TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ÜMMÜHANİ YILMAZ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2016/5104)
|
|
Karar Tarihi: 16/1/2020
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Recep KÖMÜRCÜ
|
Üyeler
|
:
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
|
|
Recai AKYEL
|
Raportör
|
:
|
Engin GÜNDÜZ
|
Başvurucu
|
:
|
Ümmühani YILMAZ
|
Vekili
|
:
|
Av. Harun ÖZKAN
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle
kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiği iddiasına
ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 14/3/2016 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar
özetle şöyledir:
7. Başvurucu sol gözünde görme güçlüğü şikâyetiyle 2009 yılında
başvurduğu Kayseri Eğitim ve Araştırma Hastanesi (Hastane) Göz Hastalıkları
Polikliniğinde retina damar tıkanıklığı ve ilerleyici maküla ödemi teşhisiyle tedavi görmüştür. Bu kapsamda göz
hastalıkları uzmanı Doktor Y.T. tarafından lazer uygulanan başvurucunun gözünde
ödem artışı ve görmede azalma saptanması üzerine 25/2/2010 tarihinde göz içi
ilaç uygulaması yapılmıştır. Kontrol muayenesinde gözünde ağrı ve bulanık görme
şikâyetini bildiren başvurucu endoftalmi
(göz içi iltihabı) düşünülerek Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesine
(Üniversite Hastanesi) yönlendirilmiştir. 1/3/2010-15/3/2011 tarihleri arasında
üç kez Hastaneye yatışı yapılarak bir dizi operasyon geçiren başvurucunun sol
gözü görme yetisini tamamen kaybetmiştir.
8. Başvurucu hatalı teşhis ve tedavi yaptığı iddiasıyla Doktor
Y.T. hakkında 22/6/2010 tarihinde Kayseri Cumhuriyet Başsavcılığına
(Başsavcılık) suç duyurusunda bulunmuştur. Taksirle yaralamaya neden olma suçu
kapsamında yürütülen soruşturmada, şüphelinin kusurlu olup olmadığı hususunda
Adli Tıp Kurumu (ATK) Başkanlığından rapor istenmiştir. ATK 3. İhtisas Kurulu
tarafından başvurucu muayene edilip dosya evrakı incelendikten sonra hazırlanan
29/7/2013 tarihli bilirkişi raporunda; sol gözdeki retina arızasının (maküler
ödem) tanı ve tedavisinin (göz içine ilaç verilmesi) tıp kurallarına uygun
olduğu, göz içine ilaç zerk edildikten iki üç gün sonra ortaya çıkan
endoftalminin bu tür ameliyatların onbinde bir oranında görülen bir
komplikasyonu olduğu, enjeksiyonu ameliyathane koşullarında yapan ve ilk
enfeksiyon belirtilerini saptadığında, hastayı daha ileri bir tedavi merkezine
sevkeden doktora atfı kabil kusur bulunmadığı belirtilmiştir.
9. Başsavcılık ATK raporunda belirtilen görüşe istinaden
10/9/2013 tarihinde şüpheli doktor hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar
vermiştir. Başvurucunun karara yaptığı itiraz Boğazlıyan Ağır Ceza Mahkemesinin
2/12/2013 tarihli kararıyla reddedilmiştir.
10. Öte yandan başvurucu, hatalı müdahale nedeniyle gözünü
kaybettiği iddiasıyla 22/3/2011 tarihinde Sağlık Bakanlığına (Bakanlık)
tazminat istemiyle başvuruda bulunmuştur. Bakanlık 12/5/2011 tarihli işlemle
talebi reddetmiştir.
11. Başvurucu bunun üzerine 8/7/2011 tarihinde Kayseri 2. İdare
Mahkemesinde Bakanlık aleyhine tazminat davası açmıştır. Başvurucu dava
dilekçesinde; görme güçlüğü şikâyetiyle müracaat ettiği hastanede Doktor Y.T.
tarafından yapılan muayene sonucunda anjiyo olması gerektiğinin söylendiğini,
planlanan günde bir anjiyo yapıldığını, arkasından bir kez daha anjiyo
yapıldığını, daha sonra da lazer tedavisi yapıldığını belirtmiştir. Ayrıca bir
süre sonra Doktor Y.T. tarafından telefonla aranarak, oluşan damar
tıkanıklığının açılması için yeni bir operasyon gerektiğinin söylendiğini
belirten başvurucu 25/2/2010 tarihinde gözüne iğne yapıldığını ve sonraki gün
ağrı oluşan gözünün görmez olduğunu, Hastaneye başvurduğunda Doktor R.T.
tarafından Üniversite Hastanesine sevk edildiğini, başka doktorlara muayene
olduğunda kendisine Doktor Y.T. tarafından yapılan işlemlerin hatalı olduğunun
bildirildiğini ifade etmiştir.
12. Davalı Bakanlık savunma dilekçesinde; başvurucunun şikâyeti
üzerine görevlendirilen muhakkik tarafından hazırlanan disiplin soruşturması
raporunda enjeksiyon uygulamasının güncel bir tedavi yöntemi olduğu, bu tür
uygulamalardan sonra endoftalminin düşük de olsa beklenen bir komplikasyon
olduğu, hekimin tıbbın gerektirdiği özeni gösterdiği ve ihmalinin bulunmadığı
tespitlerine yer verildiği, ayrıca soruşturma izni kapsamında görevlendirilen
bilirkişilerin de benzer yönde görüş sunduğu, olayda idarenin hizmet kusurunun
bulunmadığı ifade edilmiştir.
13. Disiplin soruşturması kapsamında ifadesine başvurulan Doktor
Y.T. tahminen bir yıl kadar önce sol gözünde retina damar tıkanıklığı ve
ilerleyici maküla ödemi teşhisi ile takip edilen başvurucuya gerekli tetkikler
yapıldıktan sonra 9/9/2009 tarihinde maküla lazer yapıldığını, bir miktar
iyileşme tespit edilmesine rağmen ödem artışı ve görmede azalma saptanması
üzerine bu kez göz içi ilaç uygulaması yapıldığını, normal bulgularla ve
gerekli uyarılar yapılarak taburcu edildiğini, ertesi günkü muayenesinin de
normal olduğunu ve ilaç verildiğini, birkaç gün sonra poliklinikte gördüğü
başvurucuyu Üniversite Hastanesine yönlendirdiğini beyan etmiştir.
14. Mahkeme, bilirkişi incelemesi yaptırılmasına karar vererek
olayda idarenin hizmet kusurunun bulunup bulunmadığı hususunda ATK'dan rapor
istemiştir.
15. ATK yaptığı inceleme sonucunda Mahkemeden, Hastanede
uygulanan sterilizasyon yöntemlerinin ve enfeksiyondan bir buçuk ay öncesi ve
sonrasında yapılan göz ameliyatlarının sayısı ile gelişen endoftalmi sayısının
bildirilmesini talep etmiş, istenen bilgiler temin edilerek ATK'nın incelemesine
sunulmuştur.
16. ATK 2. İhtisas Kurulu tarafından başvurucu muayene edilip
dosya evrakı incelendikten sonra hazırlanan 25/3/2013 tarihli bilirkişi
raporunda; 25/2/2010 tarihinde ameliyathane koşullarında uygulanan intravitreal enjeksiyonun tıp kurallarına
uygun olduğu, enjeksiyondan yaklaşık üç gün sonra gelişen endoftalminin bu tarz göz içi girişimlerde
her türlü özene rağmen oluşabilen komplikasyon olarak nitelendirildiği, bu
nedenle hekime atfı kabil bir kusurun olmadığı belirtilmiştir.
17. Başvurucu bilirkişi raporuna karşı beyanında; bilirkişi
heyetinde yer alan doktorların sadece birinin göz alanında uzman olduğunu,
defalarca operasyona tabi tutulmasının nedenlerinin raporda tartışılmadığını,
bu süreçte alınması gerekli önlemlerin neler olduğunun ve olayda alınıp
alınmadığının açıklanmadığını ileri sürmüştür. Başvurucu ayrıca dört beş kez
operasyon geçirmesine rağmen tek onam belgesi düzenlendiğini, bu belgenin de
yasal anlamda geçerliliğinin bulunmadığını, bu kapsamda bilgilendirildiğine ve
işlemi kabul ettiğine dair metni kendi el yazısıyla yazması gerekirken sadece
isminin yazdırılıp imzasının alındığını, aydınlatmanın tıbbi işlemden en az
yirmi dört saat önce yapılması gerekirken operasyon günü yapıldığını
belirtmiştir.
18. Mahkemenin 7/11/2013 tarihli kararıyla dava reddedilmiştir.
Kararın gerekçesinde; sağlık hizmetlerinin, hizmetten yararlananın kişisel
özelliklerine ve hizmetin yürütülmesine bağlı olarak öngörülemeyen tehlikeler
içerdiği, idarenin tazminle sorumlu tutulabilmesi için ağır hizmet kusurunun
bulunması gerektiği, ATK raporunda belirtildiği üzere başvurucuya yapılan
müdahalenin tıp kurallarına uygun olduğu, enjeksiyondan yaklaşık üç gün sonra
gelişen durumun bu tarz göz içi girişimlerde oluşabilen komplikasyon olarak
nitelendirildiği, sonuç olarak başvurucuya yapılan tıbbi müdahalede idarenin
hizmet kusurunun bulunmadığı belirtilmiştir.
19. Temyiz edilen kararın vekâlet ücreti dışındaki kısmı
Danıştay Onbeşinci Dairesi tarafından 17/6/2014 tarihinde onanmış, karar
düzeltme istemi de Dairenin 29/12/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir.
20. Karar düzeltme aşamasında dosya hakkındaki düşüncesini
bildiren tetkik hâkimi, endoftalmiye
yol açan mikroorganizmaların ameliyathane ortamında bulaşıp bulaşmadığının belirlenmesi
gerektiğine, bu belirlemenin ameliyathanede bulunan tüm malzemelerin
mikroorganizma taşıyıp taşımadığının incelenmesi suretiyle mümkün olacağına
vurgu yapmıştır. Tetkik hâkiminin düşüncesinde; enfeksiyonun hastane ortamından
kaynaklanıp kaynaklanmadığının idarece zamanında etkili bir şekilde
soruşturularak ortaya konulmadığı, aradan uzun zaman geçmiş olması nedeniyle
iltihabın ameliyat sırasında kullanılan araç, gereç ve sıvılardan mı
kaynaklandığı yoksa Hastaneden çıktıktan sonra dikkatsiz ve tedbirsiz
davranması sonucu başvurucunun kusuru ile mi oluştuğunun tespitine imkân
kalmadığı, idarenin olayın nedeni ve varsa sorumlularını belirleme konusunda
gerekli ve yeterli inceleme ve araştırmayı yapmamasının, olaydaki özen
eksikliğini ve hizmet kusurunu ortaya koyduğu, bu sebeple başvurucuda ortaya
çıkan üzüntü ve elemin karşılığı olan manevi zararın karşılanması gerektiği
görüşüne yer verilmiştir.
21. Nihai karar 18/2/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir.
22. 14/3/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
23. İlgili hukuk için bkz. Fesih
Aydar, B. No: 2015/4259, 10/1/2019, §§ 24-30.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
24. Mahkemenin 16/1/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
25. Başvurucu; olayın nedeni ve sorumlularını belirleme
konusunda yeterli araştırma yapılmadığını, enfeksiyonun kaynağının zamanında
tespit edilmemesinin hizmet kusuru oluşturduğunu, aydınlatılmış onamın usulüne
uygun alınmadığını, bilirkişi heyetindeki göz hastalıkları uzmanı sayısının
yeterli olmadığını ve tetkik hâkimlerinin görüşleri arasında çelişki
bulunduğunu belirterek yaşam ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini
ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
26. Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı,
maddî ve manevî varlığı” kenar başlıklı 17. maddesinin birinci
fıkrası şöyledir:
"Herkes, yaşama, maddî ve manevî
varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir."
27. Anayasa'nın “Sağlık
hizmetleri ve çevrenin korunması” kenar başlıklı 56. maddesinin
üçüncü fıkrası şöyledir:
"Devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh
sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi
artırarak, işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden
planlayıp hizmet vermesini düzenler."
28. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).
29. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin
maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu
belirtilmekte olup söz konusu düzenleme, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 8.
maddesi çerçevesinde özel hayata saygı hakkı kapsamında güvence altına alınan
fiziksel ve zihinsel bütünlüğün korunması hakkına karşılık gelmektedir.
30. Anayasa Mahkemesi daha önceki kararlarında, kasıt söz konusu
olmaksızın hekim kusuru nedeniyle vücut bütünlüğünün zarar gördüğü şeklindeki
tıbbi ihmale dair şikâyetleri Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında
düzenlenen kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında
incelemiştir (Melahat Sönmez, B.
No: 2013/7528, 9/9/2015; Ahmet Sevim,
B. No: 2013/474, 9/9/2015; Hilmi Düzgüner,
B. No: 2014/9690, 11/5/2017).
31. Anılan kararlar doğrultusunda somut olayda başvurucunun
tıbbi ihmale dayalıtüm şikâyetlerinin Anayasa'nın 17. maddesinin birinci
fıkrasında düzenlenen kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında
incelenmesi gerekmektedir.
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
32. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan kişinin
maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul
edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Genel İlkeler
33. Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında herkesin maddi
ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu belirtilmektedir.
Bu kapsamda anılan Anayasa hükmü ile kişinin maddi ve manevi varlığının
bütünlüğü gerek kamusal yetkilerle donatılmış kişilerin gerekse özel kişilerin
müdahalelerine karşı güvence altına alınmıştır (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 40).
34. Anayasa’nın 17. maddesinin amacı, esas olarak bireylerin
maddi ve manevi varlığına karşı devlet tarafından yapılabilecek keyfî
müdahalelerin önlenmesidir. Bunun yanı sıra devletin tıbbi müdahaleler
nedeniyle kişilerin maddi ve manevi varlığını etkili olarak koruma ve maddi ve
manevi varlığına saygı gösterme şeklinde pozitif yükümlülüğü de bulunmaktadır (Ahmet Acartürk, B. No: 2013/2084,
15/10/2015, § 49). Nitekim
Anayasa’nın 56. maddesinde de belirtildiği üzere pozitif yükümlülük, sağlık
alanında yürütülen faaliyetleri de kapsamaktadır (İlker Başer ve diğerleri, B. No: 2013/1943, 9/9/2015, § 44).
35. Devlet, bireylerin yaşam hakkı ile maddi ve manevi
varlıklarını koruma hakkı kapsamında ister kamu isterse özel sağlık kuruluşları
tarafından yerine getirilsin sağlık hizmetlerini hastaların yaşamları ile maddi
ve manevi varlıklarının korunmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınabilmesini
sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır (Ahmet
Acartürk,§ 51).
36. İlke olarak tıbbi ihmallere ilişkin şikâyetler konusunda
temel başvuru yolu, hukuki sorumluluğu tespit etmek için takip edilecek olan
hukuk veya idari tazminat davası yoludur (Nail
Artuç, B. No: 2013/2839, 3/4/2014, § 38).
37. Maddi ve manevi varlığı koruma hakkı kapsamında hukuki
sorumluluğu ortaya koymak adına adli ve idari yargıda açılacak tazminat
davalarında makul derecede dikkatli ve özenli inceleme şartının yerine
getirilmesi gerekmektedir. Derece mahkemelerinin bu tür olaylara ilişkin olarak
yürüttükleri yargılamalarda Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği seviyede
derinlik ve özenle bir inceleme yapıp yapmadıklarının ya da ne ölçüde
yaptıklarının da Anayasa Mahkemesi tarafından değerlendirilmesi gerekmektedir.
Zira derece mahkemeleri tarafından bu konuda gösterilecek hassasiyet,
yürürlükteki yargı sisteminin daha sonra ortaya çıkabilecek benzer hak
ihlallerinin önlenmesinde sahip olduğu önemli rolün zarar görmesine engel
olacaktır (Yasin Çıldır, B. No:
2013/8147, 14/4/2016, § 57; Tevfik Gayretli,
B. No: 2014/18266, 25/1/2018, § 32).
38. Diğer taraftan belirtmek gerekir ki olaylara ilişkin
delillerin değerlendirilmesi öncelikle idari ve yargısal makamların ödevidir.
Aynı şekilde başvuru dosyasında bulunan tıbbi bilgi ve belgelerden hareketle
bilirkişilerin vardığı sonuçların doğruluğu hakkında fikir yürütmek Anayasa
Mahkemesinin görevi değildir (Mehmet
Çolakoğlu, B. No: 2014/15355, 21/2/2018, § 47). Ancak kişinin maddi
ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında yerine getirmek zorunda olduğu usul
yükümlülüklerinin somut olayda yerine getirilip getirilmediğinin nesnel bir
şekilde değerlendirilmesi için ilgili anayasal kurallar bağlamında derece
mahkemelerinin kendilerine tanınmış takdir yetkileri çerçevesinde hareket edip
etmediklerinin denetlenmesi gerekir. Bu bağlamda müdahaleyi haklı göstermek
için öne sürülen gerekçelerin ilgili ve yeterli olup olmadığı incelenmelidir (Murat Atılgan, B. No: 2013/9047, 7/5/2015
§ 44).
39. Bu bağlamda derece mahkemelerinin gerekçeleri, tarafların
kanun yoluna başvuru imkânını etkili şekilde kullanabilmelerini sağlayacak
surette ayrıntılı olarak ortaya konulmalı; ulaşılan sonuçlar yeterli
açıklıktaki bilimsel görüş ve raporlar gibi somut, nesnel verilere
dayandırılmalıdır (Murat Atılgan,
§ 45).
b. İlkelerin Olaya
Uygulanması
40. Anayasa Mahkemesi yukarıda değinilen Anayasa'nın 17. maddesi
kapsamında devlete düşen pozitif yükümlülüklerin somut olay bağlamında yerine
getirilip getirilmediğini denetlemek durumundadır (Tevfik Gayretli, § 36). Bu sebeple başvuruya konu olay,
devletin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına ilişkin
pozitif yükümlülüğü kapsamında incelenmiştir.
41. Somut olayda başvurucunun görme rahatsızlığı nedeniyle
Hastaneye başvuru yılının 2009 olduğu, 25/2/2010 tarihli enjeksiyon işleminden
önce de başvurucuya tıbbi müdahalede bulunulduğu görülmektedir. Başvurucu aynı
hekimin kendisine birden fazla operasyon yaptığını, ilk müdahalenin hatalı
olması sebebiyle diğer işlemlerin yapıldığını belirtmesine rağmen ATK sadece
enjeksiyon işlemi kapsamında değerlendirme yapmış, tedavi sürecinin bütününü
dikkate alarak önceki tıbbi işlemler yönünden de kusur incelemesi yapmamıştır.
42. Ayrıca derece mahkemesi kararlarında başvurucunun
aydınlatılmış onam belgesiyle ilgili iddialarına da bir yanıt verilmemiştir. Bu
kapsamda tedavi sürecinin parçası olan ve enjeksiyon işleminden önce yapılan
anjiyo ve lazer uygulaması gibi tıbbi girişimlerin amacı, risk ve
komplikasyonları hakkında başvurucunun yazılı onayının alınması gerekip
gerekmediği hususunda bir açıklamada bulunulmamıştır.
43. Öte yandan başvurucu, enfeksiyonun kaynağının
araştırılmadığını iddia etmiş ise de bu iddiasını dayanaklarıyla birlikte
derece mahkemeleri önünde ileri sürmemiştir. Temel hak ve özgürlüklere saygı,
devletin tüm organlarının anayasal ödevi olup bu ödevin ihmal edilmesi
nedeniyle ortaya çıkan hak ihlallerinin düzeltilmesi öncelikle idari ve
yargısal makamların görevidir (Ayşe Zıraman
ve Cennet Yeşilyurt, B. No: 2012/403, 26/3/2013, § 16). Bu nedenle
derece mahkemeleri önünde açık şekilde dile getirilmeyen bir iddianın bireysel
başvuru yolunda ileri sürülmesi mümkün bulunmadığından başvurucunun bahsi geçen
iddiası inceleme konusu yapılmamıştır.
44. Yapılan tespitler ışığında, somut olayda başvurucunun
uyuşmazlığın çözümü için esaslı olan tıbbi ihmal iddialarının ATK raporunda tüm
yönleriyle ele alınıp aydınlatıldığı, söz konusu raporu dayanak alan derece
mahkemelerinin de başvurucunun iddialarını Anayasa'nın 17. maddesinin
gerektirdiği özen ve derinlikte inceledikleri, kararlarında konuyla ilgili ve
yeterli gerekçelere yer verdikleri söylenemez. Bu durumda kamu makamlarının,
başvuru konusu olaydaki pozitif yükümlülüklerini tam anlamıyla yerine
getirmediği sonucuna ulaşılmıştır.
45. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin birinci
fıkrasında güvence altına alınan kişinin maddi ve manevi varlığının korunması
hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
46. 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasının
ilgili kısmı ve (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme
kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden
yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama
yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata
hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir.
Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal
kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse
dosya üzerinden karar verir.”
47. Başvurucu, anayasal haklarının ihlal edildiğinin tespiti ve yeniden
yargılama yapılması talebinde bulunmuştur.
48. Anayasa Mahkemesinin Mehmet
Doğan kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan
kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir (B. No: 2014/8875,
7/6/2018, [GK]). Mahkeme diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal
kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin
devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle
sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül
Alkaya ve diğerleri (2), B.No: 2016/12506, 7/11/2019).
49. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal
edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle
getirmenin, yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için
ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması,
ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan
kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların
giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması
gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§
55, 57).
50. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda Anayasa
Mahkemesi, 6216 sayılı Kanunun 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile
İçtüzük’ün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin
ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere
kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme,
usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak, ihlali ortadan
kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya
özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi
tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde,
usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili
mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir
takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir karar kendisine ulaşan
mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden
ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir. (Mehmet Doğan, §§ 58-59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59,
66-67).
51. İncelenen başvuruda başvurucunun tıbbi ihmal nedeniyle
gözünü kaybettiği iddiası yönünden derece mahkemelerince konuyla ilgili ve
yeterli bir gerekçe ortaya konulmadığından kişinin maddi ve manevi varlığını
koruma hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin
mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
52. Bu durumda ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden
yargılama ise usul hukukunda yer alan benzer kurumlardan farklı ve bireysel
başvuruya özgü bir düzenleme içeren 6216 sayılı Kanunun 50. maddesinin (2)
numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir.
Bu kapsamda yeniden yargılama sürecinde mahkemelerce yapılması gereken iş,
öncelikle hak ihlaline yol açan mahkeme kararının ortadan kaldırılmasından ve
Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında
belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple
kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere ilgili mahkemeye
gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
53. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 239,50 TL harç ve 3.000
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.239,50 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal
edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan kişinin
maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin kişinin maddi ve manevi varlığını
koruma hakkına yönelik ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden
yargılama yapılmak üzere Kayseri 2. İdare Mahkemesine (7/11/2013 tarihli ve
E.2011/992, K.2013/931 sayılı karar) GÖNDERİLMESİNE,
D. 239,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
3.239,50 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve
Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına,
ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine
kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
16/1/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.