıştır. Bu bağlamda İstanbul Menkul Kıymetler Borsasına
(İMKB) göre 5/12/2000 tarihinde bankanın bir hissesinin ortalama değerinin 756
eski Türk lirası olduğu ve bir Alman senedinin 500 Türk hissesine tekabül
ettiğini kaydederek enflasyona göre güncellenip geçerli kura göre avroya
dönüştürülmek üzere her başvurucuya bankada sahip olduğu hisse sayısının 756
eski Türk lirası ile çarpımını esas alan bir adil tazmin miktarının ödenmesine
karar vermiştir. Buna göre 650 adet Alman hissesinin 5/12/2000 tarihi
itibarıyla 325.000 Türk hissesi olacağı ve bu hisselerin rayiç değerinin ise
245.700.000 TL'ye (eski TL ile) tekabül ettiği belirtilmiştir.
32. AİHM ayrıca enflasyon karşısında alacağın değer kaybettiğine
işaret ederek Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası tarafından kullanılan
enflasyon hesaplayıcısına göre 245.700.000 TL'nin (eski TL ile) şu anda 1.697
TL’ye (514 avro) tekabül ettiğini tespit etmiştir. AİHM sonuç olarak başvurucu
yararına 514 avro tazminat ödenmesine karar vermiştir. AİHM maddi tazminat
ödenmesinin yeterli bir giderim oluşturduğunu belirterek başvurucunun manevi
tazminat talebini ise reddetmiştir (Reisner/Türkiye,
§§ 17-19).
33. AİHM konu hakkında daha önce verdiği Reisner/Türkiye kararına atıfla 841
başvurucunun daha aynı olay sebebiyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının
ihlal edildiğine karar vermiştir (Fellner ve
diğerleri/Türkiye, B. No: 13312/08..., 10/10/2017).
34. AİHM mülkiyet hakkı yönünden yaptığı değerlendirmede
bankanın devir ve satışını hukuka aykırı ilan eden yargı kararlarının iptal
davalarına taraf olup olmadıklarına bakılmaksızın hem hâkim hissedarlar hem de
küçük hissedarlar için sonuçları olduğunu belirtmiştir. AİHM'e göre
hisselerinin sayısı ne kadar küçük olursa olsun başvurucuların maddi zarara
uğradıkları açık olup kamu makamları, daha sonra Danıştay tarafından hukuka
aykırı ilan edilen kanun dışı idari işlemlerden kaynaklandığı açık olan zararı
tazmin etme yükümlülüğü altındadır. AİHM, başvurucuların hisselerinin hukuka
aykırı müdahale temelinde ellerinden alınmış olmasına rağmen başvuruculara
kayıpları için herhangi bir tazminat ödenmediğini ve bireysel anlamda orantısız
bir yük altına girmek zorunda bırakıldıklarını vurgulamıştır (Fellner ve diğerleri/Türkiye, §§ 31-35).
35. AİHM, adil yargılanma hakkı yönünden de bankanın satışı
nedeniyle başvurucunun hisselerinin iade edilmesinin imkânsız hâle geldiğini
belirtmiştir. AİHM, yapılan satış sözleşmesinin 24/2/2006 tarihli nihai kararla
iptal edildiğini ve o tarihten önce başvurucunun tazminat talebinde bulunmasını
beklemenin makul olmadığını gözönünde bulundurarak yerel mahkemenin kanuni
süreye ilişkin katı yorumunun davanın esasının bütünüyle incelenmesine engel
olduğuna ve başvurucunun mahkemeye erişim hakkının özüne zarar verdiğine karar
vermiştir (Fellner ve diğerleri/Türkiye,
§§ 39-42).
36. AİHM giderim yönünden ise Reisner/Türkiye
kararına atıfla en uygun adil tazminin başvuruculara maddi tazminat ödenmesi
ile olacağını ve başvurucunun maddi kaybının belirlenmesi için bankanın
devrinden bir gün önce yani 5/12/2000 tarihinde bankanın bir hissesinin
ortalama piyasa değerinin dikkate alınması gerektiğini vurgulamıştır. Bu
bağlamda İMKB'ye göre 5/12/2000 tarihinde bankanın bir hissesinin ortalama
değerinin 756 eski Türk lirası olduğu ve bir Alman senedinin 500 Türk hissesine
tekabül ettiğini kaydederek enflasyona göre güncellenip geçerli kura göre
avroya dönüştürülmek üzere her başvurucuya bankada sahip olduğu hisse sayısının
756 eski Türk lirası ile çarpımını esas alan bir adil tazmin miktarının
ödenmesine karar vermiştir. Buna göre karara ekli listede başvurucuya 2.909,84
avro maddi tazminat ödenmesi öngörülmüştür. AİHM'e başvuru yapan bütün başvuruculara
ödenecek toplam maddi tazminat tutarı ise 9.679.799,26 avro olarak
belirlenmiştir (Fellner ve
diğerleri/Türkiye, §§ 47, 48 ve ekli liste).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
37. Mahkemenin 15/1/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların
İddiaları ve Bakanlık Görüşü
38. Başvurucular hissedarı oldukları Bankaya elkonulması
kararının hukuka aykırı olduğunun kesinleşmiş yargı kararlarıyla ortaya
çıktığını ifade etmişlerdir. Başvurucular el konulan hisselerin bedelinin
tazmini için açtıkları davaların kabul edilmekle birlikte söz konusu tazminat
tutarlarının aradan geçen on yedi yıllık süre içinde enflasyon karşısında değer
kaybına uğradığını belirterek mülkiyet, adil yargılanma ve etkili başvuru haklarının
ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
39. Bakanlık görüşünde; konuya ilişkin AİHM kararlarına
değinilerek başvurucuların iddia ettikleri zararlarının giderildiği, yabancı
para cinsinden ödeme tarihindeki kura göre veya yerleşik Danıştay içtihadına göre
yasal faiz dışında başkaca bir ödeme yapılamayacağı belirtilmiştir. Bakanlık
ayrıca uyuşmazlık konusu alacaklara işlenecek faiz yönünden başvurucuların
mevcut bir mülklerinin veya meşru beklentilerinin olmadığını ifade etmiştir.
Bakanlık bunun yanında başvurucuların yabancı para ile tazminatın ödenmesi
yönündeki iddialarını başvuru öncesi kanun yollarında dile getirmediğini de
belirtmiş, son olarak başvurucuların alacaklarının önemli ölçüde değer kaybına
da uğratılmadığını vurgulamıştır.
40. Başvurucular cevap dilekçesinde; Bakanlığın görüşünün aksine
yargılamanın her aşamasında zararı hesaplama yöntemine ilişkin gerekli bütün
açıklamalarda bulunulduğunu ifade etmişlerdir. Başvurucular ayrıca gerçek
zararın hükmedilen tazminatın çok üzerinde olduğunu, derece mahkemelerince
yapılan hesaplama yönteminin ve dava tarihinden faize hükmedilmesinin zararın
bütünüyle giderilmemesine yol açtığını açıklamışlardır. Başvurucular AİHM
kararlarındaki giderim yönteminin uygulanmadığından yakınmış, bunun yanında söz
konusu tazminat tutarlarının ve bu tazminatlara konu hisse senetlerinin mülk
teşkil ettiğinin AİHM tarafından belirlenmiş olduğuna işaret etmişlerdir.
Başvurucular son olarak tazminatın yabancı para üzerinden istenebilmesine bir
engelin de bulunmadığını öne sürmüşlerdir.
41. Başvurucular 21/2/2018 tarihinde ek bir dilekçe daha vererek
derece mahkemelerince aleyhe hükmedilen vekâlet ücretlerinin fazla olduğundan
yakınmış ve bu sebeple mahkemeye erişim haklarının ihlal edildiğini ileri
sürmüşlerdir.
B. Değerlendirme
42. Anayasa’nın
"Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:
“Herkes, mülkiyet ve miras haklarına
sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla
sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına
aykırı olamaz.”
43. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).
44. Somut olayda başvurucular başvuru tarihinden sonra
verdikleri ek dilekçeler ile aleyhe hükmedilen vekâlet ücretlerinin yüksek
olduğundan yakınarak mahkemeye erişim haklarının ihlal edildiğini öne
sürmüşlerse de başvuru formu ve eklerinde başvurucuların bu şikâyetlerine açık
bir biçimde yer vermedikleri görülmektedir. Bu durumda başvuru formu ve
eklerinde yer almayıp başvuru süresi sona erdikten sonra dile getirilen söz
konusu şikâyetlerin değerlendirilebilmesi mümkün görülmemiştir. Diğer taraftan
başvurucular yukarıdaki şikâyetleri bağlamında adil yargılanma ve etkili
başvuru haklarının da ihlal edildiğini ileri sürmüş ise de başvurucuların
alacağının değer kaybına uğratılarak ödendiği yönündeki bu şikâyetlerinin esas
itibarıyla ilgili olduğu mülkiyet hakkının ihlali iddiası kapsamında
incelenmesi uygun görülmüştür.
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
45. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan
mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna
karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
46. Başvurucuların kamu makamlarınca el konulmadan önce Bankanın
hisse senetlerine sahip oldukları açıktır. Anayasa Mahkemesi daha önce hisse
senetlerinin mülk teşkil ettiğini çeşitli kararlarında açık bir biçimde
belirtmiştir (Josef Asboth, B.
No: 2013/6484, 31/3/2016, § 46; Hamdi Akın
İpek, B. No: 2015/17763, 24/5/2018, § 84). Diğer taraftan Bankanın
TMSF'ye devri ve sonrasında satışına ilişkin idari işlemler kesinleşmiş yargı
kararlarıyla iptal edilmiş, bunun üzerine başvurucuların hisse senetleri
geçersiz kılınmıştır. Dolayısıyla başvurucuların mülkiyet haklarına müdahale
edildiği kuşkusuzdur. Başvurucuların mülkiyet haklarına yapılan müdahalenin
bankacılık sektörünün düzenlenmesi amacına ilişkin olduğu dikkate alındığında
bu müdahalenin mülkiyetin kamu yararına kullanımının kontrolü veya
düzenlenmesine ilişkin kural çerçevesinde incelenmesi uygun görülmüştür.
47. Somut olayda başvurucular hisse senetlerinin iade edilmesi
veya bu senetlerin geçersiz kılınması nedeniyle uğradıkları zararın tazmini
amacıyla davalar açmış, yapılan yargılamalar neticesinde başvuruculara tazminat
ödenmesi yönündeki kısmen kabul kararları kesinleşmiştir (bkz. §§ 21-24). Bu
yargılamalarda verilen kararlar ile hisse senetlerinin devrine yol açan idari
işlemlerin hukuka aykırı olduğu açık bir biçimde tespit edilmiştir. Dolayısıyla
bu kararlardaki tespitlerden ayrılmayı gerektirir bir durum bulunmadığından
başvurucuların mülkiyet haklarına yapılan müdahalenin kanuni bir dayanağının
bulunmadığı ortadadır.
48. Derece mahkemelerince başvurucular yararına bankaya el
konulduğu günden bir gün önceki hisse senedi rayiç değeri üzerinden tazminat
ödenmesine karar verilmiştir. Ancak başvurucunun bu alacağının tespit edilmiş
olması tek başına mağdur sıfatını ortadan kaldırmamaktadır. Başvurucunun mağdur
sıfatının ortadan kaldırılabilmesi için ileri sürülen ihlalin hem zaman hem de
mağdurun bu hakkı kullanamadığı süre gözönüne alınarak telafi yoluna gidilmesi
gerekmektedir.
49. Başvurucular ise söz konusu tazminat tutarlarının enflasyon
karşısında değer kaybettiğinden yakınmışlardır.
50. Anayasa Mahkemesi, kamu kurum ve kuruluşlarından olan
çeşitli para alacaklarının değer kaybına uğratılarak ödenmesine ilişkin
şikâyetleri daha önce incelemiş; buna göre kamu makamlarının para borçlarını
makul olmayan bir gecikme ile ödedikleri durumlarda para alacağında meydana
gelen değer aşınmalarının başvurucular üzerinde şahsi olarak aşırı bir yük
oluşturması hâlinde müdahale ölçülü olmadığından mülkiyet hakkının ihlaline
karar vermiştir (kamulaştırma bedeli yönünden bkz. Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013; Ali Şimşek ve diğerleri, B. No: 2014/2073,
6/7/2017; bir sosyal güvenlik ödemesi yönünden bkz. Ferda Yeşiltepe [GK], B. No: 2014/7621, 25/7/2017; ihale
alacağı yönünden bkz. ANO İnşaat ve Ticaret
Ltd. Şti.; vergi iadesi alacağı yönünden bkz. Akel Gıda San. ve Tic. A.Ş., B. No:
2013/28, 25/2/2015; deprem nedeniyle tazminat yönünden bkz. Abdulhalim Bozboğa, B. No: 2013/6880,
23/3/2016; açığa alınan memurun maaş farklarının iadesi yönünden bkz. Vildan Utku Atalay, B. No: 2015/4812,
7/2/2019).
51. Somut olayda başvurucular elkoyma tarihinden itibaren 3095
sayılı Kanun'un 4. maddesinde öngörülen faizin işletilmesini ve yabancı para
üzerinden tahsil tarihindeki kur değeri üzerinden tazminatın hesaplanmasını
açık bir biçimde talep etmiştir. Ancak derece mahkemelerince hisse senetlerinin
Bankaya el konulması tarihinden bir gün önceki rayiç değeri üzerinden
belirlenen tazminat tutarlarına dava tarihinden itibaren kanuni faiz
işletilmesine karar verilmiştir.
52. Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru kapsamında -kural
olarak- faiz işletilip işletilmemesi, faiz oranları veya faizin işletilme
tarihleri ya da dönemleriyle ilgili hukuk kurallarını yorumlama görevi
bulunmamaktadır. Tazminat tutarlarının döviz kurlarına göre belirlenip
belirlenmesi de bu kapsamdadır. Bu görev esas itibarıyla derece mahkemelerine
düşmektedir. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesi derece mahkemelerinin söz
konusu hukuk kurallarının yorumunun mülkiyet hakkı bağlamında sonuçlarını
incelemek durumundadır.
53. Ödenen tazminat veya diğer alacak tutarlarının enflasyonun
etkilerinden arındırılarak güncelleştirilmesi yani alacağa hak kazanıldığı
tarih ile ödeme tarihi arasında geçen süredeki hissedilir değer kaybını telafi
edecek biçimde faiz uygulanması, mülkiyet hakkı kapsamındaki alacağın enflasyon
karşısında değer kaybetmesini önleyebilecek bir araçtır (benzer yöndeki
değerlendirmeler için bkz. Mehmet Akdoğan ve
diğerleri, § 42).
54. Faiz ekonomik açıdan paranın
fiyatıdır. Herhangi bir kimse kendisine ait olmayan bir parayı
-hangi isim altında olursa olsun- belli bir süre kullandığında paranın asıl
sahibine faiz ödemek zorundadır.
Çünkü paranın likidite özelliği onun her an, her türlü üretim faktörünü, mal ve
hizmeti satın alabilmesine olanak verir. Daha açık bir deyişle parayı nakit
olarak elinde bulunduran kimse bugünkü
ihtiyaçlarını karşılayabildiği gibi piyasanın yarına
dönük olanaklarından da yararlanabilir. Elindeki parayı başkasına
veren veya kendine belli tarihte ödenmesi gereken bir miktar para olduğu hâlde
bu parası ödenmeyen kimse ise bu imkânlardan yararlanamaz. Bu nedenle parayı
kullanan kimsenin parayı kullanmaktan vazgeçen kimseye bu kaybını ödemesi
gerekir (AYM, E.1988/7, K.1988/27, 27/9/1988).
55. Bu temel neden paranın değerini sürekli olarak kaybettiği
enflasyon dönemlerinde ayrı bir önem kazanır. Dönem başında kullanmaktan
vazgeçilen ya da hak edildiği hâlde alınamayan bir miktar paranın satın alma
gücü, dönem sonunda enflasyon oranında azalmış olacaktır. Bu durumda dönem
sonunda paranın asıl sahibine ödenmesi gereken faiz, sadece belli bir dönem
için yapılan fedakârlığın karşılığından ibaret olmayacak aynı zamanda söz
konusu dönemde paranın satın alma gücündeki kaybı da karşılayacak miktarda
olacaktır. Teknik deyişle hem para sahibinin tasarrufta bulunmasının bedeli
ödenecek hem de paranın satın alma gücü korunacaktır (AYM, E.1988/7, K.1988/27,
27/9/1988).
56. Somut olayda başvurucuların mülkiyet haklarına yapılan
müdahalenin hukuka aykırı olduğu ve dolayısıyla hisse senetlerinin haksız yere
geçersiz kılındığı derece mahkemelerince açık bir biçimde saptanmıştır. Anayasa
Mahkemesi derece mahkemelerince Bankaya el konulduğu tarihten bir gün önceki
hisse senedi Türk lirası rayiç değerinin esas alınması şeklindeki tazminat
hesabının ihlalin giderimini sağlamaya elverişli olduğu kanaatindedir. Ancak
söz konusu tazminat tutarına dava tarihinden itibaren kanuni faiz
işletilmesiyle yetinilmiştir.
57. Buna göre başvuru konusu olayda başvurucuların tazminat
tutarlarının hesaplandığı 5/12/2000 tarihi ile bu alacakların ödenebileceği
icra edilebilir hâle geldiği kararının verildiği 29/12/2010 tarihi arasındaki
döneme göre yapılan değerlendirme sonucunda uygulanan yasal faize rağmen aynı
dönemde toplam enflasyonun yaklaşık %300'ün üzerinde olduğu, diğer bir deyişle
başvurucular lehine hükmedilen tazminatların enflasyon karşısında önemli ölçüde
değer kaybına uğradığı tespit edilmiştir (bkz. ekli (1) numaralı tablo). Ayrıca
başvurucuların sonraki döneme ilişkin alacaklarının ödenmediği yönünde bir
şikâyetlerinin bulunmadığı, öte yandan söz konusu tazminatların ise
başvuruculara karar tarihi esas alındığında dahi ancak yaklaşık on yıl sonra
başvuruculara ödenebildiği dikkate alınmalıdır.
58. Sonuç olarak başvurucuların hisse senetlerinin bulunduğu
Bankaya el konulmuş, ardından hisselerinin devredildiği Banka üçüncü bir kişiye
satılmış ancak bu işlemlerin sonradan hukuka aykırı olduğu kesinleşmiş yargı
kararlarıyla belirlenmiştir. Başvurucuların söz konusu hisse senetlerinin
geçersiz kılınması sebebiyle uğradıkları zararların giderimi için açtıkları
davalar da kısmen kabul edilerek kendilerine tazminat ödenmesine karar
verilmiştir. Başvurucuların tazminatların yetersiz olduğuna yönelik diğer
şikâyetleri yerinde görülmemekle birlikte yaklaşık on yıl sonra ödenmesine
karar verilebilen bu tazminat tutarlarının derece mahkemelerince güncellenmeyip
yalnızca dava tarihinden sonra kanuni faiz işletilmesiyle enflasyon karşısında
önemli ölçüde değer kaybına uğratıldığı anlaşılmaktadır. Hâlbuki hukuka aykırı
bulunan söz konusu müdahalenin sonuçları bakımından uygun ve adil bir
giderimden söz edilebilmesi için hükmedilen tazminat tutarlarının değer kaybına
uğratılmadan makul bir sürede ödenmesi gerekir. Nitekim aynı konuya ilişkin
diğer başvurularda AİHM de adil tazminin ancak bu şekilde sağlanabileceğini
belirtmiştir (bkz. §§ 31, 32, 36).
59. Bu durumda somut olayda alacaklarının değer kaybına
uğratılması başvuruculara şahsi olarak aşırı ve olağan dışı bir külfet
yüklendiğinden söz konusu müdahalenin kamunun yararı ile başvurucunun mülkiyet
hakkının korunması arasında kurulması gereken adil dengeyi başvurucular
aleyhine bozduğu sonucuna varılmıştır.
60. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence
altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
61. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir...
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme
kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden
yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama
yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata
hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir.
Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal
kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse
dosya üzerinden karar verir.”
62. Anayasa Mahkemesinin
Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında, ihlal
sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi
hususunda genel ilkeler belirlenmiştir.
63. Buna göre bireysel başvuru kapsamında bir temel hak ve
hürriyetin ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının
ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca
eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır.
Bunun için ise öncelikle devam eden ihlalin durdurulması, ihlale konu kararın
veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa
ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda
uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, § 55).
64. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilmeden önce ihlalin kaynağının belirlenmesi gerekir. Buna
göre ihlal; idari eylem ve işlemler, yargısal işlemler veya yasama işlemlerinden
kaynaklanabilir. İhlalin kaynağının belirlenmesi uygun giderim yolunun
belirlenebilmesi bakımından önem taşımaktadır (Mehmet
Doğan, § 57).
65. Başvurucular, maddi ve manevi tazminat talebinde
bulunmuşlardır.
66. Anayasa Mahkemesi başvurucuların hisse senetlerinin geçersiz
kılınması üzerine başvurucular yararına yargılama sonucu hükmedilen
tazminatların enflasyon karşısında değer kaybetmesi nedeniyle mülkiyet hakkının
ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin idari
işlemlerden kaynaklandığı ancak başvuru öncesi yargısal süreç sonunda da
ihlalin sonuçlarının bütünüyle giderilemediği anlaşılmaktadır. Bununla birlikte
mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden
yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmamaktadır.
67. Bu durumda ihlalin sonuçlarının giderimi bakımından etkin
yol maddi tazminat ödenmesine karar verilmesidir. Dolayısıyla mülkiyet hakkının
ihlali nedeniyle maddi zararları karşılığında başvuruculara ayrı ayrı ekli (2)
numaralı tabloda gösterilen miktarlarda net maddi tazminat ödenmesine karar
verilmesi gerekir.
68. Mülkiyet hakkının ihlalinin giderimi yönünden başvuruculara
maddi tazminat ödenmesine karar verilmesi yeterli bir giderim sağladığından
manevi tazminat taleplerinin reddi gerekir.
69. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 257,50 TL harcın
başvurucular Alois Harrer ve Helga Leister'e müştereken ödenmesine, diğer
başvurucuların her birine 257,50 TL harç bedelinin ayrı ayrı ödenmesine; ayrıca
başvurucular kendilerini vekil ile temsil ettirdiklerinden 3.000 TL vekâlet
ücretinin başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet
hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvuruculara ekli (2) numaralı tabloda belirtilen
miktarlarda ayrı ayrı net maddi tazminat ÖDENMESİNE,
D. 257,50 TL harç bedelinin başvurucular Alois Harrer ve Helga
Leister'e MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE, diğer başvurucuların her birine 257,50 TL harç
bedelinin AYRI AYRI ÖDENMESİNE; 3.000 TL vekâlet ücretinin tüm başvuruculara
MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine
ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına,
ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine
kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin bilgi için Ankara 9. İdare Mahkemesine
(E.2007/56, K.2010/1892; E.2007/59, K.2010/1885; E.2007/60, K.2010/1884;
E.2007/68, K.2010/1894; E.2007/73, K.2010/1886) GÖNDERİLMESİNE,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
15/1/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
EKLİ (1) NUMARALI TABLO
(A)
Başvuru
No. (2017/)
|
(B)
Başvurucu
|
(C)
Hisse Adedi
|
(D)
Dava Tarihi
|
(E)
Asıl Alacak
(TL)
|
(F)
İşlemiş
Faiz
|
(G)
Reel Değer
Kaybı (TL)
|
(H)
Değer Kaybı
Oranı (%)
|
26290
|
Alois Harrer ve Helga
Leister
|
825.500
|
21/8/2006
|
627,38
|
246,12
|
1.961,44
|
312
|
26283
|
Bernhard Berling
|
1.002.675
|
21/9/2006
|
762,03
|
293,12
|
2.388,23
|
313
|
26284
|
Klaus Jörg Cleissenne
|
1.002.006
|
21/8/2006
|
761,52
|
298,75
|
2.380,81
|
312
|
26286
|
Rolf Almer
|
16.176.490
|
23/9/2006
|
12.294,13
|
4.722,97
|
38.536,36
|
313
|
26287
|
Stefan Jakob Baade
|
16.090.000
|
21/8/2006
|
12.228,40
|
4.797,22
|
38.230,82
|
312
|
EKLİ (2) NUMARALI TABLO
(MADDİ TAZMİNAT TABLOSU)
Sıra No.
|
Başvurucu
|
Maddi Tazminat (TL)
|
1
|
Alois HARRER
Helga LEISTER
|
1. 961,44
|
2
|
Bernhard BERLING
|
2. 388,23
|
3
|
Klaus Jörg CLEISSENNE
|
2. 380,81
|
4
|
Rolf ALMER
|
38. 536,36
|
5
|
Stefan Jakob BAADE
|
38. 230,82
|